Tasavvufta Gerçek Terakki Nedir?

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
İslam, olaylar karşısında bağlılarının sarsılmaması, sıkıntılardan esenlikle kurtulması için şahsiyet eğitimi üzerinde durmuştur. Zorluklar karşısında, toplum önderleri olan Allah’ın elçilerinin kıssalarını anlatmak suretiyle mü’minlere onlar gibi olmayı öğütlemiştir. Şahsiyet gelişimini olumlu yönde etkileyen; inanç eğitimi, ibadetler, en güzel ahlakî davranışlar ve bu değerlerin hayata katılması ameliyesiyle mü’minleri donatmıştır. Şahsiyet eğitimini en kamil anlamda tamamlayıp, insanlar için örnek olan Hz. İbrahim’i (a.) ve Hz. Muhammed’i (s.) model olarak sunmuştur. Mü’mince bir şahsiyet oluşturmakta iddialı olanların İbrahim (a.) gibi bireysel ümmet olma bilincini ve Hz. Muhammed (s.) gibi mükemmel bir karaktere sahip olma anlayışını hayatlarına katmaları zorunludur.
Allah Teâlâ, mü’min kullarının şahsiyetini geliştirip kendi egemenliğini tesis ve denetleme yolunda zafiyet göstermemeleri için onlara; “وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ” “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” hatırlatmasında bulunarak yalnızlık duygusuna kapılmamalarını istemiştir. Hatta “Biz, ona şah damarından daha yakınız.” şeklinde bir açıklama yaparak, kullarıyla sürekli bir diyalog halinde olduğunu bildirmiştir. Allah’la (c.) insan arasındaki bu yakınlaşma, namazla periyodik bir takvime bağlandığı gibi, niyetli eylemlerle O’nun rızası gözetildiğinde de yakınlık, anlık bir hâle getirilmiştir. Tüm bu yakınlığa rağmen insan olarak yaratılış amacını gerçekleştirme konusunda başarısız olur ve herhangi bir şekilde hukuku çiğnenirse, “ahiret inancıyla” donatılmak suretiyle, ikinci bir hayatta eylemlerinin karşılığını alacağı müjdesi verilmiştir. Ahiret inancı; insanı yıkılmaktan, bunalımlara düşmekten alıkoyan en büyük direnç kaynağıdır. Yüce Allah, bu gerçeği bildiği için işkencenin en yoğun olduğu Mekke döneminde, kendisine imandan sonra en çok ahiret inancını işlemiştir.
İnsanlar, zaman zaman Allah’a yakın olma bilincini kaybeder ve kötü bir toplumsal yapının yansıma biçimini simgeleyen bozuk bir siyasi organizasyonla kuşatılırlarsa, hayatın birçok alanında hastalıklar ortaya çıkar. Bu hastalıklardan etkilenen insanların olacağı muhakkaktır. Bu hastalıklar, toplumun ve onu oluşturan bireylerin yaşadığı bunalımlar ve buhranlardır. Kur’an açısından insanlığın yaşadığı bunalımları ve çözüm yollarını şu şekilde sınıflandırmak mümkündür.
1. İnanç alanında yaşanan bunalım: Bu durum, ya hayatı tesadüflere, Allah dışındaki güçlere, ya da Allah’a (c.) yaratma ve emretme konusunda ortak koşmakla, O’nun yetkisini başka bir varlığa devretmekle tezahür eder. İlkinde kişi, tamamen reddiyeci tavrıyla evrende kendini yalnızlığa iter. Onun artık bir dostu, iletişim kuracağı mutlak bir ilahı ve velisi yoktur. İkincisinde ise; yetkileri elinden alınmış, sorunları çözemeyen, hayata müdahale ettirilmeyen, fonksiyonsuz bir ilah. Hiçbir şey fonksiyonlarını tam anlamıyla icra eden Allah’ın yerini alamayınca, kişinin hayatında inancın yokluğuna veya tam olması gerekirken “yüzdeli imana” bağlı buhranlar başlayacaktır. Böyle bir durumdan kurtulmanın yolu; hiçbir şüphenin olmadığı bir inanç biçimini elde ederek söz ve eylem arasında uygunluğu acilen kurmaktır. Kâmil bir imanı yakini anlamda kazanarak inanç alanında inkâra ve inkarın oluşturduğu bunalımlara düşmemektir.
