Tarikatlar eleştirilemez mi?

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Tasavvuf eleştirilemez mi, demiyorum. Çünkü bu, mesela fıkıh eleştirilemez mi demekle eş anlamlıdır. Evet, fıkıh eleştirilemez, çünkü o Kelamullah'ı anlama çabasıdır, ama fıkhî görüşler ve onların oluşturduğu mezhepler eleştirilebilir, eleştirilmek zorundadır.

Eleştirilemezse onun adı fıkıh olmaz.


Önce işin uzmanı olanlardan, hoşgörü dileyerek tasavvuftan ne anladığımı söyleyeyim:


Tasavvuf kısaca ahlak eğitimidir. İnsanın, Allah’ın istediği gibi bir kul olma çabasıdır. Hukuki yaptırımlar olmadan kişinin duygularını eğitip arındırması, Kur'an ifadesiyle nefsini tezkiye etmesidir. Allah’ı daha içten ve O’nu kendini tanıttığı gibi tanımasıdır. Bu sahanın bağımsız bir ilim olup ‘tasavvuf’ adını almasından önce de İslam’ın bu özelliği vardı. Hatta bir din olarak İslam’ın esası budur da diyebiliriz. Adına sonradan tasavvuf ve onun farklı anlayış ve uygulamalarına da tarikat denmesi, ya da bazı tarikatlarda diz boyu bidatlerin görülmesi tasavvufun sonradan ortaya çıkan bir bidat olduğunu göstermez. Tefsirde, fıkıhta, kelamda ve hadisteki yanlış anlamalar nasıl bu ilimlerin suçu değilse, tarikatlardaki yanlışlıklar da tasavvufun suçu değildir. Ve nasıl bütün ilimlerde, hatta düşüncede ve sanatta bir muallime tabi olmak işi kolaylaştırır ve sağlıklı kılarsa, tasavvufta da bir mürşidin desteğini alma, eğitiminde yetişme, şerî anlamda olmasa da, pratik anlamda onlardan çok daha gereklidir.


Ve, nasıl diğer İslamî ilimlerdeki sapmalar ve hatalar eleştirilebiliyorsa tarikatlarda da eleştirilebilmelidir. İşte tasavvufu mecrasından çıkaran anlayış onu temsil edenleri eleştirilmez kılmaktır. Tehlike de buradadır ve tarih boyunca pek çok tasavvufî anlayış kendilerine böyle bir koruma kalkanı ihdas ederek eleştirenleri dışlamış, ilme ve âlimlere tavır almıştır. Durum böyle olunca bir kısım âlimler de kendilerine hücum edilmesinden çekinip susmayı tercih etmişler, bir kısmı da aşırı tepki gösterip tasavvufu kökten inkâr etmiş, onu bidat ve şirk sayma yoluna gitmişler.


Oysa Farukî’nin dediği gibi “Tasavvuf, bir takım saldırgan devletlerin ortaya çıkmasından, bazı sosyal ve siyasi hareketlerden olduğu kadar milyonlarca insanın İslam’a girmesinden de sorumludur”. (İslam Kültür Atlası, s. 323). (Kanaatimce bu ifadeden de kitabı çeviren sorumludur). İşin ilmi yönünü uzmanlara bırakalım.


Bendeniz meseleyi pratiğe çekeceğim ve sizlere günümüzden örnekler vermeye çalışacağım. Bir süre önce Yazdığım ‘Mürşit’ yazıma cevap olarak Bekir Fikiroğlu (muhtemelen mahlas) adlı okuyucumun, herkesin sevdiği üstadının sözlerinden seçip gönderdiği ve yerimizin darlığı sebebiyle bir kez de bizim keserek aldığımız şu cümlelere itirazı olan var mı diye soralım?


“Mürşid, mürîd için sadece bir vasıtadır (muallimdir). Vasıtaya muhabbette aşırıya kaçarak, onu gaye haline getirmek, şirke kapı aralamaktır...


