Tarihten bir haber olan sözde Tarihçi özde ne olduğu belli olmayan Turgut Özakman'a işte BELGE !!

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Tarihten bir haber olan sözde Tarihçi özde ne olduğu belli olmayan Turgut Özakman'a işte BELGE !!

Bediüzzaman Said Nursi, Birinci Millet Meclisi’nde konuşma yaptı mı? Mustafa Kemal’le görüştü mü?


Said Nursî, Ankara'daki Millî Hükümetten gelen ve defalarca tekrarlanan davetler üzerine, hükümete destek vermek için üç talebesini; Tevfik Demiroğlu, Molla Süleyman ve Bitlisli Binbaşı Refik Bey'i gönderdi. Bu ısrarlı davetler, İstanbul'dayken bu yöndeki bir talebi kabul edip etmemeyi danıştığı "Millî Müdafaa İmamı" ve Alay Müftüsü Osman Nuri Efendi tarafından da teyit edilmiştir. Zira Osman Nuri Efendi, Bediüzzaman'a Ankara'ya gidip orada mebuslara katılmasının çok faydalı olacağını tavsiye etmişti.[1] Aynı istikamette Van ve Erzurum'da valilik yapan ve o sıralarda mebus olarak Millet Meclisi'nde bulunan eski dostu Tahsin Bey'den de gelen ısrarlı davetler üzerine, Ankara'ya gitmeye karar verdi.[2]
O sıralarda Millî Mücadele henüz kazanılmıştı. 22 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, 9 Eylül 1922'de zaferle ve Anadolu'nun bağımsızlığıyla nihayete ermişti. Diğer yandan, 11 Ekim 1918 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı.[3] Bu günler Osmanlı Devleti'nin son günleriydi. Ateşkes, Ankara hükümetiyle imzalandı; fakat Osmanlı hükümeti İstanbul'da ismi var cismi yok şekilde varlığını hâlâ sürdürmekteydi. Bu problemi çözmek için, Mustafa Kemal'in isteği üzerine Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922'de yapılan oturumda, saltanatın kaldırılması ve sadece halifeliğin devam ettirilmesi yönünde karar aldı. Halifeyi seçme hakkı ise, doğrudan Meclis'in elinde olacaktı. Görevinden azledilen Sultan Mehmed Vahidüddin, 17 Kasım 1922 tarihinde, Malaya isimli bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etti. Yeğeni Abdülmecid, Meclis tarafından halife olarak atandı.[4] Kısa bir süre sonra ise, Osmanlı haneda*nının 407 yıldır elinde tuttuğu halifelik, 3 Mart 1924'te kaldırıldı.[5]


rakamlrın üzerini tıklamayı unutmayın
 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Bahsettiğimiz bu çok önemli ve büyük çaplı hadiseler yaşanırken, 9 Kasım 1922 Perşembe günü, Bediüzzaman için, Meclis'te resmî bir "karşılama merasimi" düzenlendi. O günün tutanaklarında törenle ilgili şu kayıtlar yer alır:
Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi:
Reis:
"Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey'le rüfekasının takriri var.
"Riyaset-i Celileye,
"Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli'yi ziyaret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelerek samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme*di edilmesini teklif ediyoruz.
"Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı"
(Alkışlar)
Rasih Efendi (Antalya): "Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz."[6]
Nursî bunun üzerine kürsüye çıkar, Millî Mücadele gazilerini tebrik eder ve dua eder. Bu merasim, tebrik konuşması ve duadan bir sonraki gün çıkan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi de şöyle bahseder:
"Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi" [7]






 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Millî Mücadele'de İslâm'ın ve Türklerin zaferine çok sevinmiş olmasına ve kendisinin sıcak bir şekilde karşılanmasına rağmen Said Nursî, bir süre sonra üzücü bir tabloyla karşılaştı. Mecliste bulunan mebusların çoğu, dinî vecibelerini yerine getirmede gevşek ve lakayt bir tutum sergiliyorlardı. Bu durum karşısında çok endişelendi. Zira Ankara'ya gelmekteki asıl maksadı, Kur'ân'ı ve İslâm şeriatını esas alan bir hükümetin tesisi için çabalayan idarecileri tebrik ve teşvik etmek; onları bu yönde cesaretlendirmekti. Türk milleti, İslâm'ı ve Müslümanları imha etmek isteyenlere karşı savaşmış, İlâhî yardıma mazhariyetle düşmanlarını mağlup etmişti. Artık yeni bir dönem başlıyordu. Bu yeni cumhuriyet, İslâm medeniyetinin canlanmasına ve İslâmiyet merkezli yeniden yapılanmaya hizmet eden bir vasıta olmalıydı. Böylece bu memleketi, İslâm dünyasının merkezi ve İslâm dünyası için bir dayanak noktası hâline getirmek için bütün imkânların seferber edilmesi gerekiyordu.[8] Meclis'te sergilenen tabloda, sadece dine karşı lakaytlık yoktu. Ayrıca, ateist fikirlerin propagandası da yapılıyordu. Bu tabloyu Said Nursî şöyle anlatır:
1338'de Ankara'ya gittim. İslâm Ordusu'nun Yunan'a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zmdıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasâne çalıştığını gördüm. "Eyvah," dedim. "Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!"[9]
Millî Mücadele'nin zaferle neticelenmesinin ardından, eski kimlikler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Nihaî zafere kadar, herhangi bir mebusun İslâm'a muhalif bir tutum takınması vatan hainliği olarak kabul ediliyordu. Fakat Batılılaşmayı savunan ve bunun ancak dini terk etmekle sağlanabileceğini iddia edenler, zaferle birlikte gerçek yüzlerini göster*meye başladılar. Bu durum Millet Meclisi'nin açılışından itibaren yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştı. Birbirine muhalif çeşitli gruplar vardı. Mustafa Kemal'in otokratik yönetimine muhalif bir grup, 1922 ya*zında kurulmuştu.[10] Kazanılan zaferle birlikte, Mustafa Kemal, Meclis'teki yetkilerini daha da arttıracaktı. Meclis'i tamamen kontrolü altına alabilmeye yönelik olarak, muhafazakâr İkinci Grubun Meclis'teki gücü giderek azaltıldı. Said Nursî'nin Ankara'dan ayrılışının ardından kısa bir süre sonra, 1923 Haziran'ında yapılan seçimde, Mustafa Kemal, kendisi*ne ciddi bir muhalefete meydan vermeyecek tarzda, itaatkâr bir Meclis'in seçilmesini sağladı.




