tasavvuf eleştirileri

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
FETHULLAH GÜLEN'in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR



1

fethullah-gulen.jpg

“Ruhanilerin görmesi, cisimlenmesi” hurafesi. (s.21)

Ruhanîlerin Görmesi

Ruhanî kendi çerçevesi dahilinde pek çok şeyi müşahede edebilir. Ruhanilerin cismaniyete ait şeyleri görmeleri, onlar için zahmetsiz sıkıntısız bir şekilde gerçekleşebilir. Bazen ALLAH onlara, mükâfat-ı cismaniye de verir. Ancak bu, hiçbir zaman hulûl ve ittihad şeklinde gerçekleşmez. Bu ruhun, cismaniyetle iç içe münasebeti şeklinde tecelli eder. Dolayısıyla ruh-cesed beraber olarak kendilerine ait şeyleri müşahede ederler. Siz, bir dürbünle dağları gördüğünüz, daha hassas bir dürbünle yıldızları müşahede ettiğiniz gibi, ruhlar da, cismaniyete ait şeyleri böyle çeşitli dürbünler kullanarak, cismanîlerin görme ve duyma buudları içerisinde müşahede ederler.
[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 21 ]


Ruhların tekrar cisimlenebileceği iddiası(s.23)

Ruh ve Cesed

Madde ile kayıtlı olmayan ruhlar, dünyadaki cesetlerine benzer misalî cesedleriyle tekrar görülebilirler. Bunun sayısız denecek kadar misalleri vardır.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 23 ]



Veli dediği üç kişiyi nebi ile karşılaştırma hurafesi.(s.24)

Velinin bütün hayat boyu varacağı yere, nebi daha doğduğunda varmıştır. Mevlâna, Muhyiddin-i Arabî ve “80 küsur senelik hayatımda dünya zevki namına birşey tatmadım” diyen Bediüzzaman da buna dahil... Onlar bayraklarını nereye götürüp dikerlerse diksinler, orada Nebinin sesini-soluğunu duyarlar.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 24 ]



Bişr-i Hafî ve köpekler hurafesi.(s.24)

Bişr-i Hafî’ye Saygı

Bişr-i Hafî’nin vefat ettiği gün, Bağdat’ın köpekleri sokaklara pislemeye başlamışlar. Bunu gören ehlullahtan biri, “Eyvah, Bişr-i Hafî vefat etti” diye irkilmiş. Zira, Bişr-i Hafî devamlı yalınayak gezermiş. Bundan dolayı köpekler de ona olan saygılarından orta yere pislemezlermiş. Bu bir menkıbe, aslına değil, faslına bakılmalı.!

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 24 ]



Veli ve keramet hurafeleri.(s.25)

Velâyet ve Keramet

Velâyetin ilk basamaklarında çok keramet görülür. Bunlar, şekerleme nevinden, veli namzedinin aşkını, şevkini artırmak içindir. Ama, evliyanın en mükemmelini temsil eden sahabe-i kiramda o kadar çok keramet yoktur. Çünkü onlar, yollarını ve istikametlerini bulmuşlardır ve şekerlemeye de ihtiyaçları yoktur.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 25 ]



Velide hızır makamı yalanı.(s.25)

Hızıriyeti Temsil

Bazı veliler Makam-ı Hızıriyeti temsil ettiklerinden, uğradıkları yer yeşerir. Bediüzzaman da bu makamı temsil etmişse gezdiği yerler yeşerecektir. Bugün Türkiye’de hizmet adına birtakım yerlerdeki yeşillik bundandır. Buna Almanya, Rusya, Kosturma da dahil edilebilir. Onun geçtiği başka yerler de vakti geldiğinde mutlaka yeşerecektir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 25 ]



ALLAH’a ulaştıran aşk yolu yalanı.(s.26)

İnsanı Cenab-ı Hakk’a ulaştıran yollardan biri de “Aşk”tır. Aşk, beş duyunun dışında cereyan eden bir vak’adır. Aşk yolu, caziptir çekicidir. Bu yola girip de dönen olmamıştır. Bunun için, aşktan çok misal verilmiştir. Bir kere, aşk yolunda mahbûbda kusur aranmaz. Sonra aşkla ulaşılan cezbe gider ilâhî incizaba dayanır. Derken kul bir hamlede ALLAH’a ulaşır.

Yaşadığımız devir arızalı bir devirdir. “ALLAH” deyip de burnunun kemikleri sızlayan insan, ne kadar da az..!

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 26 ]



Peygamberimize mesnedsiz bir iftira.(s.27)

İnsan-ı kâmil mertebesi ile ecel arasında bir ilişki vardır. O mertebenin sahibi, o makama gelmeden ölmez. Efendimiz, vefatından evvel “ALLAHümme Refika’l-A’la” diyerek adımını atmış ve yükselişini devam etmiştir.

Zaten Rubûbiyet ile ubûdiyet birbiriyle ayrılmaz bir bütünlük arzeder. Ubûdiyyet dairesi, bütünüyle Rubûbiyet dairesi hesabına çalışır.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 27 ]




Peygamberize yapılan büyük iftira.(s.27)

Soru: Muhyiddin ibn-i Arabî, “Hatemü’l-Enbiya’nın nuru Hâtemü’l-Evliya’nın nurundan istimdad eder” der. Bu, nasıl izah edilebilir?

Cevap: Çok su götürür bu soru ile alâkalı şimdilik şu kadarı yeter. Şöyle ki: Bu gibi zatlar, seyr-i sülûk ile ulaştıkları mertebelerde kendi nurlarını müşahede ediyorlar. Tabiî, kendi nurları kendilerine daha yakın, Efendimiz’in nuru da uzak bulunduğundan, kendi nurlarından gözleri kamaşıyor ve Sema-i Risâletin Kamer-i Münir’i olan Efendimiz’in nuru kendi çerçevesiyle görülemeyebiliyor. Bunu güneşten daha büyük oldukları halde, bu’dümüzün zulmetlerinden ötürü küçük gördüğümüz dev güneşlerle misallendirebiliriz. Ayrıca, bu zatlar söylediklerini bir sekir halinde de söylemiş olabilirler.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 27 ]



Seyr ü sülûkun tanımı adı altında Yüce Rabbe mesnedsiz hakaretleri.(s.28)

Seyr ü sülûkun üç mertebesi vardır: Seyr ilâllah, Seyr fillah, Seyr minALLAH ve billah.

“Seyr ilâllah”, ALLAH’a doğru seyretme ma’nâsındadır ve Seyr ü sülûkun ilk mertebesidir. Fakat onun da kendi içinde mertebeleri vardır: İlme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin’in mertebeleri gibi...

“Seyr fillah”, ALLAH’da seyretme demektir. Bu, insanın her an O’nunla olması, O’nun esmâ ve sıfât dairesinde dolaşması, isim ve sıfatlarının tecellileriyle baş başa kalması demekdir ki, bir ma’nada sâlik, bu makamda tamamen ALLAH’ta fanî olur ve fenâfillah’ı ihraz eder.

Üçüncü mertebe ise, “Seyr minALLAH”dır. Sâlikin seyrini tamamladıktan sonra, varlığın özüyle alâkalı gördüğü bütün göz kamaştırıcı, baş döndürücü güzelliklere rağmen, insanlar arasına döner. Bu dönüş gördüklerini, tattıklarını bildirmek için dönüştür ve halk içinde Hakk’la beraber olma halidir.

Bu mertebelere nâil olanların hali, peygamberlerin Cenab-ı Hakk’ın muhtelif isimlerine mazhar olmaları haline benzer. En iyisi de, insanın bu mazhariyet ve bu hallerini bilmemesidir. Eğer biliyorsa, istidraç olmaması için duâ etmeli ve gizlemeye çalışmalıdır.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 28 ]



F.Gülen, ALLAH’ın tasarruf yetkisini şeyhlere veriyor.(s.37-38)

Soru: Gavs, Kutup, Üçler-Yediler-Kırklar diye bilinen veliler, bütün İslâm ülkelerine mi dağılmıştır? Yoksa Türkiye’de ayrı, Mısır’da ayrı mıdır?

Cevap: Belki ALLAH (cc)’ın velileri dört bir tarafa dağılmıştır. Ancak “iki imam” dediğimiz zatlar, her zaman bulunabilir ama, Gavs her zaman olmayabilir.

Ayrıca her Kutup, Gavs değildir. Bir ölçüde kutbiyet, gavsiyetin hasse-i lazimesidir. Ve bunlar vefat edince ALLAH’ın izniyle vesayetleri devam eder. Yani tasarrufları, bir rahmet bulutu gibi üzerimizde tüllenir durur. İmam Rabbanî, A. Kadir-i Geylanî, Şeyhu’l-Harranî ve Bediüzzaman gibi zatları bunlardan sayabiliriz.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 37-38 ]



Mantıksız bir soruya, deli saçması bir cevap.(s.38)

Soru: Evliyaullah birbirini tanırlar mı?

