24- NÛR SÛRESİ
Sûrenin tamamı Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur, yani içinde hiç Mekkî âyet bulunmamaktadır. Ebu Hayyân bu hususta icmâ olduğunu kaydeder.
Ancak Kurtubî'den, 58. âyeti olan "Ey iman edenler, ellerinizin altında o-lan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginlik çağına gelmemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından son*ra yanınıza girmek istediklerinde üç defa izin istesinler..." âyetinin Mekke'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.[1]
3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikah*lamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası ni*kahlamaz. Bu, mü 'minler üzerine haram kılınmıştır.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca üç rivayet vardır ve üçünün de müfâdı birdir. Şöyle ki:
l. Amr ibn Şuayb'in babasından, onun da dedesinden rivayetinde o şöyle anlatıyor: Mersed ibn Ebî Mersed Kennâz el-Ganevî adında birisi vardı. Mek*ke'deki esirleri (kurtarıp veya kaçırıp) Medine'ye götürürdü. Mekke'de onun dostu olan Anâk adında bir fahişe vardı. Bir keresinde Mersed bir esire, onu Medine'ye götürmeyi va'detmişti. Hadisenin bundan sonrasını Mersed kendisi şöyle anlatmış:
Ay aydınlığı bir gecede Mekke'ye geldim. Bir duvarın gölgesine saklan*dım. Anâk da oradan geçiyormuş, benim gölgemi görmüş, yaklaşınca da tanı*mış. "Sen Mersed misin?" diye sordu, ben: "Evet, ben Mersed." dedim. "Mer*haba, hoş geldin, gel bu gece bizim yanımızda kal." dedi. Ben: "Ey Anâk, Allah zinayı haram kıldı." dedim. Birden: "Ey çadır ahalisi bu adam esirlerinizi Medi*ne'ye kaçırıyor." diye bağırmaya başladı. Ben kaçtım, sekiz kişi peşime düştü*ler. Dağa yöneldim ve bir mağara bulup saklandım. Ta başucuma kadar geldiler. Hattâ birisi başıma işedi de başım sırılsıklam oldu. Ama Allah onları kör etti de beni göremediler, dönüp gittiler. Ben de o kurtarıp Medine'ye götürme sözü verdiğim esire vardım, onu yüklenip Medine'nin yolunu tuttum. Ağır bir adam*dı. Mekke dışında İzhir (bir rivayette Erâk) denilen mevkide sırtımdan indirip bağlarını çözdüm, bazan taşıdım, bazan yürüyebildi, nihayet Medine'ye geldik. Ben Rasûl-i Ekrem (sa)'in yanına varıp: "Ey Allah'ın elçisi, Anâk'ı nikâhlıyayım, onunla evleneyim mi?" diye sordum. Hz. Peygamber (sa) susup cevap vermediler de sonunda “Zina eden erkek, sina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zine eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz." âyeti indi ve Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Mersed, zina eden erkek ancak bir zinakâr kadını veya müşrik bir kadını nikâh*lar, zinakâr bir kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek nikahlayıp onun*la evlenir." buyurdular.[2] Hadisin Ebu Davud ve Neseî'deki rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in Mersed'e âyet-i kerimeyi oku*duktan sonra: "Onu nikahlama, onunla evlenme." buyurduğu da belirtilmektedir.[3]
Suyûtî, Anâk ile evlenmek isteyen kişinin Mezîd adında birisi olduğunu, bunun, Enbâr'dan Mekke'ye mal getirdiğini ve Anâk ile evlenmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediğini, Efendimiz (sa)'in "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz..." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar kendisine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermediğini, bu âyet-i kerimenin nüzulü ile de kendisine "Ey Mezîd, onunla evlenme." buyurduğunu kaydederken bu anlamdaki hadisin Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve Hâkim tara*fından tahric edilmiş olduğunu da belirtmektedir.[4]
İbn Abbâs'tan bu hadisenin Bakara, 221 âyetinin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Mersed'in Anâk'la evliliğine kadının fahişe olması değil müşrik olması engeldir.
2. İkrime ise âyet-i kerimenin nüzul sebebini biraz daha genişletir ve şöyle anlatır: Ayet-i kerime, Mekke ve Medine'de açıktan fuhuş yapan zinakâr kadın*lar hakkında nazil oldu. Bunların sayıları pek çok olmakla birlikte dokuz tanesi çok meşhur idiler ve kapılarında bayrakları olup halk onların bayraklarını bilir*lerdi. Bunlar: es-Sâibn ibnu's-Sâib el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Mehdûn, Safvân ibn Ümeyye'nin cariyesi Ümmü Ğalîz, el-As ibn Vâil'in cariyesi Hayye el-Kıbtıyye, İbn Mâlik ibn Umsele ibnu's-Sebbâk'in cariyesi Mirye, Süheyl ibn Amr'ın cariyesi Celâle, Amr ibn Osman el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Süveyd, Zem'a ibnu'l-Esved'in cariyesi Şerife, Hişâm ibn Rabîa'nın cariyesi Karine ve Hilâl ibn Enes'in cariyesi (Fertenâ?). Cahiliye devrinde bu kadınların evlerine "meyhane" adı verilirdi. Bunların evlerine müslüman olsun, müşrik olsun ancak zinakâr erkekler girip çıkardı. Müslümanlardan bazı kimseler[5] onların ka*zançlarıyla geçinmek maksadıyla bu kadınlarla evlenmek istediler ve gelip bu hususta Hz. Peygamber (sa)'den izin istediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve mü'minlere onlarla evlenmeyi yasaklayıp bu kadınları onlara haram kildi.[6]
3. Abdullah ibn Ömer'den gelen bir rivayette ise bu âyet-i kerimenin nüzulü bu zinakâr kadınlardan sadece Ümmü Mehdûn ile alâkadardır. Bu kadın açıktan fuhuş yapar ve kendisiyle evlenmek isteyecek birisi çıkarsa onun nafakasını kendisinin karşılamasını şart koşar (sana ben bakacağım, derdi). Müslümanlar*dan birisi bu kadınla evlenmek istedi ve gelip bu isteğini Hz. Peygamber (sa)'e söyledi de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[7] Abdullah ibn Amr'dan gelen bir rivayette de bu kadının adı Ümmü Mehzûl olarak veril*mektedir.[8]
4. îffetli, hür kadınlara iftira atan, sonra da dört şâhid getiremiyenlere sek*sen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul etmeyin. İşte onlar /âşıkların ta kendileridir.
Bu âyet-i kerime, Buhârî'nin Sahîh'inde işaret edildiği üzere Uveymir'in karısı hakkında nazil olmuştur.
Ancak Saîd ibn Cübeyr'den, tfk hadisesi üzerine nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[9]
6. Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanlarm şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah 'ı şahid tutmasıdır.
7. Beşincisi ise "Eğer yalancılardan ise Allah 'in lanetinin kendi üzerine olması "dır.
8. "Kocasının yalancılardan olduğuna " dair dört kere Allah 'ı şahid tutması kadından azabı (zina haddini) savar.
9. Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah 'in gazabına uğ*raması "dır.
10. Ya üzerlerinizde Allah 'in lûtfu ve rahmeti olmasaydı (haliniz nice olur*du?). Gerçekten Allah Tevvâb'dır, Hakim 'dir.
Bu âyet-i kerimeler, mülâ'ane ya da Li'ân âyetleri denilir ki eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka bu zinaya şahidlik edecek başka şahid bulamryan karı koca için bir çıkış yolu olarak li'ân usûlünü getiren âyet-i kerimelerdir. Bunların nüzul sebebi muteber hadis mecmualarında, siyer kitablarında ve hemen bütün tefsirlerde yer almaktadır. Ancak bazı rivayetlerde Ansar'dan birisi hakkında, bazı rivayetlerde Uveymir hakkında, diğer bazıların*da da Hilâl ibn Ümeyye hakkında anlatılmaktadır. Şöyle ki:
1. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir cuma gecesi mescid-i nebevîde oturuyorduk. Ansardan bir adam geldi ve: "Bir adam (veya bizden birisi) karısının yanında yabancı bir erkek bulsa da bunu konuşsa (karı*sının o adamla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, öldürse (kısasen) onu öldürürsünüz, sussa bu sefer de (karısına ve zina ettiği o yabancı erkeğe) kin dolu olarak susacaktır. Allah'a yemin ederim ki sabaha çıkınca bunu Rasûlullah (sa)'a soracağım." dedi. Ertesi gün olunca Rasûİullah (sa)'a geldi, sordu ve: "Bir adam karısıyla birlikte yabancı bir adamı bulsa da konuşsa (o-nunla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, onu öldürse kısasla öldürürsünüz, sussa kin ve gayz dolu olarak susar." deyip "Ey Allahım bunun hükmünü beyan et." diye dua etmeye başladı ve bunun üzerine Hân âyeti (yani) "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği..." âyetleri nazil oldu ve insanlar içinde işte o adam bu durumla müpte*lâ oldu. O ve karısı Rasûlullah (sa)'a geldiler ve (O'nun huzurunda) lânetleştiler (aralarında liân uygulandı). Adam dört kere doğru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid göstererek şehadette bulundu. Beşinci şehadette "Eğer yalancılar*dan ise Allah'ın laneti üzerine olsun." diye lanette bulundu. Lanette bulunmak üzere (beşinci şehadette kocası doğru sözlülerden ise Allah'ın laneti (gazabı) kendisi üzerine olsun diyerek şehadette bulunmak üzere) hazırlanırken Rasûlullah (sa): "Yeter, sus." buyurduysa da kadın şehadette ısrar ile beşinci şehadette bulundu.
Kadın arkasını dönüp giderken Rasûlullah (sa): "Herhalde doğuracağı ço*cuk siyah ve kıvırcık saçlı olacaktır." buyurdular. Kadın tam bu niteliklerde bir çocuk doğurdu.[10]
2. Sehl ibn Sa'd'den rivayete göre Uveymir bir gün Aclân oğullarının efen*disi Asım ibn Adiyy'e gelmiş ve demiş ki: "Karısıyla birlikte yabancı bir erkeği bulan kişi hakkında ne dersiniz? Onu öldürsün de (kısasla) onu öldürür müsü*nüz, yoksa ne yapsın? Bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne benim için sorar mısın?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'e gelen Asım: "Ey Allah'ın elçisi..." diye söze başlayıp soruyu sormuş, ancak Hz. Peygamber (sa) bu sorudan hoşlanma-yıp cevap vermemiş. Dönüp geldiğinde Uveymir sorusunun cevabını almak umuduyla Asım'ın yanına gelmiş. Asım: "Allah'ın Rasûlü (sa) bu sorudan hoş*lanmadığı gibi kınadı da." demiş. Uveymir: "Vallahi bundan vazgeçmiyeceğim ve gidip Rasûlullah (sa)'a soracağım." deyip Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bjr kişi, karısının yanında yabancı bir erkek bulsa onu öl*dürsün ve siz de (kısasla) onu öldürür müsünüz, yoksa ne yapsın?" diye sormuş. Rasûl-i Ekrem: "Allah, sen ve karın hakkında Kur'ân indirdi." buyurup ikisine Allah'ın, Kitab'ında tarif ettiği şekilde mülâ'anede bulunmalarını emretmiş ve onlar da liânlaşmışlar. Liândan sonra Uveymir: "Ey Allah'ın elçisi, bundan sonra ben bu karıyı tutsam (nikâhım altında ve evimde yanımda) tutsam ona zul*metmiş olurum." deyip karısını boşamış ve o ikisinden sonra Hân yapan eşler hakkında bu bir yol olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bakın (kadının ne doğura*cağını gözetleyin), eğer siyah, göz bebekleri koyu siyah, kalçaları ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir doğru söylemiştir. Şayet kırmızımsı, kızılca bir böceğe benzer bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir karısı hakkında yalan söylemiş, ona iftira etmiştir." buyurdular. Kadın, Rasûlullah (sa)'ın Uveymir'in doğru söylemiş olduğunu tasdik edici olarak bildirdiği niteliklerde bir çocuk doğurdu. Bu çocuk daha sonraları (Araplarda âdet olduğu üzere baba*sına nisbetle değil), annesine nisbetle çağrılırdı.[11] Ayrıntı*larda küçük farklarla hadisi Müslim de Sehl ibn Sa'd es-Sâ'idî'den rivayetle tahric etmiştir.[12] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Uveymir'in karısının adı Havle bint Kays olarak verilmektedir.[13] Kelbî rivayetiyle yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu musibetin Asım ibn Adiyy'in başına geldiği ve karısı ile Şerik ibn Sehmâ'ı zina halinde gördüğü[14] nakledilmişse de doğrusu ve sahih olanı yukarda verdiğimiz veçhile musibetin Asım'in değil, amcasının oğlu olan Uveymir'in başına gelmiş olmasıdır.
3. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Hilâl ibn Ümeyye, Hz. Pey*gamber (sa)'in huzurunda karısının Şerik ibn Sehmâ' ile zina ettiği iddiasında bulunmuştu. Rasûlullah (sa): "Ya delil getirirsin ya da zina iftirası cezasını sır*tında bulursun (ya bu iddiana dört şahid getirirsin, ya da sana zina iftirası ceza*sını uygularım.)" buyurdular. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, bizden birisi karısının üzerinde yabancı bir erkek bulacak, sonra da onları o halde bırakıp delil (şahid) aramıya mı gidecek?!" dediyse de Hz. Peygamber (sa): "Ya delil getirirsin, ya da zina iftirası cezasını sırtında bil." buyurdular. Hilâl: "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben doğru söylüyorum ve Allah, benim sırtımı zina iftirası cezasından kurtaracak bir şey mutlaka indirecektir." dedi ve hemen aka*binde Cibril geldi ve Hz. Peygamber (sa)'e "Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğraması"dır."a kadar olmak üzere "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisi*nin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyet-i keri*melerini indirdi. Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca HilâPin karısına haber gönderip çağırttı. Hilâl de geldi ve "Karısının zina ettiğine" dair şehadette bulundu. Rasûlullah (sa): "Allah biliyor ki ikinizden birisi yalan söylüyor; iki*nizden tevbe eden yok mu?" buyuruyordu. Sonra kadın kalktı ve "zina etmedi*ğine ve kocasının yalancılardan olduğuna" dair şehadette bulundu. Beşinci şehadete gelmişti ki onu durdurdular ve: "Dikkat et, bu beşinci şehadet Allah'ın gazabını sana vacip kılıcıdır." dediler. İbn Abbâs der ki: "Kadın şöyle bir keke*ledi, döndü; biz, şehadetinden dönecek, vazgeçecek zannettik ama o: "Bundan sonraki günlerde elbette kavmimi rüsvay etmiyeceğim." dedi ve beşinci şehadeti de yaptı.
Rasûlullah (sa): "Bakın, bu kadını gözetleyin; eğer gözleri sürmeli, kalçala*rı dolgun ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dandır." buyurdu ve kadın Hz. Peygamber (sa)'in bu tarifine uygun bir çocuk doğurdu da Efendimiz (sa): "Şayet Allah'ın kitabından geçenler (Hân ile ilgili âyetlerin hükmü) olmasaydı benim için ve o kadın için başka bir durum olurdu (onu recmedardim.)" buyurdular.[15]
Hafız Ebu Ya'lâ'nın Enes ibn Mâlik'ten rivayeti biraz daha ayrıntılı olmak*la birlikte bu ayrıntılarda bazı farkları ihtiva etmektedir. Bu rivayette Hz. Pey*gamber (sa), Hilâl'in karısının doğuracağı çocuğu gözetlemelerini emredip: "Eğer kıvırcık saçlı, ince baldırlı bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dan; beyaz, organları uzun ve tam, gözleri bozuk bir çocuk doğurursa bu çocuk Hilâl ibn Ümeyye'nindir." buyurduğu ve kadının, kıvırcık saçlı, ince bal*dırlı bir çocuk doğurduğu belirtilmektedir.[16]
İmam Ahmed de hadiseyi İbn Abbâs'tarç daha geniş olarak şöyle naklet*mektedir: "İffetli ve hür kadınlara zina isnadında bulunan, sonra da buna dört şahid getiremiyenlere seksen sopa vurun ve ondan sonra da onların şahitliğini ebediyyen kabul etmeyin." âyet-i kerimesi nazil olduğunda Ansar'ın efendisi Sa'd ibn Ubâde: "Ey Allah'ın elçisi, aynen böyle mi nazil oldu?" diye sordu. Rasûlullah (sa): "Ey Ansar topluluğu, efendinizin ne söylediğini işitmiyor mu*sunuz?" buyurdular. Onlar: "Ey Allah'ın elçisi, onu ayıplama, muhakkak ili o çok kıskanç bir adamdır, bu yüzden bakire olmiyan hiçbir kadınla evlenmemiş ve kadınlarından hiçbirini boşamamıştır. Onun kıskançlığının şiddetinden biz*den hiç kimse onun boşayacağı bir kadınla evlenmeye cesaret edemez." dediler. Sa'd: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin olsun kî ben, bunun hak ye Allah'tan olduğunu biliyorum. Fakat ahmak bir kadının bacakları arasına (onunla zina halinde) oturmuş bir adam bulacağım ve benim; dört şahid getirinceye kadar onu hareket ettirme, yerinden ayırma hakkım olmtyacak. Allah'a yemin olsun ki ben ona dört şahid getirmeden önce o adam işiniıbitirir, ihtiyacını giderir. İşte ben buna çok şaştım." dedi.