Bu tür aşırılıklara sürüklenenler hem tasavvuf muhaliflerinin elini güçlendirmiş, hem de mensubu oldukları yolun istikametine zarar vermiş olurlar. Bu ise büyük bir vebaldir.


Bazı cezbeli müritlerin heyecan taşkınlığı içinde söyledikleri, ‘benim şeyhim bir şeyi dilerse Allah onu mutlaka verir’ gibi sözler, muhabbet, hürmet ve bağlılığın, meşru sınırından çıkarak ifrat ve taassup derecesine varmasının bariz bir misalidir. Peygamber Efendimiz (sa) Allah’ın Habibi olmasına rağmen, O’nun bile bütün duaları kabul edilmemiştir.


Yine bazı kimselerin, salih zatların gıyabında ve kabirlerini ziyaret esnasında, ‘ey filan zat!

Bana şifa ver! Benim şu ihtiyacımı gider’, gibi sözlerle, doğrudan doğruya onlardan talepte bulunmaları, şirke kapı aralayabilecek derecede büyük bir yanlıştır. Gayet hassas olan tevhit akidesini zedeleyebilecek bu ve benzeri cahilane sözlerden titizlikle sakınmak gerekir.

Maddi-manevi müşkillerin halledilmesinde, kâinatın sevk ve idaresinde, Allah’tan başkasının mutlak tasarrufta bulunabileceği intibaını veren her türlü ifadeden şiddetle kaçınılmak gerekir.


Yine bazı müridlerin ‘benim mürşidim asla hata etmez’, demeleri yanlış bir telakkidir... Büyük mürşitlerden biri, ‘bizde, İslam’a uygun olmayan bir iş gören, bizi hemen ikaz etsin’ demiştir.


Bazı kimselerin, kendi mürşidine intisap edenlerin doğrudan Cennet’e gidecekleri, şeklinde, şeriata uymayan asılsız, mesnetsiz, hezeyana dönüşmüş heyecan taşkınlıklarına rastlanmaktadır. Hakk'ın emirlerine isyan ederek kendisine zulmedeni -Allah dilemedikçe- hiç kimse azaptan kurtaramaz.


Bu bakımdan fanilere güvenerek, yani onlardan vefa ve yardım umarak Bâki'yi unutmak ve Hakk'ın emirlerine bigâne kalmaktan daha hazin bir hamakat olamaz”.


Bunlar sadece bir örnek. Elbette böyle düşünen başka pek çok zat-ı muhterem var.

Kimseyi ne tezkiye etme, ne de suçlama makamındayız.
Bir de öbür örnekleri görelim. Pazara inşallah.

Twitter.com@farukbeser

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/faruk_beser/tarikatlar-elestirilemez-mi-2007544
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
denetim ve eleştirinin
en gerekli olduğu alan
tasavvuftur
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
siz ilk önce hamidullah mevdudi seyyid kıtup mustafa islamoğlunu eleştirin
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Muhakkak ki onlarin da elestirilecek yonleri vardir. Ondan once icinde bulundugun camiayi elestirebiliyor musun sen onu soyle.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Faruk Beşer tabi fetullaha yakın nurcu idi. Hiç bir zaman risale eleştirilemez mi diyemedi. Yemedi belki de :)

Bu söylediği şeyleri yapan tasavvuf ehli vardır ama aksine çok daha fazlası Faruk Beşer'den daha iyi anlamıştır tasavvufu.. Kaç defa yazı astık bir mürşidi kamilden tasavvuf nedir diye. Mürşidlerin her şeyi bilemeyeceğinden, beni abartmayın diyenine kadar. Bunları nedense gözleri görmeyen kardeşlerimiz var, göremiyorlar da ya da işlerine gelmiyor.
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Her şeyi nurculara bağlamayı nasıl başarıyorsun?
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
eleştiriyorum adamlar evim uzak diye gazteyi aşağıya bırakıyorlar bi motor alamadılar 2015 oldu hala bisikletle gazete dağıtıyorlar zaman gazetesi kadar olamadılar:)
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
İslamcılığı harcadılar matmazel