Cevap: Kutbiyet ve gavsiyet mertebesine gelenler tanıyabilir. Diğer evliyâ ise tanıyabilirler de tanımayabilirler de. Çünkü onlar temsil ettikleri ve zıllinde seyrettikleri makamlarla vardırlar. Böyle her zaman kendileri olamadıklarından, zaman zaman zılliyet ile aslı birbirine karıştırılabilir. Mesela, Hz. İlyas (as)’ın makamı, Hz. Mesih’in makamı, Muhammedî Makam gibi makamları (sav) tefrik edemeyenler, hatta, zıll ile aslı karıştırıp, bu Hz. Hızır’dır bu Hz. Mesih’tir... falan diyebilirler. Halbuki o bildiğimiz velidir ama, belli bir ismin gölgesinde seyrettiği için, halk onu o makamın asıl sahibi zanneder. Bu çok dakik bir mevzudur. En büyük velide bile bazen böyle durumlarda iltibaslar görülebilir. Bazen birisi, yaptığı irşad ve hizmetlerle makam-ı Mehdiyetin cüz’î bir hassasını temsil ederken, hüşyar fakat, ihatasız ruhlar da bu şahsa Mehdi derler. Halbuki bilmiyorlar ki o zat, büyük bir hakikatin sadece bir zıllini temsil ediyor. Onun içindir ki; bu türlü televvünat esnasında her zaman ifrattan sakınmalı; zira, ifrat edilirse mesul olunur. Evet, veli de olsa mesul olur.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 38 ]



F.Gülen, Asfiya kullara gayb alemini seyrettiriyor.(s.40)

İşte Asfiyâ da, Hakk’a karşı böyle bir rasat kabiliyet ve imkânıyla serfirazdır. Sizin en pes dediğiniz şeylerde bile onlar Hakk’ın tecellilerini görürler. Bunlarda ilk mevhibe, cebrîdir de, ama sonra inkişafla, iradeleriyle de Halık’a açılırlar. Hakka açık olunca, mülk âlemini seyrettikleri gibi, melekut âlemini de her zaman temâşâ edebilirler. Bu müşahede ve seziş firasetten farklı bir şeydir. Zira, ferasete bazen tecrübe ile ulaşılabilir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 40 ]




Gavs-Azam adını kullanarak Sünnetullah Şeriatını hiçe sayıyor.(s.45)

Halk, yevm-i şek şüphesi içinde. Sonra “gidin, falanın bugün doğan bebeğine bakın. Eğer süt emmiyorsa Ramazandır, emiyorsa değildir” diyorlar. Tam o esnada Gavs-ı Azam’ın annesi de oğlu süt emmiyor diye ağlıyormuş. Hali görünce, “ana ağlama, bugün Ramazan; oğlun onun için süt emmiyor” diyorlar. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın husûsî atayasına mazhar kimselerdir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 45 ]



Şerefli Rasûle, Hz. Osman’a ve Hz. Ali’ye çirkin iftiralar.(s.50-51)

Hz. Osman, âsîler tarafından muhasara altına alındığında, Asiler kendisine su bile vermediler. Sinesinden yediği hançerle kanının, okumakta olduğu Kur’ân’ın “Onlara karşı ALLAH sana yeter” ayetinin üzerine damlayacağı günün sabahında o hulasa olarak şöyle diyordu:

“Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sav) gördüm. Bana, “Osman, seni susuz mu bıraktılar?”, “Evet yâ RasûlALLAH” dedim. Bana bir kova su getirdi; kanıncaya kadar içtim ve şu anda kanımda, hala içtiğim suyun dolaştığını hissediyor gibiyim. Sonra bana, “Osman, seni muhasara mı ettiler?” dedi. “Evet, yâ RasûlALLAH” cevabını verdim. ALLAH Rasûlü (sav), o arada turfanda hurma istedi. Yanında Ebû Bekir ve Ömer vardı. Bana, “Yâ Osman, bizimle mi iftar etmek istersin, yoksa aile efradınla mı?” diye sordu. “Sizinle, yâ RasûlALLAH” dedim.”

Akşama çıkmadan şehit olacağını bilen Hz. Osman, hiç bir zaaf eseri göstermeden, tam bir teslimiyet ve tevekkül içinde başına gelecekleri inşirah içinde karşılayıvermişti.

Hz. Ali, mihrapta yiyeceği hançerle şehâdet şerbetini içeceği sabah namazına çıkarken, etrafında dolaşan tavukları kovalayan çocuklarına, “Bırakın, onlar babanızın yasını tutuyorlar” dediği nakledilir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 50-51 ]



F.Gülen, Said Nursî’yi kutsallaştırıyor.(s.60)

Mürşid bu düşünce ve amel ufkunu -ALLAH’ın inayetiyle- yakalayabilirse, ALLAH (cc) da, onun birini bin eder, gönlünü ilham kaynağı yapar. Bir avuç kor olan mahiyetini, okyanusları söndürecek derecede genişletir. İşte kendinden evvel de yüzlercesi gibi Bediüzzaman! Altı aylık tahsil hayatına deryaları sığdıran insan.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 60 ]





Kur’an’a uymayan bir hikaye.(s.162)

Bir gün Hz. Muaviye’yi şeytan namaza kaldırır. Hz. Muaviye şaşkınlıkla neden kaldırıldığını sorar: Şeytan ona şu ibretâmiz cevabı verir: “Ben şeytanım. Geçen gün birisi sabah namazını kaçırdı. Kalktığında öyle bir “of” etti ki, onun nedameti yüzü suyu hürmetine ALLAH pek çok kimseyi bağışladı. Seninki de öyle olur diye korktum ve onun için seni namaza kaldırdım.”

[ Fasıldan Fasıla1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 162 ]



F.gülen’in tavsiye ettiği şirk dolu kitaplar.(s.182)

1- Halkadan Parıltılar - Necip Fazıl Kısakürek

2- Tezkiretü’l-Evliya - Feridüddin Attar

3- Nefahatü’l-Üns - Molla Cami

4- Tabakatü’l-Kübra - İmam Şa’rani

5- Mektubat - İmam Rabbani

6- Kûtul-Kulub - Ebu Talip Mekkî

7- İhyâ - İmam Gazali

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 182 ]




Hz.Ali’yi ebced-cifirci yapma sapıklığı.(s.186)

Soru: Kur’ân-ı Kerim’den tefe’ül edip, ebcedini hesaplamak caiz midir?

Cevap: Caiz değildir, hattâ yerine göre büyük bir vezir de sayılabilir. Taşkö<ACRONYM title="Page Ranking">pr</ACRONYM>ülüzade’nin “Mevzûatü’l-Ulûm” adlı eserinin “Cifr” maddesinde şöyle denmektedir: “Ebced, bu ümmetin başında Hz. Ali’ye verilmiş. Sonra da Ehl-i Beyt’ten gelen bir zat bunu bilecek.” Bu açıdan, mülhemûndan olmayanların ebced hesaplarına girmemeleri gerekir. Yoksa, günah işlemiş olabilirler. Ama, ölüm ve doğum tarihlerine ebced düşürmede mahzur yoktur.

Ebcedin aslı vardır ve doğrudur, tarihen de sabittir. Fakat, bazı mes’eleler vardır ki, -bazı müşabih hadîsler, ebced ve cevşen gibi- hakikat oldukları halde, nakledenlerinden dolayı zamanla zaafa uğramışlardır. Eğer kuvvetli kişiler rivayet etselerdi, diğerleri gibi onlar da iştihar edecekti. Biz öyle şeylere inanıyoruz ki, ebced onun yanında çok basit kalır. Kaldı ki, ebcede inanmamanın getirip götüreceği bir şey de yoktur.

Cevşen’e gelince: Sünnî kaynaklarda Cevşen’den bahsedilmiyor, Ama, İmam-ı Gazali, İmam-ı Şazelî ve Bediüzzaman gibi kametlerin tasdik ettikleri bir mes’elede temkinli olmamız, hiç olmazsa sükut etmemiz gerekmez mi? Hz. Ali’ye ait mes’eleleri nakledenlerin çoğunun Şii olması, bu rivayetleri toptan reddetmemizi gerektirmez. İbn-i Hadid, Nehcu’l-Belaga şerhinde çok önemli şeyler naklediyor; o söyledi diye, kötünün yanında iyi şeyleri de reddedemeyiz ya! Önemli olan, sünnet-i sahihanın kıstas kabul edilmesidir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 186 ]




Hz. Peygamber ile Hz.Meryem’in nikahlandığı iftirası.(s.197)

Hz. Mesih’i Nefheden “Ruh”

Soru: Hz. Meryem’e Mesih’i nefheden Ruh kimdir?

Cevap: Bütün tefsirler bunu Cebrail (as) olarak ifade ediyorlar. Fakat âyette “Ruh” tabiri kullanılıyor. Bu Ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise, ihtilafın çerçevesini aşkın ve Efendimizin (sav) ruhunu da içine alacak kadar geniştir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrıca Efendimiz (sav) de, bir makamda onun kendisiyle nikahlandığına işaret etmektedir. Bu açıdan da “Ruh” Efendimizin (sav) ruhu da olabilir. Fakat, bu kat’i değildir, bir ihtimaldir. İhtimaller ise, delillerle takviye edilecekleri an’a kadar kat’iyet ifade etmezler.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 197 ]



ALLAH’a ve Peygambere korkunç iftiralar(s.221-222)

Temsil Noktası

Hizmetin aslını enbiya-ı izam yapmıştır. Çünkü onlar, Zat-ı Ulûhiyetin zatî cilvelerinin gölgeleridir. Gelen ümmetler ise zıllîdir.

Efendimiz’den sonra peygamber olmadığı için, gelen evliya ve mücedditler nübüvveti temsil etmişlerdir. Efendimiz’de hakim olan unsur, bu velilerde de hakimdir. Tıpkı Hz. Davud’da hakimiyet, Hz. Adem’de tevhid hakim olduğu gibi, ALLAH Rasûlü’nde de ferdiyet hakimdir. Her halde, ism-i A’zam sayılırken başta “Ferd” isminin zikredilmesinin sırrı da bu olsa gerek.

Ayrıca, “ALLAH” lafz-ı celâlinin baş harfi olan, “Elif”, Ahmed’in de baş harfidir. ALLAH (cc), Ahmed’de mütecellidir. Hizmet-i imaniyede bulunanlar, hangi nebinin cemaatinden olurlarsa olsunlar şeffaf birer ayna hükmündedirler. Onlara bakanlar, aslî olan peygamberlerini görürler. Tahrifden evvelki Hristiyan Hz. İsa (as)’ı, Müslüman ise, Hz. Muhammed (sav)’i görür. Bugün, hizmetteki bazı hususiyetlerde evsaf-ı İseviye ne kadar ileri giderse gitsin, evsaf-ı Muhammediye daima hakimdir. Zira Hz. Mesih, bir hadîsin işaretiyle “Bazınız bazınıza imamsınız” buyurur. Bu: “Ben imam olamam” demektir. Bugün, devrin getirdiği şartlar ve hizmetin stratejisi açısından, bir yanağına vurana öbür yanağını çevir, karşılık verme, sokağa dökülme” diyorsak, bir ma’nada bu ruhu temsil gereğinden dolayıdır. İlerde İnşaALLAH Muhammedî zemin tam oturacak ve Muhammedî renk bütün renklere hâkim olacaktır.