Bunun üzerinden çok geçmeden Tebük gazvösine katılmıyarak özürsüz o-larak geri kalması ve bunu gelip Hz. Peygamber (sa)'e itiraf etmesi üzerine geli*şen olaylardan sonra tevbesi kabul edilen üç kişide^ biri olan Hilâl ibn Ümeyye geldi. Gündüz çalıştığı arazisinden gece evine geldiğinde karısının yanında ya*bancı bir erkek bulmuş; zina ettiklerini gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmiş; sabaha çıkıncaya kadar da ona dokunmamış. Sonra iabah olunca da Rasûlullah (sa)'a gelip: "Ey Allah'ın elçisi, gece aileme geldin^ onun yanında yabancı bir erkek buldum; zina ettiklerini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim." dedi.
Rasûlullah (sa), onun getirdiği bu haberden htşlanmayıp sert davrandı. Ansar toplanıp: "Sa'd ibn Ubâde'nin söylediği musibet işte şimdi başımıza gel*di. Rasûlullah (sa) şimdi Hilâl ibn Ümeyye'ye zina iftirası cezası olan sopalan attırır, sonra da şahitliğini insanlar arasında iptal edip ^ok sayar." dediler.
Hilâl: "Allah'a yemin ederim ki ben, Allah'ın, bana bundan bir çıkış yolu koyacağını umarım." deyip şöyle devam etti: "Ey Allah'ın elçisi, getirdiğim haberden ötürü bana sert davrandığını görüyorum. Allah'a yemin olsun ki O, benim doğru olduğumu biliyor."
Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (sa), ona zina iftirası haddinin uygulan*masını emretmeyi istiyordu ki birden Rasûlullah (sa)'a vahy gelmeye başladı.Ashabı, ona vahy indiği zaman bunu yüzünün değişmesinden, bulanmasından bilirlerdi. Vahy bitinceye kadar sustular. "Eşlerine zina isnad edip de kendile*rinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyetleri nazil oldu ve Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca: "Ey Hilâl, müjde; Allah, senin için bir ferahlık ve çıkış yolu kıldı." buyurdular. Hilâl: "Zaten ben de Rabbımdan bunu umuyor*dum." Dedi.[17]
Rasûlullah (sa): "Kadına haber gönderin, gelsin." buyurdular ve kadın gel*di. Allah'ın Rasûlü (sa) her ikisine de âyetleri okuyup onları uyardı, âhiret aza*bının dünya azabından (zina edenlere dünyada verilecek cezadan) daha şiddetli olduğunu haber verdi. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim, ona kar*şı, onun hakkında doğru söyledim." dedi. Kadın da: "Yalan söyledi." dedi. Rasûlullah (sa): "Aralarında liân yapınız." buyurdular. Hilâl'e: "Kalk, karının zina ettiğine dair şehadet et." denildi. Karısının zina ettiğine ve kendisinin doğ*ru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid tutarak dört kere şehadette bulundu. Beşinciye geldiğinde ona: "Ey Hilâl, Allah'tan kork; dünya azabı (zina iftirası sebebiyle sana dünyada verilecek ceza) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşin*ci şehadetle, eğer şehadetinde yalancı isen âhiret azabını kendine vacip kılıyor*sun." denildi. "Allah'a yemin ederim ki Allah, bu sebeple bana dünyada zina iftirası cezası vermediği gibi bana âhirette azâb etmiyecek." deyip beşincisinde de: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması"nı isteyerek şehadet etti.
Sonra kadına: "Onun (kocanın) yalancılardan olduğuna dair dört defa Al*lah'ı şahid tutarak şehadet et." denildi. Beşincisine geldiğinde kadına: "Al*lah'tan kork; muhakkak dünya azabı (zina sebebiyle dünyada verilecek cezanın acısı) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşinci şehadetle azabı kendine vacip kılmış oluyorsun." denildi de kadın şöyle bir durakladı, sonra: "Allah'a yemin ederim ki kavmimi rüsvay ttmiyeceğim." dedi ve "Eğer kocam doğru sözlüler*den ise Allah'ın gazabı üzerime olsun" diye beşinci kere şehadette bulundu.
Bu (liândan sonra) Allah'ın Rasûlü (sa), karı-kocanın arasını ayırdı (nikâh*larını feshetti) ve kadında» doğacak çocuğun babasının adıyla çağrılmamasına, doğacak çocuğa zina isnad edilmemesine, kadına veya çocuğuna ;na isnad e-den olursa ona hadd-i kazf uygulanmasına hükmetti. Ayrıca koc^ Imediği ve araları talâk ile ayrılmamış olduğu için de kadının mesken, barındırılma ve ge*çiminin koca üzerine olmamasına hükmedip buyurdu ki: "Eğer kadın kumral, uylukları etsiz ve ince bıldırlı bir çocuk doğurursa bu Hilâl'indir. Eğer esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurursa bu, zina isnadında bulunulan adamındır." Kadın, esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurdu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Şayet (o Hân'da yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın hakkında başka bir du*rum olurdu." buyurdular.
İkrime der ki: (Kadının doğurmuş olduğu) çocuk daha sonra Mısır üzerine emîr oldu. Annesinin ismiyle çağrılır, babasına nisbetle çağrılmazdı.[18] Bu hadis, Ebu Davud tarafından da muhtasar olarak İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunmuştur.[19]
Bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye veya Uveymir hakkında nazil oldu*ğuna dair haberleri verdikten sonra Suyûtî der ki: İmamlar bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye hakkında mı yoksa Uveymir hakkında mı nazil olduğu konu*sunda hemfikir değillerdir. Kimisi Hilâl hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri tercih ederken kimisi de Uveymir hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti tercih etmişlerdir. Meselâ Taberî âyet-i kerimenin, karısına Şerîk ibn Sehmâ ile zina isnadında bulunan Uveymir hakkında nazil olduğuna dair rivayeti tercih etmektedir (Kurtubî, age. xn,i23). İki rivayet arasını cem sadedinde olmak üzere bu duruma ilk düşenin Hilâl olduğu, Uveymir'in de başına aynı fitnenin âyet-i ke*rime nazil olmadan hemen önce geldiği ve dolayısıyla âyet-i kerimenin her iki*sinin durumu hakkında nazil olduğunu söyleyenler de vardır. Nevevî bu görüşe meyletmiş Hatîb de ona tabi olmuştur. İbn Hacer de benzer görüşte olup şöyle der: Muhtemeldir ki âyet-i kerime Hilâl ibn Ümeyye'nin başına gelen olay üze*rine inmiş. Daha sonra aynı felâket Uveymir'in de başına gelmiş ve âyet-i keri*menin nüzulünden veya Hilâl'in başına gelenden haberi olmıyan Uveymir Hz. Peygamber (sa)'e gelerek durumu hakkında ondan fetva istemiş; Allah'ın Rasûlü (sa) de kendisine daha önce Hilâl hakkında inen âyet-i kerimeyi oku*muştur. Kurtubî ise âyet-i kerimenin biri Hilâl olayında, diğeri de Uveymir ola*yı hakkında iki kere indirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. İbn Hacer de âyet-i kerimenin birden çok sebep üzerine nazil olmasını da caiz görmektedir.[20]
4. Bu arada Suyûtî, el-Bezzâr'ın Huzeyfe'den rivayetle tahric ettiği bütün bunlardan farklı ve garip bir rivayete daha yer verir. Bu haberde Huzeyfe şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Hz. Ebu Bekr'e: "Ümmü Rûmân'la bir*likte bir adam görsen ne yapardın?" diye sormuş, Ebu Bekr: "Elbette ona bir kötülük yapardım." diye cevap vermiş. Bu sefer Hz. Peygamber (sa), Hz. Ö-mer'e dönüp: "Ya sen ey Ömer?" diye ona sormuş. Hz. Ömer: "Allah en âciz olana lanet etsin, elbette o habistir." diye cevaplamış da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[21]
Bütün bu rivayetlerden sonra Liân'a esas olan bu âyet-i kerimelerin nüzul vakti olarak Kurtubî, Hicretin dokuzuncu senesi Şaban ayında Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönüşünden sonrasını göstermektedir.[22]
11. O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; işte onadır azâb-ı azîm.
12. Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup "Bu, apaçık bir iftiradır. " demeleri gerekmez miydi?
13. Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar şahidler getiremediler o halde onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.
14. Dünya ve âhirette Allah'ın lûtfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız o sözlerden dolayı herhalde size çok büyük bir azâb dokunurdu
15. Onu dilinize dolamıştınız ve bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz sanıyordunuz ama o, Allah katında çok büyüktür.
16. Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır. " demeniz gerekmez miydi ?
17. Eğer mü'minler idiyseniz buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.
18. Ve Allah size âyetlerini açıkça bildiriyor. Allah Alîm 'dir, Hakîm 'dır.
19. O mü'minler arasında kötülüğün ve hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler var ya; işte onlara, dünyada ve âhirette çok elem verici bir azâb var. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
20. Ya Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı haliniz nice olurdu? Ve Allah, gerçekten Rauf'tur, Rahîm'dir.
21. Ey o iman etmiş olanlar, şeytanın adımlarına tabi olmayın. Kim, şeytanın adımlarına tabi olursa (bilsin ki) şeytan, hayâsızlığı, ahlâksızlığı ve münkeri emreder. Şayet Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı hiçbiriniz ebediyyen temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır ve Allah Semî'dir, Alîm'dır.
22. Sizden faziletli ve varlıklı olanlar yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah 'in sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir.
23. İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır.
24. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahidlik edeceklerdir.
25. O gün Allah onlara hak olan cezalarını verecektir. Hiç şüphesiz onlar da Allah 'in apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.
26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar, ve onlar için mağfiret, bir de cömertçe verilmiş bir rızık vardır.
Bu Nûr Sûresinden 16 âyetin (11-26. âyetler) nüzulüne sebep olan İfk Hadisesi en geniş şekliyle bizzat Hz. Aişe'den rivayetle İbn Hişâm'ın Sîre'sinde hicretin altıncı senesi olayları cümlesinden olarak ve Mustalik Oğulları gazvesi sırasında meydana gelen olaylar arasında anlatılmaktadır. Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkmak istediğinde kendisiyle birlikte çıkacak hanımını tesbit etmek üzere hanımları arasında kur'a çekerdi. O, Mustalik oğulları gazvesine çıkacağında hanımları arasında çekilen kur'a bana çıktı ve Rasûl-i Ekrem bu sefere beni götürdü.
O zamanda kadınlar az yemek yerler, et tutmazlar (fazla şişmanlamazlar) ve ağır olmazlardı. Yola çıkmak üzere devem hazırlanınca ben de hevdece girer otururum, sonra birileri gelir hevdeci altından tutar kaldırır, devenin sırtına yükler, iplerini bağlarlar, sonra da devenin başından çekerek beni yola çıkarırlardı.
Allah'ın Rasûlü (sa) bu seferini bitirip dönerken Medine yakınlarında bir yerde konakladık ve gecenin bir kısmını orada geçirdik. Gecenin bir vaktinde yola çıkma emri verildi ve insanlar yola koyuldular. Bu arada ben bir ihtiyacım için hevdecimden çıkmış, devenin yanından ayrılmıştım. Boynumda cez'-i zafâr taşından bir kolye (gerdanlık) vardı. İşimi bitirdiğimde ben bilmezden haberim olmadan) meğer o gerdanlık çözülmüş ve boynumdan düşmüş. Binitimin yanına gelince boynumu yokladım; baktım ki gerdanlığım yok. O sırada insanlar yola çıkmaya başladılar. Ben ise ihtiyacımı giderdiğim yere gittim ve orada düşmüş olan gerdanlığımı buldum. Benim yokluğumda benim hevdecimi deveme yük*leyen ve devemi sürüp götüren insanlar gelmişler; devemi yola hazırlamışlar, daha önceden yaptığım gibi beni hevdecin içinde zannederek hevdeci almışlar, deveye yüklemişler, benim hevdecde olup olmadığım hususunda hiç şüpheye düşmemişler, devenin başından tutup yola çıkmışlar.
Ben, gerdanlığımı bulup da konaklama yerine geldiğimde bir de baktım in cin top atıyor, orada kimse kalmamış, herkes gitmiş. Cübâbıma sarındım ve o-racıkta kıvrılıp yattım. Biliyordum ki beni arayıp bulamadıklarında mutlaka bu*raya bana dönülecek.
Allah'a yemin olsun, ben orada kıvrılıp yatmış haldeyken birden bana Safvân ibn el-Muattal es-Sulemî uğradı. Bir ihtiyacı sebebiyle ordudan arkada kalmış, insanlarla beraber o konaklama yerinde gecelememiş. Benim karaltımı görmüş, gelmiş, başucumda durmuş. Safvân daha önce beni, kadınların örtünme emri gelmezden önce gördüğü için şimdi de görünce tanımış. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, bu Rasûlullah (sa)'ın hanımı!" demiş, ben elbisemde sarılı bir haldeyim, o bana: "Allah sana merhamet etsin, seni böyle ordudan arkada bırakan nedir?" diye sordu, ben cevap vermedim, onunla konuşmadım. Sonra deveyi bana yaklaştırdı, bana: "Bin." dedi, kendisi de geride durdu. Ben deveye bindim, devenin yularını aldı ve orduya yetişmek üzere hızla yola koyuldu. Sabaha kadar biz orduya yetişemedik, insanlar da sabaha kadar benim yokluğumun farkına varmamışlar. Sabah olunca yeniden konaklamışlar ve işte o sırada benim devemi güderek yürüten benim yokluğumun farkına varmış; bunun üzerine tfk ehli benim hakkımda söylediklerini söylemişler, ordu dalgalanmış. Allah'a yemin ederim benim bunların hiçbirinden haberim yok.
Sonra Medine'ye geldik ve çok geçmeden ben şiddetli bir hastalığa yaka*landım. O ana kadar bana bu hadise hakkında söylenenlerden hiçbir şey ulaş*madı ama Rasûlullah (sa)'a ve ana-babama ulaşmış. Onlar da ne az, ne çok bana bunlardan hiçbir şey söylemediler. Şu kadar var ki o zamana kadar Rasûlullah (sa)'tan görmekte olduğum bana karşı bazı yumuşak muameleyi pek görmez olmuştum. Daha önce ben hastalanınca bana acır ve yumuşak davranırdı. Bu hastalığımda ise bunu görmedim ve bunu ona yakıştıramadım. Sadece yanıma girdiğinde hastalığımda bana bakan annem Ümmü Rûmân olur, bana: "Nasıl*sın?" der, başka bir şey söylemez, başka bir şey konuşmazdı.
Rasûlullah (sa)'ın bana olan bu soğukluğunu görünce kırıldım ve: "Ey Al*lah'ın Rasûlü, bana izin versen de anneme gitsem, annem orada benim hastalı*ğımla ilgilense, bakımımı yapsa." dedim, "Benim için sakıncası yok." buyurdu. Yine olanların hiçbirinden haberim yok halde annemin evine geçtim. Nihayet 20 küsur gün sonra bu hastalığım geçti. Biz araplar, acemler gibi evlerimizde helalar yapmaz, abdest bozmak üzere şehir dışına açık araziye çıkardık. Abdest bozma ihtiyaçlarını görmek üzere kadınlar her gece Medine dışına çıkarlardı. Bir gece abdest bozma ihtiyacım için dışarı çıktığımda yanımda Ebu Ruhm ibnu'l:Muttalib kızı Ümmü Mıstah da vardı ki bu Ümmü Mıstah'ın annesi de Ebu Bekr es-Sıddîk'in teyzesi, Sahr ibn Amir'in kızıydı. Benimle birlikte yü*rürken ayağı üzerindeki örtüye dolaşıp tökezledi ve "Kahrolası Mıstah!" dedi. Mıstah, oğlunun lakabı olup asıl adı Avf idi. Ben: "Allah'a yemin olsun ki Bedr'de bulunmuş muhacirlerden bir adam hakkında kötü söyledin." dedim. "Ey Ebu Bekr'in kızı, haber sana ulaşmadı mı?" dedi. Ben: "Ne haberi, hangi haber?" diye sordum. Bunun üzerine İfk ehlinin söylemiş oldularını bana haber verdi. Ben: "Öyle mi oldu?" dedim, "Evet, Allah'a yemin ederim, böylece ol*du." dedi. Ben kendimde ihtiyacımı giderecek gücü göremiyerek geri döndüm. Allah'a yemin ederim o kadar ağlamaya devam ettim ki ağlama ciğerlerimi parçalıyacak sandım. Anneme: "Allah seni bağışlasın, insanlar bu konuştukları*nı konuştular da sen bana bunlardan hiçbirini anlatmıyorsun!" dedim. O: "Kız*cağızım, kendini bu kadar hırpalama, durumunu daha da ağırlaştırma. Allah'a yemin olsun, senin gibi güzel bir kadın olur, onun kumaları olursa elbette gerek kumaları ve gerekse insanlar onun hakkında sözü çoğaltırlar." dedi.
