Surelerin İniş Sebebleri

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
24- NÛR SÛRESİ


Sûrenin tamamı Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur, yani içinde hiç Mekkî âyet bulunmamaktadır. Ebu Hayyân bu hususta icmâ olduğunu kaydeder.

Ancak Kurtubî'den, 58. âyeti olan "Ey iman edenler, ellerinizin altında o-lan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginlik çağına gelmemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından son*ra yanınıza girmek istediklerinde üç defa izin istesinler..." âyetinin Mekke'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.[1]



3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikah*lamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası ni*kahlamaz. Bu, mü 'minler üzerine haram kılınmıştır.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca üç rivayet vardır ve üçünün de müfâdı birdir. Şöyle ki:

l. Amr ibn Şuayb'in babasından, onun da dedesinden rivayetinde o şöyle anlatıyor: Mersed ibn Ebî Mersed Kennâz el-Ganevî adında birisi vardı. Mek*ke'deki esirleri (kurtarıp veya kaçırıp) Medine'ye götürürdü. Mekke'de onun dostu olan Anâk adında bir fahişe vardı. Bir keresinde Mersed bir esire, onu Medine'ye götürmeyi va'detmişti. Hadisenin bundan sonrasını Mersed kendisi şöyle anlatmış:

Ay aydınlığı bir gecede Mekke'ye geldim. Bir duvarın gölgesine saklan*dım. Anâk da oradan geçiyormuş, benim gölgemi görmüş, yaklaşınca da tanı*mış. "Sen Mersed misin?" diye sordu, ben: "Evet, ben Mersed." dedim. "Mer*haba, hoş geldin, gel bu gece bizim yanımızda kal." dedi. Ben: "Ey Anâk, Allah zinayı haram kıldı." dedim. Birden: "Ey çadır ahalisi bu adam esirlerinizi Medi*ne'ye kaçırıyor." diye bağırmaya başladı. Ben kaçtım, sekiz kişi peşime düştü*ler. Dağa yöneldim ve bir mağara bulup saklandım. Ta başucuma kadar geldiler. Hattâ birisi başıma işedi de başım sırılsıklam oldu. Ama Allah onları kör etti de beni göremediler, dönüp gittiler. Ben de o kurtarıp Medine'ye götürme sözü verdiğim esire vardım, onu yüklenip Medine'nin yolunu tuttum. Ağır bir adam*dı. Mekke dışında İzhir (bir rivayette Erâk) denilen mevkide sırtımdan indirip bağlarını çözdüm, bazan taşıdım, bazan yürüyebildi, nihayet Medine'ye geldik. Ben Rasûl-i Ekrem (sa)'in yanına varıp: "Ey Allah'ın elçisi, Anâk'ı nikâhlıyayım, onunla evleneyim mi?" diye sordum. Hz. Peygamber (sa) susup cevap vermediler de sonunda “Zina eden erkek, sina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zine eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz." âyeti indi ve Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Mersed, zina eden erkek ancak bir zinakâr kadını veya müşrik bir kadını nikâh*lar, zinakâr bir kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek nikahlayıp onun*la evlenir." buyurdular.[2] Hadisin Ebu Davud ve Neseî'deki rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in Mersed'e âyet-i kerimeyi oku*duktan sonra: "Onu nikahlama, onunla evlenme." buyurduğu da belirtilmektedir.[3]

Suyûtî, Anâk ile evlenmek isteyen kişinin Mezîd adında birisi olduğunu, bunun, Enbâr'dan Mekke'ye mal getirdiğini ve Anâk ile evlenmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediğini, Efendimiz (sa)'in "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz..." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar kendisine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermediğini, bu âyet-i kerimenin nüzulü ile de kendisine "Ey Mezîd, onunla evlenme." buyurduğunu kaydederken bu anlamdaki hadisin Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve Hâkim tara*fından tahric edilmiş olduğunu da belirtmektedir.[4]

İbn Abbâs'tan bu hadisenin Bakara, 221 âyetinin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Mersed'in Anâk'la evliliğine kadının fahişe olması değil müşrik olması engeldir.

2. İkrime ise âyet-i kerimenin nüzul sebebini biraz daha genişletir ve şöyle anlatır: Ayet-i kerime, Mekke ve Medine'de açıktan fuhuş yapan zinakâr kadın*lar hakkında nazil oldu. Bunların sayıları pek çok olmakla birlikte dokuz tanesi çok meşhur idiler ve kapılarında bayrakları olup halk onların bayraklarını bilir*lerdi. Bunlar: es-Sâibn ibnu's-Sâib el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Mehdûn, Safvân ibn Ümeyye'nin cariyesi Ümmü Ğalîz, el-As ibn Vâil'in cariyesi Hayye el-Kıbtıyye, İbn Mâlik ibn Umsele ibnu's-Sebbâk'in cariyesi Mirye, Süheyl ibn Amr'ın cariyesi Celâle, Amr ibn Osman el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Süveyd, Zem'a ibnu'l-Esved'in cariyesi Şerife, Hişâm ibn Rabîa'nın cariyesi Karine ve Hilâl ibn Enes'in cariyesi (Fertenâ?). Cahiliye devrinde bu kadınların evlerine "meyhane" adı verilirdi. Bunların evlerine müslüman olsun, müşrik olsun ancak zinakâr erkekler girip çıkardı. Müslümanlardan bazı kimseler[5] onların ka*zançlarıyla geçinmek maksadıyla bu kadınlarla evlenmek istediler ve gelip bu hususta Hz. Peygamber (sa)'den izin istediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve mü'minlere onlarla evlenmeyi yasaklayıp bu kadınları onlara haram kildi.[6]

3. Abdullah ibn Ömer'den gelen bir rivayette ise bu âyet-i kerimenin nüzulü bu zinakâr kadınlardan sadece Ümmü Mehdûn ile alâkadardır. Bu kadın açıktan fuhuş yapar ve kendisiyle evlenmek isteyecek birisi çıkarsa onun nafakasını kendisinin karşılamasını şart koşar (sana ben bakacağım, derdi). Müslümanlar*dan birisi bu kadınla evlenmek istedi ve gelip bu isteğini Hz. Peygamber (sa)'e söyledi de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[7] Abdullah ibn Amr'dan gelen bir rivayette de bu kadının adı Ümmü Mehzûl olarak veril*mektedir.[8]



4. îffetli, hür kadınlara iftira atan, sonra da dört şâhid getiremiyenlere sek*sen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul etmeyin. İşte onlar /âşıkların ta kendileridir.

Bu âyet-i kerime, Buhârî'nin Sahîh'inde işaret edildiği üzere Uveymir'in karısı hakkında nazil olmuştur.

Ancak Saîd ibn Cübeyr'den, tfk hadisesi üzerine nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[9]



6. Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanlarm şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah 'ı şahid tutmasıdır.

7. Beşincisi ise "Eğer yalancılardan ise Allah 'in lanetinin kendi üzerine olması "dır.

8. "Kocasının yalancılardan olduğuna " dair dört kere Allah 'ı şahid tutması kadından azabı (zina haddini) savar.

9. Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah 'in gazabına uğ*raması "dır.

10. Ya üzerlerinizde Allah 'in lûtfu ve rahmeti olmasaydı (haliniz nice olur*du?). Gerçekten Allah Tevvâb'dır, Hakim 'dir.

Bu âyet-i kerimeler, mülâ'ane ya da Li'ân âyetleri denilir ki eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka bu zinaya şahidlik edecek başka şahid bulamryan karı koca için bir çıkış yolu olarak li'ân usûlünü getiren âyet-i kerimelerdir. Bunların nüzul sebebi muteber hadis mecmualarında, siyer kitablarında ve hemen bütün tefsirlerde yer almaktadır. Ancak bazı rivayetlerde Ansar'dan birisi hakkında, bazı rivayetlerde Uveymir hakkında, diğer bazıların*da da Hilâl ibn Ümeyye hakkında anlatılmaktadır. Şöyle ki:

1. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir cuma gecesi mescid-i nebevîde oturuyorduk. Ansardan bir adam geldi ve: "Bir adam (veya bizden birisi) karısının yanında yabancı bir erkek bulsa da bunu konuşsa (karı*sının o adamla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, öldürse (kısasen) onu öldürürsünüz, sussa bu sefer de (karısına ve zina ettiği o yabancı erkeğe) kin dolu olarak susacaktır. Allah'a yemin ederim ki sabaha çıkınca bunu Rasûlullah (sa)'a soracağım." dedi. Ertesi gün olunca Rasûİullah (sa)'a geldi, sordu ve: "Bir adam karısıyla birlikte yabancı bir adamı bulsa da konuşsa (o-nunla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, onu öldürse kısasla öldürürsünüz, sussa kin ve gayz dolu olarak susar." deyip "Ey Allahım bunun hükmünü beyan et." diye dua etmeye başladı ve bunun üzerine Hân âyeti (yani) "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği..." âyetleri nazil oldu ve insanlar içinde işte o adam bu durumla müpte*lâ oldu. O ve karısı Rasûlullah (sa)'a geldiler ve (O'nun huzurunda) lânetleştiler (aralarında liân uygulandı). Adam dört kere doğru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid göstererek şehadette bulundu. Beşinci şehadette "Eğer yalancılar*dan ise Allah'ın laneti üzerine olsun." diye lanette bulundu. Lanette bulunmak üzere (beşinci şehadette kocası doğru sözlülerden ise Allah'ın laneti (gazabı) kendisi üzerine olsun diyerek şehadette bulunmak üzere) hazırlanırken Rasûlullah (sa): "Yeter, sus." buyurduysa da kadın şehadette ısrar ile beşinci şehadette bulundu.

Kadın arkasını dönüp giderken Rasûlullah (sa): "Herhalde doğuracağı ço*cuk siyah ve kıvırcık saçlı olacaktır." buyurdular. Kadın tam bu niteliklerde bir çocuk doğurdu.[10]

2. Sehl ibn Sa'd'den rivayete göre Uveymir bir gün Aclân oğullarının efen*disi Asım ibn Adiyy'e gelmiş ve demiş ki: "Karısıyla birlikte yabancı bir erkeği bulan kişi hakkında ne dersiniz? Onu öldürsün de (kısasla) onu öldürür müsü*nüz, yoksa ne yapsın? Bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne benim için sorar mısın?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'e gelen Asım: "Ey Allah'ın elçisi..." diye söze başlayıp soruyu sormuş, ancak Hz. Peygamber (sa) bu sorudan hoşlanma-yıp cevap vermemiş. Dönüp geldiğinde Uveymir sorusunun cevabını almak umuduyla Asım'ın yanına gelmiş. Asım: "Allah'ın Rasûlü (sa) bu sorudan hoş*lanmadığı gibi kınadı da." demiş. Uveymir: "Vallahi bundan vazgeçmiyeceğim ve gidip Rasûlullah (sa)'a soracağım." deyip Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bjr kişi, karısının yanında yabancı bir erkek bulsa onu öl*dürsün ve siz de (kısasla) onu öldürür müsünüz, yoksa ne yapsın?" diye sormuş. Rasûl-i Ekrem: "Allah, sen ve karın hakkında Kur'ân indirdi." buyurup ikisine Allah'ın, Kitab'ında tarif ettiği şekilde mülâ'anede bulunmalarını emretmiş ve onlar da liânlaşmışlar. Liândan sonra Uveymir: "Ey Allah'ın elçisi, bundan sonra ben bu karıyı tutsam (nikâhım altında ve evimde yanımda) tutsam ona zul*metmiş olurum." deyip karısını boşamış ve o ikisinden sonra Hân yapan eşler hakkında bu bir yol olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bakın (kadının ne doğura*cağını gözetleyin), eğer siyah, göz bebekleri koyu siyah, kalçaları ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir doğru söylemiştir. Şayet kırmızımsı, kızılca bir böceğe benzer bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir karısı hakkında yalan söylemiş, ona iftira etmiştir." buyurdular. Kadın, Rasûlullah (sa)'ın Uveymir'in doğru söylemiş olduğunu tasdik edici olarak bildirdiği niteliklerde bir çocuk doğurdu. Bu çocuk daha sonraları (Araplarda âdet olduğu üzere baba*sına nisbetle değil), annesine nisbetle çağrılırdı.[11] Ayrıntı*larda küçük farklarla hadisi Müslim de Sehl ibn Sa'd es-Sâ'idî'den rivayetle tahric etmiştir.[12] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Uveymir'in karısının adı Havle bint Kays olarak verilmektedir.[13] Kelbî rivayetiyle yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu musibetin Asım ibn Adiyy'in başına geldiği ve karısı ile Şerik ibn Sehmâ'ı zina halinde gördüğü[14] nakledilmişse de doğrusu ve sahih olanı yukarda verdiğimiz veçhile musibetin Asım'in değil, amcasının oğlu olan Uveymir'in başına gelmiş olmasıdır.

3. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Hilâl ibn Ümeyye, Hz. Pey*gamber (sa)'in huzurunda karısının Şerik ibn Sehmâ' ile zina ettiği iddiasında bulunmuştu. Rasûlullah (sa): "Ya delil getirirsin ya da zina iftirası cezasını sır*tında bulursun (ya bu iddiana dört şahid getirirsin, ya da sana zina iftirası ceza*sını uygularım.)" buyurdular. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, bizden birisi karısının üzerinde yabancı bir erkek bulacak, sonra da onları o halde bırakıp delil (şahid) aramıya mı gidecek?!" dediyse de Hz. Peygamber (sa): "Ya delil getirirsin, ya da zina iftirası cezasını sırtında bil." buyurdular. Hilâl: "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben doğru söylüyorum ve Allah, benim sırtımı zina iftirası cezasından kurtaracak bir şey mutlaka indirecektir." dedi ve hemen aka*binde Cibril geldi ve Hz. Peygamber (sa)'e "Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğraması"dır."a kadar olmak üzere "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisi*nin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyet-i keri*melerini indirdi. Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca HilâPin karısına haber gönderip çağırttı. Hilâl de geldi ve "Karısının zina ettiğine" dair şehadette bulundu. Rasûlullah (sa): "Allah biliyor ki ikinizden birisi yalan söylüyor; iki*nizden tevbe eden yok mu?" buyuruyordu. Sonra kadın kalktı ve "zina etmedi*ğine ve kocasının yalancılardan olduğuna" dair şehadette bulundu. Beşinci şehadete gelmişti ki onu durdurdular ve: "Dikkat et, bu beşinci şehadet Allah'ın gazabını sana vacip kılıcıdır." dediler. İbn Abbâs der ki: "Kadın şöyle bir keke*ledi, döndü; biz, şehadetinden dönecek, vazgeçecek zannettik ama o: "Bundan sonraki günlerde elbette kavmimi rüsvay etmiyeceğim." dedi ve beşinci şehadeti de yaptı.

Rasûlullah (sa): "Bakın, bu kadını gözetleyin; eğer gözleri sürmeli, kalçala*rı dolgun ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dandır." buyurdu ve kadın Hz. Peygamber (sa)'in bu tarifine uygun bir çocuk doğurdu da Efendimiz (sa): "Şayet Allah'ın kitabından geçenler (Hân ile ilgili âyetlerin hükmü) olmasaydı benim için ve o kadın için başka bir durum olurdu (onu recmedardim.)" buyurdular.[15]

Hafız Ebu Ya'lâ'nın Enes ibn Mâlik'ten rivayeti biraz daha ayrıntılı olmak*la birlikte bu ayrıntılarda bazı farkları ihtiva etmektedir. Bu rivayette Hz. Pey*gamber (sa), Hilâl'in karısının doğuracağı çocuğu gözetlemelerini emredip: "Eğer kıvırcık saçlı, ince baldırlı bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dan; beyaz, organları uzun ve tam, gözleri bozuk bir çocuk doğurursa bu çocuk Hilâl ibn Ümeyye'nindir." buyurduğu ve kadının, kıvırcık saçlı, ince bal*dırlı bir çocuk doğurduğu belirtilmektedir.[16]

İmam Ahmed de hadiseyi İbn Abbâs'tarç daha geniş olarak şöyle naklet*mektedir: "İffetli ve hür kadınlara zina isnadında bulunan, sonra da buna dört şahid getiremiyenlere seksen sopa vurun ve ondan sonra da onların şahitliğini ebediyyen kabul etmeyin." âyet-i kerimesi nazil olduğunda Ansar'ın efendisi Sa'd ibn Ubâde: "Ey Allah'ın elçisi, aynen böyle mi nazil oldu?" diye sordu. Rasûlullah (sa): "Ey Ansar topluluğu, efendinizin ne söylediğini işitmiyor mu*sunuz?" buyurdular. Onlar: "Ey Allah'ın elçisi, onu ayıplama, muhakkak ili o çok kıskanç bir adamdır, bu yüzden bakire olmiyan hiçbir kadınla evlenmemiş ve kadınlarından hiçbirini boşamamıştır. Onun kıskançlığının şiddetinden biz*den hiç kimse onun boşayacağı bir kadınla evlenmeye cesaret edemez." dediler. Sa'd: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin olsun kî ben, bunun hak ye Allah'tan olduğunu biliyorum. Fakat ahmak bir kadının bacakları arasına (onunla zina halinde) oturmuş bir adam bulacağım ve benim; dört şahid getirinceye kadar onu hareket ettirme, yerinden ayırma hakkım olmtyacak. Allah'a yemin olsun ki ben ona dört şahid getirmeden önce o adam işiniıbitirir, ihtiyacını giderir. İşte ben buna çok şaştım." dedi.

Bunun üzerinden çok geçmeden Tebük gazvösine katılmıyarak özürsüz o-larak geri kalması ve bunu gelip Hz. Peygamber (sa)'e itiraf etmesi üzerine geli*şen olaylardan sonra tevbesi kabul edilen üç kişide^ biri olan Hilâl ibn Ümeyye geldi. Gündüz çalıştığı arazisinden gece evine geldiğinde karısının yanında ya*bancı bir erkek bulmuş; zina ettiklerini gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmiş; sabaha çıkıncaya kadar da ona dokunmamış. Sonra iabah olunca da Rasûlullah (sa)'a gelip: "Ey Allah'ın elçisi, gece aileme geldin^ onun yanında yabancı bir erkek buldum; zina ettiklerini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim." dedi.

Rasûlullah (sa), onun getirdiği bu haberden htşlanmayıp sert davrandı. Ansar toplanıp: "Sa'd ibn Ubâde'nin söylediği musibet işte şimdi başımıza gel*di. Rasûlullah (sa) şimdi Hilâl ibn Ümeyye'ye zina iftirası cezası olan sopalan attırır, sonra da şahitliğini insanlar arasında iptal edip ^ok sayar." dediler.

Hilâl: "Allah'a yemin ederim ki ben, Allah'ın, bana bundan bir çıkış yolu koyacağını umarım." deyip şöyle devam etti: "Ey Allah'ın elçisi, getirdiğim haberden ötürü bana sert davrandığını görüyorum. Allah'a yemin olsun ki O, benim doğru olduğumu biliyor."

Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (sa), ona zina iftirası haddinin uygulan*masını emretmeyi istiyordu ki birden Rasûlullah (sa)'a vahy gelmeye başladı.Ashabı, ona vahy indiği zaman bunu yüzünün değişmesinden, bulanmasından bilirlerdi. Vahy bitinceye kadar sustular. "Eşlerine zina isnad edip de kendile*rinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyetleri nazil oldu ve Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca: "Ey Hilâl, müjde; Allah, senin için bir ferahlık ve çıkış yolu kıldı." buyurdular. Hilâl: "Zaten ben de Rabbımdan bunu umuyor*dum." Dedi.[17]

Rasûlullah (sa): "Kadına haber gönderin, gelsin." buyurdular ve kadın gel*di. Allah'ın Rasûlü (sa) her ikisine de âyetleri okuyup onları uyardı, âhiret aza*bının dünya azabından (zina edenlere dünyada verilecek cezadan) daha şiddetli olduğunu haber verdi. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim, ona kar*şı, onun hakkında doğru söyledim." dedi. Kadın da: "Yalan söyledi." dedi. Rasûlullah (sa): "Aralarında liân yapınız." buyurdular. Hilâl'e: "Kalk, karının zina ettiğine dair şehadet et." denildi. Karısının zina ettiğine ve kendisinin doğ*ru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid tutarak dört kere şehadette bulundu. Beşinciye geldiğinde ona: "Ey Hilâl, Allah'tan kork; dünya azabı (zina iftirası sebebiyle sana dünyada verilecek ceza) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşin*ci şehadetle, eğer şehadetinde yalancı isen âhiret azabını kendine vacip kılıyor*sun." denildi. "Allah'a yemin ederim ki Allah, bu sebeple bana dünyada zina iftirası cezası vermediği gibi bana âhirette azâb etmiyecek." deyip beşincisinde de: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması"nı isteyerek şehadet etti.

Sonra kadına: "Onun (kocanın) yalancılardan olduğuna dair dört defa Al*lah'ı şahid tutarak şehadet et." denildi. Beşincisine geldiğinde kadına: "Al*lah'tan kork; muhakkak dünya azabı (zina sebebiyle dünyada verilecek cezanın acısı) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşinci şehadetle azabı kendine vacip kılmış oluyorsun." denildi de kadın şöyle bir durakladı, sonra: "Allah'a yemin ederim ki kavmimi rüsvay ttmiyeceğim." dedi ve "Eğer kocam doğru sözlüler*den ise Allah'ın gazabı üzerime olsun" diye beşinci kere şehadette bulundu.

Bu (liândan sonra) Allah'ın Rasûlü (sa), karı-kocanın arasını ayırdı (nikâh*larını feshetti) ve kadında» doğacak çocuğun babasının adıyla çağrılmamasına, doğacak çocuğa zina isnad edilmemesine, kadına veya çocuğuna ;na isnad e-den olursa ona hadd-i kazf uygulanmasına hükmetti. Ayrıca koc^ Imediği ve araları talâk ile ayrılmamış olduğu için de kadının mesken, barındırılma ve ge*çiminin koca üzerine olmamasına hükmedip buyurdu ki: "Eğer kadın kumral, uylukları etsiz ve ince bıldırlı bir çocuk doğurursa bu Hilâl'indir. Eğer esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurursa bu, zina isnadında bulunulan adamındır." Kadın, esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurdu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Şayet (o Hân'da yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın hakkında başka bir du*rum olurdu." buyurdular.

İkrime der ki: (Kadının doğurmuş olduğu) çocuk daha sonra Mısır üzerine emîr oldu. Annesinin ismiyle çağrılır, babasına nisbetle çağrılmazdı.[18] Bu hadis, Ebu Davud tarafından da muhtasar olarak İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunmuştur.[19]

Bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye veya Uveymir hakkında nazil oldu*ğuna dair haberleri verdikten sonra Suyûtî der ki: İmamlar bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye hakkında mı yoksa Uveymir hakkında mı nazil olduğu konu*sunda hemfikir değillerdir. Kimisi Hilâl hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri tercih ederken kimisi de Uveymir hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti tercih etmişlerdir. Meselâ Taberî âyet-i kerimenin, karısına Şerîk ibn Sehmâ ile zina isnadında bulunan Uveymir hakkında nazil olduğuna dair rivayeti tercih etmektedir (Kurtubî, age. xn,i23). İki rivayet arasını cem sadedinde olmak üzere bu duruma ilk düşenin Hilâl olduğu, Uveymir'in de başına aynı fitnenin âyet-i ke*rime nazil olmadan hemen önce geldiği ve dolayısıyla âyet-i kerimenin her iki*sinin durumu hakkında nazil olduğunu söyleyenler de vardır. Nevevî bu görüşe meyletmiş Hatîb de ona tabi olmuştur. İbn Hacer de benzer görüşte olup şöyle der: Muhtemeldir ki âyet-i kerime Hilâl ibn Ümeyye'nin başına gelen olay üze*rine inmiş. Daha sonra aynı felâket Uveymir'in de başına gelmiş ve âyet-i keri*menin nüzulünden veya Hilâl'in başına gelenden haberi olmıyan Uveymir Hz. Peygamber (sa)'e gelerek durumu hakkında ondan fetva istemiş; Allah'ın Rasûlü (sa) de kendisine daha önce Hilâl hakkında inen âyet-i kerimeyi oku*muştur. Kurtubî ise âyet-i kerimenin biri Hilâl olayında, diğeri de Uveymir ola*yı hakkında iki kere indirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. İbn Hacer de âyet-i kerimenin birden çok sebep üzerine nazil olmasını da caiz görmektedir.[20]

4. Bu arada Suyûtî, el-Bezzâr'ın Huzeyfe'den rivayetle tahric ettiği bütün bunlardan farklı ve garip bir rivayete daha yer verir. Bu haberde Huzeyfe şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Hz. Ebu Bekr'e: "Ümmü Rûmân'la bir*likte bir adam görsen ne yapardın?" diye sormuş, Ebu Bekr: "Elbette ona bir kötülük yapardım." diye cevap vermiş. Bu sefer Hz. Peygamber (sa), Hz. Ö-mer'e dönüp: "Ya sen ey Ömer?" diye ona sormuş. Hz. Ömer: "Allah en âciz olana lanet etsin, elbette o habistir." diye cevaplamış da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[21]

Bütün bu rivayetlerden sonra Liân'a esas olan bu âyet-i kerimelerin nüzul vakti olarak Kurtubî, Hicretin dokuzuncu senesi Şaban ayında Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönüşünden sonrasını göstermektedir.[22]



11. O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; işte onadır azâb-ı azîm.

12. Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup "Bu, apaçık bir iftiradır. " demeleri gerekmez miydi?

13. Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar şahidler getiremediler o halde onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.

14. Dünya ve âhirette Allah'ın lûtfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız o sözlerden dolayı herhalde size çok büyük bir azâb dokunurdu

15. Onu dilinize dolamıştınız ve bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz sanıyordunuz ama o, Allah katında çok büyüktür.

16. Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır. " demeniz gerekmez miydi ?

17. Eğer mü'minler idiyseniz buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

18. Ve Allah size âyetlerini açıkça bildiriyor. Allah Alîm 'dir, Hakîm 'dır.

19. O mü'minler arasında kötülüğün ve hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler var ya; işte onlara, dünyada ve âhirette çok elem verici bir azâb var. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

20. Ya Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı haliniz nice olurdu? Ve Allah, gerçekten Rauf'tur, Rahîm'dir.

21. Ey o iman etmiş olanlar, şeytanın adımlarına tabi olmayın. Kim, şeytanın adımlarına tabi olursa (bilsin ki) şeytan, hayâsızlığı, ahlâksızlığı ve münkeri emreder. Şayet Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı hiçbiriniz ebediyyen temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır ve Allah Semî'dir, Alîm'dır.

22. Sizden faziletli ve varlıklı olanlar yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah 'in sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir.

23. İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır.

24. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahidlik edeceklerdir.

25. O gün Allah onlara hak olan cezalarını verecektir. Hiç şüphesiz onlar da Allah 'in apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar, ve onlar için mağfiret, bir de cömertçe verilmiş bir rızık vardır.

Bu Nûr Sûresinden 16 âyetin (11-26. âyetler) nüzulüne sebep olan İfk Hadisesi en geniş şekliyle bizzat Hz. Aişe'den rivayetle İbn Hişâm'ın Sîre'sinde hicretin altıncı senesi olayları cümlesinden olarak ve Mustalik Oğulları gazvesi sırasında meydana gelen olaylar arasında anlatılmaktadır. Hz. Aişe şöyle anlatıyor:

Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkmak istediğinde kendisiyle birlikte çıkacak hanımını tesbit etmek üzere hanımları arasında kur'a çekerdi. O, Mustalik oğulları gazvesine çıkacağında hanımları arasında çekilen kur'a bana çıktı ve Rasûl-i Ekrem bu sefere beni götürdü.

O zamanda kadınlar az yemek yerler, et tutmazlar (fazla şişmanlamazlar) ve ağır olmazlardı. Yola çıkmak üzere devem hazırlanınca ben de hevdece girer otururum, sonra birileri gelir hevdeci altından tutar kaldırır, devenin sırtına yükler, iplerini bağlarlar, sonra da devenin başından çekerek beni yola çıkarırlardı.

Allah'ın Rasûlü (sa) bu seferini bitirip dönerken Medine yakınlarında bir yerde konakladık ve gecenin bir kısmını orada geçirdik. Gecenin bir vaktinde yola çıkma emri verildi ve insanlar yola koyuldular. Bu arada ben bir ihtiyacım için hevdecimden çıkmış, devenin yanından ayrılmıştım. Boynumda cez'-i zafâr taşından bir kolye (gerdanlık) vardı. İşimi bitirdiğimde ben bilmezden haberim olmadan) meğer o gerdanlık çözülmüş ve boynumdan düşmüş. Binitimin yanına gelince boynumu yokladım; baktım ki gerdanlığım yok. O sırada insanlar yola çıkmaya başladılar. Ben ise ihtiyacımı giderdiğim yere gittim ve orada düşmüş olan gerdanlığımı buldum. Benim yokluğumda benim hevdecimi deveme yük*leyen ve devemi sürüp götüren insanlar gelmişler; devemi yola hazırlamışlar, daha önceden yaptığım gibi beni hevdecin içinde zannederek hevdeci almışlar, deveye yüklemişler, benim hevdecde olup olmadığım hususunda hiç şüpheye düşmemişler, devenin başından tutup yola çıkmışlar.

Ben, gerdanlığımı bulup da konaklama yerine geldiğimde bir de baktım in cin top atıyor, orada kimse kalmamış, herkes gitmiş. Cübâbıma sarındım ve o-racıkta kıvrılıp yattım. Biliyordum ki beni arayıp bulamadıklarında mutlaka bu*raya bana dönülecek.

Allah'a yemin olsun, ben orada kıvrılıp yatmış haldeyken birden bana Safvân ibn el-Muattal es-Sulemî uğradı. Bir ihtiyacı sebebiyle ordudan arkada kalmış, insanlarla beraber o konaklama yerinde gecelememiş. Benim karaltımı görmüş, gelmiş, başucumda durmuş. Safvân daha önce beni, kadınların örtünme emri gelmezden önce gördüğü için şimdi de görünce tanımış. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, bu Rasûlullah (sa)'ın hanımı!" demiş, ben elbisemde sarılı bir haldeyim, o bana: "Allah sana merhamet etsin, seni böyle ordudan arkada bırakan nedir?" diye sordu, ben cevap vermedim, onunla konuşmadım. Sonra deveyi bana yaklaştırdı, bana: "Bin." dedi, kendisi de geride durdu. Ben deveye bindim, devenin yularını aldı ve orduya yetişmek üzere hızla yola koyuldu. Sabaha kadar biz orduya yetişemedik, insanlar da sabaha kadar benim yokluğumun farkına varmamışlar. Sabah olunca yeniden konaklamışlar ve işte o sırada benim devemi güderek yürüten benim yokluğumun farkına varmış; bunun üzerine tfk ehli benim hakkımda söylediklerini söylemişler, ordu dalgalanmış. Allah'a yemin ederim benim bunların hiçbirinden haberim yok.

Sonra Medine'ye geldik ve çok geçmeden ben şiddetli bir hastalığa yaka*landım. O ana kadar bana bu hadise hakkında söylenenlerden hiçbir şey ulaş*madı ama Rasûlullah (sa)'a ve ana-babama ulaşmış. Onlar da ne az, ne çok bana bunlardan hiçbir şey söylemediler. Şu kadar var ki o zamana kadar Rasûlullah (sa)'tan görmekte olduğum bana karşı bazı yumuşak muameleyi pek görmez olmuştum. Daha önce ben hastalanınca bana acır ve yumuşak davranırdı. Bu hastalığımda ise bunu görmedim ve bunu ona yakıştıramadım. Sadece yanıma girdiğinde hastalığımda bana bakan annem Ümmü Rûmân olur, bana: "Nasıl*sın?" der, başka bir şey söylemez, başka bir şey konuşmazdı.

Rasûlullah (sa)'ın bana olan bu soğukluğunu görünce kırıldım ve: "Ey Al*lah'ın Rasûlü, bana izin versen de anneme gitsem, annem orada benim hastalı*ğımla ilgilense, bakımımı yapsa." dedim, "Benim için sakıncası yok." buyurdu. Yine olanların hiçbirinden haberim yok halde annemin evine geçtim. Nihayet 20 küsur gün sonra bu hastalığım geçti. Biz araplar, acemler gibi evlerimizde helalar yapmaz, abdest bozmak üzere şehir dışına açık araziye çıkardık. Abdest bozma ihtiyaçlarını görmek üzere kadınlar her gece Medine dışına çıkarlardı. Bir gece abdest bozma ihtiyacım için dışarı çıktığımda yanımda Ebu Ruhm ibnu'l:Muttalib kızı Ümmü Mıstah da vardı ki bu Ümmü Mıstah'ın annesi de Ebu Bekr es-Sıddîk'in teyzesi, Sahr ibn Amir'in kızıydı. Benimle birlikte yü*rürken ayağı üzerindeki örtüye dolaşıp tökezledi ve "Kahrolası Mıstah!" dedi. Mıstah, oğlunun lakabı olup asıl adı Avf idi. Ben: "Allah'a yemin olsun ki Bedr'de bulunmuş muhacirlerden bir adam hakkında kötü söyledin." dedim. "Ey Ebu Bekr'in kızı, haber sana ulaşmadı mı?" dedi. Ben: "Ne haberi, hangi haber?" diye sordum. Bunun üzerine İfk ehlinin söylemiş oldularını bana haber verdi. Ben: "Öyle mi oldu?" dedim, "Evet, Allah'a yemin ederim, böylece ol*du." dedi. Ben kendimde ihtiyacımı giderecek gücü göremiyerek geri döndüm. Allah'a yemin ederim o kadar ağlamaya devam ettim ki ağlama ciğerlerimi parçalıyacak sandım. Anneme: "Allah seni bağışlasın, insanlar bu konuştukları*nı konuştular da sen bana bunlardan hiçbirini anlatmıyorsun!" dedim. O: "Kız*cağızım, kendini bu kadar hırpalama, durumunu daha da ağırlaştırma. Allah'a yemin olsun, senin gibi güzel bir kadın olur, onun kumaları olursa elbette gerek kumaları ve gerekse insanlar onun hakkında sözü çoğaltırlar." dedi.

Bu arada Rasûlullah (sa) bir gün kalkmış, Allah'a hamdü senadan sonra in*sanlara hitaben: "Ey insanlar bir takım insanlar ailem hakkında beni üzüyor ve onlar hakkında gerçek olmıyan şeyler söylüyorlar. Ben, ailemden hayırdan baş*ka bir şey bilmiyorum. Bu sözleri öyle bir adam hakkında söylüyorlar ki vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim evlerimden hangi bir eve girmişse ancak benimle birlikte girmiştir." buyurmuş; benim bundan da haberim yoktu.

Bu konuda günahın büyüğü Hazrec'den bir takım adamlar içinde Abdullah ibn Übeyy ibn SelûPda idi. Onlarla birlikte Mıstah ve Cahş kızı Hamne de varmış. Hamne'nin konuşma sebebine gelince; onun kız kardeşi Cahş kızı Zeyneb Rasûlullah (sa)'ın hanımlarından olup Efendimiz'in hanımlarından mertebe itibariyle bana eşit olan ondan başkası yoktu. Zeyneb'e gelince Allah onun dinini korumuş ve benim hakkımda hayırdan başka bir şey söylememiş. Hamne ise Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl’dan çıkan o sözleri almış; kızkardeşi lehine benim aleyhime olsun diye yaymış ve böylece mutsuzlardan olmuş.

Hz. Peygamber (sa)'in yukardaki sözleri üzerine Üseyd ibn Hudayr: "Ey Allah'ın elçisi, bu sözleri söyleyenler eğer Evs'den iseler biz senin yerine onların hakkından geliriz. Ama eğer Hazrec'den iseler onlar hakkında ne emredersen emret. Vallahi bu sözleri söyleyenler boyunları vurulmayı haketmişlerdir." demiş. Bunun üzerine daha önceden salih bir insan olarak bilinen (görülen) Sa'd ibn Ubâde kalkmış: "Allah'a yemin olsun, yalan söyledin, (Hazrec'den iseler) boyunlarını vurmayız. Allah'a yemin olsun sen bu sözünü, bu sözleri söyleyenlerin Hazrec'den olduklarını bilerek söyledin. Eğer buseydin ki senin kavminden (yani Evs'ten)dirler elbette böyle söylemezdin." demiş. Üseyd: "Allah'a yemin olsun sen yalan söyledin. Fakat sen bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İnsanlar birbirleri üzerine yürümüş ve az daha bu iki kabile arasında iş kötüye varıyormuş. Rasûlullah (sa) minberden inmiş ve benim yanıma girmiş.

Yine bu arada Allah'ın Rasûlü (sa) Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlarla istişare etmiş. Üsâme beni hayırla yadedip övmüş ve: "Ey Al*lah'ın elçisi, ehlindir ve onlardan hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Bu söyle*nenler yalan ve bâtıldır." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, kadın çok (senin için eş olacak kadın mı yok). Sen, onun yerine başka bir kadın alabilirsin. Cari*yesine sorarsan sana doğrusunu haber verecektir." demiş. Rasûlullah (sa), olayı sormak üzere Berîre'yi çağırdığında Ali ibn Tâlib ona kalkmış ve şiddetli bir şekilde dövmüş, sonra da: "Allah'ın Rasûlü'ne doğruyu söyle." demiş. Berîre: "Allah'a yemin ederim ki onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Aişe'yi ayıpladığım bir tek huyu var ki o da şudur: Ben hamur yoğurur ve onu muhafaza etmesini isterdim. Hamuru beklerken uyuyakaiır da bir kedi gelir o hamuru yer, onun hiç haberi olmazdı." demiş.

Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi. Yanımda anam- babam ve Ansardan bir kadın vardı. Ben ağlıyordum. Ansardan olan o kadın da ağlıyordu. Allah'ın Rasûlü oturdu, Allah'a hamdü sena ettikten sonra: "Ey Aişe, insanların sözlerinden sana ulaşmış olanlar oldu (insanlar senin hakkında konuşmakta oldukları sözleri konuştular). Allah'tan kork; eğer insanların söylediklerinden bir günahı işlemişsen Allah'a tevbe et. Muhakkak ki Allah, kullarından tevbeyi kabul eder." buyurdu.

Allah'a yemin ederim ki O, bana bunları söyleyince gözlerimdeki yaş kesildi ve ondan bir şey hissetmez oldum; babamın ve anamın Rasûlullah'a cevap vermelerini bekledim, ama onlar konuşmadılar. Vallahi ben kendimi hakir görüyor, kendimi, hakkında mescidde okunan ve kendisiyle namaz kılman Kur'ân (âyetleri) inecek kadar önemli görmüyordum. Fakat umuyordum ki Allah, Rasûlü'ne rüyasında benim hakkımda söylenenlerin yalan olduğunu, benim suçsuz olduğumu gösterir veya ona bir haber verir. Ama hakkımda Kur'ân inmesi; işte ben kendimi bundan hakir görüyordum. Babamın ve anamın konuşmadıklarını görünce onlara: "Allah'ın Rasûlü'ne cevap vermiyecek misiniz?" dedim, onlar: "Vallahi ona ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz." dediler. Ben: "Vallahi, Ebu Bekr ailesinin şu başına gelenler başka hiçbir ailenin başına gelmemiştir." dedim ve onların benim hakkımda konuşmamaları üzerine yeniden gözümden yaşlar akmaya başladı, ağladım, sonra: "Vallahi, benim hakkımda söylenenlerden Allah'a asla tevbe etmiyeceğim. Vallahi, ben biliyorum ki insanların söylediklerini ikrar edecek olsam, Allah'a yemin ederim ki Allah benim ondan uzak ve berî olduğumu, suçsuz olduğumu bilmektedir, ben, olmayan bir şey söylemiş olacağım. Ama söylediklerini inkâr edecek olsam siz bu sözümde beni doğrulamıyacaksınız. Sonra Yakub'un adını hatırlamıya çalıştım, hatırlıyamadım da "Fakat Yûsufun babasının söylediği gibi söyleyeceğim: Bana bir sabr-ı cemîl gerektir. Sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak Allah'tır." dedim.

Allah'a yemin ederim, Rasûlullah oturduğu yerden ayrılmamıştı ki onu, Allah'tan vahy gelirken kaplıyan hal kapladı, elbisesine büründü, başının altına deriden bir yastık konuldu. Onun bu halini görünce vallahi ne korktum, ne aldırdım, anladım ki ben suçsuzum ve Allah bana asla zulmedecek değildir. Babama ve anama gelince, Rasûlullah'tan vahy inme hali kalktığında, insanların söylediklerinin gerçek olduğu Allah'tan da gelecek korkusuyla o anda öleceklerini sandım.

Sonra Rasûlullah'tan vahy inme hali kalkıp açıldı ve oturdu. Soğuk bir gün olmasına rağmen inci daneleri gibi terler akıyordu. Alnından akan terleri silme*ye başladı ve şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun ey Aişe, Allah, suçsuzluğunu in*dirdi." Ben: Allah'a hamdolsun." dedim.

Sonra Rasûlullah (sa) insanlara çıktı, onlara hitabetti, onlara bu konuda Kur'ân'dan inenleri okudu. Sonra benim hakkımdaki iddiaları açık olarak konu*şan Mıstah ibn Üsâse, Hassan ibn Sabit ve Hamne bint Cahş'a hadd-i kazf uy*gulanmasını emretti ve onlara hadd-i kazf uygulandı.

Aişe der ki: İfk ehli (bana o iftirayı atanlar hakkında Allah Tealâ şunları indirdi: "O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; İşte Onadır azâb-ı azîm..."[23]

Hadise Buhârî tarafından da önemine uygun olarak detaylı bir şekilde "Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Museyyeb, Alkame ibn Vakkâs ve Ubeydullah ibn Abdullah ibn Utbe'den, bunların hepsi birden Aişe'den" şeklinde bir isnadla verilmektedir. Ayrıntılarda bir takım farklar ihtiva ettiği ve bu ayrıntılardan hareketle belki de fakîhler çok farklı bir takım hükümlere ulaşabileceği için hadisenin Buhârî'de anlatılan şeklini de buraya almayı uygun görüyoruz:

Hz. Aişe anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkacağında hanımları arasında kur'a çeker, kur'a hangisine çıkarsa Rasûlullah (sa) ile sefere o hanımı çıkardı. Çıktığı bir gazvede (Mustalık oğulları gazvesidir) yine hanımları arasında kur'a çekmiş ve kur'ada benim ismim çokmıştı. Bu sefer, hicab (örtünme) âyeti indikten sonra idi ve Allah'ın Rasûlü (sa) ile bu sefere ben çıktım. Ben, yolculuk sırasında hevdecimde taşınıyor ve konaklama yerlerinde hevdecin içinde indiriliyor, hevdec içinde konaklıyordum. Sefer bu şekilde devam etti, Rasûlullah bu seferini bitirip dönerken dönüş yolunda Medidne'ye yaklaşmıştık. Bir gece konaklama yerinden hareket haberi verildi. Hareket haberi verildiği sırada ben kalktım, abdest bozmak üzere yürüdüm, orduyu geçtim, ihtiyacımı giderip binitimin yanına geldiğimde şöyle bir göğsümü yokladım ki cez'-i zıfâr taşından gerdanlığım kopmuş, düşmüş. (Herhalde abdest bozmaktan gelirken yolda düşmüş olmalı diye) döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama beni orada hapsetti. Bu arada beni hevdecim içinde deveye yükleten grup gelmiş, beni, içinde zannederek hevdeci yüklenmiş ve üzerinde yolculuk yaptığım devenin üzerine yerleştirmişler. O zamanda kadınlar hafif olurlar, çok etli butlu olmazlar, az yemek yerlerdi. Dolayısıyla hevdeci yüklenip devenin üzerine kaldırıp yerleştirenler hevdecin hafif olmasını garip karşılamamışlar. Ben de zaten yaşı küçük bir kız idim. Hevdeci deveye yükledikten sonra kaldırmışlar ve yürütüp gitmişler.

Ordu yolda epeyce ilerledikten sonra ben gerdanlığımı bulmuş olarak or*dugâha döndüğümde ortalıkta kimse yoktu, in cin top oynuyordu. Yerimi değiş*tirmedim (başka bir yere gitmedim, yola çıkmadım, o konak yerindeki yerimde kaldım); nasıl olsa yokluğumun farkına varır ve bana geri dönerler diye düşündüm (zannettim). Bulunduğum yerde otururken gözlerim bana galebe çalmış ve uyumuşum.

Safvân ibnu'l-Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî ordunun artçısı imiş. Sabahleyin benim bulunduğum yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş, görünce de beni tanımış. Çünkü örtünme âyeti gelmezden önce beni görmüş imiş. Onun "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Beni tanıdığında hemen cilbâbımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki bir kelime konuşmadık ve onun innâ lillâh... sözünden başka ondan bir kelime olsun işitmedim. Eğildi, devesini ıhtırdı ve onun ön ayağına bastı, ben de kalkıp onun devesine bindim. Benim üzerinde olduğum deveyi güderek yola çıktı ve nihayet öğle sıralarında konaklamış olan orduya yetiştik.

Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bu hadise üzerine (bana iftira atmak suretiyle) helak olanlar helak oldular. İftiranın büyüğünü atan da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olmuş.

Urve der ki: Bana haber verildiğine göre bu iftira sözü onun yanında konu*şulup yayılmış, o da bunu ikrarla dinler ve başkalarına ulaştırırmış.

Yine Urve der ki: İfk (iftira) ehlinden başka insanlar içinde sadece Hassan ibn Sabit, Mistah ibn Üsâse ve Hamne bint Cahş'ın isimleri verilmişti. Ama Allah Tealâ'nın âyet-i kerimede açıkça belirttiği üzere onlar bir grup, bir zümre idiler ve onlar içinde bu iftiranın büyüğünü yapanın da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olduğu söylenir.