Şimdilik bu cemaatte mülayemet ve müsamaha ma’nasına Mesihiyet yönü galip olabilir, o şeffaf aynada Mesih (as) görülebilir. Bu ma’nâyı anlamayanlar ve aslı tecellî ile karıştıranlar, mesihî ruhun temsilcisine mesih nazarıyla bakabilirler. Bu iltibasa Bediüzzaman Hazretleri bir yerde işaret ederek, “Evliya mertebeleri içinde bir mertebe vardır ki, o mertebede Hz. Hızır ile görüşülür ve buna “Makam-ı Hızır” denilir. Bu makamdaki bir veli bazen ayn-ı Hızır, yani Hızır’ın bizzat kendisi olarak görülebilir” demektir.

[ Fasıldan Fasıla 1, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 221-222 ]
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
  1. FETHULLAH GÜLEN'in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR
    2

    newreply.php


    Hz.Meryem, Hz.İsa ve Mehdi hakkında asılsız iddialar ve indi teviller.(s.12)

    Maamâfih, diğer annelerde olduğu gibi, Hz. Meryem’de de embriyolojik safhalar söz konusudur. O da hâmile kalır, karnı büyür ve doğum sancıları gelince, bir kenar semtte su arkının bulunduğu bir hurma ağacının yanına gider ve hamlini vaz’eder. Ancak, bu hâmile kalış ve embriyolojik vetirenin başlaması nasıl olmuştur? İşte bunlar, âdetâ birer sır paketi gibidir. Hz. Meryem, karşısında Cebrâil midir, yoksa zaman üstü husûsiyetiyle Hz. Rûh-u Seyyidü’l-En’âm’ın cevher-i hayatı mıdır da ona temessül etmiş, o da bu rûhu görünce, heyecan -tabii bedene ve cismâniyete âit olmayan bir heyecan- duymuştur. İşte bütün bunlar bizi aşan ve “Kudret” dâiresinde cereyan eden şeylerdir. Evet, Hz. Meryem bir iffet âbidesidir; onun cismânî bir heyecan duyması şöyle dursun, o en derin bir iffet hissiyle şahlanıp, karşısında temessül eden rûha, “senden ALLAH’a sığınırım” demiştir. Öyleyse burada çok ciddî bir mücerrediyet vardır; yani, bu mes’eleyi esbâb dâiresi içinde ve “tenâsüb-ü illiyet” prensibiyle izah etmek mümkün değildir. Mes’elenin ikinci yanı, âhir zamanda Hz. Mesih Mehdi’ye iktidâ edecek ve saflaşan Hristiyanlık, saflaşması ölçüsünde (iradî ya da gayr-i iradî) Muhammedî rûhla aynı kaderi paylaşacaktır ki bu da mebde’deki bu sır ve rûhâniliğin bir uzantısı olsa gerek.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 12 ]





    Eserlerini sarhoş olarak yazan veli.(s.27)

    Soru: Muhyiddin İbni Arabî, hayatı boyunca vecd ve istiğraklarını yazdı. Kendine geldiği ve yakazaya döndüğü zaman, bunları neden tashih etmedi? Neden iltibasa müsâit bu mülahazaları olduğu gibi bıraktı?

    Cevap: Bence, evvelâ, büyüklüğünü ölçemeyeceğimiz bu kimseler hakkında, hücum ve teşni yerine daha dikkatli olmak icab eder.

    Evet bunların, şeriatın rûhuna muhalif beyânları karşısında insanın, “Hazret, bunları niçin daha sonra tahkik ve tashih etmedin?” diyesi gelebilir. Ancak, onlar asıl âlemi, vücûd olarak, kendi sekir(sarhoşluk) ve istiğraklarıyla yaşadıkları âlem kabul ediyorlar ve bizim âlemimize döndükleri veya diğer bir tabirle, kendi âlemlerinden ayrıldıkları zaman da uykuya dönmek kabul ediyorlarsa, neyi ve niye tashih ve tahkik edecekler ki!..

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 27 ]




    Gülen'in iki şirk örneği.(s.28-29)

    Keşif ve Keramet Üzerine

    Nebinin mucizesi nasıl haksa, velinin kerameti de öyle hak ve gerçektir. Ehl-i Sünnet’in inancı bu merkezdedir.. bu merkezdedir ve bu husus yüzlerce-binlerce vak’ayla te’yid görmüştür. Mucize ve keramet ve keşif arasındaki farklar, tasavvuf ve bir kısım kelâm kitaplarında mevcuttur. Geniş bilgi için oralara müracaat edilebilir.

    Yaygın olan bir kanaate göre, ehlullaha ilk defa inkişâf eden, kabirlerdeki insanların ahvalidir. Ve bu, eşyanın perde arkasına atılan adımların ilki sayılmıştır. Tabii, avam-ı halk içinde çok ileri bir seviye sayılır. Oysaki muhtemelen âlem-i berzaha âit keyfiyetler ve keşifler anlatılırken hep, bunların çok da mühim şeyler olmadığı vurgulanmak istenmiş ve ihtimal böyle bir ölçü de işte bunun için konulmuştur.

    İkinci derecede ehlullaha inkişâf eden şey onların, gönülden geçen şeyleri okumaları ve onlara muttali olmalarıdır.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 28-29 ]





    Gülen'in diğer bir şirki.(s.28-29)

    Evliyaullah’ın İlk Keşfi

    Dünyada geleceği ve geçmişi gören bazı evliyaullahın ilk keşfi, kabir âlemine muttali olmaktır. Ölünün mezara konulmasıyla berzah âlemi başlar. Bize göre bu bir kabir âlemidir. Görenlerin görüşüne arz edilmiş olması hasebiyle de o âleme biz misal âlemi diyoruz.

    Esasen misal âlemi, eşyanın ilmî vücutlarının tecelli âlemidir. Bu hayat, kudret ve kaderin içine girince dünya hayatı gibi bir hayat oluyor. Yaşandıktan sonra, plân ve program sanki yine arşivde duruyormuş gibi geliyor. İşte, evliyaullahın nazarı bunlara ulaşır. Bu konuda, Şah Veliyullah Dehlevî’nin “Hüccetullahi’l-Baliğa” adlı eseri ile, Mevlânâ Şiblî’nin Asr-ı Saadet serisinin 1 ve 2. cildinin Mi’rac bölümünde geniş malûmat bulmak mümkündür.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 28-29 ]





    F.Gülen şirki işlemeye devam ediyor.(s.37-38)

    Kabirlerin Keşfi

    Velilerin menkıbelerinin anlatıldığı eserlerde, kabirlerin keşfinden bahsedilmektedir. Hatta Ehlullaha ilk inkişâf eden şeyin kabirlerin keşfi olduğu söylenmektedir. Bunu şu şekilde anlamak lazımdır. ALLAH dostlarına gösterilen, açılan o kadar gizli hakikatler vardır ki; onlardan bir tanesi de, -belki velayetin ilk basamağı- kabirlerin keşfidir. Dolayısıyla mezarın içini, daha doğrusu âlem-i berzahta olup biten şeyleri bir ehl-i keşfin müşahedesi, çok ileri bir seviye değil sadece işin başıdır.

    Yine velilerin, insanın içinden geçen şeylere -ALLAH’ın izni ile- muttali olması ve söylemesi, “intak-ı bi’l-hakk” şeklinde olup, farkında olmadan, onları ALLAH’ın konuşturmasıdır. Bu sezme şeklinde de olabilir. Onlar muhatablarının zihinlerinden geçen düşünceleri sezer ve üstü kapalı bir şekilde ifade ederler. Ve anlatılanları ancak ilgili şahıslar anlayabilir. Aynı rûh haleti içinde olmayanlar ise konuşanı deli-divane zannederler.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 37-38 ]





    Gülen'in mesnedsiz uydurmaları.(s.171)

    Belhum Edal

    “Ülâike kel en’ami belhum edal” âyeti:

    1. Dünyevî zevkleri tatma ve lezzetleri yaşama açısından onlar, hayvan gibi veya onlardan daha aşağıdırlar.

    2. Bir rivayete göre ALLAH (cc) ahirette bütün hayvanları bir tek nev’ (tür) olarak yaratacak ve onlar o şekilde Cennet’ten lezzet alacaklar. Ama, kâfirler o zevkten dahi mahrum kalacaklar, ma’nâsına gelir.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 171 ]





    F.Gülen , M. Arabi’nin şirklerini örtmeye çalışıyor.(s.309-310)

    Firavun Hakkında Mülâhazalar

    Soru: Firavun denizde boğulduktan sonra askerlerinden ve tâbilerinden geri kalanlara ne olmuş?

    Cevap: Tevrat’a göre Firavun’un ölümünden sonra Hz. Asiye ve ağabeyi, Firavun’un amca çocukları, ordu kumandanları ve askerlerinin büyük bir kısmı imân etmişlerdir. Firavun topluluğunun şerirleri, iş başından kovulduktan sonra, Kıptî kavmi arasında Hz. Musa’nın tebliğ ettiği din hızla yayılmıştır. Zaten Firavun’u hezeyana sevkeden de buydu ki, sihirbazların Hz. Musa’ya imân etmesi onu çileden çıkartmıştı. Ayrıca bu hâdise, zamanlama açısından da tam bir Nebi firasetini göstermektedir.

    Muhyiddin-i Arabî yorumlarında Firavun’dan farklı bahseder. Bunlar vecd ve istiğrak insanıdırlar. Gaybî ve objektif olmayan müşahedelerini, bütünüyle te’vile memur olmadıkları halde te’vil edebilirler. Oysa böyle bir te’vil işi, onların üstünde bulunan insanlara âittir. Bu yüzden de, bilmedikleri, görmedikleri ve tanımadıkları bu insanlar hakkındaki te’villeri isabetli olmayabilir.

