tarikatın dindeki yeri...

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
kardes forumun muhtelif yerlerine goz atarsan bu sualine yuzlerce yerde cevap verilmis,

selametle
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
S.a

Tarikat; din e sonradan girmiş, islamı anlama ve yaşama biçimidir. Günahlardan kaçmak ve Allah a daha yakın olmak adına girilmiş bir yoldur. Din e sonra dan girmiş olsada bid'ad değildir...

Bugünlerde hakikatini kaybetmiş içine bidatlar ve hurafeler girmiş olsa da haktır, ancak girmede zaruret yoktur. Mürşid i olmayanın mürşid i şeytan da değildir.

Tarikatların, mezheplerle karıştırılması yada karşılaştırılması da akla muhaldir. içtihad kapısı kapalı değildir, ama güzel kilitlenmiştir. Var ise Kur'an ın bütün surelerini nüzul sebepleri ile bilen, en az 100 bin hadis i ravileri ile ezbere bilen farklı açıdan bakabilir....

Mürşid Kur'an dır... Sünnet i Seniye de kur'an dır... Efendimiz olmadan Kur'an olmaz... Selametle....
 
M

Murat Sâki

Guest
Bugünlerde hakikatini kaybetmiş içine bidatlar ve hurafeler girmiş olsa da haktır, ancak girmede zaruret yoktur. Mürşid i olmayanın mürşid i şeytan da değildir.

Evet islamveinsan kardeşin çok yerinde tesbitlerinden bir tanesi daha. Tebrik ediyorum.

Kaç kişiler var ki bu sözü idraktan aciz ve anlamadıkları gibi paradoksal düşünceleri empoze ediyorlar karşılarındakilere.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Şimdi şu kısım çok iyi okuna ve idrak oluna... hassaten zınar ve islamveinsan kardeşlere...

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatın her sahasında üsve-i hasene olduğu gibi, insanları terbiye ve tezkiye etme konusunda da en güzel bir örnektir. Onun, peygamber olarak pek çok vazîfe ve salâhiyeti bulunmaktadır. Ancak bunlar içerisinde Cenâb-ı Hakkın, Ona verdiği şu dört vazife temâyüz etmekte ve daha da ehemmiyet kazanmaktadır:

1. İlâhî vahyi almak. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Allâh Teâlânın, ekseriyetle Cebrâil -aleyhisselâm- vâsıtasıyla gönderdiği ilâhî kelâmına mazhar olmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın dileyip lutfetmesiyle vâkî olan bu vahye muhâtab olma keyfiyeti, Peygamber fendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in dâr-ı bekâya irtihâliyle nihâyete ermiştir.

2. Kurân-ı Kerîmle nâzil olan ahkâm ve hakîkatleri, hadis-i şerîflerde ve Siyer-i Nebîde vârid olduğu üzere şerh ve îzah etmek. Rasûlullâhın bu ilmî salâhiyeti (otoritesi) müctehidler tarafından devâm ettirilmiştir. İlâhî ahkâmın şerh ve îzâhı, beşerî hayâtın yeni îcâp ve ihtiyaçları karşısında ictihad adı altında devâm edip gitmektedir. Ehli bulunmadığı durumlarda bu keyfiyet, bâzan rafa kalkmış gibi görünse de, ona âit lüzûm ve zarûret hep bâkî kalmıştır. Bu vazîfe, ictihad makâmına erişen âlimlere âittir.

3. Dînin emir ve nehiylerini müessese ve nizâm hâlinde tatbîk eden ve canlı tutan dârî otoriteye sâhip olmak. Bu da halîfeler (ulül-emr) tarafından devralınıp devâm ttirilmiştir.

4. Ruhlarda tasarruf etmek sûretiyle insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltmek. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize âit olan vahyi nakletme dışındaki bütün vazifelerin O'nu tâkip edenler tarafından bir şekilde devam ettirilmesi nasıl matlûb ve mecbûrî ise, O'nun, insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltme vazifesinin de nihâyete ermemesi ve bunun meşâyıh tarafından kıyâmete kadar devam ettirilmesi aynı şekilde matlûb ve mecburîdir. Çünkü müminlerin sâdece zâhirinin değil, bâtınının da temizlenmesi, ancak ve ancak bu sûretle mümkün olabilmektedir. İşte tasavvufî usûl ve esasların ana menşei, rûhu Kur'ân ve hadislerde mevcûd olan bu nebevî faâliyetin her zaman ve mekânda temâdîsinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı, bu îcâb ve ihtiyaçtır. (Osman Nûri Topbaş Hocaefendi)

Bakalım kimler anlayacak...
 

