Tasavvuf'un Ortaya Çıkışı

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Tasavvuf, Peygamber Efendimiz -sav- ile birlikte gelmiştir. Çünkü Tasavvuf’un amacı, İslam dininin üç temel esasından biri olan İhsan’ı elde etmektir. Onun için Seyyid Muhammed Gamari (rh.a)’ye:


“Tasavvuf vahy-i semavi midir?” diye Tasavvuf’un kaynağı ve özü hakkında bir soru sorulduğunda şöyle demiştir:


“Peygamber Efendimiz’e -sav-vahy-i semavi nazil olduğu vakit, tasavvufta onunla beraber esas olarak kurulmuştur. Çünkü tasavvuf, şüphesiz ihsan makamıdır.”


Tasavvuf’un amelî-hali ve temel esasları itibariyle, vahyin gelişiyle birlikte, bizzat Peygamber Efendimiz -sav- tarafından hayata geçirilmiştir.


Özellikle Mekke Devri, daha çok dini-ahlakî prensiplerin yer aldığı bir rûhî olgunluk kazanma dönemi olmuş ve Sahabe-i Kiram; bu usûl üzere, bütün ümmetin Mürşid-i Kamil'i, Peygamber Efendimiz -sav- tarafından yetiştirilmiştir.


O dönemde Tasavvuf, Fıkıh, Tefsir, Akaid ve Hadis ilmi gibi ilim dalları, esasları itibariyle; Peygamber Efendimiz -sav- zamanında mevcut olmakla beraber, henüz ihtiyaç hissedilmediğinden kitap haline getirilmemiş, düzenli birer ilim dalı olarak ortaya konulmamıştır.


Çünkü Sahabe-i Kiram zamanında buna ihtiyaç yoktu. Sahabe-i Kiram Peygamber Efendimiz -sav-’in onları her yönden yetiştirmesi sebebiyle, takva ve vera ehli idiler.


Yani, yukarıda Tasavvuf’un tarifini yaparken anlattığımız, ruhsatlardan faydalanmaksızın ve tüm şüpheli olan şeylerden kaçınarak azimet ve takva üzere İslam’ın emir ve yasaklarını yaşıyorlardı.


Tasavvuf’un gaye olarak kendisine belirlediği ihsan halini, bizzat Rasullullah -sav- ile birlikte yaşamaktaydılar. Bu yaşantı biçimini onlardan sonra gelen tâbiin onları örnek alarak yaşamış ve onlardan sonra gelen insanlarda tâbiini örnek alarak bu yaşam biçimini hayatlarına tatbik etmeye çalışmışlar.


Tasavvuf ve diğer İslami ilimlerin bir ihtiyaç haline gelmesi, Sahabe-i Kiram ve Tabin'den sonraki dönemlerde, dinin aslından uzaklaşılması sebebiyledir. Rasûlüllah -sav-'in tebliğ ettiği hakikî din nuru gizlenip, itikatta sapıklıklar, fikirler arasında ihtilaf vaki olmaya başlayıp, cehalet insanlara galebe çalınca; eski adet, gelenek ve görenekleri ibadetlerle karışır, bazen de onların yerini alır hale gelmişti.


İnsanların kendi hak bildiği yolda gitmeye ve dünyaya çokça meyletmeye başladığında; dini hükümler ve kurallar, esasları yönünden ikinci plana itilerek, ayetler ve hadisler siyasi veya şahsi amaçlarla indî yorumlara tabi tutulmaya başlanmıştı.


Bu dönemlerde yalnız bir topluluk, salih ameller işlemek, ıssız yerlerde uzlete çekilerek zikir ve ibadetle uğraşmak yolunu seçti.


Sonraları bu insanlar kulluk mücadelelerini daha sistemli bir şekilde sürdürmeye koyuldular.


Ne zamanki ilimler gönüllerden satırlara intikal ederek, fıkıh, kelam, tefsir, hadis vb. diğer ilimler yazılarak kitap haline getirildi. Tasavvuf yoluna mensup kimselerde kendi usüllerine dair eserler meydana getirdiler.


İşte tasavvuf ilmi böyle bir ortamda, önceleri ıssız yerlerde uzlete çekilerek zikir ve ibadetle uğraşmak yolunu seçen Evliyaullah'ın sözleri ve hallerinin anlatımından ibaretken; sonraları Cüneyd Bağdadî (ks) (ölm. 279/908) gibi zatlarında eser vermesiyle düzenli bir ilim haline gelmeye başladı.


Aslında, zâhir ilimlerde eser verilmesi bir ilmin olgunluğuna delil olabilmekteyse de, tasavvuf ilmi gibi manevi bir sahada asıl delil, yine tasavvuf üstatlarının kendi hal ve idrakleridir, kavrayışlarıdır.

Yani, nasıl Fıkıh sahasında; Kur'an-ı Kerim ve Hadis'ten sonra fakih alimlerin ilmî mülahaza ve görüşleri, bizim için amel yapılabilecek sağlam bir görüş oluşturuyor ve onların bu zahiri içtihatlarına tabi oluyorsak; aynı şekilde manevî-ruhî hayatımızda da esası Kur'an ve Sünnet'le sabit olan, zikir, fikir, nefis tezkiye ve muhasebesi, rabıta, hatme (zikir meclisi) gibi batınî meselelerde de manevî görüş ve içtihat sahibi olan tasavvuf büyüklerine, Mürşid-i Kamil’lere tabi olmalı, onları taklit etmeliyiz.
 
Üst