2. Siyasal sebeplerle düşülen bunalımlar: Evrendeki en değerli varlığa hizmet etmek için var olması gereken siyaset, Kur’an-ı Kerim’in örneklemesinde olduğu gibi; kötü bir gurubun, kendisini tanrı olarak gören bir zalimin elinde bir çok felaketlere sebep olabilir. Sonuçta; “insanlar dayanılmaz acılara maruz kalır, fertler haksız yere öldürülür.” ve “nesiller mahvolur.” Siyasal bunalım konusundaki çözümden, Musa (a.)’ın kıssasının anlatıldığı ayetlerde uzun uzun bahsedilmiştir. Bu ayetlerden sonuçlar çıkarmak ve çözümler üretmek Müslümanların tüm insanlığa borcudur. Ayrıca Kur’an, hicreti de kötü bir siyasadan kurtulma konusunda çare olarak sunmuştur.
3. İktisadi açıdan düşülen bunalımlar: Malda kendilerini mutlak rab olarak görüp liberal düşünceyi bayraklaştıran bir anlayış, yaşadığı toplumu sömürmekten çekinmez. Böyle düşünen insanların olduğu yerde fakirlik yaygınlık kazanır. Fakirliğin getirdiği kötü sonuçlara göre; endişeyle çocukları katletme, yalan söyleme alışkanlığı çoğalır. Fakirliğin meydana getireceği bunalım ve felaketlerden dolayı Hz. Peygamber her gece, “Ey Allah’ım fakirlikten sana sığınırım…” diye dua etmiş ve kaçınılması gereken küfre eş bir musibet olarak algılamıştır. Bundan dolayı Kur’an, Mekke dönemi boyunca inen ayetlerde; Allah’a (c.) ve ahirete imanla beraber fakirlik probleminin halledilmesini işlemiştir. Yine aynı problemin ortadan kalkması için zekatı zengin Müslümanlara farz kılmış ve zekat dışı yardım konusunda da, Müslüman bireyleri teşvik etmiştir. Hz. Peygamberin ilk halifesi Hz. Ebubekir’de, Kur’an’dan ve sünnetten edinmiş olduğu neticeye göre; zekat vermeyenlerle savaşmayı bile göze almıştır. Amaç, fakirliği ve fakirliğin doğuracağı tehlikeleri, bunalımları yenmektir. Fakirlik problemine yok edilmesi gereken bir hastalık nazarıyla bakan İslâm, insanlara Allah’ın nimetlerini dengeli dağıtarak iktisadi buhranlardan mü’minleri kurtarmayı hedeflemektedir. Gaye; Allah’a (c.) ibadet yolunda hiçbir problem Yüce Yaratıcı ile insan arasına girmesin.
4. Sosyal açıdan düşülen buhranlar: Eğer insan halife varlık olduğunun şuurunda olursa, her an Allah’la iletişim halinde olduğunu da kavrar. Fakat bu düşünceyi her an canlı tutamaz ve dışlanacak olursa bunalımlara düşebilir. Bazı durumlarda insanları dışlamak suretiyle acı çektirmek, bir işkence türüdür. İnsanların ekonomik statülerine veya mensup olduğu sosyeteye göre bir koni oluşturup, kast sistemi kurmak suretiyle kişileri kendi gurubunda yalnız bırakıp aşağılamak da bir tür dışlama çeşididir. İslâm dini, tüm bu kötü durumların oluşturacağı sonucu bildiği için, mü’minleri kardeş ilan etmiş ve insanın özgür eylemiyle kendini ifade etme biçimi olmayan her sosyal yapılanmayı reddetmiştir. O’na göre üstünlük; Allah’a karşı özgürce yerine getirilen görev bilincindedir. Değil birbirlerini terk etmek, bilakis; “mü’minlerin, aralarına kurşun dökülmüş tuğlalar gibi, tek saf” olmalarını isteyen İslâm, insanların bunalıma düşmemeleri için peygamberinin dilinden şu emri vermiştir: “Birbirinize kin duymayınız, hased etmeyiniz ve birbirinize arkanızı dönerek yalnızlığa terk etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeşler olunuz. Bir Müslümanın, Müslüman kardeşini üç günden fazla yalnızlığa terk etmesi helal değildir.” Kısacası; İslâm Dini, koyduğu kurallar ve Müslümanlar arasında geliştirdiği kolektif ruhla, sosyal bunalımları her zaman ortadan kaldırabilir.