Aişe der ki: Medine'ye geldik ve ben oraya geldiğimizde bir ay hastalan*dım. Bu sırada insanlar ifk ehlinin ürettiği sözlere dalmışlar ve ben bunlardan hiçbirini hissetmemişim. Yalnız beni kuşkulandıran bir şey vardı ki o hastalığım sırasında, daha önceki hastalıklarımda Rasûlullah'tan görmüş olduğum lûtfu ve yumuşaklığı O'ndan görmüyordum. Sadece yanıma giriyor; selâm veriyor, "Na*sılsınız?" diye soruyor, sonra da tekrar çıkıp gidiyordu. Evet bu beni biraz şüp*helendiriyordu ama bir kötülük sezmiyordum.

Nihayet nekahet döneminde bir gün dışarı çıkmıştım. Mistah'm annesi ile birlikte Menâsı' tarafına çıkmıştık. Abdest bozmaya o tarafa ve geceden geceye çıkardık. Bu, evlerimizin yakınlarında tuvaletler edinmemizden önceydi. Biz arapların ilk durumları açık arazide abdest bozmaktı. Everimizin yakınında tuvalet edinmek bize eziyet verir, kokusundan rahatsız olurduk.

Ben ve Mistah'm annesi birlikte çıktık. O, Ebu Ruhm ibnu'l-Muttalib'in kızıydı. Annesi de Sahr ibn Amir'in kızı olup Hz. Ebu Bekr'in teyzesi oluyordu. Oğlu da Mistah ibn Üsâse ibn Abbâd ibnu'l-Muttalib idi.

Abdest bozma işimizi bitirmiş evime yönelmişken Mistah'm annesinin ayağı örtüsüne takılarak tökezledi ve: "Kahrolası Mistah!" dedi. Ben: "Ne kötü söyledin, Bedr'de bulunmuş birisine mi sövüyorsun?" dedim. "Kızcağızım, o-nun ne dediğini işitmedin mi?" dedi. Ben: "Ne demiş?" diye sordum; ifk ehlinin söylemiş olduklarını bana haber verdi. Bunu duyunca hastalığım bir kat daha arttı.

Evime döndüğümde Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi, bana selâm verdi, "Nasılsınız?" dedi. Ben: "Ana-babama gitmeme izin verir misin?" dedim. Haber hakkında kesin bilgiyi o ikisinden almak istiyordum. Rasûlullah onlara gitmeme izin verdi, gittim ve anama: "Anacığım, insanlar benim hakkımda neler konuşuyorlar?" diye sordum."Kızcağızım, mes'eleyi kendi kendine büyütme. Hangi güzel kadın kendisini seven bir kocanın yanında olsa, onun da kumaları bulunsa onun hakkında çok söz söylememeleri hemen hemen hiç olmaz." dedi. Ben: "Sübhanallah, bunu insanlar da mı konuşuyor?" deyip o gece sabaha kadar ağladım, gözüme bir an bile uyku girmedi, ağlıyarak sabahladım.

Vahyin gelmesi gecikince Rasûlullah Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlara sormuş ve ailesinden (yani benden) ayrılma konusunu kendileriyle istişare etmiş. Üsâme, ancak ailesinin (yani benim) suçsuzluğunu ve Rasûlullah'ın ailesi hakkındaki hayır duyguları bildiğine işaretle "Senin ehlin, ailendir ve biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, Allah, senin üzerine bu işi (evlenme ve boşanmayı) daraltmamıştır, onun (Aişe'nin) dışında pek çok kadın var. Eğer cariyesine soracak olursan sana doğru haberi verir." demiş.

Rasûlullah (sa), Berîre'yi çağırmış ve ona: "Ey Berîre, (Aişe'den) seni şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" diye sormuş. Berîre O'na: "Seni hak ile gönderene yemin ederim, onda, onu ayıplıyacağım hiç bir şey (durum) görmedim. Şu kadar var ki o, yaşı küçük bir kızdır; (beklemesi ve muhafaza etmesi için yanına konan) ailesinin hamuru yanında uyuyakalır da evcil hayvanlardan birisi gelir hamuru yer (haberi bile olmaz)." diye cevap vermiş.

Aynı gün Hz. Peygamber (sa) kalkmış, minberde Abdullah ibn Übeyy'in mazeretini kaldırmak (yaptığı bu iftiradan dolayı ona bir karşılık verirse kendi*sinin mazur görülmesini) istemiş ve şöyle buyurmuş: "Ey müslümanlar toplulu*ğu, kim beni ailem hakkında eziyeti bana ulaşmış olan şu adama yaptığının kar*şılığını verirsem mazur görür? Şu adama karşı bana kim yardımcı olur? Allah'a yemin olsun ki ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onunla birlikte bir adamı zikrediyorlar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyo*rum. Ailemin yanına da ancak benimle birlikte girerdi."

Abdü'l-Eşhel oğulları kardeşi Sa'd ibn Muâz kalkmış ve: "Ben, ey Allah'ın elçisi, ben, seni o adamdan kurtarırım. Eğer o kişi Evs'den ise boynunu vuru*rum. Yo eğer kardeşlerimiz Hazrec'den ise sen emredersin, emrini yerine getiri*riz." demiş. Hazrec'den birisi kalkmış ki o, Hassân'ın annesi, onun amcası kızı imiş. O, Hazrec'in efendisi olan Sa'd ibn Ubâde imiş. Daha önceleri salih bir insan iken bu sefer kabile hamiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'a şöyle demeye itmiş: "Al*lah'a yemin ederim ki yalan söyledin; onu öldürmeyeceksin, zaten öldüremezsin de. Senin kabilenin insanlarından olsaydı öldürülmesini de istemezdin.

Bunun üzerine Sa'd ibn Muâz'm amcası oğlu olan Üseyd ibn Hudayr kalkmış ve Sa'd ibn Ubâde'ye: "Yalan söyledin; Allah'a yemin ederim ki biz onu (Rasûlullah'a eziyyeti ulaşan o adamı) öldürürüz. Sen de bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İki kabile de, Evs ve Hazrec kalkışmışlar ve Allah'ın Rasûlü (sa) minberde dikilirken dövüşmeye, vuruşmaya yeltenmişler. Allah'ın Rasûlü (sa) onları teskin etmeye başlamış ve susmuşlar, Rasûl-i Ekrem de susmuş.

Aişe der ki: O gün bütün gün ağladım, gözüm yaşı kesilmedi ve gözüme uyku girmedi. O kadar ağladım ki ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandım.

Anam babam yanımda oturur ve ben ağlarken Ansardan bir kadın yanımıza girmek için izin istedi, girmesine izin verdim, oturup o da benimle birlikte ağ*lamaya başladı. Biz bu halde iken (İkindi namazını kıldıktan sonra[24] Rasûlullah (sa) yanımrza girdi, selâm verdi, sonra o-turdu. Bu söylenenler söylendiğinden beri yanımda oturmamış, bir ay geçmesi*ne rağmen benim durumum hakkında ona bir vahy de gelmemişti.

Rasûlullah (sa) oturduğu zaman şehadet getirdi, (Allah'a hamdü senada bu*lundu )[25] sonra şöyle buyurdu: "Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle (bir söz) ulaştı. Eğer suçsuz isen mutlaka Allah seni tebrie ede*cek suçsuzluğunu bildirecektir. Ama şayet bir günah işlemişsen Allah'a tevbe istiğfarda bulun. Muhakkak ki kul günahını itirafla tevbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul buyurur." (Ben kapının yanında oturmakta olan ansarî ka*dına işaretle: "Bunları zikrederken şu kadından utanmıyor musun?" dedim.[26]

Rasûlullah (sa) sözünü bitirdiğinde gözyaşını kesildi, artık ondan bir damla bile hissetmiyordum. Babama: "Rasûlullah'a benim yerime sen cevap ver." de*dim. Babam: "Vallahi, Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Ben bu sefer anneme: "Rasûlullah'ın söylediğine cevap ver." dedim. Annem de: "Vallahi Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi.

Ben: "Ben, yaşı küçük bir kızım, Kur'ân'dan çok fazla şey de okumadım. Ama ben, vallahi çok iyi bildim ki siz bu sözü işittiniz ve bu söz nefislerinizde yerleşti, onu doğru saydınız. Şimdi ben size: Ben muhakkak bu suçtan berîyim, suçsuzum, desem beni tasdik etmiyeceksiniz. Allah'ın, benim beri olduğumu bildiği bir şeyi itiraf etsem bunda beni tasdik edeceksiniz. Allah'a yemin olsun benim ve sizin için misal olarak "Bana bir sabr-ı cemîl gerektir ve Allah, sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak olandır." dediği zamandaki Yûsuf un babasından başkasını bulamıyorum." dedim ve dönüp yatağıma yattım.

Allah biliyor ki o zamanda ben suçsuzdum ve Allah mutlaka benim suçsuz*luğumu ortaya koyacaktı. Fakat, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın, benim hak*kımda, benim bu durumum hakkında Kur'ân'da okunan bir vahy indireceğini de beklemiyordum. Kendi nefsimi Allah'ın, benim hakkımda böyle vahyle konuşmıyacağı kadar hakir ve küçük görüyordum. Belki Allah rüyasında Rasûlullah'a benim suçsuzluğumu gösterir diye düşünüyordum.

Allah'a yemin ederim, Rasûlullah yerinden kalkmadı, ailemizden kimse de dışarı çıkmadı, o anda Allah'ın Rasûlü'nü vahy inerkenki hal alıverdi. Kendisi*ne inen sözün (vahyin) ağırlığından soğuk bir günde olmasına rağmen Rasûlullah'tan inci daneleri gibi terler dökülmeye başladı.

Bu hal Allah'ın Rasûlü'nden açılırken o gülümsüyordu. Konuştuğu ilk ke*lime "Ey Aişe, Allah seni tebrie etti, suçsuzluğunu bildirdi." demek oldu. An*nem: "Kalk Rasûlullah'a (teşekkür et)." dedi. Ben: "Hayır, vallahi ona kalkıp teşekkür edecek değilim. Ne ona, ne de size hamdederim. Ben, ancak benim suçsuzluğumu indiren Allah'a hamdederim. Siz, bu iftirayı işittiniz ve fakat onu inkâr etmediniz de değiştirmediniz de." dedim. İşte Allah Tealâ o anda: "O uy*durma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir..." âyetinden başlamak üzere on âyet-i kerime indirdi.

Allah Tealâ, benim suçsuzluğuma dair bu âyet-i kerimeleri indirince, Ebu Bekr es-Sıddîk, daha önce akrabalığı ve fakirliği sebebiyle kendisine infakta bulunduğu Mistah ibn Üsâse hakkında: "Allah'a yemin ederim ki, Aişe hakkın*da bu söylediklerinden sonra artık bir daha Mistah'a hiçbir şekilde hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım." dedi. İşte bunun üzerine de Allah Tealâ: "Ve Allah öafûr'dur, Rahîm'dir;"e kadar olmak üzere: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etme*sinler..." âyet-i kerimesini indirdi de Ebu Bekr es-Sıddîk: "Evet, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın bizi bağışlamasını ister ve severim." deyip daha önceden Mistah'a vermekte olduğu infaka yeniden döndü ve "Vallahi, bu infakta bulun*mayı ebediyyen bırakmıyacağım." dedi.

Aişe der ki: Rasûİullah (sa), benim durumumu Zeyneb bint Cahş'a da sor*muş ve: "Onun hakında ne biliyorsun, ya da ondan (şüpheleneceğin) bir şey gördün mü?'- demiş, o: "Ey Allah'ın elçisi, gözümü ve kulağımı (cehennem ate*şinden) korurum. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum." diye cevap vermiş. Rasûlullah'ın eşlerinden o ancak beni müdafaa ile yüceltmiş. Allah onu takvası ile korumuş. Kızkardeşi Hamne ise (bu konuda) onunla mü*cadele etmeye başlamış ki o da (bana iftira atan ve bundan dolayı) helak olanlar içinde helak olup gitmişti.[27] Bu hadis küçük farklarla diğer hadis mecmualarında da geniş olarak yer almaktadır.[28]

"Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesi hakkında Urve (ibnu'z-Zübeyr)'den rivayette İfk hadisesi ile ilgili olarak anlattıkları arasında Hz. Aişe ona şöyle demiş: Ebu Eyyub el-Ansârî'ye hanımı "Ey Ebu Eyyub, in*sanlar ne konuşuyor işitmedin mi?" diyerek Hz. Aişe'ye atılan iftirayı ona haber verdiğinde: "Ne konuşuyorlar?" diye sormuş, o da bu iftirayı atıp konuşanların söylediklerini ona anlatmış. Ebu Eyyûb: "Sübhanallah! Bunu konuşmamız bize yaraşmaz. Bu, apaçık bir iftiradır." demiş. Hz. Aişe der ki: İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesini indirdi.[29]

"Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolun*da hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde yine Hz. Aişe'den nakledildiğine göre o ve ona bu iftirayı atanlar hakkında yukardaki âyet-i kerimeler (11-21. âyetler) nazil olunca Hz. Ebu Bekr, o zamana kadar akrabalığı ve ihtiyacı (fakirliği) sebebiyle kendi*sine infakta bulunduğu, teyzesinin oğlu ve aynı zamanda onun himayesinde bir yetim olan Mistah hakkında: "Vallahi Aişe hakkında bu söylediklerinden ve ailemize bu çektirdiklerinden sonra Mistah'a, bir daha hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım, ona faydalı olacak hiçbir şey yapmıyacağım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçi-versinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dİr." âyetini İndirdi.[30]

"İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mü'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır." âyet-i kerimesinin kim hakkında nazil olduğu müfessir-ler arasında ihtilaflıdır. Kimisi İfk hadisesi ile ilgili âyetler içinde kabul ederek Hz. Aişe hakkındadır derken meselâ Ebu Hamza es-Simâlî de: "Mekke-i Mükerreme'de müslüman olup da Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere çıkan bazı kadınların arkasından Mekke müşrikleri: "Bu, olsa olsa fahişelik yapmak üzere Mekke'den çıkıp gitti." yollu sözler sarfetmişlerdi. İşte bunun üzerine o muhacir kadınlar hakkında nazil oldu." Demiştir.[31]



27. Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için elbette en hayırlı olandır. Olur ki iyice düşünür tezekkür edersiniz.

28. Eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Şayet size dönün, denilirse geri dönün. Bu, sizin için elbette en temiz olandır ve Allah yapmakta olduklarınıza Alîm 'dir.

29. İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur ve Allah açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğumuzu da bilir.

İstîzân âyeti olarak bilinen "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyetinin nüzul sebebi olarak Ansar'dan bir kadın gösterilir. Şöyle ki:

Adiyy ibn Sâbit'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a Ansardan bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben evde bazan öyle bir durumda oluyorum ki ne babamın, ne çocuğumun, ne de kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Ben bu durumda iken babam geliyor yanıma giriyor, ailemden bir erkek geliyor, yanıma giriyor. Ne yapayım?" diye sordu ve bunun üzerine "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyet-i kerimesi nazil oldu.[32]

Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Şam yolunda, içinde sakinleri olmıyan evler ve hanlar var. Onlar hakkında ne buyurursun?" diye sordu da Allah Tealâ: "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesini indirdi.[33]

İbn Ebî Hatim'in Mukâtil ibn Hayyân'dan rivayetinde o şöyle diyor: İstîzân âyeti nazil olunca Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Ya Mekke, Medine ve Şam arasında ticaret yapan Kureyş tüccarlarının hali nasıl olacak? Onların, yol üzerinde, içinde sakinleri olmıyan belli evleri (konak yerlerindeki hanlar) var. Nasıl istizanda bulunacaklar. Onların içinde kimse olmadığına göre kime selâm verecekler?" diye sordu da "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[34]



30. Mü'min erkeklere söyle; gözlerim haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için en temiz olandır. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınıza Habîr'dir.

İbn Merdûye'nin Hz. Ali'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Rasûl-i Ekrem'in asr-ı saadetinde Medine-i Münevvere yollarından birisinde yolda yürümekte olan bir adam yine yolda yürümekte olan bir kadına bakmış ve şeytan her ikisine de vesvese vererek birbirlerine beğenen bir gözle baktıklarını düşündürmüş. Onlar böyle birbirlerine bakarken önüne bakmıyan adamın karşısına birden bir duvar çıkıvermiş de duvara çarpmış ve burnu yarılıp kanamaya başlamış. Nasıl bir suç işlediğinin o anda farkına varan adam: "Vallahi Rasûl-i Ekrem (sa)'e varıp ne olduğunu anlatmadan bu yaramın çaresine bakmıyacak, kanı da silmeyeceğim." demiş ve Hz. Peygamber (sa)'e gelerek olanı biteni anlatmış. Allah'ın rasûlü (sa): "İşte bu işlediğin günahın cezasıdır." buyurmuş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[35]



31. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görüneni müstesna olmak üzere üstlerini açmasınlar Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar... Gizledikleri zinetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler! hepiniz Allah'a îevbe edin ki felaha er esiniz.

l. Mukatil ibn Hayyân anlatıyor: Bize ulaştığına göre -En doğrusunu Allah bilir- Câbir ibn Abdullah şöyle nakletmiş: Esma bint Mürşide, Harise oğulları içindeki yerinde (bir rivayette hurmalığında) iken kadınlar onun yanma izâr (üst elbise) giymemiş, ayaklarındaki halhaller, göğüsleri ve saç örgüleri görünür halde girmeye başlamışlar. Esma: "Bu ne kadar çirkin!" demiş ve bu olayın akabinde Allah Tealâ: "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[36]

Aynı hadise yine Mukatil ibn Hayyân tarafından bu sûrenin 58. âyetinin nüzul sebebi olarak da rivayet edilmektedir ki biraz sonra gelecektir.

2. Mu'temir'in babasından rivayetine göre el-Hadramî şöyle anlatmış: Bir kadın gümüşten iki halhal edinmiş, altına da bir sıra boncuk takmıştı. Sokakta bir topluluğa rastladı da ayağını yere vurdu ve bileğine taktığı halhal o boncukların üzerine düşerek ses çıkardı. İşte bu hadise üzerine Allah Tealâ bu "Gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[37]



33. Nikâha (evlenmeye) imkân bulamıyanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin. Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafur'dur, Rahîm'dir.

Ayet-i kerimenin "Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin." kısmının nüzul sebebi şöyle anlatılıyor:

Huvaytıb ibn Abdü'l-Uzzâ'nm Subeyh adında bir kölesi vardı ve efendisinden kendisini, bedelini ödemek şartıyla azat etmesini (kitabete bağlamasını) istemiş, o da reddetmişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu[38] da Huvaytıb bu kölesini 100 dinar karşılığında kitabete bağlayıp azat etti ve bu bedelin 20 dinarını da bağışladı. Subeyh, bu bedeli ödeyip serbest kaldı ve daha sonra Huneyn günü savaşta şehid oldu.[39]

Ayet-i kerimenin "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir." kısmının nüzul sebebinde ise bir kaç farklı rivayet olmakla birlikte hepsi de Abdullah ibn Übeyy ve cariyeleri hakkındadır. Şöyle ki:

l. Câbir'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmıştır: Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl cariyelerinden birisine: "Git ve bize bir şeyler kazan getir." diyerek onu zina etmeye zorladı da Allah Tealâ: "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir" âyet-i kerimesini indirdi.[40]

İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Übeyy'in bir cariyesi vardı. Efendisinin emriyle zina edip ücret olarak verilen bir bürdeyi efendisine getirdi. İbn Übeyy ona: "Git, tekrar zina et." dedi. Cariye: "Vallahi yapmryacağım; eğer bu bir hayır ise onu çok yaptım, yok eğer kötü ise artık onu bırakmamın zamanı geldi." dedi ve işte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[41]

Câbir'den gelen başka bir rivayette İbn Übeyy ibn SelûTun fuhşa zorladığı cariyelerinin iki ve isimlerinin de Müseyke ve Ümeyme olduğu ve bu cariyelerin Hz. Peygamber (sa)'e gelerek sahiplerinin kendilerini fuhşa zorlamasından şikâyette bulundukları ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydediliyor.[42] Ömer ibn Sâbit'ten gelen rivayete göre ise Abdullah ibn Übeyy'in fuhşa zorladığı bu cariyesi Muâze olup müslüman bir cariye imiş.[43]

2. Mukatil der ki: Abdullah ibn Übeyy'in altı cariyesi hakkında nazil olmuştur. İbn Übeyy bunları fuhşa zorlar ve bundan kazandıkları paraları ellerinden alırdı. Bunlar: Muâze, Müseyke, Ümeyme, Amra, Ürvâ ve Kuteyle idiler. Bir gün bunlardan birisi (fuhuştan o günün kazancı olarak) bir dinar getirdi. Bir diğeri ise bundan daha az getirdi. İkisine de: "Geri dönün, daha zina yapın (ki daha çok kazanıp getirin)." dedi. "Allah'a yemin olsun ki yapmıyacağız. Allah bize İslâm'ı getirdi ve zinayı haram kıldı." dediler ve Rasûlullah (sa)'e gelere
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
25- FURKAN SÛRESİ


Cumhur Sûrenin mutlak olarak mekkî olduğunu söylemiştir.

İbn Abbâs ve Katâde'den de Sûrenin mekkî olmasıyla birlikte "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Kimde bunları yaparsa cezaya çarpar.

Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılarak temelli bırakılır.

Ancak tevbe eden, inanıp salih amel işleyenlerin Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir ve Allah Gafur, Rahîm olandır." (âyet:68-70) âyetlerinin Medine-i Münevvere'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.

Dahhâk ise Sûrenin başından "Alemleri uyarıcı olmak üzere kuluna Fürkan'ı indiren Allah'ın sânı ne yücedir!

"O ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Hiçbir çocuk edinmemiştir, hükümranlıkta ortağı yoktur. O herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve bir ölçüyle takdir etmiştir.

O'nu bırakıp ta bir şey yaratmıyan ve üstelik kendileri yaratılmış olan ve kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda veremiyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen bir takım ilâhlar edindiler."

Ayetlerinden ibaret olan ilk üç âyeti dışında Sûrenin medenî olduğu görüşündedir.[1] Kurtubî de sûrenin, 68-70 âyetleri dışında medenî olup Yâsîn Sûresinden sonra nazil olduğunu söyler.[2]

"Görmedin mi Rabbın gölgeyi nasıl uzatmıştır..." (âyet: 45) âyeti dışında Sûrenin Mekkî, bu âyet-i kerimenin ise Tâif te nazil olduğu da söylenmiştir. Tâif, Mekke'ye yakın olduğu için bu âyet-i kerime de mekkî sayılmakla Sûrenin tamamı mekkî demektir.[3]



4. Küfredenler dediler ki: "Bu Kur'ân, ancak onun uydurduğu bir yalandır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir. Hiç şüphesiz onlar zulüm ve iftira ile geldiler.

Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur "Bu Kur'ân ancak onun uydurduğu bir yalandır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım etmiştir." diyen odur. Onun "Bir başka topluluk"la kastettikleri Huvaytıb ibn Abdü'l-Uzzâ'nın kölesi Addâs (veya Aiş), Amir (veya el-Alâ') ibnu'l-Hadramî'nin kölesi Yesâr ve yine Amir ibnu'l-Hadramî'nin diğer kölesi Cebr olup bu köleler ehl-i kitabdan imişler.[4]

Bazı rivayetlerde en-Nadr ibnu'l-Hâris yanında Abdullah ibn Ümeyye ve Nevfel ibn Huveylid'in de adı geçmektedir[5] ki bunlar da anılan sözü söylemede en-Nadr ibnu'l-Hâris'ten geri kalmıyan şedîd İslâm düşmanı müşriklerdir.[6]



5. Dediler ki: "Bunlar, onun başkasına yazdırıp ta kendisine sabah akşam okunmakta (veya dikte ettirilmekte) olan evvelkilerin masallarıdır."

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: en-Nadr ibnu'l-Hâris ibn Kelde, Kureyş'in şeytanlarından Biriydi ve Hz. Peygamber (sa)'e düşmanlığı açıktan yapanlardan birisiydi. Hîre'den gelmiş ve orada Fars krallarının, Rüstem ve İsfendiyar'ın hikâyelerini öğrenip gelmişti. Allah'ın Rasûlü (sa) bir mecliste oturur, oradakileri Allah'a çağırır, onlara Kur'ân okur ve onları, geçmiş inkarcı ümmetlerin başına gelenlerden sakındırır da kalkıp giderse hemen onun peşinden bu en-Nadr ibnu'l-Hâris gelir onlara Rustem es-Sindîd'den, İsfendiyar'dan ve Pers krallarından hikâyeler anlatır, sonra da: "Vallahi Muhammed'in söyledikleri benim söylediklerimden daha güzel değil. Onun söyledikleri ancak eskilerin masallarıdır. Nasıl bana okutulmuşsa ona da okutuluyor ve yazdırılıyor." dedi de Allah Tealâ bunun üzerine bu: "Dediler ki: "Bunlar, onun başkasına yazdırıp ta kendisine sabah akşam okunmakta (veya dikte ettirilmekte) olan evvelkilerin masallarıdır." âyeti ile birlikte dokuz âyet indirdi.[7] "Ona âyetlerimiz okunduğu zaman "Bunlar eskilerin masallarıdır." der." (Kalem, 68/15) ve "Yalana, günaha her dadananın vay haline! Ki kendisine Allah'ın âyetleri okunurken işitir de sonra büyüklük taslayıcı olarak ve kulaklarında bir ağırlık varmış da bunları hiç işitmemiş gibi ısrar eder. İşte onu, çok elem verici bir azâb ile müjdele." (Câsiye, 45/7-8) âyetleri de onun hakkında nazil olmuştur (es-Sindîd farsça da güneşin doğuşu anlamına geliyormuş ve her güzeli, güzelliği bu Rustem'e nisbet ettiklerinden ona bu sıfatı vermişler. Bazı kaynaklarda es-Sİndîd yerine eş-Şedîd şeklindedir.)[8]



7. Ve dediler ki: "Bu Peygamber 'e ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor?! Onun beraberinde bulunup uyaracak bir melek indirilmeli değil miydi?"

8. "Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya besleneceği bir bahçesi olmalı değil miydi? " O zâlimler dediler ki: "Siz, ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz-"

İbn Ebî İshâk, İbn Cerîr ve Îbnu'l-Münzir'in İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre bu âyet-i kerimeler Kureyş kâfirlerinden bir grup hakkında nazil olmuştur. İbn Abbâs şöyle anlatıyor:

Rabîa'nın oğullan Utbe ve Şeybe, Ebu Süfyân ibn Harb, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ebu'l-Bahterî, el-Esved ibnu'l-Muttalib, Zem'a ibnu'l-Esved, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Cehl ibn Hişâm, Abdullah ibn Ebî Ümeyye, Ümeyye ibn Halef, el-Asî ibn Vâil, el-Haccâc'ın oğullan Nebîh ve Münebbihtoplandılar ve birbirlerine: "Muhammed'e haber gönderelim, gelsin ve onunla konuşalım ki onun hakkında yapacaklarımızda mazur olalım." dediler ve O'na: "Kavmini ileri gelenleri seninle konuşmak için toplandılar, sen de gel." diye haber gönderdiler. Hz. Peygamber (sa) yanlarına geldi. Ona: "Ey Muhammed, seni çağırdık ki konuşalım da sonra sana yapacaklarımızda mazur olalım." dedik. Sen, bu getirdiğin sözlerle eğer mal peşinde isen mallarımızdan sana vermek üzere mal toplıyalım; yok eğer şan şeref peşinde isen seni başımıza geçirelim; Eğer kral olmak istiyorsan seni kralımız yapalım." dediler. Allah'ın rasûlü (sa): "Söylediklerinizden hiçbirine ihtiyacım yok. Bu getirdiklerimi sizin malınızı, içinizde şan ve şeref sahibi olmayı veya krallığı istemek için getirmedim. Fakat Allah beni size elçi olarak gönderdi, bana bir kitab indirdi ve bana, sizin için müjdeleyici ve uyarıcı olmamı emretti. Ben de işte O'nun mesajını size ulaştırdım, ilettim, size öğütlerde bulundum, nasihatler ettim. Eğer benim bu getirdiklerimi kabul edecek olursanız bu, diğer insanlar içinde dünya ve âhirette sizin payınızdır. Ama reddedecek olursanız, Allah benimle sizin aranızı ayırıncaya (sizinle benim hakkımda hükmünü verinceye) kadar Allah'ın emrine sabredeceğim." buyurdu. Onlar: "Ey Muhammed, bu söylediklerimizin hiçbirisini kabul edecek değilsen Rabbından kendin için istekte bulun; meselâ sana seni tasdik edecek bir melek göndersin de senden bize dönsün (senin peygamberliğinin hak olduğunu bize o söylesin). Yine Rabbından iste sana bağlar bahçeler, saraylar versin. Zira biz seni görüyoruz aynen bizim gibi maişet (geçimlik) derdine düşmüşsün çarşı pazar dolaşıp çalışmaktasın. Sana bunları versin ki çarşı pazar çalışmaktan kurtulasın, biz de senin gerçekten Rabbının katında iddia ettiğin gibi üstün bir merteben olduğunu bilelim." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bu söyledikleriniz yapacak değilim, Rabbımdan kendim için bu söylediklerinizi isteyecek değilim ve ben, zaten bunlar için gönderilmedim ve fakat Allah beni, size müjdeleyici ve uyarıcı olmam için peygamber olarak gönderdi." buyurdu ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri gönderdi.[9]



10. Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altlarından ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah 'm sânı ne yücedir!

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Müşrikler, Hz. Peygamber (sa)'i fakirliğinden dolayı ayıplayıp: "Ne oluyor şu Rasûl'e! (bizim gibi) yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor!" dediklerinde Allah'ın Rasûlü (sa) buna çok üzüldü. Onu teselli etmek üzere Rabbı katından Cibrîl geldi ve şöyle dedi: "Selâm sana ey Allah'ın elçisi, Rabbu'l-İzzet sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi." yani dünyada geçim ve nzık peşine düşerlerdi.

Hz. Peygamber (sa) ve Cibrîl bu şekilde konuşurlarken birden Cibrîl eridi ve küçücük bir mercimek kadar kaldı. Rasûlullah (sa): "Ey Cibrîl sana ne oldu da eridin, mercimek kadar kaldın?" diye sordu. "Ey Muhammed, Gökyüzü kapılarından bir kapı açıldı ki bugünden önce bu kapı hiç açılmamıştı. Kavmin seni fakirliğin sebebiyle kınamaları esnasında kavminin azaba uğrayacağından korkuyorum." dedi. Hz. Peygamber (sa) ve Cibrîl ağlamıya başladılar, derken Cibrîl yine birden eski haline döndü ve: "Müjdeler olsun ey Muhammed, şu gelen cennetin korucusu (hâzini) Rıdvan'dır; sana Rabbının hoşnutluğunu getiriyor." dedi. Rıdvan geldi, selâm verdi ve dedi ki: "Ey Muhammed, Rabbu'l-İzzet sana selâm söylüyor. Rıdvan'ın yanında nurdan parıl parıl parıldıyan bir anahtar vardı. Rabbın sana buyuruyor ki: "Ahirette kendi katında senin için biriktirdikleri bir sinek kanadı kadar eksilmeksizin şu, dünya hazinelerinin anahtarlarıdır." Hz. Peygamber (sa), fikir danışır gibi Cibrîl'e baktı. Cibrîl eliyle yere vurarak: "Allah için mütevazi ol." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ey Rıdvan, benim o hazinelere ihtiyacım yoktur. Rabbıma muhtaç bir kul, çok sabreden ve çok şükreden bir kul olmam bana daha sevimlidir." dedi. Rıdvan: "İsabet ettin, Allah seni hep doğruya isabet ettirsin." dedi ve gökten bir nida geldi. Cibrîl başını göğe kaldırıp baktı, bir de ne görsün; göklerin kapıları arşa kadar açılmış ve Allah Tealâ Adn cennetine vahyeylemiş de dallarından birini Hz. Peygamber (sa)'e sarkıtmış. O dalın üzerinde bir salkım, salkımın üzerinde yeşil zebercedden bir oda, odanın kırmızı yakuttan yetmiş bin kapısı var. Cibrîl: "Ey Muhammed, kaldır başını ve yukarı bak." dedi. Hz. Peygamber (sa) başını kaldırıp yukarı baktı ve peygamberlerin evlerini ve odalarını gördü. Ve yine gördü ki kendi evleri, diğer peygamberlerin evlerinin üstünde ve hepsinden üstün, bir münadi de şöyle nida ediyor: "Ey Muhammed, razı oldun mu?" Hz. Peygamber (sa): "Razı oldum, Bu dünyada bana vermeyi murad buyurduklarını da kıyamet günü bana vereceğin şefaat-i uzmanın içine koymak üzere katında benim için sakla." dedi. İşte şu âyet-i kerimeyi "Dilerse sana bunlardan daha hayırlı olarak altlarından ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah'ın sânı ne yücedir!" âyetini o zaman Rıdvan'ın indirmiş olduğunu söylerler.[10]



11. Fakat onlar kıyamet saatini de yalanladılar. Biz, o saatin geleceğini yalanlıyanlara öyle çılgın bir azâb hazırladık ki,

12. Bu, kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını ve uğultusunu duyacaklardır.

13. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun en dar bir yerine atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi isterler.

14. Bugün bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok olmayı isteyin.

Kurtubî bu âyet-i kerimelerin İbn Hatal ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söyler.[11]



20. Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşılarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz ve Rabbîn Basîr olandır.

Müşrikler Hz. Peygamber (sa)'i fakirliği sebebiyle kınayıp: "Bu peygamber'e ne oluyor; bizim gibi yemek yiyor..." deyince Hz. Peygamber (sa) buna çok üzüldü ve işte onun üzülmesi üzerine O'nu teselli etmek üzere bu âyet-i kerime nazil oldu. Cibrîl gelip şöyle dedi: "Ey Muhammed, Rabbm Allah sana selâm söylüyor ve sana şöyle buyuruyor: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşılarda gezinirlerdi..."[12]

Ayet-i kerimenin "Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz." kısmının nüzul sebebinde Mukatil der ki: Ebu Cehl ibn Hşâm, el-Velîd ibnu'l-Muğîra, el-As ibn Vâil, Ukbe ibn Ebî Muayt, Utbe ibn Rabîa ve en-Nadr ibnu'l-Hâris haklarında nazil olmuştur. Bunlar; Abdullah ibn Mes'ûd, Ammâr, Bilâl, Suheyb, Amir ibn Füheyre, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Hz. Ömer'in kölesi Mihca', el-Hadramî'nin kölesi Cebr ve arkadaşları gibi güçsüz müslümanları gördüklerinde onlarla alay kabilinden olarak: "Müslüman olalım da bunlar gibi mi olalım?!" demişler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz." âyet-i kerimesini indirmiştir.[13]



21. Bize kavuşmayı ummayanlar "Bize melekler indirilmeli değil miydi? Veya Rabbımızı görmeli değil miydik?" derler. Andolsun ki onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlardır.

Kelbî ve Mukatil bu âyet-i kerimenin, peygamberliği ve yeniden diriltilmeyi inkâr eden Ebu Cehl, el-Velîd ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[14]



27. Ogün zalim iki elini ısırıp "Ne olurdu, ben o peygamberin beraberinde bir yol edineydim. " diyecek

28. Ne yazık bana! keski falanı dost tutmıyaydım.

29. Beni o zikirden, o mana geldikten sonra, o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.

l. Ubeyy ibn Halef ve Ukbe ibn Ebî Muayt arkadaş idiler, araları iyi idi. Bunlardan Ukbe Hz. Peygamber (sa) ile oturur, ondan bazı şeyler dinlerdi. Bu durum Ubeyy'e ulaşınca Ukbe'ye geldi ve: "Muhammed'le oturduğun, onu dinlediğin bana ulaşmadı mı sanıyorsun? Eğer bir daha onunla oturur ve onu dinlersen, ya da ona vardığında yüzüne tükürmezsen yüzüm sana haram olsun." diyerek büyük yemin etti. Allah'ın düşmanı Ukbe de arkadaşının söylediğini yaptı ve Allah Tealâ o ikisi hakkında bu âyetleri indirdi.[15]

2. Bunun tersi de rivayet edilmiştir. Atâ el-Horasânî rivayetinde İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Übeyy ibn Halef, Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelir, iman etmeksizin onunla oturur ve onun sözüne kulak verir, dinlerdi. Ukbe ibn Ebî Muayt, arkadaşını bundan men'etti de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[16]

Diğer bazı kimseler de şöyle anlatıyor: Übeyy ibn Halef ve Ukbe ibn Ebî Muayt birbirini çok seven iki dost idiler. Bunlardan Ukbe, bir seferden döndüğünde mutlaka yemek yapar ve kavminin ileri gelenlerini davet ederdi. Bir gün yine bir yolculuktan dönüşünde yemek yapıp insanları ve bu arada Rasûlullah (sa)'ı da yemeğe davet etti. Yemek ikram olununca Hz. Peygamber (sa): "Allah'ın yegâne ilâh, benim de Allah'ın elçisi olduğuma şehadet edene kadar senin yemeğinden yiyecek değilim." dedi. Ukbe de "Allah'ın yegâne ilâh, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim." dedi ve Allah'ın Rasûlü (sa) de onun yemeğinden yedi. Übeyy ibn Halef o sırada orada değildi. Bu kendisine haber verilince geldi ve: "Sâbiî mi oldun ey Ukbe?" diye sordu. Ukbe: "Vallahi sâbiî olmadım, fakat adam (Muhammed) yanıma girdi ve onun için bu şehadeti yapmadıkça yemeğimi yemekten imtina etti. Yemeğimden yememiş olarak evimden çıkmasından utandım da istediği şehadeti ettim, o da yemeğimden yedi." dedi. Übeyy: "Ona varıp yüzüne tükürmedikçe ve boynuna ayağınla basmadıkça senden asla razı ve hoşnut olacak değilim." dedi ve Ukbe de onun istediğini yaptı;[17] bir hayvan işkembesini alarak Efendimiz'in iki küreği arasına attı. Rasûlullah (sa): "Şayet Mekke dışında sana rastlıyacak olursam mutlaka kılıçla kafanı uçuracağım." buyurdular. Ukbe, Bedr günü esir edilerek öldürüldü. Übeyy ibn Halefe gelince, Uhud'da savaş esnasında onu da bizzat Hz. Peygamber katletti ve işte bu ikisi hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Dahhâk der ki: Ukbe, Rasûlullah (sa)'m yüzüne tükürdüğünde tükrüğü kendi yüzüne döndü, ikiye ayrıldı ve iki yanağına yapışıp onları yaktı. Bu yanık izi Ukbe ölünceye kadar yüzünde kaldı.[18]



32. O kâfirler dediler ki: "Kur'ân ona bir kerede topluca indirilmeli değil miydi?" Halbuki Biz Azîmüşşân onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle azar azar indiririz ve onu tertîl üzere ağır ağır okuruz.

İbn Ebî Hâtim'in, "Sahih'tir." kaydıyla Hâkim'in ve el-Muhtâra'da Ziya (el-Makdisî)'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Müşrikler: "Muhammed eğer gerçekten Allah'ın elçisi ise Rabbı ona acaba neden işkence ediyor. Şu Kur'ân'ı ona bir kerede toptan indiremez mi? Bakınız ona her defasında bir veye iki âyet iniyor (ve her defasında ona âyet inmesi adeta bir işkence oluyor)." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[19]

Başka bir rivayette onların: "Sen kendinin Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu iddia ediyorsun. Madem öyle Tevrat'ın Musa'ya, İncil'in İsa'ya bir defada indirildiği gibi bu Kur'ân da sana bir defada toptan indirilmeli değil miydi?" demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[20]

Her iki rivayette de konu ve talep "Kur'ân'ın parça parça değil bir defada toptan indirilmesi" olduğuna göre iki rivayet arasında çelişki yok demektir.[21]



34. Cehennemde yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.

Mukatil der ki: Kâfirler, Hz. Peygamber (sa)'in ashabına: "O, yaratılmışların en kötüsüdür." dediler de bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.[22]



41. Seni gördükleri vakit: "Bu mu Allah 'in gönderdiği elçi? " diye alaya almaktan başka bir şey yapmazlar.

Hz. Peygamber (sa)'le alay yollu "Bu mu Allah'ın gönderdiği elçi?" diyen Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur.[23]



43. Hevâ ve hevesini tanrı edineni gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın?

İbn Ebî Hatim ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Câhiliye devrinde kişi bir zaman beyaz bir taşa tapınır, sonra ondan bıkarak tutar bir süre de siyah bir taş bularak onu sever ve onu tanrı edinerek o taşa tapınırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Hevâ ve hevesini tanrı edineni gördün mü?..." âyet-i kerimesini indirdi

Sevdiği her taşı tanrı edinerek ona tapınan bu kişinin el-Hâris ibn Kays es-Sehmî olduğu ve âyet-i kerimenin de onun hakkındaindiği de söylenmiştir.[24]



55. Allah 'ı bırakıp kendilerine fayda veya zarar veremiyecek olan şeylere ibadet ederler. Kâfir, Rabbına karşı duranın yardımcısıdır.

Bu âyet-i kerimenin Ebu Cehl hakkında nazil olduğu söylenir.[25]



62. O, iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut ta şükretmek dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir.

Enes ibn Mâlik der ki: Rasûlullah (sa), gece Kur'ân okumayı kaçırmış olan Hz. Ömer'e: "Ey Hattâb'ın oğlu, Allah senin hakkında bir âyet indirdi." buyurup "O, iyice düşünüp ibret almak arzusunda bulunan kimseler yahut ta şükretmek dileyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir." âyet-i kerimesini tilâvet eylemiş ve şöyle devam etmiş: Geceleyin kaçırdığın nafileleri gündüzünde; gündüz kaçırdıklarını da geceleyin yerine getir."[26]



68. Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar.

69. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir olarak ebediyyen bırakılır.

70. Tevbe ve iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir. Allah Ğafûr'dur, Rahimdir.

1. İbn Abbâs'tan rivayete göre şirk ehlinden olup da bir çok kişiyi öldürmüş, çok zina yapmış bazı kimseler Muhammed (sa)'e geldiler ve: "Senin söylediklerin ve kendisine çağırdığın şey güzel. Keşke bizim yapmış olduğumuz günahların bir keffareti olduğunu bize haber verebilsen (de biz de müslüman olsak)." dediler de "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler..." ve "De ki: "Ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin..." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimeleri nazil oldu.[27]

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Mekke'de "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr olarak ebediyyen bırakılır." âyetleri nazil olunca Mekke müşrikleri: "Müslüman olmamızın bize bir faydası yok; biz Allah'a başkalarını denk saydık, Allah'ın haram kıldığı cana kıydık ve ahlâksızlıklar yaptık." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Tevbe ve iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte Allah, bunların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir..." âyet-i kerimesini indirdi.[28]

2. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a: "Allah katında hangi günah en büyüktür?" diye sordum (veya soruldu) da O: "Allah seni yaratmışken ona başka birini denk ve eş koşmandır." buyurdular. "Sonra hangisi?" dedim, "Sonra seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir." buyurdular. "Sonra hangisi?" diye sordum, "Komşunun hanımıyla zina etmendir." buyurdular ve işte Rasûlullah (sa)'ın bu sözünü tasdik olarak "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[29] İbn Cüreyc kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre "De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine ileri giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Hiç kuşkusuz Allah, bütün günahları mağfiret buyurur." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimesi de bunun üzerine nazil olmuştur.[30]

"Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." âyet-i kerimesi İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre Mekke'de nazil olmuş ve daha sonra Nisa Süresindeki bir âyetle (âyet: 93) nesholunmuştur. Ama yine ondan gelen başka bir rivayete göre son nazil olan âyetlerdendir ve hiçbir şekilde neshe konu olmamıştır. Zira Nisa Süresindeki âyet mü'minler, bu ise müşrikler hakkında nazil olmuştur.[31] En doğrusunu Allah bilir.

3. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise sadece bu âyet-i kerime değil, bununla birlikte başka iki âyet-i kerime daha Hz. Hamza'nm katili olan Vahşî hakkında nazil olmuştur. O, şöyle anlatıyor:

Vahşî, Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Muhammed, senden eman dileyerek geldim, bana eman ver ki Allah'ın kelâmını dinleyeyim." dedi. Rasûlullah (sa): "Seni etrafımda görmemeyi daha çok isterdim. Ama madem ki eman dileyerek geldin, peki Allah'ın kelâmım dinlemek üzere civarımda olabilirsin." buyurdular. Vahşî: "Ben Allah'a ortak koştum, Alalh'ın haram kıldığı cana kıydım ve zina ettim, bana tevbe var mıdır?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa) susup cevap vermediler de sonuna kadar "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Rasûlullah (sa) bu âyeti Vahşî'ye okudular. Vahşî: "Bunda bir şart görüyorum; belki de ben salih amel işlemeyeceğim. En iyisi ben, Allah'ın başka bir kelâmını dinlemek üzere senin civarında kalmaya devam edeyim." dedi (ve müslüman olmadı) da bunun üzerine "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakileri ise dilediğine bağışlar." (Nisa, 4/48) âyet-i kerimesi nazil oldu. Hz. Peygamber (sa), Vahşî'yi çağırarak ona bu sefer bu âyet-i kerimeyi okudu. Vahşî: "(Bunda da bir şart var), Belki de ben, Allah'ın dilediklerinden değilim. Ben en iyisi Allah'ın başka bir kelâmını dinlemek üzere civarında olmaya devam edeyim." dedi (ve yine müslüman olmadı). Bunun üzerine "De ki: Ey kendilerine israf etmiş olan kullarım, Allah'ın rahmetinden umutsuzluğa düşmeyin..." (Zümer, 39/53) âyet-i kerimesi nazil oldu. İşte bu âyet-i kerimeyi işitince Vahşî: "Evet, işte şimdi bu âyette herhangi bir şart görmüyorum." dedi ve müslüman oldu.[32] Vahşî'nin müslüman olması ile ilgili bu haberin son kısmı, yani Vahşî'nin müslüman olmak üzere bir takım şartlar koşması veya âyetlerde bir takım şartlar görerek müslüman olduğunu belirten ibarelerin sıhhati şüphelidir. Çünkü Vahşî'nin iman etmesinde meşhur olan habere göre o, Tâiğf elçi hey'eti içinde gizlenerek gelmiş ve hiçbir şart koşmadan ve kimliğini bildirmeden müslüman olmuştur.[33]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Alûsî, age. xvm,230.