Bu arada Rasûlullah (sa) bir gün kalkmış, Allah'a hamdü senadan sonra in*sanlara hitaben: "Ey insanlar bir takım insanlar ailem hakkında beni üzüyor ve onlar hakkında gerçek olmıyan şeyler söylüyorlar. Ben, ailemden hayırdan baş*ka bir şey bilmiyorum. Bu sözleri öyle bir adam hakkında söylüyorlar ki vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim evlerimden hangi bir eve girmişse ancak benimle birlikte girmiştir." buyurmuş; benim bundan da haberim yoktu.
Bu konuda günahın büyüğü Hazrec'den bir takım adamlar içinde Abdullah ibn Übeyy ibn SelûPda idi. Onlarla birlikte Mıstah ve Cahş kızı Hamne de varmış. Hamne'nin konuşma sebebine gelince; onun kız kardeşi Cahş kızı Zeyneb Rasûlullah (sa)'ın hanımlarından olup Efendimiz'in hanımlarından mertebe itibariyle bana eşit olan ondan başkası yoktu. Zeyneb'e gelince Allah onun dinini korumuş ve benim hakkımda hayırdan başka bir şey söylememiş. Hamne ise Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl’dan çıkan o sözleri almış; kızkardeşi lehine benim aleyhime olsun diye yaymış ve böylece mutsuzlardan olmuş.
Hz. Peygamber (sa)'in yukardaki sözleri üzerine Üseyd ibn Hudayr: "Ey Allah'ın elçisi, bu sözleri söyleyenler eğer Evs'den iseler biz senin yerine onların hakkından geliriz. Ama eğer Hazrec'den iseler onlar hakkında ne emredersen emret. Vallahi bu sözleri söyleyenler boyunları vurulmayı haketmişlerdir." demiş. Bunun üzerine daha önceden salih bir insan olarak bilinen (görülen) Sa'd ibn Ubâde kalkmış: "Allah'a yemin olsun, yalan söyledin, (Hazrec'den iseler) boyunlarını vurmayız. Allah'a yemin olsun sen bu sözünü, bu sözleri söyleyenlerin Hazrec'den olduklarını bilerek söyledin. Eğer buseydin ki senin kavminden (yani Evs'ten)dirler elbette böyle söylemezdin." demiş. Üseyd: "Allah'a yemin olsun sen yalan söyledin. Fakat sen bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İnsanlar birbirleri üzerine yürümüş ve az daha bu iki kabile arasında iş kötüye varıyormuş. Rasûlullah (sa) minberden inmiş ve benim yanıma girmiş.
Yine bu arada Allah'ın Rasûlü (sa) Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlarla istişare etmiş. Üsâme beni hayırla yadedip övmüş ve: "Ey Al*lah'ın elçisi, ehlindir ve onlardan hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Bu söyle*nenler yalan ve bâtıldır." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, kadın çok (senin için eş olacak kadın mı yok). Sen, onun yerine başka bir kadın alabilirsin. Cari*yesine sorarsan sana doğrusunu haber verecektir." demiş. Rasûlullah (sa), olayı sormak üzere Berîre'yi çağırdığında Ali ibn Tâlib ona kalkmış ve şiddetli bir şekilde dövmüş, sonra da: "Allah'ın Rasûlü'ne doğruyu söyle." demiş. Berîre: "Allah'a yemin ederim ki onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Aişe'yi ayıpladığım bir tek huyu var ki o da şudur: Ben hamur yoğurur ve onu muhafaza etmesini isterdim. Hamuru beklerken uyuyakaiır da bir kedi gelir o hamuru yer, onun hiç haberi olmazdı." demiş.
Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi. Yanımda anam- babam ve Ansardan bir kadın vardı. Ben ağlıyordum. Ansardan olan o kadın da ağlıyordu. Allah'ın Rasûlü oturdu, Allah'a hamdü sena ettikten sonra: "Ey Aişe, insanların sözlerinden sana ulaşmış olanlar oldu (insanlar senin hakkında konuşmakta oldukları sözleri konuştular). Allah'tan kork; eğer insanların söylediklerinden bir günahı işlemişsen Allah'a tevbe et. Muhakkak ki Allah, kullarından tevbeyi kabul eder." buyurdu.
Allah'a yemin ederim ki O, bana bunları söyleyince gözlerimdeki yaş kesildi ve ondan bir şey hissetmez oldum; babamın ve anamın Rasûlullah'a cevap vermelerini bekledim, ama onlar konuşmadılar. Vallahi ben kendimi hakir görüyor, kendimi, hakkında mescidde okunan ve kendisiyle namaz kılman Kur'ân (âyetleri) inecek kadar önemli görmüyordum. Fakat umuyordum ki Allah, Rasûlü'ne rüyasında benim hakkımda söylenenlerin yalan olduğunu, benim suçsuz olduğumu gösterir veya ona bir haber verir. Ama hakkımda Kur'ân inmesi; işte ben kendimi bundan hakir görüyordum. Babamın ve anamın konuşmadıklarını görünce onlara: "Allah'ın Rasûlü'ne cevap vermiyecek misiniz?" dedim, onlar: "Vallahi ona ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz." dediler. Ben: "Vallahi, Ebu Bekr ailesinin şu başına gelenler başka hiçbir ailenin başına gelmemiştir." dedim ve onların benim hakkımda konuşmamaları üzerine yeniden gözümden yaşlar akmaya başladı, ağladım, sonra: "Vallahi, benim hakkımda söylenenlerden Allah'a asla tevbe etmiyeceğim. Vallahi, ben biliyorum ki insanların söylediklerini ikrar edecek olsam, Allah'a yemin ederim ki Allah benim ondan uzak ve berî olduğumu, suçsuz olduğumu bilmektedir, ben, olmayan bir şey söylemiş olacağım. Ama söylediklerini inkâr edecek olsam siz bu sözümde beni doğrulamıyacaksınız. Sonra Yakub'un adını hatırlamıya çalıştım, hatırlıyamadım da "Fakat Yûsufun babasının söylediği gibi söyleyeceğim: Bana bir sabr-ı cemîl gerektir. Sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak Allah'tır." dedim.
Allah'a yemin ederim, Rasûlullah oturduğu yerden ayrılmamıştı ki onu, Allah'tan vahy gelirken kaplıyan hal kapladı, elbisesine büründü, başının altına deriden bir yastık konuldu. Onun bu halini görünce vallahi ne korktum, ne aldırdım, anladım ki ben suçsuzum ve Allah bana asla zulmedecek değildir. Babama ve anama gelince, Rasûlullah'tan vahy inme hali kalktığında, insanların söylediklerinin gerçek olduğu Allah'tan da gelecek korkusuyla o anda öleceklerini sandım.
Sonra Rasûlullah'tan vahy inme hali kalkıp açıldı ve oturdu. Soğuk bir gün olmasına rağmen inci daneleri gibi terler akıyordu. Alnından akan terleri silme*ye başladı ve şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun ey Aişe, Allah, suçsuzluğunu in*dirdi." Ben: Allah'a hamdolsun." dedim.
Sonra Rasûlullah (sa) insanlara çıktı, onlara hitabetti, onlara bu konuda Kur'ân'dan inenleri okudu. Sonra benim hakkımdaki iddiaları açık olarak konu*şan Mıstah ibn Üsâse, Hassan ibn Sabit ve Hamne bint Cahş'a hadd-i kazf uy*gulanmasını emretti ve onlara hadd-i kazf uygulandı.
Aişe der ki: İfk ehli (bana o iftirayı atanlar hakkında Allah Tealâ şunları indirdi: "O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; İşte Onadır azâb-ı azîm..."[23]
Hadise Buhârî tarafından da önemine uygun olarak detaylı bir şekilde "Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Museyyeb, Alkame ibn Vakkâs ve Ubeydullah ibn Abdullah ibn Utbe'den, bunların hepsi birden Aişe'den" şeklinde bir isnadla verilmektedir. Ayrıntılarda bir takım farklar ihtiva ettiği ve bu ayrıntılardan hareketle belki de fakîhler çok farklı bir takım hükümlere ulaşabileceği için hadisenin Buhârî'de anlatılan şeklini de buraya almayı uygun görüyoruz:
Hz. Aişe anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkacağında hanımları arasında kur'a çeker, kur'a hangisine çıkarsa Rasûlullah (sa) ile sefere o hanımı çıkardı. Çıktığı bir gazvede (Mustalık oğulları gazvesidir) yine hanımları arasında kur'a çekmiş ve kur'ada benim ismim çokmıştı. Bu sefer, hicab (örtünme) âyeti indikten sonra idi ve Allah'ın Rasûlü (sa) ile bu sefere ben çıktım. Ben, yolculuk sırasında hevdecimde taşınıyor ve konaklama yerlerinde hevdecin içinde indiriliyor, hevdec içinde konaklıyordum. Sefer bu şekilde devam etti, Rasûlullah bu seferini bitirip dönerken dönüş yolunda Medidne'ye yaklaşmıştık. Bir gece konaklama yerinden hareket haberi verildi. Hareket haberi verildiği sırada ben kalktım, abdest bozmak üzere yürüdüm, orduyu geçtim, ihtiyacımı giderip binitimin yanına geldiğimde şöyle bir göğsümü yokladım ki cez'-i zıfâr taşından gerdanlığım kopmuş, düşmüş. (Herhalde abdest bozmaktan gelirken yolda düşmüş olmalı diye) döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama beni orada hapsetti. Bu arada beni hevdecim içinde deveye yükleten grup gelmiş, beni, içinde zannederek hevdeci yüklenmiş ve üzerinde yolculuk yaptığım devenin üzerine yerleştirmişler. O zamanda kadınlar hafif olurlar, çok etli butlu olmazlar, az yemek yerlerdi. Dolayısıyla hevdeci yüklenip devenin üzerine kaldırıp yerleştirenler hevdecin hafif olmasını garip karşılamamışlar. Ben de zaten yaşı küçük bir kız idim. Hevdeci deveye yükledikten sonra kaldırmışlar ve yürütüp gitmişler.
Ordu yolda epeyce ilerledikten sonra ben gerdanlığımı bulmuş olarak or*dugâha döndüğümde ortalıkta kimse yoktu, in cin top oynuyordu. Yerimi değiş*tirmedim (başka bir yere gitmedim, yola çıkmadım, o konak yerindeki yerimde kaldım); nasıl olsa yokluğumun farkına varır ve bana geri dönerler diye düşündüm (zannettim). Bulunduğum yerde otururken gözlerim bana galebe çalmış ve uyumuşum.
Safvân ibnu'l-Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî ordunun artçısı imiş. Sabahleyin benim bulunduğum yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş, görünce de beni tanımış. Çünkü örtünme âyeti gelmezden önce beni görmüş imiş. Onun "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Beni tanıdığında hemen cilbâbımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki bir kelime konuşmadık ve onun innâ lillâh... sözünden başka ondan bir kelime olsun işitmedim. Eğildi, devesini ıhtırdı ve onun ön ayağına bastı, ben de kalkıp onun devesine bindim. Benim üzerinde olduğum deveyi güderek yola çıktı ve nihayet öğle sıralarında konaklamış olan orduya yetiştik.
Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bu hadise üzerine (bana iftira atmak suretiyle) helak olanlar helak oldular. İftiranın büyüğünü atan da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olmuş.
Urve der ki: Bana haber verildiğine göre bu iftira sözü onun yanında konu*şulup yayılmış, o da bunu ikrarla dinler ve başkalarına ulaştırırmış.
Yine Urve der ki: İfk (iftira) ehlinden başka insanlar içinde sadece Hassan ibn Sabit, Mistah ibn Üsâse ve Hamne bint Cahş'ın isimleri verilmişti. Ama Allah Tealâ'nın âyet-i kerimede açıkça belirttiği üzere onlar bir grup, bir zümre idiler ve onlar içinde bu iftiranın büyüğünü yapanın da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olduğu söylenir.
Aişe der ki: Medine'ye geldik ve ben oraya geldiğimizde bir ay hastalan*dım. Bu sırada insanlar ifk ehlinin ürettiği sözlere dalmışlar ve ben bunlardan hiçbirini hissetmemişim. Yalnız beni kuşkulandıran bir şey vardı ki o hastalığım sırasında, daha önceki hastalıklarımda Rasûlullah'tan görmüş olduğum lûtfu ve yumuşaklığı O'ndan görmüyordum. Sadece yanıma giriyor; selâm veriyor, "Na*sılsınız?" diye soruyor, sonra da tekrar çıkıp gidiyordu. Evet bu beni biraz şüp*helendiriyordu ama bir kötülük sezmiyordum.
Nihayet nekahet döneminde bir gün dışarı çıkmıştım. Mistah'm annesi ile birlikte Menâsı' tarafına çıkmıştık. Abdest bozmaya o tarafa ve geceden geceye çıkardık. Bu, evlerimizin yakınlarında tuvaletler edinmemizden önceydi. Biz arapların ilk durumları açık arazide abdest bozmaktı. Everimizin yakınında tuvalet edinmek bize eziyet verir, kokusundan rahatsız olurduk.
Ben ve Mistah'm annesi birlikte çıktık. O, Ebu Ruhm ibnu'l-Muttalib'in kızıydı. Annesi de Sahr ibn Amir'in kızı olup Hz. Ebu Bekr'in teyzesi oluyordu. Oğlu da Mistah ibn Üsâse ibn Abbâd ibnu'l-Muttalib idi.
Abdest bozma işimizi bitirmiş evime yönelmişken Mistah'm annesinin ayağı örtüsüne takılarak tökezledi ve: "Kahrolası Mistah!" dedi. Ben: "Ne kötü söyledin, Bedr'de bulunmuş birisine mi sövüyorsun?" dedim. "Kızcağızım, o-nun ne dediğini işitmedin mi?" dedi. Ben: "Ne demiş?" diye sordum; ifk ehlinin söylemiş olduklarını bana haber verdi. Bunu duyunca hastalığım bir kat daha arttı.
Evime döndüğümde Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi, bana selâm verdi, "Nasılsınız?" dedi. Ben: "Ana-babama gitmeme izin verir misin?" dedim. Haber hakkında kesin bilgiyi o ikisinden almak istiyordum. Rasûlullah onlara gitmeme izin verdi, gittim ve anama: "Anacığım, insanlar benim hakkımda neler konuşuyorlar?" diye sordum."Kızcağızım, mes'eleyi kendi kendine büyütme. Hangi güzel kadın kendisini seven bir kocanın yanında olsa, onun da kumaları bulunsa onun hakkında çok söz söylememeleri hemen hemen hiç olmaz." dedi. Ben: "Sübhanallah, bunu insanlar da mı konuşuyor?" deyip o gece sabaha kadar ağladım, gözüme bir an bile uyku girmedi, ağlıyarak sabahladım.
Vahyin gelmesi gecikince Rasûlullah Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlara sormuş ve ailesinden (yani benden) ayrılma konusunu kendileriyle istişare etmiş. Üsâme, ancak ailesinin (yani benim) suçsuzluğunu ve Rasûlullah'ın ailesi hakkındaki hayır duyguları bildiğine işaretle "Senin ehlin, ailendir ve biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, Allah, senin üzerine bu işi (evlenme ve boşanmayı) daraltmamıştır, onun (Aişe'nin) dışında pek çok kadın var. Eğer cariyesine soracak olursan sana doğru haberi verir." demiş.
Rasûlullah (sa), Berîre'yi çağırmış ve ona: "Ey Berîre, (Aişe'den) seni şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" diye sormuş. Berîre O'na: "Seni hak ile gönderene yemin ederim, onda, onu ayıplıyacağım hiç bir şey (durum) görmedim. Şu kadar var ki o, yaşı küçük bir kızdır; (beklemesi ve muhafaza etmesi için yanına konan) ailesinin hamuru yanında uyuyakalır da evcil hayvanlardan birisi gelir hamuru yer (haberi bile olmaz)." diye cevap vermiş.
Aynı gün Hz. Peygamber (sa) kalkmış, minberde Abdullah ibn Übeyy'in mazeretini kaldırmak (yaptığı bu iftiradan dolayı ona bir karşılık verirse kendi*sinin mazur görülmesini) istemiş ve şöyle buyurmuş: "Ey müslümanlar toplulu*ğu, kim beni ailem hakkında eziyeti bana ulaşmış olan şu adama yaptığının kar*şılığını verirsem mazur görür? Şu adama karşı bana kim yardımcı olur? Allah'a yemin olsun ki ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onunla birlikte bir adamı zikrediyorlar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyo*rum. Ailemin yanına da ancak benimle birlikte girerdi."