303

Üye
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
arkadaşlar bu tip konuların net üzerinden tartışılması faydadan ziyade zarar getirecektir kanısındayım.yüz yüze konuşmak,tartışmakla burası arasında dağlar kadar fark olacaktır.Eğer biri aramıza fitne sokmak isterse inanın bundan iyi fırsat bulamaz...neyse siz daha iyi bilirsiniz amabenim fikrim bu.selametle..
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
S.a

Biz/ben az kelime ile çokları ifade etmeye çalışıyorum, biliyorum ki aramız da bazı kelime ve izahlara yabancı arkadaşlar var.

Kardeşim ya sen bugünki tarikatları bilmiyorsun yada tarikatı ?
Biz tarikat ın hak olduguna iman ediyoruz. Bugün yaşayan tarikatlarda bidatlar var hurafeler var. Aslı bozulmuş kendi bozulmuş bir anlayış başkasını düzeltemez...
Kendilerinden bi haber mürşidler in müridlerini görüyoruz...

Resim haram iken şeyh yada mürşid in resimleri müridlerin ceplerinde koyunlarında geziyor... Şeyhlerin kendi internet siteleri var artık, resim ve müzikler yayınlanıyor... Müzik ve resim haram değil mi ? Mürdiş i kamil böyle haram a nasıl alet olur ?
Peygamber Efendimiz sas in insanları kurtarmaya yetisi yok iken, şeyhlerin akibete ve ahirete dair söylemleri ne oluyor ?
Kızına; "Sakın babam peygamber diye güvenme..." diye tembih eden bir Peygamberimiz varken... Allah dan başka afvedici olmamasına rağmen, ondan başkasından hiç bişey istenmeyecegi aşikar ve hakikat iken, onunla araya onlarca yada bir tane şeyh yada mürşid yada üstad koymak akıl karımı ?

Bugün onlarca bid a tarikatlara bulaşmıştır. Hak olmasına rağmen bugünki durum ve iman kurtarma zarureti tarikat zamanını bitirmiştir. Sizi anlıyor ve katılıyorum, beni anlamanızı ümit ediyorum...

Selametle...
 

Savm

Profesör
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
3,874
Tepkime puanı
76
Puanları
0
kardeşim senin üzüldüyün bu konuya yıllar öncesinden bende çok düşünmüştüm şimdiyse okumuş olduğum ayetlerden ve hadislerden ayeti kerimede peygamber efendimiz bende sizin gibi bir insanım demiştir yani mürşidi kamilde bir nihayetinde bir insandır fakat mürşitlere bu gibi imkanlara vesile olan allah dostlarınında oldugunu unutmamak lazım.
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
S.a

Haram a ve küfre susacaksın ?
Rıza göstereceksin ?
Mürşid yada Mürşid i Kamil olacaksın yada Allah a dost olacak öylemi ?

......: Eyvah :.....

Selametle...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Küfr olan nedir?

Dediğiniz haramlara gelince; malumunuzdur, müziğin her çeşidine haramdır diyenler olduğu gibi, 3'e ayıran alimlerde vardır. Siz müzik dinlemeyebilirsiniz ama meşru saylan müziği dinleyenleri, günahkar diye niteleyemezsiniz. Bize de tavsiye olunan müzik dinlenmemesi ve evlerde tv bulundurulmamasıdır. Bu tavsiyeye uyan abileri de görmüşümdür.

Resim konusunda haklısınız. Resme, zaruret haricinde kullanılmasına dair fetva verilmemiştir. Elhamdulillah, bu konuda çok hassastır abilerimiz. Muhterem Efendimizin sitesinde 5-10 adet resim vardır. Bana öyle geliyor ki bunlar Efendimizi görme imkanı olmayanlar için zarureten koyulmuştur. Bunun haricinde cepte resim gezdirme gibi birşey asla söz konusu değildir. Ben bunları kendi cemaatim adına, anladıklarımı söylüyorum. Başka yerleri bilemem.

Allah Teala dileseydi Peygamber Efendimize (salat ve selam üzerine olsun) aracısız vahyedebilirdi. Allah'ın koymuş olduğu kanunlar, sebepler manzumesi vardır.

Kimse mürşidine dua etmiyor.