[2] Kurtubî, xm,3.

[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663.

[4] Râzî, age. XXIV,50; AlÛsî, age. XVIH,234.

[5] Alûsî, age. xvııı,234

[6] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663-664.

[7] Taberî, age. XVIII,137: tbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,358.

[8] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,358.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/664.

[9] aiûsî, age. xvm,237.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/665-666.

[10] Vahidî, age. s. 234-235.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/666-667.

[11] Bak: Kurtubî, age. XI1I,8.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/667.

[12] Kurtubî, age. Xin,ll.

[13] Kumıbî, age. xm,i4-i5.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/667-668

[14] Râzî, age. xxrv,68.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/668.

[15] İbn Hişâm, es-stretu'n-Nebeviyye, 1,361; Vahidî, age. s. 235.

[16] Vahidî, age. s. 235; Tabefî, age. XEX,6.

[17] Vahidî, age. s. 235.

[18] Vahidî, age. s. 236.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/668-669.

[19] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,44.

[20] Râzî, age. xxiv, 78.

[21] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/669-670.

[22] Kurtubî, age. XIII,22.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.

[23] Kurtubî, age. xm,25.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.

[24] Aiûsî, age. XIX, 24.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/670.

[25] Râzî, age. XXIV, 102.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/671.

[26] Râzî, age. xxrv,ıo6.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/671.

[27] Buhâtî, Tefsîru'l-Kur'ân, 39/1; Müslim, İman, 193.

[28] Buhâiî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/3; Müslim, Tefsîr, 19.

[29] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/2; Edeb, 20; Diyât, 1; Müslim, İman, 142; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,380, 431

[30] ibn Kesir, age. vi,i35.

[31] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/2,4.

[32] vahidî, age. 236-237.

[33] ibnu'l-Cevzî, age. vi,ıo4.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 672-673.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
26- ŞUARA' SURESİ


Nehhâs'ın İbn Abbâs'tan rivayetine göre Sûre, son beş âyeti olan "Şairlere gelince; onlara da azgınlar uyar.Görmedin mi, onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve onlar, gerçekten yapmadıklarını söylerler. Ancak iman etmiş ve salih ameller işlemiş, Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğradıktan sonra zafer kazanmış olanlar müstesnadır. Zulmedenler göreceklerdir nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını." (âyet: 224-227) âyetleri dışında Mekke'de nazil olmuştur. İbn Merdûye'nin İbn Abbâs ve İbnu'z-Zübeyr'den rivayetinde ise sûrenin istisnasız mekkî olduğu kaydedilmektedir.[1]

Mukâtil ise "İsrail oğulları bilginlerinin onu bilmeleri onlar için bir âyet değil midir?" (âyet: 197) âyetinin istisna olarak Medine'de nazil olduğunu söylemiştir.[2]

Bu Şuarâ Sûresi, Vakıa Sûresinden sonra nazil olmuştur.[3]



197. İsrail oğullarının bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet değil midir?

Sa'lebî'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Mekkeliler, Hz. Peygamber hakkında bilgi almak üzere Yesrib (Medine-i Münevvere) yahudilerine birilerini göndermişlerdi. Yahudiler: "Evet, şimdi o peygamberin geliş zamanıdır." deyip vasıflarını saydılar ve fakat vasıflarını sayarken başka şeyler de katarak karıştırdılar. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[4]



204. Bizinı azabımızı mı çabucak istiyorlar?

Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime "Ey Muhammed, daha ne zamana kadar bizi azâbla tehdit edip duracaksın? Tehdit ediyorsun ediyorsun ama bir türlü başımıza gelmiyor." diye alay etmeleri üzerine nazil olmuştur.[5]



205. Gördün mü, şayet Biz Azîmüşşân onları yıllarcayararlandırsak;

206. Sonra kendilerine va 'dolunan şey başlarına gelse,

207. Eğlendirilmiş olmaları onlara bir fayda sağlamaz.

İbn Ebî Hatim'in Ebu Cehdam'dan rivayetine göre Hz. Peygamber (sa)'e rüyasında kendisi şaşkın bir halde (ne yapacağını bilemez bir halde) gösterilmiş ve bu rüyasını ashabına anlatmış da O'na sormuşlar ve Efendimiz (sa): "Neden olmasın ki Benden sonra düşmanımın kendi ümmetimden olduğunu gördüm." buyurmuş ve bunun üzerine "Gördün mü, şayet Biz Azîmüşşân onları yıllarca yararlandırsak; Sonra kendilerine va'dolunan şey başlarına gelse, Eğlendirilmiş olmaları onlara bir fayda sağlamaz." âyet-i kerimeleri nazil olmuş da Efendimiz (sa)'in gönlü hoş olmuş.[6]



214. Ve yakın akrabalarını uyar.

Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Hz. Peygamber (sa)'in Safa tepesine çıkarak boy boy (aile aile) Kureyşlileri çağırıp onları uyarması, Ebu Leheb'in de: "Soyu kesilesice bizi bunun için mi topladın." demesi üzerine Mesed Sûresi'nin nazil olduğu haberi çok meşhur olup hemen bütün hadis mecmualarında Ve tefsirlerde zikredilmiştir.[7]



215. Mü'minlerden sana tâbi olanlara kanatlarını ger.

İbn Cüreyc'den rivayette o şöyle demiştir: "Ve yakın akrabalarım uyar (Şuarâ, 26/214) âyet-i kerimesi nazil olunca Hz. Peygamber (sa), uyarmaya ehl-i beyti ve ailesi ile başladı da bu, diğer müslümanlara ağır geldi.. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Mü'minlerden sana tâbi olanlara kanatlarını ger." âyet-i kerimesini indirdi.[8]



224. Şairlere gelince; onlara da ancak azgınlar tabi olurlar.

225. Görmedin mi onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.

226. Ve onlar, gerçekten yapmadıklarını söylerler.

l. İbn Abbâs'tan rivayete göre "Biz de Muhammed'in söyledikleri gibisini söyleriz." deyip Hz. Peygamber (sa)'i hicveden şiirler söyleyen, çevrelerine onların söyledikleri hicviyeleri ve şiirleri dinlemek üzere bedevilerin toplandığı Abdullah ibnu'z-Ziba'râ, Hübeyre ibn Vehb el-Mahzûmî, Müsâfi' ibn Abdi Menâf, Ebu İzze el-Cumahî ve Ümeyye ibn Ebi's-Salt gibi müşrik şâirleri hakkında nazil olmuştur. Ayetteki şairlere tabi olan "azgınlar"dan maksat işte o şairlerin Hz. Peygamber (sa)'i ve getirdiklerini hicveden şiirlerini dinlemek üzere onların çevrelerinde toplanan bedevilerdir.[9]

2. İkrime de şöyle demiştir: İki şair karşılıklı olarak birbirlerini hicvediyorlardı. Çevrelerinde bulunan insanlardan bir grubu bunlardan birisini desteklerken diğer bir grup da ötekine destek veriyordu. İşte bu âyet-i kerimeler bunun üzerine nazil olmuştur.[10]

İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'ın ahdinde (zamanında, onun hayatında) birisi ansardan, diğeri de başka bir kabileden[11] iki şair karşılıklı olarak birbirlerini hicvediyorlardı. Her birerinin etrafında da kavimlerinin beyinsizleri (sefihleri) toplanmış bulunuyordu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Şairlere gelince; onlara da ancak azgınlar tabi olurlar..." buyurdu.[12]

3. Muhammed ibn İshak'ın bazı ashabından, onların da Atâ ibn Yesâr'dan rivayetlerine göre o şöyle demiştir: "Şairlere gelince; onlara da ancak azgınlar tabi olurlar." âyetinden başlamak üzere Sûrenin sonuna kadar olan âyetler Hassan ibn Sabit, Abdullah ibn Revâha ve Ka'b ibn Mâlik hakkında nazil oldu.[13]

Bu iki rivayeti verdikten sonra İbn Kesîr der ki: Sûre Mekkî olduğuna göre bu âyetlerin Ansar şairleri hakkında olması çok şüphelidir. Üstelik bu rivayetler mürsel rivayetler olup bunlara dayanarak hüküm vermek de zordur.[14] Ancak istisna edilen âyetin yani "Ancak iman etmiş, salih ameller işlemiş, Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğratıldıktan sonra zafer kazanmış olanlar müstesnadır." âyetinin (âyet: 227) hükmüne Ansar şairleri girdiği gibi daha önceden yani müşrik iken İslâm'ı, müslümanları, Hz. Muhammed'i hicveden şiirler söyleyip de daha sonra tevbe edip imana gelen, müslüman olan şairler ve daha sonra gelecek bütün şairlerden tevbe edenler elbette bu hükme dahil olacaklardır. Başka bir ifadeyle sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına engel değildir.

4. Mukatil der ki: Bunlar müşriklerin şairleridir. Abdullah ibnu'z-Ziba'râ, Ebu Süfyan ibn Harb, Hübeyre ibn Ebî Vehb ve diğerleri: "Biz de Muhammed'in söylediği şeyler gibisini söyleyebiliriz." deyip şiir söylerler; çevrelerine azgınlar, müslümanlara işkence edip karşı duranlar toplanır, onların şiirlerini dinler ve başkalarına da naklederlerdi. İşte bu âyet-i kerimeler onlar hakkında nazil oldu.[15] Bunlardan Ebu Süfyan ve İbnu'z-Ziba'râ daha sonra müslüman olmuşlardır.[16]



227. Ancak iman etmiş, salih ameller işlemiş, Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğratıldıktan sonra zafer kazanmış olanlar müstesnadır. O zulmetmiş olanlar nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını elbette görecek ve bileceklerdir.

Temîm ed-Dârî'nin kölesi Ebu'l-Hasen Salim el-Berrâd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: "Şairlere gelince; onlara da ancak azgınlar tabi olurlar." âyet-i kerimesi nazil olunca Hassan ibn Sabit, Abdullah ibn Revana ve Ka'b ibn Mâlik, Hz. Peygamber (sa)'e ağlıyarak geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, elbette Allah, bu âyet-i kerimeyi indirirken bizim şair olduğumuzu biliyordu." diye sızlandılar da bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve Hz. Peygamber de onları çağırarak kendisine inen "Ancak iman etmiş, salih ameller işlemiş olanlar müstesnadır..." âyet-i kerimesini tilâvet buyurdular.[17]

Nevfel oğullan kölesi Ebu'l-Hasen'den gelen bir rivayette de "Şairlere gelince; onlara da ancak azgınlar tabi olurlar." âyet-i kerimesinin nüzulü üzerine ağlıyarak Hz. Peygamber (sa)'e gelenler Hassan ibn Sabit ve Abdullah ibn Revâha olarak verilmekte, Ka'b ibn Mâlik'in ismi zikredilmemekte ve Hz. Peygamber (sa)'in, âyet-i kerimenin: "Ancak iman etmiş, salih ameller işlemiş, Allah'ı çokça zikretmiş ve zulme uğratıldıktan sonra zafer kazanmış olanlar müstesnadır..." kısmını okuduktan sonra "İşte bunlar sizsiniz." buyurduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[18]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] aiûsî, age. xdc,58.

[2] Kurtubî, xm,60.

[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/674.

[4] İbnu'l-Cevzî, age. VI.145; Alûsî, age. XDC,126.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/674.

[5] Kurtubî, age. xm,94.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/674.

[6] Suyûti, Lübâbu'n-Nukûl, 11,45-46.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/675.

[7] Meselâ bak: Buhârî, TefsînTl-Kur'ân, Mesed, 111/1; Müslim, İman, 348, 355; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 111/1, hadis no: 3363; Neseî, Vasâyâ, 6, hadis no: 3642-3646; Ahmed ibn Hanbel. Müsned, 11,333,360, 519.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/675.

[8] Taberî, age. xix,75.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/675.

[9] aiûsî, age. xix,i46.

[10] İbn Kesir, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI.184.

[11] Bir rivayete göre muhacirlerden, bak: Kurtubî, age. xm,ıo2.

[12] İbn Kesîr, age. vi,i84.

[13] Taberî, age. XIX,79.

[14] ibn Kesîr, age. vi,i86.

[15] ibnu'l-Cevzî, age. vi,i50.

[16] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/675-676.

[17] Taberî, age. XIX,80; Alûsî, age. XIX, 147.

[18] İbn Kesîr, age. vi,i86.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/677.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
27- NEML SÛRESİ


İbn Abbâs ve İbnu'z-Zübeyr'den rivayete göre Sûre Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Bazıları bazı âyetlerinin Medine-i Münevvere'de nazil olduğu görüşündedirler.

İbn Abbâs ve Cabir ibn Zeyd'den rivayete göre önce Şuarâ, sonra Neml, sonra da Kasas Sûreleri nazil olmuştur.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Aiûsî, age. xk,i54.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/678.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
28- el-KASAS SÛRESİ


Hasen, Atâ, Tavus ve İkrime'den rivayete göre Sûre mekkîdir, Mekke'de nazil olmuştur. İçinde Medine'de nazil olan âyetler de vardır. Mukatil der ki:

"O kendilerine bundan önce kitab verdiklerimiz de buna inanırlar."

"Onlara Kur'ân okunduğu zaman derler ki: "Ona inandık. Doğrusu o, Rabbımızdan gelen gerçektir. Şüphesiz ki biz, daha önceden müslüman olmuş kimseleriz."

İşte onlara sabrettiklerinden ötürü ecirleri iki defa verilir. Onlar, kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler."

"Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm olsun, biz cahilleri aramayız." derler." âyet: (52-55) âyetleri medenîdir, bu âyet-i kerimeler ve Hadîd Sûresinin son âyetleri Hz. Peygamber (sa)'e gelip de Uhud vak'asım gören Necâşî'nin ashabı hakkında nazil olmuştur.

İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de bu âyet-i kerimelerin Hz. Peygamber (sa) Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere Mekke'den çıktığında Cuhfe nam mahalde nazil olduğu söylenmiştir.

Medâinî'nin kendi isnadıyla Yahya ibn Sellâm'dan rivayetinde ise Cuhfe'de inen âyetler bunlar değildir. Hicret esnasında ve orada inen âyet bu Sûre'nin 85. âyetidir. Şöyle ki: Allah'ın Rasûlü (sa), Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere Mekke'den ayrılıp da Cuhfe'ya ulaştığında Cibril geldi ve: "Ey Muhammed, doğduğun yer olan memleketin Mekke'yi özledin mi?" diye sordu. Efendimiz (sa)'in Evet cevabı üzerine de: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni, döneceğin yere döndürecektir...." (âyet: 85) âyet-i kerimesini O'na okudu.[1]

Diğer bazıları da sadece "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah elbette seni döneceğin yere döndürecektir. De ki: "Benim Rabbım, Kimin hidayeti getirdiğini, kimin apaçık bir sapıklıkta bulunduğunu en iyi bilendir" (âyet: 85) âyetinin medenî olduğunu söylemişlerdir.[2]

Nüzul sırası itibariyle Neml Sûresinden sonra inmiştir.[3]



48. Ama onlara katımızdan O Hak gelince: "Musa 'ya verilenler gibi ona da verilmeli değil miydi? " derler. Daha önce Musa 'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Biribirine destek olan iki büyücü. " demişlerdi ve "Biz, hepsini inkâr edenleriz." demişlerdi.

Kelbî der ki: Mekke müşrikleri Hz. Muhammed ve getirdiği din hakkında bilgi toplamak üzere) bir grubu Medine yahudilerine göndermişlerdi. Yahudiler, bu kendilerine gelen hey'ete: "Evet, biz onu nitelikleriyle belirtilmiş olarak kitabımız Tevrat'ta bulmaktayız." demişler ve hey'et Mekke-i Mükerreme'ye dönüp gelmiş, yahudilerden duyduklarını Mekke müşriklerine haber vermişlerdi. Onlar da iman edecek yerde: "Meğer Musa da Muhammed gibi bir büyücü imiş." diyerek küfür ve azgınlıklarına devam etmişler ve işte bunun üzerine "Daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Biribirine destek olan iki büyücü." demişlerdi..." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[4]



51. Andolsun ki Biz, onlar için sözü birbirine bitiştirdik. Umulur ki onlar tezekkür eder, düşünürler.

Rifâa el-Kurazî'den rivayette o şöyle diyor: Bu âyet-i kerime on kişi hakkında nazil oldu ki ben onlardanım."[5] Bu sözü Atıyye el-Kurazî'nin söylediği de rivayet edilmiştir.[6]

Bu Rifâa el-Kurazî, Rifâa ibn Karaza el-Kurazî'dir. İbn Mende onun, Safiyye bint Huyey'in dayısı Rifaa ibn Simvâl (Semev'el veya Şemûyel) olduğunu söyler ki daha sonra Abdurrahman ibn Cübeyr'in evlenmiş olduğu Vehb kızı Temîme'yi boşayan işte bu Rifâa'dır. İbnu'l-Esîr de böyle söylemiştir.[7]



52. Kendilerine daha önceden kitab verdiklerimiz de buna inanırlar.

53. Onlara Kur'ân okunduğu zaman derler ki: "Ona inandık. Doğrusu o, Rabbımızdan gelen gerçektir. Şüphesiz biz, daha önceden de müslüman olmuş kimseleriz."

54. İşte onlara sabrettiklerinden dolayı mükâfatları iki kere verilir. Kötülüğü iyilikle savarlar onlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler.

55. Ve boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. "Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Selâm size, biz cahilleri aramayız (istemeyiz). " derler.

l. Daha önce (Maide, 5/82 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Beyhakî'nin İbn İshak'tan naklen rivayetine göre Hz. Peygamber (sa) Mekke-i Mükerreme'de iken onun peygamber olarak gönderildiği haberini Habeşistan'a giden müslümanlardan öğrenen 20 kadar hristiyan Mekke-i Mükerreme'ye gelirler. Hz. Peygamber (sa)'i Ka'be'nin yanında bularak onunla konuşurlar. Mekke müşrikleri de kendi meclislerinden onların gelişlerini ve konuşmalarını izlemektedir. Rasûlullah (sa)'a sorulan bitince Allah'ın Rasûlü (sa) onları İslâm'a davet eder ve onlara Kur'ân okur. Kur'ân'ı işitince gözleri dolar, Onun, kitablannda verilen vasıfta olduğunu anlar, Hz. Peygamber (sa)'in davetine icabetle iman ve onu tasdik ederler.

Bu hadise Urve ibnu'z-Zubeyr'den de rivayet edilmiş olup bu rivayette bu 20 kişinin Necâşî tarafından gönderildiği ayrıntısına da yer verilmektedir.[8]

Bu grup Hz. Peygamber (sa)'in yanından ayrılır ayrılmaz Ebu Cehl'in de aralarında bulunduğu bir grup Kureyşli müşrik yollarını keser ve onlara: "Ne kadar nasipsiz bir toplulukmuşsunuz! Arkanızda bıraktıklarınız sizi, kendilerine bu adam hakkında haber derleyip götürmeniz için gönderdiler. Halbuki siz, onun yanına oturur oturmaz, onun söylediklerine kanıp hemen dinizi terkettiniz ve onu tasdik ettiniz. Sizden daha aptal bir topluluk görmedik." dediler, onlar ise: "Cahillikte sizin seviyenize inecek değiliz. Sizin işiniz size, bizim işimiz bize. Kendimizi bu hayırdan mahrum etmiyeceğiz." diye cevap verdiler.

Bu topluluğun Necran Hristiyanlarından olduğu söylenir. İşte bunlar hakkında "Peygamber'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz. Hem Rabbımızın bizi sâlihler topluluğu ile beraber bulundurmasını umarken niçin Allah'a ve bize gelen hakikate iman etmeyelim" (Mâide, 5/83-84) âyetleri yanında bu âyet-i kerimelerin de indiği söylenir.[9]

Mukatil, hepsi de hristiyan olan bu hey'etin 40 kişiden oluştuğunu, Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile birlikte Hz. Peygamber (sa)'e geldiklerini ve "Ashab-ı Sefine" olarak da anıldıklarını[10] söyler.

Katâde'den gelen başka bir rivayette bu kırk kişiden 32'si Habeşistan'dan, kalan sekizi de Şam'dan gelmiştir. Şam'dan gelenler: "Bahîrâ, Ebrehe, Eşref, Amir, Eymen, İdrîs, Nâfi' ve Temîm'dirler.[11]

Bu gelenlerin sadece İbn Selâm, Temîm ed-Dârî, el-Cârûd el-Abdî ve Selman el-Fârisî oldukları da söylenmiştir.[12]

Saîd ibn Cübeyr'den gelen rivayette ise bu hey'etin 70 papazdan oluştuğu ve Hz. Peygamber (sa)'in bunlara Yâsîn Sûresi'ni okuduğu ayrıntılarına yer verilmektedir.[13]

Saîd ibn Cübeyr'in İbn Abbâs'tan rivayetinde Necâşî'nin ashabından kırk kişinin Hz. Peygamber (sa) Uhud Gazvesine çıkmak üzereyken geldikleri, müslümanlarla birlikte Uhud'a çıktıkları ve bu âyet-i kerimenin işte onlar hakkında nazil olduğu ayrıntılarına da yer verilmektedir.[14]

2. İbn Cüreyc kanalıyla Ali ibn Rifâa'dan rivayette o şöyle demiştir: İçlerinde Ebu Rifâa'nın (babasını kastediyor) da bulunduğu ehl-i kitabdan (bir rivayette yahudilerden) on kişi çıkıp Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve iman etmişlerdi. Bunlar, imanlarından dolayı eziyete uğradılar da bunun üzerine "Kendilerine daha önceden kitab verdiklerimiz de buna inanırlar." âyet-i kerimesi nazil oldu.[15]

3. Katâde der ki: Hz. Muhammed (sa)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce hak bir şeriat üzere olup O peygamber olarak gönderilince de O'nun getirdiği hak dini kabul eden ehl-i kitabdan bir kısım insanlar hakkında nazil olmuştur. Selman, Abdullah ibn Selâm onlardandır.[16]

Ebu Hayyân, bu sayılanların bir temsilden ibaret olduğunu maksadın bunlar ve bunlar gibi kitab ehlinden iman edenler olduğunu söyleyerek rivayetler arasında ihtilâfı kendince gidermiştir (Alûsî, age. xx,94) ki en doğrusunu Allah bilir.[17]



56. Elbette sen, sevdiğine hidâyete ulaştıramazsın ve fakat Allah dilediğine hidâyet eder ve O, hidâyete ermiş olanları da en iyi bilendir.

Saîd ibnu'l-Museyyeb'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in, amcası Ebu Talib'in ölüm hastalığı sırasında onun İslâm'a girmesi konusundaki arzusu ile "Amca bir kelimeyi, kelime-i tevhidi söyle ki âhirette sana şefaatte bulunmak için elimde bir delil olsun." diye onun islâmında ısrar etmesi üzerine ve Ebu Talİb hakkında nazil olmuştur.[18]

Bu hususta yani Ebu Talib'in ölüm hastalığı sırasında olanlar hakkında anlatılanlar daha önce (Tevbe Sûresi, 9/113 âyetinin nüzul sebebinde geçtiği için tekrarına gerek görmüyoruz.[19]



57. Dediler ki: "Seninle beraber hidayete tabi olacak olursak yerimizden kapılıp alınırız ve yerimizden oluruz." Halbuki onları, katımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsulünün toplandığı emniyetli bir Harem'de yerleştirmedik mi? Ama onların çoğu bilmezler.

el-Hâris ibn Osman ibn Abdi Menâf hakkında nazil olmuştur. "Ey Muhammed, biz biliyoruz ki senin söylemekte olduğun şey haktır, gerçektir. Ama bütün Araplar bizim aleyhimize birleştikleri, bütün Araplar putperest oldukları için bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarır atarlar ve bizim de topuna birden gücümüz yetmez, hepsine birden karşı duramayız." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[20] İbnu'l-Cevzî bu olayı Mukatil'den rivayetle zikreder.[21]

Neseî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haberde ise bu sözü söyleyen el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel olarak verilmekle birlikte ikisi de aynı kişidir.

İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette bu sözü söyleyenler "Kureyş'ten bir kısım insanlar" olarak verilmiştir[22] ki âyet-i kerimede "Dediler ki..." kavline daha uygundur.[23]



61. Şimdi kendisine güzel bir va 'dde bulunduğumuz ve ona kavuşan kimse, dünya hayatında kendisine bir dünya geçimliği verdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilmişlerden olan kimse gibi midir?

1. Mücâhid'den rivayette o şöyle demiştir: Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur.

2. Süddî ise Ammâr ile el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olduğunu söyler. Hz. Peygamber (sa) ile Ebu Cehl hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[24]

3. Yine Mücâhid'den rivayette o, bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber ile Ebu Cehl ibn Hişâm hakkında nazil olduğunu da söylemiştir.[25]

4. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre ise Hz. Hamza, Hz. Ali, Ebu Cehl ve Umara ibnu'l-Velîd haklarında nazil olmuştur.[26]



68. Rabbın dilediğini yaratır ve seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzeh ve yücedir.

l. Mukatil'den rivayete göre bu âyet-i kerime de "Keşke bu Kur'ân iki kasabadan büyük bir adama inseydi." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olan âyetlerdendir.[27]

2. "Muhammed'e gelen elçi Cebrail'den başka bir melek olsaydı O'nun söylediklerine iman ederdik." diyen Yahudiler hakkında indiği de söylenir.[28]



85. Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni, döneceğin yere döndürecektir. De ki: "Kimin hidayeti getirdiğini, kimin de apaçık bir sapıklıkta olduğunu Rabbım en iyi bilendir. "

Sûrenin başında zikrettiğimiz gibi İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk'ten rivayetinde o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere Mekke-i Mükerreme'den çıkıp Cuhfe'ye ulaştığında Mekke'yi arzuladı, özledi de bunun üzerine Allah Tealâ kendisine: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni, döneceğin yere döndürecektir." âyet-i kerimesini indirdi.[29]

Bu konudaki Mukatil rivayeti biraz daha ayrıntılı olup o şöyle anlatır: Rasûl-i Ekrem (Sevr) mağarasından çıktıktan sonra bir süre Mekke-Medine yolu dışında araziden yürüdü. Kureyş'in yolu kesmiş olabileceğini, veya yoldan giderse takip edileceğini düşünerek böyle yapmıştı. Cuhfe dolaylarında artık emniyette olduğunu düşünerek yola döndü ve Mekke yolu olduğunu anlayınca Mekke-i Mükerreme, orada doğduğu ev, babasının doğduğu ev gözlerinin önüne geldi ve Mekke'yi özledi. O anda Cibrîl geldi ve: "Ey Muhammed, Beldeni, doğduğun yeri mi özledin?" dedi. Hz. Peygamber (sa)'in: "Evet." demesi üzerine Cibrîl şöyle dedi: Allah Tealâ: "Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni, döneceğin yere döndürecektir." buyuruyor." dedi (Râzî, age. xxv,2i). İbn Abbâs ise bu âyet-i kerimenin Cuhfe'de nazil olduğunu söyledikten sonra: "Bu âyet-i kerime ne mekkîdir, ne medenîdir." Demiştir.[30]



88.... O 'nun vechi dışında her şey helak olacaktır...

"Her nefis ölümü tadıcıdır." (Alu İmrân, 3/185 veya Enbiyâ, 21/35 veya Ankebût, 29/57) âyet-i kerimesi nazil olunca O'na: "Ey Allah'ın elçisi melekler ne olacak, onlar da ölümü tadacaklar mı?" diye soruldu da bu: "O'nun vechi dışında her şey helak olucudur." âyet-i kerimesi nazil oldu.[31]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Aiûsî, age. XX,41.

[2] Râzî, age. xxrv, 224.

[3] aiûsî, age. xrx,i54.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/679.

[4] Râzî, age. XXIV,260-261.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/680.

[5] ibnu'l-Esîr, üsdü'l-Ğâbe, 11,228.

[6] Taberî, age. xx,56.

[7] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI, 253; İbnu'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 11,228.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/680.

[8] Kurtubî, age. XIII, 196.

[9] Kurtubî, age, VI, 165-166; XIII, 196; İbn Kesir, age. VI.255.

[10] Râzî, age. xxrv,262.

[11] Kurtubî, age. xm,i96.

[12] aiûsî, age. xx,94.

[13] İbn Kesir, age. VI,254.

[14] tbnu'i-Cevzî, age. vi,229.

[15] Taberî, age. XX,56; Alûsî, age. XX,94.

[16] Râzî, age. xxrv,262.

[17] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/681-682.

[18] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 28/1; Müslim, İman, 39; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 28/1, hadis no: 3188; İmam Ahmed ibn Hanbel, Müsned, V,433; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, Vffl,173.

[19] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/682.

[20] Vahidî, age. s. 239.

[21] Bak: Zâdn'i-Mesîr, vi,232.

[22] Suyûtî, uibâbu'n-Nukûi, ıı,49.

[23] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/683.

[24] Vahidî, age. s. 239.

[25] Taberf, age. xx,62.

[26] Kurtubî, age. xm,200.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/683.

[27] Vahidî, age. s. 239; İbnu'l-Cevzî, age. VI,237.

[28] aiûsî, age. XX, 103.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/684.

[29] İbn K.esîr, age. VI.271.

[30] Kunubî, age. xııı,2i2.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/684.

[31] aiûsî, age. xx,i3i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/684.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
29- el-ANKEBÛT SURESİ


Sûrenin başından itibaren 10 âyet Medine-i Münevvere'de, kalan kısmı ise Mekke'de nazil olmuştur.[1] Bu, İbn Abbâs ve İbnu'z-Zübeyr'den rivayet edilmiştir[2] ve bu Yahya ibn Sellâm'ın da kavlidir. Başından itibaren on âyet, Mekke-i Mükerreme'de kalıp hicret etmeyen müsklümanların durumu hakkında nazil olmuştur. Hz. Ali bu on âyet-i kerimenin ne Mekke'de, ne Medine'de değil, ikisinin arasında nazil olduğunu söylemektedir.[3]

Bunun tersi yani ilk on âyetinin Mekke'de, kalan kısmının da Medine'de nazil olduğu da söylenmiştir.[4] Bu ikinci görüş Bahr'de yine îbn Abbâs ve Katâde'den rivayetle zikredilmiştir.

Bazıları, Mekke-i Mükerreme'de son nazil olan sûrenin el-Ankebût Sûresi olduğunu söylemişlerdir.[5]

Nüzul sırası itibariyle Rûm Sûresinden sonra nazil olmuştu."[6]



l. Elif Lâm Mîm. Yoksa insanlar, "İnandık." demeleriyle bırakılıverileceklerini ve kendilerinin denenmiyeceklerini mi zannettiler?

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde üç rivayet vardır:

Şa'bî der ki: İslâm'ı kabul edip de Mekke'de kalan bir takım insanlar hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa)'in Medine-i Münevvere'de bulunan ashabı bunlara: "Hicret etmedikçe ne ikrarlarının, ne islâmlarının kendilerinden kabul edilmiyeceğini" yazdılar. Onlar da bunun üzerine hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak müşrikler peşlerine düşerek bunları yakaladılar, onlara eziyet ettiler ve geri çevirdiler. îşte bunun üzerine onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.

Bu âyet nazil olunca Medine-i Münevvere'de bulunan ashab onlara, kendileri hakkında bu âyet-i kerimenin nazil olduğunu bildiren bir mektup yazdılar. Onlar da tekrar hicret etmek üzere yola çıktılar. Bu sefer: "Eğer müşrikler yine peşimize düşerlerse onlarla savaşırız (ve geri dönmeyiz)." dediler. Nitekim onların Mekke'den çıktıklarını haber alan müşrikler peşlerine düştüler ve onlara yetiştiler. Onlardan kimisi aralarında vukubulan çatışmada şehid düşerken kimisi de kurtuldu. İşte bunun üzerine de "Sonra senin Rabbın, işkencelere uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, sonra da savaşanların, göğüs gerenlerin lehinedir..." (Nahl, 16/110) âyet-i kerimesini indirdi.[7] Yine Şa'bî'den gelen başka bir rivayette bu âyet-i kerimelerin Hudeybiye'de nazil olduğu ve müslümanların bu âyet-i kerimeleri hicret etmiyerek Mekke'de kalan mü'minlere Hudeybiye'den gönderdikleri ayrıntısı vardır.[8]

2. Mukatil der ki: Ömer ibnu'l-Hattâb'ın kölesi ve Amr ibnu'l-Hadramî'nin attığı bir okla ölerek Bedr Gazvesinde ilk İslâm şehidi olan Mihca' ibn Abdullah hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sa)'in "Mihca' şehidlerin efendisidir." buyurduğu işte bu Mihca'dır. Bedr Gazvesinde şehid edilince ana-babası ve hanımı feryad etmişler ve işte onlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirerek Allah yolunda mutlaka imtihana tabi tutulacaklarını ve sıkıntılara uğrıyacaklarını haber vermiştir.[9]

3. Abdullah ibn Ubeyd ibn Umeyr'den rivayette o şöyle diyor: Bu âyet-i kerime Allah yolunda eziyyete uğrayan, işkence gören Ammâr ibn Yâsir, Ayyaş ibn Ebî Rabîa, el-Velîd ibnu'l-Velîd ve Seleme ibnu'l-Hişâm hakkında nazil oldu.[10]

Üç ayrı nüzul sebebi gibi görünmekle birlikte hepsinin de ortak yanı müşrikler tarafından işkence gören ve imanları yolunda her türlü zorluğa göğüs geren zayıf müslümanlar olmaları itibariyle üç hadisenin de meali birdir ve âyet bunlar ve benzerleri hakkında inmiş, yani hükmü bunlar ve benzerlerine şamil olmuş demektir.

4. Yoksa o kötülük yapanlar Biz 'den kaçıp kurtulabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!

Ayet-i kerimenin zahiri, kâfirler hakkında nazil olduğunu gösteriyor. İbn Abbâs, âyet-i kerimenin haklarında nazil olduğu kâfirleri sayar ve der ki: Bu âyet-i kerime el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Cehl, el-Esved, el-Asî ibn Hişâm, Şeybe, Utbe, el-Velîd ibn Utbe, Ukbe ibn Ebî Muayt, Hanzala ibn Vâil ve benzeri Kureyş ileri gelenleri hakkında nazil oldu. Bahr'de der ki: Her ne kadar bu kişiler hakkında nazil olmuşsa da elbette onların benzeri bütün kâfirler hakkında hükmü geneldir (aiûsî, age. xx,i36). Yani sebebin hususiliği hükmün umumî oluşuna engel değildir ve bu anılanlara benzeyen, onların yaptıklarını yapan her kâfir ve mü'min hakkında âyet umumidir.[11]



8. Biz insana, anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme.Bana 'dır dönüşünüz ve Ben size yapmakta olduklarınızı bildireceğim.

l. Daha önce (Enfâl Sûresinin birinci âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere bu âyet-i kerime Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olmuştur.

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin Mus'ab ibn Sa'd'den, o da babasından rivayetinde ö şöyle anlatıyor: Annem Ümmü Sa'd: "Allah, ana-babaya itaati emretmiyor mu? Madem öyle sen girmiş olduğun Muhammed'in dinini inkâr edip eski dinine dönmedikçe yemek yemiyeceğim, bir şey içmeyeceğim (tâ ki öleyim de sana anasının katili desinler.)" dedi. Yemekten içmekten imtina etti. Sonunda ağzını (zorla) sopayla açmaya (ve ağzına bir şeyler akıtmaya) başladılar da "Biz insana anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) İtaat etme." âyet-İ kerimesi nazil oldu.[12]

Yine Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan gelen başka bir rivayette Sa'd'ın anasının bu inadının üç gün sürdüğü, üçüncü günü açlıktan ve susuzluktan bayıldığı[13], başka bir rivayette de Hz. Sa'd ibn Ebî Vakkâs'in annesinin adının Cemîle olduğu, Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın, Hz. Peygamber (sa)'e gelip annesinin bu davranışından dolayı şikâyette bulunması üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu[14]; Katâde'den gelen bir rivayette de annesinin, onun hicret etmesi üzerine "O dönünceye kadar beni hiçbir ev gölgelemiyecek (eve girmeyip hep güneşin altında duracağım)." demesi üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu[15] ayrıntılarına da yer verilmiştir.

"Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Sa'd ibn Mâlik'ten rivayette o şöyle anlatıyor: "Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme." âyet-i kerimesi benim hakkımda nazil oldu. Ben, anneme iyilik yapan bir çocuktum. Ben müslüman olunca: "Ey Sa'd, bu yeni ihdas ettiğin din de nedir? Ya bu dinini terkedersin, ya da ölünceye kadar yemem, içmem de insanlar seni kınayarak: "Ey annesinin katili!" derler." dedi. Ben: "Anneciğim yapma, ben, dinimi hiçbir şey için bırakacak değilim." dedim. Yemeden bir gün geçirdi, ertesi gün sabaha çıktığında sıkıntısı başlamıştı. Bir gün ve gece daha yemeden geçirdi, sabaha çıktığında sıkıntısı şiddetlenmişti. Onun bu halini görünce ben: "Anneciğim, Allah'a yemin ederim ki, sen de iyi biliyorsun ki senin yüz tane canın olsa ve birer birer çıksa ben yine de bu dinimi hiçbir şey için terketmem. İstersen ye, istersen yeme." dedim. Benim bu kesin tavrımı görünce direnmeyi bıraktı ve yedi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime indirildi.[16]

Bu arada Sa'd ibn Ebî Vakkâs ile Sa'd ibn Mâlik'in aynı kişi olduğunu da hatırlatalım.

2. Bu âyet-i kerimenin Ayyaş ibn Ebî Rabîa hakkında nazil olduğu da söylenir. Bu âyetin inmesine sebep olan ve onun başından geçen hadise şöyle anlatılır:

Ayyaş ibn Ebî Rabîa, Hz. Ömer ile birlikte Medine-i Münevvere'ye hicret etmişti. Ayyaş'in anabir kardeşleri Ebu Cehl ibn Hişâm ve el-Hâris ibn Hişâm Medine-i Münevvere'ye gelerek Ayyâş'a inmiş, misafir olmuşlar ve ona: "Muhammed'in dininde sıla-i rahim ve ana-babaya iyilik yok mu? Sen anneni Mekke'de bırakıp geldin ve o senin ayrılığına üzüntüsünden yemeden içmeden kesildi. Seni görünceye kadar eve girmemeye yemin etti. Bilirsin seni ne kadar sevdiğini. Haydi bizimle birlikte Mekke'ye gel." dediler ve çok ısrar ettiler. Bunun üzerine Ayyaş, Hz. Ömer'le istişare etti de Ömer: "Onlar sana tuzak hazırlıyorlar, seni kandırmaya çalışıyorlar. Onlarla gitmez burada kalırsan işte malımı seninle paylaşmaya hazırım. Malımın yarısını sana vereceğim, gitme kal." dedi. Ancak Ebu Cehl ve Hâris'in ısrarlarına dayanamayıp Mekke'ye annesine gitmeye karar verdi. Bu kararını Hz. Ömer'e söylediğinde Ömer: "Madem ki beni değil onları dinliyorsun peki onlarla git ama şu devemi al, ona bin git. Bu öyle bir devedir ki dünyada onu geçebilecek bir deve daha yoktur. Sana bir tuzak kurduklarını hissedersen hemen ona bin ve ellerinden kurtul." diyerek kendi devesini Ayyâş'a verdi. Ayyaş onlarla birlikte yola çıktı. Çöle çıktıklarında Ebu Cehl, Ayyâş'a: "Devem yoruldu. Seninle birlikte senin deveye binsem de benim deve biraz dinlense." dedi. Ayyaş da devesinden inerek iki kişi binecek hale getirmeye çalışırken ikisi birden üzerine çullanıp onu bağladılar ve dövmeye başladılar. İkisi de ayrı ayrı olmak üzere yüzer sopa vurdular ve o şekilde bağlı olarak annesine getirdiler. Muhammed'in dininden dönünceye kadar da ona işkenceye devam edeceklerini söylediler. İşte bu olay üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[17] Bu Ayyaş ibn Ebî Rabîa Yermük'te şehid olmuştur. Mekke'de vefat ettiği de söylenir. O Mekke'de hapis olduğu günlerde Hz. Peygamber (sa) Mekke'de bulunan ve hicret edemiyen zayıf müslümanlar için kunut okuduğunda bu Ayyaş ibn Ebî Rabîa'nın da ismini özellikle zikrettiği rivayetlerde belirtilmiştir.[18]



10. İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah 'a iman ettik." derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah 'in azabı imiş gibi tanır. Rabbından bir yardım gelecek olursa andolsun ki "Doğrusu biz, sizinle beraberdik. " derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bilen değil midir?

1. Zayıf müslümanlardan bazıları hakında nazil olmuştur. Bunlar müşriklerin eziyetlerine dayanamıyacak durumdaki müslümanlardı ve müşriklerin baskıları üzerine onların istediklerini (yani Muhammed'in dinini terkederek atalarının dinine döndüklerini) söylüyorlar ve bunu da Hz. Peygamber (sa)'den ve müslümanlardan gizliyorlardı. İşte onlar bu davranışları ile münafık sayılmışlar ve haklarında bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[19]

2. Daha önce de geçtiği üzere (Nisa, 4/97 ve Nahl, 16/110 âyetlerinin nüzul sebebinde) İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim ve Sünen'inde Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor: Mekkelilerden bazıları müslüman olmuş ve fakat imanlarını gizlemişlerdi. Bedr günü müşrikler bunları da beraberlerinde çıkarmışlar ve müşrikler safında yer alan bu gizli müslümanlardan bazıları savaşta ölmüştü. Müslümanlar: "Onlar da bizim arkadaşlarımızdılar. Müşrikler safında savaşmaya zorlandılar; binaenaleyh onlar için istiğfarda bulunun." demişlerdi. Bunun üzerine "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:.." (Nisa, 4/97) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medine'deki müslümanlar bu âyet-i kerimeyi, Mekke'de kalıp imanlarını gizleyen kimselere yazıp gönderdiler ki onların müşrikler arasında kalarak ölmeleri halinde özürleri kabul edilmiyecektir. Bunun üzerine kalan mü'minler Mekke'den Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onların Mekke'den çıktığını duyan müşrikler onları takiple yakaladılar ve tekrar Mekke'ye götürdüler. Onlardan bazıları bu fitneye kapılıp imanlarından döndüler. Bunlar hakkında da bu âyet: "İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah'a iman ettik derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli müslümanlar bu sefer bu âyet-i kerimeyi yazıp Mekke'de kalan gizli mü'minlere gönderdiler de o imanlarını gizleyenler iyice üzülüp bütün hayırlardan umutlarını kestiler. Bunun üzerine onların hakkında "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Gafur'dur, Rahîm'dir." (Nahl, 16/110) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli müslümanlar bu âyet-i kerimeyi de yazarak Mekke'de imanlarını gizleyenlere gönderdiler ve dediler ki: "Allah sizin için bir çıkış yolu gösterdi." Bu mektup üzerine kalan mü'minler Mekke'den, Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Bu sefer de müşrikler çıkışlarını işitip peşlerine düştüler. Onlara yetiştiler, kaçıp kurtulabilenler kurtuldu, kaçamıyanlar da müşrikler tarafından öldürüldü.[20] Bu son olay üzerine bu Sûrenin 69. âyetinin nazil olduğu rivayeti de biraz sonra gelecektir.

3. Biraz önce (8. âyetin nüzul sebebi olarak) verilen ve Ayyaş ibn Abî Rabîa'nın başından geçen olay İbnu'l-Ceövzî tarafından bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak verilmiştir. Burada Ayyaş'in kendisine yapılan işkencelere dayanamıyarak Hak dinden döndüğü ilâvesi yanında Ayyâş'ın daha sonra (hapis ve işkenceden kurtulduktan sonra) hicret edip yeniden müslüman olduğu da belirtilmektedir.[21]



12. O küfretmiş olanlar inananlara derler ki: "Bizimyolumuza tabi olun da sizin günahlarınızı biz taşıyalım." Halbuki onların günahlarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Doğrusu onlar mutlaka yalancılardır.

Mücahid der ki: Bu âyet-i kerime mü'minlere: "Ne biz, ne de siz yeniden diriltilecek filân değiliz. Gelin atalarınızın dinine geri dönün. Eğer bu bir günah ise bunun günahı bize ait olsun." diyen Kureyş kâfirleri hakkında nazil olmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in İbnu'l-Hanefiyye'den rivayetlerinde ise o şöyle demiştir: Ebu Cehl ve Kureyş ileri gelenleri birisini müslüman olmak üzere Hz. Peygamber (sa)'in yanına giderken gördüler mi hemen yolunu keserler ve: "Bu adam içkiyi haram kılıyor, zinayı haram kılıyor, Arapların daha önceden yapmakta olduğu birçok şeyi haram kılıyor. Geri dönün, onun yanına gitmeyin. Eğer bunda sizin için bir vebal ve günah varsa o bizim boynumuza olsun." derlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.

Bu sözü söyleyenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra olduğu da söylenmiştir.[22]



51. Kendilerine okunan bu kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda elbette inanan bir kavim için rahmet ve öğüt vardır.

Yahya ibn Ca'de'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazı kimseler, yahudilerden duyarak bir kürek kemiğine yazmış oldukları bazı yazıları Hz. Peygamber (sa)'e getirmişlerdi. Allah'ın Rasûlü (sa) onlara baktı, yere attı ve: "Kendi peygamberlerinin kendilerine getirmiş olduğundan, başkalarına gelmiş olan peygamberlerin getirmiş olduklarına veya kitablanndan başka bir kitaba meylederek onlara rağbet etmeleri bir kavmin dalâletine (veya aptallığına demiştir) yeter alâmettir." buyurmuş ve işte bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[23]



52. De ki "Şahid olarak benimle sizin aranızda Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Bâtıla inanıp Allah'a küfredenler, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Ka'b ibnu'l-Eşref ve arkadaşlarının: "Ey Muhammed, senin Allah'ın elçisi olduğuna kim şahitlik eder?" demeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu rivayet edilmişse de Alûsî bu rivayetin pek güvenilir olmadığını kaydetmektedir.[24]



53. Senden azabı çarçabuk isterler. Eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı azâb onlara hemen gelirdi. Ama onlar farkına varmadan o, kendilerine ansızın gelecektir.