 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Said Nursî, Meclis'te gözlemlediği dine karşı lakaytlık ve "dinsizlik cereyanı" karşısında, Hubab ve Zeylü'l-Zeyl adlarında inkârcılığı ve dinsizlik fikrini çürüten Arapça iki eser telif etti. Fakat kendi ifadeleriyle "maatteessüf (maalesef) Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette (kısa ifadelerle, özet bir şeklinde) o kuvvetli burhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, (malesef) o dinsizlik fikri, hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu."[11]Bununla birlikte, Bediüzzaman'ın Ankara'daki esas gayesi, mebuslara İslâm'a bağlı kalmalarını ve dinî vazifelerini eda etmelerini, böylesi kritik bir dönemde tekrar hatırlatmaktan ibaretti. Bu istikamette on maddelik bir beyanname hazırladı ve bütün mebuslara dağıttı. Bu beyanname, Kazım Karabekir Paşa tarafından Mustafa Kemal'e de okundu.[12] 19 Ocak 1923 tarihli bu beyannamede,[13] namaz kılmanın lüzumu üzerinde özellikle durulmaktadır. Bu beyannamenin son kısmı üzerinde bir değerlendirme yapalım. Bu bölümde Said Nursî, ilk olarak, halkı yöneten liderlerin ve halkın temsilcisi konumundaki vekillerin dinî vecibelerini yerine getirmeleri gerektiğini; bunu yapmamaları hâlinde halka büyük zarar vereceklerini dile getirir. Daha da önemlisi, böyle insanların yöneticilik için uygun olmadığını söyler:
Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve ferâizin (farzların) terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus(hususan) bu güruh-u mücâhidin (mücahid topluluk) ve bu yüksek meclisin ef'âli (fiilleri) taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek (eleştirecek); ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah (Allah'ın hukuku), hukuk-u ibâdı da(kulların hukukunu da) tazammun ediyor(içeriyor). Sırr-ı tevatür (ayetler ve sağlam rivayetlerle)ve icmâı (bütün İslam âlimlerinin ortak kanaatini) tazammun eden (içeren) hadsiz ihbaratı (haberleri) ve delâili(delilleri) dinlemeyen ve safsata-i nefis(nefsin safsatalarına) ve vesvese-i şeytandan(şeytanın vesveselerinden) gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddi iş görülmez. Şu inkılab-ı azîmin (büyük inkılâbın) temel taşlan sağlam gerek.
 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Said Nursî, Millet Meclisi'nin bulunduğu konumun önemine ve üzerine yüklenen görevlere şu ifadeleriyle işaret eder:
"Meclis-i Alî'nin (yüksek meclisin) şahsiyet-i maneviyesi (manevi şahsiyeti), sahip olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı (saltanatın manasını ve misyonunu) deruhte etmiştir (üstlenmiştir). Eğer şeair-i İslâmiyeyi (İslami ibadet ve geleneklerini) bizzat imtisal etmek ve ettirmekle (uygulamak ve uygulattırmakla) mana-yı hilafeti (halifeliğin manasını) dahi vekâleten deruhte etmezse (üstlenmezse), hayat için dört şeye muhtaç fakat an'ane-i müstemirre (yerleşmiş adetler) ile günde lâakal (en az) beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye (medeniyetin oyunları) ile ihtiyacat-ı ruhiyesini (ruhunun ihtiyaçlarını) unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini (dini ihtiyaçlarını) Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye (mecburen) mana-yı hilafeti (halifeliğin manasını), tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza (kelimeye) verecek. O mana*yı idame etmek (devam ettirmek) için kuvveti dahi verecek."
Meclisin ve mebusların dinî yükümlülükleri yerine getirmede ihmalkâr ve lakayt davranmak suretiyle böyle bir görevi ifa etmemesi hâlinde, "Allah'ın dinine ve Kur'ân'a hepbirlikte sımsıkı sarılın" [3:103] mealindeki âyete aykırı davranmış olacak*larını; bunun ise ihtilafı ve parçalanmayı arttıracağını söyler.
Said Nursî, beyannamesinde, fikirlerinin temel unsurlarından birisi olan önemli bir noktaya vurgu yapar. Bu nokta, zamanın cemaat zamanı oluşudur. Cemaatler, "şahs-ı manevînin" veya "müşterek bir ruhun" meydana gelmesini sağlar. Bu çok yönlü modern çağda, hükümet veya otoritenin ancak bir "şahs-ı manevî" yardımıyla, düzgün ve intizamlı olarak ça*lışabileceğini söyler. Mezkûr beyannamede, hilafetle bağlantılı olarak şu açıklamayı yapar:
"Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye (dini hükümlerin yerine getirilmesine) daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî (halife), ancak ona istinatla (dayanarak) vezâifi (vazifeleri) deruhte edebilir (üstlenebilir). Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim (istikametli) olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur (sınırlıdır). Cematin ise gayr-ı mahduttur (sınırsızdır). Harice (düşmanlara) karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız (düşmanlarınız) İslâm'ın şeâirini (İslami ibadet ve gelenekleri) tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihya (hayatlandırmak) ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün (aldırış etmemek), zaaf-ı milliyeti (milli bir zafiyeti) gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez (durdurmaz), teşci eder (davet eder)."
