tarikatın dindeki yeri...

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ÖMER ZİYAUDDİN DAĞISTANİ TASAVVUF VE TARİKATLARLA İLGİLİ FETVALAR'dan

SORU :

Dört büyük mezhebin kurucusu bulunan imamların bizzat kendileri, çağdaşı olan şeyhlerden tarikat almışlar mı? Ferdî veya toplu zikir meclislerinde onlarla bir arada bulunmuşlar mı? Teveccüh ve mukâbele ile yapılan niyaz merâsimlerine katılmışlar mı?

Tasavvuf ve tarikat büyüklerine karşı mütevâzı bir tavır takınıp onlara karşı saygı ve hürmet göstermişler midir?


CEVAP :

Mezkûr imamların hepsi de bir şeyhe intisâb etmişler ve ondan ma'nen feyz almışlardır. Nitekim İmam-ı A'zam Hazretleri, vefatlarından iki sene önce kendi öğrencilerinden birine intisâb ederek tarikat almış, vefât ederken de:

«Son iki senem olmasaydı helâk olurdum» buyurmuştur.

İmam Şâfi'î Hazretleri ise, aslen ümmî, fakat gönlü ilm-i ledünnî ile dolu Şeybân-ı Râ'î gibi bir zâtın önünde, anasının dizi dibinde oturan bir çocuk gibi mütevâzı bir tavır içinde bulunur ve teveccüh için beklerdi. Hattâ İmam-ı Hanbelî Hazretleri :

—Yâ İmâm-ı Şâfi'i! Şeybân-ı Râ'î gibi bir ümmiye karşı niçin bu kadar tevâzû gösteriyorsunuz?

diye sorduğunda O:

—Yâ imâm-ı Hanbelî! Bizim ilim ve îman konusundaki sözlerimiz bu zâtta fi'len yaşanılan bir hâl ve davranış şeklinde tezâhür etmiştir» diye cevap vermiştir.

Hattâ İmâm-ı Hanbelî, imtihan etmek ve ilmî seviyesini ölçmek maksadıyla Şeybân-ı Râ'î Hazretleri'ne, fıkhın en çetrefil mes'elelerinden birkaç soru Sormuş, aldığı pek ince ve nükte dolu cevap karşısında hayret etmekten kendini alamamış ve düşüp bayılmıştır. Bu hâdiseden sonra da İmâm-ı Şâfi'î ile birlikte Şeybân-ı Râ'î'nin zikir ve sohbet meclislerine katılmışlar, diğer âlim ve öğrencilerine de süfiyye meclislerine devam etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.

İmam Azam Ebû Hanife rahmetullah aleyh'in vefâtından iki sene önce sûfiyye yolunu benimseyerek talebelerinden birine intisâb edip ondan tarikat aldığı, vefâtı esnâsında da:

«Ömrümün son iki senesi olmasaydı Nu'man helâk olurdu» sözleriyle de bunu vecizeleştirdiği ve ölümsüzleştirdiği bilinmelidir. (Mektûbât-ı Rabbani)

İmam A'zam Hazretleri hadîs-i şerifte de işaret edildiği üzere, abdest suyuyla birlikte akan günâhın necâsetini keşfen gördüğünden, abdest alımında kullanılmış müsta'mel suyun, tekrar abdest almak için kullanılamıyacağına hükmetmiştir. (Şa'rânî, Mîzânü'l-kübrâ)

İmam Şa'rânî Tabakât'ında İmam Şâfi'i ile Ahmed b. Hanbel"in sûfiyye meclislerine devam etme ve onların zikir ve sohbetlerinde bulunma konusunda i'tinâ gösterdikleri, kendilerine; zikir ve sohbetten başka meşgaleleri bulunmayan sûfilerle niçin haşir-neşir oluyorsunuz? denildiğinde de:

«Takvâ, zikir, muhabbet ve ma'rifetten meydana gelen dini hayâtın ana sermâyesi sûfîler nezdinde bulunmaktadır»

cevâbını verdiklerini nakletmektedir.

İmâm-i Şâfi'i Hazretleri, Şeybân-ı Râ'î'nin huzûrunda anasının önünde diz çöken çocuğun duruş ve oturuşu gibi saygılı bir tavır içinde bulunurdu. İmam Ahmed b. Hanbel İmâm-ı Şâfi'î'nin yanında otururken bir gün Şeybân-ı Râ'î çıka geldi. Ahmed b. Hanbel:

«Bu zât, zâhiri ilimlerdeki eksikliğine rağmen hâlâ bâtın ilmini elde etmeğe çalışıyor, bu yüzden kendisine fıkhı birkaç mes'ele sormak istiyorum» deyince İmâm-ı Şâfi'î:

«Bunu yapma» dediyse de İmam Ahmed b. Hanbel kendisini alamayarak Şeybân-ı Râ'î ye:

«Beş vakit namazdan birini kazaya bırakıp, bilâhare kazâ edeceği zaman da bu vaktin hangisi olduğunu unutan bir kimse hakkında ne dersin? Böyle bir kimse ne yapmalı ve nasıl davranmalıdır? diye sordu.