Tasavvuf ilmi hakkında, eminim en az benim kadar, okumuşluğunuz vardır. O yüzden diyeceklerim, sizin için malumun ilanından başka birşey olmayacaktır.

Yorumlara değil de yaşananlara bakalım. Vakıaya bakalım. Yorumlar şahsi ve indidir. Olayların vardığı sonuçlar ise ilahidir. Rabbi zül-Celal'ın koymuş olduğu kanunlar neticesindedir. Eğer Sami Efendi icazetini Peygamberimizden almışsa, Ali Haydar Efendi tarikata karşı olmasına rağmen ilahi bir işaret alıp ileride irşada memur olacaksa, Hızır'ın yardımcılarından Ladikli Ahmet Ağa insanları tarikat dersi alması için Sami Efendiye yollayacaksa; artık burada yorum yapmak, inatlaşmak olacaktır. Ya bu Muhterem Zatlar yalancı (Haşa), ya da biz ahiret endişesi olmadan yalan yanlış konuşabilme cesaretini gösterebiliyoruz. Cahil cesur olur.

Su-i misal emsal teşkil etmez. Bazı yerlerde yanlışlar vardır. Eğer her bu yanlışlardan değil de genel manada tarikatlarda ve onların anlayışlarında yanlışlar var diyorsanız, -önceden söylediğim gibi- sizin görmüş olduğunuz bu yanlışlar, sizin ve bizim gözümüzün şaşılığındandır.
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
S.a

Öncelikle islam zahire bakar batına değil...
İkincisi; ben bir cemaat yada tarikat için değil umum için kullandım o kelimeleri..
Üçüncüsü; anladığım ve aradığım manada tarikat ı henüz görmüş ve bulmuş değilim...

Bugün müzik ve resim konusunda kim hassas ?
Haram ı işlemek ile haram a taraf olmak aynıdır...
Küfre rıza göstermek, küfürdür.

Mürşidlerle ve Şeyhlerle ugrastiginiz kadar yada vakit verdiginiz kadar sahabenin hayatına verseydiniz hakikat i görmekte geç kalmazdınız...

Tarikatlar içindeki hangi olguyu savunacaksınız ?
Rabıta ; şeyhi düşünerek yapılan hal ve hareketler in islamda yeri ne ?
Hem öyle ulvi birşey olsa sahabenin Hz Muhamed i düşünmesi gerekiyordu..
Yada bizim sahabeyi düşünmemiz gerekirdi...

Resim in haram oluşunun bir hikmetide budur...
Uzun konu geniş bir konu her sözümüz yanlış anlaşılıyor, onun için kısadan dönmek istiyorum...
Selametle
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Tarikatlar içindeki hangi olguyu savunacaksınız ?
Rabıta ; şeyhi düşünerek yapılan hal ve hareketler in islamda yeri ne ?
Hem öyle ulvi birşey olsa sahabenin Hz Muhamed i düşünmesi gerekiyordu..
Yada bizim sahabeyi düşünmemiz gerekirdi...

Demek sahabe Hz. Peygamberi düşünmüyordu? :clap2:

Ama ben lafı düzelteyim de şöyle anlayayım. Bugünkü ehli tasavvuf gibi rabıta şeklinde anlaşılacak tarzda düşünmüyordu. Rabıta şeyhe duyulan muhabbetten başka birşey değildir. Hal ve hareketlerinde kemale ermiş, kendisini Hz. Peygambere benzetmiş bir şeyhi düşünüp onu örnek almakta ne gibi bir yanlışlık var? Direk kendinizi Hz. Peygambere ve sahabeye benzetebiliyorsanız vallahi şeyhe ihtiyacınız yok...

Öncelikle islam zahire bakar batına değil...

Bu sözü duymuşunuz ama çok yanlış kullanmışınız. İslam tabi ki batına da bakar. Münafık kavramı neden var. Dünyada uygulanan islami hükümler açısından zahire bakılır ve o şekilde hükmedilir. yoksa kalpleri yalnız Allah bilir... Asıl hükmü de mahşerde batına da bakarak O (celle celaluhu) verecektir. Bir ayeti celilede tam 7 defa yemin ediliyor ve sonrasında nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceği söyleniyor...

Mürşidlerle ve Şeyhlerle ugrastiginiz kadar yada vakit verdiginiz kadar sahabenin hayatına verseydiniz hakikat i görmekte geç kalmazdınız...