Bu teşvik dolu ifadeler, aynı zamanda Said Nursî'nin, millet hâkimiyeti prensibini kabul ettiğini, saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmadığını; bu yöndeki gerekli şartın, teşkil edilen temsilciler meclisinin İslâmî emirlere göre çalışması ve halifeliği de bir dereceye kadar temsil etmesi olduğunu söyler. [14] O, bu görüşleriyle, meclis ve halifeliğin birbirinden ayrılamayacağına dair düşüncelerini ortaya koymaktadır.
Said Nursî'nin, Meclis'e sunduğu bu beyanname ve yaptığı şiddetli teşvik ve tavsiyeler oldukça etkili oldu ve 60'tan fazla mebus, düzenli olarak namaz kılmaya başladılar. Bu yoğun alakadan dolayı, mescit olarak kullanılan küçük odanın yerine, daha büyük bir oda kullanılmaya başlandı. Mebuslar üzerinde ciddi tesir bırakan bu beyanname, Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın tepkisini çekti. Bir gün, çok sayıda mebusun bulunduğu bir zeminde Said Nursî'ye olan kızgınlığını bağırarak şöyle gösterdi:
"Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz."
 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Said Nursî de, aynı şiddet ve kararlılıkla şu cevabı verdi:
"Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur."[15]
Bu olay, biraz önce de belirttiğimiz gibi, birçok şahit önünde cereyan etti.[16] Bu hadiseyi ve Bediüzzaman'ın Ankara günlerini pek çok şahit nakletmiştir. Ayrıca Bediüzzaman'ın eserlerinde de ana hatlarıyla yer almıştır. Bediüzzaman'ın ifadelerinin kitaplarında yer aldığı dönemde halen hayatta olan başta İsmet İnönü gibi pek çok mebus bu konular hakkında her hangi bir inkârda bulunmaması bu ifadelerin doğruluğu konusunda bir delil olarak sunulabilir.
Hatta o esnada hazır bulunan mebuslar, Said Nursî için endişeye kapılmışlardı. Bu sözlerinden dolayı canı yanabilirdi. Fakat Mustafa Kemal kızgınlığını bastırdı ve zımnen özür diledi. Çünkü iki gün sonra, makamında Said Nursî'yle iki saatlik bir görüşme yaptı.
İslâm düşmanları arasında ün kazanmak ümidiyle İslâm'a saldırmanın ve onun şeâirini ortadan kaldırmaya çalışmanın millete, ülkeye ve İslâm dünyasına büyük zarar vereceği konusunda, Mustafa Kemal'i uyarmak için bir fırsat yakalamıştı. Eğer bir inkılâp yapılacaksa, Kur'ân esas alınarak yapılmalıydı. Hırsını; makam ve şöhret arzusunu tatmin etmek için İslâm'a saldırarak, Türk ve İslâm düşmanlarının beğenisini kazanma*ya çalışmanın büyük bir yanlış olduğunu dile getirdi.
Mustafa Kemal, "bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği hâlde"[17] bu sözlerinden dolayı, Said Nursî'ye, görünüşe bakılırsa kırılmamıştı. Bilakis onu sakinleştirmeye ve nüfuzundan yararlanmak için onu kazanmaya çalıştı. Nursî'ye, Şeyh Senûsî'nin makamını, yani Doğu Anadolu Genel Vaizliği'ni, 300 lira maaş, mebusluk ve Dârül-Hikmeti'l-İslâmiye'de sahip olduğu makamına denk bir makam, ayrıca bir köşk gibi cazip tekliflerde bulundu.[18][19]
Bediüzzaman Said Nursî, Ankara'da bulunduğu süre içinde, Doğu'da bir üniversite kurma projesiyle ilgili yoğun çalışmalarda bulundu. Mebusların birçoğu, dinî ilimlerden ve eğitimden vazgeçmenin zamanının geldiğine; eğitimin Batılı standartlara uyumlu hâle getirilmesi ve modern bilimler eksenli olması gerektiğine inanıyordu.
Said Nursî'nin sunduğu projeyle bağlantılı üç husus, mebusları çok etkilemişti. İlk husus, Doğu vilayetlerinin coğrafî konumuydu. Bu bölge, Doğu İslâm dünyasının merkezi konumundaydı. Muasır ilim dallarıyla birlikte dinî ilimlerin de ders verilmesi gerekliydi. İkinci olarak, Said Nursî, peygamberlerin çoğunun Doğu'dan ve büyük filozofların çoğunluklaBatı'dan çıktığı tespitini yaptıktan sonra, Doğu'nun yalnız dinle yükselebileceğini ve gelişmenin ancak dinle bağlantılı olarak gerçekleşebileceğini ifade etti. Üçüncü husus olarak, çok önemli bir özelliğe dikkat çekti. Buna göre ülkenin birlik ve bütünlüğünü devam ettirmenin yegâne yolu, din ve dinin esâsâtıdır. Bu temel unsur dikkate alınmadığı takdirde, dayanışma ve ortak hareket etme ruhu teşkil edilemeyecek; daha sonraki dönemlerde, bu yöndeki bir ihtiyacın hissedilmesi hâlinde, bu talep karşılanamayacak; bölgenin Türk olmayan Müslümanları, "Türke hakikî kardeşliğini hissedemeyecek"tir.[20]
Ancak Said Nursî bu tekliflerin hiçbirisini kabul etmedi. Bunun sebeplerini incelemeye geçmeden önce, Medresetü'z-Zehrâ'nın inşaatıyla ilgili kanun teklifini imzalayan 167 mebustan birisinin de Mustafa Kemal olduğunu ifade edelim.
 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
Said Nursî'nin Medresetü'z-Zehrâ olarak isimlendirdiği bu üniversitenin Van'da kurulmasını teklif eden ve 167 mebusun imzaladığı kanun tasarısı, 2 Şubat 1923'te Meclis Başkanına sunuldu. 17 Şubat'ta ilgili komisyona gönderildi. O yılın bütçesinden 150.000 liranın ayrılmasını öngören bu kanun tasarısı, gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra 12 Eylül 1923 tarihinde, Eğitim ve Şeriat Komisyonu'na gönderildi ve orada kaldı. Yaşanan hadiseler, Medresetü'z-Zehrâ'nın inşasına bir kez daha geçit vermedi. Komisyon, aradan iki yıl geçtikten sonra, 29 Kasım 1925'te kanun tasarısını reddetti ve Meclis'e geri gönderdi. Yapılan oylama ne*ticesi reddedildi.[21] Zaten, tevhid-i tedrisat ve medreselerin kapatılmasıyla ilgili kanun (Mart 1924) çıkartılmış ve yürürlüğe konmuştu. Bu esnada, Said Nursî de, Batı Anadolu'da yer alan bir köye, Barla'ya sürgüne gönderilmişti.

