Tasavvuf nedir? gelişimi....

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
Tasavvuf:

Tasavvuf sözcüğü, ne Arapça’dır; ne İslâm kaynaklıdır; ne Kur’an-ı Kerim’de, ne de hadis-i şeriflerde geçmektedir. Bu gerçekler bile tasavvufun İslâm’a her bakımdan ne kadar yabancı olduğunu anlatmaya yeter.

Tasavvuf kelimesi, Yunanca «Theosophie=Teozofi» den alınmış, zaman içinde gevelenerek sözde (felsefe kelimesi gibi) Arapçalaştırılmıştır. Çünkü felsefe sözcüğü de orijin bakımından Yunancadır ve batı dillerinde (fr.) philosophie veya (İng.) philosophy (filozofi) şeklinde yazılır. İşte Theosophie kelimesi böyle bir evrime uğrayarak bu fonetikle işlenmiş ve İslâm literatürüne, çöküş sürecinde yerleştirilmiştir. Buna rağmen tasavvuf kelimesinin, (Arapça yün anlamına gelen) sûf’tan; (arılık anlamına gelen) safwet’ten; ya da «Ashab-ı Suffe» den geldiği, ısrarla ileri sürülmüştür. Bu iddiaların üçü de temelsizdir.

Görüldüğü üzere gerek kaynak bakımından, gerekse lenguistik yönden İslâm’a bu derece uzak olan tasavvuf, felsefe olarak da İslâm’a ilişkin hiçbir özellik taşımamaktadır.

Felsefe olarak:

1. Tasavvuf pasif ve metitativdir.

İslâm ise aktif ve aksiyonerdir.

2. Tasavvuf sırf ruhânîdir.

İslâm ise hem ruhânî hem de seküler cephelere sahiptir. Ancak her iki yönü ile de rabbânîdir.

3. Tasavvuf Allah’ı her şeyin özü ve ruhu; her şeyi de Allah’ın bir parçası olarak görür.

İslâm ise Allah’ın, kâinâtın içinde veya dışında olduğunu tartışma konusu yapmaz; Sadece Zât-ı İlâhiye’yi bütün eksikliklerden tenzih eder; ancak bütün varlıkların; tek, eşsiz, benzersiz, başlangıçsız, sonsuz, eksiksiz, aşkın ve yetkin yaratıcısı sıfatlarıyla Allah’ı bir «Zât-ı Ece-i Âlâ» olarak tanımlar.

4. Tasavvuf, «marifetullah» idealine dayanır. Bu ise Allah’ın zatını keşfetmek, O’nu bulmak ve O’nda eriyip

sonsuzlaşmak ve ölümsüzleşmek demektir. (Bk.Ruhu'l-Furkan: 2/63) Bu idealin Kitap ve sünnette yeri yoktur.

İslâm’daki ideal ise «İbadetullah» tır. Yani Allah’a iman, teslimiyet ve içtenlikle kulluktur. (Bk. Kur’an-ı Kerim, Zariyât/56)

Bütün bu gerçekler, tasavvufun kesinlikle İslâm’dan tamamen ayrı bir felsefe ve düşünce olduğunu; bu felsefeye dayandırılan her tarikatın da İslâm’dan bağımsız birer din olduğunu çok berrak şekilde kanıtlamaktadır.

(Bkz. Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik s. 203-215 Süleymaniye Vakfı yayınları İst-2000)



 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allah ıslah eylesin.. islamveinsan kardeş, Allah razı olsun, bize, bu gibi sapıkların yazılarını gönderip uyardığın için :O

Rabbim sizi ve bizi dalalete düşmekten muhafaza eylesin...
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
Ferit aydın
Kuşaklar boyu Nakşibendî Tarîkatı'nın liderliğini yapmış olan bir ailenin çocuğu olarak 1945'de Muş'ta dünyaya geldi. «Güneydoğu»'da Şeyh'ul-Hazîn (Hazinoğulları) adıyla ünlü bir şeyh ailesinden gelen ve "beşik şeyhi" sayılan AYDIN , yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra aile geleneğine uyarak 1968 yılında özel tasavvuf terbiyesi aldı ve şeyhlik makamına getirildi.