En iyi öğrenme şekli okumak değil bir bilenden görmektir. Bunu herhalde öğrenmiş olmanız lazım. Mürşid örnektir. Çünkü sahabeye ve Peygambere en çok benzeyen O'dur. O'na benzemeye çalışırız ki Peygambere benzeyelim...
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83

Islâmda dini hükümler iki temel kaynaga dayanir:
Kitap ve Sünnet.
Islamin ortaya koydugu bütün dînî ve
serî hükümler, bu iki kaynaktan alinmistir.
Bu iki temel kaynagin disinda kiyâs ve icmâ adinda iki kaynak daha
vardir ki, bunlar asil itibariyle müstakil kaynak degillerdir,
Kitaba ve Sünnete dayanmaktadirlar.

Kitap, > Kurân-i Kerîmdir.
Sünnet, >Peygamberimizin(s.a.v) söyledigi sözler ve yaptigi islerdir. Peygamberimizin(s.a.v) sözlerine kavlî sünnet, islerine
fiilî sünnet denir.
Peygamberimizin(s.a.v) sahâbelerden birinin söyledigi bir sözden, yahut isledigini gördügü bir
isten, onu men etmeyip susmalarina da takrirî sünnet denir.
Bunlarin hepsine birden Hadîs denilebilirse de, bu tâbir, bilhassa, Peygamberimizin(s.a.v) sözleri için (kavlî sünnet)
kullanilir.
Kiyâs,>bir mesele hakkinda Kurân ve Sünnette bulunan bir hükmü, aralarindaki sebep benzerliginden
dolayi diger bir mesele hakkinda da vermektir.
Meselâ: Sarabin içilmesinin haram oldugu hem Kitap, hem de
Sünnet ile sabittir. Sarabin haram kilinma illeti, sarhosluk vermesidir.
O halde sarabin disinda sarhosluk veren
bütün alkollü maddelerin içilmesi haram olmalidir.
Bu hüküm kiyâs> yoluyla ortaya çikmaktadir. Kiyâsi herkes
yapamaz, ancak > müctehid seviyesindeki din ve fikih alimleri yapabilirler.
Icmâ-i Ümmet, bir asirda bulunan Islâm müctehidlerinin bir mesele üzerinde ictihad yoluyla verdikleri
hükümlerde ittifak etmeleridir.

Serî hükmü, serî delilden çikarmak için olanca ilmi kuvvetini sarf etmeye > ictihad denir.
Ictihadi yapabilecek
ilmî ehliyete sahip olan kimseye de>müctehid denir.

Ictihad yapabilmek için Kitabi, Sünneti, Kiyasi, Icmâi, bütün
teferruatiyla ve incelikleriyle bilmek sarttir.


cikip illede kuran kuran diye soylemlerde bulunmak kuran-i kerime yapilan en buyuk saygisizliktir......

Allah(c.c) rizasi icin kimse müctehidlik yaparak ictihad vermeye ahkam kesmeye kalkismasin...

birseye haram veya helal demek icin fikih ilmini cok iyi bilmek lazim
bu isler bizi asar vesselam.....

selametle
 

hasret

Asistan
Katılım
23 Eki 2006
Mesajlar
748
Tepkime puanı
29
Puanları
0
Konum
Y@R ŞEHİR......
arkadaşlar bu tip konuların net üzerinden tartışılması faydadan ziyade zarar getirecektir kanısındayım.yüz yüze konuşmak,tartışmakla burası arasında dağlar kadar fark olacaktır.Eğer biri aramıza fitne sokmak isterse inanın bundan iyi fırsat bulamaz...neyse siz daha iyi bilirsiniz amabenim fikrim bu.selametle..
kardeşim benim fikrim aramıza fitne sokmak değildi sadece düşüncelerinizi merak ettim okadar...selametle
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
S.a

Tarikat; din e sonradan girmiş, islamı anlama ve yaşama biçimidir. Günahlardan kaçmak ve Allah a daha yakın olmak adına girilmiş bir yoldur. Din e sonra dan girmiş olsada bid'ad değildir...

Bugünlerde hakikatini kaybetmiş içine bidatlar ve hurafeler girmiş olsa da haktır...
....

“Bid’at, Resûlullah’tan Sallallahü Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir.”

“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir.” (Müslim, Cum’a, 43)

“Her bid’at dalalettir.” (Müslim, Cum’a, 43)

“Her bid’at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir” hadis-i şerif

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim” (Mâide Sûresi, 3)

Şâtıbî gibi bid’atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbânî, itirazını şu şekilde dile getirir:......