    Buna benzer bir hata da, kendi nurunu Hatemü’l-Enbiyâ’nın nurundan daha parlak gördüğünü ifade ettiği yerde müşahede edilir. Bu bir hatadır. Hazret kendi nuruyla muhat olduğu için, nuru gözlerini kamaştırdığından ve daha uzakta ve kendi nurundan daha parlak olan nebi nurunu daha zayıf görmüştür. Bunu bir misalle daha açık bir şekilde şöyle izah edebiliriz: Gökte herhangi bir yıldız güneşten 20 kat daha büyük ve parlak olabilir. Eğer o yıldız güneşin yerinde bulunsa, Güneş Sistemi’ndeki bütün gezegenler buharlaşır ve yok olur. Ne var ki, bu yıldız bize çok uzak olduğundan ışığı da daha zayıf gelir. Şimdi bize sorsalar “Güneş mi daha parlak bu yıldız mı?” Vereceğimiz cevap elbetteki “Güneş” olacaktır. Çünkü biz onun nuruyla muhat bulunuyoruz. İşte Hazretin durumu da aynen böyle olsa gerek...

    Bu hususta hatıra şu da gelebilir. Bugün nursuz pek çok insan bunu anladığı halde bu büyük zâtlar bunu nasıl anlayamamışlar? Bu bizim anladığımızdan değil, anlayanlardan naklettiğimizdendir.

    Biz de kendi müşahedelerimizle baş başa kalsaydık aynı hatayı işleyebilirdik.

    Ledünniyata âit mevzular ciddi bir tecrübe sahasıdır. Bizim mesleğimiz herkesi kabullenme mesleğidir. Onun için Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Rabbanî gibi büyük zatları tenkid etmek ve onların kritiğini yapmak bize düşmez.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 309-310 ]





    F.Gülen’in Hz. Ebubekir’e iftirası.(s.312)

    Vücûdumu O Kadar Büyüt ki...

    Hz. Ebu Bekir’e isnat edilen böyle bir söz var: “Ya Rabbi vücûdumu o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım. Oraya bir başkası girmesin..” Bu sözün Hz. Ebu Bekir’e isnadı oldukça zayıftır. Bazıları da aynı ifadenin Beyazid-i Bistamî’ye âit olduğunu nakletmektedirler. Üstad Bedîüzzaman’ın Tarihçe’sinde de benzeri bir ifadeye rastlanır. Gerçi Tarihçe’deki bu ifade, ayniyle, Üstad’a âit midir, değil midir bilemeyeceğim? İhtimal ki onun söylediği bu meâldeki bir sözü, Eşref Edib o üsluba ifrağ etmişti. Her ne şekilde olursa olsun, aynı ma’nâya gelen bu ifadeyi Bedîüzzaman da kullanmıştır, diyebiliriz. Ne var ki, bütün bunlardan, bu şahısların cehennemi hafife aldıkları ma’nâsını çıkarmak da fevkalade yanlıştır. Bunlar ve benzeri ifadeler, belli şartlar altında ve belli hallerde (buna tasavvufî ma’nâda sekir hali dememiz de mümkündür) söylenmiş sözlerdir ve umûmi kanaati aksettirme gibi bir mülâhaza da söz konusu değildir.

    [ Fasıldan Fasıla 2, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 312 ]




    Tasavvuf dini’nin meczup velileri.(s.6)

    Halk arasında, “her yerin bir delisi, bir de velisi vardır” şeklinde bir kanaat mevcuttur. Bunun ne denli doğru olup olmadığını bilemiyoruz ama, tarihe baktığımızda bunun pek çok misalini görebiliyoruz. Mesalâ; Hazret-i Üftâde’nin yanında meczup bir insan, Ahmed Şazelî’nin yanında başka bir meczup vardır. Bunlardan başka bir de halk tarafından kabul görüp saygı duyulan, Somuncu Baba, Derviş Ali Baba, Ayakkabıcı Baba, Nalbant Ahmed Efendi.. gibi insanlar bulunuyor. Bütün bunlar, bulundukları devirde halk üzerinde koruyucu melek olmuş ve âdeta Hızır gibi onların yardımına koşmuşlardır.

    [ Fasıldan Fasıla 3, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 6 ]



    Fethullah Gülen kahinlere inanıyor.(s.14)

    Tarihî Tekevvünler

    Büyük tarihî tekevvünler birden gerçekleşmez. Onların geliştiği belli bir vetire ve belli süreler vardır. Mesela; bu büyük oluşumların biriyle alâkalı bazen bir müjdenin verildiğini duyarsınız. Efendimiz (s.a.s)’in gelmeden önce, “570’de bir insan çıkacak ve nuru bütün dünyayı kaplayacak” diye müjdelerin verilmesi gibi.. oysaki 570 olur, 610 olur, hatta 630 olur, henüz beklenildiği ölçüde herhangi bir zuhur ve tecelli söz konusu değildir. Aslında bu zuhur beklenildiği zaman değil, belki daha ilerde olacaktır.

    [ Fasıldan Fasıla 3, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 14 ]



    Gülen : Bir reklam, bir şirk.(s.14)

    Aynı şekilde, 1876’da Şark’ın yalçın kayalıklarından bir ateş-pâre zuhur edeceği ve Din-i Mübîn-i İslâm’ı yeniden gönüllerde ihyâ edeceği bazı ehl-i keşif tarafından müjdelenmiştir. Oysaki müjdelenen zat, o tarihte henüz dünyaya teşrif etmiştir. Misyonunun tamamlanması gelecek yıllarda gerçekleşecektir. Evet, çekirdekte ağaç, damlada derya görülür ve müjdelenir. Ağacın tam büyümesi, deryanın bütünüyle ortaya çıkması ise, zamana bağlıdır; belli bir sürenin geçmesine vabestedir. Öyleyse kuluçka sabrıyla zamanın çıldırtıcılığına karşı beklemek icap eder.

    [ Fasıldan Fasıla 3, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 14 ]


    Raşit Halifeler nurcuları ziyarete geliyormuş!(s.217-218)

    Tahiri Mutlu

    Hz. Bediüzzaman’ın hizmet anlayışına göre; eğer bir beldede onun bir talebesi varsa, orası, İslâm düşüncesi hesabına fethedilmiş demektir. Demek ki o kendine çıraklık yapan hemen her ferdi, “himmetim milletimdir” diyen insanlar konumunda kabul ediyor. Aslında bu anlayışta ve bu düşünce istikametinde yapılacak hizmetler, bizden hem ALLAH’ın hem de Peygamberin (s.a.s) beklediği hizmetlerdir. Evet, ben de bu düşünceye gönülden katılarak diyorum ki: Arkadaşlarımızdan herhangi biri, bir beldeye gittiğinde orada tam merci olmalı ve bütün karanlıkları parçalayacak bir performans sergilemeli.. duygu ve düşünceleri ışığa garkedecek bir misyon ortaya koymalı ve çevresinde hemen yüzler, binler halelenmelidir -ve inşâALLAH öyle olur- Bu ise ancak, Sahabenin ilkleri gibi, dâvâyı hayatının gayesi bilmekle gerçekleşecek bir husustur.

    Konuyla alâkalı bir hatıra nakledeyim size: Kitaplar ilk defa baskıya gireceği dönemde Üstad, sağa-sola hem de 50-100 lira gibi küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahiri Mutlu -makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün mülkünün satılık olduğunu ilan ediyor, arazisinin bir kısmını haraç-mezad satıyor.. satıyor ve parayı sevine sevine getirip Üstadına teslim ediyor. Sadece o mu? Elbette hayır. Hulusi Efendi, Hüsrev Efendi, Mustafa Gül.. ve diğerleri hep aynı duygu ve düşünceyi paylaşırlar. Demek ki onlar, öyle samimi ve öyle bir safvet içinde idiler ki, bunu hayatlarının gayesi biliyor ve o uğurda hırz-ı can ediyorlardı. Gün geliyor bu safvet, onları ilklerle buluşturuyor. Biri, gecenin geç saatlerinde teksir makinesinin kolunu çevirirken, “Hasbî Rabbî cellALLAH, mâfî kalbî ğayrullah, Nur Muhammed sallâllah” diyor. Tam o esnada birden kapı açılıyor ve içeriye Raşid Halifeler giriyor, “Devam edin, bizler sizinle beraberiz” diyorlar.