Gerek klasik medrese eğitimi yanında, gördüğü modern öğrenim, gerekse yaptığı ilmî çalışmalar ve uzun yıllara mal olan iş gezileriyle bilgi ve deneyim elde etti. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca gibi yabancı dillere olan aşinalığı ve ailesinin kültür birikimi üzerinde yaptığı incelemeler sayesinde çok yönlü ilmi çalışmalar yaptı

Yazar, özellikle tasavvuf hakkında yaptığı araştırmalar sırasında mistisizmin İslâm inancı üzerinde yaptığı yıkıcı etkileri fark etti. Bunun sonucu olarak 1975'te tasavvuf ve tarikatlara ilişkin kanaatleri değişti ve çok geçmeden şeyhlik makamından çekilerek Nakşibendî Tarikatıyla ilişkisini tamamen kesti. Gerek Hz. Hasan (ra)'ın soyundan geldiği için "şerif" unvanına sahip bulunan hânedânının, gerekse tüm şeyh ve seyyidlerin çevresinde gördüğü gerçekleri İslâm'ın ölçüleriyle sorgulama ihtiyacını duydu. Buna bağlı olarak, İslâm tarihinde son sekiz yüz yıldır yaşanan çöküşün nedenleri arasında tasavvuf ve tarikatların önemli rolü bulunduğunu tahmin eden yazar, bu doğrultuda giriştiği araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü. Bu çalışmaların bir ürünü olarak 1996 yılında «Tarikatta Râbıta ve Nakşibendîlik» adı altında bir eser yayınladı. Onun bu çalışmasından gerek önce, gerekse sonra hazırlamış olduğu diğer eserleri ve konuları özetle şunlardır:

TÜRKÇE YAZDIĞI ESERLER:

1. Tercüme Sanatının Gerçekleri: 1984 yılında Trablusgarp'ta yazılan ve İstanbul'da yayınlanan bu kitapta yazar, Türkiye'de çeviri alanında gördüğü karmaşaya karşı duyduğu tepkiyi dile getirdi. Kitabın kısa süre içinde nüshaları tükendi.

2. İslâm'da İnanç Sistemi: Türkiye'de son yıllarda yaşanan din ve inanç anarşisi karşısında kaygılanan yazar, İslam'ın temel değerlerine ve özellikle iman kurumuna yönelik yıkıcı faaliyetlere karşı bu eseriyle bilinçlendirici bir akaid çalışması yaptı. Kitap, 1995 yılında yayınlandı.

Yazar Ferit AYDIN'nın, çeşitli konularda Arapça olarak hazırladığı birçok çalışma daha vardır. Bunların da adları ve kısaca konuları şöyledir:

1. Et-Tarîqa'tun-Nakşebendiyye Beyne Madıyha wa Hadıriha «Geçmişle Günümüz Arasında Nakşibendî Tarikatı»: Yazarın, yukarıdaki isim altında Arapça kaleme aldığı bu kapsamlı eser, adı geçen örgütü, çok yönlü olarak irdelemekte, bilim adamları ve araştırmacılar için önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Kitap tamamlanmış olmasına rağmen imkansızlıklar nedeniyle henüz yayınlanamamıştır.

2. Mawqif'u İbni Abidîn el-Faqîh Mine's-Sûfiyye wa't-Tasawwuf; XIX. Yüzyılın en ünlü Nakşibendi Şeyhi Halid Bağdadi'yi, muhaliflerine karşı savunan Son dönem Fıkıq bilgini Şamlı İbn Abidin'e ait «Sel'lul-Hisâm el-Hindî» adlı risalesine eleştiri olarak Arapça kaleme alınmıştır. Bu çalışma da aynı sebepten dolayı henüz basılmamıştır.

3. et_Tarjama'tu bi'Muhtelif'i Jawanibi'ha fi'l-Alaqat'it-Turkiyye'til-Arabiyya: Son yıllarda Arap ülkelerinin Türk işgücüne tanıdığı imkânlar üzerine bu ülkelerde faaliyet gösteren Türk firmaları ile muhatapları arasında ortaya çıkan tercüme ve dil sorunlarını yazar bu eserinde daha çok sosyolojik yönleriyle irdelemiştir. Bu kitap da henüz yayınlanmamıştır.

4. el-Ezmine'tu fi'l-Luga'ti-lArabiyya: Yazar bu eserinde, (medreselerde yüzyıllardır -mazî hâl ve istikbal diye- üç olduğu ileri sürülen) zamanların on beş olduğunu ortaya koyarak, Arap dil tarihinde eksikliği hissedilen bir boşluğu doldurmuştur. Bu eser de henüz yayınlanmamıştır.