O'nun: «Allah'tan gâfil ve habersiz olarak yaşayan böyle bir kimse bu hâlinden vazgeçinceye ve gafleti unutuncaya kadar cezâlandırılmalıdır» şeklindeki cevabı karşısında Ahmed b. Hanbel kendinden geçerek yığılıp kaldı ve bayıldı.

Ayılınca İmâm-ı Şâfi'i:

«Ben sana O'na karşı gelmemeni söylememiş miydim?»

dedi.

Başka bir zaman da develerin zekâtının nasıl verilmesi gerektiğini sordu ve şu cevâbı aldı:

«Fıkhın sâdece ilmiyle uğraşan sizlere göre, her beş deveye karşılık bir koyun verilir. Ama bize göre beş devenin beşi de, hattâ varsa koyun da zekât olarak verilir» buyurdu.

«Bu konuda delilin nedir ve dayanağın kimdir?» diye sorulunca da:

«İmâmım Ebû Bekri's-Sıddîk'tır. Zira O, bir mücâhede sırasında elinde ve avucunda ne varsa hepsini ordunun teçhizi için Rasûlüllaha arzettiğinde, kendisine: «Senin ve ehl ü ıyâlin için geride ne bıraktın? diye sorulunca: «Evet onlar için Allah ve Rasûlü'nü bıraktım» cevâbını lütfetti. Bunun üzerine huzûrda bulunanlar hayret ve şaşkınlık içinde kaldılar.

Şeybân-ı Râ'i bir (zahir ilmi olmayan) ümmi idi. Ümmîsinin hâli böyle olunca, âlim olan sûfilerin durumunu buna göre düşünmek ve takdir et
mek gerekir.


*********

Bu yaşanılanlar ilk üçüncü asır içerisinde oluyor..

Tasavvuf İslam'da yokmuş, bid'atmiş.. Pehhhh...

Tarikati ve Tasavvufu inkar edenler İslam'dan habersiz kimselerdir..

Allah sonlarını hayır getirsin..
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
«Bunca yıldır İmam-ı Azam hazretlerinin mezhebindeyim; böyleyken kötü sıfatlardan kurtulabilmiş değilim! Şeyhime bağlanalı pek az bir zaman geçtiği hâlde kötü sıfatlardan kurtulmuş bulunuyorum.
(Mevlana Safi Reşahat adlı eserden Sadeleştiren Necip Fazıl Kısakürek)

En kötü sıfat müşrik sıfatıdır.Peygamber efendimiz Mekkede bulunduğu 13 yıl zarfında sadece 65 kişiyi bu sıfattan kurtarabilmişti.Yılda 5 kişi.

LOKMÂN SÛRESİ
(3)Bunlar, hikmet dolu Kitab'ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
İmamı Azam örnek ahlaka sahip ,devrin zalim sultanlarına boyun eğmemiş,hayatı zindanlarda geçmiş yiğit ve dahi bir din büyüğümüzdür.Mürit ayıp etmiş.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Müridin sana da bir cevabı vardı zeygue abim.. :D

Bir daha bak istersen..

Sonra kendi üzerinde bir düşün derim..
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
“Bid’at, Resûlullah’tan Sallallahü Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir.” “İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir.” (Müslim, Cum’a, 43)
“Her bid’at dalalettir.” (Müslim, Cum’a, 43)
“Her bid’at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir” hadis-i şerif “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim” (Mâide Sûresi, 3) Şâtıbî gibi bid’atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbânî, itirazını şu şekilde dile getirir:......
Fikirlerinizi bir daha gözden geçirmenizi öneririm.
S.a

Kendi kendinizle çeliştiğinizin farkında olun...
Din e sonradan giren yada çıkarılan herşey madem bid'at dır, tarikat gibi bidatın içinde ne arıyorsunuz ?
Bid'at oldugunu bildiginiz halde savunmanız küfür olmaz mı ?
Her bidat dalalet ise bunu kendinize veriyor musunuz ?
Ateş e taraf olmak ve savunmak ateş değilmidir...?

Fikirlerinizi bir daha gözden geçirmeniz temennisi ile.....
TEEMMEL..........
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
S.a

Kendi kendinizle çeliştiğinizin farkında olun...
Din e sonradan giren yada çıkarılan herşey madem bid'at dır, tarikat gibi bidatın içinde ne arıyorsunuz ?

Bir yanlış anlaşılma var sanırım.Ben ve tarikat.:confused1[1]:
Olacak bir şey değil.
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz.

Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.

Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle:

Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.

Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.

Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur.

Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.
Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.
Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.

Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir.
Tasavvuf, kadere rızadır.
Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir.

Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir.
Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır.

Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan, vasıl olmuş, yani maksada kavuşmuştur.

Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.

Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır.

Tasavvuf, ızdırap çekmektir. Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir.

Tasavvuf, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, evliyanın kalblerine gelen bilgilerdir.

Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır.

Tasavvuf, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir.

Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]

(Bir kimse, iki salih komşusundan nasıl utanıyorsa, gece gündüz, kendisi ile beraber olan iki melekten de öyle utanmalıdır!)
[Beyheki]

Allahü teâlânın gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi? Yanındaki iki meleğin, günah ve sevapları tespit etmekle görevli olduğunu yakînen bilen kimse, kötü işler yapabilir mi?

Tasavvufun yediyüzden fazla tarifi yapılmıştır. Hepsinin özü ehemmi, mühimme tercihtir. Yani çok önemli işi, önemli işten önce yapmaktır.

Ağlayan bir kimse görsek, hangi üzücü şeyin bu kimseyi ağlattığını bilemeyiz. Eğer ayağına diken battığı için ağlıyorsa, diken bize batmadığı için, ona verdiği ızdırabı anlayamayız. Bir delinin, ne için güldüğünü bilemeyiz. (Şunun için gülüyorum) dese bile, o hadise deliye tesir ettiği gibi bize tesir etmez. Aşığın hâli bir başkadır. Tasavvuf da böyle bir hâl işi olduğu için biz bilemeyiz.

Tasavvufta makamlar
Tasavvuf erbabından Mevlana Abdurrahman Cami hazretleri buyuruyor ki:
Tasavvufta, makamların sonuna varan mutasavvıflar iki çeşittir:
Birincisi,Peygamber efendimiz aleyhisselamın izinden giderek, kemale erdikten sonra, insanları irşad için halk derecesine indirilmiş irşad ehli olanlardır.

İkincisi
,yükseldikleri derecelerde bırakılıp insanların yetişmesi ile vazifeli olmayanlardır. Bunlara evliya denir.

Tasavvuf yolunda yürüyenler de iki kısımdır:
Birincisi,Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız Onu ister. [Yunus Emre’nin "Bana seni gerek seni" demesi böyledir.]

İkincisi
de Cenneti isteyen taliblerdir.

İmam-ı Rabbani
hazretleri buyurdu ki:
(Tasavvuf ehlindeki haller ve marifetler, muhabbetin fazla olmasından hasıl oluyor. Allahü teâlânın sevgisi, bu büyükleri o kadar kaplıyor ki, başka şeylerin ismi ve cismi hatırlarına gelmiyor. Başka bir şey görmüyorlar. İster istemez, sevgi sarhoşluğu ile, üzerlerini bu halin kaplaması ile, başka şeyleri yok biliyorlar. Allahü teâlâdan başka bir şey görmüyorlar. [Hallac-ı Mansur’un "Enel-hak" demesi gibi.] Bu hallerin ve marifetlerin ötesinde başka kemaller ve üstünlükler vardır ki, o, kemalatın yanında bu haller ve marifetler, okyanus yanında bir damla gibidir.)

Tasavvuf
,Yahudi veya Yunan filozoflarının uydurması değildir. Tasavvuf bilgilerinin hepsi Resulullah efendimizden gelmektedir. Bunların isimleri sonradan konulmuştur. Resulullahın, Peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalble zikrettiği muteber eserlerde yazılıdır.

Zikir ve nefs muhasebesi, Resulullah ve Eshab-ı kiram zamanında da vardı. Hicri 2. asır sonlarında, Ehl-i sünnetten, kalblerini gafletten koruyanların ve nefslerini Allah’a itaate kavuşturanların bu hallerine Tasavvuf ve kendilerine Sofi ismi verildi. Kendine ilk defa sofi denilen zat, Ebu Haşim Sofidir.

Tasavvuf
,İslam ahlakı ile ahlaklanmak için gereken bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına ait bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, ruhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alametleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızası için güzel iş ve ibadet yapmayı sağlar. Zaten dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibadetin Allah rızası için yapılmasını emreder. Kısaca din, ilim, amel ve ihlastan ibarettir.

İmam-ı Malik
hazretleri buyurdu ki:
(Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur.) [Merec-ül bahreyn]

Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlakındandır.

Kötü sıfatlar
,cahillik, öfke, riya, kin, haset, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmak, suizan, övünmek gibi şeylerdir.

Güzel huylar
,ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, merhamet, mürüvvet, cömertlik gibi güzel işlerdir.
Kötü sıfatlardan kurtulmak ve güzel huylarla süslenmekle kalb temizlenmiş olur.


Huzura kavuşmak için
Dünya ve ahiret iyiliklerine, rahat ve huzura kavuşmak için birinci olarak doğru bir iman sahibi olmak gerekir. Doğru bir imana kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek ve inanmak gerekir.