1. Bu âyet-i kerimenin, Abdullah ibn Ebî Ümeyye ve arkadaşlarının "Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin..." (İsrâ, 17/92) demesi üzerine nazil olduğu söylenir.[25]

2. Mukatil ise "Gökten üstümüze taş yağdır..." (Enfal, 8/32) diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[26]



56. Ey iman etmiş olan kullarım, şüphesiz ki Benim yerim (arzım, sizin için yaratmış olduğum yeryüzü) geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.

Müfessirlerin çoğunun Mukatil ve Kelbî'den rivayetle zikrettiklerine göre zayıflıkları sebebiyle hicret edemeyip de Mekke-i Mükerreme'de kalan zayıf, güçsüz müslümanlar hakkında nazil olmuş ve onlar da bu âyet-i kerime ile oradan hicret etmekle emrolunmuşlardır.[27]



60. Nice canlılar vardır ki rızkını kendisi taşımaz; sizin de onların da rızkını Allah verir. Ve O, Semî'dir, Alîm'dir.

1. Rivayete göre "Ey iman etmiş olan kullarım, şüphesiz ki Benim yerim (arzım, sizin için yaratmış olduğum yeryüzü) geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin." âyet-i kerimesinin inmesi üzerine Hz. Peygamber (sa)'in, Mekke-i Mükerreme'de kalan güçsüz müslümanlara, "Medine'ye gelin hicret edin zâlimlere komşuluğu bırakın." buyurarak hicret etmeleri gerektiği haberini gönderince onlar: "Bizim Medine'de ne evimiz, ne yurdumuz, ne akarımız var. Bize orada kim yedirecek, kim içirecek? Hiçbir geçim imkânımızın olmadığı Medine'ye nasıl hicret edelim?!" demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[28]

2. İbn Ebî Hâtim'in İbn Ömer'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Bir gün Rasûlullah (sa) ile Medine'den çıkmıştık. Şehir dışında Ansar'dan birinin bahçesine girdik. Hurma koparıp yemeye başladı. Bana da: "Ey İbn Ömer, neden sen de yemiyorsun?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, canım çekmiyor." dedim, "Fakat benim canım çekiyor, bu dördüncü günün sabahıdır ki herhangi bir yemek tatmadım, yemedim ve bulmadım. Dileseydim Rabbıma dua ederdim de Kisra ve Kayser gibi kıratlara verdiğinin mislini bana da elbette verirdi. Ey İbn Ömer, bir senelik rızıklarını biriktirip saklayan ve (iman) ve yakînleri zayıflamış bir kavim içinde kaldığında halin nice ofacak!" buyurdu. Vallahi daha oradan yerimizden ayrılmamıştık ki "Nice canlılar vardır ki rızkını kendisi taşımaz; sizin de onların da rızkını Allah verir. Ve O, Semî'dir, Alîm'dir." âyet-i kerimesi nazil oldu.[29] Ancak ibn Kesîr bu hadisin ğarîb olduğunu, ravileri içinde Ebu'1-Atûf el-Cezerî -ki el-Cerrâh ibn Minhâl el-Cezerî'dir.-nin zayıf olduğunu da ekler.[30]



67. Çevrelerindeki insanların zorla kapılıp götürülmelerine rağmen orayı güvenli bir harem yaptığımızı onlar görmediler mi? Yoksa bâtıla iman edip de Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

Cüveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekke müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, Bizim, senin dinine girmemizi engelleyen ancak insanların bizi öldürmek üzere yakalaması korkusudur. Araplar (ya da bedevi araplar) bizden çokturlar. (Biz, onların tamamına birden dayanabilecek durumda değiliz. Binaenaleyh ) onlara, bizim senin dinine girdiğimiz haberi ulaşır ulaşmaz bizi yakalar ve öldürürler." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Çevrelerindeki insanların zorla kapılıp götürülmelerine rağmen orayı güvenli bir harem yaptığımızı onlar görmediler mi?" âyet-i kerimesini indirdi.[31]



69. Bizitn uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz. Şüphesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir.

Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: İman ettikleri halde Mekke-i Mükerreme'de kalan bazı kimseler hakkında "Elif Lâm Mîm. Yoksa insanlar, İnandık, demeleriyle bırakılıverileceklerini ve kendilerinin denenmiyeceklerini mi zannettiler?" âyet-i kerimeleri nazil olunca bu mü'minler, Hz. Peygamber (sa)'in bulunduğu Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak müşrikler bunları yakalayıp tekrar Mekke-i Mükerreme'ye dönmeye mecbur ettiler. Bu döndürülmeleri üzerine yine onlar hakkında inen âyeti Medine'deki arkadaşları onlara yazıp gönderince bu sefer yine hicret için yola çıktılar ve peşlerinden yetişen müşriklerle savaştılar; içlerinden kimisi öldürülürken bir kısmı da kurtuldu. İşte bunun üzerine "Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[32]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberî, age,xx,86.

[2] aiûsî, age. xx,B2.

[3] Kurtubî, age. xm,2i4.

[4] Râzî, age. xxv,25.

[5] Aiûsî, age. xx,i32.

[6] Kurtubî, age.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/685.

[7] Tabeft, age. xx,83; vahidî, age. s. 240.

[8] Kurtubî, age. XIH,216.

[9] Vahidî, age. s. 240.

[10] Tabeiî, age. XX,83; Râzî, age. XXV,27.

[11] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/685-686.

[12] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertîbi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'1-tslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,18; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 29/1, hadis no: 3189.

[13] Vahidî, age. s. 241

[14] Vahidî, age. s. 240.

[15] Taberî, age. xx,85.

[16] Vahidî, age. s. 24i.

[17] aiûsî, age. xx,i39.

[18] ibnu'i-Esîr, üsdü'i-Ğâbe, iv,32i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/687-688.

[19] aiûsî, age. XX, 140.

[20] Taberî, age. V,148, XX,86; tbnu'l-Cevzî, age. 11,176-177, 1 numaralı dip not

[21] Bak: Zâdu'l-Mesîr, VI,259.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/689-690.

[22] aiûsî, age. XX,141.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/690.

[23] Dârimî, Mukaddime, 42, hadis no: 484; Taberî, age. XXI,6.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/690.

[24] Alûsî, age. XXI,7.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/691.

[25] Kurtubî, age. xra,236.

[26] İbnu'l-Cevzî, age. vi,280.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/691.

[27] Alûsî, age. xxi,9.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 691.

[28] Kurtubî, age. XIII,23 8-239; Alûsî, age. XXI, 11.

[29] Vahidî, age. s. 242; tbn Kesîr, age. vi,300.

[30] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/692.

[31] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,53-54.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/692.

[32] Suyûtî, Lübâtm'n-Nukûl, 11,51.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/693.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
30- RÛM SÛRESİ


İbn Abbâs ve İbnu'z-Zübeyr'den rivayete göre Sûre Mekkî'dir hattâ İbn Atıyye Cumhurun görüşü olarak hilâfsız bütün Sûrenin Mekke'de nazil olduğunu söylemiştir. Hasen'den rivayete göre ise "Akşama girerken ve sabaha ererken hepiniz Allah'ı teşbih edin (âyet: 17) âyet-i kerimesi dışında Sûre Mekkî'dir.

Rûm Sûresi, nüzul sırası itibariyle İnşikak Sûresinden sonra nazil olmuştur.[1]



l. Elif Lâm Mim.

2. Rumlar yenildiler.

3. Yakın bir yerde. Ama onlar, bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir.

4. Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emir Allah 'indir. O gün mü 'minler de sevineceklerdir.

5. Allah 'in yardımı ile. O, dilediğine yardım eder ve O Azız 'dir, Rahim 'dir.

Meşhur rivayetlere göre bu âyet-i kerimeler, İran kralı (Kisrâ) Şâpûr'un, Şam beldeleri ile ondan sonra gelen Cezîre ve Rum diyarının içlerine kadar olan yerleri ele geçirip Rum Kralı Hirakl'ı zor durumda bırakıp Kostantıniyye'ye (İstanbul) sığınmaya mecbur bıraktığı zaman nazil olmuştur.[2]

Müfessirler şöyle anlatıyor: Kisrâ (Fars kiralı) Rumlara karşı bir ordu gönderdi. Ordunun başına da Şehrîrân diye bir kumandanını getirdi. Şehrîrân, Rumların üzerine yürüyüp onları bozguna uğrattı, şehirlerini tahrib etti, zeytinliklerini doğradı. Daha sonra Rum Kayseri de Yuhannes adında bir kumandanının komutasında Şehrîrân üzerine bir ordu gönderdi. İki ordu Arap beldelerine Şam'ın en yakın yerleri olan Ezruât ve Busrâ'da karşılaştılar ve İranlılar, Rumları yendiler. Bu haber henüz Mekke-i Mükerreme'de bulunan Hz. Peygamber (sa) ve ashabına ulaşınca bu, onlara ağır geldi. Hz. Peygamber (sa), kendileri gibi ehl-i kitab olan ramların, ümmî ve mecusî İranlılara yenilmelerinden hoşlanmamıştı. Nitekim İranlıların galip gelmelerine sevinen Mekke müşrikleri, Hz. Peygamberin ashabına rastladıklarında: "Siz kitab ehlisiniz, hristiyanlar da ehl-i kitab. Biz ise ümmîleriz. Bizim gibi olan kardeşlerimiz nasıl sizin gibi Ve kardeşleriniz olan ramları yenilgiye uğratmışsa siz de şayet bizimle savaşacak olursanız elbette biz de sizi yeneriz." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ "Elif, Lâm, Mîm, Rumlar yenildiler, yakın bir yerde..." âyet-i kerimelerini indirdi.[3]

Niyâr ibn Mükerrem el-Eslemî'den rivayette o şöyle anlatıyor: "Elif Lâm Mîm. Rumlar yenildiler.Yakın bir yerde. Ama onlar, bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler de sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile." âyetleri nazil olduğunda İranlılar Rumlar'a galip durumdaydılar. Müslümanlar, Rumların galip gelmelerini istiyorlardı. Çünkü onlar da kendileri gibi ehl-i kitab idiler. "O gün mü'minler de sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile. O, dilediğine yardım eder ve O Azîz'dir, Rahîm'dir." kavl-i şerifi işte bunun hakkındadır. Kureyş müşrikleri ise İranlıların galip gelmelerini istiyorlardı. Çünkü onlar da kendileri gibi ehl-i kitabdan olmayıp yeniden diriltilmeye de imanları yoktu. İşte bu âyet-i kerimeler nazil olduğunda Hz. Ebu Bekr Mekke içinde çıkıp muhtelif yerlerde yüksek sesle bu âyet-i kerimeleri okudu. Kureyş müşriklerinden bazıları Ebu Bekr'e: "Ne dersin, bu hususta bizimle bahse girer misin? Arkadaşın, Rumların İranlılara birkaç sene (Bid'ı sinîn) içinde galip geleceklerini iddia ediyor." dediler. Ebu Bekr de "kabul, bahse girelim." dedi. Bu, bahis tutuşmak haram kılınmazdan önceydi. Bahse tutuştukları mallan ortaya koydular (veya yed-i emine verdiler), sonra da müşrikler, Ebu Bekr'e: "Süreyi kaç yıl koyacaksın? -Bid'ı sinîn, 3'ten dokuza kadar olan sayılar demekti.- İkisinin ortası (3'le 9'un ortası) bir sayı söyle de onu biz de kabul edelim." dediler ve aralarında altı sene süre koydular (Bu altı sene içinde Rumlar galip gelirse Ebu Bekr, değilse müşrikler bahsi kazanmış olacaklardı).

Rumlar galip gelmeden altı sene geçti ve müşrikler, Ebu Bekr'in bahiste koymuş olduğu malı aldılar. Fakat yedinci sene girdiğinde Rumlar, İranlılara galip geldiler (ki galibiyyetleri haberinin müslümanlara gelmesiyle Bedr Gazvesi zaferi aynı günde olmuştur) ve bazı müslümanlar, (âyet-i kerimede bid'ı sinîn buyrulduğu halde) bahiste süreyi altı yıl koyduğu için Ebu Bekr'i ayıpladılar. Ravi der ki: (Ayet-i kerimede müjdelendiği üzere) Rumların galip gelmesi üzerine bir çok kişi müsiüman oldular.[4]

Bu rivayete göre âyet-i kerimeler Mekke'de nazil olmuştur ve Kur'ân-ı Kerim'in istikbale matuf ğaybî haberleri cümlesindendir.

Ancak Ebu Saîd'den rivayette onun: Bedr günü olduğunda Rumlar, İranlılara galip geldiler. Bu, mü'minlerin hoşuna gitti de bunun üzerine "Elif Lâm Mîm, Rumlar galip kılındılar..." âyet-i kerimeleri nazil oldu[5] dediği de rivayet edilmişse de bu, âyetlerin nazil olduğu değil de hükmünün tecelli ettiği zamana işaret olmalıdır. Değilse Sûre tamamıyla Mekkî'dir, içinde medenî âyetler (biraz önce işaret olunduğu üzere 17. âyeti dışında) olduğu da rivayet olunmamıştır.[6]



27. O, ilkin yaratıp sonra onu iade edendir. Bu, elbette O'nun için en kolaydır, O'nundur göklerde ve yerde en yüce misaller. Ve O, Azîz'dir, Hakîm 'dir.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle demiştir: Kâfirler, Allah Tealâ'nın ölüleri dirilteceği haberine şaştılar da "O, ilkin yaratıp sonra onu iade edendir. Bu, elbette O'nun için en kolaydır." âyet-i kerimesi bunun üzerine nazil oldu.[7]



28. O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi. Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklar olmasını ister de onlarla eşit olur ve birbirinizi saydığınız (korktuğunuz) gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden (aklını kullanan) bir kavim için âyetleri böyle tafsil eder açıklarız.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Şirk ehli müşrikler telbiyelerinde "Buyur ey Allahım, buyur; senin hiçbir ortağın yok. Ancak sana ait olan, kendisine ve sahip olduklarına Senin sahip olduğun bir ortağın müstesna." diyerek telbiye yaparlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: 'Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklar olmasını ister de onlarla eşit olur ve birbirinizi saydığınız (korktuğunuz) gibi bunları da sayar mısınız?" âyet-i kerimesini indirdi.[8]



39. İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah 'in rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise böyle değildir. İşte onlar, o zekât verenler sevablarım kat kat artıranlardır.

Süddî'den rivayete göre Sakîfliler'in aldıkları faizler hakkında nazil olmuştur.

Nehaî'den bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak garip bir rivayet zikrederler. Demiş ki: Bu âyet-i kerime yakınlarına, akrabalarından ihtiyaçlı olanlara infakta bulunarak bu infakları sayesinde mallarının artmasını bekleyen, bu infakları üzerine Allah'ın mallarını artıracağını uman bazı müslümanlar hakkında nazil oldu.[9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Râzî, age. XXV,95.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/694.

[2] ibn Kesîr, Tefsîrui-Kur'âni'l-Azîm, VI.304.

[3] Taberî, age. xxi,B; vahidî, age. s. 243.

[4] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 30/4, hadis no: 3194.

[5] Tirmizî,Tefsîmi-Kur'ân, 30/2, hadis no: 3192.

[6] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/694-696.

[7] Suyûtî, uibâbu'n-Nukûi, n,55.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/696.

[8] ibn Kesîr, age. VI.319.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/696.

[9] Alûsî, age. xxi,45.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/697.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
31- LOKMAN SURESİ


Lokman Sûresi Mekke'de ve Sâffât Sûresinden sonra nazil olmuştur.

İbn Abbâs'tan rivayete göre "Eğer yeryüzündeki ağaçların hepsi kalem olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek mürekkep olsa yine de Allah'ın kelimeleri tükenmez. Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Sizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz ki Allah Semî'dir, Basîr'dir.Görmez misin ki Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar. Güneşi ve ayı buyruğu altında tutar. Her birisi belirli bir süreye kadar akıp gitmektedir. Muhakkak ki Allah yapmakta olduklarınıza Habîr'dir (âyet, 27-29) âyetleri olmak üzere üç âyetinin; Atâ'dan rivayetle ed-Dânî ve Katâde'den rivayetle Ebu Hayyân ise 27-28. âyetleri olmak üzere iki âyetinin medenî olduğunu söylemişlerdir.

"Onlar ki namaz kılarlar, zekât verirler ve onlar âhirete de yakînen iman ederler." (âyet, 4) âyet-i kerimesi olmak üzere sadece bir âyetinin medenî olduğu, Sûrenin geri kalan bütün âyetlerinin mekkî, yani Mekke'de nazil olduğu da söylemiştir.[1]

Sûrenin nüzul sebebi olarak Alûsî, Kureyşlilerin Hz. Lokman, Lokman'ın oğlu ile olan durumu ve ana-babasına iyilikleri hususunda soru sormalarını göstermiştir.[2] Bu, Sûrenin tamamının bu soru üzerine nazil olduğu izlenimini vermekle birlikte çoğu kastedilmiş olmalıdır.[3]



6. İnsanlardan bilgisizce Allah yolundan saptırmak için Hakkı boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte horlayıcı azâb onlar içindir.

a) Kelbî ve Mukatil derler ki: Bu âyet-i kerime en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur. Ticaret için İran'a gider, orada acemlerin kahramanlık hikâyelerini satın alır gelir bunları Kureyş'e anlatır ve: "Muhammed size Ad ve Semûd'un haberlerini anlatıyorsa ben de size Rüstem'in, İsfendiyar'ın ve Kisrâların haberlerini anlatıyorum." derdi. Kureyş müşrikleri de onun sözünü, anlattıklarını tatlı bularak Kur'ân dinlemeyi bırakıp onu dinlemeye geliyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[4]

İbn Cerîr'in Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetine göre bu âyet-i kerime en-Nadr ibnu'l-Hâris hajkkında nazil olmuştur ama bu âyet-i kerimenin nüzulü*ne sebep olan davranışı buna göre başkadır. Rivayete göre o, şarkıcı cariyeler satın alır; birisinin Hz. Peygamber (sa)'i dinlemeye gittiğini görürse hemen bir şarkıcı cariyesini çağırır, o kişiyi de çağırır ve cariyesinin ona çalıp söylemesini emrederek: "Bak, bu, Muhammed'in kendisine çağırdığı namazdan, oruçtan ve onunla birlikte mücadeleden daha hayırlıdır." dermiş. İşte onun bu davranışı üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[5]

Sevr ibn Fâhıte'nin babasından, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre bu âyet-i kerime gece gündüz kendisine şarkı söylesin diye bir cariye satın alan bir adam hakkında nazil olmuştur.[6] Bu kişinin İbn Hatal olduğu söylenmiştir.[7]

Mücâhid der ki: Bu âyet-i kerime şarkıcı ve çalgıcı cariyeler satın alma hakkında nazil olmuştur.[8]

b) Tirmizî'nin Ebu Ümâme'den onun da Rasûlullah (sa)'tan rivayetinde o şöyle buyurmuştur: Çalgıcı (çalıp söyleyen) cariyeleri satmayın, satın almayın, onlara çalgıcılığı öğretmeyin. Onların alıp satılması ile yapılan ticarette hayır yoktur. Onların satılmasından alınan bedel de haramdır. İşte bunun gibisi hak*kında "İnsanlardan bilgisizce Allah yolundan saptırmak için Hakkı boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır..." âyeti nazil oldu.[9]

İbn Kesîr bu hadisin ravileri arasında bulunan Ali ibn Yezîd'in, onun şey*hinin ve ondan rivayette bulunan ravinin de hep zayıf raviler olduğunu kaydet*miştir.[10]

Vâhıdî'nin kendi isnadıyla Ebu Ümâme'den rivayetinde Rasûlullah (sa) şöyle buyurmuştur: Cariyelere şarkı öğreterek şarkıcı yetiştirmek, onları satmak helâl değildir. Onları satılmasından alınan bedel de haramdır. Bu gibiler hak*kında "İnsanlardan bilgisizce Allah yolundan saptırmak için Hakkı boş sözlerle değişenler... vardır." âyeti nazil oldu. Bir kimse yüksek sesle şarkı söylediği zaman iki şeytan gelir birisi bir omuzunda, diğeri öbür omuzunda tepinmeye, oynamaya başlarlar ve o kişi susuncaya kadar böyle yapmakta devam ederler.[11]



13. Hani Lokman da oğluna demişti, ona öğüt veriyordu: Oğulcuğum, Allah 'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah 'a şirk koşmak çok büyük bir zulümdür.

Daha önce (En'âm Sûresi, 82 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: "İman edenler ve imanlarını zulümle bulaştırmayanlar var ya, işte onlarındır emniyet..." (En'âm, 6/82) âyeti nazil olunca sahabe:" Hangimiz imanını zulümle karıştırmaz ki!?" diye sızlandılar da bu âyet: "Oğulcuğum, Al*lah'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah'a şirk koşmak çok büyük bir zulümdür." âyet-i kerimesi nâzîl oldu.[12] Ve buradaki zulmün herhangi bir zulüm, bir haksızlık olmayıp bu zulümle Allah'a şirk koşmanın kastedildiği beyan edildi de sahabe rahatladı.[13]



14. Biz insana ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üztüne zorlukla taşımıştı. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana ve ana-babana şükret. Dönüş ancak Bana 'dır.

15. Eğer o ikisi (anan-baban) seni, hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme ve onlarla dünyada ma'rûf üzere birlikte ol. Bana dönenlerin yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yine Bana 'dır ve ozaman Ben, size, yaptıklarınızı bildireceğim.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde meşhur olan, Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında ve annesi Hamne bint Ebî Süfyân ibn Ümeyye onu dininden döndürmeye çalıştığı zaman nazil olduğudur. Şöyle ki:

Ebu Davud ibn Ebî Hind'in Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: "Eğer seni, hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme ve onlarla dünyada ma'rûf üzere birlikte ol..." âyet-i kerimesi benim hakkımda indi. Ben, anneme karşı iyi davranan birisiydim. Müslüman olunca annem bana: "Ey Sa'd, bu sonradan ihdas ettiğin din de nedir? Ya bu dini bırakacaksın ya da ölünceye kadar yemiyeceğim, içmeyeceğim de insanlar "Annesinin ölümüne sebep oldu." diye seni ayıplıyacaklar." dedi. Ben: "Ey anneciğim, yapma; çünkü ben asla dinimi bırakacak değilim." dedimse de yemeden içmeden bir gün ve gece geçirdi. Sabaha çıktığında açlıktan iyice bunalmıştı. Ben: "Allah'a yemin olsun; bin tane canın olsa, hepsi de birer birer çıksa ben yine bu dinimi hiçbir şey için bırakacak değilim." dedim. Benim bu kesin tavrımı görünce yedi, içti ve işte Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[14]

Daha önce (Mâide, 5/91 ve Enfâl, 8/1 âyetlerinin nüzul sebebinde) de geçtiği üzere Müslim'in, Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkas'm oğlu Mus'ab'dan rivayetinde o şöyle demiştir: Onun (Sa'd ibn Ebî Vakkas) hakkında Kur'ân'dan âyetler nazil oldu.

Bir keresinde Sa'd'ın annesi "O dininden dönünceye kadar onunla konuşmamaya, yememeye, içmemeye yemin etmiş ve: "Sen, Allah'ın sana ana-babanı tavsiye ettiğini iddia ediyorsun. İşte ben annenim ve sana bunu (girmiş olduğun Muhammed'in dinine küfretmeni, ondan dönmeni) emrediyorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve nihayet açlık ve susuzluktan bayılmış. Umara adındaki oğlu kalkmış ve annesine su içirmiş. Ayılınca Sa'd'a beddua etmeye başlamış da bunun üzerine Allah Tealâ: "Biz, insana ana-babasına güzel davranmasını tavsiye ettik. Eğer seni Allah'a ortak koşmaya zorlarlarsa..." âyet-i kerimesini indirmiş.

Sa'd der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) (Bedr günü) büyük bir ganimet elde etmişti. Ganimetlerin içinde bir kılıç gördüm, aldım ve Allah'ın Rasûlü (sa)'ne götürüp:" Bu kılıcı bana ver. Benim savaştaki halimi ve buna liyakatimi biliyorsun" dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanından ayrıldım ve ganimetlerin toplandığı yere gittim. Kılıcı ganimetlerin içine atacakken nefsim beni kınadı ve atmamı söyledi de geri döndüm ve Rasûlullah (sa)'ın yanına gelerek tekrar "Bu kılıcı bana ver." dedim. Sesini biraz daha yükselterek: "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular da akabinde Allah Tealâ: "Sana ganimetleri sorarlar..." (Enfâl, 1) âyet-i kerimesini indirdi.

Bir keresinde hastalanmıştım, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne haber gönderdim, yanıma geldi, "Bırak malımı dilediğim gibi bölüştüreyim." dedim. Kabul etmedi. "Yarısını dilediğim gibi bölüştüreyim." dedim, onu da kabul etmedi. "Hiç olmazsa üçte birini istediğim gibi taksim edeyim." dedi, sustu. Daha sonra üçte bir caiz oldu.

Bir gün ansar ve muhacirlerden bir grup gördüm. Bana: "Gel sana yedirelim, içirelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan önceydi. Bir bahçede idiler. Yanlarına gelip oturdum. Kızarmış bir deve başı ve bir tulum içki vardı. Onlarla birlikte yedik, içtik. O mecliste muhacirler ve ansar anıldılar. Ben: Muhacirler ansardan daha hayırlıdır." dedim. Adamın birisi kalktı etini yediğimiz deve başının iki çene kemiğinden birini alarak bana vurdu ve burnumu yardı. Rasûlullah (sa)'a geldim ve olanları haber verdim de Allah Tealâ benim hakkımda ve içki konusunda "Hiç şüphesiz içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." (Mâide, 5/90) âyet-i kerimesini indirdi.

Hadisin başka bir rivayetinde Sa'd'ın: "Benim hakkımda dört âyet nazil oldu." dediği ilâvesiyle onunla konuşmamaya, yeme ve içmemeye yemin eden annesi ile ilgili kısımda şu fazlalık vardır: "Ümmü Sa'd'a bir şey yedirmek ve içirmek istediklerinde ağzını bir sopa ile zorla açık tutup yiyecek ve içeceği ağzına döküyorlarmiş."[15]

Bu âyet-i kerimenin "Bana dönenlerin yoluna tabi ol." kısmının nüzul sebebine gelince;

Bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur. İbn Abbâs'tan ri*vayetle Atâ der ki: Ebu Bekr müslüman olduğunda Abdurrahman ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkâs, Saîd ibn Zeyd, Osman, Talha ve Zübeyr kendisine gelerek:

"Muhammed'e iman edip onu tasdik mi ettin?" diye sormuşlar. O da: "Evet." deyince Rasûlullah (sa)'a gelerek onlar da iman edip O'nu tasdik etmişler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ Sa'd ve arkadaşlarına: "Bana dönenlerin yoluna tabi.ol." diye bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[16]



20. Görmez misiniz ki Allah göklerde olanları da yerde olanları da sizin buyruğunuza vermiştir. Gizli ve açık olarak nimetlerini size bolca vermiştir, insanlar arasında hiçbir bilgisi olmadan, hiçbir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında mücadele edenler vardır.

Mücâhid der ki: Bir yahudi Hz. Peygamber (sa)e geldi ve: "Ey Muhammed, bana Rabbından haber ver, nedendir o?" dedi de bir yıldırım düştü ve onu yakıp öldürdü. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu nüzul sebebi daha önce Ra'd Sûresinde de geçmişti.

İbn Abbâs'tan rivayete göre ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında inen âyetlerdendir.[17]



27. Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa, deniz ve arkasından yedi deniz daha ona yardım ederek mürekkeb olsa yine Allah 'in kelimeleri tükenmez. Hiç şüphesiz Allah Azizdir, Hakîm'dir.

İbn İshak, İbn Abbâs'tan rivayet ediyor ki o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye geldiğinde yahudi hahamları : "Ey Muhammed, "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." sözünle bizi mi yoksa kavmini mi kastediyorsun?" diye sordular. "Hepinizi kastediyorum." buyurdu*lar. "Sana gelenler içinde okuyorsun ki bize, içinde herşeyin açıklaması olan Tevrat verildi." dediler, Efendimiz (sa): "O, Allah'ın ilmine göre pek az bir şeydir. Yerine getirdiğiniz takdirde sizde olan size yetecek kadardır." buyurdu da onların bu konuşmaları üzerine Allah Tealâ: "Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa, deniz ve arkasında yedi deniz daha ona yardım ederek mürekkeb olsa yine Allah'ın kelimeleri tükenmez. Hiç şüphesiz Allah Azîz'dir, Ha*kîm'dir." âyetini indirdi.[18]

Vâhıdî'nin, bir ravi zinciri vermeksizin müfessirlerin kavli olarak bu hadiseyi anlatımında ayrıntılarda bazı farklar olduğu için o bilgiyi de buraya dercedelim: Yahudiler, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne ruhu sorduklarında Allah Tealâ: "Sana ruhu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir." âyet-i kerimesini indirmişti.

Allah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret edince Yahudi haham*ları Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, bize ulaştığına göre sen: "Size ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir." diyormuşsun. Bununla kendi kavmini mi kastediyorsun?" diye sordular. Allah'ın rasûlü (sa): "Hayır, aksine herkesi ve sizi de kastettim." buyurdu. Onlar: "Sana gelenler içinde bize Tev*rat'ın verildiğini ve Tevrat'ta herşeyin ilminin bulunduğunu okumuyor musun?" dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bu, Allah'ın ilmine göre pek az bir şeydir. Ama Allah size öyle bir ilim vermiştir ki onunla amel etseniz elbette ondan istifade ederdiniz." buyurdular.

Onlar: "Ey Muhammed, sen "Kime de hikmet verilmişse hiç şüphesiz ona çok hayır verilmiştir." diyorsun. Bu ikisi nasıl bir araya gelir: çok az ilim, pek çok hayır?" diye inatlarını sürdürdüler de bunun üzerine Allah Tealâ? v Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa..." âyet-i kerimesini indirdi.[19]

Bu rivayetlere göre âyet-i kerimenin medenî olması, yani Medine-i Münevvere'de inmiş olması gerekir. Ancak âyet-i kerimenin Mekke'de nazil oldu*ğu iddiaları vardır. Şimdi bununla ilgili rivayetleri verelim:

İkrime'den gelen bir rivayette de yahudilerin, kendilerine Tevrat verilmek*le çok ilim verildiği iddiaları, İsrâ Sûresinin 85. âyetinin nüzulü ile ilişkilendirilmektedir. Bilindiği üzere yahudiler, veya onların akıl vermesiyle Mekke müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e ruhu sormuşlar; bu soru üzerine inen İsrâ 85 âyetinin sonunda "Size ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir." buyrulmuştu. İşte bunun üzerine bazı rivayetlerde[20] "De ki: Rabbımın kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da imdad olmak üzere ona ilâve etsek daha Rabbının ke*limeleri bitmeden denizler biter tükenirdi." (Kehf, 18/109 âyeti; bazı rivayet*lerde de bunun yerine bu "Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisinden sonra yardım ederek mürekkep olsa yine Allah'ın kelimeleri tükenmez..." âyet-i kerimesinin nazil olduğu[21] kaydedilmiştir

Ebu'ş-Şeyh'in Kitabu'l-Azame'de ve İbn Cerîr'in Katâde'den rivayetlerine göre Mekke müşrikleri: "Bu söz (Muhammed'in getirdikleri) yakında sona erer, tükenir." dediler de bunun üzerine "Eğer yeryüzündeki herbir ağaç kalemler olsa, deniz ve arkasından yedi deniz daha ona yardım ederek mürekkeb olsa yine Allah'ın kelimeleri tükenmez..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[22]



28. Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de bir tek kişininki gibidir.Şiiphesiz ki Allah Semî'dir, Basîr'dir.

Bu âyet-i kerime Übeyy ibn Halef, Ebu'l-Esedeyn (veya Ebu'l-Esved) ile Haccâc'ın oğulları Münebbih ve Nebîh hakkında nazil olmuştur. Bunlar Hz. Peygamber (sa)'e: Allah bizi tavırdan tavıra geçirerek yarattı; Nutfe, sonra aleka, sonra mudğa, sonra kemikler olarak. Sonra da sen: "Allah bizi bir anda yeni bir yaratışla toptan bir anda diriltecek." diyorsun, bu nasıl olacak?!" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[23]



34. Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah katındadır. Yağmuru O indirir, rahimlerde olanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiçbir nefis nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir.

Badiye (çöl) halkından olan el-Hâris ibn Amr ibn Harise hakkında nazil olmuştur. Bir gün Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve O'na kıyameti ve ne zaman kopacağını sorup şöyle devam etmişti: "Topraklarımız kurudu, kuraklaştı, ne zaman yağmur yağacak; hanımımı hamile olarak bırakıp gelmiştim, o ne doğu*racak; Nerede doğduğumu biliyorum, peki acaba nerede öleceğim?" İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[24] Mukâtil'den ri*vayetle hadiseyi zikreden Kurtubî bu bedevînin adını el-Vâris ibn Amr ibn Ha*rise olarak vermiştir.[25]

Yine Vâhıdî'nin kendi isnadıyla İyâs ibn Seleme'den rivayetinde o şöyle anlatıyor. Babam, Hz. Peygamber (sa) ile beraberken hamile bir kısrağı yederek bir adam geldi, beraberinde de bir tay daha vardı. Onları satmak üzere getirmişti. Hz. Peygamber (sa)'e: "Sen kimsin?" diye sordu. O: "Ben Allah'ın peygamberiyim." buyurdu. O: "Allah'ın peygamberi de ne demek?" diye sordu. Efendimiz: "Yani Allah'ın elçisi." buyurdu. O: "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem: "O gaybdır ve gaybı ancak Allah Tealâ bilir." buyurdular. O: "Peki ne zaman yağmur yağacak?" diye sordu. Efendimiz: "Gaybdır, gaybı da ancak Allah bilir." buyurdular. Adam bu sefer: "Şu kısrağımın karnındaki nedir?" Efendimiz yine: "Gaybdır ve gaybı da ancak Allah bilir." buyurdular. Adam: "Bana kılıcını göster." dedi. Hz. Peygamber de kılıcını o adama verdi. Adam kılıcı şöyle bir kınından çıkarıp salladı, sonra da Hz. Peygamber (sa)'e geri verdi. Hz. Peygamber (sa): "Amma, sen elbette istediğini yapmaya güç yetiremezsin." buyurdular. Meğer onu bir adam: "Ona bu sorulan sor, sonra da boynunu vur." diyerek göndermiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[26]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, XXV,139; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, XIV,35; Alûsî, Rûhu'l-Maânî, XXI,64.

[2] aiûsî, age. xxi,65.

[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/698.

[4] Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûi, s. 244.

[5] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, n,56.

[6] Vahidî, Esbâbun-Nüzûi, s. 244.

[7] aiûsî, age. xxı,67.

[8] Vahidî, age. s. 244.

[9] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Lokman, 31/1, hadis no: 3195.

[10] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI,334.

[11] Vahidî, age. s. 244.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/698-699.

[12] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,18.

[13] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699-700.

[14] Ibnu'i-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, n,368.

[15] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 43-44.

[16] Vahidî, age. s. 245.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/700-702.

[17] Kurtubî, age. xrv,50.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/702.

[18] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,308.

[19] Vahidî, age s. 245.

[20] Meselâ bak: Tirmizî, Tefsîru'i-Kur'ân, 17/10, hadis no: 3140.

[21] Taberî, Câmiu'i-Beyân, xv,i04.

[22] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 11,58; Râzî, age. XXV, 157.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/702-703.

[23] Kunubî, age. xiv,52-53; aiûsî. age. XXI, 101.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/704.

[24] Vahidî, age. s. 245.

[25] Kurtubî, age. xrv,55-56.

[26] Vahidî, age. s. 245-246.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/704.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
32- SECDE SÛRESİ


Secde Sûresi Mekke'de ve Mü'minûn Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Ancak bunda da Medenî âyetler olduğunu söyleyenler de vardır. Meselâ İbn Abbâs'tan Kelbî ve Mücâhid'den "Mü'min olan kimse, fâsık kimse gibi midir? Bunlar eşit olmazlar. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince: onlar için, yapmış olduklara yapmakta olduklarına karşılık konmak üzere Me'vâ cen*netleri vardır. Fâsıklık yapanlara gelince; onların sığınağı, varacağı yer de ateş*tir. Oradan çıkmak istedikleri her seferinde geri çevrilirler ve onlara: "Yalanla*yıp durduğunuz ateşin azabını tadın." denir." (âyet: 18-20) âyetleri olmak üzere 3 âyetinin,

Mukâtil de bunlara ilâve olarak "Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Korku ve umut ile Rabiarma yalvarırlar. Verdiğimiz rızıklardan da infak eder*ler. Yaptıklarına karşılık olarak onlara gözlerin aydın olacağı, nelerin gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez." (âyet: 16-17) âyetlerinin de medenî olduğunu söy*lemişlerdir.[1]



10. Dediler ki: "Toprağa karışıp yok olduktan sonra mı, biz yeniden yaratı*lacağız? " Evet. onlar Rabiarma kavuşmayı inkâr edenlerdir.

Bu âyet-i kerimenin "Toprağa karışıp yok olduktan sonra mı, biz yeniden yaratılacağız9" diyen Übeyy ibn Halef hakkında nazil olduğu söylenir.[2]



11. De ki: "Sizin canınızı almakla görevli ölüm meleği canınızı alacak, son*ra da Rabbınıza döndürüleceksiniz. "

Daha önce (Alu İmrân, 3/185 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere bu âyet-i kerime nazil olunca "Ey Allah'ın elçisi, Adem oğlunun ölümü ile ilgili bu âyet geldi. Peki cinlerin, kuşların hayvanların ölümünün zikri nerede? Onlar nasıl ölürler?" dediler de "Her nefis (canlı) ölümü tadıcıdır ve kıyamet günü ecirleriniz size tastamam verilecektir..." (Alu İmrân, 3/185) âyet-i kerimesi nazil oldu.[3]



15. Ayetlerimize ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamıyarak Rablerini hamd ile teşbih edenler iman ederler.

Bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber (sa)'e, namaz için kamet getirildiğinde bazı münafıkların Mescid-i Nebevi'den çıkmaları üzerine nazil olduğu söylenir.[4]



16. Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Korku ve umutla Rablerine yakanrlar. Verdiğimiz mıhlardan da infak ederler.

Enes ibn Mâlik'ten rivayete göre "Onların yanlan yataklarından uzaklaşır. Korku ve umutla Rablerine yakanrlar..." âyet-i kerimesi "Ateme" denilen na*mazı bekleme hakkında nazil olmuştur.[5]

Mâlik ibn Dînâr der ki: Enes ibn Mâlik'e bu âyet kimler hakkında nazil ol*du?" diye sordum, şöyle dedi: "Rasûlullah (sa)'ın ashabından bazı kimseler (ve*ya ilk muhacirlerden Hz. Peygamber'in ashabı) akşamdan son yatsıya kadar (tatavvu') namazı kılarlardı. Allah Tealâ işte onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[6]

Vâhıdî'nin Ebu İshak el-Mukrî kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde o şöyle demiştir: "Onların yanlan yataklarından uzaklaşır...." âyet-i kerimesi biz Ansar topluluğu hakkında nazil oldu. Biz, akşam namazını kıldıktan sonra evle*rimize dönmez, yatsıyı da Hz. Peygamber (sa)'le birlikte kılardık.[7]

Yine Enes ibn Mâlik'ten gelen bir rivayette o, bu âyet-i kerimenin Ateme namazını kılmak üzere bekliyenler hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[8]

el-Hasen ve Mücâhid de "Geceleri namaz kılarak ihya edenler hakkında nazil oldu." demişlerdir. Onların bu sözlerini Muâz ibn Cebel'den rivayet edilen şu hadis-i şerif de desteklemektedir. Bu hadiste Muâz ibn Cebel şöyle anlatıyor. Tebük Gazvesinde idik. Hava çok sıcaktı ve bir mola yerinde herkes sıcaktan bunalmış halde etrafa yayılmışlardı. Bir anda gördüm ki bana en yakın olan kimse Allah'ın Rasûlü (sa). Hemen fırsatı ganimet bilerek: "Ey Allah'ın elçisi, beni cennete koyacak, ateşten uzaklaştıracak ameli haber versen." dedim. Al*lah'ın Rasûlü (sa): "Büyük bir şey sordun. Ama bu, Allah'ın kolaylaştırdığı kimseye son derece kolaydır: Allah'a kulluk eder, ona hiçbir şeyi ortak koşmaz*sın, farz namazları kılarsın, farz olan zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın. Dilersen sana hayır kapılarını da haber vereyim." buyurdu. Benim: "Evet ey Allah'ın elçisi." dememle: "Oruç kalkandır, oruç kalkandır, sadaka günaha keffârettir ve kişinin gecenin ortasında yalnız Allah'ın rızasını dileyerek kalkıp namazla ihya etmesidir." buyurup sonra da ""Onların yanları yataklarından u-zaklaşır...." âyet-i kerimesini tilâvet buyurdular.[9]



18. Mü'min olan kimse fâşık kimse gibi midir? Bunlar hiç eşit olmazlar.

Hz. Ali ibn Ebî Tâlib ile el-Velîd ibn Ukbe hakkında nazil olmuştur.

Vahidî'nin Ebu Bekr Ahmed ibn Muhammed el-Isfehânî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Bir gün el-Velîd ibn Ukbe ibn Ebî Muayt, Hz. Ali ibn Ebî Tâlib'e: "Benim mızrağım seninkinden daha keskin, benim dilim seninkinden daha geniş ve ben orduyu senden daha çok dolduru*rum." demiş, Hz. Ali de: "Sus, sen bir fâsıksın." demişti. İşte bunun üzerine "Mü'min olan kimse fâsık kimse gibi midir? Bunlar hiç eşit olmazlar." âyet-i kerimesi nazil oldu.[10]

Atâ ibn Yesâr'dan gelen bir rivayette de âyet-i kerimenin Medine-i Mü*nevvere'de bu olay üzerine nazil olduğu ayrıntısına yer verilmiştir.[11]

Keşşaf’tan naklen Alûsî'nin tefsirinde bu olay biraz daha ayrıntılı olarak yer almaktadır. Şöyle ki: Bedr Gazvesi günü Hz. Ali ile el-Velîd ibn Ukbe ara*sında bir tartışma çıktı da el-Velîd: "Sus, sen henüz bir çocuksun. Ben senden daha genç, senden daha güçlü, dili senden daha geniş, mızrağı senden daha kes*kin, kalbi senden daha cesur ve orduda boşlukları senden daha iyi dolduran biri*siyim, dedi. Hz. Ali de: "Sus, sen bir fâsıksın." diye cevap verdi de bunun üze*rine bu âyet-İ kerime nazil oldu.[12]

Buna göre âyet-i kerimenin Medenî olması gerekir ki Sûrenin başında buna işaret edilmişti. Anck el-Velîd ile Hz. Ali arasında Bedr'de böyle bir münakaşa*nın meydana geldiği hususunda bir takım tereddütler de dile getirilmiştir. Mese*lâ Celâleddin es-Suyûtî, Şeyh Veliyyu'd-Dîn'den naklen el-Velîd'in Bedr'de henüz küçük bir çocuk olduğunu söyler. Alûsî de belki henüz doğmamış oldu*ğunu nakleder. Ebu Davud'un Sünen'inde el-Velîd ibn Ukbe ibn Ebî Muayt'tan gelen bir rivayette Mekke'nin fethi günü Mekkelilerin Hz. Peygamber (sa)'e çocuklarını (onlara dua etmesi için) getirdikleri, Efendimiz'in de çocukların başlarını sıvazhyarak onlara dua ettiğini, kendisinin de o gün getirilen çocuklar arasında olduğunu ve başına koku sürülmüş olduğu için Hz. Peygamber (sa)'in onun başını sıvazlamadığını anlatılır.[13] Velîd, eğer Mekke'nin fethinde bin çocuk ise Bedr'e katılması ve Hz. Ali ile böyle bir tar*tışmaya girmesi uzaktır. Ancak Ebu Davud'daki bu rivayetin Ravilerinden olan Ebu Musa el-Hemedânî meçhul olmakla rivayet hakkında konuşulmuştur. Ayrıca Velîd'in Bedr'de yetişkin bir genç olması neticesini çıkarabiileceğimiz başka rivayetler de vardır. Bu cümleden olarak ez-Zübeyr ve başka Siyer âlimlerinin zikrettiklerine göre Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm. Hz. Peygamber (sa) ile Mekke müşrikleri arasında Hudeybiye'de varılan antlaşma ile sağlanan barış döneminde Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere çıktığında kardeş*leri Velîd ve İmâra onu geri çevirmek üzere peşine düşmüşlerdi ki Velîd'in, kızkardeşini geri çevirmek üzere peşine düşmesi için yetişkin veya genç olması gerekir. Ekse rivayetler bu yönde olduğuna göre Alfisînin de belirttiği gibi Hz. Ali ile el-Velîd ibn Ukbe arasında Bedr'de veya daha sonra başka bir yerde böy*le bir tartışmanın çıkmış olması uzak değildir ve buna göre âyet i kerime Medi*ne-i MÜnevvere'de nazil olmuştur.[14] Bu Ukbe'nin daha sonra Mustahk oğullan'nın zekâlım toplamak üzere Hz. Pey*gamber tarafından görevlendirilmesi, bu görev sırasında meydana gelen olaylar ve Kur'ân'da kendisinde "Fâsık" olarak bahsedilmesi de Hz. Ali'nin ona ''sus sen bir fâsıksın." demesinin haklılığını akla getirmektedir. Ki bununla ilgili ri*vayetler inşaallah ilerde Hucurât Sûresinin 6. âyetinin nüzul sebebinde gelecek*tir.[15]



28. Ve derler ki: "Eğer doğru söylüyorsanız bu fetih ne zamandır? "

29. De ki: "Fetih günü o kâfirlere imanları fayda vermiyecek ve onlara bakılmıyacak.

30. Bırak onları ve bekle: Zaten onlar da beklemektedirler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den rivayetlerine göre sahabe-i ki*ram, müşriklere: "Nasıl olsa bir gün gelecek, ki o gün yakındır, biz rahata erip sizden intikamımızı alacağız." demişler, müşrikler de onlarla alay ederek: "Ne zaman bu fetih?!" demişler ve bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil olmuş.[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî. agc. XIV,57; Alûsî, agc. XXI. 115.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/705.