Yazar Ferit Aydın, bu çalışmaların yanı sıra, ayrıca Türkiye'nin tarihsel arka planındaki deşilmemiş gerçekleri ele alarak, günümüzün sosyal, toplumsal ve moral sorunları hakkında çok yönlü bir inceleme gerçekleştirdi ve bunu Türkçe kaleme alarak, «ÖTEKİ TÜRKİYE'DEN MANZARALAR» adı altında kitaplaştırdı. Yazarın bu eseri de henüz yayınlanmamıştır.

Ferit Aydın, 1986 yılında yurda yaptığı kesin dönüşten sonra yüksek öğrenim gören gençlere, özel olarak "Direct Action" sistemi ile Arap Dili ve Edebiyatı yanında tefsir, hadis, akaid ve fıkıh gibi İslami İlimlerde dersler de verdi. Bir kitap olarak düzenlenen, İslam Konferansı Teşkilâtı Yüksek Fıkıh Konseyi'ne ait "KARAR VE TAVSİYELER" i Türkçeye çevirerek ödüllendirildi.

Yazarın çeviri alanında da çalışmaları vardır. Tarihçi Mahmut Şakir'in İslam Tarihi adlı eserini sekiz cild halinde Türkçe'ya kazandırmıştır. Bu eser 1994 yılında yayınlanmıştır. Yazarın asıl adı Ferîduddin Aydın'dır. Muhitinde kısaca Ferit Aydın olarak tanınmaktadır.

 

MiHRiMaH

Son gülen... :/
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
2,752
Tepkime puanı
769
Puanları
0
Konum
İstanbul...
Tasavvuf ve felsefe
Sual: Tasavvuf ehlinin felsefi fikirleri var mı?
CEVAP
Tasavvuf ehli, felsefeye bulaşmadı. (Kur’an-ı kerimi tam anlayabilmek ve hakiki müslüman olmak için Peygamber efendimizin yalnız emir ve yasaklarına değil, ahlakına ve her hâline uymalıdır) derlerdi.

Tasavvuf ehlinin yollarının esası şunlardır:
1) Fakirlik:
Her işte, her şeyde Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir.

2) Zühd ve takva:
Her işte İslamiyet’e uymaktır. Dinin bütün ahkamına tamamen uyarak çalışmak, iyilik yapmak ve boş zamanlarını ibadet ile geçirmektir.

3) Tefekkür, sükut ve zikir:
Hep Allahü teâlânın varlığını, nimetlerini düşünmek, lüzumsuz konuşmamak, hiç kimse ile münakaşa etmemek ve daima Allahü teâlânın ismini zikretmektir.

4) Hâl ve makâm:
Kalbe gelen nurlarda, kalbin, ruhun temizlenme derecesini anlamak, kendini ve haddini bilmektir.

En meşhur ve ilk tasavvuf ehli Hasan-ı Basri hazretleridir. Bu zat, öyle büyük bir din âlimidir ki, büyük bir imam [müctehid] idi. Kuvvetli seciyesi, derin ilmi ile meşhurdur. Vaazlarında herkesin gönlüne Allah korkusu telkin etmeye çalışmıştır. Kendisinden birçok hadis-i şerif rivayet edilen büyük bir hadis âlimidir.

Mutezile felsefesinin kurucusu (Vâsıl bin Atâ), bu zatın talebesi iken, sonradan onun dersinden ayrıldı. Mutezil, ayrılan demektir. Mutezile’ye Kaderiyye de denir. Çünkü bunlar, kaderi inkâr edip, (Kul kendi yaptıklarının yaratıcısıdır. Allah hiçbir zaman fenalık yaratmaz) derler.

Tasavvufun gayesi, insanı Marifet-i ilahiyye’ye kavuşturmak, yani Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zatını, yani kendisini tanımak mümkün değildir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), (Allahü teâlânın zatını düşünmeyiniz. Onun nimetlerini düşününüz) buyurdu. Yani, Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği nimetleri düşünmelidir. Bir defasında da, (Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşündüğün zaman, hatırına her ne gelirse, bunların hiçbiri, Allah değildir) buyurdu.

İnsan aklının kapasitesi, sahası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları anlayamaz. Bunları düşünürse, yanılır. İnsan aklı, insan düşüncesi, din bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun için, din bilgilerine felsefe karıştıranlar, dinimizin gösterdiği doğru yoldan ayrılır, bid’at ehli veya kâfir olur.
İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan [manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar.