Abdü'l-Eşhel oğulları kardeşi Sa'd ibn Muâz kalkmış ve: "Ben, ey Allah'ın elçisi, ben, seni o adamdan kurtarırım. Eğer o kişi Evs'den ise boynunu vuru*rum. Yo eğer kardeşlerimiz Hazrec'den ise sen emredersin, emrini yerine getiri*riz." demiş. Hazrec'den birisi kalkmış ki o, Hassân'ın annesi, onun amcası kızı imiş. O, Hazrec'in efendisi olan Sa'd ibn Ubâde imiş. Daha önceleri salih bir insan iken bu sefer kabile hamiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'a şöyle demeye itmiş: "Al*lah'a yemin ederim ki yalan söyledin; onu öldürmeyeceksin, zaten öldüremezsin de. Senin kabilenin insanlarından olsaydı öldürülmesini de istemezdin.
Bunun üzerine Sa'd ibn Muâz'm amcası oğlu olan Üseyd ibn Hudayr kalkmış ve Sa'd ibn Ubâde'ye: "Yalan söyledin; Allah'a yemin ederim ki biz onu (Rasûlullah'a eziyyeti ulaşan o adamı) öldürürüz. Sen de bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İki kabile de, Evs ve Hazrec kalkışmışlar ve Allah'ın Rasûlü (sa) minberde dikilirken dövüşmeye, vuruşmaya yeltenmişler. Allah'ın Rasûlü (sa) onları teskin etmeye başlamış ve susmuşlar, Rasûl-i Ekrem de susmuş.
Aişe der ki: O gün bütün gün ağladım, gözüm yaşı kesilmedi ve gözüme uyku girmedi. O kadar ağladım ki ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandım.
Anam babam yanımda oturur ve ben ağlarken Ansardan bir kadın yanımıza girmek için izin istedi, girmesine izin verdim, oturup o da benimle birlikte ağ*lamaya başladı. Biz bu halde iken (İkindi namazını kıldıktan sonra[24] Rasûlullah (sa) yanımrza girdi, selâm verdi, sonra o-turdu. Bu söylenenler söylendiğinden beri yanımda oturmamış, bir ay geçmesi*ne rağmen benim durumum hakkında ona bir vahy de gelmemişti.
Rasûlullah (sa) oturduğu zaman şehadet getirdi, (Allah'a hamdü senada bu*lundu )[25] sonra şöyle buyurdu: "Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle (bir söz) ulaştı. Eğer suçsuz isen mutlaka Allah seni tebrie ede*cek suçsuzluğunu bildirecektir. Ama şayet bir günah işlemişsen Allah'a tevbe istiğfarda bulun. Muhakkak ki kul günahını itirafla tevbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul buyurur." (Ben kapının yanında oturmakta olan ansarî ka*dına işaretle: "Bunları zikrederken şu kadından utanmıyor musun?" dedim.[26]
Rasûlullah (sa) sözünü bitirdiğinde gözyaşını kesildi, artık ondan bir damla bile hissetmiyordum. Babama: "Rasûlullah'a benim yerime sen cevap ver." de*dim. Babam: "Vallahi, Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Ben bu sefer anneme: "Rasûlullah'ın söylediğine cevap ver." dedim. Annem de: "Vallahi Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi.
Ben: "Ben, yaşı küçük bir kızım, Kur'ân'dan çok fazla şey de okumadım. Ama ben, vallahi çok iyi bildim ki siz bu sözü işittiniz ve bu söz nefislerinizde yerleşti, onu doğru saydınız. Şimdi ben size: Ben muhakkak bu suçtan berîyim, suçsuzum, desem beni tasdik etmiyeceksiniz. Allah'ın, benim beri olduğumu bildiği bir şeyi itiraf etsem bunda beni tasdik edeceksiniz. Allah'a yemin olsun benim ve sizin için misal olarak "Bana bir sabr-ı cemîl gerektir ve Allah, sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak olandır." dediği zamandaki Yûsuf un babasından başkasını bulamıyorum." dedim ve dönüp yatağıma yattım.
Allah biliyor ki o zamanda ben suçsuzdum ve Allah mutlaka benim suçsuz*luğumu ortaya koyacaktı. Fakat, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın, benim hak*kımda, benim bu durumum hakkında Kur'ân'da okunan bir vahy indireceğini de beklemiyordum. Kendi nefsimi Allah'ın, benim hakkımda böyle vahyle konuşmıyacağı kadar hakir ve küçük görüyordum. Belki Allah rüyasında Rasûlullah'a benim suçsuzluğumu gösterir diye düşünüyordum.
Allah'a yemin ederim, Rasûlullah yerinden kalkmadı, ailemizden kimse de dışarı çıkmadı, o anda Allah'ın Rasûlü'nü vahy inerkenki hal alıverdi. Kendisi*ne inen sözün (vahyin) ağırlığından soğuk bir günde olmasına rağmen Rasûlullah'tan inci daneleri gibi terler dökülmeye başladı.
Bu hal Allah'ın Rasûlü'nden açılırken o gülümsüyordu. Konuştuğu ilk ke*lime "Ey Aişe, Allah seni tebrie etti, suçsuzluğunu bildirdi." demek oldu. An*nem: "Kalk Rasûlullah'a (teşekkür et)." dedi. Ben: "Hayır, vallahi ona kalkıp teşekkür edecek değilim. Ne ona, ne de size hamdederim. Ben, ancak benim suçsuzluğumu indiren Allah'a hamdederim. Siz, bu iftirayı işittiniz ve fakat onu inkâr etmediniz de değiştirmediniz de." dedim. İşte Allah Tealâ o anda: "O uy*durma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir..." âyetinden başlamak üzere on âyet-i kerime indirdi.
Allah Tealâ, benim suçsuzluğuma dair bu âyet-i kerimeleri indirince, Ebu Bekr es-Sıddîk, daha önce akrabalığı ve fakirliği sebebiyle kendisine infakta bulunduğu Mistah ibn Üsâse hakkında: "Allah'a yemin ederim ki, Aişe hakkın*da bu söylediklerinden sonra artık bir daha Mistah'a hiçbir şekilde hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım." dedi. İşte bunun üzerine de Allah Tealâ: "Ve Allah öafûr'dur, Rahîm'dir;"e kadar olmak üzere: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etme*sinler..." âyet-i kerimesini indirdi de Ebu Bekr es-Sıddîk: "Evet, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın bizi bağışlamasını ister ve severim." deyip daha önceden Mistah'a vermekte olduğu infaka yeniden döndü ve "Vallahi, bu infakta bulun*mayı ebediyyen bırakmıyacağım." dedi.
Aişe der ki: Rasûİullah (sa), benim durumumu Zeyneb bint Cahş'a da sor*muş ve: "Onun hakında ne biliyorsun, ya da ondan (şüpheleneceğin) bir şey gördün mü?'- demiş, o: "Ey Allah'ın elçisi, gözümü ve kulağımı (cehennem ate*şinden) korurum. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum." diye cevap vermiş. Rasûlullah'ın eşlerinden o ancak beni müdafaa ile yüceltmiş. Allah onu takvası ile korumuş. Kızkardeşi Hamne ise (bu konuda) onunla mü*cadele etmeye başlamış ki o da (bana iftira atan ve bundan dolayı) helak olanlar içinde helak olup gitmişti.[27] Bu hadis küçük farklarla diğer hadis mecmualarında da geniş olarak yer almaktadır.[28]
"Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesi hakkında Urve (ibnu'z-Zübeyr)'den rivayette İfk hadisesi ile ilgili olarak anlattıkları arasında Hz. Aişe ona şöyle demiş: Ebu Eyyub el-Ansârî'ye hanımı "Ey Ebu Eyyub, in*sanlar ne konuşuyor işitmedin mi?" diyerek Hz. Aişe'ye atılan iftirayı ona haber verdiğinde: "Ne konuşuyorlar?" diye sormuş, o da bu iftirayı atıp konuşanların söylediklerini ona anlatmış. Ebu Eyyûb: "Sübhanallah! Bunu konuşmamız bize yaraşmaz. Bu, apaçık bir iftiradır." demiş. Hz. Aişe der ki: İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesini indirdi.[29]
"Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolun*da hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde yine Hz. Aişe'den nakledildiğine göre o ve ona bu iftirayı atanlar hakkında yukardaki âyet-i kerimeler (11-21. âyetler) nazil olunca Hz. Ebu Bekr, o zamana kadar akrabalığı ve ihtiyacı (fakirliği) sebebiyle kendi*sine infakta bulunduğu, teyzesinin oğlu ve aynı zamanda onun himayesinde bir yetim olan Mistah hakkında: "Vallahi Aişe hakkında bu söylediklerinden ve ailemize bu çektirdiklerinden sonra Mistah'a, bir daha hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım, ona faydalı olacak hiçbir şey yapmıyacağım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçi-versinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dİr." âyetini İndirdi.[30]
"İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mü'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır." âyet-i kerimesinin kim hakkında nazil olduğu müfessir-ler arasında ihtilaflıdır. Kimisi İfk hadisesi ile ilgili âyetler içinde kabul ederek Hz. Aişe hakkındadır derken meselâ Ebu Hamza es-Simâlî de: "Mekke-i Mükerreme'de müslüman olup da Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere çıkan bazı kadınların arkasından Mekke müşrikleri: "Bu, olsa olsa fahişelik yapmak üzere Mekke'den çıkıp gitti." yollu sözler sarfetmişlerdi. İşte bunun üzerine o muhacir kadınlar hakkında nazil oldu." Demiştir.[31]
27. Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için elbette en hayırlı olandır. Olur ki iyice düşünür tezekkür edersiniz.
28. Eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Şayet size dönün, denilirse geri dönün. Bu, sizin için elbette en temiz olandır ve Allah yapmakta olduklarınıza Alîm 'dir.
29. İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur ve Allah açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğumuzu da bilir.
İstîzân âyeti olarak bilinen "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyetinin nüzul sebebi olarak Ansar'dan bir kadın gösterilir. Şöyle ki:
Adiyy ibn Sâbit'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a Ansardan bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben evde bazan öyle bir durumda oluyorum ki ne babamın, ne çocuğumun, ne de kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Ben bu durumda iken babam geliyor yanıma giriyor, ailemden bir erkek geliyor, yanıma giriyor. Ne yapayım?" diye sordu ve bunun üzerine "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyet-i kerimesi nazil oldu.[32]
Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Şam yolunda, içinde sakinleri olmıyan evler ve hanlar var. Onlar hakkında ne buyurursun?" diye sordu da Allah Tealâ: "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesini indirdi.[33]
İbn Ebî Hatim'in Mukâtil ibn Hayyân'dan rivayetinde o şöyle diyor: İstîzân âyeti nazil olunca Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Ya Mekke, Medine ve Şam arasında ticaret yapan Kureyş tüccarlarının hali nasıl olacak? Onların, yol üzerinde, içinde sakinleri olmıyan belli evleri (konak yerlerindeki hanlar) var. Nasıl istizanda bulunacaklar. Onların içinde kimse olmadığına göre kime selâm verecekler?" diye sordu da "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[34]
30. Mü'min erkeklere söyle; gözlerim haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için en temiz olandır. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınıza Habîr'dir.
İbn Merdûye'nin Hz. Ali'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Rasûl-i Ekrem'in asr-ı saadetinde Medine-i Münevvere yollarından birisinde yolda yürümekte olan bir adam yine yolda yürümekte olan bir kadına bakmış ve şeytan her ikisine de vesvese vererek birbirlerine beğenen bir gözle baktıklarını düşündürmüş. Onlar böyle birbirlerine bakarken önüne bakmıyan adamın karşısına birden bir duvar çıkıvermiş de duvara çarpmış ve burnu yarılıp kanamaya başlamış. Nasıl bir suç işlediğinin o anda farkına varan adam: "Vallahi Rasûl-i Ekrem (sa)'e varıp ne olduğunu anlatmadan bu yaramın çaresine bakmıyacak, kanı da silmeyeceğim." demiş ve Hz. Peygamber (sa)'e gelerek olanı biteni anlatmış. Allah'ın rasûlü (sa): "İşte bu işlediğin günahın cezasıdır." buyurmuş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[35]
31. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görüneni müstesna olmak üzere üstlerini açmasınlar Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar... Gizledikleri zinetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler! hepiniz Allah'a îevbe edin ki felaha er esiniz.
l. Mukatil ibn Hayyân anlatıyor: Bize ulaştığına göre -En doğrusunu Allah bilir- Câbir ibn Abdullah şöyle nakletmiş: Esma bint Mürşide, Harise oğulları içindeki yerinde (bir rivayette hurmalığında) iken kadınlar onun yanma izâr (üst elbise) giymemiş, ayaklarındaki halhaller, göğüsleri ve saç örgüleri görünür halde girmeye başlamışlar. Esma: "Bu ne kadar çirkin!" demiş ve bu olayın akabinde Allah Tealâ: "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[36]
Aynı hadise yine Mukatil ibn Hayyân tarafından bu sûrenin 58. âyetinin nüzul sebebi olarak da rivayet edilmektedir ki biraz sonra gelecektir.
2. Mu'temir'in babasından rivayetine göre el-Hadramî şöyle anlatmış: Bir kadın gümüşten iki halhal edinmiş, altına da bir sıra boncuk takmıştı. Sokakta bir topluluğa rastladı da ayağını yere vurdu ve bileğine taktığı halhal o boncukların üzerine düşerek ses çıkardı. İşte bu hadise üzerine Allah Tealâ bu "Gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[37]
33. Nikâha (evlenmeye) imkân bulamıyanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin. Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafur'dur, Rahîm'dir.
Ayet-i kerimenin "Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin." kısmının nüzul sebebi şöyle anlatılıyor:
Huvaytıb ibn Abdü'l-Uzzâ'nm Subeyh adında bir kölesi vardı ve efendisinden kendisini, bedelini ödemek şartıyla azat etmesini (kitabete bağlamasını) istemiş, o da reddetmişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu[38] da Huvaytıb bu kölesini 100 dinar karşılığında kitabete bağlayıp azat etti ve bu bedelin 20 dinarını da bağışladı. Subeyh, bu bedeli ödeyip serbest kaldı ve daha sonra Huneyn günü savaşta şehid oldu.[39]
Ayet-i kerimenin "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir." kısmının nüzul sebebinde ise bir kaç farklı rivayet olmakla birlikte hepsi de Abdullah ibn Übeyy ve cariyeleri hakkındadır. Şöyle ki:
l. Câbir'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmıştır: Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl cariyelerinden birisine: "Git ve bize bir şeyler kazan getir." diyerek onu zina etmeye zorladı da Allah Tealâ: "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir" âyet-i kerimesini indirdi.[40]
İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Übeyy'in bir cariyesi vardı. Efendisinin emriyle zina edip ücret olarak verilen bir bürdeyi efendisine getirdi. İbn Übeyy ona: "Git, tekrar zina et." dedi. Cariye: "Vallahi yapmryacağım; eğer bu bir hayır ise onu çok yaptım, yok eğer kötü ise artık onu bırakmamın zamanı geldi." dedi ve işte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[41]
Câbir'den gelen başka bir rivayette İbn Übeyy ibn SelûTun fuhşa zorladığı cariyelerinin iki ve isimlerinin de Müseyke ve Ümeyme olduğu ve bu cariyelerin Hz. Peygamber (sa)'e gelerek sahiplerinin kendilerini fuhşa zorlamasından şikâyette bulundukları ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydediliyor.[42] Ömer ibn Sâbit'ten gelen rivayete göre ise Abdullah ibn Übeyy'in fuhşa zorladığı bu cariyesi Muâze olup müslüman bir cariye imiş.[43]
2. Mukatil der ki: Abdullah ibn Übeyy'in altı cariyesi hakkında nazil olmuştur. İbn Übeyy bunları fuhşa zorlar ve bundan kazandıkları paraları ellerinden alırdı. Bunlar: Muâze, Müseyke, Ümeyme, Amra, Ürvâ ve Kuteyle idiler. Bir gün bunlardan birisi (fuhuştan o günün kazancı olarak) bir dinar getirdi. Bir diğeri ise bundan daha az getirdi. İkisine de: "Geri dönün, daha zina yapın (ki daha çok kazanıp getirin)." dedi. "Allah'a yemin olsun ki yapmıyacağız. Allah bize İslâm'ı getirdi ve zinayı haram kıldı." dediler ve Rasûlullah (sa)'e gelere
Sûrenin tamamı Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur, yani içinde hiç Mekkî âyet bulunmamaktadır. Ebu Hayyân bu hususta icmâ olduğunu kaydeder.