İkincisi
, insanların saadeti için gereken şey, dinin emir ve yasaklarını öğrenmektir. Dinimizde bildirilen helalı, haramı ve diğer hususları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir.

Üçüncüsü
,kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, tasavvuf âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek gerekir.

Bir kimse doğru imana kavuşur, dinin emirlerini seve seve yerine getirirse enbiyaya, evliyaya ve melaikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennete kavuşmasına sebep olurlar.

Manen yükselmek dünya ve ahiret saadetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, yani benzinidir. Tasavvufun iki gayesi vardır: Birincisi, imanın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Kalblere imanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Rad 28]

Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun rızasına uygun iş yapmak demektir.
İkinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması için, nefsten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbadetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günah olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.

Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(İslam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. Sureti, önce iman etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin suretine kavuşanların nefsi emmareleri inkârda ve isyan etmektedir. Bunların imanı, imanın suretidir. Kıldıkları namaz, namazın suretidir. Oruç ve başka ibadetleri de böyledir. Çünkü, nefs-i emmare, insan varlığının temelidir. Herkes (Ben) deyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefsleri iman etmemiş, inanmamıştır. Böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmayı kabul buyurmuştur. Bunları, razı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük ihsanıdır.

Evet, Cennet nimetlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin suretine kavuşanlar, Cennetin suretinden pay alacaklardır. Dünyada, İslam dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. Fakat, herbiri başka tat alacaktır. Resulullah efendimizin mübarek zevceleri Cennette, Resulullahın yanında olacak, fakat duydukları lezzet başka olacaktır. Eğer, başka olmasaydı, bu mübarek zevcelerin, bütün insanlardan [peygamberlerden] daha üstün olmaları lazım gelirdi. Her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. Çünkü zevceler, Cennette zevclerinin yanında olacaktır. İslam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umumi evliyalığa, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, (Vilayet-i hassa) denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefs-i emmarelerini itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayette, yani İslam dininin hakikatinde ilerleyebilmek için, İslam dininin suretini elden bırakmamak lazımdır.

Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, İslam dininin emrettiği bir ibadettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, İslam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır. Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir Rehber [Mürşid] aramak da, İslam dininin emrettiği bir şeydir. Maide suresinin 35. âyetinde, (Ona kavuşmak için vesile arayınız) buyuruldu. (Vesile, insan-ı kâmil demektir). Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, İslam dininin sureti de, hakikati de lazımdır. Çünkü, evliyalık üstünlüklerinin hepsi, İslam dininin suretine uymakla ele geçer. Peygamberlik üstünlükleri de, İslam dininin hakikatinin meyveleridir.
Her üstünlükte Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak lazımdır.

Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, Allah’tan başka her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır. Allahü teâlânın ihsanı ile, kalb hiçbir şeyi görmez olursa, (Fena) denilen şey hasıl olur. (Seyr-i ilallah) tamam olur. Bundan sonra, (Seyr-i fillah) denilen yolculuk başlar. Böylece, (Beka) denilen şey hasıl olur ki, aranılan da budur. İslam dininin hakikati buradadır. Buna kavuşan zata (Veli) denir ki, Allahü teâlânın razı olduğu, sevdiği kimse demektir. Burada (Nefs-i emmare) mutmainne olur. Nefs, küfürden kurtulup, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden razı olur. Allahü teâlâ da, ondan razı olur. Kendini anlar. Büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur.)
(Mektubat, c. 2. m.50)
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Tasavvufun çıkışıSual: Vehhabiler ve bunlara aldanan bazı bid’at ehli, evliyanın yolunu yani tasavvufu, tarikatı kastederek, bunların sonradan çıktığını, bid'at olduğunu söylüyorlar. Tasavvufun dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Bu hususta Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

Zahirdeki kemalatın ve manevi makamların hepsi Resulullah efendimizden gelir. Zahirdeki kemalata, yükselmeye sebep olan emirlerini, yasaklarını bizlere din âlimleri bildirdi. Kalbin, ruhun temizlenmesine yarayan gizli bilgileri ve kalb işlerini tasavvuf büyükleri bize ulaştırdı. Kalbe ve bedene yarayan bilgilerimizin hepsi Resulullahtan gelir.

Hz. Ömer vefat edince, oğlu Hz. Abdullah, “İlmin onda dokuzu gitti” buyurdu. Bazılarının bu söze şaştığını görünce; “Dediğim ilim, herkesin bildiği abdest ve gusül gibi bilgiler değil, Allahü teâlâyı tanıtan bilgilerdir” buyurdu.

Tasavvuf, Resulullahın yolunu gösterir. Tasavvuf büyükleri, kendi hocaları vasıtası ile Resulullaha bağlanmıştır. O büyüklerin çalışma usulleri, sonradan uydurulmuş şeyler değildir. Fena, beka, cezbe, süluk, seyr-i ilallah ve benzerleri gibi isimler, sonradan verilmiş ise de, bu isimlerin bildirdikleri şeylerin hepsi Resulullah efendimizden gelmektedir.

