Tasavvufi görüşleriyle EBÜ'L-HASAN EL-HARAKÂNÎ

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ebü'l-Hasan el-Harakânî (k.s.)'nin tasavvufî intisâbı, âriflerin sultanı Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.)'yedir. Seyr ü sülûk eğitimini Bistâmî'nin rûhâniyetlerinden almıştır.[1] Kaynakların ifadesine göre Harakânî (k.s.), Bâyezîd-i Bistâmî'nin meşrebindendir. Onun gibi coşkulu, cezbesi ve sekri sahvına galiptir. Fenâ ve bekâ, sekr ve sahv ile tevhîd ve vahdet konularında çok sözler söylemiş, Hallâc-ı Mansûr gibi "Ene'l-Hak" anlayışına uygun terennümlerde bulunmuştur. Aynı zamanda Harakânî¸ cezbeli ve coşkulu meşrebi ile Sıddîkî üslûbu geliştirmiştir.[2] Bu tür yaklaşımları ile Bistâmî'nin tasavvuf tarzını benimseyen Harakânî'nin Hakk'a ermek için zor riyâzetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlandığı bilinmektedir.[3] Molla Câmî onu, Ebü'l-Abbâs el-Kassâb'ın müridi olarak sunmakta ve Kassâb'ın onun hakkında; "Benden sonra ziyaretçilerim ona yönelecekler." dediğini belirtmektedir.[4]

Altın silsilenin önemli bir halkasını teşkil eden ve üveysiliği ile dikkat çeken Harakânî (k.s.), Aynülkudat el-Hemedânî (ö.525/1131), Necmeddîn-i Dâye, Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi büyük mutasavvıfları derinden etkilemiş, etkisi, 10 Muharrem 425/5 Aralık 1033 tarihinde vukû bulan ölümünden sonra da uzun süre devam etmiştir.[5]

Bulunduğu Şehrin Şeref Âbidesi

Hucvîrî kendisini, "gözde imam¸ halkın şeref âbidesi, meşâyıhın büyüklerinden, o dönemin evliyâsı tarafından övgüye lâyık görülen isim" olarak tanıtmaktadır.[6] Sözlerinin devamında Hucvîrî çağdaşı Kuşeyrî'nin Harakânî hakkındaki şu değerlendirmesini aktarmaktadır: "Harakânî'nin bulunduğu şehre vardığım zaman, o şeyhin haşmetinden fesâhatim sona ermiş, ifadem yok olmuş ve dilim tutulmuştu. Hatta velâyetimden azledildiğimi zannetmiştim."[7]

Kendisini ziyaret eden bir diğer sûfî şahsiyet Ebû Saîd Ebü'l-Hayr idi. Harakânî ile aralarında değişik ilmî alanlara dair görüşme ve konuşmaların gerçekleştiğini söyleyen Ebû Saîd, yanından ayrılacağı zaman da şeyhin kendisine; "Veliahdım olmaya seni seçtim." dediğini beyan etmektedir.[8] Ebû Saîd'in müridi Hasan b. Müeddeb de, şeyhinin, Harakânî'nin huzurundaki duruşunu şu şekilde açıklamaktadır:

"Ebû Saîd¸ Harakânî'nin huzuruna varınca, hiç konuşmaz, sadece onu dinler ve sorularını cevaplandırırdı. Ebu Saîd'e; ‘Efendi, Harakânî'nin huzurunda neden sessiz kalıp susuyorsunuz?' dediklerinde ise ‘Bir hususta iki tercümana gerek yok.' diye cevap vermişti."[9]

Attâr da İbn Sînâ'nın, devrin şathiyeleriyle ünlü sûfîsi Ebü'l-Hasan el-Harakânî ile görüştüğünü kaydeder. İbn Sînâ, Harakânî'nin evine vardığında şeyhi evde bulamaz. Şeyhin nerede olduğunu eşinden sorunca, karısı; "O sahtekâr ve zındığı ne yapacaksın?" gibi şeyh hakkında uygunsuz sözler söyler. Bir süre şeyhi bekleyen İbn Sînâ, sonunda şeyhin yükünü bir aslana taşıtarak geldiğini görür ve ona; "Efendim, bu ne hâl?" diye sorar. Şeyh de; "İşte böyle, biz o kurdun (karısı) yükünü çekemezsek¸ aslan bizim yükümüzü bu şekilde çeker." diye cevap verir.[10]