[2] Alûsî, agc.XXI. i 24.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/705.

[3] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 1,517.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/705.

[4] Taberî, age. XXI,63.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 706.

[5] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Secde, 32/1, hadis no: 3196.

[6] Vahidî, age. s. 247; Alûsî, age. XXI,131.

[7] Vahidî, age. s. 247.

[8] Taberî. age. XXI,63-64.

[9] Vahidî, age. s. 247-248.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/706-707.

[10] Vahidî, age. s. 248.

[11] Taben, age. XXI,68.

[12] Zemahşerî, el-Keşşâf, 111,245-246; Alûsî, age. XXI,135-136.

[13] Ebu Davud, Tereccûı, 8, hadis no: 4181.

[14] Geniş bilgi için bak: Alûsi. Rûhıı'l-Maânî. XXI. 136.

[15] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/707-708.

[16] Alûsî, age. XXI, 140.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/708.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
33- el-AHZAB SURESİ


Ahzâb Sûresi Medine-i Münevvere'de Alu İmrân Sûresinden sonra nazil olmuştur. Râzî bu konuda ıcmâ olduğunu zikreder.[1] İbnu'l-Esîr'in Tarihi el-Kâmil'de zikrettiğine göre Hicretin beşinci sene*si nazil olmuştur. Uz. Peygamber (sa)'in Zeyneb ile evliliği de (Bu evlilikle ilgi*li âyet-i kerimeler de bu Sûrededir ve inşaallah yerinde gelecektir) bu sene vukubulmuştur.[2]



l. Ey O Peygamber, Allah'tan takva üzere ol ve kâfirlere, münafıklara uyma. Hiç şüphesiz Allah Alîm Hakim olandır.

a) Ebu Süfyân, İkrime ibn Ebî Cehl ve Ebu'l-A'ver Amr ibn Süfyân es-Sülemî hakkında nazil olmuştur. Bunlar Uhud Gazvesinden sonra Medine-i Münevvere'ye gelerek Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl'a inmiş misafir olmuşlar*dı. Hz. Peygamber de onunla konuşmaları ve onda misafir olmaları üzerine on*lara eman vermişti. Onlarla beraber Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Şerh ve Tu'me ibn Übeyrık da geldiler. Hz. Ömer'in de bulunduğu mecliste Hz. Peygamber (sa)'e: "Tanrılarımız Lât, Menât ve Uzzâ hakkında kötü söz söylemeyi bırak, onlara tapınanlara menfaatlerinin ve şefaatlerinin olacağını söyle; biz de seni ve Rabbını kendi halinize bırakalım." dediler. Hz. Ömer: "Ey Allah'ın elçisi, izin ver şunları öldüreyim." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Hayır ey Ömer, ben onlara eman verdim." buyurdular. Ömer: "Allah'ın laneti ve gazabıyla çıkın." dedi. Hz. Peygamber (sa) de onların Medine'den çıkarılmalarını emretti ve Allah Tealâ bu hadise üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[3] Zemahşerî'nin zikrettiği bir haberde de bunların Medine-i Münevvere'ye ınüslümanlarla Mekke müşrikleri arasında yapılan barış döneminde, yani Hudeybiye'den sonra geldikleri, onlara münafıklardan Cedd ibn Kays'ın da ka*tıldığı belirtilmektedir.[4]

b) Cüveybir'in Dahhâk'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre içle*rinde el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Şeybe ibn Rabîa'nın da bulunduğu bir grup mekkeli Hz. Peygamber (sa)'e: "Bu davandan vazgeçersen sana mallarımızın yarısını veririz." demişler; Şeybe ibn Rabîa da kzını Hz. Peygamber (sa)'le ev*lendirme va'dinde bulunmuştu. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre de Medine-i Münevvere'de Yahudiler ve münafıklar Hz. Peygamber (sa)'i davasından dönmezse öldürmek*le korkutmuşlar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[5]

c) Hz. Peygamber (sa, Medine-i Münevvere'ye hicretten sonra Yahudilerin; Kurayza, Nadîr ve Kaynukâ' oğulları yahudilerinin müslüman olmalarını arzu*lardı. Nitekim onlardan bazıları da sırf münafıklık yapmak için Hz. Peygamber (sa)'e tabi olmuş görünmüşlerdi. Hz. Peygamber (sa) onları İslâm'a ısındırmak için yumuşak davranır, küçüklerine, büyüklerine ikramda bulunur, yaptıkları küçük hataları görmezden gelir, onların konuşmalarına kulak verir, onları din*lerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.[6]

d) Sakîflilerden bir grup hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Bunlar Hz. Peygamber (sa)'e gelerek: "Ey Muhammed, bir sene Lât ve Uzzâ'ya tapınma*mıza müsaade et ki Kureyşliler bizim senin yanındaki derecemizi anlasınlar." diyerek kendilerine putperest olarak bir yıl daha kalmaları için izin istemişlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.[7]

Aslında bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi ister Kureyş'ten, ister Sakîf'ten müşrikler olsun netice birdir; Allah dışında tapındıklarına tapınmaya devam için müsamaha ve izin istemekte; bunu pazarlık konusu yapmaktadırlar ki tevhidin her türlü pazarlığın ve her mülâhazanın üstünde olduğu ve böyle bir taleple ge*lecek herkes hakkında âyetin hükmünün umumu olduğu da açıktır.[8]



4. Allah bir kişi içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerine (bana annemin sırtı gibisin diyerek) zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz kılmadı. Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar, sizin dilinize doladığınız sizin sözlerinizdir. Allah ise Hakkı söyler ve O, dosdoğru Hak yola iletir.

a) Kabûs ibn Ebî Zabyân'ın babasından rivayetinde o şöyle demiş: İbn Abbâs'a: "Allah, bir kişi içinde iki kalb yaratmadı." âyet-i kerimesi ile ne kastediliyor?"diye sorduk. "Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün namaz kıldırmaya kalktı, o esnada aklına başka bir şey geldi de onunla birlikte namaza kalkan münafıklar:" Görmüyor musunuz; Muhammed'in iki kalbi var; birisi sizinle, diğeri de onlarla birlikte." dediler de Allah Tealâ: "Allah, bir kişi içinde iki kalb yaratmadı." âyet-i kerimesini İndirdi.[9]

b) Cemîl ibn Ma'mer el-Fihrî hakkında nazil olmuştur. Hafızası çok kuvvet*li, akıllı bir adam olan Cemîl hakkında Kureyş: "Bu kadar şeyi ancak iki kalbi olan birisi ezberleyebilir." derlerdi. Bizzat kendisi de: "Benim iki kalbim var ve her bireriyle Muhammed'in akletmesinden daha iyi aklederim." dermiş. Bedr günü müşrikler bozguna uğradığında bozguna uğrayanlar arasında bu Cemîl ibn Ma'mer de varmış; ayakkabılarının biri ayağında, biri elinde kaçıyormuş. Onu bu halde gören Ebu Süfyân: "Ey Ebu Ma'mer, bu insanların hali nicedir?" diye sormuş, o da: "Bozguna uğradılar." demiş. Ebu Süfyân: "Senin bu halin ne peki; ayakkabılarından biri ayağında biri elinde." diye sormuş da CemîJ: "İkisini de ayağımda hissediyordum." demiş ve insanlar da o gün anlamışlar ki iki kalbi olsa ayakkabısını elinde unutmaz, onu da diğeri gibi ayağına giyerdi.[10]

İbn Ebî Hatim'in Süddî'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu Cemîl ibn Ma'mer ibn Habîb, Fihr oğullarından değil Cümah oğullarından (el-Cümahî) olarak geçmektedir.[11]

c) Katâde ise Hasen'in şöyle dediğini naklediyor: Bir adam varmış, "Benim iki nefsim var; birisi emrediyor, diğeri nehyediyor." demiş de âyet-i kerime bu*nun üzerine nazil olmuş.[12] Burada benim iki nefsim var..." diyen kişinin adı anılmamakla birlikte Cemil ibn Ma'mer'in söylediğini andırmakta*dır,

Taberî, bu iki rivayetten ikincisini yani Cemîl ibn Ma'mer hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti daha sahih görerek tercihe şayan kabul etmiştir.[13]

d) Bu âyet-i Kerimenin Abdullah ibn Hatal hakkında nazil olduğu da söy*lenmiştir.[14]

Bu âyet-i kerimenin "Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır." kısmı Zeyd ibn Harise hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: O, Hz. Peygam*ber (sa)'in yanında idi; onu azat etmiş ve kendisine henüz vahy gelmediği dö*nemde onu oğulluk edinmişti. Hz. Peygamber daha sonra, önceden Zeyd'in eşi iken onun boşamasından sonra Zeyneb ile evlenince yahudiler ve münafıklar: "Muhammed, oğlunun karısı ile evlendi. Halbuk insanlara bunu yasaklıyor." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[15]



5. Onları bahalarına nisbet ederek çağırın. Allah katında en doğru olanı budur. Eğer babalarım bilmezseniz onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Kalbinizden kastederek yaptıklarınız dışında hatalarınızda size bir vebal yoktur. Allah Ğafûr, Rahîm olandır.

Vâhıdî'nin Saîd ibn Muhammed ibn Ahmed ibn Nuaym kanalıyla Salim ibn Abdullah'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Biz, "Onları babalarına nisbet ederek çağırın..." âyet-i kerhnesi ininceye kadar Zeyd ibn Hârise'yi ancak Zeyd ibn Muhammed olarak çağırırdık.[16]



6. O Peygamber, mü 'minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır. O 'nun eşleri ise onların anneleridir. Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine diğer mü'minler den ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar var ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesnadır. Bu, kitabda yazılıdır.

a) Rivayete göre Hz. Peygamber (sa), Tebük gazvesi'ne çıkmak istediğinde müslümanlara, bu sefere çıkmalarını emretti. Bazı kimseler: "Annelerimiz ve babalarımızdan izin isteyelim." dediler de bunun üzerine "O Peygamber, mü'minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[17]

b) Daha önce (Nisa Sûresi, âyet: 33'ün nüzul sebebinde de geçtiği üzere İbn Abbâs'tan "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin..." (Nisa, 4/33) âyet-i kerimesi hakkında İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette o şöyle diyor: Cahiliye devrinde insanlar "Hangimiz önce ölürse arkada kalan ona mirasçı ola*cak." diye birbirleriyle antlaşma yaparlardı. Allah Tealâ bunun hakkında "Ak*rabalar Allah'ın kitabında birbirlerine diğer mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar var ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunma*nız müstesnadır. Bu, kitabda yazılıdır." âyetini indirdi.[18]



9. Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınıza Basîr'dir.

10. Hani onlar size hem üstünüzden, hem de altınızdan gelmişlerdi ve hani korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti ve siz, Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

11. İşte orada mü'minler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıl*mışlardı.

Bu âyet-i kerimeler Ahzâb, yani Hendek Muharebesi hakkında nazil olan âyet-i kerimelerdendir. Şöyle ki:

Beyhakî'nin Delâil'de Huzeyfe'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Ahzâb (Hendek Gazvesi) günü olan halimizi sanki şimdi görür gibiyim: Biz oturarak saf tutmuştuk. Karşımızda Ebu Süfyan ve beraberindekiler üstümüzde, Kurayza oğullan da altımızda idiler. Kökümüzü keseceklerinden korkuyorduk. O gece kadar karanlık ve o geceki rüzgâr kadar şiddetli bir rüzgâr görmedik. Safları*mızdan evleri açık ve tehlikede olmadığı halde "Evlerimiz düşman baskınına açık." deyip Hz. Peygamber (sa)'den izin istiyerek ayrılanlar yanında aradan sessizce sıvışanlar da vardı. Birer birer Hz. Peygamber (sa)'in karşısına geçtik. Sonunda sıra bana geldi ve Allah'ın Rasûlü (sa) bana: "Kavmin (düşman ordu*sunun) haberini, ne halde oldukları bilgisini bana getir." buyurdu. Ben de düş*man ordugâhına gittim. Bir de baktım ki ordugâhlarında şiddetli bir rüzgâr herşeyi altüst etmiş, göçlerinin ve örtülerinin üzerinde taşların sesleri geliyor, kimse yerinden bir karış bile kımıldıyamıyor, rüzgâr hepsini vurmuş ve herkes birbirine: "Göç, göç!" diye bağrışıyorlar. Geri döndüm ve bu perişan hallerini Hz. Peygamber (sa)'e haber verdim ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gel*mişti de Biz, onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiş*tik...." âyet-i kerimesini indirdi.[19]



12. Hatırla o zamanı ki münafıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar "Allah ve Rasûlü'nün bize vazettikleri boş bir aldatmadan başka bir şey değilmiş. " diyorlardı.

Alu İmran (3/26) âyetinin nüzul sebebi olarak yerinde anlatmış olduğumuz şu hâdisenin aynı zamanda bu âyet-i kerimenin de nüzul sebebi olduğu rivayet edilmektedir. Şöyle ki:

Taberî'nin tefsirinde İbn Beşşâr kanalıyla Amr ibnu'1-Avf el-Muzenî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Ahzâb Gazvesi (Hendek Sa*vaşı) senesi hendeği çizdi: Harise oğulları tarafından Ecmu'ş-Şeyhayn'den Mezâz'a kadar hendek kazılacaktı. Sonra her on kişiye 40 kulaç olmak üzere kazma işini taksim etti. Selman el-Fârisî'nin hangi grupta olacağında Muhacirin ve Ansar ihtilâf ettiler. Selmân güçlü kuvvetli birisiydi ve Muhacirin "Selman bizdendir." diyor, Ansar: "Selman bizdendir." diyorlardı. Hz. Peygamber (sa): "Selman bizden, ehl-i beyttendir." buyurdu. Amr ibn Avf der ki: Ben, Selman, Huzeyfe ibnu'l-Yemân, Nu'mân ibn Mukrin el-Muzenî ve Ansar'dan dört kişi birlikte bir kırk kulacı kazıyorduk. Üç katın altında kazmaya devam ederken Allah hendeğin içinden karşımıza beyaz, çakmaktaşından bir kaya çıkardı. Kü-lünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. "Ey Selman, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne çık, bu kayanın durumunu ona haber ver. Hendeğin yolunu mu değitirelim, yoksa ne yapmamızı emreder? Biz, hendeğin çizgisini değiştirmek istemiyoruz." dedik. Selman, Hz. Peygamber (sa)'e çıktı, Efendimiz üzerine bir gölgelik kurmakla meşgul imiş. "Ey Allah'ın elçisi, babamız anamız sana feda olsun, hendeğin içinden beyaz çakmaktaşından bir kaya çıktı, külünklerimizi kırdı, biz onu kı*ramadık. Küçük veya büyük bir parça bile koparamadık. Bize o konuda emrin nedir? Doğrusu biz hendek için çizmiş olduğun çizgiden çıkmak istemedik." dedi. Allah'ın Rasûlü, Selman'la birlikte hendeğe indi, biz dokuz kişi hendeğin ucunda onlara bakıyorduk. Efendimiz (sa) Selman'dan kazmayı aldılar ve kaya*ya öyle bir vurdular ki ondan bir şimşek çaktı sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi Medine vadisini aydınlattı. Allah'ın Rasûlü (sa) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Rasûlullah (sa) kayaya ikinci kere vurdu. Kazmanın kayaya çarpmasıyla yine bir şimşek çaktı ki sanki karanlık bir evdeki lâmba gibi Medine vadisini aydınlattı. Rasûlullah (sa) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) üçüncü kez kayaya vurdu ve onu kırdı, ondan yine bir şimşek çakıp Medine vadisini aydınlattı, sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi. Allah'ın Rasûlü (sa) yine bir fetih tekbiri getirdi. Sonra Selman'ın elinden tuta*rak hendekten çıktı. Selman: "Ey Allah'ın elçisi, anam babam sana feda olsun, şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey gördüm." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) kavme döndü ve: "Selman'ın söylediğini siz de gördünüz mü?" diye sordu, "A-namız babamız sana feda olsun ey Allah'ın elçisi, gördük ki kayaya vurdun, ondan dalga gibi bir şimşek çaktı, senin tekbir getirdiğini görünce biz de tekbir getirdik, bundan başka bir şey de görmedik." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Doğru söylediniz. îlk vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Hîre saraylarını ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı. Onlar sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ümmetim onlara galip gelecek. Sonra ikinci vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Rum ülkesindeki kırmızı sarayları aydınlattı. Köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ümmetim onlara galip gelecek ve onları ele geçirecek. Sonra üçüncü vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana San'â saraylarını aydınlattı. Sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ümmetim onları ele geçirecek. "Müjdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak, mükdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak." dedi, buyurdu. Müslümanlar bu müjdeye sevindiler ve: "'Dosdoğru, gerçek bir va'd ile bize va'dde bulunan, bu kuşatmadan sonra bize zaferi va'deden Allah'a hamdolsun." dediler. Medine'yi kuşatan ahzâb bozulup gidince müslümanlar: "Bu, Allah'ın ve Rasûlü'nün va'dettiğidir..." dediler. Münafıklar da: "Hiç şaş*mıyor musunuz? Size hikâye anlatıyor, sizi olmıyacak umutlara sevkediyor, size bâtıl va'dlerde bulunuyor. Size Yesrib'den Hîre saraylarını, Kisrâ'nın şehirlerini gördüğünü ve siz korkudan hendek kazar, yüzyüze savaşmaya güç yetiremez-ken sizin bunları fethedeceğinizi haber veriyor." dediler de "Hatırla o zamanı ki münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü'nün bize va'dettikleri boş bir aldatmadan ibaretmiş, diyorlardı." ve "De ki: Ey hükümranlığın sahibi olan Allahım..." (Alu İmrân, 3/26) âyetleri nazil oldu.[20]

Cüveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre "Allah ve Rasûlü'nün size va'dettikleri bir aldatmadan ibaret." diyen münafık Muattib ibn Kuşeyr'dir. İbn İshak ve Beyhakî'nin Urve ibnu'z-Zübeyr ve Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî ve başkalarından rivayetlerine göre Muattib ibn Kuşeyr: "Bizden birisi tuvalete bile gitmeye korkar haldeyken Muhammed, Kisrâ ve Kayser'in hazinelerini yiyeceğini zannediyor." Demiştir.[21] Kurtubî, bu sözleri söyleyenlerin Muattib ibn Kuşeyr, Tu'me ibn Übeyrık ve onlarla birlik olan 70 kadar kişi olduğunu söyler.[22]

Hani onlardan bir grup demişti ki: "Ey Medine halkı, sizin için tutunacak bir yer yok.Artık geri dönün." İçlerinden bir grup da Peygamber'den izin istiyerek diyorlardı ki: "Evlerimiz düşmana açıktır." Halbuki evleri açık değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

Yezîd ibn Rûmân'dan rivayete göre "Ey Medine halkı, sizin için tutunacak bir yer yok.Artık geri dönün." diyen Evs ibn Kayzî ve kavminden onun görüşünde olanlardır. "Peygamber'den izin istiyerek: "Evlerimiz düşmana açıktır." diyenler ise İbn Abbâs'tan rivayete göre Harise oğullarıdır.[23]

Suyûtî ise "Evlerimiz düşmana açıktır." diyenlerin Evs ibn Kayzî ve kavminden bir grup olduğunu söyler.[24]



15. Andolsun ki onlar, daha önceden "Sırt çevirip kaçmıyacaklarına " dair Allah 'a söz vermişlerdi. Ve Allah 'a verilen ahid elbette mutlaka sorulacaktır.

Yine Yezîd ibn Rûmân'dan rivayete göre bunlar da Harise oğullarıdır. Uhud günü Seleme oğulları bozulduğunda Harise oğulları da onlarla birlikte bozulmuşlar; daha sonra da: "Bir daha asla böyle bir duruma düşmeyeceklerine dair Allah'a söz vermişlerdi. İşte bu âyet-i kerimede Allah Tealâ, o verdikleri sözü onlara hatırlatmaktadır.[25]



18. Doğrusu Allah, içinizden sizi alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize ge*lin. " diyenleri bilir. Bunlar savaşa pek az iştirak ediyorlardı.

İbn Zeyd'den rivayette o şöyle anlatıyor: Hendek savaşı günlerinden birin*de ashabdan birisi rasûlullah (sa)'ın yanından ayrılıp evine geldiğinde kardeşini, önünde kızarmış et, ekmek ve şıra olduğu halde karnını doyurur halde bulmuş*tu. Ona: "Sen bu haldekızarmış et, ekmek, şıra ilesin; Allahj'ın Rasulü ise mız*raklar, kılıçlar arasında. Utanmıyor musun?" demiş. O kardeşi de: "Sen de bi*zim yanımıza gel. Sen ve arkadaşının başına gelenler gelmiş. Artık yapacağınız bir şey yok. Allah'a yemin olsun ki Muhammed bu işin hakkından gelemiyecek!" demiş. Rasûlullah'ın yanından dönen sahabi de: "Allah'a yemin olsun ki yalan söyledin." demiş. O evde oturan kişi onun ana baba bir kardeşi imiş. "Vallahi şimdi gidip Rasûlullah (sa)'a şu söylediklerini haber vereceğim." demiş ve onun yanından ayrılıp Rasûlullah (sa)'ın yanına gelmiş. Bir de bakmış ki Cibrîl ondan önce gelmiş, onun haberini ve bu "Doğrusu Allah, içinizden sizi alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin." diyenleri bilir. Bunlar savaşa pek az iştirak ediyorlardı." âyet-i kerimesini getirmiş.[26]



23. Mü 'minler içinde Allah 'a verdiği sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adağını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir şekilde (ahidlerini) değiştirmediler.

İmam Buhârî'nin Muhammed ibn Saîd el-Huzâî kanalıyla Enes ibn Mâ-lik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Amcam Enes ibnu'n-Nadr Bedr gazvesin*de bulunmamış ve bu ona çok ağır gelmişti. "Ey Allah'ın elçisi, müşriklerle sa*vaştığın ilk savaşta bulunmadım. Allah eğer müşriklerle bir savaşta beni bulun*durursa Allah benim neler yapacağımı görecektir.'' demişti. Uhud günü müslümanlar açılıp ric'at ettiklerinde ric'at eden müslümanları kastederek "Ey Allahım, şunların yaptıklarından dolayı senden özür diliyorum."; müşrikleri kastederek de: "Ey Allahım, şunların yaptıklarından da berîyim, uzağım." demiş ve düşmana doğru ilerlemiş. O sırada Sa'd ibn Muâz ile karşılaşmış ve ona: "Ey Sa'd, nereye? Cenneti, Nadr'ın Rabbına yemin ederim ki uhud önlerinde cen-net'in kokusunu alıyorum." demiş, savaşa dalmış ve öldürülünceye kadar savaşmiş. Sa'd der ki: Ey Allah'ın elçisi, onun yaptığım ben yapamadım. Enes anlatmaya devam eder: Onu bulduğumuzda gördük ki üzerinde kılıç, mızrak ve ok yarası olarak seksenden fazla yara vardı ve müşrikler onun ölüsüne de işken*ce yapmışlardı. Onu bulduğumuzda tanınmıyacak haldeydi, kızkardeşi Rubeyyi' bintu'n-Nadr onu parmak uçlarından tanıdı. Biz bu âyet-i kerimenin o ve onun gibiler hakkında nazil olduğunu biliyoruz. [27]

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi senediyle Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Dayım Enes ibnu'n-Nadr geldi. -Bana onun adını koymuşlar.-Allah'ın Rasûlü (sa) ile Bedr'e katılamamıştı ve "Rasûlullâh'm bulunduğu ilk gazvede bulunamadım. Ama Allah'a yemin olsun, bundan sonra Allah bana bir gazve gösterirse muhakkak Allah o gazvede neler yapacağımı görecek!" derdi. Bir sonraki sene Uhud gazvesi olunca o gazvede bulundu ve müslümanlar bo*zulduğunda Sa'd ibn Muâz'ın geri çekildiğini gördü de ona: "Ey Ebu Arar, ne*reye? Vay o cennetin kokusuna! Onu Uhud önünde buluyorum." deyip vuruş*maya daldı ve şehid edilinceye kadar vuruştu. Ölüler arasında bulunduğunda üzerinde seksenden fazla kılıç, mızrak, ok yarası vardı. Kız kardeşi Nadr kızı Rubeyyi': "Onu ancak parmak uçlarından tanıyabildim. O kadar güzel parmak uçları vardı ki." demiştir. "Mü'minler içinde Allah'a verdiği sözde sadâkat gös*teren nice erler var. İşte onlardan kimi adağını ödedi..." âyeti nazil olmuş da. Enes demiştir ki: Biz bu âyeti onun hakkında indi olarak biliyoruz.[28]

Taberî'nin de Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde bu Enes ibnu'n-Nadr'in bo*zulanlar içindeki Sa'd ibn Muâz ile konuştuğunda: "Ey Allahım, Bu müşriklerin yaptıklarından beri olduğum gibi şunların da (bozulan müslümanları kastediyor) yaptıklarından sana özür diliyorum." deyip savaşa daldığı ayrıntısına yer veril*miştir.[29]

Haberi küçük farklarla Tirmizî de Enes ibn Mâlik'ten rivayetle tahric eder*ken.[30] Vâhldî'nin Ebu İshak Ahmed ibn Muhammed kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde bu amcasının ismi Enes ibnu'n-Nadîr olarak verilmiş, yine onun başka bir rivayetinde de Enes ibn Mudar denilmiştir.[31]

Buhârî de yine Enes ibn Mâlik'ten rivayetle, hadiseyi anlatmaksızın sadece âyet-i kerimenin Enes ibnu'n-Nadr hakkında nazil olduğunu belirtmekle yetin*miştir.[32]

Uhud'da şehid edilen Mus'ab ibn Umeyr ve arkadaşları hakkında nazil ol*duğu da söylenir.[33]

Keşşafta ise daha farklı bir nüzul sebebi zikredilir: Sahabeden bazıları: "Rasûlullah (sa) ile beraber bir harbde bulunacak olurlarsa mutlaka sebat etmeyi ve şehid oluncaya kadar savaşmayı adamışlardı. Bunlar Hz. Osman ibn Affân, Talha ibn Ubeydullah, Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nüfeyl, Hz. Hamza, Mus'ab ibn Umeyr ve başkalarıdır. İşte bu âyet-i kerime onların bu adakları üzerine na*zil olmuştur.[34]



28. Ey Peygamber, hanımlarına söyle: "Eğer dünya hayatım ve süslerini is*tiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim.

29. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi olan kadınlara büyük mükâfat hazırlamıştır.

Bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olan hadise Sîret-i Nebeviyyede İlâ Hadisesi olarak meşhur olmuştur. Meşhur rivayetlere göre Kurayza ve Nadîr oğullan gazvelerinden sonra Hz. Peygamber hanımlarının (veya bazılarının) bazı dünyalık isteklerinden (veya birbirlerini kıskanmalarından) bunalarak on*lardan ayrılmış, bir ay (veya 29 gün) onlara varmıyacağına yemin etmişti. İşte bu sürenin sonunda bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

İbn Sa'd'ın anlattığına göre Hz. Peygamber'in hanımları özellikle Kurayza ve Nadîr yahudilerinden ele geçirilen ganimetleri görünce ve Kisrâ ve Kayserle*rin hanımları, kızları ve çevrelerinin yaşantıları hakkında bilgi sahibi olduktan sonra Hz. Peygamber'in çevresine oturup: "Ey Allah'ın elçisi, Kisrâ ve Kayser*lerin kızları süsler, takılar, cariyeler ve hizmetçiler arasında refah içinde yaşı*yorlar. Biz ise gördüğün yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşıyoruz." gibi sözler edip daha çok dünya geçimliği isteyip kendilerine, kralların hanımlarına ve kızlarına yaptığı muamele ile muaşerette bulunması imasında bulunarak onun kalbine elem verdiler.[35] Hicretin dokuzuncu senesi meydana gelen bu hadise, siyer, tarih, tefsir kitaplarında ve hadis mecmualarında geniş olarak yer almaktadır. Şöyle ki:

Buhârî'nin kendi senediyle İbn Abbâs'tan rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor: Hz. Ömer'e, Allah Tealâ'nın haklarında "Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ, elbette iyi olur). Çünkü kalbleriniz sapmıştı." (Tahrîm, 66/4) buyurduğu eşlerinin kim olduğunu sormayı çok istiyordum. Bir senesi onunla birlikte hacca gitmiştim. Defi hacet için yoldan saptı, ben de elimde bir matara ile onu takip ettim. Biraz ilerde ihtiyacını görüp döndü, ben elimdeki mataradan su döktüm, abdest aldı. Ben bu fırsatı değerlendirmek üzere: "Ey Mü'minlerin emiri, Alah Tealâ'nın, Hz. Peygamber (sa)'in, haklarında "Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ, elbette iyi olur). Çünkü kalbleriniz sapmıştı." buyurduğu iki hanımı kimlerdi?" diye sordum. Sana şaştım doğrusu ey İbn Abbâs; onlar Aişe ve Hafsa idiler." deyip hadiseyi anlatmaya başladı ve dedi ki: Medine yakınlarındaki Ümeyye ibn Zeyd oğullarından bir komşumla Hz. Peygamber (sa)'in meclisinde nöbetleşe bulunurduk. Bir gün ben Hz. Peygamber (sa)'in meclisinde bulunur; o gün olanları komşuma analatırdım, bir gün de o bulunur ve o gün olanları bana anlatırdı.

Biz Kureyşliler kadınlara hâkim insanlardık. Medine'ye geldiğimizde gördük ki ansar kadınları erkeklerine hakimdiler. Bunu gören bizim kadınlarımız da onları örnek alarak bize diklenmeye ve bizden olmıyacak şeyler istemeye başladılar. Bir gün eşime bağırmıştım. Baktım bana cevap veriyor. Bana cevap vermesi hoşuma gitmedi ve bunu belli ettim de: "Sana böyle cevap vermemi neden garip karşılıyorsun Allah'a yemin olsun ki Peygamber'in hanımları da O'na cevap veriyorlar. Hattâ bundan daha ileri gidip birisi geceye kadar ondan ayrılıyor, onu yalnız bırakıyor" dedi. Doğrusu bu beni ürküttü ve: "Onlardan her kim bunu yapmışsa en büyük kayıpla kaybetmiş, büyük bir günah işlemiştir." dedim, sonra elbisemi toplayıp (hemen toparlanıp) kızım Hafsa'nın yanına girdim ve ona: "Sizden biri Hz. Peygamber (sa)'in kızmasına karşılık verip bütün gün geceye kadar onu terkediyor mu?" dedim. O: "Evet." dedi. Ben: "O halde kaybetmiş, hüsrana uğramıştır. Allah'ın, Rasûlü'nü öfkelendirdiğinden dolayı ona gazab etmesinden ve bu gazabla helak olmaktan nasıl emin olur? Bundan korkmaz mı? Sakın sen Rasûlullah'a çok söz söyleme, ondan çok şey isteme, ona hiçbir şekilde karşılık verme ve onu terketme. Eğer bir ihtiyacın olursa gel, benden iste. Komşunun (Hz. Aişe'yi kastediyor- senden daha güzel ve Rasûlullah'a daha sevgili olması da seni aldatmasın." dedim.

O günlerde Gassânîlerin bizimle savaşa hazırlandıklarını haber almıştık. Bir gün komşum Mescid-i Nebevî'ye indi. O gün onun nöbetiydi. Akşam dön*düğünde kapımı şiddetle vurup: "Uykuda mısın?" diye seslenince korktum ve yanına çıktım. "Büyük bir şey oldu." dedi. Ben: "Ne ola ki? Gassânîler mi gel*diler?" diye sordum. "Hayır, ondan daha büyük, daha uzun bir şey oldu. Al*lah'ın Rasûlü hanımlarını boşadı." dedi. Ben: "Öyleyse Hafsa bütün bütüne kaybetti, hüsrana uğradı." dedim. Zannettim ki Hz. Peygamber (sa) hanımlarını neredeyse boşadı boşıyacak. Hemen toparlandım, sabahleyin de sabah namazına Mescid-i Nebevî'ye gittim ve sabah namazını Rasûl-i Ekremle birlikte kıldım. O, odasına girdi, yalnız başına oturdu. Ben de kızım Hafsa'nın yanına girdim ve gördüm ki ağlıyor. "Seni ağlatan nedir? Ben seni uyarmamış mıydım? Allah'ın Rasûlü sizleri boşadı mı?" dedim. "Bilmiyorum, işte şuradaki odasında yalnız başına oturuyor." dedi. Hafsa'nın odasından çıktım, minberin yanına geldim. Baktım orada bir grup oturuyor, bazısı da ağlıyor, yanlarında biraz oturdum, sonra dayanamayıp kalktım ve Rasûlullah'ın yalnız başına oturduğu odaya gel*dim. Kapıdaki siyah hizmetçisine: "Ömer'in girmesi için Rasûlullah'tan izin iste." dedim. Odaya girdi, Rasûlullah ile konuştu, sonra çıktı ve: "Rasûlullah'a seni söyledim, girmek için izin istediğini söyledim, sustu, cevap vermedi." dedi. Mescid'e minberin yanında oturan grubun yanına döndüm, biraz daha onlarla oturdum, sonra dayanamayıp yine kalktım, hizmetçiye geldim ve: "Ömerin ya*nına girmesi için O'ndan izin iste." dedim. Yine birinci seferdeki gibi oldu. döndüm minberin yanındaki grubun yanına gittim, onların yanında bir süre o-turdum ama yine merakım galebe çaldı ve hizmetçiye geldim: "Ömer için izin iste." dedim, yine bir önceki gibi oldu, dönüp giderken bir de baktım hizmetçi beni çağırıyor. "Allah'ın Rasûlü girmen için izin verdi." dedi. Rasûl-i Ekrem'in yanına^girdim ve baktım ki bir hasırın kumlan üzerine hafifçe uzanmış, hasırın üzerinde yatak yokve kumlar mübarek bedeninde iz yapmış, içine lif doldurul*muş deriden bir yastığa dayanmış halde duruyor. Ben selâm verdim, ayakta du*rarak: "Ey Allah'ın elçisi, hanımlarını boşadın mı?" diye sordum, gözlerini bana çevirdi ve "Hayır." diye cevap verdi. Ben halâ ayakta duruyordum. Biraz senin*le oturabilir miyim ey Allah'ın elçisi?" dedim ve konuşmaya devam ettim: "Be*ni bir görseydin, biz Kureyşliler kadınlara hakim kimselerdik. Biz öyle bir kav*min bulunduğu yere geldik ki kadınlar erkeklerine hakim olmuşlar." dedim. Rasûl-i Ekrem tebessüm ettiler. Sonra ben şöyle devam ettim: "Beni bir görsey*din, Hafsa'nın yanına girdim ve ona, Aişe'yi kastederek: "Komşunun senden daha güzel olması, Peygamber'e senden daha sevgili olması seni aldatmasın." Rasûlullah tekrar tebessüm ettiler. Ondaki bu tebessümleri görünce yanına otur*dum, sonra bulunduğu odaya şöyle bir göz gezdirdim. Odada üç deri parçasın*dan başka hiçbir şey yoktu. "Allah'a dua et de ümmetinin rızkını genişletsin. Allah'a kulluk etmemelerine rağmen Allah Rumlara ve İranlılara bol bol rızık vermiş." dedim. Dayanır halde iken doğruldu ve: "Bir şüphen mi var ey Hattab'ın oğlu? Onlar, hasenatı dünya hayatta kendilerine çabucak verilmiş (âhirete bir şey kalmamış) olab bir kavimdir." buyurdular. Ben yaptığım hatayı farkedip: "Ey Allah'ın elçisi, benim için istiğfarda bulun." dedim.

Allah'ın Rasûlü, eşi Hafsa'nın, Hz. Aişe'ye o söylemiş olduğu bir sözü ifşa etmesi üzerine kadınlarından ayrılmış ve kızgınlığının şiddetinden: "Onların yanına bir ay süreyle girmeyeceğim." demişti. Allah Tealâ bu yüzden ona itâbda bulunduğu zaman 29 gün geçmişti ki Aişe'nin yanına girdi ve Allah ve Rasûlü ile dünyalık arasında muhayyer olduklarını bildirmeye onunla başladı. Aişe der ki: "Bizim yanımıza bir ay girmeyeceğine yemin etmiştin. Biz sabahladığımızda .ben teker teker saydım 29 gece geçti." dedim. Rasûl-i EkreYn: "Ay 29'dur. buyurdu. Gerçekten de o ay 29 çekmişti.. Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bunun üzerine "Muhayyerlik âyeti" nazil oldu da Allah'ın Rasûlü ilk olarak benimle başladı: "Sana bir durumu zikredeceğim. Anne ve babanla istişare et*meden bana hemen cevap vermen gerekmez." buyurdu. Hz. Aişe der ki: Anne*min ve babamın ondan ayrılmamaı emretmiyeceğini çok iyi biliyordu. Sonra şöyle dedi: Allah Tealâ buyurdu ki: "Ey Peygamber, hanımlarına söyle: "Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzel*likle salıvereyim. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi olan kadınlara büyük mükâfat hazır*lamıştır" Ben: "Bunun için mi annem ve babamla istişare edeceğim? Ben Al*lah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorum." dedim. Sonra diğer hanımlarına muhayyer olduklarını bildirdi, onlar da Aişe'nin söylediği gibi söylediler.[36]

Yine Buhârî'nin Enes'den rivayetle tahric ettiği başka bir rivayette Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarından îlâ yaptığı, Hz. Ömer'in: "Ey Allah'ın elçisi, hanımlarını boşadın mı?" sorusuna: "Hayır, boşamadım, fakat bir ay onlardan îlâ yaptım (Yanlarına bir ay süreyle girmeyeceğime yemin ettim." buyurdukları ayrıntısına yer verilmiştir.[37]

Hz. Peygamber (sa) hanımlarından îlâ yapıp ayrıldığında Hz. Ömer mescid-i nebevîye girmiş ve insanların "Allah'ın Rasûlü hanımlarını boşadı." dediklerini duymuş. Hemen Hz. Peygamber (sa)'in yanına girmiş ve ona: "Hanımlarını boşadın mı?" diye sormuş, O'nun: "Hayır." cevabı üzerine dışarı çıkmış ve: "Uyanık olun, gözünüzü açın! Allah'ın Rasûlü kadınlarını boşamadı!." diye nida etmiş ve bunun üzerine "Kendilerine güven ve korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o haberi O Rasûl'e ve kendilerinden olan ülü'1-emre götürselerdi onlar ondan ne gibi bir netice çıkaracaklarını bilirlerdi." (Nisa, 4/83) âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[38] Hadise, îlâ hadisinde Müslim tarafından Hz. Ömer'den rivayetle tahric olunmakla birlikte orada bu âyetin nüzulüne sebep olduğu kaydı

yoktur.[39]

İmam Ahmed ibn Hanbel’in Câbir'den rivayetle tahric ettiği hadiste o şöy*le anlatıyor: Hz. Ebu Bekr, Rasûlullah (sa)'ın yanına girmek için izin istedi. Halk, Hz. Peygamber (sa)'in kapısı önünde oturmuşlardı. Hz. Peygamber (sa) de içerde oturuyordu. Ebu Bekr'e girmesi için izin verilmedi. Sonra Hz. Ömer geldi ve Efendimiz (sa)'in yanına girmek için izin istedi, ona da izin verilmedi. Biraz sonra ikisine izin verildi de Hz. Peygamber (sa)'in yanına girdiler. Al*lah'ın Rasûlü (sa), çevresinde eşleri olmak üzere oturuyordu ve susmuştu, ko*nuşmuyorlardı. Ömer der ki: Kendi kendime: "Bir söz etsem de Peygamber'i güldürsem." dedim. Sonra: "Ey Allah'ın elçisi, görüyor musun, Zeyd'in kızı -hanımını kastediyor- biraz önce benden nafaka istedi, ben de onu dövüp kafası*nı yardım." dedim. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü, ön dişleri görünecek kadar güldü ve: "İşte şunlar da benim etrafımda oturmuşlar, benden nafaka istiyorlar." buyurdu. Hz. Ebu Bekr kalkıp kızı Aişe'yi, Ömer de kalkıp kızı Hafsa'yı döv*mek istediler. İkisi de: "Peygamber'in sahip olmadığı şeyi ondan istiyorsunuz ha?!" dediler. Rasûhıllah (sa) Ebu Bekr ve Ömer'i durdurdu. Hanımları dediler ki: "Biz, bu meclisten sonra bir daha Allah'ın Rasûlü'nden, yanında bulunmıyan hiçbir şeyi istemiyeceğiz."

Câbir der ki: İşte bunun üzerine Allah Tealâ, muhayyerlik âyetini indirdi ve Hz. Peygamber (sa), Hz. Aişe'den başlıyarak dedi ki: "Ben, sana bir durumu hatırlatacağım. Ancak Annen ve babanla istişare etmeden çabucak cevap vermeni istemem." Hz. Aişe: "Neymiş o?" dedi, Hz. Peygamber (sa): "Ey Peygamber, eşlerine söyle: Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi hanımlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır." âyet-i kerimesini okudu.

Hz. Aişe dedi ki: "Ben, senin için mi anneme ve babama danışacağım? Hayır, ben, Allah'ı ve Rasûlü'nü tercih ediyorum ve senden, hanımlarından hiçbirine benim tercih ettiğim şeyi söylememeni istiyorum."

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa): "Doğrusu Allah Tealâ beni zorlayıcı ve sıkıştırıcı olarak göndermemiştir. Eşlerimden hangisi neyi tercih ettiğini söy*lerse ben de onu kendilerine hemen veririm."[40]

Bu hadis Tirmizî tarafından Hz. Aişe'den rivayetle şöyle tahric olunmuştur: Allah'ın Rasûlü eşlerini muhayyer bırakmakla emrolununca benimle başladı ve bana: "Ey Aişe, sana bir işi hatırlatacağım; annene ve babanla istişare etmeden hemen çabucak cevap verme." buyurdu. Aişe der ki: Ana babamın, benim kendisinden ayrılmamı emretmiyeceklerini çok iyi biliyordu (onun için annemle ve babamla istişare etmeden cevap verme, dedi). Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: Sonra: "Allah Tealâ buyuruyor ki Ey Peygamber! eşlerine söyle: Eğer dünya hayatı ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim... içinizden ihsan sahibi hanımlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." buyurdu. Ben: "Hangi konuda annem ve babamla istişare edeceğim? Muhakkak ki ben, Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorum." dedim. Hz. Peygamber (sa)'in diğer eşleri de benim yaptığımı yaptılar. Tirmizî bu hadisin hasen ve sahih olduğunu da ekler.[41]



32. Ey O Peygamber'in hanımları, sizler, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer sakınıyorsanız edalı (işveli) olmayın. Yoksa kalbinde bir hasta*lık bulunanlar (sizden) kötü şeyler umarlar. Ve hep ma'rûfsöz söyleyin.

33. Evlerinizde oturun. İlk cahiliye devrinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Ey O Peygamber'in ehl-i beyti, Allah muhakkak ki sizden eksikliği, pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.

34. Evinizde okunan Allah 'in âyetlerini ve hikmeti anın, zikredin. Muhakkak ki Allah Latîf, Habîr olandır.

a) İbn Cerîr'in İbn Abbâs ve İkrime'den rivayetlerine göre bu âyet-i kerime*ler özellikle Hz. Peygamber (sa)'in hanımları hakkında nazil olmuştur.[42]

b) Vahidî'nin Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla Ebu Saîd'den rivayetine göre o "Ey O Peygamber'in ehl-i beyti, Allah muhakkak ki sizden eksikliği, pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister." âyet-i kerimesinin 5 kişi hakkında; Hz. Peygamber (sa), Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu söy*lemiştir.[43] Taberî de bu hadisi Ebu Saîd el-Hudrî'den merfü olarak rivayet etmiştir.[44]

Ebu Saîd el-Hudrî'nin Ümmü'l-Mü'minîn Ümmü Seleme'den rivayetinde o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Rasûlullah benim odamda iken nazil oldu. Ben, odanın kapısı yanında oturuyordum. Bu âyet nazil olduğunda Hz. Pey*gamber (sa)'in yanında Ali, Fâtıma, Hasen ve Hüseyin vardı. Ben: "Ben, ey Al*lah'ın elçisi, ben senin ehl-i beytinden değil miyim?" diye sordum, "Elbette sen de hayırdasın ve sen Allah'ın Rasûlü'nün hanımlarındansın." Buyurdu.[45]



35. Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar... işte bunlar için Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

a) İkrime'nin Ümmü İmâra el-Ensâriyye'den rivayetine göre o, Hz. Pey*gamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, herşeyin erkekler için olduğunu görüyorum. Kadınların herhangi bir şey için zikredildiklerini ise görmüyorum." demiş ve işte bunun üzerine bu "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar..." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[46]

b) Hâkim, Tirmizî ve Beyhakî'nin Ümmü Seleme'den rivayetle tahriclerine göre o: "Ey Allah'ın elçisi, erkekler gazveye çıkıyor, gaza ediyorlar, şehid olu*yorlar; biz bunları yapmıyoruz, bize erkeklerin mirasının yarısı veriliyor. Keşke biz de erkek olsaydık." dedi de Allah Tealâ bu "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar... işte bunlar için Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." âyet-i kerimesini indirdi.[47]

Başka bir rivayette bunun üzerine Allah Tealâ'nın "Allah'ın sizi birbiri*nizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin." (Nisa, 4/32) âyet-i kerimesini[48] indirdiği belirtilmektedir. Tirmizî'deki riva*yette Ümmü Selemenin bu sözleri söylemesi üzerine bir de Akı İmrân, 195 âye*tinin[49] nazil olduğu da kaydedilmektedir.

c) Mukatil ibn Hayyân der ki: Kocası Cafer ibn Ebî Tâlib ile birlikte Habe*şistan'dan dönen Esma bint Umeys, Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarının yanına gelmiş ve : "Kur'ân'dan bizim hakkımızda herhangi bir şey nazil oldu mu?" diye sormuş, onlar da hayır diye cevap vermişler. Bunun üzerine Hz. Peygam*ber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, kadınlar büyük bir kayıp ve hüsranda*dır." demiş. Hz. Peygamber (sa): "O da neden?" diye sormuş. Esma: "Hayırdai erkeklerin zikredildiği gibi zikredilmiyorlar." demiş de Allah Tealâ işbu "Müs*lüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[50]

d) Katâde der ki: Kur'ân'da Hz. Peygamber (sa)'in hanımları zikredilince bazı müslüman hanımlar onların yanma geldiler ve: "Kur'ân'da sizler zikrolundunuz ama biz zikrolunmadık. Şayet bizde bir hayır olsaydı bizler de Kur'ân'da zikrolunurduk." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar...." âyet-i kerimesini indirdi.[51]



36. Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettiği zaman ne mü'min erkekler için, ne de mü 'min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. Kim de Allah 'a ve Rasûlü 'ne isyan ederse şüphesiz ki apaçık bir şekilde dalâlete düşmüş olur.

a) İbn Abbâs'tan rivayete göre Rasûlullah (sa), halasının kızı olan Zeyneb bint Cahş el-Esediyye'yi evlâtlığı Zeyd ibn Harise için istemeye gitmiş, yanına girip onu istemiş. Zeyneb: "Hayır, onunla evlenecek değilim." demiş, Rasûlullah (sa) ısrar etmiş, Zeyneb: "Ey Allah'ın elçisi, durumum hakkında bir istişare edeyim." demiş. O sırada Allah Tealâ, Rasûlü'ne bu "Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettiği zaman ne mü'min erkekler için, ne de mü'min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz..." âyet-i kerimesini indirmiş de Zeyneb: "Ey Allah'ın elçisi, benim için koca olarak ona mı razı oldun?" diye sormuş, Hz. Peygamber (sa)'in evet cevabı üzerine de: "O halde Allah'a ve Rasûlü'ne elbette karşı duracak değilim, onunla evlenmeye razı oldum." demiş.[52]

İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Zeyneb'in bu evliliğe razı olmama*sının sebebi olarak soyluluğunu gösterdiği "Ben, neseb itibariyle ondan daha hayırlıyım." dediği[53] belirtilmektedir ki Zeyneb, her ne kadar Zeyd ile evlenmeye Hz. Peygamber (sa)'in ısrarı ile razı olmuşsa da onunla evli olduğu sürece bu durumu Zeyd'e karşı kullanmaya ve üstünlük iddiasında bu*lunmaya devam etmiştir.