Ancak Kurtubî'den, 58. âyeti olan "Ey iman edenler, ellerinizin altında o-lan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginlik çağına gelmemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından son*ra yanınıza girmek istediklerinde üç defa izin istesinler..." âyetinin Mekke'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.[1]
3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikah*lamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası ni*kahlamaz. Bu, mü 'minler üzerine haram kılınmıştır.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca üç rivayet vardır ve üçünün de müfâdı birdir. Şöyle ki:
l. Amr ibn Şuayb'in babasından, onun da dedesinden rivayetinde o şöyle anlatıyor: Mersed ibn Ebî Mersed Kennâz el-Ganevî adında birisi vardı. Mek*ke'deki esirleri (kurtarıp veya kaçırıp) Medine'ye götürürdü. Mekke'de onun dostu olan Anâk adında bir fahişe vardı. Bir keresinde Mersed bir esire, onu Medine'ye götürmeyi va'detmişti. Hadisenin bundan sonrasını Mersed kendisi şöyle anlatmış:
Ay aydınlığı bir gecede Mekke'ye geldim. Bir duvarın gölgesine saklan*dım. Anâk da oradan geçiyormuş, benim gölgemi görmüş, yaklaşınca da tanı*mış. "Sen Mersed misin?" diye sordu, ben: "Evet, ben Mersed." dedim. "Mer*haba, hoş geldin, gel bu gece bizim yanımızda kal." dedi. Ben: "Ey Anâk, Allah zinayı haram kıldı." dedim. Birden: "Ey çadır ahalisi bu adam esirlerinizi Medi*ne'ye kaçırıyor." diye bağırmaya başladı. Ben kaçtım, sekiz kişi peşime düştü*ler. Dağa yöneldim ve bir mağara bulup saklandım. Ta başucuma kadar geldiler. Hattâ birisi başıma işedi de başım sırılsıklam oldu. Ama Allah onları kör etti de beni göremediler, dönüp gittiler. Ben de o kurtarıp Medine'ye götürme sözü verdiğim esire vardım, onu yüklenip Medine'nin yolunu tuttum. Ağır bir adam*dı. Mekke dışında İzhir (bir rivayette Erâk) denilen mevkide sırtımdan indirip bağlarını çözdüm, bazan taşıdım, bazan yürüyebildi, nihayet Medine'ye geldik. Ben Rasûl-i Ekrem (sa)'in yanına varıp: "Ey Allah'ın elçisi, Anâk'ı nikâhlıyayım, onunla evleneyim mi?" diye sordum. Hz. Peygamber (sa) susup cevap vermediler de sonunda “Zina eden erkek, sina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zine eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz." âyeti indi ve Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Mersed, zina eden erkek ancak bir zinakâr kadını veya müşrik bir kadını nikâh*lar, zinakâr bir kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek nikahlayıp onun*la evlenir." buyurdular.[2] Hadisin Ebu Davud ve Neseî'deki rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in Mersed'e âyet-i kerimeyi oku*duktan sonra: "Onu nikahlama, onunla evlenme." buyurduğu da belirtilmektedir.[3]
Suyûtî, Anâk ile evlenmek isteyen kişinin Mezîd adında birisi olduğunu, bunun, Enbâr'dan Mekke'ye mal getirdiğini ve Anâk ile evlenmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediğini, Efendimiz (sa)'in "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz..." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar kendisine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermediğini, bu âyet-i kerimenin nüzulü ile de kendisine "Ey Mezîd, onunla evlenme." buyurduğunu kaydederken bu anlamdaki hadisin Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve Hâkim tara*fından tahric edilmiş olduğunu da belirtmektedir.[4]
İbn Abbâs'tan bu hadisenin Bakara, 221 âyetinin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Mersed'in Anâk'la evliliğine kadının fahişe olması değil müşrik olması engeldir.
2. İkrime ise âyet-i kerimenin nüzul sebebini biraz daha genişletir ve şöyle anlatır: Ayet-i kerime, Mekke ve Medine'de açıktan fuhuş yapan zinakâr kadın*lar hakkında nazil oldu. Bunların sayıları pek çok olmakla birlikte dokuz tanesi çok meşhur idiler ve kapılarında bayrakları olup halk onların bayraklarını bilir*lerdi. Bunlar: es-Sâibn ibnu's-Sâib el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Mehdûn, Safvân ibn Ümeyye'nin cariyesi Ümmü Ğalîz, el-As ibn Vâil'in cariyesi Hayye el-Kıbtıyye, İbn Mâlik ibn Umsele ibnu's-Sebbâk'in cariyesi Mirye, Süheyl ibn Amr'ın cariyesi Celâle, Amr ibn Osman el-Mahzûmî'nin cariyesi Ümmü Süveyd, Zem'a ibnu'l-Esved'in cariyesi Şerife, Hişâm ibn Rabîa'nın cariyesi Karine ve Hilâl ibn Enes'in cariyesi (Fertenâ?). Cahiliye devrinde bu kadınların evlerine "meyhane" adı verilirdi. Bunların evlerine müslüman olsun, müşrik olsun ancak zinakâr erkekler girip çıkardı. Müslümanlardan bazı kimseler[5] onların ka*zançlarıyla geçinmek maksadıyla bu kadınlarla evlenmek istediler ve gelip bu hususta Hz. Peygamber (sa)'den izin istediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve mü'minlere onlarla evlenmeyi yasaklayıp bu kadınları onlara haram kildi.[6]
3. Abdullah ibn Ömer'den gelen bir rivayette ise bu âyet-i kerimenin nüzulü bu zinakâr kadınlardan sadece Ümmü Mehdûn ile alâkadardır. Bu kadın açıktan fuhuş yapar ve kendisiyle evlenmek isteyecek birisi çıkarsa onun nafakasını kendisinin karşılamasını şart koşar (sana ben bakacağım, derdi). Müslümanlar*dan birisi bu kadınla evlenmek istedi ve gelip bu isteğini Hz. Peygamber (sa)'e söyledi de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[7] Abdullah ibn Amr'dan gelen bir rivayette de bu kadının adı Ümmü Mehzûl olarak veril*mektedir.[8]
4. îffetli, hür kadınlara iftira atan, sonra da dört şâhid getiremiyenlere sek*sen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul etmeyin. İşte onlar /âşıkların ta kendileridir.
Bu âyet-i kerime, Buhârî'nin Sahîh'inde işaret edildiği üzere Uveymir'in karısı hakkında nazil olmuştur.
Ancak Saîd ibn Cübeyr'den, tfk hadisesi üzerine nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[9]
6. Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanlarm şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah 'ı şahid tutmasıdır.
7. Beşincisi ise "Eğer yalancılardan ise Allah 'in lanetinin kendi üzerine olması "dır.
8. "Kocasının yalancılardan olduğuna " dair dört kere Allah 'ı şahid tutması kadından azabı (zina haddini) savar.
9. Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah 'in gazabına uğ*raması "dır.
10. Ya üzerlerinizde Allah 'in lûtfu ve rahmeti olmasaydı (haliniz nice olur*du?). Gerçekten Allah Tevvâb'dır, Hakim 'dir.
Bu âyet-i kerimeler, mülâ'ane ya da Li'ân âyetleri denilir ki eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka bu zinaya şahidlik edecek başka şahid bulamryan karı koca için bir çıkış yolu olarak li'ân usûlünü getiren âyet-i kerimelerdir. Bunların nüzul sebebi muteber hadis mecmualarında, siyer kitablarında ve hemen bütün tefsirlerde yer almaktadır. Ancak bazı rivayetlerde Ansar'dan birisi hakkında, bazı rivayetlerde Uveymir hakkında, diğer bazıların*da da Hilâl ibn Ümeyye hakkında anlatılmaktadır. Şöyle ki:
1. Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir cuma gecesi mescid-i nebevîde oturuyorduk. Ansardan bir adam geldi ve: "Bir adam (veya bizden birisi) karısının yanında yabancı bir erkek bulsa da bunu konuşsa (karı*sının o adamla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, öldürse (kısasen) onu öldürürsünüz, sussa bu sefer de (karısına ve zina ettiği o yabancı erkeğe) kin dolu olarak susacaktır. Allah'a yemin ederim ki sabaha çıkınca bunu Rasûlullah (sa)'a soracağım." dedi. Ertesi gün olunca Rasûİullah (sa)'a geldi, sordu ve: "Bir adam karısıyla birlikte yabancı bir adamı bulsa da konuşsa (o-nunla zina ettiğini söylese) ona hadd-i kazf uygularsınız, onu öldürse kısasla öldürürsünüz, sussa kin ve gayz dolu olarak susar." deyip "Ey Allahım bunun hükmünü beyan et." diye dua etmeye başladı ve bunun üzerine Hân âyeti (yani) "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği..." âyetleri nazil oldu ve insanlar içinde işte o adam bu durumla müpte*lâ oldu. O ve karısı Rasûlullah (sa)'a geldiler ve (O'nun huzurunda) lânetleştiler (aralarında liân uygulandı). Adam dört kere doğru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid göstererek şehadette bulundu. Beşinci şehadette "Eğer yalancılar*dan ise Allah'ın laneti üzerine olsun." diye lanette bulundu. Lanette bulunmak üzere (beşinci şehadette kocası doğru sözlülerden ise Allah'ın laneti (gazabı) kendisi üzerine olsun diyerek şehadette bulunmak üzere) hazırlanırken Rasûlullah (sa): "Yeter, sus." buyurduysa da kadın şehadette ısrar ile beşinci şehadette bulundu.
Kadın arkasını dönüp giderken Rasûlullah (sa): "Herhalde doğuracağı ço*cuk siyah ve kıvırcık saçlı olacaktır." buyurdular. Kadın tam bu niteliklerde bir çocuk doğurdu.[10]
2. Sehl ibn Sa'd'den rivayete göre Uveymir bir gün Aclân oğullarının efen*disi Asım ibn Adiyy'e gelmiş ve demiş ki: "Karısıyla birlikte yabancı bir erkeği bulan kişi hakkında ne dersiniz? Onu öldürsün de (kısasla) onu öldürür müsü*nüz, yoksa ne yapsın? Bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne benim için sorar mısın?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'e gelen Asım: "Ey Allah'ın elçisi..." diye söze başlayıp soruyu sormuş, ancak Hz. Peygamber (sa) bu sorudan hoşlanma-yıp cevap vermemiş. Dönüp geldiğinde Uveymir sorusunun cevabını almak umuduyla Asım'ın yanına gelmiş. Asım: "Allah'ın Rasûlü (sa) bu sorudan hoş*lanmadığı gibi kınadı da." demiş. Uveymir: "Vallahi bundan vazgeçmiyeceğim ve gidip Rasûlullah (sa)'a soracağım." deyip Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bjr kişi, karısının yanında yabancı bir erkek bulsa onu öl*dürsün ve siz de (kısasla) onu öldürür müsünüz, yoksa ne yapsın?" diye sormuş. Rasûl-i Ekrem: "Allah, sen ve karın hakkında Kur'ân indirdi." buyurup ikisine Allah'ın, Kitab'ında tarif ettiği şekilde mülâ'anede bulunmalarını emretmiş ve onlar da liânlaşmışlar. Liândan sonra Uveymir: "Ey Allah'ın elçisi, bundan sonra ben bu karıyı tutsam (nikâhım altında ve evimde yanımda) tutsam ona zul*metmiş olurum." deyip karısını boşamış ve o ikisinden sonra Hân yapan eşler hakkında bu bir yol olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bakın (kadının ne doğura*cağını gözetleyin), eğer siyah, göz bebekleri koyu siyah, kalçaları ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir doğru söylemiştir. Şayet kırmızımsı, kızılca bir böceğe benzer bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir karısı hakkında yalan söylemiş, ona iftira etmiştir." buyurdular. Kadın, Rasûlullah (sa)'ın Uveymir'in doğru söylemiş olduğunu tasdik edici olarak bildirdiği niteliklerde bir çocuk doğurdu. Bu çocuk daha sonraları (Araplarda âdet olduğu üzere baba*sına nisbetle değil), annesine nisbetle çağrılırdı.[11] Ayrıntı*larda küçük farklarla hadisi Müslim de Sehl ibn Sa'd es-Sâ'idî'den rivayetle tahric etmiştir.[12] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Uveymir'in karısının adı Havle bint Kays olarak verilmektedir.[13] Kelbî rivayetiyle yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu musibetin Asım ibn Adiyy'in başına geldiği ve karısı ile Şerik ibn Sehmâ'ı zina halinde gördüğü[14] nakledilmişse de doğrusu ve sahih olanı yukarda verdiğimiz veçhile musibetin Asım'in değil, amcasının oğlu olan Uveymir'in başına gelmiş olmasıdır.
3. İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Hilâl ibn Ümeyye, Hz. Pey*gamber (sa)'in huzurunda karısının Şerik ibn Sehmâ' ile zina ettiği iddiasında bulunmuştu. Rasûlullah (sa): "Ya delil getirirsin ya da zina iftirası cezasını sır*tında bulursun (ya bu iddiana dört şahid getirirsin, ya da sana zina iftirası ceza*sını uygularım.)" buyurdular. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, bizden birisi karısının üzerinde yabancı bir erkek bulacak, sonra da onları o halde bırakıp delil (şahid) aramıya mı gidecek?!" dediyse de Hz. Peygamber (sa): "Ya delil getirirsin, ya da zina iftirası cezasını sırtında bil." buyurdular. Hilâl: "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben doğru söylüyorum ve Allah, benim sırtımı zina iftirası cezasından kurtaracak bir şey mutlaka indirecektir." dedi ve hemen aka*binde Cibril geldi ve Hz. Peygamber (sa)'e "Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğraması"dır."a kadar olmak üzere "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisi*nin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyet-i keri*melerini indirdi. Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca HilâPin karısına haber gönderip çağırttı. Hilâl de geldi ve "Karısının zina ettiğine" dair şehadette bulundu. Rasûlullah (sa): "Allah biliyor ki ikinizden birisi yalan söylüyor; iki*nizden tevbe eden yok mu?" buyuruyordu. Sonra kadın kalktı ve "zina etmedi*ğine ve kocasının yalancılardan olduğuna" dair şehadette bulundu. Beşinci şehadete gelmişti ki onu durdurdular ve: "Dikkat et, bu beşinci şehadet Allah'ın gazabını sana vacip kılıcıdır." dediler. İbn Abbâs der ki: "Kadın şöyle bir keke*ledi, döndü; biz, şehadetinden dönecek, vazgeçecek zannettik ama o: "Bundan sonraki günlerde elbette kavmimi rüsvay etmiyeceğim." dedi ve beşinci şehadeti de yaptı.
Rasûlullah (sa): "Bakın, bu kadını gözetleyin; eğer gözleri sürmeli, kalçala*rı dolgun ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dandır." buyurdu ve kadın Hz. Peygamber (sa)'in bu tarifine uygun bir çocuk doğurdu da Efendimiz (sa): "Şayet Allah'ın kitabından geçenler (Hân ile ilgili âyetlerin hükmü) olmasaydı benim için ve o kadın için başka bir durum olurdu (onu recmedardim.)" buyurdular.[15]
Hafız Ebu Ya'lâ'nın Enes ibn Mâlik'ten rivayeti biraz daha ayrıntılı olmak*la birlikte bu ayrıntılarda bazı farkları ihtiva etmektedir. Bu rivayette Hz. Pey*gamber (sa), Hilâl'in karısının doğuracağı çocuğu gözetlemelerini emredip: "Eğer kıvırcık saçlı, ince baldırlı bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dan; beyaz, organları uzun ve tam, gözleri bozuk bir çocuk doğurursa bu çocuk Hilâl ibn Ümeyye'nindir." buyurduğu ve kadının, kıvırcık saçlı, ince bal*dırlı bir çocuk doğurduğu belirtilmektedir.[16]
İmam Ahmed de hadiseyi İbn Abbâs'tarç daha geniş olarak şöyle naklet*mektedir: "İffetli ve hür kadınlara zina isnadında bulunan, sonra da buna dört şahid getiremiyenlere seksen sopa vurun ve ondan sonra da onların şahitliğini ebediyyen kabul etmeyin." âyet-i kerimesi nazil olduğunda Ansar'ın efendisi Sa'd ibn Ubâde: "Ey Allah'ın elçisi, aynen böyle mi nazil oldu?" diye sordu. Rasûlullah (sa): "Ey Ansar topluluğu, efendinizin ne söylediğini işitmiyor mu*sunuz?" buyurdular. Onlar: "Ey Allah'ın elçisi, onu ayıplama, muhakkak ili o çok kıskanç bir adamdır, bu yüzden bakire olmiyan hiçbir kadınla evlenmemiş ve kadınlarından hiçbirini boşamamıştır. Onun kıskançlığının şiddetinden biz*den hiç kimse onun boşayacağı bir kadınla evlenmeye cesaret edemez." dediler. Sa'd: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin olsun kî ben, bunun hak ye Allah'tan olduğunu biliyorum. Fakat ahmak bir kadının bacakları arasına (onunla zina halinde) oturmuş bir adam bulacağım ve benim; dört şahid getirinceye kadar onu hareket ettirme, yerinden ayırma hakkım olmtyacak. Allah'a yemin olsun ki ben ona dört şahid getirmeden önce o adam işiniıbitirir, ihtiyacını giderir. İşte ben buna çok şaştım." dedi.