Sûfî ‘Yok Olan' Kimsedir

Kendisine gerçek anlamda sûfînin kim olduğu sorulduğunda Harakânî (k.s.) şu şekilde cevap vermiştir: "Kişi, yamalı elbise ve seccâde ile sûfî olmaz. Sûfî belli kurallar ve âdetlerle de sûfî olmaz. Sûfî ‘yok olan' kimsedir."[11] Bu sözü ile Harekânî, müntesiblerini fenâ bilincine ermeye, kendi nefsinden fânî, Hakk'ın varlığı ile bâkî olmaya davet etmektedir. Bir başka tesbitlerinde de bu yaklaşımını perçinlemektedir. Sûfînin gündüz güneşe¸ gece de ay ve yıldızlara ihtiyacının olmayacağını, varlık kisvesine ihtiyaç duymayan bir kimlik olduğunu beyan etmektedir.[12] Dervişliği takvâ, cömertlik ve insanlara karşı müstağnî davranmak olarak tarif eden, Harakânî,[13] vesvesenin de üç kaynağı bulunduğundan bahseder: "Göz¸ kulak ve lokma. Kişi gözle kalbi meşgul etmemesi gereken şeyi görür, kulakla kalbi meşgul etmemesi gereken şeyi duyar ve haram lokma ile de kalbi kirletir. İşte bu üç etkenle vesvese ortaya çıkar."[14]

Harakânî, tevbe, teslimiyet, rızâ, sabır, şükür ve ihlâsı tarikatın binâsı;[15] ilmi, hilmi, zühdü, takvayı, kanaati ve yakîni tarikatın altı hükmü;[16] ihsanı, zikri, istek ve arzuları terk etmeyi, dünyayı terki, havf ve şevki tarikatın altı gereği;[17] gayreti, ayıpları örtmeyi, özür dilemeyi ve sükûtu dervişlerin dört derecesi;[18] güneş gibi şefkatli olmayı¸ deniz gibi cömert olmayı, yeryüzü gibi tevazu sahibi olmayı fakrın üç nişanesi;[19] iyilik istemeyi, Allah (c.c.)'ın rızasını, ayıpları örtmeyi, hırka giyinmeyi, sabrı, şükrü ve kanaati dervişliğin yedi mertebesi[20] olarak dile getirmiştir.

Seyr ü Sülûk risâlesinde tavsiye ve telkinleri ile müntesiblerine kemâle ermenin yollarını öğreten Harakânî, şu öğütleri ile eserine son vermektedir:

"Hak yolunda yürümek isteyen kimsenin şu dört gurubun sözlerini dinlemesi gerekir: Âlimler, muttakîler, evliy⸠yol gösteren mürşidler. Geçen ömür geri gelmez. Ey dost, doğru yola ermek istersen, yol gösterici mürşidden iste. Çükü bu hususta yol yordam bilmek fayda verir."[21]

Makalemi¸ onun şu hikmetli sözleri ile tamamlamak istiyorum:

* Sen Allah (c.c.)'ı zikreden biriyken sana Allah (c.c.)'tan başkasını hatırlatan kişiyle asla dostluk yapma.

* Hep sevindirici şeyler arama. Bazen seni üzecek şeylere yönel. Ağla, gözyaşların aksın. Çünkü Allah (c.c.) gözyaşı akıtanları çok sever.

* Bir insanın, vesîle edinerek Allah (c.c.)'ı bulmaya çalıştığı işlerin en güzeli Kur'ân-ı Kerim'dir. Allah (c.c.)'ı Kur'ân-ı Kerim ile arayın.[22]

Doç Dr. Kadir Özköse
Somuncu Baba dergisi


Dipnotlar ve yazının orjinali burada...
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ebu'l Hasan El-Harakanî Hazretleri Bir Söz Irmağı

Ebu'l Hasan El-Harakanî, uçsuz bucaksız Kars ovasındaki türbesinde Hakk'a yalvarışlarını ve yakarışlarını hâlâ sürdürüyor gibi. Aklımın mazgallarına, kalbimin taraçalarına, ruhumun güvertelerine, ötelere ait sulu sepken düşünceler yağıyor. Biliyorum ve anlıyorum ki Hasan El-Harakanî Hazretleri bir söz ırmağı, bir barış güvercini, her dem Allah'a giden bir hicret elçisi gibi düşmüş yüreğime ve bana "sen de gel!" diyor.

Sonra gözlerini ruhumuzun en mahremine dikizleyip;

"Günahlardan sakının."

"Namazlarınızı cemaatle kılın."

"Cömert olun."

"Mahlûkata merhametle muamele edin."

"Sabahleyin yatağından kalkan âlim, ilminin artmasını, zâhid zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşinin gönlünü neşeyle doldurma ve sevindirme derdindeyim."

"Herkes hiç bir şey bilmediğini anlayana kadar hep bildiğiyle övünür, durur. Nihayet hiç bir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman marifet kemale erer. Çünkü gerçek bilgi, bilmediğini bilmektir."

"Hırka ve seccade ile sûfi olunmaz, merasim ve âdetlerle tasavvufa yol bulunmaz. Sûfi, mahv ve fena ile benlikten geçendir. Zira abası ve hırkası olan pek çoktur. Lâzım olan kalp safiyetidir. Elbisenin ne faydası var? Çul giymekle ve arpa yemekle adam olunsaydı eşeklerin de adam olması gerekirdi. Çünkü onlar da çul giyer, arpa yerler! "

"İnsanlar üç zümredir:
1. Sen kendini incitmediğin halde o seni incitir.
2. Sen kendini incitsen o da seni incitir.
3. Sen kendisini incitsen de o seni incitmez!"