    [ Fasıldan Fasıla 3, M.Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 217-218 ]


    Bir rahibin ruhunun cesedinden ayrılarak gezdiği yalanı (s.78)

    Fransızca Le Monde La Vie adlı derginin Mart 1963 sayısında, -eğer Hristiyanlık propagandası maksadı taşımıyorsa- bir rahibin başından geçen şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bu rahip, bir grup çocukla gezmek için İsviçre dağlarına gittiğinde yolda uyur. Kendine geldiğinde, şuurlu bir şekilde vücudundan uzaklaştığını ve kollarını oynatamadığını farkeder. Kısa zamanda duruma alışınca dağların üzerinden uçmaya başlar. Çocuklar aklına gelince, yanlarına gitmek ister ve gider; sonra eşini hatırlar ve kendini şehirde eşinin yanında bulur. Kendisi hareketlerini bizzat izlerken, onu kimse görmez. Ardından anî bir rahatsızlık hisseder ve kendisini vücudunun içinde bulur; artık geri dönmüştür. Sonra, gördüklerini bir bir anlatınca herkes hayrete düşer. Bu olay, İngiltere'de araştırılıp, doğruluğu kabûl ve teslim edilmiştir.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 78]


    “Veliler aynı anda iki yerde görülebilir” yalanı (s.79)

    Ruh, kendi zâtında maddî kılıfı olan ceset gibidir. Mânevî kılıfı da, âdeta misâlî bedendir. Ehlullah temessül ettiği zaman, bu ikinci bedeniyle aynı anda beş on yerde görülebilir. Meselâ onları hapishanedeyken, sabah namazında camide ve aynı zamanda Kâbe'de tavafta görebiliriz.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79 ]



    “Abdülhamit hiç hacca gitmediği halde Ka’bede görüldü” yalanı (s.79)

    Abdülhamid Cennetmekân Hazretleri hiç hacca gitmediği halde, onu hacda gördüklerini yeminle söyleyenler vardır. Hattâ, “Geldi ve şu evde kaldı” diyenleri dinlemiştik. Halkımız arasında, “Falan muharebede, falan velî gelip yardımda bulundu” şeklinde çok hâdiseler de anlatılmaktadır.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79 ]



    “Velinin pilotun yanına binip yardım etiiği“ yalanı.(s.79)

    Uzağa gitmeye gerek yok; Kıbrıs çıkartmasında falan velî zâtın, pilotun yanına oturup, “Evlâdım, bombaları şuraya, şuraya bırak” diye rehberlik ettiği söylenir. Fakat, hakikî vücutları nerde ise, nerede kendinden geçip vücudu mevhibe-i Rabbanîyi kazanmış, lâtifeleşmiş ve incelmiş ise, kendileri gerçekten oradadır. Bunun dışında misâlî bedenleriyle, aynalar içinde görülen misâlî şekiller gibi değişik yerlerde görülebilirler.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79 ]



    “Velilerden ‘abdal’ sınıfı şu anda iki yerdedir”, yalanı.(s.79)

    Ehlullahtan ‘abdal’ sınıfı içinde bulunanlar, şu anda diyelim camidedirler; ama aynı anda, Efendimiz (sav)'in huzurunda bulunurlar. Kâbe'dedirler, ya da bir yerde irşadla meşgûldürler. Farkına varılsa, el atılsa, eliniz bellerinden öbür tarafa geçiverir. Çünkü, elinizin değdiği, ne onların asıl vücududur, ne de ruhlarıdır; belki, akıcı ve ruha kılıf olmuş misâlî bedenleridir ve onlar temessül halindedirler.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79 ]



    “Evliyaullah, gelecekten haber verir”, yalanı.(s.81)

    Evliyâullah, ilmini ALLAH (cc)'a havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir. En başta Üstad-ı Küll, Kâinatın Fahri Efendimiz (sav)'in bu türden haberleri çoktur. Evet O, kıyâmete kadar zuhur edecek hâdiseleri bir televizyon ekranında seyrediyor gibi ümmetine bir bir takdim buyurmuştur. Hz. Ali-Hz. Zübeyr Vak’ası (Cemel Savaşı), Hz.Osman'ın şehadeti ve Hz. Fatıma'nın vefatı, haber verdiği hâdiselerden sadece bir kaçıdır.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 81 ]





    Muhyiddin b. Arabi’nin şirkleri.(s.83)

    Muhyiddin b. Arabî, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan bir asır önce yaşamış olmasına rağmen, Edirne kütüphanesinde bulunan ve Efranî tarafından tercümesi yapılmış olan “Şeceretü’n-Nu’mâniyye” adlı eserinde, Osmanlılar devrinde zuhur edecek pek çok hâdiseyi aynen haber vermiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan ve Şam'la Mısır'ın fethinden Yavuz Selim’in Şam’a girmesiyle kendi kabrinin ortaya çıkarılacağına kadar bir düzine hadiseden rümuzlu bir şekilde bahseder. Yine aynı eserde, Hafız Paşa’nın dokuz ay muhasara etmesine rağmen Bağdat'ı alamayacağı ve fethin 40 gün içinde Dördüncü Murad'a müyesser olacağı anlatılır. Dünyâya gelmesinden asırlar önce, Sultan Abdülaziz'in katledileceğini haber verir. Muhyiddin b. Arabî, bu eserinde Rus-Japon savaşından söz ettiği gibi, müslümanların düşmanlarıyla muharebe edeceklerinden ve neticede galip geleceklerinden de bahseder. Türkler hakkında da “Türkler için muzafferiyet ve saadet var” der.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 83 ]




    “Müştak Dede geleceği haber verdi”, yalanı.(s.83)

    Bitlisli Mustafa Müştak Dede, Divan’ında Ankara’nın başşehir olacağını 70 sene evvelinden haber vermişti. Şiirinin mısra sonlarına düşürdüğü harfler, Osmanlıca olarak yanyana dizildiğinde -elif, nun, kaf, rı, he- Ankara’yı gösterdiği gibi, bu hâdisenin savaşlar neticesi gerçekleşeceğini ve Hacı Bayram'dan bahisle de, Ankara’nın başşehir olacağını gayet açık bir şekilde ifâde etmektedir.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 83 ]





    “Said Nursi gelecekten haber vermiştir”, yalanı.(s.84)

    Yine asrımızda bir tefsirci, seneler evvelinden, 1971'de bir muhtırayla ordunun Türk siyasi hayatına vaziyet edeceğini haber verir. Kendisine “Ne zaman?” diye soranlara da cevabı, “12 Mart” olur. Aynı şahsın 1980 hareketini haber verdiği de söylenmektedir.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 84 ]





    F.Gülen’in 3000 km’den vasıtasız konuşturma saçmalığı.(s.85-86)

    5.Cenâb- Hakk, kurbiyetine mazhar kıldığı kişinin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olur:

    Rusya bile telepatilerle uğraşmaktadır. İlk defa, “ma'nâyı madde ile idam ettim” diye ilânatta bulunmuş olmasına rağmen, bugün Rusya, belki kapitalist dünyâdan da önce, telepatik yollarla haberleşme imkânlarını değerlendirme çalışmaları yapmaktadır. 20-50 kişilik bir biyofizik doktorlar heyeti, bu mevzûda birçok deneme gerçekleştirmiş bulunuyor. Bunlar, 300 kilometre mesafede elektrik ve ışıktan tecrid edilmiş bir odada bulunan bir adamla muhabere yapma yolunu denemektedirler. Yabancı dinleme istasyonlarının tesbit sahasına girme tehlikesi bulunmaksızın, denizaltılarında da aynı usulle haberleşme ve madde ötesi, beden ötesi kuvvetlerle muhabere imkânlarını araştırmaktadırlar. Ve hedefledikleri nokta, 3000 kilometre ötedeki kimse ile konuşup 30-40 sayfalık mesajlar almak, birinin orada dikte ettiklerini buradaki medyum vasıtasıyla aynı anda tesbit etmek ve neticede yakalanma ve takip edilme tehlikesi bulunmadan, masrafsız bir casusluk şebekesi kurmaktır.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 85-86 ]





    F.Gülen Hoca’nın medyum saçmalıkları.(s.90)

    Mesaj de La' mecmuasında anlatıldığına göre, bir medyum, altı-yedi kişilik bir ilmî heyetin yanında ellerini önündeki masaya koyunca, karşıdaki masa hareket edip gezinmeğe başlıyor.

    Bornova'da, çadırda biri, masanın üzerindeki buğdayları yukarıya doğru çıkarmaya başlıyor. Orada bulunanlardan bazıları okumaya geçince “dümen bozuldu.. aranızda kötü niyetliler var” diyor.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 90 ]




    F.Gülen Hoca’nın Hz.Peygamber’e iftiraları.(s.91)

    Biz müslümanlar ise, on dört asır evvelinden bu ve benzeri pek çok hâdiseye vâkıf ve âşina bulunuyoruz. Hz. Muavviz (ra)'in Bedir'de kopan kolu, eczahane hükmündeki O Nurlu El'in Sahibi (sav) tarafından yerine yapıştırılıyor ve hiç bir iz kalmıyordu. Uhud'da Ebu Katâde (ra)'nin çıkan gözü, yine aynı el tarafından yerine konup şifa buluyordu. Ve tabîi bunlar, harikalar kuşağının son sınırında cereyan eden mu’’cizelerdi...

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 91 ]





    F.Gülen’in mü’minleri ruh çağırıyor.(s.93)

    Bir mü'min anlatıyor: “Ankara'da bir savcı arkadaşımla Mevlâna'nın ruhunu çağırdık. Yeşil kisvesi ve Mevlevî külâhıyla karşımıza dikilen şahsı ikimiz de gördük. Fakat, yüzünü kaçırıyordu. İhtimal ki, gelen şeytandı ve bize yüzünü göstermek istemiyordu.

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 93 ]



    “Rüyalarla olayları bilme”, yalanı.(s.100)

    Rusya’da Tanrı’ya Dönüş isimli kitapta da, bu kabil hâdiseler ve rü'yâlar anlatılır. Anne Ostrovsky adlı bir yazarın annesi, Almanların Rusya'ya girmesinden beş sene evvel rü'yâsında savaşın çıktığını çoğu sahneleriyle görmüş ve bunlar o günkü gazetelerde neşredilmişti......

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 100 ]





    F.Gülen’in, Azrail(as) ile ilgili uydurduğu hurafeler.(125-126)

    Vefat anında herkes Azrail (as)'le kontak olur. Bir hastalık, musîbet, kaza, kısaca herhangi bir sebep baş gösterince, hemen Azrail (as)'le irtibat kurulmuş olur. Bu yüzden, Azrail (as)'ın onu aramasına lüzum yoktur. Diyelim ki, muhtelif dalga boylarında neşriyat yapan bir cihaz geliştirilse.. ve bu cihaz, bir düğme ile bin frekansta neşriyat yapsa, aynı anda pek çok cihazı durdurur. Aynı frekanstaki belli bir nokta ile hepsi birden kontak olduğundan, yayın kolayca gerçekleşebilir. ALLAH (cc)'ın icraatında da bu vüs’at ve dolayısıyla da böyle bir sühulet ve kolaylık mevcuttur.. bir emirle binler askerin hareket etmesi ve güneşin aynı anda binlerce cam parçası ve su kabarcığında yedi rengi, ışığı ve hararetiyle temessül etmesi misali böyle bir teveccüh ve temasla aynı ölüm frakansında buluşan herkes, Azrail (as) dokunduğu anda ruhunu teslim eder. Tıpkı, bir elektrik şartelinin düğmesine dokunmakla, aynı anda yüzlerce âvize ve lambanın sönmesi gibi...

