Sultanın Sırrı İstanbul'un dehlizlerinde çözülüyor

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Sultanın Sırrı, 2. Abdülhamit'in tozlu raflar arasında kaybolan bir sırrını beyazperdeye taşıyor. Kerkük'te başlayıp İstanbul'da biten film, yıllardır tartıştığımız "Türkiye'de petrol var mı?" sorusunun cevabını da veriyor.



"Komşumuz Irak topraklarının altı petrol kaynarken nasıl oluyor da sınırın bu tarafında hiç petrol çıkmıyor?" Herkesin cevabını merak ettiği bir soru bu. Tam bir asır önce 2. Abdülhamit de cevabını aramış bu sorunun. Bunun için büyük sultan, dönemin ünlü Alman Maden Mühendisi Paul Groskoph'u davet eder. O zaman Osmanlı toprakları içinde bulunan bölgelerde petrol aratır. Sadece Musul ve Kerkük'ün değil, Güneydoğu Anadolu'da da petrol bulunan yerlerin haritası çıkarılır. Ülkenin geleceğiyle ilgili kaygılar taşıyan Sultan, haritada belirtilen toprakların bir kısmını şahsî parasıyla satın alır. 2. Meşrutiyet'in ilanıyla görevden alınacağını görünce harita ve tapuları kendi yaptığı özel şifreleri olan bir sandığa saklar. Sandık, Yıldız Sarayı'nın yağmalanmasının ardından ortadan kaybolur. Bir asır sonra CIA ajanı ABD'li bir profesör, Kerkük'teki tarihî çarşıda tesadüfen hikâyeyi öğrenir ve sandığı bulmak için İstanbul'a gelir.
Ömer Erbil'in hem yapımcılığını üstlendiği hem de senaryosunu yazdığı, Hakan Şahin'in yönettiği Sultanın Sırrı ajan profesör ve arkadaşı ile Türk istihbaratı arasında geçen ve nefes kesen sahnelerin olduğu bir macera-aksiyon filmi. Dövüş sahneleri Hollywood filmlerini aratmazken, hikâyenin arka planına yerleştirilen duygusal sahneler hikâyeye ayrı bir zenginlik katıyor. Kurgudaki başarısıyla seyircinin ilgisini canlı tutan film "Yerli Da Vinci" isimlendirmesini haklı çıkaran bir içeriğe de sahip. CIA ajanı ve gönüllü Türk istihbaratçılarının amansız mücadelesinin arasına bir de Opus Dei (Sion tarikatı) giriyor çünkü. Çemberlitaş'ta olduğu söylenen Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği ahşap 'haç'ın peşine düşüyor onlar da. Farklı hikâyelerin birbirine geçişlerindeki zıtlıklarla zenginleşiyor film. Gönüllü istihbaratçıların merkez olarak kullandıkları Mevlevi dergâhındaki sema gösterisinden Sion üyesi bir gönüllünün kendini kırbaçladığı sahneye yapılan geçiş mesela. Annesini kırmamak için müzedeki yardımcısıyla Ermeni bir kadın arasında kalan Hakan'ın yaşadığı ikilem seyirciye hiç yabancı değil. Ve hepsinin yolu İstanbul'un yer altındaki Bizans döneminden kalma dehlizlerde birleşiyor. İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı tarafından da desteklenen ve 4 milyon TL bütçeye sahip olan filmde Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Ayasofya Müzesi gibi tarihî mekânlar da kullanılmış.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Sultanın Sırrı, Da Vinci'ye karşı

2010 yılı, Türk sineması için oldukça başarılı geçti. Sinemamız yeni bir rekor kırabilir mi, 2008'deki seyirci sayısını geçer mi bilinmez; ancak şu bir gerçek ki, çekilen 75 yerli filmle şimdiden bir rekora imza attı.

Seyirci sayısının da yıl sonuna kadar 25 milyona ulaşması bekleniyor. Eğer bu da gerçekleşirse seyirci sayısında da zirveye ulaşılmış olacak.