2015 yılındayız. Türkiye Milli Görüş anlayışı tarafından yönetiliyor. Tunus’ta Nahda, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi, Pakistan ve Bangladeş’te Cemaat-i İslami, Afganistan’da Hikmetyar’ın partisi, Mısır ve Suriye’de İhvan-ı Müslimin iktidarda. İran ‘mezhep çekişmelerini rafa kaldıran’ devrimci anlayışı ile takdir topluyor. Bu yönetimlerin İslam dünyasına önerdikleri ‘yerli ve dindar’ model zaten göz kamaştırıyor. Filistin meselesi, iki devletli ve son derece adil bir biçimde çözüme kavuşturulmuş durumda. İsrail’in öldürdüğü bir Filistinli kayda geçmeyeli 6 yıl oluyor.

Ya kahkaha attınız ya da acı bir gülümseme yerleşti yüzünüze değil mi? Tamam. Yazının bundan sonrası ‘yüzüne acı bir gülümseme yerleştirenler’e gelsin o halde.

80’li yılların sonunda yukarıda ortaya koyduğum tablo hemen hiçbir İslamcı için hayal değildi. Dahası, işler tam da o tablonun hayata geçebileceği hayalini kurmamıza imkan verecek şekilde ilerliyordu.
Amerika’nın 1990’da başlattığı Irak müdahalesi, Afganistan’ın siyasal durumundaki belirsizlik, Cezayir’de binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan iç savaş, Pakistan’ın Afganistan’da olan bitene paralel olarak hızla ‘çölleştirilmesi’, Bosna ve Çeçenistan’da yaşananlar, Türkiye’deki 28 Şubat süreci gibi açık sorunlar 90’lı yılları İslamcılık açısından bir buhrana çevirdi.

‘İslamcılık 2000’li yıllarda yeniden silkelense ve kendine gelse’ beklentileri de 11 Eylül ve ardından ortaya konulan ‘İslamofobi’ konsepti ile bir kabusa dönüştü(rüldü.)

2010’lar ise, daha yarısını bile idrak etmemiş olmamıza rağmen, denilebilir ki tüm dünyada İslamcılığın ağır mı ağır yenilgilere uğratıldığı bir zaman dilimi olarak geçecek kayıtlara. Hem yeni kolonyalizm eliyle dışarıdan hem de ılıştırılmış ve kızıştırılmış yapılar eliyle içeriden ‘İslamcılığın tasfiyesi süreci’ söz konusu.

Evet. Bu noktada artık şunu cesaretle konuşmalıyız: İslamcılık, tüm dünyada hem dışarıdan hem de içeriden fena halde kuşatılmıştır ve gelinen aşama artık ‘tasfiye’ aşamasıdır. İslamcılar, sahip oldukları ideolojinin siyasal tarih kitaplarındaki yerini almaması için ne yapacaklar? Soru budur.

Sorunun birinci hali şudur: Denebilir ki ‘150 yaşında ve artık geleneksel yöntemleri ile manevra yapabilme kabiliyeti kalmayan, teorisyenlerinin özgün düşünce üretmekte zorlandığı, merkezi aklının izlerini artık göremediğimiz, yıpranmış, yıpratılmış bir ideoloji olarak İslamcılık ölse ne olur, kalsa ne olur?’

Doğrudur. Birinci sınıf siyasetçi ve teorisyen üretme sıkıntısı İslamcılığın başat sorunlarından biri haline gelmiştir artık. Bugün İslamcılık denildiğinde aklımıza bazı fıkıhçı-tekfirci hocalar, bir miktar kafa kesen cani, bir miktar da sağcı siyasetçi profili gelmektedir. Bu her bakımdan merkezi İslamcılık aklı adına utanç verici bir durumdur.