Katâde'den gelen bir rivayette de Zeyneb bint Cahş'ın önce "Hz. Peygam*ber (sa)'in onu, kendisi için istediğini zannederek kabul ettiği, ancak Zeyd için istediğini anlayınca şiddetle reddettiği, âyet-i kerimenin nüzulü üzerine de mec*buren razı olduğu ayrıntılarına yer verilmiştir.[54]

b) İbn Zeyd'den rivayete göre ise bu âyet-i kerime Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber'e kendini hibe etmek istemiş, Hz. Peygamber (sa) de onu kendisi için değil evlâtlığı Zeyd ibn Harise ile evlendirmek istemiş. Hadise hakkında İbn Zeyd şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerime Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm hakkında nazil oldu. O, kadınlardan Medine-i Münevvere'ye ilk hicret edenlerdendi. Kendisini Rasûlullah (sa)'a hibe etmek istemiş; Rasûlullah (sa) da onu kendisi için kabul etmek yerine evlâtlığı Zeyd ibn Harise için istemişti. Buna hem o, hem de erkek kardeşi karşı çıkarak kızmışlar, "Biz, Rasûlullah'ı kastetmiş, onunla evlenmesi*ni istemiştik; o da tuttu kölesiyle evlendirmek istedi." demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[55]



37. Hani sen, Allah 'in kendisine nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye diyordun ki: "Eşini bırakma ve Allah 'tan takva üzere ol." Allah 'in açı*ğa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah 'tan korkman gerekirdi. Nihayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlendirdik. Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mü 'minler üzerine bir günah olmasın. Allah 'in emri yerine getirilmiştir.

Buhârî'nin Enes ibn Mâlik'ten rivayetle tahricinde "Allah'ın açığa vura*cağı şeyi de içinde saklıyordun. " âyet-i kerimesi Zeyneb bint Cahş ve Zeyd ibn Hârise'nin durumu hakkında nazil olmuştur.[56]

Daha önce (Nisa Sûresi 23 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Cureyc'den rivayette o şöyle demiştir: Atâ'ya "Öz oğullarınızın karıları ile ev*lenmeniz... haramdır." (Nisa, 4/23) âyetini sordum. Dedi ki: Hz. Peygamber (sa) oğulluğu Zeyd ibn Hârise'nin karısı olup da boşadığı Zeyneb bint Cahş ile evle-' nince Mekke'de müşrikler Efendimiz aleyhinde ileri geri konuşup dedikodu ettiler de Allah Tealâ bu "Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır." âyet-i kerimesini ve "Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız gibi tanımadı." (Ahzâb, 33/4), "Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini al*makta mü'minler üzerine bir günah olmasın." (Ahzâb, 33/37), "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve peygamber*lerin sonuncusudur." (Ahzâb, 33/40) âyetlerini indirdi.[57]

Tirmizî'nin Şa'bî'den, onun da Hz. Aişe'den rivayetinde o şöyle demiştir: Şayet Muhammed, kendisine gelen vahyden herhangi bir şey gizlemiş olsaydı "Allah'ın emri yerine getirilmiştir." e kadar olmak üzere "Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye diyordun ki: "E-şini bırakma ve Allah'tan takva üzere ol." Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekir*di..." âyetini gizlerdi. Allah'ın Rasûlü (sa) onunla (Zeyneb ile) evlenince "Oğ*lunun eşiyle evlendi." diye kınamaya kalkıştılar da Allah Tealâ: "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve peygamber*lerin sonuncusudur." (Ahzâb, 33/40) âyet-i kerimesini indirdi. Allah'ın Rasûlü (sa), küçük bir çocukken Zeyd'i evlâtlık edinmiş ve Zeyd büyüyüp adam olun*caya kadar O'nun yanında kalmıştı. "Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında adalete en yakın olandır. Eğer babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır..." (Ahzâb, 33/5) âyet-i kerimesi ininceye ka*dar onu "Zeyd ibn Muhammed" diye çağırırlardı.[58]

Tirmizî'nin kendi senediyle Enes'den rivayetinde de "Allah'ın açığa vura*cağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi..." âyet-i kerimesinin Zeyneb bint Cahş hakkında nazil oldu*ğu belirtilmektedir. Buna göre Zeyd, hanımından şikâyet için Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş, onu boşamaya kalkmış ve boşaması konusunda Hz. Peygamber (sa)'e danışmış da Hz. Peygamber (sa) ona: "Eşini bırakma ve Allah'tan takva üzere ol." buyurmuştu.

Yine Tirmizî'nin konu ile ilgili olarak Enes'den rivayetle tahric ettiği bir habere göre "Nihayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlen*dirdik." âyet-i kerimesinin Zeyneb bint Cahş hakkında indiğine işaret edildikten sonra Zeyneb'in, Hz. Peygamber (sa)'in diğer eşlerine: "Sizi Rasûlullah (sa) ile aileleriniz evlendirdi, halbuki beni yedi kat göğün üstünden Allah evlendirdi." diye övündüğü ayrıntısına da yer verilir.[59]

Tirmizî'nin tahric ettiği bu hadis, İmam Ahmed'in müsned'inde daha bir ayrıntılı olarak yer almaktadır. Şöyle ki:

İmam Ahmed'in Abdullah kanalıyla Enes'den rivayetinde o şöyle anlatı-yonZeyneb bint Cahş'in kocası Zeyd'den boşandığında iddeti sona erince Al*lah'ın Rasûlü (sa) Zeyd'e: "Zeyneb'e git ve onu benim için iste. Benim için senden daha güvenilir emîn birisi yok" buyurdular. Zeyd, Zeyneb'e vardığında hamur yoğurmaktaymış. Zeyd der ki: Onu görünce gözümde büyüdü, ona ba*kamadım, arkamı döndüm ve: "Ey Zeyneb, sana müjdeler olsun, Allah'ın Rasûlü seni, kendisi için zikretmem, kendisi için sana dünürcü olmam için beni gönderdi." dedim. "Rabbıma danışmadan bir şey yapacak değilim." dedi ve e-vindeki namaz kılma yerine yöneldi. İşte o sırada Allah'ın Rasûlü (sa)'ne "Ni*hayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlendirdik..." âyet-i kerimesi nazil olmuş. Rasûlullah bizzat kendisi Zeyneb'e geldi ve izin isteme*den yanına girdi. Biz de anladık ki Rasûlullah ile Zeyneb'in düğünü olacak ve Allah'ın Rasûlü (sa) bize ekmek ve et yedirecek. Sonra gerçekten Rasûl-i Ek*rem bize düğün yemeği olarak ekmek ve et yedirdi. Yemek yiyenler birer birer çıktılar ama bir takım kimseler yemekten sonra çıkmayıp orada konuşmaya dal*dılar. Allah'ın Rasûlü onların yanından ayrılıp dışarı çıktı, ben de peşinden. Ha*nımlarına uğrayıp birer birer onlara selâm verdi. Hanımları da selâmını alarak: "Ey Allah'ın elçisi, yeni hanımın nasıl buldun?" diyorlardı. Sonra Hz. Peygam*ber (sa)'in odasında konuşmaya dalanların oradan ayrılıp gittiklerini ben mi ha*ber verdim, yoksa kendisinin mi haberi oldu hatırlamıyorum. Hz. Peygamber yeni eşinin yanına döndü. Ben de peşinden odasına girmek istedim de benimle arasına perdeyi çekti ve o sırada "Hicâb âyeti" nazil oldu da Hz. Peygamber ashabına daha önce yaptığı gibi va'zu nasihat eyledi ve kendisine inen âyet-i kerimeyi okudu: "Ey O iman edenler, O Peygamber'in evlerine yemeğe çağrıl-maksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunursanız girin ve yemeği yeyince de lâfa dalmadan dağılın. Sizin bu haliniz O Peygamber'} üzüyordu, ama size bir şey söylemekten de utanıyordu. Allah ise hakkı söylemekten utan*maz..."[60]



40. Muhammed sizin adamlarinizdan herhangi birisinin babası değildir. O, sadece Allah 'in Rasûlü ve peygamberlerin hâtemidir. Allah herşeye Alîm 'dir.

l. Katâde'den rivayete göre o şöyle demiştir: Zeyd hakkında nazil olmuştur ki o, Hz. Peygamber (sa)'in oğlu değildir. Vallahi onun erkek çocukları olmuş*tu. O, Kasım'ın, İbrahim'in, Tayyib'in ve Mutahhir'in babasıdır [61]

2. Kurtubî ise Hz. Peygamber (sa), Zeyneb bint Cahş ile evlenince bazı kimselerin: "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi." demeleri üzerine nazil olduğunu söyler.[62] Ancak iki rivayetin de meali birdir.[63]



43. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için rahmetiyle size salât etmek*te olan Ö 'dur.Melekler i de size salât ederler ve O, mü 'minlere Rahîm olandır.

a) Mücahid der ki: "Şüphesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât eder*ler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulunun." (Ahzâb, 33/56) âyet-i kerimesi nazil olunca Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Allah sana ne vermiş, bahşetmişse mutlaka bizi de ona ortak etmiştir, demiş ve işte onun bu sözü üzerine bu "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size rahmetiyle salât etmekte olan O'dur..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[64]

b) İbn Abbâs'tan rivayete göre ise sanki "Şüphesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulu*nun." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiraz serzenişte bulunmuş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bu sadece sana mahsus, bize bir şey yok." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş[65] Aslında birinci rivayet*teki Hz. Ebu Bekr'in sözünde de bir serzeniş ve bir beklenti açık olmasa de se*zilmektedir. Dolayısıyla iki rivayet arasında bir zıtlık veya çelişki söz konusu değildir.[66]



47. Mü 'mirilere, kendileri için Allah 'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.

İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre "Tâ ki Allah senin, geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın..." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiramdan bazı kimseler: "Bu sana mübarek olsun ey Allah'ın elçisi; Allah'ın sana ne yapacağını, sana neler bahşedeceğini bildik, öğrendik. Peki bize ne yapacak, bize nasıl davranacak?" dediler de bunun üzerine "Tâ ki mü'min erkeklerle mü'min kadınları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyyen kalacakları cennetlere koysun ve onların kötülüklerini mağfiret buyursun..." (Fetih, 48/5) âyeti ile bu: "Mü'minlere, kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele." âyet-i kerimesi nazil oldu.[67]



50. Ey O Peygamber, Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah 'm sana ga*nimet olarak verdiği cariyelerini, seninle birlikte hicret eden amca kızlarım, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve bir de eğer mü 'min bir kadın kendisini Peygamber 'e hibe eder de Peygamber de onunla evlenmeyi isterse onu -ki bu mü 'mirilerden ayrı olarak sadece sana mahsus ol*mak üzere- senin için helâl kıldık. Sana bir zorluk olmasın diye mü 'mirilerin eşleri ve cariyeleri hakkında ne hükmettiğimizi bildirdik. Allah Gafur, Rahim olandır.

Tirmizî'nin Abd ibn Humeyd kanalıyla Ümmü Hâni' bint Abdülmuttalib'den rivayetinde o şöyle demiştir: Rasûlullah (sa) benimle ev*lenmek istedi, ben de mazeret beyan ederek kabul etmedim ve beni mazur gör*dü. Sonra Allah Tealâ "Ey O Peygamber, Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Al*lah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyelerini, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarınıve bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe eder de Peygamber de onun*la evlenmeyi isterse... helâl kıldık..." âyet-i kerimesini indirdi. Ben, bu âyete göre O'na helâl kılınmamıştım. Çünkü ben, hicret edenlerden "Tuleka"dan i-dim." Mekke'nin fethi günü müslüman olanlara "Tuleka" adı verilmişti ve Ümmü Hâni de o gün müslüman olanlardandı.[68]

Ayet-i kerimenin "Ve bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe eder de Peygamber de onunla evlenmeyi isterse onu -ki bu mü'minlerden ayrı olarak sadece sana mahsus olmak üzere- senin için helâl kıldık." kısmının nüzul sebebi olarak İbn Sa'd'ın İkrime'den rivayetle tahricinde o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Ümmü Şerîk ed-Devsiyye hakkında nazil oldu. Yine tbn Sa'd'ın Münîr ibn Abdullah ed-Düelî'den rivayetine göre Ümmü Şerîk Ğaziyye bint Câbir ibn Hakîm ed-Devsiyye, kendini Hz. Peygamber (sa)'e arzederek hibe etmiş; Rasûlullah (sa) da bunu kabul buyurmuştu. Ümmü Şerîk güzel bir kadındı ve onu kıskanan hz. Aişe: "Kendini bir erkeğe arzeden ve hibe eden bir kadında elbette hayır yoktur." dfemişti. Ümmü Şerîk der ki: İşte bu âyetteki "Kendini Rasûlullah'a hibe eden kadın." benim ve Allah beni "Mü'min olarak adlandırdı ve "Ve bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe e-derse..." buyurdu. İşte bu âyet-i kerimenin nüzulü üzerine Hz. Aişe Hz. Pey*gamber (sa)'e: "Görüyorum ki Allah, senin arzunu hemencecik yerine getiri*yor." Demiş.[69]



51. Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin. Bırakmış oldukla*rından da arzu ettiğini almanda sana bir vebal yoktur. Bu, onların gözü aydın olup üzülmemeleri ve kendilerine verdiğin şeylere razı olmaları için daha elve*rişlidir. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah Alîm, Halım olandır.

Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarından bir ay ayrılması, yani İlâ Hadisesi üzerine Efendimiz (sa)'in eşlerini dünyalıkla Allah ve Rasûlü'nü tercih etmekte muhayyer bırakmasını emreden âyet-i kerime nazil olunca Rasûl-i Ekrem (sa)'in eşleri O'nun kendilerini boşıyacağından korktular da gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bize malından ve nefsinden dilediğini ver de bizi bu halimizde senin eşle*rin olarak bırak." dediler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[70]

Buhârî'nin Hz. Aişe'den rivayetinde o şöyle anlatır: Kendisini Hz. Peygamber (sa)'e arzederek hibe eden kadınları kıskanır ve: "Bir kadın kendini bir erkeğe nasıl hibe edebilir?" derdim. Allah Tealâ: "Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin...." âyet-i kerimesini indirince ben: "Bakıyorum da Rabbın senin arzunu çabucak yerine getiriyor ve senin hevâ ve hevesin doğrultusunda hemen âyet indiriyor." dedim.[71]

Vâhıdî'nın Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla Hz. Aişe'den rivayetine gö*re o, Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarına: "Bir kadın nefsini bir erkeğe (Meselâ Hz. Peygamber'e) hibe etmekten utanmaz mı?" derdim. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin..." âyet-i kerimesini indirdi. Ben de: "Bakıyorum Rabbm senin arzunu hemen yerine getiriyor, çabu*cak senin hevana uygun âyet indiriyor." dedim. Bu hadisi Buhârî ve Müslim de rivayet etmişlerdir.[72]



52. Bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlenmek ve güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştirmek helâl değildir. Allah her şeyi murakabe edendir.

İbn Sa'd'ın îkrime'den rivayetine göre Hz. Peygamber (sa), İlâ hadisesin*de kadınlarını dünyalıkla Allah, Rasûlü ve âhiret hayatının zenginlikleri arasın*da muhayyer bırakmasını emreden âyet-i kerimenin nüzûlüyle onları muhayyer bırakıp onlar da Allah'ı Rasûlü'nü ve âhiret yurdunun zenginliklerini tercih e-dince Allah Tealâ bu: "Bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlenmek ve güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştir*mek helâl değildir." âyet-i kerimesini indirdi.[73] Ancak Allah Tealâ, daha sonra ve Hz. Peygamber (sa)'in vefatından önce bu yasağı kaldırmasına rağmen Allah'ın Rasûlü (sa), muhayyer bıraktığında Allah'ı ve Rasûlü'nü tercih eden hanımlarından başka bir kadınla evlenmemiştir.[74]

Ayet-i kerimenin "güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştirmek helâl değildir..." kısmının nüzul sebebinde İbn Abbâs: "Esma bint Umeys hakkında nazil oldu. Kocası Ca'fer ibn Ebî Tâlib vefat ettiğinde Hz. Peygamber (sa) onunla evlenmek istedi de bu âyet-i kerime nazil oldu." demişse de Kurtubî bu rivayetin zayıf olduğunu kaydeder.[75]



53. Ey iman edenler, o Peygamber 'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunduğunuz vakit girin ve yemeği yeyince de lâfa dalmadan dağılın. Bu haliniz o Peygamber 'e eziyet veriyordu, o da size bir şey söylemekten utanıyordu. Allah ise hakkı söylemekten utanıp çekinmez. O Peygamber 'in eşlerinden bir eşya istediğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalbleriniz için de, onların kalbleri için de en temiz olandır. Allah 'in Rasûlü'ne eziyet vermeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz de*ğildir. Çünkü bu, Allah katında çok büyük bir günahtır.

Bu âyet-i kerime "Hicâb=örtünme âyeti" olarak meşhur olmuştur ve Hz. Ömer'in isteğine muvafık olarak indiği haberi meşhurdur. Hicâb âyetinin nüzu*lüne sebep olan ve Hicretin beşinci yılı meydana gelmiş bulunan olay veya o-layların ayrıntıları sahih hadis mecmualarında muhtelif kanallardan rivayetle yer almıştır. Maamafih bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başka rivayetler de vardır. Şöyle ki:

a) Enes'den rivayette Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Ey Allah'ın elçisi, senin yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr kimseler de. Binaenaleyh mü'minlerin annelerine örtünmelerini emretsen." dedim de bunun üzerine Allah Tealâ hicâb âyetini indirdi.[76]

Daha önce (Mü'minûn Sûresinin 14. âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üze*re Enes ibn Mâlik'ten gelen bir rivayette Allah Tealâ, sadece bu âyet-i kerime*nin indirilmesinde değil, bununla birlikte üç konuda da onun isteğine muvafık âyet-i kerimeler indirmiştir. Bu rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: Dört şeyde Rabbıma muvafakat ettim:

"Ey Allah'ın elçisi, (İbrahim'in) makamı arkasında namaz kılsak." dedim. Allah Tealâ: "İbrahim'in makamından bir namazgah edinin." (Bakara, 2/125) âyetini indirdi.

"Ey Allah'ın elçisi, hanımların için bir örtü edinsen (hanımlarını kapatsan); onların yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr insanlar da." dedim. Allah Tealâ: "Bir de O'nun hanımlarından lüzumlu bir şey istediğiniz vakit onlardan perde arkasından isteyin." (Ahzâb, 33/53) âyetini indirdi.

Hz. Peygamber (sa)'in eşlerine: "Ya Allah'ın Rasûlü'nden bu istekleriniz*den vazgeçersiniz, ya da Allah sizlerin yerine O'na sizden daha hayırlı eşler verir ve sizi onlarla değiştirir." demiştim. "Eğer o sizi boşarsa, Rabbının, sizin yerinize ona sizden daha hayırlılarını vermesi umulur." (Tahrîm, 66/5) âyeti nazil oldu.

"Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık..." âyet-i kerimesi nazil olduğunda ben: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yü*cedir!" dedim de âyetin sonu bu şekilde nazil oldu (Vahidî, age. s. 220).

Taberî'nin Ebu Eyyûb en-Nehrânî kanalıyla Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir haberde de Hicâb âyetinin nüzulüne Hz. Ömer sebep olmuştur ama anlatılan olay biraz daha farklıdır. Şöyle ki:

Hz. Peygamber (sa)'in hanımları da diğer kadınlar gibi (evlerde tuvalet ol*madığı için) abdest bozmaya geceleri şehir dışında açık araziye çıkarlardı. Hz. Ömer, Hz. Peygamber (sa)'e, (tuvalete çıktıklarında) hanımlarına örtünmelerini emretmesini söylemiş ve fakat Hz. Peygamber (sa) bu hususta bir vahy gelme*diği için onun bu isteğine aldırış etmemişti. Bir gece Hz. Peygamber (sa)'in ha*nımlarından Şevde bint Zem'a tuvalet için Medine dışına çıkmıştı. Şevde, uzun boylu bir hanımdı ve uzaktan o olduğu bilinirdi. Hz. Ömer de arkasından çıktı ve örtünme ilgili bir vahy inmesi hususunda hırslı olduğu için onun arkasından seslendi: "Ey Şevde elbette seni tanıdık." Hz. Aişe der ki: İşte bunun üzerine hicâb (örtünme) âyeti olan: "Ey iman edenler, o Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin...." âyet-i kerimesi nazil oldu.[77]

Buhârî'nin Hz. Aişe'den rivayetle tahric ettiği bu haberde Hz. Sevde'nin başına gelenler Hicâb âyetinin nüzulünden sonradır.[78]

b) Yukarda, Hz. Peygamber (sa)'in Zeyneb bint Cahş ile evlenmeleri hak*kındaki âyet-i kerimenin nüzul sebebinde de geçtiği üzere Enes'den rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa), Zeyneb bint Cahş ile evlendiğinde ekmek ve etle düğün yemeği verildi. Yemeğe insanları davetle ben görevlendirilmiş*tim. Bir grup insan geliyor, yemek yiyor, çıkıyorlar, başka bir grup geliyor, ye*meğini yeyip çıkıyordu. Herkesi çağırdım ve nihayet çağıracağım kimse kalma*yınca: "Ey Allah'ın elçisi, artık çağıracağım kimse kalmadı." dedim. "Yemekle*ri (sofraları) kaldırın
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
34- SEBE' SÛRESİ


Sebe' Sûresi Mekke'de ve Lokman Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Ancak "Kendilerine ilim verilmiş olanlar görürler ki sana Rabbından indirilmiş olan, hakkın ta kendisidir ve Azîz, Hamîd olanın dosdoğru yoluna iletmektedir." (âyet, 6) âyet-i kerimesinin mekkî veya medenî oluşunda ihtilâf vardır. İbn Abbâs bunun da mekkî olduğunu ve burada kastedilenlerin Hz. Peygamber (sa)'in ashabı olan mü'minler olduğunu söylerken Mukâtil de medenî olduğunu ve bunlarla Medine-i Münevvere'de müslüman olan Abdullah ibn Selâm ve onun gibilerin kastedildiğini söylemiştir. Katâde de iki görüşün arasını cem'eylemek üzere kastedilenlerin; ister Mekke'de müslüman olsun, ister Medine'de, ister başka bir yerde, Hz. Peygamber (sa)'in ümmeti olan mü'minler olduğunu söylemiştir.[1]

el-Bahr'de Sûrenin nüzul sebebi olarak şöyle denilmektedir: "Allah'ın münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azâb etmesi için..." (Ahzâb, 33/73) âyet-i kerimesini duyunca Ebu Süfyân, Mekkeli kâfirlere: "Sanki Muhammed bizi, öldükten sonra azâbla tehdit edip yeniden diriltilmekle korkutmak istiyor. Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun ki asla kıyamet kopmıyacak ve biz asla diriltilecek filân da değiliz." demişti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "De ki: Hayır, gaybı bilen Rabbıma andolsun ki o (kıyamet) saati muhakkak size gelecektir..." buyurdu ve Sûrenin kalan kısmı da zaten onları bir tehdit ve korkutmadan ibarettir.[2]

Sûrenin mekkî olduğu görüşü yanında onun bazı âyetlerinin Medine-i Münevvere'de nazil olduğunu gösteren rivayetler de vardır. Bunlardan birisi de Ferve ibn Müseyk el-Murâdî (el-Ğutayfî) hadisidir. O şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa)'e geldim ve: "Ey Allah'ın elçisi, kavmimden benimle gelenlerle (iman edenlerle) birlikte onlardan geride kalan (veya dinden dönen)lerle savaşayım mı?" diye sordum. Onlarla savaşmama izin verdi ve kavmimden müslüman olanlar üzerine beni emir tayin etti.

Ben O'nun yanından çıktıktan sonra beni sormuş ve "Gutayfî ne yaptı?" demiş. Kendisine benim yürüdüğüm, yani Medine'den ayrıldığım haber verilmiş. Peşimden birisini gönderip beni çağırttı, geri geldim, ashabından bazıları ile birlikte oturuyordu. Bana: "Kavmi(nden geride kalanları) İslâm'a davet et; onlardan her kim müslüman olursa müslümanlıklarını kabul et. Müslüman olmiyanlar hakkında da sana bir kötülük yapmadıkça acele etme." buyurdu ve bu konuda Sebe' Sûresinden nazil olan âyetler nazil oldu..."[3] Kİ biraz Sonra yerinde ve tekrar gelecektir.[4]



15. Sebe'liler için yurtlarında bir âyet vardı. Sağlı sollu iki bahçe. Rabbınızın rızkından yeyin ve O'na şükredin. Güzel bir belde ve bir Rabb-ı Gafur.

İbn Ebî Hâtim'in Ali ibn Rebâh'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bana bi*risi anlattı ki Ferve ibn Müseyk el-Gatafânî, Rasûlullah (sa)'a geldi ve: "Ey Al*lah'ın elçisi, Sebe'liler cahiliye devrinde izzet sahibi bir kavim idiler. Korkarım İslâm'dan dönerler. Eğer İslâm'dan dönerlerse onlarla savaşayım mı?" dedi. Hz. Peygamber: "Henüz bu konuda bana bir emir gelmedi." buyurdu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu "Sebe'liler için yurtlarında bir âyet vardı..." âyetlerini İndirdi.[5]



25. De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmazsınız, biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız.

Bu âyet-i kerimenin "âyetü's-Seyf=cihâdı emreden kılıç âyeti"nden önce nazil olduğu söylenmiştir.[6]



31. Küfretmiş olan o kâfirler dediler ki: "Biz, kesin olarak ne bu Kur'ân'a, ne de ondan öncekine inanırız." Bir görseydin hani zalimler Rablarınm huzurunda dikilmişler, bir kısmı bir kısmına söz atıyordu. Güçsüz sayılanlar, büyüklük taslıyanlara diyorlardı ki: "Siz olmasaydınız, biz muhakkak mü 'minler olurduk."

İbn Cüreyc der ki: ""Biz, kesin olarak ne bu Kurân'a, ne de ondan önceki*ne inanırız." diyen Ebu Cehl'dir ve hadise şöyle olmuştur: Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber (sa)'in durumunu sormak üzere Ehl-i kitaba birilerini gönder*mişler ve onlar da: "Biz o son peygamberin vasıflarını kitabımızda buluyoruz.

Muhammed'e şöyle şöyle sorun bakalım." demişler, müşrikler de onların öğret*tiklerini Hz. Peygamber (sa)'e sormuşlar ve aldıkları cevap ehl-i kitabın kitablarında geçen vasıflara uymuştu. İşte bunun üzerine Ebu Cehl veya müşrik*ler: "Bu kitaba da inanmayız, ondan önce indirilmiş olan Tevrat ve İncil'e de inanmayız." deyip küfürlerinde ısrar etmişlerdi.[7]

Bu hadise herhalde İsrâ 85 âyet-i kerimesinin inmesine sebep olan ve orada anlatılan hadise ile aynı olmalıdır. Dolayısıyla bu âyet-i kerime de o olay üzeri*ne inen âyetler cümlesindendir.[8]



34. Uyarıcı gönderdiğimiz her kasabanın varlıklıları dediler ki: "Biz, sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.

İbn Ebî Hatim'in Ebu Razîn'den rivayetle tahricine göre o şöyle anlatıyor: Ortak iki kişi vardı. Bunlardan birisi ticaret için sahil tarafına (veya Şam'a) doğ*ru çıkıp gitti, diğeri de Mekke'de kaldı. Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilince bu Mekke'de kalanı, ortağına yazdı ki "Burada şöyle şöyle birisi çıktı, bunun hakkında ne dersin?" Sahil tarafına ticaret yapmaya çıkıp giden de cevaben: "O ne yaptı, ne yapıyor?" diye hakkında biraz daha bilgi vermesini istedi. Mekke'de kalanı: "Kureyş'ten kimse ona tabi olmadı, hep zayıflar ve yoksullar ona tabi oldular." diye yazdı. Sahil tarafına çıkıp giden ticaretini bıra*kıp geri döndü, arkadaşına geldi. O, bazı kitapları okurdu. Arkadaşına: "Bana o adamı (peygamberi) göster." dedi ve onun delaletiyle Hz. Peygamber (sa)'e geldi, ona: "Neye çağırıyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber (sa) de "Şuna şuna çağırıyorum." diye davetini ona anlattı. Adam: "Ben şehadet ederim ki sen Al*lah'ın Rasûlü'sün." diye şehadet getirip müslüman oldu. Arkadaşı: "O'nun Al*lah'ın elçisi olduğunu nereden bildin?" diye sordu. O: "Allah her ne zaman bir peygamber gönderdiyse hep kavimlerinin güçsüzleri ve yoksulları onlara iman etmişlerdir." dedi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu: "Uyarıcı gönderdiğimiz her kasabanın varlıklıları dediler ki: "Biz, sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr eden*leriz." âyet-i kerimesini indirdi. Rasûlullah (sa) o kişiye haber gönderip çağırttı ve ona: "Allah, senin söylediğinin tasdiki olarak bana şu âyeti indirdi." buyurdu.[9]



50. De ki: "Eğer ben sapacak olursam ancak kendi aleyhime sapmış olu*rum. Şayet hidayete erersem Rabbımın bana vahyetmesinden ötürü ererim. O Muhakkak ki Semî'dir, Karîb'dir.

Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber (sa)'e: "Atalarının dinini terketmekle sapıttın, dalâlete düştün." demeleri üzerine nazil olmuştur.[10]



51. Bir görsen hani onlar korkmuşlardı. Artık kaçacak yerleri de yoktur. Yakın bir yerden yakalanmışlardır.

52. O'na iman ettik. " demişlerdir ama uzak bir yerden imana kolayca nasıl ulaşılır?

53. Halbuki daha önce onu inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden gayba atıp tu*tuyorlardı.

54. Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi onlarla arzuladıkları şeylerin a-rasına bir engel konmuştur.Şüphesiz onlar şiddetli bir tereddüt ve şüphe içinde*dirler.

Bu âyet-i kerimelerde anlatılanlar Bedr Gazvesinde öldürülen müşriklerdir ve âyet-i kerimeler onlar hakkında nazil olmuştur.[11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Râzî, age. XXV,238; Kurtubî, age. XIV,166.

[2] Alûsî, age. xxıı,i02-i03.

[3] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Sebe', 34/1, hadis no: 3222; Ebu Davud, Hurûf, 1, hadis no: 3988.

[4] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/740-741.

[5] Suyûtî, Lübâbu'n-NukOl. 11,84.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/741.

[6] Kurtubî, age. xıv,i9i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/741.

[7] Kurtubî, age. xrv,i93.

[8] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/741-742.

[9] İbn Kesîr, age. VI.508.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/742.

[10] Beğavî, Meâiimus-Sünen,111,563.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/743.

[11] Taben, age. xxn,72.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/743.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
35- FATIR SURESİ


Mekke'de ve Fürkân Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Mecmeu'l-Beyân'da Hasen'in, iki âyetinin medenî olduğunu söylediği be*lirtilir. Bunlar: "Şüphesiz ki Allah'ın kitabını okuyanlar, namaz kılmış olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli, açık infak etmiş bulunanlar bitmez tükenmez bir ticaret umabilirler." (âyet: 29) âyeti ile "Sonra Biz, kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi kendisine zulmedici-dir, kimisi de muktesiddir. Kimi ise Allah'ın izniyle hayırlara koşandır. İşte bu, büyük lûtfun ta kendisidir." (âyet: 32) âyet-i kerimeleridir.[1]



8. Kötü işi kendisine süslenip de onu güzel gören bir midir? Muhakkak ki Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğine de hidayet eder. Öyleyse onlara yanarak kendini harab etme. Şüphesiz ki Allah onların yapmakta olduklarına Alîm 'dir.

Cüveybir'in Dahhâk'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Allahım dinini Hattâb'ın oğlu Ömer'le veya İbn Hişâm'ın oğlu Ebu Cehil ile aziz eyle, güçlendir." diye dua ettiğinde Ömer ibnu'l-Hattâb ve Ebu Cehl ibn Hişâm haklarında nazil olmuştur. Allah Tealâ bunlardan Ömer'e hidayet eylemiş, Ebu Cehl'i de dalâlette bırakmıştır.[2]

Kelbî der ki: "Kötü işi kendisine süslenip de onu güzel gören..." âyet-i ke*rimesi el-As ibn Vâil ve el-Esved ibnu'l-Muttalib haklarında nazil olmuştur.[3]



l8. Günah işleyen hiçbir nefis, başkasının günahını çekmez. Yükü ağır bir kişi onun yüklenilmesini istese -yakını bile olsa- ondan bir şey yüklenmez. Sen ancak görmedikleri halde Rablarından korkanları ve namazı kılmış olanları uyarabilirsin. Kim de arınırsa ancak kendisi için arınmış olur ve \dönüş Al*lah adır.

Rivayete göre bazı mü'minlere: "Muhammed'i inkâr edin; eğer bir günahı varsa ben çekerim." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olmuştur.[4]



29. Şüphesiz ki Allah 'in kitabını okuyanlar, namaz kılmış olanlar ve kendi*lerine rızık olarak verdiğimizden gizli ve açık infak etmekte bulunanlar; işte bunlar bitmez tükenmez bir ticareti umabilirler.

Abdülğanî ibn Saîd es-Sekafî'nin Tefsir'inde İbn Abbâs'tan rivayetle tahricine göre bu âyet-i kerime Husayn ibnu'l-Hâris ibn Abdülmuttafib ibn Abdi Menâf el-Kuraşî hakkında nazil olmuştur.[5] Allah'tan haşyeti yüzünden okunan Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğu da rivayet edil*miştir.[6]



33. Adn Cennetleri, Oraya girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süs*lenirler ve orada elbiseleri de ipektir.

34. Derler ki: "Hamdolsun bizden üzüntüyü gideren Allah'a. Muhakkak ki Rabbımız elbette Ğafûr'dur, Şekûr'dur.

35. Ki O, lûtfuyla bizi kalınacak diyara yerleştirdi. Orada bize ne bir yor*gunluk dokunacak, ne de bıkkınlık gelecektir.

Beyhakî'nin el-Ba's'de ve İbn Ebî Hâtim'in Nüfey' ibnu'l-Hâris kanalıyla Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan rivayetlerinde o şöyle anlatmış: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Allah'ın elçisi, Allah dünyada bizim gözlerimizi uyku ile aydın kıldı. Cennette de uyku var mı?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Hayır, uyku, ölümün ortağıdır (kardeşidir) ve cennette ölüm yoktur." buyurdular. A-dam: "Peki rahatları, istirahatleri ne iledir?" diye sordu. Bu soru Hz. Peygamber (sa)'in zoruna gitti, O'na ağır geldi ve işte bunun üzerine "Orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de bıkkınlık gelecektir." âyet-i kerimesi nazil oldu.[7]



42. Var güçleriyle Allah 'a yemin ettiler ki kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa muhakkak ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir Uyarıcı gelince onların sadece nefretlerini ve uzaklaşma*larını artırdı.

İbn Ebî Hatim'in Ebu Hilâl'den rivayetle tahricinde ona ulaştığına göre ehl-i kitabdan bazılarının peygamberlerini yalanladığı bilgisi kendilerine gelince Kureyşliler: "Kendilerine peygamberler gelip de onları yalanlıyan yahudi ve hristiyanlara Allah la'net etsin. Allah bizden bir peygamber göndermiş olsaydı hiçbir ümmet ona bizden daha itaatkâr, peygamberini bizden daha çok dinler ve kitabına bizden daha sıkı sarılır olmazdı." derlermiş. İşte onların daha önceki bu sözleri üzerine Allah Tealâ: "Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulun*saydı, biz de elbette Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları olurduk." (Sâffât, 37/168-169) ve bu "Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki kendilerine bir uyarıcı gele*cek olursa muhakkak ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacak*lardır..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Aiûsî, age. xxıı,i6i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/744.

[2] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, n,86.

[3] Kurtubî. age. XIV,208.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/744.

[4] aiûsî, age. XXII, 184.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/745.

[5] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,86.

[6] Alûsî, age. XXII,192.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/745.

[7] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, H.86-87.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 745-746.

[8] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, ii,87; aiûsî, age. xxn,205.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/746.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
36- YÂSÎN SÛRESİ


Mekke'de ve Cinn Sûresinden sonra nazil olmuştur. Sadece iki âyet-i ke*rimesinin Medenî olduğu söylenmiştir. Bunlar 12 ve 47. âyetleridir.

Bunlardan: "Şüphesiz ki ölüleri Biz diriltiriz Biz ve onların işlediklerini ve izlerini Biz yazarız. Biz herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır." (âyet: 12) âyet-i kerimesinin, Mescid-i Nebevî'ye uzak olan evlerini Mescid yakınlarında bir yere taşımak isteyen Selime oğulları hakkında olmak üzere Medine-i Münevve-re'de nazil olduğu söylenmiştir.[1] "Onlara: Allah'ın size rızık ola*rak verdiklerinden infak edin, demldiğinde o küfredenler iman etmiş olanlara dediler ki: Dilediği takdirde Allah'ın yedireceği kimseye biz mi yedirelim. Doğ*rusu siz ancak apaçık bir sapıklık içerisindesiniz." (âyet: 47) âyet-i kerimesi ise münafıklar hakkındadır[2] ve inşaallah yerlerinde gelecektir[3]



2. Kur'ân-ı Hakîm'e andolsun ki;

3. Sen, elbette gönderilmiş peygamberlerdensin,

4. Sırât-ı müstakim üzere.

5. Bu, Azîz, Rahîm'in indirmesidir.

6. Babaları uyarılmadığından gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarman için.

7. Andolsun ki onların çoğunun üzerine söz hak olmuştur. Onlar artık iman etmezler.

8. Doğrusu Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar varan demir bukağı*ları geçirdik. Bunun için artık başları yukarı kalkıktır.

9. Önlerinden bir sed ve arkalarından da bir sed çekmişizdir. Gözlerini perdelemişizdir de bu yüzden artık göremezler.

10. Onları ister inzâr et, ister imâr etme, onlar için müsavidir; iman etmez*ler.

a) Ebu Nuaym'ın Delâil’de İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü Ka'benin yanında namaz kılarken secdede kıraati cehren yapar ve Kureyş müşriklerinden bir kısmı da bundan rahatsız o lurdu. Bir gün o bu şekilde namaz kılarken onu yakalayıp eziyet etmek istediler. Ama bir de baktılar ki elleri boyunlarına adeta yapışmış gibi hareket ettiremi-yorlar, gözleri adeta kör olmuş hiçbir şey göremiyorlar. Bu haldelerken Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve "Ey Muhammedd Allah aşkına, akrabalık hakkına bizim için dua et de bu hal bizden kalksın." dediler. Hz. Peygamber de onlar için dua etti de bu hal onlardan gitti ve "Onları ister inzâr et, ister inzâr etme, onlar için müsavidir..." e kadar olmak üzere "Yâsîn, Kur'ân-ı Hakîm'e andolsun ki..." âyetleri nazil oldu.[4]

"Doğrusu Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar varan demir bukağıla*rı geçirdik." âyet-i kerimesinin de özellikle Ebu Cehl hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir. Bu rivayete göre o: "Muhammed'i Ka'be'de namaz kılarken görecek olursam taşla kafasını kıracağım." demiş ve bu söylediğini yapmaya kalkışınca da taş eline, eli de boynuna yapışıp kalıvermiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[5]

b) İkrime'den rivayette o şöyle demiştir: Ebu Cehl: "Eğer Muhammed'i gö*rürsem ona şöyle şöyle yapacağım; vallahi onu ya öldüreceğim, ya da başını taşla yaracağım." demiş ve işte bunun üzerine "Önlerinden bir sed ve arkaların*dan da bir sed çekmişizdir. Gözlerini perdelemişizdir de bu yüzden artık göre*mezler." âyet-i kerimesi nazil olmuştu. Hz. Peygamber yolda giderken Ebu Cehl'e: "İşte Muhammed geliyor." derler, o da: "Hani nerede?" diye sorar, onu göremezdi.[6]

Bu hadise Kurtubî'nin tefsirinde İbn Abbâs'tan rivayetle biraz daha farklı ve geniş olarak şöyle anlatılır: Ebu Cehl ibn Hişâm ve Mahzûm kabilesinden olan iki arkadaşı hakkında nazil olmuştur: Ebu Cehl, "Eğer Muhammed'in Ka'be'de namaz kıldığını görecek olursam mutlaka taşla başını kıracağım." di*ye yemin etmişti. Bir gün Hz. Peygamber (sa)'i namaz kılarken görünce hemen bir taşa yöneldi, aldı ve kaldırıp Hz. Peygamber (sa)'e vurmaya hazırlandı ki o anda elleri boynuna döndü ve taş eline yapışakaldı ve yeminini yerine getireme*den arkadaşlarına dönüp geldi, olanları onlara haber verdi. Bu sefer ikincileri ki el-Velîd ibnu'l-Muğîradır, o da: "Onun başını ben kıracağım." deyip Ka'be'de namaz kılmakta olan Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldi. O da bir taş alıp Hz. Peygamber (sa)'e vurmaya hazırlanırken Allah Tealâ gözlerini kör etti de onu göremedi ve arkadaşlarına doğru geri geri geldi. Onları da göremeyip seslerini işiterek yanlarına gelebildi. "Vallahi onu göremedim, sadece sesini işitiyordum." dedi. Bu sefer üçüncüleri: "Onun kafasını ben kırayım da görün." diyerek kalktı, bir taş aldı ve Hz. Peygamber (sa)'e doğru gitti. Yaklaşınca birden geri*sin geri dönüp kaçmaya başladı da ensesi üstü bayılıp düştü. Ayılınca ona: "Sa*na ne oldu?" diye sordular. "Ona yaklaştığımda onunla aramda kuyruğunu sal*layan büyük bir erkek deve belirdi. Öyle büyük ve korkunçtu ki öylesini hiç görmemiştim. Lât ve Uzzâ'ya yemin edersim ki yaklaşmış olsaydım mutlaka beni yiyecekti." dedi ve işte bu hadise üzerine "Doğrusu Biz, onların boyunları*na, çenelerine kadar varan demir bukağılan geçirdik. Bunun için artık başları yukarı.kalkıktır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[7]



12. Şüphesiz ki ölüleri Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bıraktıklarını (izlerini) Biz yazarız. Biz, herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.