Fikirlerinizi bir daha gözden geçirmenizi öneririm.
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
tum huzuru engelleyen beseri sifatlardan siyrilip Hakk Teala'nin husuruna talib olmaktir tasavvuf...

tasavvuf asr i saadette adi yok olan; ama kendi var olan, şimdi ise adi olan; ama kendi yok mesabesinde ender yasama alani bulan bir muessese...

tasavvuf ihsandir:

Rabbini gorur gibi ibadet et, sen rabbini gormuyorsan da suphesiz o seni gorup durur hadisinin uygulama alanidir.

kim ne kadar muvaffak oluyorsa o nisbette tasavvuf ehlidir, kendini bilse de bilmese de...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Seyyid Kaasım Tebrizî Mevlânâ Zeynüddin Ebubekir hazretlerinin meclislerindeydiler. O devir büyüklerinden birinin müridi de meclisteydi.

Mevlânâ Zeynüddin o müride sordular : «Şeyhini mi daha çok seversin, İmam-ı Azam hazretlerini mi?» Mürid «Şeyhimi!» diye cevap verdi. Mevlânâ hazretleri bu cevaba öylesine öfkelendiler ki müridi adamakıllı haşladılar ve «köpek!» diye hitap ettiler. Peşinden hususî dairelerine çekildiler.

Biraz sonra döndüler ve Seyyid Kaasım hazretlerine «Müridin kalbini kırdık! Haydi gidip kendisinden af dileyelim!» dediler. İkisi birden çıkıp o müridi yolda buluyorlar. Kendileri af dilemeden mürid ilerliyor ve şöyle diyor :

«Sizden af dilemeğe ve niçin şeyhimi daha çok sevdiğimi bildirmeğe geliyordum. Sebep şu : «Bunca yıldır İmam-ı Azam hazretlerinin mezhebindeyim; böyleyken kötü sıfatlardan kurtulabilmiş değilim! Şeyhime bağlanalı pek az bir zaman geçtiği hâlde kötü sıfatlardan kurtulmuş bulunuyorum. Şimdi öğrenmek istiyorum : Böyle bir zât'ı mezhebimizin kurucusundan ziyade sevmek suç mudur? Eğer kitaplarda böyle bir fazla muhabbet kötü diye gösteriliyorsa, söyleyin, dönelim!»

Mevlanâ Hazretleri bu izahı beğendiler ve müride lütuflarda bulundular.


(Mevlana Safi Reşahat adlı eserden Sadeleştiren Necip Fazıl Kısakürek)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben Ibn Abbâs'a:

"Nevf el-Bikâlî, Hızır'ın sahibi olan Musa, Isrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o ancak başka bir Musa'dır iddiasında bulunuyor,"

dedim. Bunun üzerine îbn Abbâs şöyle dedi:

"Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber'den tahdîs etti ki, şöyle buyurmuştur:

"Musa Peygamber bir kerre israiloğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine:

'İnsanların hangisi en âlimdir?' diye soruldu.

'En âlim benim', diye cevâb verdi. Bu hususta (Allah en iyi bilendir diyerek) ilmi Allah'a havale etmediğinden dolayı Allah ona tevbîh etti. Allah ona:

'iki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir' diye vahyetti. Musa:

'Yâ Rabb, ona nasıl yol bulayım? dedi. Ona:

'Bir zenbîl içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedersen, o kulum oradadır' denildi.

Musa gitti. Hizmetçisi Yûşâ ibn Nün (aleyhi's-selâm)'ı da beraberinde götürdü. Bir zenbîl içine bir balık koyup yüklendiler, (îki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken balık zenbîlden sıyrıldı ve deniz içinde kendine su künkü gibi (bir boşluk bırakarak) yol aldı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Musa ile hizmetçisine hayret edilmeğe değer acîb bir şey olmuştu [91].

Uyandıktan sonra o gecenin bakıyyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa hizmetçisine:

'Kuşluk yemeğimizi getir, andolsun bu seferimizden bir yorgunluğa kavuştuk', dedi.

Hâlbuki Musa, emrolunduğu o yerin ötesine geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi:

'Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı (n gittiğini haber vermeyi) unuttum', dedi. Musa:

'Zâten istediğimiz bu idi, dedi [92]. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına vardıklarında bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş -yâhud elbisesine bürünen- bir zât duruyor. Musa selâm verdi. Hızır:

'Acâib! Bu senin bulunduğun yerde selâm nereden?'dedi.