Üstelik ‘kendi küçük adasını dünyanın tamamı zanneden’ İslami hareketlerin ürettiği ağır iletişimsizlik de işin cabasıdır.
İşte tam bu noktada ‘İslamcılık ölse ne olur kalsa ne olur?’ sorusu anlamlıdır. Bugün, İslam’ı yaşam pratiğinin merkezine yerleştiren geniş kitlelerin derdine derman olacak bir İslamcılığın yeniden üretilmesi zorunluluğu İslamcılık açısından hayatiyet arz etmektedir böylece.

Bu yorgunluktan, bu tükenmişlik sendromundan yeni bir sürgün, yepyeni bir filiz çıkar mı, çıkabilir mi peki? Kusuruma bakılmasın, ben bu soruya ‘evet’ cevabı veremiyorum.

Sorunun ikinci hali de şudur: Bu 150 yaşındaki yıpranmış mirası reddedip o değişmez güftenin yeni bir bestesini yapma dirayetini gösterebilecek yeni kadrolar var mı? İslam’ı yaşam pratiğinin merkezine yerleştirmiş geniş kitleler için şifa dağıtacak yeni bir pratik geliştirilebilir mi?
Bu zor, zorlu, fakat başarılabilirse muazzam sonuçlar elde edilebilecek dipdiri bir alandır. İçimizden yepyeni teorisyenler çıkarsa, camilere, ev sohbetlerine, yenilenmiş bir cihat ve mücadele düzlemine, kendi sözlüğümüze, kendi evimize dönebilirsek tabii.

Mecburen bir defans ideolojisi olarak ortaya çıkmış İslamcılık tecrübesini bütünüyle yok sayıp ‘bundan böyle oyunu bildiğimiz gibi oynayalım birader’ diyebilecek miyiz? Yoksa İslamcılık ötenazi yaptığı ile kalacak mı? Cevapları görelim.

Ne diyordu Beckett: ‘Dayımın oğlu, senin bu ılıştırılmış dediğin adamlar şimdi ‘bir İslamcı, İslamcılık bitti diyor, hahaha’ diyecekler. Çok şey yapma. Onlara küçük maklube tabakları atmakla yetin.’

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/islamciligi-harcadilar-matmazel-2007777
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
İslamcılığı harcadılar matmazel

2015 yılındayız. Türkiye Milli Görüş anlayışı tarafından yönetiliyor. Tunus’ta Nahda, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi, Pakistan ve Bangladeş’te Cemaat-i İslami, Afganistan’da Hikmetyar’ın partisi, Mısır ve Suriye’de İhvan-ı Müslimin iktidarda. İran ‘mezhep çekişmelerini rafa kaldıran’ devrimci anlayışı ile takdir topluyor. Bu yönetimlerin İslam dünyasına önerdikleri ‘yerli ve dindar’ model zaten göz kamaştırıyor. Filistin meselesi, iki devletli ve son derece adil bir biçimde çözüme kavuşturulmuş durumda. İsrail’in öldürdüğü bir Filistinli kayda geçmeyeli 6 yıl oluyor.

Ya kahkaha attınız ya da acı bir gülümseme yerleşti yüzünüze değil mi? Tamam. Yazının bundan sonrası ‘yüzüne acı bir gülümseme yerleştirenler’e gelsin o halde.

80’li yılların sonunda yukarıda ortaya koyduğum tablo hemen hiçbir İslamcı için hayal değildi. Dahası, işler tam da o tablonun hayata geçebileceği hayalini kurmamıza imkan verecek şekilde ilerliyordu.
Amerika’nın 1990’da başlattığı Irak müdahalesi, Afganistan’ın siyasal durumundaki belirsizlik, Cezayir’de binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan iç savaş, Pakistan’ın Afganistan’da olan bitene paralel olarak hızla ‘çölleştirilmesi’, Bosna ve Çeçenistan’da yaşananlar, Türkiye’deki 28 Şubat süreci gibi açık sorunlar 90’lı yılları İslamcılık açısından bir buhrana çevirdi.

‘İslamcılık 2000’li yıllarda yeniden silkelense ve kendine gelse’ beklentileri de 11 Eylül ve ardından ortaya konulan ‘İslamofobi’ konsepti ile bir kabusa dönüştü(rüldü.)