Nefahat kitabında bildirildiği gibi, fena, beka gibi isimleri ilk bildiren zat, Ebu Said-ül Harraz’dır. Zikir de, Resulullahtan gelmiştir. Resulullah efendimiz, peygamber olduğu bildirilmeden önce, mübarek kalbi ile zikretmiştir. Resulullahın çok zaman sükut ettiği, sessiz, düşünceli durduğu; dost, düşman her tarihçinin kitabında yazılıdır. Bu halde bulunmak, isimleri sonradan çıkan şeylerin Resulullahta da bulunduğunu göstermektedir. Bu isimler, hadis-i şerifleri açıklamak için konulmuştur. Mesela tefekkür; fikri, bâtıldan hakka doğru çevirmek olup, (Az bir zaman tefekkür etmek, bin sene nafile ibadet yapmaktan daha faydalıdır) hadis-i şerifinden alınmıştır.

Eğer, (Tasavvuftaki usuller, vazifeler, kazançlar Resulullahtan gelmiş olsaydı, ayrı ayrı tasavvuf yolları ve tasavvuf sarhoşluğu, dine uygun görünmeyen şeyleri söylemek olmazdı) denirse, böyle değişik sözler ve hâller, insanların istidatlarının, başka başka olmasından ileri gelmektedir. Resulullahtan gelen nisbette, feyzde ve tesirde hiç değişiklik yoktur. Bunun çeşitli insanlara, çeşitli mizaçlara tesiri başka başka olmaktadır. Bir insanın bile çeşitli zamanlardaki hâli, mizacı başka başka oluyor.

Bütün kemalat, Resulullahtan gelmektedir. Fakat herkesin yaratılışına, hazırlığına göre, başka başka tesir etmektedir. Resulullah efendimiz hayatta iken de, herkesin istidadına göre konuşur, mana ve esrarı başka başka sunardı. Resulullah efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e ince bilgiler anlatırken, yanlarına Hz. Ömer gelince, sözü değiştirdi. Sonra Hz. Osman gelince, sözü daha da değiştirdi. Hz. Ali geldi, başka türlü anlatmaya başladı. Çünkü, her birinin istidadı başka başka idi. (Mektubat c.5, m.59)

Lâ ilâhe illallah demek
Tasavvufta en çok, Lâ ilâhe illallah kelime-i tayyibesi söylenir. (Sözlerin, zikirlerin efdali, en faydalısı, lâ ilâhe illallah demektir) hadis-i şerifi güneş gibi her yerde ışık salmakta iken, bunu söylemek, sonradan meydana çıkmış denilebilir mi? Tasavvuf demek, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid’atlerden sakınmak demektir.

O halde, tasavvuf zaman-ı saadette yok idi, sonradan meydana çıktı, diyen kimse, sünnet-i seniyyeyi yıkmak isteyen bir İslam düşmanı değilse; menfaat sağlamak, cahilleri aldatmak için şeyhlik perdesi altında İslam’a yakışmayan kötülükleri yapanları anlatmak istiyordur. Böyle tasavvufçular ne kadar çok kötülense yeridir. Bu kötü kimseler, Müslüman göründükleri için, Müslümanlık kötülenebilir mi? Talebesine kötülük yapan öğretmen var diye, öğretmenlik mesleğine kötü damgası basılabilir mi? Evet, bazı cahiller, ahlaksızlar [ve misyonerler] şeyh şekline girdi. Tasavvuf adı altında her kötülüğü yapanlar oldu. Fakat bunlara bakarak, Resulullahın sünnetine yapışan, her kötülükten sakınan Allah adamlarına dil uzatmak pek yanlıştır.

Tasavvuf ehli buyuruyor ki:
(İyi olan da, kötü olan da, iyilik yapabilir. Kötülük yapmamak ise, ancak Allah adamlarının özelliğidir. Sıddıklar günah işlemez.) [Mektubat c.5, m.106]

Allahü teâlâya kavuşmak, Allahü teâlâya yaklaşmak, Allahü teâlâyı tanımak, Allahü teâlâyı sevmek, feyz almak, nurlanmak, ârif olmak, ilm-i bâtın sahibi olmak gibi şeyler, hep kalb ile olur. Bunlara akıl eremez, anlayamaz. Allahü teâlâ, her şeye kavuşmak için bir sebep yaratmıştır. Bir şeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lazımdır. Bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi masivadan temizlemektir. Mahlukların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmaktır. Buna, (Fena-i kalbi) denir. Kalb, Allah’tan başka her şeyi tam unutursa, yukarıda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. Kalb, görülmeyen, tutulmayan bir şeydir. Yani madde değildir. Yer kaplamaz. Yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. Aklın, dimağ [Beyin] ile olan ilgisi gibidir. Bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lazım değildir. Sıvıyı boşaltmak lazımdır. Şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. Kalb de böyledir. Mahlukların sevgisi, hatta düşünceleri kalbden çıkarılınca, Allah sevgisi, feyz, nur, marifet, kendiliğinden kalbe gelir. Kalbi mahluklardan temizlemeye sebep de, Ehl-i sünnet itikadı, haramlardan sakınmak, farzları ve nafile ibadetleri yapmaktır. Nafile ibadetlerden, tesiri en çok ve süratli olanı, zikir yapmak ve Allahü teâlânın Velilerinden biri ile beraber bulunmaktır.