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 125-126 ]




    “Muhyiddin i.Arabî’nin ruhlarla görüştüğü”, yalanı.(s.133)

    Âli ve yüce ruhlar içinde Berzah Âlemi’ndeki ruhlarla temas kuranlar vardır. Muhyiddin İbn Arabî (ra), ervah-ı âliye ile sık sık temas ettiğinden bahseder. İmam Süyûtî, Efendimiz'le yakazaten 70 defa görüştüğünü ve Ahmed Rufâi Hazretleri de, Aleyhissalâtü ve’s-Selâm’ın ruhuyla teşerrüf ettiğini anlatır. İmam Buhari (ra)'nin abdest alıp namaz kıldıktan sonra murakabe ile, rivayetlerinin doğru olup olmadığını Rasûlüllah (sav)'a arzettiği nakledilen haberlerdendir... Rüyâ yoluyla görüşmek ise, zaten mümkündür. Kötü ruhlara gelince; buradaki iyiler onlarla niye görüşsün ki?!

    [ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 133 ]




    Hz.İbn-i Abbas ve Hz.Meymun ile ilgili hurafeler.(S: 47)

    İbn-i Abbas vefat ettiğinde ben oradaydım. Techiz ve tekfini yapılırken, kuş gibi bir şeyin kefeniyle cesedi arasına girdiğini gördüm. Daha sonra onu kabre koyarken gaibten bir ses duyuldu. Ses:

    "Ey mutmainne olmuş nefis! Râzı edici ve râzı edilmiş olarak Rabbine dön. İyi kullarının arasına gir. Cennetime gir." (Fecr/27-30) ayetini okuyordu. Herkes donup kalmış ve bu sesi dinlemişti. (Hilyetü'l-Evliya, 1/329)

    Hz. Meymun'un gürdüğü ne idi? Evet o infisal etmiş bir ruhu, yani asıl bedenin dadublesini müşahade etmişti. Ve sanki Cenab-ı Hakk, bu sevgili kuluna "Hoşgeldin" diyor ve onu rûhânîlerle karşılıyordu. Hz. Meymun gördüğü hadiseye, binlerce insanı şahid tutuyor ve söylediğini öyle söylüyordu. Ve işte bu binlerce insan susmalarıyla O'nu tasdik ediyor ve hadisenin doğruluğuna şahitlik yapıyorlardı.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 47]



    Bir şahıs 20 ayrı yerde görülebilir yalanı.(S:49)

    Ehlullahtan "Abdal" kısmı buna her zaman mazhar olurlar. Bu meseleye o kadar çok misal vardır ki, saymakla bitmez, anlatmakla tükenmez. Bir şahıs yirmi ayrı yerde görülür. Mesela, son Nakşi şeyhlerinden Aziz Efendi, Havran'da olduğu aynı anda Edremit'te de görülür. Ve bu nice defalar tekrar eder durur. Turgutlu'daki bir başka zatı da aynı zamanda Salihli'de görenler olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri hapishanede demir parmaklıklar arkasında tutsak bulunduğu aynı an ve zamanda, şehrin ortasındaki en büyük camide, Cuma vaktinde cemaat içinde namaz kılarken görülmüş; gardiyanlar hayret ve dehşetle hapishaneye döndüklerinde de onu hapishanede bulmuşlardır.

    Abdülhamid Cennetmekan hiç hacca gitmemiştir. Halbuki o, her sene hacda görülmüştür.

    İşte bütün bunlar ve bunlara benzer vak'alarda görülen o şahsın dedublesidir.

    Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998,
    (son)
  2. 11
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
  1. FETHULLAH GÜLEN'in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR


    3

    newreply.php




    Ölüm anında ruhun görülebileceği yalanı.(S:56-61)

    Ölüm Ânındaki Müşahedeler

    Madam Florance Marryant anlatıyor: "Dostlarımın arasında medyumluk melekeleri üstün olan yüksek sosyeteye mensub genç bir bayan tanırım ki, bu kabiliyetini ancak birkaç yakını bilmektedir. Kendisi, bir sene evvel 20 yaşında, bulunan plöreziden hasta kızkardeşini kaybetmiş bulunuyordu. Edith (medyumun ismi) bu sırada bir dakika bile kızkardeşinin başı ucundan ayrılmamıştı. Duru görü (Clairvoyance) (Clairvoyance; başkalarının görmediği, gözle görülmeyen şeyleri görme kudreti) halinde ruhun bedenden yavaş yavaş ayrıldığını görmüştü.

    Anlattığına göre zavallı hasta, hayatının son günü, son derece hassas, geveze ve heyecanlı bir hal almıştı. Sırt üstü yatağa uzanmış mütemadiyen anlaşılmayan sözler ve cümleler söylüyordu. Edith bu esnada, akıcı bir bulut şeklinde, hafif dumana benzeyen bir şeyin, hastanın başı ucunda toplanmakta olduğunu gördü.

    Bulut yavaş yavaş yoğunlaşarak hastanın şeklini aldı. Rengi müstesna, her hususta tamamiyle kız kardeşine benziyor ve hastanın biraz üstünde, yüzü yere çevrilmiş olarak, havada dalgalanıyordu. Akşama doğru hasta sakinleşmeye başladı. Güneş battığı sıralarda hasta artık tamamiyle bitkin bir hal almış, son dakikalarını yaşıyordu.

    Edith, o an titreyerek kızkardeşine baktı. Yüzü morarmış, bakışları bulanmıştı. Buna mukabil üst kısımdaki hayal, bu sırada, bedenden kendisini kurtararak tamamiyle teşekkül etmiş ve canlılık kazanmıştı. Hasta, hareketsiz ve şuursuz bir halde, yatağında serili yatarken üstünde dalgalanan hayal fluoresan ışığına benzeyen parlak kordonlarla onun kalbine, beynine ve hayati organlarına bağlı canlı bir hal almıştı.

    Nihayet mühim an geldi; hayal hareket etmeğe başladı. Bu hareket hafif olmakla beraber, vücutta canlılık doğuruyordu. Edith, bu esnada, bu meraklı sahneyi seyre dalmıştı. Bu sırada, parlak iki şekil daha belirdi. Bunlar, büyük annesi ile büyük babası idi. Bu evde ölmüşlerdi. Her ikisi de, cesetten ayrı duran hayale doğru yaklaştılar. Onu şefkatle kucakladılar. O da, başını büyükbabasının omuzu üzerine bıraktı. Hastanın nefesi kesilinceye kadar bu halde kaldılar ve sonra hayal, kendisini cesede bağlayan parlak bağları kopararak ötekilerin kucaklarında, hep birlikte pencereden uçup gittiler."

    Madam Joe Suell anlatıyor: "20 sene devam eden hasta bakıcılığım sırasında, bir çok ölüm vak'alarında, ölenlerin başları ucunda bulundum. Ölümü müteakip daima insan şeklinde ruhi bir varlık, cesedin üzerinde yükseliyor ve sonra gözden kayboluyordu."

    Anlattığı vak'alardan birini aşağıda aktarıyoruz: "Maggie'nin annesi, ağır hasta olan kız kardeşinin yanına gitmiş ve yokluğu sırasında kızının yanında kalmamı benden rica etmişti. Kızı üç gün sonra, birdenbire ağırlaştı ve doktor yetişmeden kollarımın arasında son nefesini verdi. Bir ölümle ilk defa karşılaşıyordum. Kalbin durmasını müteakip, su buharına benzeyen bir şeyin cesetten ayrıldığını gördüm. Vücuttan çıkan bu buhar, yavaş yavaş yükselerek kendisine benzer şekilde yoğunlaşıyordu. Hatları evvela belirgin değilken, sonra yavaş yavaş beyaz sedef elbiseli bir insan şeklini aldı. Yüzü değişmemiş, ancak parlak bir şekil almıştı ve artık ızdıraplı çırpınmanın hatlarını taşımıyordu."

    Meşhur medyumlardan A.J.Davis bir kadının vefatı esnasındaki müşahadelerini şöyle naklediyor: "Kadında canın çıkışı sırasında bedenin beyin kısmında vukua gelen ve her an artmakta olan kuvvetli bir yoğunlaşma beliriyordu. Yoğunlaşan bu şey, çırpınmalar azaldıkça ve vücuttaki sarılık arttıkça parlak ve ziya saçan bir hal alıyordu. Can çekişme sırasında görülen bu çırpınışların çekilen acı ile herhangi bir alakası olmayıp, ruh tarafından hissedilmezler. Bunlar tamamiyle organik olan bir takım hareketlerdir. Ölüm anı yaklaştıkça bedenin organları, boşalan torbalar gibi birer birer yatağa seriliyor, buna karşılık hastadan ayrı olarak, ruhî bir bedenin teşekkülü tamamlanıyordu. Can çekişen hastadan ilk kurtulan, ruhî bedenin baş kısmı oldu ve yavaş yavaş diğer kısımları da ayrılarak tam ruhi bir beden olarak kadının başı ucunda ayakta durdu. Bu iki vücudu birbirine, göbeklerinden, hayat bağı dediğimiz, parlak bir kordon bağlıyordu. Bu kordon kopunca bir parçası cesette kaldı. Herhalde cesedin derhal bozulmasına mani olan budur. Kadının ruhi bedeni serbestliğe yavaş yavaş alıştı ve birdenbire ne yapacağını kestirmiş gibi harekete geçerek evden çıktı. "

    Dr. F.A.Kraft anlatıyor: "Birinci Dünya savaşında hudutta çarpışan bir nefer 1920 yılında hastahanede ölmüştü. Son nefesini vermeden iki dakika kadar evvel şöyle bağırıyordu: "Hanri, Şarl, demek sizler oradasınız... Artık, etrafa hep birlikte tırpan atarız. Ben iki seneden beri hastayım... ah... evet bekleyin.."