2010'un hiç şüphesiz en çok merak edilen filmlerinin başında Sultanın Sırrı geliyor. Yapımcı ve senarist olarak Ömer Erbil'in imzasını taşıyan, Hakan Şahin'in yönettiği filmde Hollywood'un iki ünlüsü, Mark Dacascos, Emanuel Bettencourt oynuyor. Filmde Sinan Albayrak, Burak Sergen, Zeynep Beşerler de Dacascos ve Bettencourt ile birlikte başrolü paylaşıyor. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle çekilen filmin, geçen hafta İstinye Park'ta yapılan galasındaydım. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle kalabalık bir gala görmedim. Umarım film, vizyonda da aynı başarıyı gösterir. Ailelerin rahatlıkla izleyebilecekleri bir film. Başrol oyuncuları Amerikalı olsa da hikâye ve bakış açısı tamamen bizden. Hikâyesi güzel, özellikle de İstanbul'un dehlizlerinde geçen sahneler ilgi çekecek diye düşünüyorum. Sinan Albayrak, çok güzel bir iş çıkarmış, artık şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Türk sinemasının yeni bir aktörü var sahnede... Yine Sadi Baba rolündeki Altan Akışık da harika bir oyun çıkarmış.

Kurşunkalem

 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Film fena değildi senaryo ve yönetmen acısından çok acemi olsa da uğraş ve çalışma vardı, en azından mahpeyker ile karşılaştırılmayacak kadar iyi... seyredebilirsiniz yani :)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Sultan II. Abdülhamit'in şifreli masası

Cuma günü gösterime giren Sultanın Sırrı filminde, Amerikalı ajan, II. Abdülhamit'e ait şifreli dolabın peşine düşüyor. Sultan Abdülhamit, Yıldız Sarayı'nda kendine özel yaptırdığı marangozhanede böyle bir dolap yaptı mı bilemiyoruz ama özel bölmeleri olan şifreli masası Beylerbeyi Sarayı 28 No'lu odada özenle korunuyor.