Feyz almak için, bu feyze kavuşmuş olan salih bir kimseyi bulmak, onu sevmek, onun yanında yetişmek lazımdır. Vehhabi Feth-ül mecid kitabı da, bunun lazım olduğunu bildiriyor. 335. sayfasında, (Allahü teâlâyı sevmeye kavuşturan on sebepten dokuzuncusu, Allah’ın sadık olan sevenlerinin yanında bulunmaktır. Onların sözlerini dinleyip faydalanmaktır. Onların yanında az konuşmaktır) diyor. Böyle salih kullara Mürşid-i kâmil veya Rehber denir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her şeyin bir kaynağı vardır. Takvanın kaynağı, âriflerin kalbleridir.) [Taberani]
(Salihleri anmak, günahları temizler.) [Deylemi]

(Âlimin yanında bulunmak ibadettir.)
[Deylemi]
(Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.) [Deylemi]

(Zikir, sadakadan daha faydalıdır.)
[ibni Hibban, Beyheki]
(Zikir, nafile oruçtan daha hayırlıdır.) [Deylemi, Beyheki]

(Her hastalığın şifası vardır. Kalbin şifası, Allahü teâlâyı zikretmektir.)
[Deylemi, Beyheki, Münavi]

(Derecesi en yüksek olanlar, Allahü teâlâyı zikredenlerdir.)
[Beyheki]
(Allahü teâlâyı çok zikredeni, Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]

Tasavvuf, zikretmek ve ârifleri hatırlamak, onları sevmek ve Resulullahın yoluna yapışmaktır. Bu ve benzeri hadis-i şerifler ve bunların çıkarılmış oldukları âyet-i kerimeler, tasavvufu emretmektedir. Böyle tasavvuf kötülenebilir mi
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
islaminsan kardes sonunda cok iyi bir tasavvuf ehli olacaksin allahin izniyle:))
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
s.a

Öyle bir gayretim yok muhabbetin için tşk ederim...
Din-i Hakik-i İslam nerede ise Allah bizi oraya versin...
Slogan olarak "Sene; 1400 sene önce" den muradımız da budur...

Biz din-i islam ın ilk muhatabı, Kur'an ı en iyi ve doğru anlayan ve anlatan, Mükemmelliğine asırlardan beri ittifak edilen, Kur'an ın en iyi müfessiri, Kur'an ı bizim tabirimizle 4x4 lük yaşayan Muhammed Mustafa sas. in izinde olma gayretidir... En azından niyetimiz o ölçüde....

Bu ölçülere ulaşmamızda bize hakikat i gösteren ve Efendimiz sas. in izinde olan sahabiye iltica etmemizin zarureti doğuyor, sonra tabiin ve tebei tabiin olduğundan yürüme gayreti güttüğümüz yol da işte orasıdır...

Benim soru ve sorunuma cevap verecek kardeşler işte oradan versinler...
Bu imam böyle dedi şu şeyh böyle anlattı gibi yaklaşımları istemiyorum...

Kur'an ve sünnet i seniyeden ve sahabe den delil ve izahlar istiyorum...
Bütün tasavvuflar Hz Ali ve Hz Ebu bekir e isnat ediliyor, söz ile değil delil ile izah edecek anlatacak arkadaşlar şimdiden duacıyız...
Ya Ahkam ı ilahiden
Ya sünnet i seniyeden

Selam ve dua ile..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
islamveinsan abim,

Demek nasibin yokmuş.. Boş ver abim ne yapacaksın Tasavvufu.. Delili filan..

Niye böyle dedim:

Ya Ahkam ı ilahiden
Ya sünnet i seniyeden

Bunlardan o kadar çok deliller getirildi ki demek görmemişsin, göstermemişler..