2010’lar ise, daha yarısını bile idrak etmemiş olmamıza rağmen, denilebilir ki tüm dünyada İslamcılığın ağır mı ağır yenilgilere uğratıldığı bir zaman dilimi olarak geçecek kayıtlara. Hem yeni kolonyalizm eliyle dışarıdan hem de ılıştırılmış ve kızıştırılmış yapılar eliyle içeriden ‘İslamcılığın tasfiyesi süreci’ söz konusu.

Evet. Bu noktada artık şunu cesaretle konuşmalıyız: İslamcılık, tüm dünyada hem dışarıdan hem de içeriden fena halde kuşatılmıştır ve gelinen aşama artık ‘tasfiye’ aşamasıdır. İslamcılar, sahip oldukları ideolojinin siyasal tarih kitaplarındaki yerini almaması için ne yapacaklar? Soru budur.

Sorunun birinci hali şudur: Denebilir ki ‘150 yaşında ve artık geleneksel yöntemleri ile manevra yapabilme kabiliyeti kalmayan, teorisyenlerinin özgün düşünce üretmekte zorlandığı, merkezi aklının izlerini artık göremediğimiz, yıpranmış, yıpratılmış bir ideoloji olarak İslamcılık ölse ne olur, kalsa ne olur?’

Doğrudur. Birinci sınıf siyasetçi ve teorisyen üretme sıkıntısı İslamcılığın başat sorunlarından biri haline gelmiştir artık. Bugün İslamcılık denildiğinde aklımıza bazı fıkıhçı-tekfirci hocalar, bir miktar kafa kesen cani, bir miktar da sağcı siyasetçi profili gelmektedir. Bu her bakımdan merkezi İslamcılık aklı adına utanç verici bir durumdur.

Üstelik ‘kendi küçük adasını dünyanın tamamı zanneden’ İslami hareketlerin ürettiği ağır iletişimsizlik de işin cabasıdır.
İşte tam bu noktada ‘İslamcılık ölse ne olur kalsa ne olur?’ sorusu anlamlıdır. Bugün, İslam’ı yaşam pratiğinin merkezine yerleştiren geniş kitlelerin derdine derman olacak bir İslamcılığın yeniden üretilmesi zorunluluğu İslamcılık açısından hayatiyet arz etmektedir böylece.

Bu yorgunluktan, bu tükenmişlik sendromundan yeni bir sürgün, yepyeni bir filiz çıkar mı, çıkabilir mi peki? Kusuruma bakılmasın, ben bu soruya ‘evet’ cevabı veremiyorum.

Sorunun ikinci hali de şudur: Bu 150 yaşındaki yıpranmış mirası reddedip o değişmez güftenin yeni bir bestesini yapma dirayetini gösterebilecek yeni kadrolar var mı? İslam’ı yaşam pratiğinin merkezine yerleştirmiş geniş kitleler için şifa dağıtacak yeni bir pratik geliştirilebilir mi?
Bu zor, zorlu, fakat başarılabilirse muazzam sonuçlar elde edilebilecek dipdiri bir alandır. İçimizden yepyeni teorisyenler çıkarsa, camilere, ev sohbetlerine, yenilenmiş bir cihat ve mücadele düzlemine, kendi sözlüğümüze, kendi evimize dönebilirsek tabii.

Mecburen bir defans ideolojisi olarak ortaya çıkmış İslamcılık tecrübesini bütünüyle yok sayıp ‘bundan böyle oyunu bildiğimiz gibi oynayalım birader’ diyebilecek miyiz? Yoksa İslamcılık ötenazi yaptığı ile kalacak mı? Cevapları görelim.

Ne diyordu Beckett: ‘Dayımın oğlu, senin bu ılıştırılmış dediğin adamlar şimdi ‘bir İslamcı, İslamcılık bitti diyor, hahaha’ diyecekler. Çok şey yapma. Onlara küçük maklube tabakları atmakla yetin.’