Tasavvufun esası, insanın kendini (aczini, zavallılığını) tanımasıdır. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi, yüce [ulvi] aşk esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir. Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir. Akıl ile alakası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahü teâlânın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm bir felaket değil, güzel ve tatlı bir şeydir.

Tasavvuf ehlinden Mevlana Celaleddin-i Rumi, ölüme, Şeb-i arus = Düğün gecesi adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik yoktur. Yalnız sevgi ve tecelliler vardır. Hz.Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, mecusi, puta tapan da olsan gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da, gel) diyor. [Bu, gel de öyle kal demek değildir. Müslüman değilsen müslüman ol, günahkâr isen tevbe et, önceki halinden dolayı ümitsiz olma, Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder demektir.] Bu sözler, başka zatlara da nispet edilmektedir.

Tasavvuf ehli arasında, imam-ı Rabbani, Cüneyd-i Bağdadi, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Seyyid Abdülhakim Arvasi gibi büyük veliler, Sultan Veled, Yunus Emre, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi Hak aşıkları vardır.

Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren yolculuklarda, kalbde hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan bilgilerdir. Bunlar kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i vücud yerine Vahdet-i şühud demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur. Kalbde görünenler, Allahü teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının suretleridir. Allahü teâlâ kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının suretlerini, benzerlerini, insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi değildir. Onun görmesi, ezelidir, ebedidir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir. İnsanın görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin zılli gözde, işitmesinin zılli kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve başka birçok sıfatlarının zılleri de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur.

Gözün görebilmesi için, hasta, bozuk olmaması gerektiği gibi, kalbin de, bu tecelliye kavuşabilmesi için, hasta olmaması gerekir. Kalbin hasta olması, günahlar ile kararmasıdır. Günahlardan kaçıp ibadet ederek kalbi temizlemelidir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Tasavvuf konusunda, her ne kadar Nakşi bir ailede yetişmiş olsa da Ferit Aydın'ı kendine öncü ve kılavuz edinen kimse, onun irşad (!) dairesine girmiş, onun adımlarını izlemiş demektir..

Bu durumda bir çok muteber İslam Alimini izleyen başkalarını tenkid hakkı, en son, birinin adımlarını izleyenin olmalıdır..

Kişi elbette sevdiğiyle haşrolacaktır..

(Nakşi bir ailede yetişmiş olmak demek, Tasavvuf konusunda söz sahibi olmak anlamına gelmez.. En güzel örneği ise Nuh Tufanında boğulan Nuh AS.'ın oğludur.. Oğulluk nispeti, ilim nispeti demek değildir.. Tasavvuf inkarcılarının Ferit Aydın konusunda sürekli Nakşi bir aileden gelmesine, "oğulluk" nispetine vurgu yaptıklarını görüyoruz. Maksatları, Ferit Aydın'ın bu işi yakından bildiğine dair bir kanaat oluşturmaktır..

İlim nispeti nasıl olur biliyor musunuz? İmam-ı Rabbani Hazretlerinin oğlu gibi olur.. Onun mektuplarını derleyen ve peşinden postnişin olan O olmuştur.. Bu hakiki bir "evlatlıktır"..

Mezhep isimleri de Asr-ı Saadette yoktu.. Hanefi, Şafii, Hanbeli, Maliki gibi.. Ama bu mezheplerin kendisi vardı.. Çünkü Mezhepler Asr-ı Saddet yaşantısından örnekleri bir araya getirip derli toplu sunmuş ve kendilerine nispet edilen yollar olmuşlardır.. Fakat bu yollar asla Asr-ı Saadete muhalefet etmemişlerdir.. Tasavvuf da öyledir.. İsmi olmasa da yaşantısı Asr-ı Saadette vardı.. Tasavvuf, Allah'a layıkıyla kul olmak için cismi şeriat ile kalbi de zikrullah ile temizleme yoludur.. Şimdi bunlar Asr-ı Saadetten değil midir? Tasavvuf güzel ahlak sahibi olmaktır.. Şimdi bu Asr-ı Saadette yok muydu? Örnekleri sıralayıp uzatmak pek ala mümkün.. Tasavvuf inkarcısından beklediğimiz şudur:

Külliyen bir ismi İslam dışı saymak yerine, Tasavvuf uygulamalarının neresi İslam dışıdır, tek tek onları ispat etsinler..)
 
Üst