    Ölenler, hemen bütün hallerde kendilerinden evvel ölmüş olan akraba ve arkadaşlarını görürler ve onlara isimleriyle seslenirler.

    Bu konuda ilgi çekici bir başka vaka ise şudur: "Amerika iç harbi kalıntılarından, uyanık ve serbest fikirli eski bir savaşçı, yatağına uzanmış son saatini bekliyordu.

    Bir çarşamba günü hasta, adetinin aksine, bir acelecilik göstererek muhtelif ricacılarla beni ısrarla istetti. Saat sekize doğru koğuşa girdiğim zaman elini kaldırarak yaklaşmam için bana işaret etti. Tasalı yüzü, sevinçli bir hal almıştı. Bana dedi ki: "Bu sabah saat üçte uyanmıştım. Gözlerim açık, hareketsiz yatıyordum. Birdenbire karyolamın ayak ucunda bir varlığın mevcudiyetini hissettim. Hiç bir korkum yoktu. Bilakis istirahat edebilmem için, ölümü istiyordum. Bu görünüş, bana bunu daha iyi anlamak imkanını vermiş oldu. Yavaş yavaş kardeşim James'in yüzünü tanıdım. Canlılığı açık şekilde belli idi. Bana doğru eğildi ve tarif edilemeyecek kadar kolay bir tesirle bana söylemek istediği şeyleri anlattı. Derhal evvelce biricik iyi dostum olan kardeşimle birlikte geçirdiğimiz hayatı bütün tafsilatı ile hatırladım. Konuşmaya başlayınca da sesini iyice tanıdım. Bana: "Maxvelle, önümüzdeki pazar günü sabah 11' de benimle birlikte geleceksin." dedi ve sonra kayboldu. İtiraf ederim ki, kendimi hakikaten bahtiyar hissediyorum. Bunun bir hayal veya aldığım ilaçların tesirinden mütevellid olmadığına katiyyen eminim.

    Pazar günü hastanın başı ucunda idim. Sakin bir hali vardı. Saat 10'a doğru, hareketsiz yatıyor, hiçbir kelime söylememekle beraber, zaman zaman bana tanıdığını hissettirecek şekilde bakıyordu. Onbire çeyrek kala sağ elini kaldırdı ve sol tarafındaki köşeyi göstererek tamamiyle anlaşılan bir sesle: "Kardeşim James" dedi. Tam saat onbirde, daha evvel söylemiş olduğu gibi ruhu öteki aleme gitmek üzere cesedini terketti."

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 56-61 ]



    Ruhun fotoğraflarla görüntülenebileceği yalanı.(S:71)

    Madde ötesi varlıkların, varlık delillerinden bir diğeri de "Ruh Fotoğrafçılığı"dır. Günümüzde ruh fotoğrafçılığı en ileri seviyeye ulaşmış durumdadır. Öyle ki, ruh artık aynen maddî cesed gibi görüntülenmekte ve böylece madde ötesi varlıkları inkar edenlerin ne derece büyük yanılgı içinde oldukları gözler önüne serilmektedir.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 71 ]



    Fethullah'ın “medyumluk melekesi” yalanı.(S:72)

    Ruh fotoğrafçılığı olarak bilinen konu bir medyumluk çeşididir, fotoğrafı çekende de, çektirende de bu medyumluk melekesi geliştirilebilir. 1862'de, Amerika'da, Boston'lu bir hakkak olan Mr. Mumler arkadaşlarının fotoğraflarını çekmişti; negatiflerinde, arkadaşlarının yanısıra başka kimseler de bulunuyordu. Bundan dolayı bu tipteki olaylara "Ruhî Fotoğrafçılık" ismi verildi. Mumler bu fotoğrafçılardan ilki olarak tanınır. O zamandan bu yana, buna benzer pek çok ruhî fotoğraf elde edilmiştir.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 72 ]



    Ölenlerin evlerinden ayrılmadığı ve aile ile birlikte yaşadığı yalanı.(S:73-74)

    Tom Patterson, elindeki ruhî fotoğraflarla ilgili olarak şöyle devam ediyor:

    "İngiltere'de, Sheffield'den Mr. E..., 5 Haziran 1961'de bana bir fotoğraf gönderdi. Zarfın içinden bir de şu mektup çıktı:

    "Bu fotoğrafı çektiğim zaman film rulosundaki rakam 8'i gösteriyordu niyetim, yeni dekore ettiğim mutfağımın resmini çekmekti. Akşam kameramı mutfağa, uygun bir yere yerleştirmiş ve objektifi bir müddet açık bırakmıştım; önünden geçmemeye özellikle dikkat ettim. Daha sonra, filmi, banyosu ve baskısı için fotoğrafçıya gönderdim. Netice bu fotoğraf oldu. Fotoğrafın karıma ait olduğuna eminim. Onun, ölümünden beri yine burada bizimle beraber olduğuna dair daimi bir his içindeydim. Fotoğrafta karım, eskiden yaptığı gibi masaya eğilmiş, oğlumuz David'in dört yaşında iken çekilmiş bir fotoğrafına bakarken görülüyor.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 73-74 ]



    Öldükten sonra kocasının hücumuna uğrayan kadın ve ölmüş annesinin sesini duyan rahip yalanı.(S:101-102)

    Ölmüş Annenin Sesi

    "İsviçreli şifacı Ernest Kapp, akıl hastalıklarını da tedavi etmekte idi. Bir doktor onu hususi bir hastaneye çağırdı. Çok tehlikeli bir kadın, hasta hakkında fikrini almak istiyordu. Kadın, bir devlet akıl hastanesine sevkedilmek üzere idi. Kapp, hastanın odasına girdiği zaman hemşire elinde bir iğne tutuyor, kadın da atılmağa hazırlanan bir kaplan gibi iki büklüm duruyordu. Hemşire, onun elini yakaladı, iğneyi koluna batırmak üzere idi ki, şifacı, enjeksiyon yapmamasını rica etti. Çünkü, eğer iğne yapılırsa kendisi hiçbir şey yapamayacaktı. Kendisini hasta ile yalnız bırakmalarını istedi. Hemşire, zilin yerini gösterdi ve çıktı.

    Kapp, kadınla yüzyüze kaldı. O anda gözlerini kapayan rahip, yapması icap eden şeyin, kendisine bildirilmesi için dua etmeğe başladı. Sol kulağında ölmüş annesinin teganni eden sesini işitti; bir Alman ninnisi söylüyordu. "Ama burası Amerika, Almanya değil" diyecek oldu. Ses, teganniye devam ediyordu. Kendisi de ninniyi Almanca olarak söylemeğe başladı. Dördüncü kelimeye gelmişti ki, kadın tepeden tırnağa titremeğe başladı. Kapp, "şimdi üstüme saldıracak" diye düşündü. Fakat ninniye devam etti. İkinci mısra bittiği zaman kadın, hıçkırarak ağlamağa başlamıştı. Ve Almanca olarak, "Siz ALLAH'ın bana gönderdiği bir melek olmalısınız" dedi. Fevkalade bir klervayan (Clairvoyance) hassasına sahip olan Kapp, kadının üstüne çökmüş olan ağır absesyon bulutunun dağılıp gitmekte olduğunu görebiliyordu. Ayağa kalktı, ellerini hastanın üzerine koydu ve şükretti. Kadının sonradan Kapp'a anlattığına göre, kocası gırtlak kanserine yakalanmıştı. Kadın, ona gece gündüz bakıyordu. Bir gün, hastanın odasına girdiği zaman onu yerde kanlar içinde buldu, adam gırtlağını keserek intihar etmişti. O zamandan beri de kadın kocasının tasallutuna uğramıştı. Bir kaç dakika sonra Kapp, doktorla hastabakıcıya, yukarı çıkıp hastayı görmelerini söyledi. Kadın iyileşmişti. Derhal taburcu edildi."

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 101-102 ]



    Ruh çağırma seanslarına iştirak eden ve etmeyen ruhlar uydurması. (S:102-103)

    Yüce ve Süflî Ruhlar

    Âlî ve temiz ruhlar, insanlar için koruyuculuk vazifesi yaparken, habis ve şerir ruhlar da insanlara zarar vermek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Zaten ruh çağırma seanslarına koşarak gelenler de ekseriyet itibariyle böyle ruhlar veya cinlerdir. Yoksa yüce ruhların öyle meclislere gelmesi mümkün değildir.

    Fahreddin Razi dediğinde haklıdır. O şöyle demektedir: "Habis ruhlar davete icabette seri, kuvvetli ve güçlü ruhlar ise ağırdırlar."

    Efendimizin ruhu ve diğer nebilerin ervahı, katiyyen böyle davetlere icabet edip gelmezler. İmam Rabbani, Abdülkadir-i Geylani, Muhyiddin İbn-i Arabi ve Bediüzzaman Hazretleri gibi âli ruhları da bu tür metodlarla davet imkânsızdır. Habis ve alçak ruhlardır ki, her türlü süflî davete koşarak gelirler. Cinlerin ayak takımı da böyle davetlere icabette seridirler.