Sırlarla dolu bir padişah olarak tanınan II. Abdülhamit, 27 Nisan 1909'da tahttan indirildi ve sürgüne yollandı. Üç yıl boyunca Selanik'te kaldı. 1912'de Beylerbeyi Sarayı'na getirildi, son nefesini verdiği 10 Şubat 1918'e kadar burada yaşadı. II. Abdülhamit, hattat babası Abdülmecid Han gibi zeka ve dehasını konuşturan usta bir marangozdu.
Tarih ve Toplum dergisinin Ekim 1986 sayısından öğrendiğimize göre Yıldız Sarayı'na taşındıktan sonra burada Tamirhâne-i Hümâyun'u kurmuştu. Aynı dergide Esbak Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa, Yıldız hatıralarında bu konuya değiniyor ve onun ne kadar maharetli olduğunu anlatıyor: "Bir aralık Beyoğlu'nda Şaven namı ile meşhur bir mağaza vardı. Bu mağazanın sahibi Avrupa'dan fevkalade zarif mobilyalar, biblolar celbederdi. Bir gün Şaven mağazasında son derece sanatkarene yapılmış bir yazıhane görüldüğü Hünkara arz olunmuştu. Hünkar bunu saraya aldırdı ve bir müddet sarayda kaldıktan sonra dükkana iade ettirdi. Aradan bir müddet geçti, bir gün zat-ı şahane mağaza sahibinin saraya davet olunmasını ve geldiğinde o yazıhanenin aynı olarak kendisinin imal ettiği yazıhanenin gösterilmesini emretti. Mağaza sahibi iki yazıhane arasında bir fark göremediğini samimi bir hayretle söylemişti."
Tahsin Paşa'nın anlattığına göre Sultan Abdülhamit, Avrupa'dan en son sistem marangoz alet ve edevatı getirtmiş, birçok usta ve çırakla Tamirhâne-i Hümâyun'nda çalışmış. Adının tamirhane olması yanıltıcı olmasın. Burası ne sadece bir marangozhane ne de sıradan bir tamirhane. Bir sanat akademisi gibi çalıştığını, yabancı sanatçıların bile sanat öğrenmeye geldiğini ve II Abdülhamit'in de o akademinin baş öğretmeni olduğunu söyleyebiliriz.
Fildişi ve sedef kakmalı mücevher dolabı, maroken kaplı yemek sandalyeleri, altın yaldızlı beyaz lake vitrinli büfe ve birçok şifreli mobilya bu akademiden çıktı. O dönemde gerek Dolmabahçe, gerek Beylerbeyi sarayları için şifreli mobilyaların sık üretilmesi onun yönetim anlayışı, kişisel özellikleri ve güvenliğe verdiği önemle paralellik gösteriyor.
Nitekim Yıldız Sarayı'nda şifre dairesi ve katibi vardı. Bugün Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında Tamirhâne-i Hümâyun yapımı mobilyalara rastlıyoruz. II. Abdülhamit, marangozluk çalışmalarına tahttan indirildikten sonra Beylerbeyi Sarayı'ndaki odasında devam etmiş. Sultan'ın şifreli ve karizmatik yönetimi bu mobilyalarda somutlaş. Aralarında en çok dikkat çeken bugünlerde de bir filme konu olan şifreli çalışma masası ya da Tahsin Paşa'nın ifadesiyle yazıhanesi. Aslında Sultanın Sırrı filminde tam olarak bu masadan söz edilmiyor. Amerikalı bir ajan, Sultan'a ait şifreli dolabın peşine düşüyor. Padişah böyle bir dolap yaptı mı bilemiyoruz ama özel çekmeceleri ve aynası olan çalışma masasını ince bir zeka ürünü olarak şifreli yapması sırlarla dolu bir padişah olduğu noktasında sanırım herkesi hemfikir yapıyor.
ŞİFRELİ MASANIN ÖZELLİKLERİ
Masanın sol tarafına üç çekmece yapılmış. Ancak dışarıdan bakıldığında burada üç çekmece gözü olduğunu anlamak zor. İlk çekmeceyi, işlemeler arasına ustalıkla yerleştirilen gizli bir düğme ile açabiliyorsunuz.
İkinci çekmeceyi ise ancak ilk gözü açtıktan sonra altına saklanan başka bir düğmeye basarak çekebiliyorsunuz. Masanın ortasına gömme şekilde yapılan aynanın da bir işlevi var. Arkanızdan geçen ya da sağ ve sol tarafta duran birini fark etmenizi sağlıyor.
Sultan'ın çalışma odası
II. Abdülhamit, 1912'den 1918 Şubat ayına kadar Beylerbeyi Sarayı'ndaki 28 No'lu odayı, çalışma odası olarak kullanmış. Gazetesini okuduğu, kadınefendileriyle ve kendisini bayramdan bayrama ziyarete gelen kızları ve şehzadelerle görüştüğü oda burası. Duvarlarında ayet-i kerimeler ve hatla yazılmış Peygamberimiz'i öven kasideler bulunuyor.
Vefat ettiği 8 No'lu oda, buranın bir alt katında. Özel bölmeleri ve aynası bulunun şifreli çalışma masası da hâlâ bu odada duruyor. Kapaklı olduğu için ilk anda masa olduğu anlaşılmıyor.
Ziyarete gidenler odayı ancak içeriye girmeden kapısından görebiliyor. Kızı Ayşe Osmanoğlu'nun, 'Babam Abdülhamit' kitabında anlattığına göre Sultan II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı'ndaki marangozhanesinde, resim çizdiği (mobilya projeleri) ve boya ile uğraştığı zamanlar, kadife pantolon ve kolları sıvalı beyaz gömlek giyermiş. Beylerbeyi Sarayı yetkililerine göre Sultan Abdülhamit'in sürgün yılları ve mobilyalarıyla ilgili tarihi kaynaklarda bir boşluk var. Çok fazla bilgiye rastlayamıyoruz. Üzerinde çalışılması gerek bir konu.
Tuğralı her mobilyayı II. Abdülhamit mi yaptı?
Sultan II. Abdülhamit döneminde yapılan mobilyaların hepsinde isminin yazıldığı tuğrası bulunuyor. Mobilyaların çoğu Tamirhane'yi Hümayun'da bir sanat eseri gibi işlenmiş. Beylerbeyi Sarayı'ndaki şifreli masada ve 12 No'lu odadaki Harem'de kullanılan sandalyelerin hepsinde bu tuğra var. Ancak mobilyaları özellikle de bu sandalyeleri birebir padişahın yaptığına dair bir belge yok.
ZAMAN- PAZAR
 
Üst