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/islamciligi-harcadilar-matmazel-2007777

motive edici, çarpıcı olmanın yanında
çok karamsar bir yazı olmuş (bilançoyu yerin dibine sokmuş)
iran artık nükleer güç ve icabında batı karşısında masada rest çekebilecek seviyeye geldi
mısır da ihvan önümüzdeki on yılda devleti ele geçirme planları yapıyor
(bir zamanlar bir avuç olduklarını unutmayalım)
türkiye artık gençliğin, kültürün yeniden dizaynını konuşup icra edecek bir kadro var

islamcılık bitmedi
sadece kurallar ve çalışma stili/metodu değişti

batı başımıza bir çorap örüp bizi kötü gösteriyor belki, çamura buluyor
ancak herkesin görebildiği sahnedeki çamurdan canavar maske
rahmet yağmuru yağıp yüzümüzden silinecek
sahneden de indiremeyecek


türkiye iran ve ihvan koordineli çalışıp oyunu bozmak zorunda
bunu için ise kardeş olmayı öğrenmek gerekecek
evet islamcılık lazım bize
ama asıl lazım olan kardeş olabilmek
 

müttaki

Profesör
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
2,775
Tepkime puanı
75
Puanları
48
Konum
istanbul
tarikatleri eleştirmek mahalle baskısına dönüşür, tarikatler puthane algısı topluma empoze edilirse bu bizi neye dönüştürür bilemem. Müslüman toplum yani ümmet ayaklanmak istiyorsa önce varlık anlayışını sindirmesi gerekiyor. Varlık nedir, beğenmediğiniz batı varlığı tanımlamak ve varlık felsefesini anlamak için bilim dalı kurmuş. Bu filozoflardan Descartes, kant, nietzche, marx gibi kişilerce önermeler ortaya koymuşlar. Kimisi varlığı üstün insan olarak tarif etmiş kimisi varlığı materyal olarak tarif etmiş. Materyalist diyalektik anlayışını bilmeyen, üstün insan akımını okumayan fıkıh meal tevil tefsir döngüsünden çıkamayan bir ümmet asla batı ile mücadele edecek bir algı ortaya koyamaz. İslamdaki ibni sinanın farabinin en önemlisi muhyiddin arabinin varlık tanımı olan vahdeti vücuda öcü gibi bakan, yunusemrenin üstün insan aşkınlığına ne diyormuş bu meczub diye söylenen bir algıyla bakan ortadoğunun gelişimi ancak batının kontrolünde olur. Oyunu kuran her zaman oyuna hükmeder. Ortadoğu oyuna girecek, oyunu kuranlardan daha iyi bir kurgu kuracak ki söz sahibi olabilsin.
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0


motive edici, çarpıcı olmanın yanında
çok karamsar bir yazı olmuş (bilançoyu yerin dibine sokmuş)
iran artık nükleer güç ve icabında batı karşısında masada rest çekebilecek seviyeye geldi
mısır da ihvan önümüzdeki on yılda devleti ele geçirme planları yapıyor
(bir zamanlar bir avuç olduklarını unutmayalım)
türkiye artık gençliğin, kültürün yeniden dizaynını konuşup icra edecek bir kadro var

islamcılık bitmedi
sadece kurallar ve çalışma stili/metodu değişti

batı başımıza bir çorap örüp bizi kötü gösteriyor belki, çamura buluyor
ancak herkesin görebildiği sahnedeki çamurdan canavar maske
rahmet yağmuru yağıp yüzümüzden silinecek
sahneden de indiremeyecek


türkiye iran ve ihvan koordineli çalışıp oyunu bozmak zorunda
bunu için ise kardeş olmayı öğrenmek gerekecek
evet islamcılık lazım bize
ama asıl lazım olan kardeş olabilmek


Yazar 1858 Hindistan işgalini referans alarak en hayati noktaya işaret etmiş...150 yıldır iki cihetten kuşatma altındayız;

1. Sanayi devrimini gerçekleştiren batı ülkelerinin hammadde ve iş gücü ihtiyacına ulaşmak için tek engeli olan İslam'ı İslam içinden seçtikleri önderlerle yıkıma uğratmak...Ve İslam coğrafyasındaki zenginlikleri yağmalamak...