Said Nursî'nin Mustafa Kemal'in teklif ettiği makamları reddetmesinin bir diğer sebebi, iç dünyasında meydana gelen değişimdi. Bu konuyla ilgili olarak "gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi" dedikten sonra, onlara "Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz, fakat size de ilişmez"[22] cevabını verdiğini dile getirir. Fakat esas sebep, gidişatın hangi yöne olduğunu görmesi ve gelecekte ortaya çıkacak bazı tehlikelerin farkına varmasıydı. Said Nursî, ayrıca, Kur'ân hadimlerinin onlarla mücadele edebileceğini; ancak siyaset yoluyla değil, Kur'ân'ın i'câzının "manevi kılıncıyla" onları mağlup edilebileceğini anladı. İşte bu yüzden, yeni liderlerle birlikte çalışmayı reddetti ve inzivaya çekileceği Van'a gitmek üzere Ankara'dan ayrıldı.[23]
Ankara'dan ayrılırken, bazı dostları ve mebuslar istasyona kadar kendisine eşlik ettiler. O sıralarda, istasyonun yanında ikamet eden Mustafa Kemal Paşa da gruba katıldı. Bazı kaynaklara göre, bu esnada, ikisi arasında "heykeller"le ilgili bir konuşma geçti. Paşa, heykeller hakkında fikrini sorunca, Said Nursî, gayet kesin bir cevap verdi: "Büyük Kur'ân'ımızın bütün hücumu heykellerle putlaradır. Müslümanların heykelleri ise, hastahaneler, mektepler, yetimleri koruyan yurtlar, mabetler ve yollar gibi âbideler olmalıdır."[24] Bu gelişme, Said Nursî'nin talebelerinden Tevfık Demiroğlu tarafından da teyit edilmiştir.[25] Zira Demiroğlu, o sırada onun yanındaydı ve daha sonra, Ankara'da kalmaya devam etti.
Nursî'nin biletinin üstündeki tarih, biletin -Nursî'yi Eski Said'den Yeni Said'e götüren bilet- 17/4/39, yani 1341 Ramazan'ının ilk günü, 17 Nisan 1923'te verildiğini gösterir.
Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi Entellektüel Biyografisi isimli eserinde istifade edilerek hazırlanmıştır.
Fotoğraflar: Yeni Asya Gazetesi
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Atattürk-Bediüzzaman ilşkisini anlatan derli toplu bir yazı daha :