Ebu'l Hasan El-Harakanî söylüyor biz dinliyoruz. Ne çok muhtacız hikmet denizlerinden inciler dermeğe! Ne çok hasretmişiz irfan göllerinde derinlere dalmağa! Biz unutmuşuz kendimizi, ruhumuzdaki ince fısıltıları. Derunumuz bu nedendir yastadır, sayrılıktan bizârdır!

Meryem Aybike Sinan
Somuncu Baba Dergisi
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Harakâni'yi, sûfi meşâyıhın büyüklerinden biri, Bâyezîd-i Bistâmî'nin irşadıyla iç dünyası aydınlanan, şiire meyyal bir tabiata sahip şahsiyet olarak tanıtan Şemseddin Sâmi, eserinde onun şu rubâîsini yer vermektedir:

Esrari ezel râ ne tü dânî vü ne men
Veyn harfi muammâ ne tü hânî vü ne men
Hesti ez pesi perde güftuyi men ve tû
Ger büder ber üfted ne tû manİ vü ne men


Yani,

Gönül sırrını ne sen bilirsin ne de ben
O harf gizli bir muammadır ne sen okursun ne de ben,
Perde arkasında konuşmamız vardır
Eğer açıklanırsa ne sen kalırsın ne de ben.


(.....)

Kurban bayramı günü oğlunu öldürdüklerinde şu rubâîyi söylediği rivayet edilmektedir:

Hâşâ ki senin hükmüne, isyan edeyim,
Yahut senin rızanın hilafına, bir nefes vereyim.
Bana yüz göz bebeği daha lazımdır,
Ta ki böylesi bir günde, sana kurban edeyim.


(...)

Altın silsilenin önemli bir halkasını teşkil eden ve üveysiliği ile dikkat çeken Harakâni, Aynülkudat el-Hemedâni (ö.525/1131), Necmeddin-i Dâye, Feridüddin-i Attâr, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi büyük mutasavvıfları derinden etkilemiş, 10 Muharrem 425/5 Aralık 1033 tarihinde vuku bulan ölümünden sonra da etkisi uzun süre devam etmiştir.

Kaynak : Altın Silsile'den Altın Halkalar; Doç. Dr. Kadir Özköse, Doç. Dr. H. İbrahim Şimşek; Nasihat Yayınları
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Kazvinî (ö.682/1283), Harakâni'nin kabrinin Harakân'da bulunduğunu, onu ziyaret edeni şiddetli bir kabz hâlinin istila ettiğini söyler. 8/14. yüzyılda Bistâm'ı ziyaret eden İbn Battûta (ö.770/1368) şehre gelince Bâyezîd-i Bistâmî'nin zaviyesinde kaldığını, Ebü'l Hasan el-Harakânî'nin kabrinin de bu şehirde olduğunu bildirir. Evliya Çelebi de Kars kalesinin III. Murat devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rüyasını nakleder. Asker rüyasında gördüğü yaşlı bir zâtın kendisinin Ebü'l Hasan el-Harakâni olduğunu ve kendisine makamının burada olduğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastığı yeri kazmasını istediğini anlatmıştır. Bunun üzerine yüz işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerinde "Menem şehîd ü saîd Harakânî" ibaresi yazılı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur. Gaziler mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı makrame ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası hâlâ kanamaktaymış. Gaziler yine tekbirle kabri kapamışlar. Kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa tarafından Ebü'l Hasan el-Harakânî adına bir tekke ile cami inşa ettirilmiştir. (...)

07-kars-evliya-cami.jpg


200xFix-chn-12778229pdiuHcZHBd6eDtq.jpg


(...)

Günlerdir karınlarını doyurmayan kırk dervişiyle birlikte zaviyede oturuyorlarken, Harakânî'nin huzuruna şahsın biri gelip bir yük un ve bir de koyun bırakır. "Bunları sûfilere getirdim" dedikten sonra, Harakânî; "İçinizde kim gerçek sûfi olmuş ve tasavvufa olan nispetini sıhhatli hâle getirmişse bunu alsın, ben ben sûfilikten bahsetme cesaretini kendimde göremiyorum" diye seslenir. Bunun üzerine hepsi de nefeslerini içlerine çekip gelene ilgi göstermezler. Adam da getirdiklerini götürmek zorunda kalır. Bu tür tutumları ile rızk konusunda endişelenmeyi edebe aykırı gören Harakânî; "Vakti gelmeden senden ibadet istenmediği gibi, sen de henüz gelmemiş olan yarının rızkını isteme" tavsiyesinde bulunmaktadır.

Kaynak : Altın Silsile'den Altın Halkalar; Doç. Dr. Kadir Özköse, Doç. Dr. H. İbrahim Şimşek; Nasihat Yayınları
 
Üst