    Ve bunlar, aynı zamanda insanlara hasım ve düşmandırlar. Bütün şerlerin ve kötü şerârelerin altında bunlar bulunurlar. Karakter, irade ve ruh bakımından zayıf insanları tesir altına alır ve kullanırlar. Bunların eline düşmüş zavallı insanlara, tıp çeşitli isimler verir; "paranoyak", "şizofreni" der, fakat ekseriyetle de bu tür hastalıklara tıp şifa bulamaz. Zira, her türlü cinnet vak'asının altında kesinlikle şerir cinler ve habis ruhlar vardır. Öyledir ki, bu tür rahatsızlıklar çoğunlukla dua ve okumakla iyi olmaktadırlar.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 102-3]



    Fethullah Gülen'in teyzesi ve anlattığı hurafeler.(S: 103-105)

    Teyzem âbide, zâhide bir kadındı. Alvar İmamı'na da yürekten bağlıydı. Başından iki defa delirme hadisesi geçti. Birini ben hatırlamıyorum. Söylenen şu: Teyzem gece kalkmış tesbihini çekiyor. Bir ara, spiritualistlerin "Mekandan uzaklaşma" dedikleri hal oluyor ve teyzem seccadesinin üzerinde bir metre kadar havaya yükseliyor. Kocası bu durumu görünce endişe ediyor ve ayaklarından tutup onu yere çekiyor, teyzem de deliriyor, hatta mütecaviz bir hal alıyor. Öyle ki ancak zincirle zaptedebiliyorlar. Hattâ bir keresinde, düğün evinde ne kadar ayakkabı varsa hepsini toparlayıp tandıra atıyor ve elinde sopayla tandırın kapısı önünde nöbet tutuyor. Hiç kimse cesaret edip yanaşamıyor ve bütün ayakkabılar tandırda cayır cayır yanıyor... Nasılsa dedem arkasından yakalayıp onu oradan uzaklaştırıyor.. Daha sonra teyzeme birisi bir muska yazıyor. Hadisenin bundan sonrasını dayım şöyle anlatırdı:

    "Misafir odasında oturuyorduk. O yine zincirle bağlıydı. Yazılan muska yerine konulduktan kısa bir müddet sonraydı ki, ağlamalı bir sesle: "Dadaş beni niye bağladınız ki?" dedi... Hemen çözdük. İyileşmiş ve tamamen eski haline dönmüştü..

    İkinci delirmesine de ben şahid oldum. Küçüktüm, hafızlık yapıyordum. Alvar İmamı'nın torunu ilk dönemlerde hocamızdı. Birisi, bir iki kelimelik, pek de öyle hakaret olmayan bir söz sarfetti. Rahmetli dedem ve teyzem oturuyorlardı. O böyle deyince birdenbire bir çığlık kopardı: "Benim efendime ha?" dedi. Yine delirdi. Zorla arabaya koydular. Dedem onu götürdü. Psikiyatriye yatırdılar. Klinik, hastahanenin 4. katındaydı. Kendini 4. kattan aşağıya attı ama hiçbir şey olmadı. Bu hadise üzerine teyzemin kocası Erzurum'dan bir hocaya gidip muska yaptırdı. Teyzem anında şifa buldu ve gayet sakin olarak eve döndü.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 103-5 ]



    Fethullah Gülen'in dostunun anlattığı bir hurafe.(S:110)

    sözüne güvenilir müşahid bir dostum bana şunları anlatıyordu: "Tarlayı sürerken saban sert bir şeye takıldı. Baktım, bu bir ceseddi. Etrafını itina ile kazıp cesedi çıkardım. Mehmetçik, üzerindeki elbisesiyle sırtüstü yatıyordu. Elindeki silahı da sımsıkı tutmuştu. Ne kadar gayret ettimse de elinden silâhı alamadım."

    Aynı benzer bir hadisede veya bu hadisenin devamında şöyle ikinci bir vakıa daha cereyan ediyor. Daha sonra bu askerin yanına ona komutanlık yapmış, yaşlı bir zatı getiriyorlar. Komutan askerini tanıyor ve ona ismiyle hitap ederek silahını teslim etmesini istiyor. İşte o zaman mehmetçiğin eli gevşiyor ve silâhını teslim ediyor.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 110 ]



    Fincan kullanarak ruh çağırma yalanı.(S: 136-139)

    Sinir mütehassısı olan bir arkadaşımız bulunduğum yerde yedek subaylık yaparken, bir zamanlar şahid olduğu bir vak'ayı bana aynen şöyle anlatmıştı: "Bir yerde fincan kullanarak ruhları çağırıyorlardı. Bu fincan belli harflere uğrayarak sorularımıza cevap veriyordu. Ben elimi fincanın üzerine koydum, fincanın hareket ettiğini gördüm. Fincanın, masa üzerindeki harflerin, rakamların karşısına gittiğini dikkatle takip ettim. Derken, bir aralık ruhları çağırıyorduk ki, oraya şeytan geldi. "Kimsin?" dedik. "Şeytan" diye yazdı. Hepimiz ürperdik. Hazret-i Âdem'den beri, insanlığın bu ezelî hasmı, hem de davet edilmeden gelmişti. Sordum:

    -Sana Meyve'nin Altıncı Meselesini okusam dinler misin?

    -Dinlerim, dedi ve okumaya başladım:

    ………

    Evet, ben okurken o, misallere "evet", misallerin gösterdikleri hakikatlara "hayır" çekip durdu. Ve sonra, kendisine "Cevşen okuyayım mı?" diye teklif ettim. "Oku" dedi. Ben Cevşenü'l-Kebir'i okurken, fincanın üzerine elimi koydum, o kadar sür'atli hareket ediyordu ki, parmağımla zabtedemiyordum. Bir aralık düştü. Hatta bir aralık "bırak şu gırgırı" diye de yazıvermişti.

    Beyin mimarımız diyor ki: "Şu asırda bir kısım kimseler maddî vücudlarını atıverseler, şeytan olurlar. Şeytanlar da maddî vücud giyseler bu devirdeki bir kısım insanlar gibi olurlar."

    İşte bu fincan deneyinde de aynı netice görülüyor. Şeytan, Cevşen okunurken, "Bırak şu gırgırı" diyor. Cevşen'den rahatsız oluyor. İnsî hemcinslerine nasıl da benziyor!..

    Bazıları "ruh çağırıyoruz" diyorlar.. herhalde gelenlerin cinler olması ihtimali daha güçlü. Böylece bunlar, cinne, şeytana maskara oluyorlar. Bu iş daha ciddi, daha derin ele alındığı zaman, belki faydalı şeylere medar olabilir, zannediyorum. Şimdikilerin yaptıkları ise maskaralıktan başka bir şey değil.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 136-9 ]



    Fethullah Gülen'in ermişliği.(S: 139-141)

    Berzahî Tablolar

    Edremit-Avcılar'da kamp yapıyorduk. Bir ara emniyetin bu ma'sum kampa baskın yapacağı şâyiası duyulmaya başladı. İşte o günlerden birinde, öğle yemeğinden sonra "Ashab-ı Bedir"i okudum. Sırtımı çadır direğine vermiş oturuyordum. Biraz içim geçmişti ki bu, eskilerin "Beyne'n-nevm ve'l-yakaza" (Uyku ile uyanıklık arası) dedikleri haldir. Baktım tuğlu sancaklı, ellerinde mızrakları okları, gürül gürül bir ordu. Kampta tarlaların olduğu tarafta duruyorlar. Birisi mi söyledi, öyle mi anladım, yoksa biz Ashab-ı Bedir'iz mi dediler bilemiyorum. Ashab-ı Bedr'in geldiği kanaatine vardık. Ben öyle hayran hayran onları seyrediyordum ki bulunduğum yer, sanki birden bire kale kapısı gibi bir şey oldu, ben söveleri kalınca tahtadan bu kapının verasında durmuş onlara bakıyorum. Biri güç gösterme manasına elindeki demir kalemi (Kalem, mızraktan daha küçük elle atılan bir harp aletidir) öyle bir salladı ki, o kalın tahta kapıyı deldi geçti ve ben müthiş bir heyecanla uyandım.

    (Bir kaç defa) rüyamda Ashab-ı Bedir'i görmüşümdür. Kampta da öyle oldu. Hatta bir iki defa da rüyamda kendimi onların içinde harbe gidiyormuş gibi görüyor ve "ALLAH ALLAH! Ashab-ı Bedr'in içinde bulunuyorum ama, ben onlardan çok sonra geldim, nasıl olur da onlarla beraber olurum?" diye düşünüyor ve hayret ediyordum. Zannediyorum onların bazılarını seçebiliyordum da; ama kamptaki müşahedemde fertleri tam seçemiyordum. Her halde sadece Hz. Hamza'yı tanıyabilmiştim. Daha sonra meydana çıktı ki tam o dakikalarda, kampa baskın yapmak isteyen bir grup, tam yol ayrımına gelince trafik kazası olmuş ve onların arabaları cayır cayır yanmış. Daha sonra bu arabayı biz de gördük. Zaten yolumuzun üstündeydi. Demek ki, o demir kalemin atılması, misal aleminde bu neticeye işaretmiş. Kapının görünmesi ise, inayet altında olduğunun emaresiymiş. Yani bu mini rüyada sahabi, sanki oradakilere: "Siz inayet ve koruma altındasınız. Dava, düşünce, duygu bir olunca, aynı Nebi'nin arkasında da bulununca, zaman ve asırlar bizi sizden ayıramaz. Birimiz dünyada, birimiz ukbada, birimiz şarkda, birimiz garbda da olsak yanyanayız" demektedir.

    Evet, böyledir; elverir ki çizgi korunsun. Aynı frekansta bulunulsun. Aksi halde sesimizi onlara duyuramayız. Onların sesini de alamayız.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 139-141]



    Fethullah Gülen gaybe muttali olunabileceğini sanıyor.(S:153-154)

    Bir insanın gayb alemine muttali olmasının yolu, arzettiğimiz hususlar gibi şeylere riayetten geçer. Günde üç öğün yemek yiyen, karnını tıka basa doyuran ve kendini gevezeliğe salıp, bilip bilmediği her şeyi konuşan, zikre devam etmeyen ve cemiyet hayatında, çoğunlukla kendisini ilgilendirmeyen mâlâyâniyatla meşgul olan.. çok uyuyan ve gaflette boğulan bir insanın, bana niçin gayb perdesi açılmıyor, diye itiraza hakkı yoktur. Zira o, kendini neticeye ulaştıracak yolun erkanına riayet etmemektedir. Menzile varılmaması da gayet normaldir.

    [ Varlığın Metafizik Boyutu 1, M.F.Gülen, Feza A.Ş., Zaman Gzt., 1998, S: 153-4]

    (Devam edecek)
  2. 11 Aralık 2008
 
Üst