O yüzden aldırma.. Boş ver..
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
nefsi emmare beni koydu nare.delil dedigin nedirki son nefesi teslim edecegimiz zaman allah seytanida musallat eder her zaman ki gibi malumuzundur o anda butun delillerinimizi curutebilir curuturde seytanin ilmininde farkindayiz dimi onun icin rabbim bizlere yakin olma makamini versin diyorum yani ( kurbiyyet makami) tasavvufta gelinmesi gereken mertebe allaha yakin olmak selametle kalin ins
 

SeNoL

MUEYABYA
Katılım
16 Kas 2006
Mesajlar
4,867
Tepkime puanı
224
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Kocaeli
Şeriat ALLAH`ın hzinesidir..Tarikatta bu hazinenin anahtarıdır
 

hasret

Asistan
Katılım
23 Eki 2006
Mesajlar
748
Tepkime puanı
29
Puanları
0
Konum
Y@R ŞEHİR......
arkadaşlar tarikat öncelikle şunu söyliyim dine sonradan girmiş olan birşey değildir! Efendimiz(s.a.v)ile hz eba bekr sevr mağrasında iken cibril a.s kainatın serverinin gönlüne bu ilmi akıtmış O mübarekte hz eba bekre akıtmış sonra silsile-i zehepten devam ede ede bu zamana gelmiş...ayrıca tarikat demek bizzat o düşündüğümüz zata iman etmek değildir o zatı Allaha ulaştıran vesile yol olarak kabul etmektir.zaten tarikatın içine girmeyenlere ricam hakkında yorum yapmamaları çünkü insan bilmediği birşey hakkında yanlış yorum yapabilir.neyse Ona emanetsiniz vesselam....
 
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
50
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ruhu Allah-u teala yarattı ve ruhlar aleminde herbirimizin ruhu söz verdi biliyorsunuz.nefis ise hep isyan etti..Hz ademin vucudunda bulusma vakti gelince ruh istemedi.ya rabbi benim gibi itaatker bir kulla nefis gibi asi bir kulu mu birlestireceksin?Rabbimiz ise:ey ruh in ve nefisle birleşip onu arşa çıkart dedi.biz insan oglu ise hep nefsimize uyarakruhumuzu kirlettik.kalp aynadır,Allah (cc)ın tecelli ettigi ayna.herbir günahla kalp aynamıza bir kum tanesi doldu ve o aynaya Allahu teala tecelli etmez oldu.işte tarikat bunun için vardır.herbir Allah lafzıyla bir kum tanesi gider ve o kalbe Allah (cc) tecelli etmeye baslar.herbirimiz bir allah dostu olabiliriz yeterki nefsimizi ruha uydurup arsa çıkabilsek...ben kendi basıma allah desem olmaz mı derseniz;yavuz sultan hanın sümbül efendisi,fatihin aksemsettin (KS)i varsa ve onlar bu mübarek zatları kalplerin fatihi kabul edip onlara intisap etmişlerse bize ne oluyor..Allah her devirde en az bir mürşid-i kamil gönderir,göndermese bu dünya ayakta mı kalır sanırsınız.müridlerin yaptıkları edebsizlık ve cahillikleri şeyhlerine maletmeyiniz lütfen.şuanda hala silsilesi devam eden ve "Rasulullah (sav)efendimizin 4444 tane sünneti vardır,eger ben bunlardan üç tanesini terk ediyorsam bana asla intisab etmeyiniz" diyen mübareklerin basında bulundugu tarikatlar vardır.baki selamlar
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
...............ben kendi basıma allah desem olmaz mı derseniz;yavuz sultan hanın sümbül efendisi,fatihin aksemsettin (KS)i varsa ve onlar bu mübarek zatları kalplerin fatihi kabul edip onlara intisap etmişlerse bize ne oluyor......Allah her devirde en az bir mürşid-i kamil gönderir,göndermese bu dünya ayakta mı kalır sanırsınız..... "Rasulullah (sav)efendimizin 4444 tane sünneti vardır,eger ben bunlardan üç tanesini terk ediyorsam bana asla intisab etmeyiniz" diyen mübareklerin basında bulundugu tarikatlar vardır.baki selamlar

İlginç yazılar...
Yani şu tarikatlı da sen kimsin e mi geliyor ?

Allah her devirde en az bir mürşid i kamil gönderir diyorsunuz bu gün sadece türkiyede en az 100 tane mürşid i kamil denilen insanlar var... Dünyada bilmem kaç tane vardır ? Hangisinin kamil insan olduğunu nereden anlayacaksın ?

Hem 4444 tane sünnet i nin 3 tanesini terk eden kalan herşeyi yapan Allah dostu da kim miş? Bu kadar fazla hüsnü zan hoş değil... Bi kere tarikat sünnet değil :thinking: rabıta sünnet değil ....

Selametle.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hakiki Mürşid-i Kamillerin hepsi Haktır.. Sayıları isterse 100.000 olsun.. Hepsi insanları Hakka irşad etme vazifesiyle görevlidirler.. Hakiki bir Mürşid-i Kamil'in anlaşılmasının ise bir takım kıstasları elbette vardır..

Bunun yanında sahte olanları da vardır.. Sahteler de kendilerini belli ederler..

Yeter ki sen bir Mürşid-i Kamilin gösterdiği yoldan gitmeyi iste.. Kıstaslarını iyi öğrenirsen, sahtelerine aldanmazsın!