M. KEMAL'İN DAVETLERİYLE ANKARA'YA GİTTİ

İstanbul'da İngiliz işgaline karşı verdiği mücadele takdirle karşılanan Bediüzzaman, M. Kemal'in ısrarlı davetleriyle Ankara'ya gittiğinde, aralarında birkaç görüşme oldu. Namazın önemine dair milletvekillerine dağıttığı beyanname sonrasında gerçekleşen ilk görüşmede Said Nursî'nin sert ikazlarda bulunduğu M. Kemal ondan özür diledi.

‘BİRLİKTE ÇALIŞALIM' TEKLİFİNİ REDDETTİ

Bir görüşmede M. Kemal Bediüzzaman'a cazip imkanlar vaadiyle ‘birlikte çalışma' teklifinde bulundu, ama red cevabı aldı. Said Nursî'nin Van'a gitmek üzere trene binmek için gittiği istasyondaki son görüşmelerinde ise M. Kemal heykel hakkındaki fikrini sordu ve heykel yerine ‘hayır müesseseleri kurulması' gerektiği cevabıyla karşılaştı.

Bediüzzaman'ın Ankara günleri

Bediüzzaman Said Nursî'nin, devlet/hükûmet merkezi olma inisiyatifini kaybeden İstanbul'dan ayrılışı, Ankara'ya gelişi ve yeni idare merkezi olan Ankara'da kalışı, yaklaşık 7'8 aylık bir süreyi ihtiva ediyor.
Bu süre zarfında, her iki merkezde de, özellikle askerî, siyasî ve fikrî sahada pek büyük, hatta olağanüstü denilebilecek derecede gelişmeler yaşanıyor.

Bunların neler olduğuna, yazının akışı içinde yeri geldikçe değinilmeye çalışılacaktır.

Bu çalışmanın ağırlıklı noktasını ise, Bediüzzaman Said Nursî'nin Mustafa Kemal ile karşılaşma ve tartışma sahneleri teşkil ediyor.

Malûm, pek yakında vizyona girecek olan ‘Hür Adam' filminin medya ve kamuoyu cephesindeki en tartışmalı kısmı, filmin fragmanında da yer verilen bu sahneler oldu.

Kritik dönem

Gerek resmî ve gerekse gayr'ı resmî kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Said Nursî, 9 Kasım 1922* tarihinde Ankara'da bulunmuş, Meclis'te kendisi için bir ‘Hoşamedî' merasimi yapılmış ve kendisi de kürsüye çıkarak, mebuslara hitaben konuşup muzafferiyet için dua etmiştir.

Bediüzzaman için Meclis'te yapılan resmî merasimle ilgili olarak, aynı tarihli Zabıt Ceridesi'nde yer alan bilgilerin bir kısmını hatırlatmakta fayda var.

Bediüzzaman, özel davet ile ve bazı dostlarının ısrarlı talepleri üzerine İstanbul'dan Ankara'ya gelmişti.
Açık oturum şeklinde (135. içtima/oturum) gerçekleşen o günkü Meclis toplantısında, Üstad Bediüzzaman da dinleyici salonunda (kendi ifadesiyle ‘sami'în locası'nda) oturmakta idi.

Onu aralarında gören bazı milletvekili dostları, Meclis Başkanlığına teklifte bulundular. Teklif kabul gördü ve Bediüzzaman dua için kürsüye davet edildi.

Bediüzzaman'ın burada yapmış olduğu konuşma ve duaya dair detaylı bilgilerin yer aldığı Zabıt Ceridesinin orijinal nüshaları, Meclis arşivinde ve Ankara'daki Millî Kütüphanede bulunmaktadır.

Bu hususla ilgili olarak resmî tutanakta kayda geçen metnin bir kısmı şöyledir:

‘Ulemadan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine Beyan-ı Hoşamedî.

‘Reis: Efendim, Bitlis mebusu Arif Bey'le rüfekasının (arkadaşlarının) takriri (önergesi) vardır:

‘Riyaset'i celileye,

‘Vilayat-ı Şarkiyye ulema-i benamından olup, Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli'yi ziyaret etmek üzere İstanbul'dan buraya gelerek, Sami'în Locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine ‘beyan-ı hoşamedî' edilmesini teklif eyleriz.