'Ben Musa'yım' dedi. O:

'Isrâîloğullan'nın Musa'sı mı?' diye sordu.

'Evet' dedi. Musa ona:

'Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı?' dedi. Hızır:

'Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin yâ Musa. Bende Allah'ın bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da ben bilemem' cevâbını verdi. Musa:

'Allah isterse beni sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmiyeceğim' dedi.

Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yakınlarına bir gemi uğradı. Kedilerini de yüklemeleri için gemicilerle konuştular. Hızır gemiciler tarafından tanındı. O ikisini ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır:

"Yâ Musa, benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez' dedi.

Ondan sonra geminin tahtalarından birini el uzatıp söktü. Musa:

'Bizi gemilerine ücretsiz almış olan bir topluluğun gemilerine kasdedip, içindekileri batırmak için mi deliyorsun?'dedi. Hızır:

'Ben sana sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa:

'Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme' dedi.

Vakıada Musa'nın bu ilk muhalefeti unutma eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla oynuyor. Hızır, çocuğun başını yukarısından tuttu ve başını eliyle kopardı. Musa:

'Tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha?' dedi. Hızır:

'Ben sana, sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?'dedi.

-Ibn Uyeyne: Bu ikincisi daha te'kîdlidir, dedi.-

Yine gittiler, nihayet bir köye gelince, ahâlîsinden yemek istediler. Ahâlî onları müsâfir etmekten çekindiler. Hızır ile Musa orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu: Hızır eliyle işaret ederek onu doğrultuverdi. Musa Hızır'a:

'Eğer isteseydin bunun için bir ücret alabilirdin'dedi. Hızır:

'işte bu benimle senin aynlışımızdır' dedi".

Peygamber (sas) (kıssayı buraya kadar naklettikten sonra):

"Allah Musa'ya rahmet eylesin. Çok arzu ederdik ki keşki sabredeydi de aralarında geçecek maceralar (Allah tarafından Kur'ân'da) bize hikâye olunaydı" buyurdu [93].


(Kaynak: Sahih-i Buhari İlim Kitabı no:63)

Ululazm bir Peygamber bilmediği bir ilmi, sadır ilmini öğrenmek için Peygamber mi değil mi bilinmeyen, bir Zat'a Hızır'a gönderiliyor..

Yani Allahu Zül-Celal Kelimi'ne bu ilmi öğretmeye kadir değil miydi? Musa AS ile konuşan Allah, niye onu bir Zat'a gönderdi ki??? Bizzat kendisi öğretemez miydi?

İkincisi, Hızır AS yaptığı işler sizce garip değil midir? Onun yaptığı bu işler ile Rabıta kıyas dahi edilmez.. Rabıta size garip geliyor.. Tıpkı Hızır'ın işleri gibi.. Ama bize garip gelmesinin hiç bir kıymet-i harbiyesi yok.. Çünkü Hızır Allah'ın rızasına muhalif tek bir iş dahi işlememiştir! İtimad ediniz ki Rabıtayı emir ve tavsiye edenler de öyle!

Peki Hızır'ın yaptığı işler, işte çocuk öldürmeler filan, bunlar ne demek oluyor?

Şimdi Hızır AS'a kavuşsanız.. Bir şekilde Onunla görüşür, buluşur olsanız.. Ondaki ilimden talep etseniz; Hızır AS önünüzde masum bir çocuğu tutup öldürse ne yapacaktınız! Herhalde şok olur kalırdınız.. Kim bilir içinizden neler neler geçirecektiniz.. Artık hangi kitapları karıştırır, hangi hocalara koşardınız Allah bilir..

Peki, Hızır AS da size dese ki "bana Rabıta edeceksin, beni hayal edeceksin beni hatırından çıkarmayacaksın" buna da mı karşı çıkacaksınız? Diyecek misiniz ki "Kur'an'dan Sünnet'ten bilmediğim bir emre itaat edemem, ben bunlar haricinde bir söze uyup sabredemem!"

Bununla şunu demek istiyorum: Demek ki bizim ilmimiz görüşümüz bir yere kadar.. Bu anlatılanları anlamamız yorumlamamız, bir takım üstün ilimleri elde etmeden mümkün değildir.. Burda insana yakışan acziyetini, fakrini, muhtaçlığını itiraf etmektir.. Yakışmayan sırıtan ise "benim bildiğimden gayrisi batıldır" demek..