Tirmizî'nin Muhammed ibnu'l-Vezîr kanalıyla Ebu Saîd el-Hudrî'den ri*vayetine göre Selime oğullan Medine'nin bir köşesinde (Mescid-i Nebevî'ye biraz uzak) bir yerdeydiler. Mescid yakınlarında bir yere evlerini nakletmek istediler de "Şüphesiz ki ölüleri Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bırak*tıklarını (izlerini) Biz yazarız...." âyet-i kerimesi nazil oldu ve Rasûlullah (sa) onlara: "Mescide gelirkenki adımlarınızın izleri sayılmaktadır." buyurdular. On*lar da bunun üzerine evlerini Mescid-i Nebevî'nin yakınlarına taşımaktan vaz*geçtiler.[8]

Ebu Saîd'den gelen başka bir rivayette "Selime oğullarının "evlerinin Mescid-i Nebevî'ye uzaklığından şikâyette bulundukları, bunun üzerine âyet-i kerimenin nazil olmasıyla Hz. Peygamber (sa)'in "Ey Selime oğulları, mescide gelirken attığınız adımlar sayılmakta, yazılmaktadır, evlerinizde kalın." buyur*ması üzerine Mescid-i Nebevî yakınlarına evlerini nakletmekten vazgeçtikleri" ifade edilmektedir.[9]

Tirmizî'nin tahric ettiği hadiste olayın, âyet-i kerimenin nüzul sebebi imiş gibi gösterilmesini İbn Kesîr garip görmektedir.[10] Sûre bütü*nüyle Mekke'de nazil olmuş ve istisnası da zikredilmemiş olduğuna göre Seli*me oğulları evlerini, Mescid-i Nebevî yakınlarına taşımak istediklerinde herhal*de Hz. Peygamber (sa), daha önce Mekke-i Mükerreme'de kendisine inen bu âyet-i kerimenin hükmünü onlara hatırlatmış olmalıdır. Zaten Müslim'deki ri*vayette de nüzul kaydı bulunmamaktadır. En doğrusunu Allah bilir.[11]



47. Onlara: "Allah 'in size rızık olarak verdiklerinden in/ak edin. " denildi ğinde o küfreden kâfirler iman etmiş olanlara dediler ki: "Dilediği takdirde Al*lah 'in doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz, ancak apaçık bir sa*pıklık içindesiniz. "

Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk, yoksul müslümanlara yemek yedirir, onları doyu*rurdu. Bir gün yolda ona rastlıyan Ebu Cehl: "Ey Ebu Bekr, Allah'ın bu yoksul*ları doyurabileceğini mi sanıyorsun?" diye sordu. Ebu Bekr: "Evet." dedi. Ebu Cehl: O halde neden onları yedirip doyurmuyor?" diye sordu. Hz. Ebu Bekr: "Allah bir kavmi fakirlikle, diğer bir kavmi de zenginlikle imtihan etmiş; fakir*lere sabretmeyi, zenginlere de yedirmeyi emretmiştir" dedi. Ebu Cehl: "Vallahi ey Ebu Bekr, sen olsa olsa sapıklık içindesin. Sen sanıyor musun ki Allah bun*lara yedirmeye gücü yeterken yedirmemiş de sen onlara yediriyorsun?" dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime ile "Bundan sonra her kim de verir ve sakı*nırsa, bir de o en güzeli tasdik ederse Biz de onu, en kolaya hazırlarız." (Leyi, 92/5-7) âyet-i kerimeleri nazil oldu.[12]



77. Însan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi o, açık*tan açığa apaçık ve katı bir hasım kesiliyor?

78. O, kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi. "Bu çürümüş ke*mikleri kim diriltecekmiş? " dedi.

79. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı Alîm'dir.

80. O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakın ondan ate*şi tutuşturuyorsunuz.

a) Bir gün Ubeyy ibn Halef el-Cumahî, elinde çürümüş bir kemik parçasıyla Rasûlullah (sa)'a doğru yürüdü ve: "Ey Muhammed, şu çürüdükten sonra Al*lah'ın bunu yeniden dirilteceğini mi sanıyorsun?" dedi. Sonra o kemik parçasını elinde ufalayıp Rasûlullâh'a doğru üfleyerek savurdu. Allah'ın Rasûlü (sa): "E-vet, böyle söylüyorum. Allah onu da seni de siz böyle olduktan sonra yeniden diriltecek, sonra da seni cehenneme sokacak." buyurdu ve Allah Tealâ da onun hakkında "Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı Alîm'dir. O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakın ondan ateşi tutuşturuyorsunuz." âyetlerini indirdi.[13] Bu, Mücahid, İkrime, Urve ibnu'z-Zübeyr, Süddî ve Katâde'den de rivayet edilmiştir.[14]

Başka bir rivayette de "İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi? Bir de bakmışsın o insan Allah'a apaçık bir hasım kesilmiş..." (âyet: 77) âyet-i kerimesinden başlıyarak sûrenin sonuna kadar onun bu sözü üzerine nazil olduğu belirtilmektedir.[15]

Hâkim'in "Sahihtir." değerlendirmesiyle İbn Abbâs'tan rivayetle tahric et*tiği bir hadise göre bu sözü söyleyen el-Asî ibn Vâil'dir.[16]

b) Saîd ibn Cübeyr'den gelen bir rivayette bu sözü söyleyenin el-As ibn Vâil es-Sehmî olduğu zikredilirken İbn Abbâs'tan daha garip bir rivayet gelmiş*tir. Buna göre elinde çürümüş bir kemikle Hz. Peygamber (sa)'e gelen ve: "Ey Muhammed, çürümüşken bunu Allah nasıl diriltecek?" diye soran Abdullah ibn Übeyy'dir. Hz. Peygamber (sa) ona: "Allah bunu elbette diriltecek, seni de öl*dürecek, sonra da cehenneme koyacak." buyurmuş ve Allah Tealâ da: "De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek..." âyet-i kerimesini indirmiş.[17]

Bu, âyet-i kerimelerin Medine-i Münevvere'de nazil olduğu anlamına gel-mekteyse de âyetin nüzul sebebinde meşhur olan habere göre âyet-i kerimeler Übeyy ibn Halef hakkında ve Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuş olup belki de Hz. Peygamber aynı soruyu soran Abdullah ibn Übeyy'e daha önceden nazil olan bu âyet-i kerimeleri okumuş olmalıdır. Zaten âyet-i kerimenin hükmü, nü*zul sebebi ne olursa olsun yeniden diriltilmeyi inkâr eden herkes hakkında ge*neldir.[18]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kumıbî, age. xv,3

[2] aiûsî, age. xxn,209.

[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/747.

[4] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl. II,88.

[5] Râzî, age. xxvi,44.

[6] Taberî, age. XXII,99.

[7] bak: el-Câmiu li-Ahkâmi'il-Kur'ân, xv,7.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/748-749.

[8] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Yâsîn, 36/1, hadis no: 3226. Benzer bir rivayet için bak: Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,332-333.

[9] Vahidî, age. s. 258; Müslim, Mesâcid, 280,281.

[10] ibn Kesîr, age. vı,553.

[11] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/749.

[12] Kurtubî, age. xv,26.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/750.

[13] ibn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,361-362

[14] ibn Kesîr, age. vi,579.

[15] Vahidî, age. s. 195.

[16] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, n,90.

[17] Taben, age.

[18] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/751.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
38- SÂD SÛRESİ


Mekke'de ve Kamer Sûresinde» sonra nazil olmuştur. Medenî olduğu da söylenmişse de ed-Dânî'nin söylediği gibi, sahih değil*dir.[1]



1. Sad. Zikir dolu Kur'ân'a yemin olsun.

2. Hayır, o küfredenler boş bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.

3. Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik de onlar çığlıklar kopardı*lar. Halbuki kurtulmak vakti değildi.

4. Kiifredenler, içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşmışlardı da demiş*lerdi ki: "Bu, çok yalancı bir büyücüdür.

5. Tanriları bir tek tanrı mı kıldı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. "

6. Onların elebaşılarından bir grup: "Yürüyün ve tanrılarınız üzerinde di*renin. Şüphesiz ki bu, sizden istenen bir şeydir. " diyerek kalkıp gitiler.

7. "Biz bunu, diğer dinde de işitmedik. Bu ancak bir uydurmadır.

8. Aramızda zikir O'na mı indirilmiş? " Hayır, onlar zikrimden şüphe için*dedirler. Hayır, onlar henüz azabımı tutmamışlardı.

Tirmizî'nin Mahmud ibn Ğaylân ve Abd ibn Humeyd kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatmış: Ebu Talib hastalandığında Kureyş onun yanına geldiler, onlar Ebu Talib'in yanında otururlarken Hz. Peygamber (sa) de geldi. Ebu Talib'in yanında sadece bir kişinin oturabileceği bir yer kalmıştı. Ebu Cehl, Hz. Peygamber (sa)'in geldiğini görünce gelip o boş yere am*casının yanına oturmasını engellemek istedi, kalkıp oraya kendisi oturdu ve O'nu, Ebu Talib'e şikâyet etti. Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu kavminden ne istiyorsun?" dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ben onlardan sadece bir tek kelime is*tiyorum. O kelimeyle bütün Araplar onlara boyun eğecek ve Acemler kendileri*ne cizye verecekler." dedi. Ebu Talib: "Bir tek kelime mi?" dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Evet bir tek kelime. Ey amca, Yegâne ilâh Allah'tır desinler." de*di. "Tanrıları bir tek tanrı mı kıldı? Doğrusu bu şaşırtıcı bir şey... Biz bunu di*ğer dinde de işitmedik. Bu ancak bir uydurmadır" (âyet: 5-7) dediler de işte on*lar hakkında bu "Sâd. Zikir dolu Kur'ân'a yemin olsun. Hayır, o küfredenler boş bir gurur ve bir parçalanma içindedirler." âyet-i kerimeleri nazil oldu.[2] Râzî bu hadisenin Hz. Ömer'in müslüman olmasından sonra meydana geldiği ve Kureyş'in ileri gelenlerinden 25 kişinin Ebu Tâlib'e geldikleri ayrıntısına da yer vermektedir.[3]

Taberî'nin de kendi isnadıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde bu hadise üzerine sûrenin ilk beş âyetinin, yine ondan gelen başka bir rivayette ise ilk sekiz âyeti*nin İndiği belirtilmiştir.[4]

İçlerinden "Yürüyün ve tanrılarınız üzerinde direnin. Şüphesiz ki bu, siz*den istenen bir şeydir." diyerek kalkıp gidenin Ukbe ibn Ebî Muayt olduğu da Mücahid'den rivayet edilmiştir.[5]

Müfessirler bu hadisenin aynı sûredeki "Onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad ve kazıkların sahibi Fir'avn de yalanlamıştı (âyet: 12) âyet-i kerimesinin nüzul sebebi olarak zikretmektedirler. Bu anlatımda Hz. Ömer'in müslüman olması*nın Kureyş'e ağır geldiği ve bu gidişe bir dur demek üzere Kureyş ileri gelenle*rinin Ebu Talib'e el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın teklifi üzerine gittikleri ayrıntıları da bulunmaktadır.[6]



16. Ve dediler ki: "Rabbımız hesab gününden önce bizim payımızı çabuklaştırıver. "

el-Hâkka Süresindeki "Amma kime de kitabı sağından verilmişse..." (Hak*ka, 69/19) âyet-i kerimesi nazil olunca müşrikler sırf alay olsun diye: "Bizim kitabımızı dünyada hemen veriver." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[7]



28. Yoksa Biz, iman etmiş ve salih ameller işlemiş olanları, yeryüzünde bozgunculuk edenler gibi mi kılarız? Yoksa Biz, müttakîleri günahkârlar gibi mi tutarız?

Kureyş müşriklerinden bazıları mü'minlere: "Ahirette bize, size verilme*yen hayırlar verilecek." demişlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.

İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir habere göre ise Bedr günü savaştan önce mübareze için çıkan Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ubeyde ibnu'l-Hâris ile bunların karşılarına çıkan müşrikler Utbe, Şeybe ve el-Velîd ibn Utbe hakkında nazil olmuştur.[8]



62. Ve dediler ki: "Bizim kendilerini kötülerden saydığımız adamları niçin burada görmüyoruz?

63. Onları alaya almıştık. Yoksa şimdi gözlere görünmez mi oldular? "

Mücâhid'den rivayet edildiğine göre Ebu Cehl, Ümeyye ibn Halef ve Bedr'de mldürülen Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri ile mü'minlerden onların alaya aldıkları ve küçük gördükleri Ammâr, Suheyb, Selman, Habbâb, Bilâl ve benzeri zayıf müslümanlar hakkında nazil olmuştur.[9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Alûsî, agte. XXm,160.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/755.

[2] Tırmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Sâd, 38/1, hadis no: 3232; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1.362

[3] Râzî, age. XXVI, 177.

[4] Taberî, age. XXin,79.

[5] Taberî, age. xxm,80.

[6] Vahidî, age. s. 259.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/755-756.

[7] Beğavî, age. IV,50.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/756.

[8] aiûsî, age. xxm,i89.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/757.

[9] aiûsî, age. xxm,2i8.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/757.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
39- ez-ZUMER SÛRESİ


Mekke'de ve Sebe' Sûresinden sonra nazil olmuştur.

İbn Abbâs'tan rivayetle "Allah sözün en güzelini ahenkli, ikişerli bir kitab halinde indirmiştir. Rablanndan korkanların ondan derileri ürperir, sonra hem derileri, hem de kalbleri Allah'ın zikrine karşı yumuşar..." (âyet: 23) ve "De ki ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umudu*nuzu kesmeyin..." (âyet: 53) âyet-i kerimesi olmak üzere iki âyetinin:

"De ki ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım..." âyetinden başhyarak yedi âyetinin Medine'de Vahşî ve arkadaşları hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir ki yerinde ayrıntılı olarak gelecektir.[1]



3. İyi bil ki hâlis din Allah'ındır. O'ndan başka velîler edinenler, onlara, sırf bizi Allah 'a yaklaştırsın diye dua ediyoruz. " derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah, yalancı ve çok küfreden kimseye hidayet eylemez.

Cüveybir'in İbn Abbâs'tan bu âyet hakkında tahric ettiği bir haberde o şöy*le diyor: Bu âyet-i kerime üç kabile hakkında; Amir, Kinâne ve Selime oğulları hakkında nazil oldu. Onlar, putlara tapar, melekler Allah'ın kızlarıdır, biz onla*ra, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz." Derlerdi.[2]



8. İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman Rabbına yönelerek O'na yalvarır. Sonra O, kendi katından ona bir nimet verince önceden O 'na yalvarmış olduğunu unutuverir ve Allah yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "Küfrünle biraz eğlenedur. Muhakkak ki sen cehennem ashabındansın.

Mukâtil, bu âyet-i kerimenin Ebu Huzâfe ibnu'l-Muğîra el-Mahzûmî hak*kında nazil olduğunu söylemiştir. Utbe ibn Rabia hakkında indiği de söylenir.[3]



9. Yoksa o geceleyin secde ederek kıyamda durarak itaat eden, âhiretten korkan ve Rabbının rahmetini dileyen kimse gibi midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olurlar mı? Doğrusu ancak akıl sahipleri tezekkür ederler.

Atâ rivayetinde İbn Abbâs bu âyet-i kerimenin Hz. Ebu Bekr hakkında; İbn Ömer, Hz. Osman ibn Affân hakkında; Mukatil de Ammâr ibn Yâsir hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[4]

Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de İbn Mes'ûd, Ammâr ibn Yâsir ve Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[5]

Aslında bu rivayetlerde adı geçen her sahabî ayrı ayrı bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olmaya yaraşır ibadetlerde bulunan kimselerdi. Allah onlardan razı olsun.[6]



10. ...Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir.

Daha önce (Bakara, 2/245 ve 261) âyetlerinin nüzul sebebinde geçtiği üze*re İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim, Sahîh'inde İbn Hıbbân, İbn Merdûye, Şuabu'l-İman'da Beyhakî'nin ve Musned'inde Ebu Hatim el-Bustî'nin İbn Ömer'den rivayetle tahriclerinde o şöyle demiştir: "Mallarını Allah yolunda harcıyanların misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." âyeti nazil olunca Hz. Peygamber (sa): "Rabbim ümmetime artır dedi de "Kimdir o ki Al*lah'a güzel bir ödünç versin de Allah onu kat kat, birçok katlar artırsın." (Baka*ra, 2/245) âyeti nazil oldu. Efendimiz (sa): "Rabbim ümmetime daha artır." dedi de bu sefer "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Munzir'in Süfyân'dan rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in ümmetine artırmayı ifade eden âyetlerin sırası biraz değişik olup şöyledir: "Her kim bir hasene işlerse ona on misli var." (En'âm, 6/160) âyeti nazil olunca Hz. Pey*gamber (sa: "Rabbim, ümmetime artır." dedi, "Kimdir o ki Allah'a güzel bir borç verir..." âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) yine: "Rabbim, ümmetime artır." dedi de "Mallarını Allah yolunda harcıyanların misali bir dâne gibidir ki o dâne yedi başak bitirir..." (Bakara, 2/261) âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) tekrar: "Rabbim ümmetime artır." dedi de bu "Sabredenlere ecirleri elbette hesapsız olarak verilecektir." âyeti nazil oldu.[7]

Bu âyet-i kerimenin Habeşis'tan'a hicret edenler hakkında nazil olduğu gö*rüşü yanında Ca'fer ibn Ebî Tâlib ve arkadaşlarının gördükleri eziyet ve işken*celere sabrederek dinlerinde sebatları üzerine indiği de söylenmiştir.[8]



11. De ki: "Ben, dini yalnız Allah'a tahsis ederek ibadet etmekle emrolundum.

Mukâtil der ki: Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e: "Bize getirdiğin bu dine seni sevkeden nedir? Babanın, dedenin ve kavminin ileri gelenlerinin dinini görmez misin; onlar Lât ve Uzzâ'ya tapmaktadırlar." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[9]



17. Tâğût'a tapmaktan kaçınıp Allah'a yönelenlere; işte onlara müjde var*dır. Öyle ise kullarımı müjdele.

18. Onlar ki sözü dinlerler de en güzeline tabi olurlar. İşte bunlar; Allah 'm kendilerine hidayet buyurduğu kimselerdir ve işte bunlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.

İbn Zeyd, bu âyet-i kerimenin, câhiliye devrinde bir tek Allah'a kulluk e-den, "Yegâne ilâh Allah'tır." diyen üç kişi hakkında; Zeyd ibn Amr ibn Nüfeyl, Ebu Zerr el-Ğıfarî ve Selman el-Fârisî hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[10]

İbn Kesîr der ki: Sahîh olan bu âyet-i kerimenin hem onlara, hem de onlar gibi Tâğût'a, putlara tapınmaktan sakınıp Allah'a dönen herkese şamil olması*dır.[11]

İbn Abbâs'tan rivayetle Atâ der ki: Hz. Ebu Bekr iman edip Hz. Peygam*ber (sa)'i tasdik ettiğinde Hz. Osman, Abdurrahman ibn Avf, Talha, Zübeyr, Saîd ibn Zeyd ve Sa'd ibn Ebî Vakkâs O'na gelerek bu yeni dini sormuşlar ve ona tabi olarak onlar da iman etmişlerdi, tşte onlar hakkında bu: "Öyle ise kullanmı müjdele. Onlar ki sözü dinlerler de en güzeline tabi olurlar..." âyet-i ke*rimesi nazil oldu.[12]

Cüveybir'in kendi senediyle Câbir ibn Abdullah'tan rivayetine;göre "Onun yedi kapısı vardır..." (Hıcr, 15/44) âyet-i kerimesi nazil olduğunda Ansardan bir adam Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, benim yedi kölem vardı; onun her bir kapısı için bir köle olmak üzere hepsini azat ettim." dedi de işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[13]



22. Allah kimin göğsünü İslâm 'a açmışsa artık o, Rabbından bir nur üzere*dir. Allah 'in zikrinden (Allah 'in zikrine karşı) kalbleri katılaşmış olanların da vay haline. İşte onlar apaçık bir dalâlet içindedirler.

Hz. Hamza, Hz. Ali, Ebu Leheb ve çocukları hakkında nazil olmuştur. Ayet-i kerimedeki "Allah'ın kalblerini İslâm'a açtıkları" Hz. Hamza, Hz. Ali ve çocukları; "Allah'ın zikrine karşı kalbleri katılaşmış olanlar" ise Ebu Leheb ve çocuklandir.[14]



23. Allah, sözlerin en güzelini birbiriyle ahenkli ve katmerli bir kitab halin*de indirmiştir...

Daha önce (Yûsuf Sûresi'nin 3. âyetinin nüzul sebebinde) de geçtiği üzere Avn ibn Abdullah'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'ın ashabı (Rasûlullah (sa)'a inen Kur'ân âyetleri dinlemekten) usandılar ve "Ey Allah'ın elçisi, bize başka bir şeyler anlatsan." dediler de Allah Tealâ bu: "Allah, sözle*rin en güzelini birbiriyle ahenkli ve katmerli bir kitab halinde indirmiştir..." âyet-i kerimesini indirdi. Bir süre sonra tekrar usandılar ve: "Ey Allah'ın elçisi, bize kendi sözün ve Kur'ân'ın dışında bir şeyler anlatsan." dediler. Bununla onun, kendilerine hikâyeler anlatmasını istiyorlardı. Bunun üzerine de Allah Tealâ: "Biz, sana bu Kur'ân'1 vahyetmekle kıssaların en. güzelini sana anlatıyo*ruz." (Yûsuf, 12/3) âyet-i kerimesini indirdi. Mus'ab ibn Sa'd'den, onun da ba*bası Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan rivayet ettiği bir haberde de inen âyetlerin sırası yukardakinin tersinedir[15].



24. Zalimlere: "Kazandıklarınızın karşılığını tadın." denilirken kıyamet günü yüzünü azabın kötüsünden kim koruyacak?

Bu âyet-i kerimenin Ebu Cehl hakkında nazil olduğu söylenir.[16]



36. Allah kuluna kâfi değil mi? Seni O 'ndan başkalarıyla mı korkutuyorlar? Allah kimi dalâlette bırakırsa artık onu hidayete erdirecek kimse yoktur.

Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den rivayetle tahricine göre ona da bir adam şöyle anlatmış: Hz. Peygamber (sa)'e Kureyş müşrikleri: "Ya putlarımıza sövmeyi bırakırsın ya da putlarımıza söyleriz seni çarpar ve delirtir.", veya "Putlarımızı ayıplamayı bırakmıyacak olursan onlar seni çarpar veya delirtir." dediler de "Seni O'ndan başkalarıyla mı korkutuyorlar?" âyet-i kerimesi nazil oldu.[17]



38. Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan mu*hakkak "Allah 'tır. " diyecekler. De ki: "Öyleyse söyleyin bakalım; Allah bana bir zarar vermek istese, O 'nu bırakıp ta tapındıklarınız O 'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse O'nun rahmetini Önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter. " Tevekkül edenler O 'na tevekkül etsinler.

Mukâtil der ki: Hz. Peygamber: "Öyleyse söyleyin bakalım; Allah bana bir zarar vermek istese, O'nu bırakıp ta tapındıklarınız O'nun verdiği zararı gidere*bilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse O'nun rahmetini önleyebilir mi?" diye sormuş da Mekke müşrikleri cevap verememişler ve susmuşlar; bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş. Bir rivayete göre ise: "Alah'ın takdir ettiği bir şeyi elbette savamazlar ama şefaat ederler." diye cevap vermişler de bu âyet-i kerime nazil olmuş.[18]



49. Însana bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimizde "Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir. " der. Hayır, bu bir imti*handır, ama çokları bilmezler.

Bu âyet-i kerimenin Huzeyfe ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olduğu söylenir.[19]



53. De ki: "Ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım, Allah 'in rah*metinden umudunuzu kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Hiç kuşkusuz O, Ğafûr'dur, Rahîm 'dır.

a) İbn Abbâs'tan rivayete göre şirk ehlinden bir çok kişiyi öldürmüş, çok zina yapmış bazı kimseler Muhammed (sa)'e geldiler ve: "Senin söylediklerin ve kendisine çağırdığın şey güzel. Keşke bizim yapmış olduğumuz günahların bir keffâreti olduğunu bize haber verebilsen (de biz de müslüman olsak)." dedi*ler de "Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler..." (Fürkan, 25/68) ve "De ki: "Ey kendi nefislerine karşı ölçüyü aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden umudu*nuzu kesmeyin..." âyet-i kerimeleri nazil oldu.[20]

b) Daha önce (Fürkan Sûresi' nin 68. âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre ise sadece bu âyet-i kerime değil, bununla birlikte bunu takip eden iki âyet-i kerime daha Hz. Hamza'nın katili olan Vahşî hakkında Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. O, şöyle anlatıyor:

Vahşî, Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Muhammed, senden eman dileyerek geldim, bana eman ver ki Allah'ın kelâmını dinleyeyim." dedi. Rasûlullah (sa): "Seni etrafımda görmemeyi daha çok isterdim. Ama madem ki eman dileyerek geldin, peki Allah'ın kelâmını dinlemek üzere civarımda olabi*lirsin." buyurdular. Vahşî: "Ben Allah'a ortak koştum, Allah'ın haram kıldığı cana kıydım ve zina ettim, bana tevbe var mıdır?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa) susup cevap vermediler de sonuna kadar "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler..." (Fürkan, 25/68) âyet-i kerimesi nazil oldu. Rasûlullah (sa) bu âyeti Vahşî'ye okudular. Vahşî: "Bunda bir şart görüyorum; belki de ben salih amel işlemeyeceğim. En iyisi ben, Allah'ın başka bir kelâmını dinlemek üzere senin civarında kalmaya devam edeyim." dedi (ve müslüman olmadı) da bunun üzerine "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki-leri ise dilediğine bağışlar." (Nisa, 4/48) âyet-i kerimesi nazil oldu. Hz. Pey*gamber (sa), Vahşı'yi çağırarak ona bu sefer bu âyet-i kerimeyi okudu. Vahşî: "(Bunda da bir şart var), Belki de ben, Allah'ın dilediklerinden değilim. Ben en iyisi Allah'ın başka bir kelâmım dinlemek üzere civarında olmaya devam ede*yim." dedi (ve yine müslüman olmadı). Bunun üzerine işte bu "De ki: Ey kendi*lerine israf etmiş olan kullarım, Allah'ın rahmetinden umutsuzluğa düşmeyin..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Bu âyet-i kerimeyi işitince Vahşî: "Evet, işte şimdi bu âyette herhangi bir şart görmüyorum." dedi ve müslüman oldu.[21]

c) Daha önce (Fürkan Sûresi'nin 68-70 âyetlerinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a: "Allah katında hangi günah en büyüktür?" diye sordum (veya soruldu) da O: "Allah seni yaratmışken ona başka birini denk ve eş koşmandır." buyurdular. "Sonra hangisi?" dedim, "Sonra seninle beraber yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir." buyurdular. "Sonra hangisi?" diye sordum, "Komşunun hanımıy-la zina etmendir." buyurdular ve işte Rasûlullah (sa)'ın bu sözünü tasdik olarak "Onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar..." (Fürkan, 25/68) âyet-i kerimesi nazil oldu.[22]

İbn Cüreyc kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre ise işbu "De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine ileri giden kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Hiç kuşkusuz Allah, bütün günahları mağfiret buyurur." âyet-i kerimesi de bunun üzerine nazil olmuştur.[23]

d) İbn Abbâs şöyle anlatıyor: "Muhammed, putlara tapan, Allah'ın haram kıldığı cana kıyan kimselerin bağışlanmıyacağını iddia ediyor. Biz Allah ile bir*likte putlara tapındık ve Allah'ın haram kıldığı canlara kıydık nasıl müslüman olup hicret edelim?" diyen mekkeliler hakkında nazil oldu."[24]

Vahidî'nin Abdurrahman ibn Muhammed es-Serrâc kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetine göre müşriklerden bazı kimseler çok cana kıymışlar, çok zina etmişler, sonra da Hz. Muhammed (sa)'e gelerek: "Senin bu kendisine da*vet ettiğin şey (din) çok güzel ama bir de şu yaptıklarımızın keffareti var mı yokmu bize haber versen." demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[25]

Bu hadise daha önce Fürkan 25/68-70 âyetlerinin nüzul sebebi olarak geç*mişti

e) İbn Ömer de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Ayyaş ibn Rabîa, el-Velîd ibnu'l-Velîd ve bir grup müslüman hakkında nazil olan âyetler cümlesindendir. Bunlar Mekke'de müslüman olmuşlar, sonra müşriklerin işkencelerine maruz kalmışlar ve bu işkencelere dayanamıyarak tekrar İslâm'dan dönmüşlerdi. Bu âyet-i kerime nazil olunca Hz. Ömer, okuma yazma biliyordu. Bu âyet-i kerimeyi yazarak Ayyaş ibn Rabîa, el-Velîd ibnu'l-Velîd ve arkadaşlarına gönderdi. Onlar da tekrar müslüman olarak hicret ettiler.[26]

Vâhıdî'nin Ebu İshak el-Mukrî kanalıyla Ömer'den rivayetine göre o şöyle anlatmıştır: Hicret etmeye karar verdiğimiz zaman ben, Ayyaş ibn Ebî Rabîa ve Hişâm ibnu'1-As ibn Vâil birlikte hicret etmek üzere sözleşmiş; toplanma yeri*miz Ğıfar oğullan'nın mikat yeri olan Menâsıf olsun. İçimizden kim yakalanır da oraya toplanma zamanında gelemezse oraya gelenlerimiz beklemeyip yolla*rına devam etsin, diye sözleşmiştik. Ben ve Ayyaş ibn Ebî Rabîa buluşma yeri*ne geldik ama Hişâm gelemedi, meğerse yakalanmış ve kendisine yapılan iş*kencelere dayanamıyarak İslâm'dan dönmüş. Biz Medine-i Münevvere'ye gel*dik. "Allah bunların tevbesini kabul etmez; öyle bir kavim ki Allah'ı ve Rasûlü'nü bilmiş, sonra da kendilerine yapılan dünyevî işkenceler üzerine tek*rar İslâm'dan dönmüş. Elbette Allah bunların tevbesini kabul etmez." diyorduk. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Mütekebbir için cehennemde bir karargâh olmaz olur mu?" ya kadar olmak üzere "De ki: Ey kendilerine karşı israf eden, ölçüyü kaçıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin..." (âyet: 53-60) âyet-i kerimeleri nazil oldu. Ben bu âyetleri kendi ellerimle yazdım, sonra da Mekke'de bulunan Hişâm'a gönderdim. Hadisenin bundan sonrasını Hişam şöy*le anlatıyor: Ömer'in mektubu bana gelince onu aldım ve Zî Tuvâ'ya çıktım: "Allahım, bunları anlamayı bana nasib et." diyordum. Çok geçmeden bu âyetle*rin benim hakkımda nazil olduğunu anladım, hemen dönüp deveme bindim ve Rasûlullah'a, Medine'ye iltihak ettim."[27]

Muhammed ibn İshak'in Hz. Ömer'den rivayetinde ise bu âyet-i kerimeden başlıyarak 60. âyete kadar olan âyetler de bu hadise üzerine nazil olduğu ifade edilmektedir.[28]



64. De ki: "Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz ey cahiller?"

65. Andolsun sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur ki eğer Allah 'a ortak koşarsan şüphesiz amellerin boşa gider ve muhakkak hüsrana uğrıyanlardan olursun.

İbn Ebî Hatim ve başkaları bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde İbn Abbâs'tan şöyle' naklederler: Mekke müşrikleri, bilgisizliklerinden, Hz. Pey*gamber (sa)'i kendi ilâhlarına ibadet etmeye çağırdılar ve dediler ki: "Sen bizim ilâhlarımıza ibadet edersen biz de seninle birlikte senin ilâhına ibadet ederiz." İşte bunun üzerine "De ki: "Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz ey cahiller?" Andolsun sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur ki eğer Allah'a ortak koşarsan şüphesiz amellerin boşa gider ve muhakkak hüsrana uğrıyanlardan olursun." âyet-i kerimeleri nazil oldu.[29]



64. De ki: "Bana, Allah 'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz ey cahiller?!"

65. Andolsun ki sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur ki: "Eğer Allah 'a ortak koşarsan hiç şüphesiz amellerin boşa gider ve muhakkak hüsrana uğrayanlardan olursun.

66. Hayır, yalnız Allah 'a kulluk et ve şükredenlerden ol.

Beyhakî'nin Delâil'de el-Hasenu'1-Basrî'den rivayetle tahric ettiği bir ha*berde o şöyle anlatıyor: Müşrikler: "Ey Muhammed, babalarının ve atalarının dalâlette olduklarını mı iddia ediyorsun? Yani onlar dalâlette miydiler?" dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: "ve şükredenlerden ol."a kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeleri indirdi.[30]

Müşriklerin, Hz. Peygamber (sa)'e "atalarının dalâlette olmadıkları iddia*sıyla Allah'la birlikte kendi ilâhlarına da tapınmaya davetleri üzerine bu âyet-i kerimeler yanında Kâfirûn Sûresi de nazil olmuştur ki inşaallah o Sûrenin nüzul sebebinde ayrıca zikredilecektir.[31]



67. Allah'ı hakkıyla takdir edemediler... O, müşriklerin koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir, çok yücedir

a) Ammâr kanalıyla Rebî'den rivayet edildiğine göre "O'nun kürsüsü gök*leri ve yeri kucaklamış, o kadar geniştir." (Bakara, 2/255) âyeti nazil olduğunda Hz. Peygamber (sa)'in ashabı: "Ey Allah'ın elçisi, bu Kürsî gökleri ve yeri ku*şatacak kadar geniş. Peki Arş nasıldır?" diye sordular da bunun üzerine Allah Tealâ: "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler... O, müşriklerin koşmakta oldukları ortaklardan münezzehtir, çok yücedir." âyetini indirdi.[32]

b) Tirmizî'nin Abdullah ibn Abdurrahman kanalıyla İbn Abbâs'tan rivaye*tinde o şöyle anlatıyor: Bir Yahudi, Hz. Peygamber (sa)'e uğramıştı. Hz. Peygamber (sa) o Yahudiye: "Ey yahudi, bize anlatsana." buyurdular. Yahudi: "Ey Ebu'l-Kasım, nasıl diyorsun? Allah gökleri şunun, yeri şunun, suyu şunun, dağ*ları şunun, diğer yaratıkları da şunun üzerine koyduğunda bu nasıl olur dersin?" dedi. Ravi Ebu Cafer Muhammed ibn's-Salt önce en küçük parmağını, sonra da başparmağa doğru sırayla diğer parmaklarına işaret edip şöyle devam etti: İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler..." âyet-i keri*mesini indirdi. [33]

Bu hadiseyi Vahidî de Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla Alkame'den rivayetle şöyle anlatıyor: Ehl-i kitabdan birisi Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Ebu'l-Kasım, bana ulaştığına göre Allah bütün yaratıkları bir parmağı, yerleri bir parmağı, ağaçları bir parmağı, toprağı bir parmağı üzerinde taşıyormuş." demişti. Bunu duyan Allah'ın Rasûlü öyle güldü ki yan dişleri (nevâciz dişleri) göründü ve bunun üzerine Allah Tealâ: "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler..." âyet-i keri*mesini indirdi.[34]

Bu rivayetlere nazaran âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil ol*muş olması gerekir. Halbuki Sûre mekkîdir ve mekkî bu sûre içinde bu âyet-i kerimenin medenî olduğu rivayetine de rastlamıyoruz. Yani bu âyet-i kerimenin de Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğu düşünülürse özellikle yahudi ile ilgili rivayette "âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu." ibaresi yerine bazı rivayet*lerde "Hz. Peygamber bu âyet-i kerimeyi okudu." şeklinde geçmektedir ki buna göre âyet-i kerime Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuş, Medine-i Münevve-re'de o yahudi gelip de Allah'ı hakkıyla takdir edemediklerini gösteren sözler sarfedince Hz. Peygamber de kendisine daha önceden nazil olmuş bulunan bu âyet-i kerimeyi ona okumuştur. Veya ikinci bir ihtimal olarak bu âyet-i kerime*nin biri Mekke'de, diğeri de bu olay üzerine Medine'de olmak üzere iki kere nazil olduğunu söylemek durumunda kalırız.[35]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, age. xv,i5i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/758.

[2] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi,11,93; Alûsî, age. XXIH,235.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/758.

[3] Beğavî, age. IV,73.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/759.

[4] Vahidî, age. s 260.

[5] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,94.

[6] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/759.

[7] Kurtubî, age. m,i97; suyûtî, ed-Dumı'i-Mensür fi't-Tefsîri'1-Me'sûr, 1,747.

[8] Bagavî, age IV,74.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/759-760.

[9] Râzî, age. xxvi,254.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/760.

[10] Vahidî, age. s. 260; Taberî, age. XXIII, 132.

[11] İbn Kcsîr. age. VII.81.

[12] Vahidî, age. s. 260.

[13] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, n,94-95.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/760-761.

[14] Vahidî, age. s. 260.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/761.

[15] Taberî, age. XI1,9O; Vahidî, age. s. 189, 261.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/761.

[16] Aiûsî, age.XXin, 261.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/762.

[17] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,95-96; Alûsî, age. XXIV,5.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/762.

[18] Kurtubî, age. xv,i68.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/762.

[19] Kurtubî, age. XV, 173.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/763.

[20] Buhârî, Tefsîm'i-Kurân, 39/u Müslim,İman, 193.

[21] Vahidî, age. 236-237.

[22] Buhân, Tefsîru'l-Kur'ân, 25/2; Edeb, 20; Diyât, 1; Müslim, İman, 142; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,380,431.

[23] ibn Kesîr, age. vi,i35.

[24] Vahidî, age. s. 26i.

[25] Vahidî, age. s. 261.

[26] Vahidî, age. s. 26i.

[27] Vahidî, age. s. 262.

[28] İbn Kesîr, age. VII. 100-101.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/763-765.

[29] ibn Kesîr, age. VII, 103.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/765-766.

[30] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, iı,98-99.

[31] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/766.

[32] Taberî, age. m,7.

[33] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ziimer, 39/4, hadis no: 3240; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,324.

[34] Vahidî, age. s. 262; Buhârî, Tevhid, 19; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,378.

[35] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/766-767.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
40- ĞÂFİR (MÜ'MİN) SÛRESİ


Mekke'de ve Zümer Sûresinden sonra nazil olmuştur. Ebu Hayyân, Sûre*nin Mekkî oluşunda icmâ olduğunu söyler.

Ancak Hasen'den, beş vakit namazın Medine-i Münevvere'de farz kılındı*ğı gerekçesiyle (Halbuki beş vakit namaz Medine'de değil Mekke'de farz kı*lınmıştır, meşhur ve sahih olan budur)"Şimdi sen sabret, Allah'ın va'di mutlaka haktır ve günahının mağfiret olunmasını dile. Sabah akşam Rabbını hamd ile teşbih et." (âyet: 55) âyetinin; İbn Abbâs ve Katâde'den de "Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmadan Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanların göğüslerinde şüphesiz ki ulaşamıyacakları bir büyüklenme vardır. Öyleyse sen, Allah'a sığın . Hiç şüphesiz ki O, Semî'dir, Basîr'dir.Elbette ki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ne var ki insanların çoğu bilmezler." (âyet: 56-57) âyetlerinin Medine'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.[1]



4. Küfredenlerden başkası Allah'ın âyetleri üzerinde mücadeleye girişmez. Öyleyse onların ülkelerde (serbestçe nimet içinde) dönüp dolaşmaları seni al*datmasın.

İbn Ebî Hatim'in Süddî'den, onun da Ebu Mâlik'ten rivayetle tahricine gö*re bu âyet-i kerime el-Hâris ibn Kays es-Sehmî hakkında nazil olmuştur.[2]



56. Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın Allah 'in âyetleri üzerinde tartışanların göğüslerinde şüphesiz ki ulaşamıyacakları bir büyüklenme vardır. Öyleyse sen, Allah 'a sığın. Hiç şüphesiz ki O 'dur O Semî’, Basîr.

57. Elbette ki göklerin ve yerin yaratılması insanların yaratılmasından da*ha büyüktür. Ne var ki insanların çoğu bilmezler.

Ka'b ve Ebu'l-Aliye şöyle diyor: Bu âyet-i kerime yahudiler hakkında na*zil oldu. Ebu'l-Aliye der ki: Bu âyet-i kerime onlar hakkında nazil oldu. Çünkü onlar Deccâl'in kendilerinden çıkacağını ve onun sayesinde bütün yeryüzüne hakim olacaklarını iddia etmişlerdi. İşte onların bu iddiaları üzerine Allah Tealâ Rasûlü'ne bu âyet-i kerimeleri indirerek Deccâl'in fitnesinden Allah'a sığınma*sını emretti.[3]

Bu rivayet âyet-i kerimenin medenî olduğuna delâlette açıktır .[4]



66. De ki: "Rabbımdan bana apaçık deliller gelince sizin Allah'tan başka tapınmakta olduıklarınıza kulluk etmekten kat 'iyyetle nehyolundum ve âlemlerin Rabbına teslim olmakla emrolundum. "

Cüveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Şeybe ibn Rabîa: "Ey Muhammed, Söylediğinden vazgeç, ondan dön. Sana ba*balarının ve atalarının dini gerektir." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, age. XV, 188; Alûsî, age. XXIV,39.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/768.

[2] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,100.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/768.

[3] İbn Kesîr, age. VII.141.

[4] Alûsî, age. XXIV,78.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/769.

[5] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,101-102.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/769.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
41- FUSSILET SÛRESİ


Mekke'de ve Gâfir Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Utbe ibn Rabîa, Hz. Peygamber (sa)'e: "Bu işten vazgeç seni kızlarımla ev*lendireyim. Biliyorsun ki benim kızlarım Kureyş'in en güzel kızlarındandır." demiş. el-Velîd ibnu'l-Muğîra da: "Ben de sana razı olacağın kadar mal veririm. Biliyorsun ki ben, Kureyş'in malı en çok olanlarındanım." demiş ve bunun üze*rine Rasûlullah (sa) onlara: "Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: Ben sizi, Ad ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi bir yıldırımla uyardım..." âyetine kadar olmak üzere bu sûrenin başından on âyet-i kerimeyi okumuş da Efendimiz (sa)'in ya*nından ayrılıp gitmişler. Onlardan birisi: "Zannettim ki Ka'be başıma yıkıla*cak." demiş.[1]



5. Dediler ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır. Kulakları*mızda da bir ağırlık var. Seninle aramızda bir perde var. Sen, istediğini yap, biz de yapıcılarız.

Bu sözleri söyleyenler Ebu Cehl ile beraberindeki bir grup Kureyşli müş*riktir. Ebu Sehl ibnu's-Seriyy'in Abdu'l-Kuddûs kanalıyla Hz. Ömer'den riva*yetine göre Kureyşliler Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Efendimiz onlara: "Sizi müslüman olmaktan alakoyan nedir? Halbuki müslüman olsanız bütün Arapla*rın efendileri olacaksınız." buyurdu. Onlar: "Ey Muhammed, senin söyledikle*rini duymuyoruz da anlamıyoruz da.Kalblerimiz üzerinde bir kılıf var." dediler. Ebu Cehl de bir elbise alıp bunu kendisiyla Hz. Peygamber arasına gerdi ve: "Ey Muhammed, kalblerimiz senin çağırdığına karşı bir kın içinde (kalblerimiz örtülü)kulaklarımızda bir ağırlık var ve seninle aramızda bir örtü bulunmakta." dedi. Ertesi gün olduğunda ise onlardan yetmiş kişi Hz. Peygamber (sa)'e geldi*ler ve: "Ey Muhammed, bize İslâm'ı arzet." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in kendilerine İslâm'ı arzetmesiyle de sonuncularına varıncaya kadar müslüman oldular. Allah'ın Rasûlü (sa) tebessüm buyurdular ve: "Allah'a hamdolsun; dün kalbleriniz üzerinde örtü olduğunu, benim sizi çağırdığım şeye karşı kalblerinizin örtülü ve kulaklarınızda da ağırlık olduğunu zannediyordunuz. Bugün ise gelip müslüman oldunuz." buyurdular. Onlar da: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin olsun ki dün sana yalan söylemiştik. Eğer gerçekten öyle olsaydı bugün iman edemezdik. Elbette Allah doğru söylemiştir, kullan ise yalan söy*lemişlerdir. Elbette O Gnfdir, bizler ise O'na muhtacız." dediler ve işte onların birinci gün söylediklerinin hikâyesi olarak bu âyet-i kerime nazil oldu [2]



6.... Müşrikler in vay haline,

7. Onlar ki zekât vermezler ve onlar âhireti de inkâr eden kâfirlerdir.

Ferrâ başka bir takım müfessirler der ki: Müşrikler hac mevsiminde Ka'be'yi ziyarete gelenlere yemek yedirir, onları sular ve onlar için mallarını harcarlardı. Bunlar Hz. Peygamber (sa)'e iman etmiş olanlara harcamada bu*lunmamaya, onları doyurmamaya ve onlara su verömemeye başladılar da bunun üzerine onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[3]



22. Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp sakınmadınız. Tam tersine Allah, yapmakta olduklarınızın çoğunu bilmez sandınız.

23. İşte Rabbınızı böyle sanmanız sizi mahvetti de hüsrana uğrıyanlardan oldunuz.

Buhârî'nin... Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetine göre Karın yağları çok (şişman), kalblerinin anlayışı kıt İki Kureyşli ve Sakîf ten bir hısımları veya iki Sakîfli ve Kureyş'ten bir hısımları bir evde oturmuş konuşuyorlardı. Birbirleri*ne: "Ne dersin, acaba Allah bizim sözlerimizi duyuyor mudur ki?" dediler. Biri*si: "Herhalde bazısını duyar, bazısını duymaz." dedi. Bir diğerleri: "Eğer bir kısmını duyuyor idiyse hiç şüphesiz hepsini duyar; ya da açıktan söylediğimizi duyuyorsa gizli söylediklerimizi de duyar" dedi de bunun üzerine "Siz, ne ku*laklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye dü*şünüp Sakınmadınız..." âyeti indirildi.[4]

Vahidî'deki rivayette bu kişilerin konuşmaları "Bizim sözlerimizi duyuyor mu?" yerine "Bizim fısıltılarımızı yani gizli konuşmalarımızı duyuyor mu?" şeklindedir ve onların bu konuşmaları üzerine bu 22. âyetle birlikte 23. âyet-i kerimenin de nazil olduğu belirtilmiştir.[5] Sa'lebî, bu âyet-i keri*melerin inmesine sebep olan Sakîflinin Abdu yâ leyi, Kureyşli iki hısımının da Ümeyye'nin oğullan Rabîa ve Safvân olduğunu kaydeder.[6]

Tirmizî'nin Hennâd kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöy*le anlatıyor: Ka'benin örtüsünüe sarınmış (gizlenmiş) bir halde duruyordum. Üç kişi geldiler. Karın yağlan çok, kalblerinin fıkhı (anlayışı) kıt kimselerdi. Bun*lar bir Kureyşli ile Sakîften iki hısımı ya da bir Sakîfli ile Kureyşli iki hısımı idiler. Bir şeyler konuştular ama onları anlıyamadım. Daha sonra onlardan biri*si: "Ne dersiniz Allah bizim bu konuşmamızı işitiyor mu acaba?" dedi. Diğeri: "Eğer sesimizi yükseltirsek işitir, yükseltmezsek işitemez." dedi. Bir diğeri: "E-ğer ondan bir şeyi işitirse hepsini işitir." dedi. Gelip bunu Hz. Peygamber (sa)'e zikrettim de bunun üzerine Allah Tealâ: "Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp sakınmadınız." âyet-i kerimesini indirdi.[7]

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi senediyle Abdullah ibn Mes'ûd'dan riva*yetinde ise bu üç kişinin mescid-i nebevide konuştukları, birisinin: Allah'ın, bizim söylediklerimizi işittiği sanıyor musunuz?" sorusuna diğerinin: "Eğer se*simizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz." dediği, üçüncülerinin de: "Eğer bir kısmını duyuyorsa kalan kısmını da duyar." dediği ve İbn Mes'ûd'un olanları Hz. Peygamber (sa)'e gelerek ona anlattığı bunun üzerine bu âyetin na*zil Olduğu rivayet edilmektedir.[8]



30. Muhakkak ki "Rabbımız Allah 'tır. " deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner de iner. Onlara: "Korkmayın, üzülmeyin; size va 'dolunan cennetle sevinin. " derler.