5. Cinsel sebeplerle düşülen bunalımlar: İnsanların cinsel yönden düştüğü bunalımların tipik örneği olarak Kur’an-ı Kerim, Lut (a.)’ın kavmini örnek verir. Onlar zihinlerini fıtratlarındaki sapmayla beraber tek noktaya kilitlemişlerdi. Psikolojik açıdan, bu kilitlenme durumu tahlil edilirse; bunun tam bir bunalım, aynı zamanda hastalık olduğunu rahat olarak söyleyebiliriz. Şehvetteki kilitlenmenin, meşru olmayan şekilde karşı cinse olan biçimini din onaylamaz. Cinselliği hastalık halinde algılayan insanların şifrelerini çözerek, onları daha üstün eylemlere yönlendirmek gerekir. Bu yönlendirme ameliyesinde başarılı olan İslâm, mü’minlere gaye olarak Allah’ın (c.) rızasını tanıtmış ve Allah’la sürekli iletişim kurabilmek için zengin bir ibadet hayatı ortaya koymuştur. Bu hayatın genişlik alanında; en basit eylemleri bile ibadete dönüştürürken, cinsellik konusunu da doğal bir zemine oturtup evlenmeyi teşvik edip kolaylaştırmış ve zinaya giden tüm yolları da tıkamak suretiyle tedavi etmiştir. Cinsel konuları abartarak; “realist sanat(!)” anlayışıyla gençleri bunalıma iten anlayışa en güzel cevap Yusuf Suresinde verilmiştir. Hz. Yusuf’a tuzak kuran Melik’in karısının davranışlarını Kur’an-ı Kerim hem realist bir anlayışla gözler önüne sermiş hem de kimsenin cinsel duygularını altüst etmemiştir. Günümüz medyasının ve sanat anlayışının bu anlatım tarzından öğrenmesi gereken çok şey vardır.
Hayatın içerisinde meydana gelen her hastalığa şifa olan ve tüm insanlara mutlak doğruyu gösteren Kur’an-ı Kerim, bütün bunalımları tedavi edecek çareleri de içerisinde bulundurmaktadır. Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu çözümleri, projelendirerek insanların hizmetine sunmak, somut öneriler getirmek Müslümanların en önemli ödevlerindendir. Allah’ı (c.) zikretme lutfuna eremeyen insanlar ve onların oluşturduğu toplumlar yukarıda sayılan bunalımları daha değişik türleriyle sürekli yaşamaktadırlar. Müslümanlar, Kur’an’dan projeler geliştirmek suretiyle ödevlerini iyi yapar ve insanlara çözümlerini sunabilirlerse, yeniden tarihin öznesi olma şansını da yakalamış olurlar. Ya görevimizi iyi yapıp, sorunları çözerek Müslümanları tarihin öznesi yapacağız veya kendimiz sorun olup, sorunları çözemeden, edilgen bir hayat sürerek tarihten silinip gideceğiz. Var olmak ve varlığımızı kıyamete kadar sürdürebilmek için, tüm buhranlara İslam’ın neşterini geciktirmeden hazırlamak ve tedaviye başlamak zorundayız. Bunu başaramaz isek bireysel anlamda göklerde bile uçsak hiçbir anlamı yoktur. Bu nedenle diyoruz ki tasavvufta da gerçek terakki toplumsal sorunlara çözüm üretmektir. Mehmet Sürmeli
 
Üst