Ümmet-i Muhammed içinde Hızır'a verilen ilimden kendilerine verilenler "Rabıta" ediniz demişler.. Hayal ediniz, taklid ediniz demişler.. Bir bildikleri olsa gerek.. Kur'an'a ve Sünnete aykırı bir işi, Allah'ın rızasına ters bir tatbikatı emredeceklerini mi sandınız!

Yoksa bütün bunları elinizin tersiyle itip Musa AS gibi "En büyük alim benim" mi diyeceksiniz?


(Başka bir foruma yazdığım yazı idi)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
(Muhatabım beni ahmaklıkla suçlamıştı:)

Yeri gelince "Kur'an da Kur'an" dersiniz ama; Kur'an'dan bilmediğiniz bir bahis açılsa "vah bu ümmete, bunlar adam" olmaz diye önünüze konulanı düşünmeden ahmaklığa yorarsınız! Siz bir konuda Kur'an'a yaslanabilirsiniz el-Hak.. Ama başkasının buna asla Hakkı olamaz..

Niye; çünkü sizden başka bilen olmaz, sizden başka bu işlerin ehli yok değil mi?

Bak oradaki Sahih bir Hadis.. Kehf Suresine dayanıyor.. Buyrun bakalım çıkın işin içinden..

Hz. Allah, her Peygamberini imtihan etmiştir amenna, her kulunu da imtihan eder.. Sözümüz yok..

Bununla birlikte hemen tahkir etmeye kalkacağına bu kıssalar bize neden bildirilmiş diye bir düşünsen, bir araştırsan da bizi aydınlatsan..

Sahi bunlar bize niye bildirilmiş, bir fikriniz olmalı değil mi?

Bizim bu imtihanlardan, bu olanlardan alacağımız hisse nedir, pay nedir?

Yoksa sırf bir hatıra olsun, bir çeşitlilik olsun diye Kur'an'da yer almış olmasın..

Bekliyorum..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
(Muhatabım Hızır'ın Nebi olduğunu ve bu işleri Vahiyle yaptığını, bunda anormal olanın ne olduğunu ileri sürmüştü: )

Yavv Burada bahsolunan kişi Nebi olsa ne olur, olmasa ne olur?

Musa Kelimullah diyoruz.. Allah ile konuşan diyoruz.. Allah'tan Tevrat'ı alan diyoruz.. Öyle olmasına rağmen bilmediği bir ilmi öğrenmek için başka bir ZAt'a gönderiliyor diyoruz!

Kıssanın özü şudur:

Allah, kelimine bu ilmi öğretmeye kadir idi.. Bizzat kelamıyla öğretebilirdi.. Ama "Aletsiz kemalat, ilim öğrenmek olmaz".. Bütün bu imkanlara rağmen Nebi de olsa bir "İnsan"a sevkediliyor..

Musa AS.'ın Şeriatinde çocuk öldürmenin hükmü ne idi!

Peki, Allah hangi Peygamberine masum bir çocuğu öldürmesini emretmiş!

İsmail AS'ı kes diyor, evet ama İbrahim AS'a koç göndererek kesilmesine de mani oluyor.. Emir başka türlü yerine geliyor..

Bunun haricinde Allah, hangi Peygamber'e çocuk öldürmeyi emir kılmış!

İşte dedik ki biz bu ilmimiz, bu görüşümüzle bunları anlayamayız.. Bize ters gelir.. İşin içinden çıkılmaz..

Rabıta emri de anlaşılmaz.. Onun içinden de bilmeden çıkılmaz..

İlmi olmayanların Rabıtayı ters görmesi normal deyişim bu yüzden..

İşin içinden çıkmak için Üstün bir ilim sahibinin o kıssayı sana yaşatması, göstermesi lazımdır.. Rabıtayı da sana delilleriyle birlikte öğrten, gösteren olacaktır..

Şunu da düşünün:

100 binlerce Peygamber gelip geçmiş.. Bunların her birinin hayatı, maceraları, kıssaları var.. Hepsi Haktır.. Hepsi insanlık için kılavuz..

Ama çoğundan haberimiz yok.. Kıssaları bize meçhul..

Demek ki bildirilenler boşuna değil!

Bildirilmeyenler de..


(Merak eden olursa bu tartışmanın kalanını da yazabilirim inşallah)
 
Üst