Bunun üzerinden çok geçmeden Tebük gazvösine katılmıyarak özürsüz o-larak geri kalması ve bunu gelip Hz. Peygamber (sa)'e itiraf etmesi üzerine geli*şen olaylardan sonra tevbesi kabul edilen üç kişide^ biri olan Hilâl ibn Ümeyye geldi. Gündüz çalıştığı arazisinden gece evine geldiğinde karısının yanında ya*bancı bir erkek bulmuş; zina ettiklerini gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmiş; sabaha çıkıncaya kadar da ona dokunmamış. Sonra iabah olunca da Rasûlullah (sa)'a gelip: "Ey Allah'ın elçisi, gece aileme geldin^ onun yanında yabancı bir erkek buldum; zina ettiklerini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim." dedi.
Rasûlullah (sa), onun getirdiği bu haberden htşlanmayıp sert davrandı. Ansar toplanıp: "Sa'd ibn Ubâde'nin söylediği musibet işte şimdi başımıza gel*di. Rasûlullah (sa) şimdi Hilâl ibn Ümeyye'ye zina iftirası cezası olan sopalan attırır, sonra da şahitliğini insanlar arasında iptal edip ^ok sayar." dediler.
Hilâl: "Allah'a yemin ederim ki ben, Allah'ın, bana bundan bir çıkış yolu koyacağını umarım." deyip şöyle devam etti: "Ey Allah'ın elçisi, getirdiğim haberden ötürü bana sert davrandığını görüyorum. Allah'a yemin olsun ki O, benim doğru olduğumu biliyor."
Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (sa), ona zina iftirası haddinin uygulan*masını emretmeyi istiyordu ki birden Rasûlullah (sa)'a vahy gelmeye başladı.Ashabı, ona vahy indiği zaman bunu yüzünün değişmesinden, bulanmasından bilirlerdi. Vahy bitinceye kadar sustular. "Eşlerine zina isnad edip de kendile*rinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyetleri nazil oldu ve Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca: "Ey Hilâl, müjde; Allah, senin için bir ferahlık ve çıkış yolu kıldı." buyurdular. Hilâl: "Zaten ben de Rabbımdan bunu umuyor*dum." Dedi.[17]
Rasûlullah (sa): "Kadına haber gönderin, gelsin." buyurdular ve kadın gel*di. Allah'ın Rasûlü (sa) her ikisine de âyetleri okuyup onları uyardı, âhiret aza*bının dünya azabından (zina edenlere dünyada verilecek cezadan) daha şiddetli olduğunu haber verdi. Hilâl: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim, ona kar*şı, onun hakkında doğru söyledim." dedi. Kadın da: "Yalan söyledi." dedi. Rasûlullah (sa): "Aralarında liân yapınız." buyurdular. Hilâl'e: "Kalk, karının zina ettiğine dair şehadet et." denildi. Karısının zina ettiğine ve kendisinin doğ*ru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid tutarak dört kere şehadette bulundu. Beşinciye geldiğinde ona: "Ey Hilâl, Allah'tan kork; dünya azabı (zina iftirası sebebiyle sana dünyada verilecek ceza) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşin*ci şehadetle, eğer şehadetinde yalancı isen âhiret azabını kendine vacip kılıyor*sun." denildi. "Allah'a yemin ederim ki Allah, bu sebeple bana dünyada zina iftirası cezası vermediği gibi bana âhirette azâb etmiyecek." deyip beşincisinde de: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması"nı isteyerek şehadet etti.
Sonra kadına: "Onun (kocanın) yalancılardan olduğuna dair dört defa Al*lah'ı şahid tutarak şehadet et." denildi. Beşincisine geldiğinde kadına: "Al*lah'tan kork; muhakkak dünya azabı (zina sebebiyle dünyada verilecek cezanın acısı) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşinci şehadetle azabı kendine vacip kılmış oluyorsun." denildi de kadın şöyle bir durakladı, sonra: "Allah'a yemin ederim ki kavmimi rüsvay ttmiyeceğim." dedi ve "Eğer kocam doğru sözlüler*den ise Allah'ın gazabı üzerime olsun" diye beşinci kere şehadette bulundu.
Bu (liândan sonra) Allah'ın Rasûlü (sa), karı-kocanın arasını ayırdı (nikâh*larını feshetti) ve kadında» doğacak çocuğun babasının adıyla çağrılmamasına, doğacak çocuğa zina isnad edilmemesine, kadına veya çocuğuna ;na isnad e-den olursa ona hadd-i kazf uygulanmasına hükmetti. Ayrıca koc^ Imediği ve araları talâk ile ayrılmamış olduğu için de kadının mesken, barındırılma ve ge*çiminin koca üzerine olmamasına hükmedip buyurdu ki: "Eğer kadın kumral, uylukları etsiz ve ince bıldırlı bir çocuk doğurursa bu Hilâl'indir. Eğer esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurursa bu, zina isnadında bulunulan adamındır." Kadın, esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurdu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Şayet (o Hân'da yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın hakkında başka bir du*rum olurdu." buyurdular.
İkrime der ki: (Kadının doğurmuş olduğu) çocuk daha sonra Mısır üzerine emîr oldu. Annesinin ismiyle çağrılır, babasına nisbetle çağrılmazdı.[18] Bu hadis, Ebu Davud tarafından da muhtasar olarak İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunmuştur.[19]
Bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye veya Uveymir hakkında nazil oldu*ğuna dair haberleri verdikten sonra Suyûtî der ki: İmamlar bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye hakkında mı yoksa Uveymir hakkında mı nazil olduğu konu*sunda hemfikir değillerdir. Kimisi Hilâl hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri tercih ederken kimisi de Uveymir hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti tercih etmişlerdir. Meselâ Taberî âyet-i kerimenin, karısına Şerîk ibn Sehmâ ile zina isnadında bulunan Uveymir hakkında nazil olduğuna dair rivayeti tercih etmektedir (Kurtubî, age. xn,i23). İki rivayet arasını cem sadedinde olmak üzere bu duruma ilk düşenin Hilâl olduğu, Uveymir'in de başına aynı fitnenin âyet-i ke*rime nazil olmadan hemen önce geldiği ve dolayısıyla âyet-i kerimenin her iki*sinin durumu hakkında nazil olduğunu söyleyenler de vardır. Nevevî bu görüşe meyletmiş Hatîb de ona tabi olmuştur. İbn Hacer de benzer görüşte olup şöyle der: Muhtemeldir ki âyet-i kerime Hilâl ibn Ümeyye'nin başına gelen olay üze*rine inmiş. Daha sonra aynı felâket Uveymir'in de başına gelmiş ve âyet-i keri*menin nüzulünden veya Hilâl'in başına gelenden haberi olmıyan Uveymir Hz. Peygamber (sa)'e gelerek durumu hakkında ondan fetva istemiş; Allah'ın Rasûlü (sa) de kendisine daha önce Hilâl hakkında inen âyet-i kerimeyi oku*muştur. Kurtubî ise âyet-i kerimenin biri Hilâl olayında, diğeri de Uveymir ola*yı hakkında iki kere indirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. İbn Hacer de âyet-i kerimenin birden çok sebep üzerine nazil olmasını da caiz görmektedir.[20]
4. Bu arada Suyûtî, el-Bezzâr'ın Huzeyfe'den rivayetle tahric ettiği bütün bunlardan farklı ve garip bir rivayete daha yer verir. Bu haberde Huzeyfe şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Hz. Ebu Bekr'e: "Ümmü Rûmân'la bir*likte bir adam görsen ne yapardın?" diye sormuş, Ebu Bekr: "Elbette ona bir kötülük yapardım." diye cevap vermiş. Bu sefer Hz. Peygamber (sa), Hz. Ö-mer'e dönüp: "Ya sen ey Ömer?" diye ona sormuş. Hz. Ömer: "Allah en âciz olana lanet etsin, elbette o habistir." diye cevaplamış da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[21]
Bütün bu rivayetlerden sonra Liân'a esas olan bu âyet-i kerimelerin nüzul vakti olarak Kurtubî, Hicretin dokuzuncu senesi Şaban ayında Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönüşünden sonrasını göstermektedir.[22]
11. O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; işte onadır azâb-ı azîm.
12. Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup "Bu, apaçık bir iftiradır. " demeleri gerekmez miydi?
13. Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar şahidler getiremediler o halde onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.
14. Dünya ve âhirette Allah'ın lûtfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız o sözlerden dolayı herhalde size çok büyük bir azâb dokunurdu
15. Onu dilinize dolamıştınız ve bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz sanıyordunuz ama o, Allah katında çok büyüktür.
16. Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır. " demeniz gerekmez miydi ?
17. Eğer mü'minler idiyseniz buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.
18. Ve Allah size âyetlerini açıkça bildiriyor. Allah Alîm 'dir, Hakîm 'dır.
19. O mü'minler arasında kötülüğün ve hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler var ya; işte onlara, dünyada ve âhirette çok elem verici bir azâb var. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
20. Ya Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı haliniz nice olurdu? Ve Allah, gerçekten Rauf'tur, Rahîm'dir.
21. Ey o iman etmiş olanlar, şeytanın adımlarına tabi olmayın. Kim, şeytanın adımlarına tabi olursa (bilsin ki) şeytan, hayâsızlığı, ahlâksızlığı ve münkeri emreder. Şayet Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı hiçbiriniz ebediyyen temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır ve Allah Semî'dir, Alîm'dır.
22. Sizden faziletli ve varlıklı olanlar yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah 'in sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir.
23. İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır.
24. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahidlik edeceklerdir.
25. O gün Allah onlara hak olan cezalarını verecektir. Hiç şüphesiz onlar da Allah 'in apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.
26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar, ve onlar için mağfiret, bir de cömertçe verilmiş bir rızık vardır.
Bu Nûr Sûresinden 16 âyetin (11-26. âyetler) nüzulüne sebep olan İfk Hadisesi en geniş şekliyle bizzat Hz. Aişe'den rivayetle İbn Hişâm'ın Sîre'sinde hicretin altıncı senesi olayları cümlesinden olarak ve Mustalik Oğulları gazvesi sırasında meydana gelen olaylar arasında anlatılmaktadır. Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkmak istediğinde kendisiyle birlikte çıkacak hanımını tesbit etmek üzere hanımları arasında kur'a çekerdi. O, Mustalik oğulları gazvesine çıkacağında hanımları arasında çekilen kur'a bana çıktı ve Rasûl-i Ekrem bu sefere beni götürdü.
O zamanda kadınlar az yemek yerler, et tutmazlar (fazla şişmanlamazlar) ve ağır olmazlardı. Yola çıkmak üzere devem hazırlanınca ben de hevdece girer otururum, sonra birileri gelir hevdeci altından tutar kaldırır, devenin sırtına yükler, iplerini bağlarlar, sonra da devenin başından çekerek beni yola çıkarırlardı.
Allah'ın Rasûlü (sa) bu seferini bitirip dönerken Medine yakınlarında bir yerde konakladık ve gecenin bir kısmını orada geçirdik. Gecenin bir vaktinde yola çıkma emri verildi ve insanlar yola koyuldular. Bu arada ben bir ihtiyacım için hevdecimden çıkmış, devenin yanından ayrılmıştım. Boynumda cez'-i zafâr taşından bir kolye (gerdanlık) vardı. İşimi bitirdiğimde ben bilmezden haberim olmadan) meğer o gerdanlık çözülmüş ve boynumdan düşmüş. Binitimin yanına gelince boynumu yokladım; baktım ki gerdanlığım yok. O sırada insanlar yola çıkmaya başladılar. Ben ise ihtiyacımı giderdiğim yere gittim ve orada düşmüş olan gerdanlığımı buldum. Benim yokluğumda benim hevdecimi deveme yük*leyen ve devemi sürüp götüren insanlar gelmişler; devemi yola hazırlamışlar, daha önceden yaptığım gibi beni hevdecin içinde zannederek hevdeci almışlar, deveye yüklemişler, benim hevdecde olup olmadığım hususunda hiç şüpheye düşmemişler, devenin başından tutup yola çıkmışlar.
Ben, gerdanlığımı bulup da konaklama yerine geldiğimde bir de baktım in cin top atıyor, orada kimse kalmamış, herkes gitmiş. Cübâbıma sarındım ve o-racıkta kıvrılıp yattım. Biliyordum ki beni arayıp bulamadıklarında mutlaka bu*raya bana dönülecek.
Allah'a yemin olsun, ben orada kıvrılıp yatmış haldeyken birden bana Safvân ibn el-Muattal es-Sulemî uğradı. Bir ihtiyacı sebebiyle ordudan arkada kalmış, insanlarla beraber o konaklama yerinde gecelememiş. Benim karaltımı görmüş, gelmiş, başucumda durmuş. Safvân daha önce beni, kadınların örtünme emri gelmezden önce gördüğü için şimdi de görünce tanımış. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, bu Rasûlullah (sa)'ın hanımı!" demiş, ben elbisemde sarılı bir haldeyim, o bana: "Allah sana merhamet etsin, seni böyle ordudan arkada bırakan nedir?" diye sordu, ben cevap vermedim, onunla konuşmadım. Sonra deveyi bana yaklaştırdı, bana: "Bin." dedi, kendisi de geride durdu. Ben deveye bindim, devenin yularını aldı ve orduya yetişmek üzere hızla yola koyuldu. Sabaha kadar biz orduya yetişemedik, insanlar da sabaha kadar benim yokluğumun farkına varmamışlar. Sabah olunca yeniden konaklamışlar ve işte o sırada benim devemi güderek yürüten benim yokluğumun farkına varmış; bunun üzerine tfk ehli benim hakkımda söylediklerini söylemişler, ordu dalgalanmış. Allah'a yemin ederim benim bunların hiçbirinden haberim yok.
Sonra Medine'ye geldik ve çok geçmeden ben şiddetli bir hastalığa yaka*landım. O ana kadar bana bu hadise hakkında söylenenlerden hiçbir şey ulaş*madı ama Rasûlullah (sa)'a ve ana-babama ulaşmış. Onlar da ne az, ne çok bana bunlardan hiçbir şey söylemediler. Şu kadar var ki o zamana kadar Rasûlullah (sa)'tan görmekte olduğum bana karşı bazı yumuşak muameleyi pek görmez olmuştum. Daha önce ben hastalanınca bana acır ve yumuşak davranırdı. Bu hastalığımda ise bunu görmedim ve bunu ona yakıştıramadım. Sadece yanıma girdiğinde hastalığımda bana bakan annem Ümmü Rûmân olur, bana: "Nasıl*sın?" der, başka bir şey söylemez, başka bir şey konuşmazdı.
Rasûlullah (sa)'ın bana olan bu soğukluğunu görünce kırıldım ve: "Ey Al*lah'ın Rasûlü, bana izin versen de anneme gitsem, annem orada benim hastalı*ğımla ilgilense, bakımımı yapsa." dedim, "Benim için sakıncası yok." buyurdu. Yine olanların hiçbirinden haberim yok halde annemin evine geçtim. Nihayet 20 küsur gün sonra bu hastalığım geçti. Biz araplar, acemler gibi evlerimizde helalar yapmaz, abdest bozmak üzere şehir dışına açık araziye çıkardık. Abdest bozma ihtiyaçlarını görmek üzere kadınlar her gece Medine dışına çıkarlardı. Bir gece abdest bozma ihtiyacım için dışarı çıktığımda yanımda Ebu Ruhm ibnu'l:Muttalib kızı Ümmü Mıstah da vardı ki bu Ümmü Mıstah'ın annesi de Ebu Bekr es-Sıddîk'in teyzesi, Sahr ibn Amir'in kızıydı. Benimle birlikte yü*rürken ayağı üzerindeki örtüye dolaşıp tökezledi ve "Kahrolası Mıstah!" dedi. Mıstah, oğlunun lakabı olup asıl adı Avf idi. Ben: "Allah'a yemin olsun ki Bedr'de bulunmuş muhacirlerden bir adam hakkında kötü söyledin." dedim. "Ey Ebu Bekr'in kızı, haber sana ulaşmadı mı?" dedi. Ben: "Ne haberi, hangi haber?" diye sordum. Bunun üzerine İfk ehlinin söylemiş oldularını bana haber verdi. Ben: "Öyle mi oldu?" dedim, "Evet, Allah'a yemin ederim, böylece ol*du." dedi. Ben kendimde ihtiyacımı giderecek gücü göremiyerek geri döndüm. Allah'a yemin ederim o kadar ağlamaya devam ettim ki ağlama ciğerlerimi parçalıyacak sandım. Anneme: "Allah seni bağışlasın, insanlar bu konuştukları*nı konuştular da sen bana bunlardan hiçbirini anlatmıyorsun!" dedim. O: "Kız*cağızım, kendini bu kadar hırpalama, durumunu daha da ağırlaştırma. Allah'a yemin olsun, senin gibi güzel bir kadın olur, onun kumaları olursa elbette gerek kumaları ve gerekse insanlar onun hakkında sözü çoğaltırlar." dedi.