2. İslam aleminin geri kalmışlığını islamın yorumlanmasına bağlayarak birinci şıktaki önderlerin boyalı cilalı yaklaşımlarını benimseyen reformist reddiyeci akılcı islami akımlar ve bunların takipçileri...

Bunlara ilave olarak zaten kökü İslamın ilk yıllarına dayanan ŞİA ve Haricilik zehrini de fesad kazanına ilave edersek ölüm iksirini tamamlamış oluyoruz...Bu şartlar altında islam aleminin ayağa kalkmasının mümkünatı görünmüyor...

Misalen bir akım veya bir lider gerçekten çözüm formülü ile ortaya çıksa ve metodunda haklı da olsa ilk mukavemeti önce kendi safında bulunması gereken zehirlenmiş gönüllerden görerek ilk mücadelesini bunlarla vermek zorunda kalacak...Hristiyan veya siyonist dünyanın böyle bir hareketi engellemek için fazla çaba harcamasına gerek bile yok...Sadece silah verse yeter...Müslümanlar sahada gönüllü olarak birbirini boğazlamaya dünden hazır...Şuan her coğrafyada yaşanan bu hakikatin tezahüründen başka birşey değil...

Aklının başına gelmesi için müslümanların nagasaki-hiroşima gibi veya Hristiyanların yaşadığı 100 yıl savaşları gibi büyük bir tokat yemesi gerekiyor...Bu günkü haliyle zaten herkes sorunun bir parçası...Çözüm çok uzakta...
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
malumunuzdur mürşid i kâmillerin, tarikatların politika ile işi olmaz.

milli nizam partisi kurulmadan evvel denilmiş ki "beyazıt'ta bir halveti şeyhi varmış onu da davet edelim partiye". bir gün muzaffer efendi bakmış ki partililer beyazıt meydanı'ndan geliyorlar, anlamış durumu, ibrahim baba'ya demiş ki "ibrahim kahveden iskambil kap gel". sahafta masaya ibrahim baba'yı oturtmuş, 2 de çalışan, bir de kendisi..dağıtmış kağıtları oyuna başlamış. partililer selam verip dükkana girmişler, "şeyh muzaffer ozak'ı arıyoruz kimdir?" demişler. muzaffer efendi oyun masasında, elinde iskambiller.."benim buyrun" demiş. partililer şaşırmış, bozulmuş, suratlar ekşimiş, kem küm edip yüz geri yapmışlar. efendi saatlerce bu işlerin "bu" işlerle birlikte yürümeyeceğini boşa anlatmak yerine, kıvrak bir hamle ile başından savmış partilileri.

ve hiç de umurunda olmamış o insanların "şeyhe bak kağıt oynuyor" cümleleri. çünkü "...allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar."

bir gün de bir zat ı muhterem efendi'ye "ya hu efendi senin niye sakalın yok?" deyince kayış atmış muzaffer efendi'de. "ulan reisicumhuru fahri korutürk, başbakanı süleyman demirel olan ülkede benim gibi şeyh sana fazla bile! abdülkadir geylani mi bekliyordun?!" demiş.

fuyuzatından nasiplenmek nasip olur inşallah.

https://eksisozluk.com/muzaffer-ozak--463303?p=2
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
malumunuzdur mürşid i kâmillerin, tarikatların politika ile işi olmaz.

hatırayı ekşi sözlükten biri yazmış, yukarıdaki cümlelerde o kişiye ait.bir gerçeği yansıtıyor.günümüzde durum biraz farklı.politikayla işi olmayan tarikat mürşid yok gibi.
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,879
Tepkime puanı
2,059
Puanları
113
Konum
Mars
Tarikattaki arkadaşlara nasıl görüyoruz diye bir sorsak nasıl bir cevap gelir acaba
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
En büyük nimet