Takriri (önergeyi) veren mebuslar: Bitlis milletvekili Arif, Bitlis milletvekili Derviş, Bitlis milletvekili Resul, Muş milletvekili Kasım, Muş milletvekili İlyas Sami, Siirt milletvekili Salih, Ergani milletvekili Hakkı
‘Alkışlar...

‘Rasih Efendi (Antalya): Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz.' 1

Said Nursî'nin o günlerde Ankara'da olup olmadığını bilmediğini (hatta zannetmediğini) TV ekranlarından duyuran tarihçi, araştırmacı ve gazetecilerin bilgi eksikliğini gidermek için bu belge yeterli olacaktır.

* * *

O günlere dair önemli bazı ayrıntıları da şu şekilde sıralamak mümkün:

* O tarihte Meclis Başkanlığı makamında bulunan kişi M. Kemal'dir.

* Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu Başkanı, Başbakan) ise Rauf Orbay'dır.

* Dışişleri Bakanı olan İsmet Paşa, Lozan'a gidecek heyetin başına tayin edilmiş olup, bu tarihte Ankara'da değildir. ‘Hatırat'ıyla ünlü Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur da aynı durumdadır.2

* 1 Kasım 1922'de, Saltanat ile Hilafet birbirinden ayrılarak, Saltanat lağvedildi. Buna göre, yönetim merkezi hem resmî, hem de fiilî olarak Ankara'ya devredilmiş oldu.

Ulaşabildiğimiz hemen bütün kaynaklar, Said Nursî'nin Saltanatın ilgası ve Lozan sürecinin başlangıcı sayılan Kasım 1922'den Lozan'daki nihaî görüşmelerin (II. Lozan Konferansı) hızlandığı Mayıs 1923 tarihine kadar geçen bu en kritik aşamada Ankara'da bulunduğunu gösteriyor.

Mustafa Kemal ile karşılaşma

1) Meclis'te, Başkanlık Makamında
Elimizdeki bilgilere göre, Said Nursî ile M. Kemal Ankara'da birkaç defa doğrudan görüşmüşlerdir.
Ayrıca, hemen her karşılaşmada, derin görüş ayrılıkları sebebiyle, aralarında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır.
Bu tartışma safhalarına dair, Bediüzzaman, muhtelif mektup ve eserlerinde şu bilgileri aktarıyor:

‘Ankara da, divan'ı riyasetinde (Meclis Başkanlığı makamında) pek çok mebuslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddetle divan'ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.' Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Îmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.' (...)

‘Hazır mebus dostlarım telaş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nev'î tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, adeta dehşetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususi riyaset odasında (odasında başbaşa), Hücumat'ı Sitte'nin Birinci Desise içinde bulunan ‘Mesela, Ayasofya Camii ehl-i fazl ve kemalden, ila ahir...' cümlesinden başlayan, ta İkinci Desiseye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.

‘Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması'' 3
Buradaki ifadelerden anlaşılıyor ki, bir gün arayla iki defa görüşme olmuş. Biri kalabalık mebusların bulunduğu ortamda, diğeri ise Başkanlık odasında baş başa olmak üzere'

2) Parlak teklifler
M. Kemal ile bir başka görüşmenin ‘parlak teklifler paketi' çerçevesinde gerçekleştiği anlaşılıyor.

Bediüzzaman, bu görüşme hakkında şunları beyan ediyor:

‘Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: ‘Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistan'a ve vilayat'ı şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vaiz'i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun' dediler.

‘Ben de onlara cevaben dedim ki:'..' 4

Değişik kaynaklarda, bu görüşme esnasında, Said Nursî'ye ayrıca Çankaya'da bir köşk, milletvekilliği ve kurulacak Diyanet Dairesinde mühim bir mevki tekliflerinin yapıldığı da kayd ediliyor.

Said Nursî ise, yapılan bütün bu parlak teklifleri elinin tersiyle itiyor; M. Kemal'in emri altında çalışmayacağını, ancak dünyalarına da karışmayacağını şu sözleriyle ifade ediyor:

‘Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat'ı Sitte namındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi.

‘Bizimle çalış' dediler.
‘Dedim: ‘Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.'

‘Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü'.' 5

3) Fetva konusu
Said Nursî ile Mustafa Kemal arasında, ‘dinde reform' niteliğini de aşacak mahiyette bir fetva meselesinin tartışmalı şekilde cereyan ettiği anlaşılıyor.

Aynı zamanda, iplerin kopması ile sonuçlanan bu fetva meselesinin başında şu üç madde geliyor: Heykel fetvası, içki fetvası ve kadınların kısmen açılabileceğine dair bir fetva.

Said Nursî, bu fetva teklifini bütünüyle reddeder. Bundan dolayı da başına gelmeyen kalmaz.