Bu arada Rasûlullah (sa) bir gün kalkmış, Allah'a hamdü senadan sonra in*sanlara hitaben: "Ey insanlar bir takım insanlar ailem hakkında beni üzüyor ve onlar hakkında gerçek olmıyan şeyler söylüyorlar. Ben, ailemden hayırdan baş*ka bir şey bilmiyorum. Bu sözleri öyle bir adam hakkında söylüyorlar ki vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim evlerimden hangi bir eve girmişse ancak benimle birlikte girmiştir." buyurmuş; benim bundan da haberim yoktu.
Bu konuda günahın büyüğü Hazrec'den bir takım adamlar içinde Abdullah ibn Übeyy ibn SelûPda idi. Onlarla birlikte Mıstah ve Cahş kızı Hamne de varmış. Hamne'nin konuşma sebebine gelince; onun kız kardeşi Cahş kızı Zeyneb Rasûlullah (sa)'ın hanımlarından olup Efendimiz'in hanımlarından mertebe itibariyle bana eşit olan ondan başkası yoktu. Zeyneb'e gelince Allah onun dinini korumuş ve benim hakkımda hayırdan başka bir şey söylememiş. Hamne ise Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl’dan çıkan o sözleri almış; kızkardeşi lehine benim aleyhime olsun diye yaymış ve böylece mutsuzlardan olmuş.
Hz. Peygamber (sa)'in yukardaki sözleri üzerine Üseyd ibn Hudayr: "Ey Allah'ın elçisi, bu sözleri söyleyenler eğer Evs'den iseler biz senin yerine onların hakkından geliriz. Ama eğer Hazrec'den iseler onlar hakkında ne emredersen emret. Vallahi bu sözleri söyleyenler boyunları vurulmayı haketmişlerdir." demiş. Bunun üzerine daha önceden salih bir insan olarak bilinen (görülen) Sa'd ibn Ubâde kalkmış: "Allah'a yemin olsun, yalan söyledin, (Hazrec'den iseler) boyunlarını vurmayız. Allah'a yemin olsun sen bu sözünü, bu sözleri söyleyenlerin Hazrec'den olduklarını bilerek söyledin. Eğer buseydin ki senin kavminden (yani Evs'ten)dirler elbette böyle söylemezdin." demiş. Üseyd: "Allah'a yemin olsun sen yalan söyledin. Fakat sen bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İnsanlar birbirleri üzerine yürümüş ve az daha bu iki kabile arasında iş kötüye varıyormuş. Rasûlullah (sa) minberden inmiş ve benim yanıma girmiş.
Yine bu arada Allah'ın Rasûlü (sa) Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlarla istişare etmiş. Üsâme beni hayırla yadedip övmüş ve: "Ey Al*lah'ın elçisi, ehlindir ve onlardan hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Bu söyle*nenler yalan ve bâtıldır." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, kadın çok (senin için eş olacak kadın mı yok). Sen, onun yerine başka bir kadın alabilirsin. Cari*yesine sorarsan sana doğrusunu haber verecektir." demiş. Rasûlullah (sa), olayı sormak üzere Berîre'yi çağırdığında Ali ibn Tâlib ona kalkmış ve şiddetli bir şekilde dövmüş, sonra da: "Allah'ın Rasûlü'ne doğruyu söyle." demiş. Berîre: "Allah'a yemin ederim ki onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Aişe'yi ayıpladığım bir tek huyu var ki o da şudur: Ben hamur yoğurur ve onu muhafaza etmesini isterdim. Hamuru beklerken uyuyakaiır da bir kedi gelir o hamuru yer, onun hiç haberi olmazdı." demiş.
Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi. Yanımda anam- babam ve Ansardan bir kadın vardı. Ben ağlıyordum. Ansardan olan o kadın da ağlıyordu. Allah'ın Rasûlü oturdu, Allah'a hamdü sena ettikten sonra: "Ey Aişe, insanların sözlerinden sana ulaşmış olanlar oldu (insanlar senin hakkında konuşmakta oldukları sözleri konuştular). Allah'tan kork; eğer insanların söylediklerinden bir günahı işlemişsen Allah'a tevbe et. Muhakkak ki Allah, kullarından tevbeyi kabul eder." buyurdu.
Allah'a yemin ederim ki O, bana bunları söyleyince gözlerimdeki yaş kesildi ve ondan bir şey hissetmez oldum; babamın ve anamın Rasûlullah'a cevap vermelerini bekledim, ama onlar konuşmadılar. Vallahi ben kendimi hakir görüyor, kendimi, hakkında mescidde okunan ve kendisiyle namaz kılman Kur'ân (âyetleri) inecek kadar önemli görmüyordum. Fakat umuyordum ki Allah, Rasûlü'ne rüyasında benim hakkımda söylenenlerin yalan olduğunu, benim suçsuz olduğumu gösterir veya ona bir haber verir. Ama hakkımda Kur'ân inmesi; işte ben kendimi bundan hakir görüyordum. Babamın ve anamın konuşmadıklarını görünce onlara: "Allah'ın Rasûlü'ne cevap vermiyecek misiniz?" dedim, onlar: "Vallahi ona ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz." dediler. Ben: "Vallahi, Ebu Bekr ailesinin şu başına gelenler başka hiçbir ailenin başına gelmemiştir." dedim ve onların benim hakkımda konuşmamaları üzerine yeniden gözümden yaşlar akmaya başladı, ağladım, sonra: "Vallahi, benim hakkımda söylenenlerden Allah'a asla tevbe etmiyeceğim. Vallahi, ben biliyorum ki insanların söylediklerini ikrar edecek olsam, Allah'a yemin ederim ki Allah benim ondan uzak ve berî olduğumu, suçsuz olduğumu bilmektedir, ben, olmayan bir şey söylemiş olacağım. Ama söylediklerini inkâr edecek olsam siz bu sözümde beni doğrulamıyacaksınız. Sonra Yakub'un adını hatırlamıya çalıştım, hatırlıyamadım da "Fakat Yûsufun babasının söylediği gibi söyleyeceğim: Bana bir sabr-ı cemîl gerektir. Sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak Allah'tır." dedim.
Allah'a yemin ederim, Rasûlullah oturduğu yerden ayrılmamıştı ki onu, Allah'tan vahy gelirken kaplıyan hal kapladı, elbisesine büründü, başının altına deriden bir yastık konuldu. Onun bu halini görünce vallahi ne korktum, ne aldırdım, anladım ki ben suçsuzum ve Allah bana asla zulmedecek değildir. Babama ve anama gelince, Rasûlullah'tan vahy inme hali kalktığında, insanların söylediklerinin gerçek olduğu Allah'tan da gelecek korkusuyla o anda öleceklerini sandım.
Sonra Rasûlullah'tan vahy inme hali kalkıp açıldı ve oturdu. Soğuk bir gün olmasına rağmen inci daneleri gibi terler akıyordu. Alnından akan terleri silme*ye başladı ve şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun ey Aişe, Allah, suçsuzluğunu in*dirdi." Ben: Allah'a hamdolsun." dedim.
Sonra Rasûlullah (sa) insanlara çıktı, onlara hitabetti, onlara bu konuda Kur'ân'dan inenleri okudu. Sonra benim hakkımdaki iddiaları açık olarak konu*şan Mıstah ibn Üsâse, Hassan ibn Sabit ve Hamne bint Cahş'a hadd-i kazf uy*gulanmasını emretti ve onlara hadd-i kazf uygulandı.
Aişe der ki: İfk ehli (bana o iftirayı atanlar hakkında Allah Tealâ şunları indirdi: "O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; İşte Onadır azâb-ı azîm..."[23]
Hadise Buhârî tarafından da önemine uygun olarak detaylı bir şekilde "Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Museyyeb, Alkame ibn Vakkâs ve Ubeydullah ibn Abdullah ibn Utbe'den, bunların hepsi birden Aişe'den" şeklinde bir isnadla verilmektedir. Ayrıntılarda bir takım farklar ihtiva ettiği ve bu ayrıntılardan hareketle belki de fakîhler çok farklı bir takım hükümlere ulaşabileceği için hadisenin Buhârî'de anlatılan şeklini de buraya almayı uygun görüyoruz:
Hz. Aişe anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkacağında hanımları arasında kur'a çeker, kur'a hangisine çıkarsa Rasûlullah (sa) ile sefere o hanımı çıkardı. Çıktığı bir gazvede (Mustalık oğulları gazvesidir) yine hanımları arasında kur'a çekmiş ve kur'ada benim ismim çokmıştı. Bu sefer, hicab (örtünme) âyeti indikten sonra idi ve Allah'ın Rasûlü (sa) ile bu sefere ben çıktım. Ben, yolculuk sırasında hevdecimde taşınıyor ve konaklama yerlerinde hevdecin içinde indiriliyor, hevdec içinde konaklıyordum. Sefer bu şekilde devam etti, Rasûlullah bu seferini bitirip dönerken dönüş yolunda Medidne'ye yaklaşmıştık. Bir gece konaklama yerinden hareket haberi verildi. Hareket haberi verildiği sırada ben kalktım, abdest bozmak üzere yürüdüm, orduyu geçtim, ihtiyacımı giderip binitimin yanına geldiğimde şöyle bir göğsümü yokladım ki cez'-i zıfâr taşından gerdanlığım kopmuş, düşmüş. (Herhalde abdest bozmaktan gelirken yolda düşmüş olmalı diye) döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama beni orada hapsetti. Bu arada beni hevdecim içinde deveye yükleten grup gelmiş, beni, içinde zannederek hevdeci yüklenmiş ve üzerinde yolculuk yaptığım devenin üzerine yerleştirmişler. O zamanda kadınlar hafif olurlar, çok etli butlu olmazlar, az yemek yerlerdi. Dolayısıyla hevdeci yüklenip devenin üzerine kaldırıp yerleştirenler hevdecin hafif olmasını garip karşılamamışlar. Ben de zaten yaşı küçük bir kız idim. Hevdeci deveye yükledikten sonra kaldırmışlar ve yürütüp gitmişler.
Ordu yolda epeyce ilerledikten sonra ben gerdanlığımı bulmuş olarak or*dugâha döndüğümde ortalıkta kimse yoktu, in cin top oynuyordu. Yerimi değiş*tirmedim (başka bir yere gitmedim, yola çıkmadım, o konak yerindeki yerimde kaldım); nasıl olsa yokluğumun farkına varır ve bana geri dönerler diye düşündüm (zannettim). Bulunduğum yerde otururken gözlerim bana galebe çalmış ve uyumuşum.
Safvân ibnu'l-Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî ordunun artçısı imiş. Sabahleyin benim bulunduğum yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş, görünce de beni tanımış. Çünkü örtünme âyeti gelmezden önce beni görmüş imiş. Onun "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Beni tanıdığında hemen cilbâbımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki bir kelime konuşmadık ve onun innâ lillâh... sözünden başka ondan bir kelime olsun işitmedim. Eğildi, devesini ıhtırdı ve onun ön ayağına bastı, ben de kalkıp onun devesine bindim. Benim üzerinde olduğum deveyi güderek yola çıktı ve nihayet öğle sıralarında konaklamış olan orduya yetiştik.
Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bu hadise üzerine (bana iftira atmak suretiyle) helak olanlar helak oldular. İftiranın büyüğünü atan da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olmuş.
Urve der ki: Bana haber verildiğine göre bu iftira sözü onun yanında konu*şulup yayılmış, o da bunu ikrarla dinler ve başkalarına ulaştırırmış.
Yine Urve der ki: İfk (iftira) ehlinden başka insanlar içinde sadece Hassan ibn Sabit, Mistah ibn Üsâse ve Hamne bint Cahş'ın isimleri verilmişti. Ama Allah Tealâ'nın âyet-i kerimede açıkça belirttiği üzere onlar bir grup, bir zümre idiler ve onlar içinde bu iftiranın büyüğünü yapanın da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olduğu söylenir.
Aişe der ki: Medine'ye geldik ve ben oraya geldiğimizde bir ay hastalan*dım. Bu sırada insanlar ifk ehlinin ürettiği sözlere dalmışlar ve ben bunlardan hiçbirini hissetmemişim. Yalnız beni kuşkulandıran bir şey vardı ki o hastalığım sırasında, daha önceki hastalıklarımda Rasûlullah'tan görmüş olduğum lûtfu ve yumuşaklığı O'ndan görmüyordum. Sadece yanıma giriyor; selâm veriyor, "Na*sılsınız?" diye soruyor, sonra da tekrar çıkıp gidiyordu. Evet bu beni biraz şüp*helendiriyordu ama bir kötülük sezmiyordum.
Nihayet nekahet döneminde bir gün dışarı çıkmıştım. Mistah'm annesi ile birlikte Menâsı' tarafına çıkmıştık. Abdest bozmaya o tarafa ve geceden geceye çıkardık. Bu, evlerimizin yakınlarında tuvaletler edinmemizden önceydi. Biz arapların ilk durumları açık arazide abdest bozmaktı. Everimizin yakınında tuvalet edinmek bize eziyet verir, kokusundan rahatsız olurduk.
Ben ve Mistah'm annesi birlikte çıktık. O, Ebu Ruhm ibnu'l-Muttalib'in kızıydı. Annesi de Sahr ibn Amir'in kızı olup Hz. Ebu Bekr'in teyzesi oluyordu. Oğlu da Mistah ibn Üsâse ibn Abbâd ibnu'l-Muttalib idi.
Abdest bozma işimizi bitirmiş evime yönelmişken Mistah'm annesinin ayağı örtüsüne takılarak tökezledi ve: "Kahrolası Mistah!" dedi. Ben: "Ne kötü söyledin, Bedr'de bulunmuş birisine mi sövüyorsun?" dedim. "Kızcağızım, o-nun ne dediğini işitmedin mi?" dedi. Ben: "Ne demiş?" diye sordum; ifk ehlinin söylemiş olduklarını bana haber verdi. Bunu duyunca hastalığım bir kat daha arttı.
Evime döndüğümde Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi, bana selâm verdi, "Nasılsınız?" dedi. Ben: "Ana-babama gitmeme izin verir misin?" dedim. Haber hakkında kesin bilgiyi o ikisinden almak istiyordum. Rasûlullah onlara gitmeme izin verdi, gittim ve anama: "Anacığım, insanlar benim hakkımda neler konuşuyorlar?" diye sordum."Kızcağızım, mes'eleyi kendi kendine büyütme. Hangi güzel kadın kendisini seven bir kocanın yanında olsa, onun da kumaları bulunsa onun hakkında çok söz söylememeleri hemen hemen hiç olmaz." dedi. Ben: "Sübhanallah, bunu insanlar da mı konuşuyor?" deyip o gece sabaha kadar ağladım, gözüme bir an bile uyku girmedi, ağlıyarak sabahladım.
Vahyin gelmesi gecikince Rasûlullah Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlara sormuş ve ailesinden (yani benden) ayrılma konusunu kendileriyle istişare etmiş. Üsâme, ancak ailesinin (yani benim) suçsuzluğunu ve Rasûlullah'ın ailesi hakkındaki hayır duyguları bildiğine işaretle "Senin ehlin, ailendir ve biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." demiş. Ali ise: "Ey Allah'ın elçisi, Allah, senin üzerine bu işi (evlenme ve boşanmayı) daraltmamıştır, onun (Aişe'nin) dışında pek çok kadın var. Eğer cariyesine soracak olursan sana doğru haberi verir." demiş.
Rasûlullah (sa), Berîre'yi çağırmış ve ona: "Ey Berîre, (Aişe'den) seni şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" diye sormuş. Berîre O'na: "Seni hak ile gönderene yemin ederim, onda, onu ayıplıyacağım hiç bir şey (durum) görmedim. Şu kadar var ki o, yaşı küçük bir kızdır; (beklemesi ve muhafaza etmesi için yanına konan) ailesinin hamuru yanında uyuyakalır da evcil hayvanlardan birisi gelir hamuru yer (haberi bile olmaz)." diye cevap vermiş.
Aynı gün Hz. Peygamber (sa) kalkmış, minberde Abdullah ibn Übeyy'in mazeretini kaldırmak (yaptığı bu iftiradan dolayı ona bir karşılık verirse kendi*sinin mazur görülmesini) istemiş ve şöyle buyurmuş: "Ey müslümanlar toplulu*ğu, kim beni ailem hakkında eziyeti bana ulaşmış olan şu adama yaptığının kar*şılığını verirsem mazur görür? Şu adama karşı bana kim yardımcı olur? Allah'a yemin olsun ki ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onunla birlikte bir adamı zikrediyorlar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyo*rum. Ailemin yanına da ancak benimle birlikte girerdi."