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz âlemlere rahmettir. Bu rahmet, kıyamete kadar Onun vârisleriyle yani Ehl-i sünnet âlimleriyle, Silsile-i aliyye büyükleriyle devam etmektedir. Nasıl ki Eshab-ı kiram için en büyük nimet, en büyük saadet, Peygamber efendimize kavuşmaktır, Onun bu vârislerine, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklere kavuşmak, yani onları tanımak, sevmek ve kitaplarını okumak da böyle en büyük nimet, en büyük saadettir. Bu nimete, bu saadete kavuşanlar, çok bahtiyar insanlardır. Kim bu nimete kavuşmuşsa, Allahü teâlânın bu nimetine, bu ihsanına çok şükretmesi gerekir. (Vücudumun her hücresi gelse de dile, şükrünün binde birini yapamaz bile) sözü, bu nimete kavuşanlar için söylenmiştir.

Allah korusun, bu büyükleri incitmek, Peygamber efendimizi üzmeye, Allahü teâlâyı incitmeye kadar gider. Çok tehlikelidir. Tabiî, bu büyükleri direkt olarak hiç kimse üzemez, ama bu büyüklerin yolunda olup da, sözlerini dinlememek veya onların nasihatlerine kalben yahut şeklen muhalefette bulunmak, fiilî olarak kırmaktan daha tehlikelidir. Onlar, (Gıybet, dedikodu etmeyin, kalb kırmayın, birbirinizi üzmeyin) buyuruyorlar. Bu yüzden, birbirimizde hiç kusur, kabahat aramayalım. Daima iyi taraflarımızı görelim. Bir sıkıntı olmuşsa, o günü bitmiş kabul edelim. Dünkü olaylarla yarına çıkmayalım. Biz, bugünü güzel değerlendirmeye bakalım. Bize yapılan kötülükleri de, yaptığımız iyilikleri de unutalım. Allahü teâlâyı ve ölümü ise hiç unutmayalım.

Din büyükleri, evlatlarına, talebelerine, (Endişe etmeyin. Ölsem de sizi yalnız bırakmam) buyurmuşlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri vefat ederken, çocukları ağlayınca, onlara, niye ağlıyorsunuz diye sormuş. (Efendim sizden sonra bizim hâlimiz ne olacak? Bize kim sahip çıkacak) demişler. Bunun üzerine buyurmuş ki:
(Vefat ettikten sonra size daha çok faydalı olacağım, size söz veriyorum, çünkü dünyada ne de olsa, dünya hâlleri içindeyim. Beşerî münasebetlerim var, ama vefat ettikten sonra, bütün bu sıkıntılardan da kurtulacağım, size olan faydam, şimdikinden daha fazla olacak, bundan hiç endişe etmeyin! Peygamber efendimizin, tespit edebildiğim, bilebildiğim, bulabildiğim, bütün sünnetlerini ifa ettim. Bir tanesini yapamadım. Vasiyet ediyorum, benden sonra o sünnet yerine getirilsin! O da, benim kızım evlenecek, onun bir erkek oğlu dünyaya gelecek, kızımdan olan o torunumu benim kabrime getirin, omzumun hizasına oturtun, çünkü Peygamber efendimizin, mübarek kızı hazret-i Fâtıma’dan olan torunları hazret-i Hasan’la hazret-i Hüseyin’i omzuna aldığı gibi, kızımdan bir torunum olup da omzuma almadım. Bu hususta da Ona benzemek istiyorum.)

Her Müslüman da, o büyükler gibi, imkân nispetinde, her sünnete uymaya çalışmalıdır.


 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa


hatırayı ekşi sözlükten biri yazmış, yukarıdaki cümlelerde o kişiye ait.bir gerçeği yansıtıyor.günümüzde durum biraz farklı.politikayla işi olmayan tarikat mürşid yok gibi.
doğru hakiki islam alimleri siyasetle particilikle uğraşmamış çakmaları uğraşmış
 
Üst