İbn Abbâs'tan rivayetle Atâ şöyle der: Bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr hak*kında nazil olmuştur. Müşrikler: "Rabbımız Allah'tır, melekler de onun kızları*dır ve bizim O'nun katında şefaatçilerimizde." deyip dosdoğru yolu bulamadı*lar. Yahudiler: "Rabbımız Allah'tır ve Uzeyr O'nun oğludur. Muhammed de peygamber filân değildir.' deyip onlar da dosdoğru yolu bulamadılar. Ebu Bekr ise: "Rabbmi!/. Allah'tır, vepâneciir ve hiçbir ortağı da yoktur. Muhamed de O"nun kulu ve elçisidir." de\ıp başına gelen bütün belâ, musibet ve mihnetlere dayanıp dosdoğru solu tutturdu, doğru yoldan hiçbir şekilde ayrılmadı.[9]

Burada âyet-i kerimenin Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söylemek herhalde bu âyet-i kerimenin hükmüne dahil olanların ilki Hz. Ebu Bekr'dir demek olmalıdır. Değilse âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr gibi inanan bütün mü'minler hakkında geneldir.[10]



33. Allah 'a çağıran ve salih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?..

Vahidî anlatıyor: Kâfirler, ezanı işittiklerinde Rasûlullah (sa)'a geldiler. Müslümanlar da Efendimizin yanındaydılar. "Ey Muhammed!" dediler; "Geçen ümmetlerden hiç işitmediğimiz bir şey ihdas ettin. Hem peygamberlik iddia e-diyorsun, hem de uydurduğun bu ezanla senden önceki peygamberlere muhale*fet ediyorsun, Eğer bunda bir hayır olsaydı senden önceki peygamberler elbette buna senden daha lâyıktılar. Nereden aldın bu deve böğürmesini. Ne kadar çir*kin bir ses, nt* kadar çirkin bir küfür!" Bunun üzerine Allah Tealâ "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğicneı; edinirler. Bu, onların gerçek*ten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır/' âyet-i kerimesini (Mâide, 5/58) ve bu "'Allah'a çağıran ve salih amei işleyenden sözü daha gü/el olan kimdir?" âyet-i kerimesini indirdi.[11] Kurtubî hadiseyi Kelbî'den rivayetle zikretmiştir.[12]

Hz. Aişeden gelen bir rivayette bu âyet-i kerimenin müezzinler hakkında nazil olduğu belirtilirken başka bir rivayette özellikle müezzin Ebu Ümâme ei-Bâhilî hakkında indiği de rivayet edilmiştir.[13]



34. İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, kötülüğü en iyi şekilde sav. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi bile' yakın bir dost oluvermiştir.

Mukâtil der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Süfyân hakkında nazil olmuştur. İman etmezden önce Hz. Peygamber (sa)'e eziyet ederken daha sonra Hz. Pey*gamber (sa)'e hısım olması, sonra da İslâm'a girmesinden sonra Hz. Peygamber (sa) ve müslümanlara samimi bir dost oluvermiştir.[14]



40. Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar, bize gizli değillerdir. Ateşe atılan mı, yoksa kıyamet günü güven içinde gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yapmakta olduklarınıza Basîr'dir.

Îbnu'l-Münzir'in Beşîr ibn Feth'den rivayetine göre bu âyet-i kerime Ebu Cehl ve Ammâr ibn Yâsir hakkında nazil olmuştur.[15]

Mukâtil de âyet-i kerimenin "Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğ*riliğe sapanlar, bize gizli değillerdir" kısmının Ebu Cehl hakkında nazil olduğu*nu Söylemiştir.[16]



44. Biz onu yabancı bir dilde kılsaydık diyeceklerdi ki: "Ayetleri tafsilâtlı olarak açıklanmalı değil miydi? Hem yabancı, hem de Araba mı hitab etmekte*dir? De ki: "İman edenler için hidâyet ve şifadır... "

Saîd ibn Cübeyr'den rivayete göre o şöyle demiştir: Kureyşliler sırf inat ve inkârlarından "Kur'ân hem Arapça, hem de Yabancı bir dilde indirilseydi; bazı âyetleri Arapça, diğer bazı âyetleri de yabancı bir dilde olsaydı." dediler de bu*nun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[17]



49. İnsan, hayır istemekten usanmaz da kendisine bir kötülük dokununca da hemen ümitsizliğe düşer.

Bu âyet-i kerimenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra veya Utbe ibn Rabîa hakkında nazil olduğu söylenir.[18]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, XXX,258.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/770.

[2] Alûsî, age. XXIV,97.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/770-771.

[3] Kurtubî, age. xv,222.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/771.

[4] Buhârî, Tefsîru'l-Kurân, 41/1,2 (Fussılet Sûresi); Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkîn, 5; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Fussılet, 41/1, hadis no: 3248.

[5] Vahidî, age. s. 263.

[6] Kurtubî, age. xv,229.

[7] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Fussılet, 41/2, hadis no: 3249: Müslim, Münâfıkîn, 5; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,408.

[8] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebu Dâvûd, 11,23.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/ 771-772.

[9] Vahidî, age. s. 264- Kiî/.i. ase. XXVII.) 21.

[10] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/772-773.

[11] Vahidî. ug.\ s. !?*>.

[12] Kunubî, agc. vi,i46.

[13] Begavî. age. iv.114.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/773.

[14] Kurtubî, age. xv,236.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/773.

[15] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,102-103.

[16] Kurtubî, age. XV,239.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/774.

[17] Kurtubî, age. xv,240.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/774.

[18] Aiûsî, age. xxv,4.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/774.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
42- ŞÛRA SÛRESİ


Mekke'de ve Fussılet Sûresinden sonra nazil olmuş olup Hasen, İkrime, Atâ, Câbir kavlinde Mekkîdir.[1]

İbn Abbâs ve Katâde ise Sûrenin Mekkî oluşunu söyledikten sonra "İşte Allah'ın iman edip salih ameller işleyen kullarına müjdelediği budur. De ki: Ben sizden buna karşılık akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemem..." (âyet: 23) âyetinden başlıyarak dört âyetinin Medine'de nazil olduğu görüşündedirler.[2]

Mukâtil ise 23 ve 24. âyetlerinin medenî olduğunu söylerken diğer bazıları da sadece 24. âyetini mekkî olmaktan istisna etmişlerdir. Taberânî ve Hâkim'in bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde rivayetlerine göre bu âyet-i kerime Ansâr hakkında nazil olmuştur.

Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa aleyhine bir yol yoktur."a kadar olmak üzereOnlar ki kendilerine zulüm vaki olunca yardımlaşırlar..." (âyet: 39-41) âyetleri de mekkî olmaktan istisna edilmişlerdir.[3]



15. Şu halde sen bunun için davet et ve emrolunduğun şekilde dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: "Ben, Allah 'in indirdiği kitaba inandım ve aranızda adalet etmekle emrolundum. Allah bizim de sizin de Rabbınızdır. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak hiçbir şey yoktur. Allah elbette hepimizi bir araya toplıyacaktır ve dönüş de ancak O 'nadir.

Bu âyet-i kerimenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Şeybe ibn Rabîa hakkında nazil olduğu söylenir. Davetinden vazgeçmesi ve atalarının yani Kureyş'in di*nine dönmesi karşılığında bunlardan el-Velîd ibnu'l-Muğîra malının yarısını Hz. Peygamber (sa)'e vermeyi, Şeybe ibn Rabîa da O'nu kızıyla evlendirmeyi teklif etmişlerdi.[4]



16. Daveti kabul edildikten sonra Allah hakkında halâ tartışmaya girenlerin delilleri Rabları katında boştur. Onlar için bir gazab, yine onlar için şiddetli bir azâb vardır.

İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor: "Gerek medineliler için, gerekse on*ların çevrelerinde bulunan bedeviler için, Allah'ın Rasûlü'nden geri kalmaları ve kendilerini ona tercih etmeleri yaraşmaz." (Tevbe, 9/120) âyet-i kerimesi nazil olduğunda münafıklardan bazı kimseler: "Muhammed'le birlikte sefere çıkmayan ve ondan geri kalan çöl halkı helak oldular deseniz ya." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in ashabından bazıları da bu arada çöldeki kavimlerine dinlerini öğretmek üzere çöle gitmişlerdi. İşte münafıkların bu sözleri üzerine Allah Tealâ: "Mü'minlerin hepsi de seferber olacak değillerdir. Her topluluktan bir taifenin dinini iyi öğrenmek ve kendisine döndüklerinde kavmini uyarmak üzere geri kalmaları gerekmez mi?..." (Tevbe, 9/122) ve "Daveti kabul edildikten son*ra Allah hakkında halâ tartışmaya girenlerin delilleri Rabları katında boştur. Onlar için bir gazab, yine onlar için şiddetli bir azâb vardır." âyet-i kerimelerini indirdi.[5]

Bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber (sa)'in ashabı ile tartışmaya girerek onları İslâm'dan vazgeçirmeye ve tekrar küfre döndürmeye çabalayan yahudiler hakkında nazil olduğu da söylenmiştir . Bu, Katâde'den rivayet edilmiş olup Hz. Peygamber (sa)'in ashabına: "Bizim Peygamberimiz sizinkinden önce, bi*zini kitabımız sizinkinden önce ve bizler Allah'a sizden daha lâyığız." gibi söz*ler söyledikleri belirtilmektedie (Taberî. agc xxv,i2-i3). Buna göre bu âyet-i kerime de Medine-i Münevvere'de nazil olmuş olmalıdır.[6]



23. İşte Allah'ın, iman edip salih ameller işleyen kullarına müjdelediği bu*dur. De ki: "Ben sizden buna karşılık akrabalıkta sevgiden başka herhangi bir ücret istemem. Kim bir iyilik kazanırsa Biz onun iyiliğini artırırız. Muhakkak ki Allah Ğafûr'dur, Şekûr'dur.

a) İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Hz. Muhammed Medine-i Münevvere'ye gel*diğinde başına gelen musibetler gelmiş ve hiçbir varlığını alamadan hicret et*mek zorunda kalmış, ödemesi gereken borçları var halde oraya gelmişti. Ansar kendi aralarında konuşup: "Biliyorsunuz bu adamın elinde Allah size hidayet etti. O sizin kız kardeşinizin oğludur. Başına gelenleri ve hiç malı mülkü olma*dan üstüne üstlük ödemesi gereken borçlan bulunduğu halde size geldi. O'na yardımcı olmak üzere Mallarınızdan sizi de sıkıntıya sokmıyacak şekilde bir şeyler toplasanız da götürüp O'na verseniz." dediler ve öylece yapıp bir miktar mal toplayıp Rasûlullah (sa)'a getirdiler, ve: "Ey Allah'ın elçisi, sen bizim kızkardeşimizin oğlusun, başına bu felâketler geldi ve ödemen gereken borçla*rın da var. Biz düşündük ki mallarımızdan bir miktar mal toplıyalım ve başına gelenlere karşı yardımcı olmak üzere-sana verelim. İşte bu malı toplayıp sana getirdik." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.

b) İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün ansar: "Biz şöyle şöyle yaptık." gibi şeyler söyleyip övünmek istediler. İbn Abbâs -veya Abbâs- da: "Elbette biz sizden daha faziletliyiz." dedi. Bu (ansarla muhacirler arasındaki karşılıklı övünme) Hz. Peygamber (sa)'e ulaşınca onların meclisine geldiler ve: "Ey ansar topluluğu, Sizler zelil iken Allah sizi benimle aziz kılmadı mı?" diye sordular, onlar: "Evet ey Allah'ın elçisi öyle oldu." dediler. "Sizler dalâlette idiniz de Allah size benimle hidayet buyurmadı mı?" diye sordular. Onlar yine: "Evet, öyle oldu." dediler. "Bana cevap vermiyecek misiniz?" diye sordu, "Ne cevap verelim?" dediler; "Kavmin seni çıkardı biz seni barındırmadık mı? Kavmin seni yalanladı, biz seni tasdik etmedik mi? Kavmin seni yalnız bıraktı, biz sana yardım etmedik mi? demiyecek misiniz?" şeklinde sormaya devam ettiler de sonunda ansar dizleri üstüne gelip: "Mallarımız ve elimizde ne varsa hepsi Allah'ın ve Rasûlü'nündür." dediler ve işte bunun üzerine bu âyet-i keri*me nazil oldu.[7]

c) Katâde der ki: Mekke Müşrikleri toplantı yerlerinden birinde bir araya geldiler ve: "Muhammed'in, bu yaptıkları karşılığında sizden bir ücret istediği*ni, beklediğini görmez misiniz?" dediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[8] Kurtubî bu nüzul sebebinin, Sûrenin mekkî oluşunu göz önünde bulundurarak daha uygun olduğunu söyler.[9]

d) Ayet-i kerimenin "Kim bir iyilik kazanırsa Biz onun iyiliğini artırırız." kısmının ise özellikle Hz. Ebu Bekr hakkında ve ehl-i beyt'e karşı sevgisinin şiddetinden dolayı nazil olduğu da söylenmiştir.[10]



24. Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan uydurdu. " mu derler? Allah dilerse senin kalbini mühürler, bâtılı yok eder, sözleriyle hakkı yerine getirir. Muhak*kak ki O, göğüslerin özüno en iyi bilendir.

25. O, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilendir.

26. İman edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur ve onlara lütfundan artırır. Kâfirlere gelince; onlar için de çok şiddetli bir azâb vardır.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Ansar kendi ara*larında: "Allah'ın Rasûlü (sa) için aramızda mal toplasak da O'na versek." dedi*ler ve bir miktar mal toplayıp O'na götürdüler. Bunun üzerine Allah Tealâ: "De ki: "Ben sizden buna karşılık akrabalıkta sevgiden başka herhangi bir ücret is*temem..." âyet-i kerimesini indirdi. Bu âyet nazil olunca da bazıları: "Herhalde ehl-i beyti için savaşmasını ve onlara yardımı emrediyor." dediler de Allah Tealâ bunun üzerine de: "Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan uydurdu." mu der*ler? Allah dilerse senin kalbini mühürler, bâtılı yok eder, sözleriyle hakkı yerine getirir. Muhakkak ki O, göğüslerin özünü en iyi bilendir. O, kullarından tevbeyi kabul eden..." âyet-i kerimelerini indirdi ve hemen peşinden de "İman edip sâlih ameller işleyenlerin duasını kabul buyurur ve onlara lütfundan artırır." buyura*rak onları tevbe etmeye davet buyurdu.

Ancak Suyûtî bu rivayeti verirken senedinde zayıflık olduğunu da eklemiş*tir.[11] Alûsî ise bu rivayetin uydurma olduğu kanaa*tindedir.[12]

İbn Abbâs'tan rivayete göre o şöyle demiştir: "De ki: "Ben sizden buna karşılık akrabalıkta sevgiden başka herhangi bir ücret istemem." âyet-i kerimesi nazil olunca bazı kimseler kendi kendilerine: "Herhalde kendisinden sonra ak*rabalarına iyilik yapmamıza bizi teşvik etmek istiyor." dediler de Cibrî gelip O'nu şöyle şöyle düşünerek itham ettiklerini haber verdi ve "Yoksa onlar: "Al*lah'a karşı yalan uydurdu." mu derler?" âyet-i kerimesini indirdi. Bu âyet-i ke*rimenin inmesi üzerine içlerinden o düşünceyi geçirenler geldiler ve: "Ey Al*lah'ın elçisi, bizler senin doğru sözlü olduğuna şehadet ediyor ve o düşündükle*rimizden dolayı da tevbe ediyoruz." dediler de akabinde "O, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilendir." âyet-i kerimesi nazil

oldu.[13]



27. Şayet Allah kullan için rızkı geniş tutsaydı yeryüzünde azgınlık ederler*di. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Muhakkak ki O kulları için Habîr'dir, Basîr'dir.

Ashab-ı suffadan dünya malında genişlk ve zenginlik temennisinde bulu*nan bazıları hakkında nazil olmuştur.

Habbâb ibnu'1-Eret der ki: Bu âyet-i kerime bizim hakkımızda nazil oldu. Kurayza, Kaynukâ' ve Nadîr oğullarının zenginliğini gördüğümüzde biz de böyle mallarımız olmasını temenni ettik de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi in*dirdi

Vahidî'nin Ebu Osman el-Müezzin kanalıyla Amr ibn Hureys'den rivaye*tinde o da bu âyet-i kerimenin ashab-ı suffa hakkında nazil olduğununu söyleyip "Keşke bizim de dünyalığımız olsaydı." diyerek dünya malı temennisinde bu*lunmuşlardı, demiştir.[14]



28. O'dur ki onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini yayar. O Velî'dir, Haınîd'dir.

Mukâtil der ki: Mekkelilerden (Hz. Peygamber (sa)'in, Hz. Yusuf un kıtlık seneleri gibi yedi kıtlık senesini başlarına getirmesi için bedduası üzerine) yağ*mur yağdırılmaması ve tam artık onlar bütün bütüne yağmurdan umutlarını kesmişken Allah'ın onlara yağmur yağdırması üzerine nazil olmuştur.[15]



36. Size verilen herhangibir şey yalnızca dünya hayatın bir geçimliğidir. Al*lah katında olan ise hem daha hayırlı, hem de daha bakîdir. Bu, iman edenler ve Rablanna tevekkül edenler içindir.

Hz. Ali'den rivayete göre bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur. Bir keresinde yanında bulunan (toplanan) malın tamamını sadaka ola*rak dağıtmış; bu yaptığını bazı müslümanlar ayıplarken kâfirler de bunun hatalı bir davranış olduğunu söylemişlerdi.[16]



37. (Allah katında olan ise) büyük günahlardan, hayâsızlıktan sakınanlar ve öfkelendiklerinde bile bağışlıyanlar içindir.

İbn Abbâs bu âyet-i kerimenin kendisine söven bir müşriğe cevap verme*mesi üzerine Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[17]



38. Ve Rablarına icabet edenler, namaz kılanlar içindir. Onların işleri ara*larında şûra iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler.

Bu âyet-i kerimenin Ansar hakkında nazil olduğu söylenir. Buna göre âyet-i kerime Medine-i Münevvere'de nazil olmuş olmalıdır. Mekkî olduğunu düşü*necek olursak bu durumda yine Ansar kastedilmekle birlikte Hz. Peygamber (sa) henüz hicret etmeden müslüman olan medineliler veya Akabe'de kendisine bey'at edenler kastedilmiş olmalıdır.[18] Bu yüzden müfessirler bu âyet-i kerimenin mekkî ya da medenî oluşunda ittifak edememişlerdir. İttifak ettikleri nokta ise sadece âyet-i kerimenin Ansar hakkında nazil olmuş olması*dır.[19]



40. Kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür. Kim de affeder ve ıslah ederse mükâfatı Allah 'a aittir. Muhakkak ki Allah, zalimleri sevmez.

41. Kim zulme uğradıktan sonra hakim alırsa aleyhine bir yol yoktur.

42. Yol ancak, insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte onlar, ancak onlaradır elim bir azâb.

43. Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa işte bu, şüphesiz azmedilmeye değer işlerdendir.

Kelbî ve Ferrâ bu âyet-i kerimelerin de Ansar'dan birisinin kendisine söv*mesi üzerine önce karşılık veren ve sonra da susan ve onun devam eden sövgü-lerine karşılık vermeyen Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir ki buna göre bu dört âyet-i kerime Medine-i Münevvere'de nazil olmuşlardır.[20]



51. Bir beşer için Allah 'in kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki bir vahyile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediği*ni vahyetsin. Muhakkak ki O, Aliyy 'dir, Hakîm 'dir.

Yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e: "Eğer gerçekten peygamber isen Mu*sa'nın yaptığı gibi sen de Allah'ı görerek, O'na bakarak O'nunla konuşsan ya. Sen bunu yapmadıkça elbette sana iman edecek değiliz." demişlerdi. Hz. Pey*gamber (sa) de "Musa Allah'a bakıp O'nu görmedi ki." buyurdu da bu âyet-i kerime nazil oldu.[21]

Bahr'de ise Hz. Peygamber (sa)'den bu istekte bulunanların yahudiler değil Kureyş kâfirleri olduğu kaydedilmektedir.[22]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, age. xvi, 3.

[2] Kurtubî, age. XVI, 3.

[3] aiûsî, age. xxv,ıo.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/775.

[4] Kurtubî, age. XVI,11.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/775.

[5] Taberî, agc. XI,50.

[6] Alûsî, age. xxv,25.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/776.

[7] Taberî, age. XXV, 16.

[8] Vahidî, age. s. 265.

[9] Kurtubî. age. XV1.!7.

[10] aiûsî, age. xxv,33.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/776-777.

[11] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, u.104-105.

[12] Alûsî, age. XXV,38.

[13] Kurtubî, age. XVI, 18.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/778.

[14] Vahidî, age. s. 265.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/779.

[15] Kurtubi, age. XVI,20.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/779.

[16] Alûsî, age. xxv,45.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/779.

[17] Kurtubî, age. XVI,25.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/780.

[18] Aiûsî, age. xxv,46.

[19] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/780.

[20] Kurtubî, age. XVI.3O.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/780-781

[21] Vahidî, age. s. 266.

[22] Aiûsî, age. xxv,56.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/781.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
43- ZUHRUF SURESİ


Mekke-i Mükerreme'de ve Şûra Sûresinden sonra nazil olmuştur.

Mukâtil ise "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Biz, Rahmân'dan başka ibadet edecek tanrılar kılmış mıyız?" (âyet: 45) âyet-i keri*mesinin Medine'de nazil olduğunu söylemiştir.[1] Mecmeu'l-Beyân'da bu âyet-i kerimenin Beytu'l-Makdis'de nazil olduğu ileri sürülürken Suyûtî de İtkân'ında âyet-i kerimenin semâda nazil olduğunu söylemiştir.[2]



31. Şu Kur'ân iki kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler.

İbn İshak der ki: el-Velîd ibnu'l-Muğîra "Ben Kureyş'in büyüğü ve efendi*si iken ben terkedileceğim (bana vahiy gelmiyecek), Ebu Mes'ûd Amr ibn Umeyr es-Sekafî Sakîf in efendisi iken terkedilecek (ona vahiy gelmiyecek), ikimiz iki kasabanın en büyükleri iken bize değil de Muhammed'e mi vahiy indirilecek?!" demiş de bana ulaştığına göre Allah Tealâ "Rabbmın rahmeti on*ların toplayageldiklerinden daha hayırlıdır."a kadar olmak üzere "Şu Kur'ân iki kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler." âyetle*rini indirmiştir.[3]

"iki kasabanın birindeki büyük bir adam"dan maksadın Mekke'den Utbe ibn Rabîa, Taiften İbn Abdi yâleyl olduğu da (Mücâhid'den), Mekke'den el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Tâiften Urve ibn Mes'ûd es-Sekafî olduğu da (Katâde'den), Mekke'den el-Velîd ibnu'l-Muğîra, Tâiften Kinâne ibn Abd ibn Amr ibn Umeyr olduğu da (Süddî'den) rivayet edilmiştir.[4]

Ama her halde de bu sözü söyleyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra olmakla bu ri*vayetler arasında bir zıtlık söz konusu değildir.[5]



32. Rablerinin rahmetini yoksa onlar mı bölüştürüyorlar?...

Daha önce (Yûnus Sûresi'nin 2. ve Nahl Sûresinin 43. âyetlerinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette İbn Abbâs şöyle de*miş: Allah Tealâ, Muhammed (sa)'i Elçisi olarak gönderince araplar onu inkâr ettiler, ya da araplardan onu inkâr edenler: "Allah, elçisi bir beşer olmaktan yü*ce ve münezzehtir." dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ: "İçlerinden bir adama "İnsanları inzâr et ve iman etmiş olanlara Rableri katında yüksek bir makam olduğunu müjdele" diye vahyetmiş olmamız insanların tuhafına mı gitti?..." (Yûnus, 11/2) âyet-i kerimesi ile "Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkek*lerden başkasını Biz peygamber olarak göndermedik..." (Nahl, 16/43) âyet-i kerimesini indirdi. Allah Tealâ böylece onlara hüccetlerini tekrar tekrar bildirin*ce bu sefer başka bir bahaneye sarıldılar ve: "Madem ki Allah'ın elçileri beşer*den olacak. O halde Muhammed'den başkası bu risalete elbette daha lâyıktır. Bu Kur'ân, bu iki kasabada Muhammed'den daha şerefli, daha büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler. Bununla Mekke'den el-Velîd ibnu'l-Muğîra'yı, Tâif den de Mes'ûd ibn Amr es-Sekafî'yi kastediyorlardı. İşte bu sözleri üzerine de "Rablerinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?..." âyetini indirdi.[6]



36. Kim Rahman 'in zikrini görmezlikten gelirse Biz ona şeytanı musallat kı*larız.

37. Şüphesiz ki onlar da bunu yoldan çıkarırlar. Bunlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

İbn Ebî Hatim'in Muhammed ibn Osman el-Mahzûmî'den rivayetle tahric ettiği bir habere göre Kureyşliler kendi aralarında konuşup: "Muhammed'in arkadaşlarından her bireri için bir kişi görevlendirelim, onunla konuşsun ve onu bu yeni dinden vazgeçirmeye çalışsın." demiş ve Ebu Bekr için Talha'yı görev*lendirmişler. Talha, Hz. Ebu Bekr'e gelmiş, onunla konuşmuş. Ebu Bekr kendi*sine: "Beni neye çağırıyorsun?" diye sormuş. Talha: "Lât ve Uzzâ'ya ibadete çağırıyorum." demiş. Ebu Bekr: "Lât nedir?" diye sormuş, Talha: "Rabbımızdır." diye cevaplamış. Ebu Bekr: "Peki Uzzâ nedir?" diye sormuş, Talha: "Allah'ın kılarıdır." diye cevaplamış. Hz. Ebu Bekr bu sefer: "Peki anne*leri kim?" diye sorunca Talha duraklamış ve cevap verememiş de yanındakilere: "Yahu şu adama cevap versenize." demişse de onlar da susmuş, cevap vereme*mişler. İşte bunun üzerine Talha: "Kalk ey Ebu Bekr; ben şehadet ederim ki yegâne tanrı Allah'tır ve Muhammed O Allah'ın elçisidir." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[7]



40. Sen mi duyuracaksın o sağırlara? Körleri ve apaçık bir dalâlet içinde olanları sen mi hidâyete ulaştıracaksın?

Hz. Peygamber ne kadar kavminin hidayeti için çabalıyorsa kavmi de o ka*dar sapıklığını ve azgınlığını artırıyor, gördükleri nübüvvet alâmetlerine kör, işitmekte oldukları apaçık Kur'ân âyetlerine sağır gibi davranıyorlardı. İşte onların bu azgınlık, körlük ve sağırlıkları üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[8]



57. Meryem oğlu İsa bir misal olarak atılınca hemen senin kavmin bundan şımarıp hayhra haykıra gülüyorlar.

58. Dediler ki: Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa O mu? Ey Habibim, bunu sana, bâtıl bir mücadeleden başka maksatla irad etmediler. Daha doğrusu onlar çok düşman bir kavimdir.

a) Daha önce (Enbiyâ, 21/101 âyetinin nüzul sebebinde) de geçtiği üzere İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Ziba'râ es-Sehmî bir gün Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Allah'ın sana, "Siz ve Allah'tan başta taptıklarınız cehennem odunusunuz ve siz ona varacaksınız." (Enbiyâ, 21/98) şeklinde bir âyet indirdiğini mi sanıyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber'in "evet." cevabı üzerine: "Güneşe, aya, yıldızlara, meleklere, Uzeyr'e ve Meryem oğlu İsa'ya da tapınılmıştır. Bütün bunlar bizimle birlikte cehennemde mi olacaklar?" dedi ve bunun üzerine "Meryem oğlu İsa bir misal olarak atılınca hemen senin kavmin bundan şımarıp haykıra haykıra gülüyorlar. Dediler ki: Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa O mu? Ey Habibim, bunu sana, bâtıl bir mücadeleden başka maksatla irad etmediler. Daha doğrusu onlar çok düşman bir kavimdir." âyet-i kerimesi; daha sonra da: "Şüphesiz ki daha önce Bizden kendilerine en güzelin va'di geçmiş olanlar; bunlar oradan uzaklaştırılmışlardır." (Enbiyâ, 21/101) âyet-i kerimesi nazil oldu.[9]

b) ed-Durru'l-Mensûr'da İmam Ahmed, İbn Ebî Hatim, Taberân ve İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tehriclerine göre Hz. Peygamber (sa) bir gün Kureyş kâfirlerine: "Allah dışında tapınılan hiç kimsede hayır yoktur." buyurmuş. Onlar: "Sen İsa'nın, bir peygamber, Allah'ın salih kullarından bir kul olduğunu iddia etmiyor musun? Eğer bu söylediğin doğruysa demek ki o da bizim tanrılarımız gibiymiş." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ "Meryem oğlu İsa bir misal olarak atılınca hemen senin kavmin bundan şımarıp haykıra haykıra gülüyorlar." âyet-i kerimesini indirdi.[10]

c) İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayet daha olaya daha farklı bir boyut at*fetmekte. Şöyle ki: "Siz ve Allah'tan başta taptıklarınız cehennem odunusunuz ve siz ona varacaksınız." (Enbiyâ, 21/98) âyet-i kerimesi nazil olunca Kureyş müşrikleri: "Meryem'in oğlu da nedir?" dediler. Hz. Peygamber (sa): "O, Al*lah'ın kulu ve elçisidir." buyurdu. Bunun üzerine onlar: "Görmüyor musunuz bu adam bizim, kendisini, hristiyanların Meryem'in oğlunu rab edindikleri gibi rab edinmemizi istiyor." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ işte bu: "Ey Habibim, bunu sana, bâtıl bir mücadeleden başka maksatla irad etmediler. Daha doğrusu onlar çok düşman, kavgacı bir kavimdir." âyet-i kerimesini indirdi.[11]



67. O gün, müttakîler dışında dostlar birbirlerine düşman olurlar.

Nakkaş bu âyet-i kerimenin, çok iyi arkadaş olan Ümeyye ibn Halef el-Cumahî ve Ukbe ibn Ebî Muayt hakkında nazil olduğunu nakleder. Buna göre Ukbe, Hz. Peygamber (sa)'in meclisine gelir, onlarla otururmuş. Bunu duyan arkadaşı Ümeyye: "Muhammed'le karşılaşır da yüzüne tükürmezsen yüzüm yüzüne haram olsun." demiş, o da Hz. Peygamber (sa)'le karşılaştığında arkada*şının bu isteğini yerine getirmiş. Hz. Peygamber de: "İnşaallah ben seni öldürü*rüm." buyurmuş ve nitekim Ukbe Bedr'de esir edilenler arasında imiş ve Hz. Peygamber (sa)'in o sözü yerine getirilerek öldürülmüş. Ümeyye de zaten Bedr'de öldürülenler arasında imiş. İşte Allah Tealâ onların bu durumu hakkın*da nazil olmuştur.[12]



79. Yoksa bir işe mi karar verdiler? Doğrusu Biz de kararlıyız.

Mukâtil bu âyet-i kerimenin, Kureyş müşriklerinin Dâru'n-Nedve'de Hz. Peygamber'e suikasta karar vermeleri hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[13]



80. Yoksa kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyoruz mu sanı*yorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz yazmaktalar.

Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayette o şöyle anlatıyor: İkisi Kureyşli biri Sakîfli veya birisi Kureyşli ikisi Sakîfli üç kişi Ka'be ile örtüsü arasında aralarında konuşuyorlardı. Birisi: Ne dersiniz, Allah bizim bu konuşmalarımızı işitiyor mu acaba?" dedi. İkincileri: "Eğer açıktan konuşursak duyar, gizlersek duymaz." dedi. Üçüncüleri de: "Eğer açıktan konuştuğumuzda duyuyorsa gizlediğimizde de duyar." dedi de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[14]

Aynı hadise daha önce Fussılet, 41/23 âyetinin de nüzul sebebi olarak geçmişti. Herhalde bu hadise üzerine her iki âyet de aynı zamanda veya peşpeşe nazil olmuş olmalıdır.[15]



86. O'ndan başka tapındıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak hak ile şehadet edenler bunun dışındadır ve onlar bilirler.

Rivayete göre en-Nadr ibnu'l-Hâris ve onunla birlikte olan bir grup: "Eğer Muhammed'in söyledikleri doğruysa, gerçekse biz de meleklerden dostlar edi*niriz. Nasıl olsa onlar bize şefaat ederler." demişler de bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, age. xvi,4i

[2] Alûsî, age. XXV,63.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/782.

[3] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,361.

[4] Taberî, age. xxv,40.

[5] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/782.

[6] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,213-214.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/782-783.

[7] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, ıı,iO6-iO7.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/783.

[8] Alûsî, age. XXV,84.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/783-784.

[9] ibn Kesîr, age. V.374.

[10] aiûsî, age. xxv,94.

[11] Taberî, age. XXV,52.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/784-785.

[12] Kurtubî, age. XVI,73.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/785.

[13] Râzî, age. XXVH,228.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/785.

[14] Taberî, age. XXV,60.

[15] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/785.

[16] Râzî, age. xxvu,232.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/786.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
44- DÜHÂN SÛRESİ


"Biz, az bir süre için azabı kaldıracağız, ama siz eski halinize döneceksi*niz." (âyet, 15) âyet-i kerimesi dışında Sûre Mekke'de ve Zuhruf Sûresinden sonra nazil olmuştur. O bir tek âyeti ise Medenîdir.[1]



10. Öy/eyse se« göz/e, göğün açıkça bir duman çıkaracağı gün,

11. İnsanları bürüyecektir. Bu, elim bir azâbdır.

12. "Rabbımız.bu azabı bizden kaldır. Doğrusu biz artıkmü'minleriz. " (de*diler.)

13. Nerede onlarda öğüt almak. Halbuki kendilerine hakkı açıklayan bir peygamber de gelmişti.

14. Ondan yüz çevirmişler ve: "Belletilmiş delinin biri. " demişlerdi.

15. Biz, az bir süre için azabı açıp kaldıracağız. Ama siz, tekrar eski halini*ze döneceksiniz.

16. Onları çarptıkça çarpacağımız gün şüphesiz ki biz intikam alıcılarız.

Mesrûk'tan rivayet ediliyor: Abdullah ibn Mes'ûd'a bir adam geldi ve: "Mescidde, Kur'ân'ı kendi aklıyla ve görüşüyle tefsir eden bir adamı bırakıp geldim. "Gökyüzünün apaçık bir duman getirdiği gün..." âyetini tefsir ediyor ve diyordu ki: "Kıyamet günü insanlara bir duman gelecek, nefeslerini alacak ve mü'minler sanki nezleymiş gibi olacaklar."

Abdullah ibn Mes'ûd dedi ki: "Her kim bir ilim biliyorsa onu söylesin, her kim de bilmiyorsa Allah en iyi bilendir, desin. Kişinin fakîh olduğunun alâmet-lerindendir ki bilmediği şey hakkında "Allah en doğruyu bilendir." der.Bu âyet-i kerime o kişinin dediği gibi değildir. Doğrusu şudur: Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e iman etmemede direnince O da onlar hakkında "Yûsuf un kıtlık seneleri gibi kıtlık görmeleri" için beddua etti. Öyle bir kuraklık ve kıtlığa uğradılar ki onlardan birisi göğe baktığında çektiği sıkıntı ve zorluğun şiddetinden gökle kendisi arasında bir duman varmış gibi görürdü. O kadar darlık ve kıtlık oldu ki kemikleri yediler. İçlerinden birisi Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, Mudar için istiğfarda bulunuver, helak oldular." dedi. Efen*dimiz: "Mudar için mi istiğfar edeceğim, doğrusu sen çok cesursun, onlar din düşmanı olacaklar, ben onlar için dua edeceğim, öyle mi?" buyurdu. Sonra yine de onlar için dua etti de Allah Tealâ: "Hiç şüphesiz Biz azîmüşşan onlardan a-zâbı biraz açacağız, ama onlar yine eski hallerine ve inkârlarına döneceklerdir." (âyet: 15) âyetini indirdi. Gerçekten onlar için yağmur yağdırıldı da refaha ka*vuşunca daha önceki hallerine, küfür ve inkârlarına döndüler ve bunun üzerine Allah Tealâ: "Gözetle o günü ki gökyüzü apaçık bir duman getirir..." âyet-i ke*rimelerini (10-12, 16) indirdi.[2] Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen bu nüzul sebebi Buhârî'de yine ondan, daha kısa olarak anla*tılmıştır.[3] Başka bir rivayete göre bu kıtlıkta Hz. Peygamber (sa)'e gelerek kavmi için dua etmesini isteyen Ebu Süfyân'dır.[4]

Hadise ile ilgili haber İmam Ahmed'in Müsned'inde yine Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetle tahric olunmuştur. Bu haberde Mesrûk şöyle anlatıyor: Biz mescid-i kebîrde iken bir adam konuşmaya başladı (bir vaiz va'zetmeye başladı) ve dedi ki: "Kıyamet günü olunca gökten bir duman inecek ve müna*fıkların gözlerine ve kulaklarına dolacak (onları kör ve sağır kılacak), mü'minler ise o dumandan etkilenerek nezle olmuş gibi olacaklar." Mesrûk an*latmaya şöyle devam eder: Ben mescidden ayrıldım ve Abdullah ibn Mes'ûd'a geldim. Ona mescidde duyduklarımı anlattım. Bir şeye yaslanmış halde oturu*yordu. Benim anlattıklarımı duyunca doğrulup oturdu ve: "Ey insanlar, sizden birisine bildiği bir şey sorulursa onu söylesin. Eğer bilmiyorsa "Allah en doğru*sunu bilir." desin. Kişinin bilmediği bir şey için "En doğrusunu Allah bilir." demesi ilimdendir. Allah Tealâ, peygamberine: "Ben sizden herhangi bir ecir istemiyorum, ben, zorlananlardan, konuşmasında tekellüfte bulunanlardan deği*lim de." buyurmuştur. (O vaizin anlattıklarının doğrusu şudur): Kureyş, Hz. Peygamber (sa)'e karşı gelip baskınını şiddetlendirince Efendimiz: "Ey Allahım, onlara karşı bana Yûsuf un yedi kıtlık seneleri gibi yedi sene sürecek bir kıtlıkla yardım eyle." diye dua etti. Başlarına öyle bir kıtlık geldi ki yiyecek bir şey bulamamaktan kemik ve ölü eti yediler. Başlarına gelen bu kıtlık ve aç*lık o kadar şiddetlendi ki açlığın şiddetinden gökle yer arasında bir duman var*mış gibi (serap) görmeye başladılar. Sıkıntı bu raddeye gelince: "Ey Rabbımız, bizden bu azabı açıp kaldır, bizler mü'minleriz." dediler. Rasûlullah (sa)'a: "E-ğer biz bu azabı onlardan açıp kaldıracak olursak onlar tekrar eski halerine, kü*für ve inkârlarına) döneceklerdir." buyruldu. Ama yine de Hz. Peygamber (sa) bu azabın kaldırılması için dua etti de azâb onlardan kaldırıldı ve tekrar o eski küfür ve inkârlarına döndüler de Allah Tealâ, Bedr günü onlardan intikamını aldı. İşte "Onları çarptıkça çarpacağımız gün şüphesiz ki biz intikam alıcılarız."a kadar olmak üzere "Öyleyse sen gözle, göğün açıkça bir duman çıkaraca*ğı gün..." kavl-i şerîfı budur. Haberin İbn Nümeyr kanalından gelen rivayetinde Abdullah ibn Mes'ûd'un: "Şayet bu duman ve azâb kıyamet günü olsaydı on*lardan açılıp kaldırılmazdı." dediği ayrıntısına da yer verilmiştir.[5]



34. Bunlar gerçekten derler ki:

35. O, ilk ölümümüzden başkası değildir ve biz, diriltilip kaldırılacak da değiliz.

36. Doğru sözlüler iseniz bize babalarımızı getirsenize.

Bu sözleri söyleyen Mekke kâfirlerinden Ebu Cehl'dir. "Ey Muhammed, eğer sözlerin gerçek ise bize atalarımızdan ikisini diriltip bir getirsen ya. Bun*lardan birisi Kusayy ibn Kilâb olsun. O, doğru sözlü bir adammış. Ona diriltip getir de ona soralım ölümden sonra neler olacak?" demiş ve işte onun bu sözleri üzerine bu âyet-i kerimeler nazil olmuştur.[6]



43-46. Doğrusu Zakkum ağacı; o, günahkârların yiyeceğidir. Sıcak suyun kaynaması gibi karınlarda kaynıyacak erimiş maden gibidir.

47. Yakalayın onu, cehennemin ortasına sürükleyin.

48. Sonra azâb olarak başına kaynar su azabından dökün.

Allah Tealâ Kur'ân'da müşrikleri korkutmak üzere Zakkum ağacını zikre*dince Ebu Cehl ibn Hişâm dedi ki: Ey Kureyş topluluğu, Muhammed'in sizi kendisiyle korkuttuğu zakkum ağacı nedir bilir misiniz? O tereyağlı Yesrib hurmasıdır. Eğer ele geçirebilirsek mutlaka onu zakkumlanalım." dedi de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyetleri indirdi.[7]

Daha önce (İsrâ Sûresi'nin 60 ve Sâffât Sûresi'nin 65. âyetlerinin nüzul se*bebinde) geştiği üzere Vâhıdî'nin, kendi isnadıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle diyor: Allah Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de Zakkum'u zikredip Kureyş'ten olan bu kabile onunla korkutulunca Ebu Cehl: "Biliyor musunuz, Muhammed'in sizi korkutmakta olduğu zakkum nedir?" diye sordu. "Hayır, bilmiyoruz." dediler. "O tereyağlı tiriddir. Ama vallahi eğer ondan elimize geçerse mutlaka ondan zakkumlanacağız." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ? "...Kur'ân'da lânetenmiş olan ağacı da. Biz onları korkutuyoruz ama bu, onlara büyük bir azgınlık vermekten başka bir şeyi artırmıyor." (İsrâ, 17/60) âyet-i ke*rimesini indirdi.[8]

İbn Abbâs'tan rivayete göre ise bu hadise aynı zamanda "Ki tomurcukları şeytânların başlan gibidir." (Sâffât, 37/65) âyet-i kerimesi[9] ile Dühân Süresindeki bu: "Hiç şüphesiz zakkum ağacı; o günaha çok düşkün olan günahkârın yemeğidir." âyet-i kerimelerinin de[10] nüzulü*ne sebep olmuştur.[11]



49. (Ona: "O azabı) tat bakalım. Hani güçlü olan, değerli olan yalnız sen*din. " (denilecektir).

50. İşte bu, doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.

Katâde der ki: Bu âyet-i kerimeler Ebu Cehl hakkında nazil oldu. "Muhammed beni azâb ile mi tehdit ediyor? Vallahi Mekke'nin iki dağı arasın*daki en güçlü kişi benim." demesi üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Vâhıdî'nin Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla İkrime'den naklettiğine göre bir gün Hz. Peygamber (sa) yolda Ebu Cehl'e rastlamış. Ebu Cehl: "Sen de çok iyi biliyorsun ki Mekke halkının en güçlü olanı benim. Ne sen, ne sahibin bana hiçbir şey yapamazsınız. Ben Azîz ve kerim olanım." demişti. İşte o Ebu Cehl'i Allah Tealâ Bedr günü müslümanlar eliyle öldürterek aşağıladı, kelimesiyle de kınadı ve onun hakkında "O azabı ve aşağılanmayı tat bakalım. Hani sendin o çok güçlü azîz ve kerim olan." âyetini indirdi.[12]

Taberî'nin yine Katâde'den rivayetle tahricine göre bir gün Hz. Peygamber (sa) yolda Ebu Cehl'e rastlamış, onu tutup sarsmış ve Alah Tealâ, sana şu âyet*leri okumamı emrediyor: "Sana yaraşan işte budur, elbette sana yaraşan ancak budur." Sana denilecek ki: "Tat bakalım şimdi bu azabı; sendin kavmi içinde güçlü, onlara karşı azîz ve kerim olan öyle mi?" Hz. Peygamber (sa), Ebu Cehl'e bu sözü, onun: "Muhammed beni tehdit mi ediyor? Allah'a yemin olsun ki ben, Mekke 'nin iki dağı arasında yürüyenlerin en güçlüsü, en aziziyim." de*mişti. Hz. Peygamber (sa) işte onun bu sözü üzerine bunları söylemiş ve bu â-yet-i kerimeler de bunun üzerine nazil olmuştur.[13]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Râzî, age. xxvu,236; Kurtubî, age. XVI,84.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/787.

[2] Müslim, Sıfâtu'i-Münâfîkîn, 40.

[3] Buhârî, Tefsîrui-Kurân, 12/4; 44/2.

[4] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 44/5.

[5] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,431.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/787-789.

[6] Kurtubî, age. xvi,96.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/789.

[7] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,362.

[8] Vahidî, age. s. 203.

[9] Taben, age. xv,78.

[10] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, 1,232.

[11] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/789-790

[12] Vahidî, age. s. 268; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûi, 11,110.

[13] Bak: Taben, age. xxv,80; ibn Kesir, age.VII.246.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/790.
 
Üst