Hatta öyle ki, ömür boyu çektiği hapis ve sürgün cezasının ana sebebinin, bu dönemde yaşadığı hadiseler olduğunu, gerek eserlerinde ve gerekse hatıralarında defalarca beyan eder.6

Bir diğer kaynakta ise, aynı konu, aynı paralelde olmak üzere şu şekilde naklediliyor:

‘M. Kemal sordu: ‘Molla Said! Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu'na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Buna ne dersin? Bunun bir fetvasını bulabilir misin?'

‘Said Nursî: ‘Paşa! Biz sana heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harbetti? ...Büyük Kur'anımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanın heykelleri camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mabedler ve hayır müesseseleridir.'7

Birbirine taban tabana zıt iki düşünce akımı, işte bu tarihlerde ve böylelikle gün yüzüne çıkıyordu.

Said Nursî, Lozan'daki dayatmaların Ankara'da ma'kes bulacağı kanaatiyle, ‘bab'ı hükûmet'ten izzet û ikbal ile ayrılarak, trenle Ankara'dan Van'a doğru yola çıkar.

Görgü şahidi Tevfik Demiroğlu'nun anlattığına göre, o esnada tren garında bulunan M. Kemal, heykel meselesini tekrar açarak Said Nursî'nin hem fikrini sorar, hem de yaptığı parlak tekliflerle onu gitmekten caydırmaya çalışır.

Ancak, bu son teşebbüs de neticesiz kalır. Said Nursî, orada da kesin bir kararlılıkla hem değişmeyen fikrini tekrarlar, hem de artık birlikte çalışamayacağı yönünde kesin ifadeler kullanır.8

Said Nursî, hem dine muhalif, hem de farklı siyasî görüş sahiplerine hayat hakkı dahi tanımayan Ankara'nın o zamanki idarecileriyle uzlaşamayarak ayrılır ve ömrünü uzun vadeli bir iman hizmetine vakfetmek niyetiyle Van'a çekilir.**

4) Tren Garındaki son karşılaşma

Bediüzzaman ile M. Kemal'in son karşılaşması, yukarıda da değinildiği gibi Tren Garında gerçekleşiyor.
Bediüzzaman, Ankara'dan ayrılmak üzere istasyona geliyor. Yanında yeğeni Abdurrahman ile talebesi Tevfik Demiroğlu var.

O esnada M. Kemal de istasyonda olup, Said Nursî'yi gitmekten vazgeçirmek için, kendisine yaptığı parlak teklifleri bir kez daha düşünmesini ister. Ancak, değişen bir şey olmaz yine.

Bu arada, yeğeni Abdurrahman da aynı meselede amcasının fikrini sorar. Aralarında son derece ibretli ve dikkat çekici bir konuşma cereyan eder.

Nur Talebelerinden Hakkı Yavuztürk, bizzat Üstad Bediüzzaman'dan dinlemiş olduğu bu vak'a hakkında şunları naklediyor:

‘Bir ziyaretimiz esnasında Ceylan Çalışkan'ın cesaretinden sitayişle bahseden Üstad Bediüzzaman, devamla ‘İşte benim Abdurrahman'ım da böyle cesur bir talebeydi' diyerek, 1923 senesine dair bir hatırasını aktardı.

‘Biliyorsunuz, Üstad Bediüzzaman 1923 yılı başlarında Ankara'da bulunuyor. Yeğeni Abdurrahman da o esnada Meclis'te katip olarak çalışıyor. Üst tabakadan bazı adamlar tarafından Said Nursî'ye Ankara'da kalması ve yeni Meclis'le beraber çalışması için çok parlak teklifler yapılıyor.

‘Esasında Abdurrahman'ın arzusu da bu yönde. İstiyor ki, amcası Ankara'da kalsın ve üst düzey yönetimle birlikte çalışsın.

‘Ne var ki, Üstad Bediüzzaman'ın niyeti ve düşüncesi çok farklı. O, hiç uyum sağlayamadığı adamlardan uzaklaşmak, bu sebeple Ankara'dan ayrılıp memleketine gitmek istiyor.

‘Üstad, Ankara'dan hareket edecek olan trene binmek için istasyona geliyor. Yeğeni Abdurrahman da yanında. Ayrıca, istasyonda bekleşen ekabirden bazı adamlar da var.

‘Genç Abdurrahman, kafasını kurcalayan bir suali Üstad'ına yöneltiyor: ‘Ey amuca, senin bu haline bir türlü akıl'sır erdiremedim. Sana yapılan o parlak teklifleri neden kabul etmedin? Halbuki, bu teklifler bir tek sana yapıldı, başka hiçkimseye yapılmadı. Muhterem amucam ve üstadım, acaba benim bu müşkilimi halletmeyecekler mi?'

‘Hz. Üstad, yeğeni Abdurrahman'a orada diyor ki: ‘Bak evladım. Bazı rivayetlerde haber verilen ahirzamanda gelecek ve din'i mübin'i İslama darbe vuracak dehşetli adam(lar)ın kim olduğunu yakînen gördüm. Bütün alametleri yüzlerinde ve efallerinde okudum. Böyleleriyle çalışamam'

‘Bu açıklama üzerine, Abdurrahman birden celalleniyor ve belindeki kamasına dahi davranarak, amcasından emir beklercesine diyor: ‘Demek ki öyle ha... Madem öyle, muhterem amuca siz bana izin verin, hemen gidip onu burada hançerimle öldüreyim.'