Tarikatteki ibadetlerin hemen hepsi tekidli sünnettir.. "Zikir" "Kuşluk namazı" "Evvabin namazı" "Teheccüd namazı", "nafile oruçlar", "tesbihat" vs.. vs..

"Rabıta" konusuna gelince az sabrediniz, bu hususta bir yazı üzerinde çalışıyorum... İnsallah bu gece tamamlamaya çalışacağım..
 

Mevlevi

Paylaşımcı
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Manavgat
Web sitesi
www.abdullahbaba.net

İlginç yazılar...
Yani şu tarikatlı da sen kimsin e mi geliyor ?

Allah her devirde en az bir mürşid i kamil gönderir diyorsunuz bu gün sadece türkiyede en az 100 tane mürşid i kamil denilen insanlar var... Dünyada bilmem kaç tane vardır ? Hangisinin kamil insan olduğunu nereden anlayacaksın ?

Hem 4444 tane sünnet i nin 3 tanesini terk eden kalan herşeyi yapan Allah dostu da kim miş? Bu kadar fazla hüsnü zan hoş değil... Bi kere tarikat sünnet değil :thinking: rabıta sünnet değil ....

Selametle.
Kardeşim iyi hoşsunda sende biraz önyargılı değil misin?. İstersen ekle benim msn adresimi gör tarikatı, şeyhi, mürşidi, mürşidi kamili

[email protected]
 
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
50
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İlginç yazılar...
Yani şu tarikatlı da sen kimsin e mi geliyor ?

Allah her devirde en az bir mürşid i kamil gönderir diyorsunuz bu gün sadece türkiyede en az 100 tane mürşid i kamil denilen insanlar var... Dünyada bilmem kaç tane vardır ? Hangisinin kamil insan olduğunu nereden anlayacaksın ?

Hem 4444 tane sünnet i nin 3 tanesini terk eden kalan herşeyi yapan Allah dostu da kim miş? Bu kadar fazla hüsnü zan hoş değil... Bi kere tarikat sünnet değil :thinking: rabıta sünnet değil ....

Selametle.
zaten dikkat ederseniz en az bir tane dedim,onbindir bunu Allah bilir.burada vurgulamak istedigim ALLAH DOSTLARI olmadan dünyanın mahvolacagı...hüsnü zan herzaman iyidir kardeşim,mümine suizan yakısmaz biliyorsun.
Allah dostları sünnetlere harfiyen uymazsa,kim uyacak.sahı nakşibendi hzlerinin fırına attıgı ekmekler pişmezmiş,çünkü onlar rasulullah sav ın kopyası oldular ve Allahu teala da onlara rasulullah sav in hallerinden verdi;bunlara keramet denir.hala saşırıyorum,bir kişinin sünnetlere harfiyen uymasına sasmana,demek ki karsılasmadın bir allahdostuna,
bir hadisi serifte:herkim beni görenin göreninin göreninin görenini görürse beni görmüş gibidir. buyuruluyor.rabbim cümlemize rasulullah savi görmüş gibi olanlardan etsin.
adıyamana gidin abdülbaki ks orada,fatih ismailaga da mahmut usta osmanoglu ks var.yeterki görmek isteyelim.
tarikat,rabıta sünnet degil diyorsun,bu konuda pek birsey söylemeyecegim zira ben yeni taniştım bu siteyle ama gözlemlerime göre iyi bir okuyucu olmalısın kesin bu konu ile ilgili kitap okumussundur,onlar seni ikna edememişlerse benim yazacagım birkaç kelam pek işe yaramaz,ama şunu bil ki vacip diyen alimler bile var.baki selamlar
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
s.a

Tarikat konusunda yıllardır gidenlerden intisap edenlerden müridlerden kitaplardan internetten kitaplardan araştırmalar yaptım ve hala da yapıyorum...

3 tane sünnet i terk etmekten bahsedilmiş... değil 3 sünnet i terk etmek
Ben tarikatlar ile hemde sizin isim verdiğiniz ile alakalı en az 5 tane bidat ve hurafeyi delilleriyle beraber yazarım ama hoş olmazdüşmanlık olarak algılanır, herşeyi heryerde söylememeyi uygun buluyorum...

Sünnet i seniyeyi bilen araştıranlar da hakikat i görmüştür...
Arkasında binlerce insan ı sürükleyen onlara göre kamil i mürşid olanların yanına da gittim keşke gitmeseydim belki hüsnüzan ederdim ama şimdi edemem...

Slm ve dua ile...
 

piddikkk

Üye
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
30
Tepkime puanı
0
Puanları
0
tarıkat Allah a gıden yoldur
ınsan tarıkata gırerek daha kısadan gıtmeye calısır
bu kadardır ayrıca herkes bırısını kendıne ustad kabul edıyor ve bu yuzden bırcok mursıd var ama onemlı olan gıdebılmek sayılar ıdegıl
 
Üst