Abdü'l-Eşhel oğulları kardeşi Sa'd ibn Muâz kalkmış ve: "Ben, ey Allah'ın elçisi, ben, seni o adamdan kurtarırım. Eğer o kişi Evs'den ise boynunu vuru*rum. Yo eğer kardeşlerimiz Hazrec'den ise sen emredersin, emrini yerine getiri*riz." demiş. Hazrec'den birisi kalkmış ki o, Hassân'ın annesi, onun amcası kızı imiş. O, Hazrec'in efendisi olan Sa'd ibn Ubâde imiş. Daha önceleri salih bir insan iken bu sefer kabile hamiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'a şöyle demeye itmiş: "Al*lah'a yemin ederim ki yalan söyledin; onu öldürmeyeceksin, zaten öldüremezsin de. Senin kabilenin insanlarından olsaydı öldürülmesini de istemezdin.
Bunun üzerine Sa'd ibn Muâz'm amcası oğlu olan Üseyd ibn Hudayr kalkmış ve Sa'd ibn Ubâde'ye: "Yalan söyledin; Allah'a yemin ederim ki biz onu (Rasûlullah'a eziyyeti ulaşan o adamı) öldürürüz. Sen de bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İki kabile de, Evs ve Hazrec kalkışmışlar ve Allah'ın Rasûlü (sa) minberde dikilirken dövüşmeye, vuruşmaya yeltenmişler. Allah'ın Rasûlü (sa) onları teskin etmeye başlamış ve susmuşlar, Rasûl-i Ekrem de susmuş.
Aişe der ki: O gün bütün gün ağladım, gözüm yaşı kesilmedi ve gözüme uyku girmedi. O kadar ağladım ki ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandım.
Anam babam yanımda oturur ve ben ağlarken Ansardan bir kadın yanımıza girmek için izin istedi, girmesine izin verdim, oturup o da benimle birlikte ağ*lamaya başladı. Biz bu halde iken (İkindi namazını kıldıktan sonra[24] Rasûlullah (sa) yanımrza girdi, selâm verdi, sonra o-turdu. Bu söylenenler söylendiğinden beri yanımda oturmamış, bir ay geçmesi*ne rağmen benim durumum hakkında ona bir vahy de gelmemişti.
Rasûlullah (sa) oturduğu zaman şehadet getirdi, (Allah'a hamdü senada bu*lundu )[25] sonra şöyle buyurdu: "Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle (bir söz) ulaştı. Eğer suçsuz isen mutlaka Allah seni tebrie ede*cek suçsuzluğunu bildirecektir. Ama şayet bir günah işlemişsen Allah'a tevbe istiğfarda bulun. Muhakkak ki kul günahını itirafla tevbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul buyurur." (Ben kapının yanında oturmakta olan ansarî ka*dına işaretle: "Bunları zikrederken şu kadından utanmıyor musun?" dedim.[26]
Rasûlullah (sa) sözünü bitirdiğinde gözyaşını kesildi, artık ondan bir damla bile hissetmiyordum. Babama: "Rasûlullah'a benim yerime sen cevap ver." de*dim. Babam: "Vallahi, Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Ben bu sefer anneme: "Rasûlullah'ın söylediğine cevap ver." dedim. Annem de: "Vallahi Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi.
Ben: "Ben, yaşı küçük bir kızım, Kur'ân'dan çok fazla şey de okumadım. Ama ben, vallahi çok iyi bildim ki siz bu sözü işittiniz ve bu söz nefislerinizde yerleşti, onu doğru saydınız. Şimdi ben size: Ben muhakkak bu suçtan berîyim, suçsuzum, desem beni tasdik etmiyeceksiniz. Allah'ın, benim beri olduğumu bildiği bir şeyi itiraf etsem bunda beni tasdik edeceksiniz. Allah'a yemin olsun benim ve sizin için misal olarak "Bana bir sabr-ı cemîl gerektir ve Allah, sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak olandır." dediği zamandaki Yûsuf un babasından başkasını bulamıyorum." dedim ve dönüp yatağıma yattım.
Allah biliyor ki o zamanda ben suçsuzdum ve Allah mutlaka benim suçsuz*luğumu ortaya koyacaktı. Fakat, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın, benim hak*kımda, benim bu durumum hakkında Kur'ân'da okunan bir vahy indireceğini de beklemiyordum. Kendi nefsimi Allah'ın, benim hakkımda böyle vahyle konuşmıyacağı kadar hakir ve küçük görüyordum. Belki Allah rüyasında Rasûlullah'a benim suçsuzluğumu gösterir diye düşünüyordum.
Allah'a yemin ederim, Rasûlullah yerinden kalkmadı, ailemizden kimse de dışarı çıkmadı, o anda Allah'ın Rasûlü'nü vahy inerkenki hal alıverdi. Kendisi*ne inen sözün (vahyin) ağırlığından soğuk bir günde olmasına rağmen Rasûlullah'tan inci daneleri gibi terler dökülmeye başladı.
Bu hal Allah'ın Rasûlü'nden açılırken o gülümsüyordu. Konuştuğu ilk ke*lime "Ey Aişe, Allah seni tebrie etti, suçsuzluğunu bildirdi." demek oldu. An*nem: "Kalk Rasûlullah'a (teşekkür et)." dedi. Ben: "Hayır, vallahi ona kalkıp teşekkür edecek değilim. Ne ona, ne de size hamdederim. Ben, ancak benim suçsuzluğumu indiren Allah'a hamdederim. Siz, bu iftirayı işittiniz ve fakat onu inkâr etmediniz de değiştirmediniz de." dedim. İşte Allah Tealâ o anda: "O uy*durma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir..." âyetinden başlamak üzere on âyet-i kerime indirdi.
Allah Tealâ, benim suçsuzluğuma dair bu âyet-i kerimeleri indirince, Ebu Bekr es-Sıddîk, daha önce akrabalığı ve fakirliği sebebiyle kendisine infakta bulunduğu Mistah ibn Üsâse hakkında: "Allah'a yemin ederim ki, Aişe hakkın*da bu söylediklerinden sonra artık bir daha Mistah'a hiçbir şekilde hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım." dedi. İşte bunun üzerine de Allah Tealâ: "Ve Allah öafûr'dur, Rahîm'dir;"e kadar olmak üzere: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etme*sinler..." âyet-i kerimesini indirdi de Ebu Bekr es-Sıddîk: "Evet, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın bizi bağışlamasını ister ve severim." deyip daha önceden Mistah'a vermekte olduğu infaka yeniden döndü ve "Vallahi, bu infakta bulun*mayı ebediyyen bırakmıyacağım." dedi.
Aişe der ki: Rasûİullah (sa), benim durumumu Zeyneb bint Cahş'a da sor*muş ve: "Onun hakında ne biliyorsun, ya da ondan (şüpheleneceğin) bir şey gördün mü?'- demiş, o: "Ey Allah'ın elçisi, gözümü ve kulağımı (cehennem ate*şinden) korurum. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum." diye cevap vermiş. Rasûlullah'ın eşlerinden o ancak beni müdafaa ile yüceltmiş. Allah onu takvası ile korumuş. Kızkardeşi Hamne ise (bu konuda) onunla mü*cadele etmeye başlamış ki o da (bana iftira atan ve bundan dolayı) helak olanlar içinde helak olup gitmişti.[27] Bu hadis küçük farklarla diğer hadis mecmualarında da geniş olarak yer almaktadır.[28]
"Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü*yük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesi hakkında Urve (ibnu'z-Zübeyr)'den rivayette İfk hadisesi ile ilgili olarak anlattıkları arasında Hz. Aişe ona şöyle demiş: Ebu Eyyub el-Ansârî'ye hanımı "Ey Ebu Eyyub, in*sanlar ne konuşuyor işitmedin mi?" diyerek Hz. Aişe'ye atılan iftirayı ona haber verdiğinde: "Ne konuşuyorlar?" diye sormuş, o da bu iftirayı atıp konuşanların söylediklerini ona anlatmış. Ebu Eyyûb: "Sübhanallah! Bunu konuşmamız bize yaraşmaz. Bu, apaçık bir iftiradır." demiş. Hz. Aişe der ki: İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesini indirdi.[29]
"Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolun*da hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde yine Hz. Aişe'den nakledildiğine göre o ve ona bu iftirayı atanlar hakkında yukardaki âyet-i kerimeler (11-21. âyetler) nazil olunca Hz. Ebu Bekr, o zamana kadar akrabalığı ve ihtiyacı (fakirliği) sebebiyle kendi*sine infakta bulunduğu, teyzesinin oğlu ve aynı zamanda onun himayesinde bir yetim olan Mistah hakkında: "Vallahi Aişe hakkında bu söylediklerinden ve ailemize bu çektirdiklerinden sonra Mistah'a, bir daha hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım, ona faydalı olacak hiçbir şey yapmıyacağım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçi-versinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dİr." âyetini İndirdi.[30]
"İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mü'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır." âyet-i kerimesinin kim hakkında nazil olduğu müfessir-ler arasında ihtilaflıdır. Kimisi İfk hadisesi ile ilgili âyetler içinde kabul ederek Hz. Aişe hakkındadır derken meselâ Ebu Hamza es-Simâlî de: "Mekke-i Mükerreme'de müslüman olup da Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere çıkan bazı kadınların arkasından Mekke müşrikleri: "Bu, olsa olsa fahişelik yapmak üzere Mekke'den çıkıp gitti." yollu sözler sarfetmişlerdi. İşte bunun üzerine o muhacir kadınlar hakkında nazil oldu." Demiştir.[31]
27. Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için elbette en hayırlı olandır. Olur ki iyice düşünür tezekkür edersiniz.
28. Eğer orada kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin. Şayet size dönün, denilirse geri dönün. Bu, sizin için elbette en temiz olandır ve Allah yapmakta olduklarınıza Alîm 'dir.
29. İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur ve Allah açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğumuzu da bilir.
İstîzân âyeti olarak bilinen "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyetinin nüzul sebebi olarak Ansar'dan bir kadın gösterilir. Şöyle ki:
Adiyy ibn Sâbit'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a Ansardan bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben evde bazan öyle bir durumda oluyorum ki ne babamın, ne çocuğumun, ne de kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Ben bu durumda iken babam geliyor yanıma giriyor, ailemden bir erkek geliyor, yanıma giriyor. Ne yapayım?" diye sordu ve bunun üzerine "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyet-i kerimesi nazil oldu.[32]
Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Şam yolunda, içinde sakinleri olmıyan evler ve hanlar var. Onlar hakkında ne buyurursun?" diye sordu da Allah Tealâ: "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesini indirdi.[33]
İbn Ebî Hatim'in Mukâtil ibn Hayyân'dan rivayetinde o şöyle diyor: İstîzân âyeti nazil olunca Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Ya Mekke, Medine ve Şam arasında ticaret yapan Kureyş tüccarlarının hali nasıl olacak? Onların, yol üzerinde, içinde sakinleri olmıyan belli evleri (konak yerlerindeki hanlar) var. Nasıl istizanda bulunacaklar. Onların içinde kimse olmadığına göre kime selâm verecekler?" diye sordu da "İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[34]
30. Mü'min erkeklere söyle; gözlerim haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için en temiz olandır. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınıza Habîr'dir.
İbn Merdûye'nin Hz. Ali'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Rasûl-i Ekrem'in asr-ı saadetinde Medine-i Münevvere yollarından birisinde yolda yürümekte olan bir adam yine yolda yürümekte olan bir kadına bakmış ve şeytan her ikisine de vesvese vererek birbirlerine beğenen bir gözle baktıklarını düşündürmüş. Onlar böyle birbirlerine bakarken önüne bakmıyan adamın karşısına birden bir duvar çıkıvermiş de duvara çarpmış ve burnu yarılıp kanamaya başlamış. Nasıl bir suç işlediğinin o anda farkına varan adam: "Vallahi Rasûl-i Ekrem (sa)'e varıp ne olduğunu anlatmadan bu yaramın çaresine bakmıyacak, kanı da silmeyeceğim." demiş ve Hz. Peygamber (sa)'e gelerek olanı biteni anlatmış. Allah'ın rasûlü (sa): "İşte bu işlediğin günahın cezasıdır." buyurmuş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[35]
31. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görüneni müstesna olmak üzere üstlerini açmasınlar Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar... Gizledikleri zinetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler! hepiniz Allah'a îevbe edin ki felaha er esiniz.
l. Mukatil ibn Hayyân anlatıyor: Bize ulaştığına göre -En doğrusunu Allah bilir- Câbir ibn Abdullah şöyle nakletmiş: Esma bint Mürşide, Harise oğulları içindeki yerinde (bir rivayette hurmalığında) iken kadınlar onun yanma izâr (üst elbise) giymemiş, ayaklarındaki halhaller, göğüsleri ve saç örgüleri görünür halde girmeye başlamışlar. Esma: "Bu ne kadar çirkin!" demiş ve bu olayın akabinde Allah Tealâ: "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[36]
Aynı hadise yine Mukatil ibn Hayyân tarafından bu sûrenin 58. âyetinin nüzul sebebi olarak da rivayet edilmektedir ki biraz sonra gelecektir.
2. Mu'temir'in babasından rivayetine göre el-Hadramî şöyle anlatmış: Bir kadın gümüşten iki halhal edinmiş, altına da bir sıra boncuk takmıştı. Sokakta bir topluluğa rastladı da ayağını yere vurdu ve bileğine taktığı halhal o boncukların üzerine düşerek ses çıkardı. İşte bu hadise üzerine Allah Tealâ bu "Gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[37]
33. Nikâha (evlenmeye) imkân bulamıyanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin. Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafur'dur, Rahîm'dir.
Ayet-i kerimenin "Sağ ellerinizin sahip olduğu köle ve cariyelerden mükâtebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete bağlayın ve onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin." kısmının nüzul sebebi şöyle anlatılıyor:
Huvaytıb ibn Abdü'l-Uzzâ'nm Subeyh adında bir kölesi vardı ve efendisinden kendisini, bedelini ödemek şartıyla azat etmesini (kitabete bağlamasını) istemiş, o da reddetmişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu[38] da Huvaytıb bu kölesini 100 dinar karşılığında kitabete bağlayıp azat etti ve bu bedelin 20 dinarını da bağışladı. Subeyh, bu bedeli ödeyip serbest kaldı ve daha sonra Huneyn günü savaşta şehid oldu.[39]
Ayet-i kerimenin "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir." kısmının nüzul sebebinde ise bir kaç farklı rivayet olmakla birlikte hepsi de Abdullah ibn Übeyy ve cariyeleri hakkındadır. Şöyle ki:
l. Câbir'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmıştır: Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl cariyelerinden birisine: "Git ve bize bir şeyler kazan getir." diyerek onu zina etmeye zorladı da Allah Tealâ: "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın. Kim de onları buna zorlarsa şüphesiz ki Allah onlara, kendilerinin buna zorlanmalarından sonra Ğafûr'dur, Rahîm'dir" âyet-i kerimesini indirdi.[40]
İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor: Abdullah ibn Übeyy'in bir cariyesi vardı. Efendisinin emriyle zina edip ücret olarak verilen bir bürdeyi efendisine getirdi. İbn Übeyy ona: "Git, tekrar zina et." dedi. Cariye: "Vallahi yapmryacağım; eğer bu bir hayır ise onu çok yaptım, yok eğer kötü ise artık onu bırakmamın zamanı geldi." dedi ve işte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[41]
Câbir'den gelen başka bir rivayette İbn Übeyy ibn SelûTun fuhşa zorladığı cariyelerinin iki ve isimlerinin de Müseyke ve Ümeyme olduğu ve bu cariyelerin Hz. Peygamber (sa)'e gelerek sahiplerinin kendilerini fuhşa zorlamasından şikâyette bulundukları ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydediliyor.[42] Ömer ibn Sâbit'ten gelen rivayete göre ise Abdullah ibn Übeyy'in fuhşa zorladığı bu cariyesi Muâze olup müslüman bir cariye imiş.[43]
2. Mukatil der ki: Abdullah ibn Übeyy'in altı cariyesi hakkında nazil olmuştur. İbn Übeyy bunları fuhşa zorlar ve bundan kazandıkları paraları ellerinden alırdı. Bunlar: Muâze, Müseyke, Ümeyme, Amra, Ürvâ ve Kuteyle idiler. Bir gün bunlardan birisi (fuhuştan o günün kazancı olarak) bir dinar getirdi. Bir diğeri ise bundan daha az getirdi. İkisine de: "Geri dönün, daha zina yapın (ki daha çok kazanıp getirin)." dedi. "Allah'a yemin olsun ki yapmıyacağız. Allah bize İslâm'ı getirdi ve zinayı haram kıldı." dediler ve Rasûlullah (sa)'e gelere