‘Ancak, Üstad Bediüzzaman onun böyle bir teşebbüste bulunmasına müsaade etmiyor, mani oluyor ve ona şu hakikatli rivayetleri hatırlatıyor: ‘Bak evladım, yine rivayetlerde var ki, onun zamanına yetiştiğinizde, ona karşı kuvvetle ve siyasetle mukabele etmeyin' diye tavsiye ediliyor. Çünkü, bu cihetiyle o galiptir, yani daha kuvvetlidir. Hem, eğer haber verilen şahıs o adam ise, zaten sen onu öldüremezsin. Zira, eşhas'ı ahirzaman öldürülmekten mahfuzdur. Herbiri kendi vazifesini yapacaktır. İşte bu sebep ve hikmete binaen, ben de onlarla çalışmayıp çatışmayarak Van'a gitmeyi ve uzun vadeli bir ilmî mücahede içine girmeyi tercih ediyorum.'9

Merhum Hakkı Yavuztürk'ün anlatmış olduğu bu hatırayı, Tevfik Demiroğlu başta olmak üzere, ‘son şahitler'den daha başka kimseler de naklediyor.

1920'de işgal altındaki İstanbul'da ‘Hutuvat'ı Sitte' isimli broşürün neşir ve dağıtımında hizmet eden, 1923'de ise Ankara'da memur olarak bulunan Tevfik Demiroğlu, hatıralarında özellikle Üstad Bediüzzaman'ın Ankara'daki vaziyeti ve niçin Ankara'dan ayrılmak istediğini daha başka boyutlarıyla da anlatıyor.10
Bediüzzaman Said Nursî'nin Ankara'dan ayrılma gerekçesinin bir başka şahidi ise, jandarma Hasan Ergen'dir.11

Beyanname ve Tabiat Risalesi

Said Nursî, Ankara'da bulunduğu zaman zarfında, Tabiat Risalesi isimli eserini Arapça olarak, milletvekillerine hitaben yazdığı 10 maddelik bir Beyannameyi de Türkçe olarak neşretti.

Tabiat Risalesi, Yeni Gün matbaasında, Beyanname ise Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin Tan Matbaasında basıldı.

O zamanki Ankara günlerine dair bir hatırayı da, bizzat Üstad Bediüzzaman'ın ifadelerinden naklederek konuyu tamamlayalım.

Bediüzzaman Hazretleri, Yirmi Üçüncü Lem'a olarak Risale'i Nur Külliyatı içinde yer alan Tabiat Risalesi isimli eserinin başında, yukarıda bahsini ettiğimiz fırtınalı Ankara seyahatinden şu şekilde söz ediyor: ‘1338'de (1922'23) Ankara'ya gittim. İslam Ordusunun Yunan'a galebesinden neş'e alan ehl'i imanın kuvvetli efkarı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. ‘Eyvah' dedim. ‘Bu ejderha imanın erkanına ilişecek!' ...Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu.'

Tabiat Risalesi isimli bu eserin hemen başındaki bir ‘Haşiye'de ise, aynen şu izahat var: ‘Bu risalenin sebeb-i telifi, gayet mütecavizane ve gayet çirkin bir tarzla, hakaik'i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur'an'a hücum edilmesidir.'12

Dipnotlar:
* Bu tarihin, Rumî takvime göre ‘9 Teşrinisani 1338' diye yazması kimseyi şaşırtmamalı. Zira, 1917 ile 1926 yılları arasında Rumî takvim ile Miladî takvim arasındaki 13 günlük fark kaldırılmış; dolayısıyla iki takvimin de ay ve gün kısmı uygulamada eşitlenmiştir.
** Hür Adam filminde, sadece fetva konusuyla ilgili ikili görüşmenin cüz'î bir kısmına yer veriliyor.
1- Zabıt Ceridesi, c. 24, s. 457; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976, s. 245'246.
2- TC Tarihi Kronolojisi, TTK Yayını, Ankara 1988, s. 363'364.
3- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 214; Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 498.
4- Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 258.
5- Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 195.
6- Necmettin Şahiner, Son Şahitler'II, s. 298; Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 247.
7- Bkz: Son Şahitler'den Tevfik Demiroğlu'nun hatıraları ile Av. Hulusi Bitlisî'nin Afyon Mahkemesi Müdafaasından nakille, N. Şahiner'in Bediüzzaman'ın biyografisine'BTBSN'dair eseri, s. 250, Yeni Asya Yayınları, İst., 1976.
8- Şahiner, Son Şahitler'I, s. 219.
9- M. Latif Salihoğlu, Yeni Asya, 15 Ocak 2007.
10- Son Şahitler'1, s. 216.
11- Son Şahitler'2, s. 295.
12- Bediüzzaman Said Nursi, Lrm'alar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994, s. 181.

Habervaktim- Yeniasya
 
Üst