'Sultan Osman'ın Hazin Dramı

temurmelik

Üye
Katılım
29 Eki 2006
Mesajlar
150
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Konum
izmit/istanbul
Web sitesi
www.hafizim.com
''Sultan Osman''ın Hazin Dramı
--------------------------------------------------------------------------
XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren milletlerarası sistemin işleyişini belirleyen temel faktörün ''Emperyalizm'' olduğu konusunda bütün tarihçi ve sosyologlar hemfikirdirler.
Avrupa'da sanayi devriminin başlaması ile batının endüstrileşmiş büyük devletleri, hem hammedde kaynakları sağlayabilmek, hem de mallarını satabilecekleri yeni dış pazarlar bulma gayesiyle politikalarını ''yayılmacılık'' esasına göre kurmuşlardır.Bundan dolayı Afrika,Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu toprakları ister istemez sanayileşmiş emperyalist batılı ülkelerin ilgi alanına girerler.Bu, söz konusu yayılmacılık polikitasının meşrulaştırıcı kılıfı da, ''az gelişmiş yörelerin bu insanlarına medeniyet götürme'' iddiasıdır.
Sistem; ''büyük balığın küçük balığı yutması'' mantığı çerçevesinde geliştiği için müstemlekeci ülkeler dünya coğrafyasındaki yerlerini ekonomik güçleriyle orantılı olarak alacaklardır.Bu gücü sağlamanın en iyi yolu da askeri potansiyelin zindeliğinden geçmektedir.
Bunun için de, dönemin jeopolitik ve stratejik hesaplarına bakılırsa askeri güç, kara yolları gelişmediği ve savaş uçaklarının yapımı da henüz sözkonusu olmadığı için, dünyanın beşte üçünü oluşturan denizlere hakim olabilmekten geçmektedir.Bundan hareketle batılı ülkeler, son askeri teknolojinin gerektirdiği ölçüde filolarını güçlendirme yarışına girerler.

Son Dönem Osmanlı Denizciliği
Barbaros Hayreddin Paşa'nın, Akdeniz'i bir Osmanlı gölü haline getirip üstünde kendinden habersiz bir kuş uçurtmadığı günlerin üzerinden yıllar geçmiştir.Artık o şevketli dönemler geride kalmış ve kendini yenileyemeyen Ulu Çınar'ın köklerine virüs bulaşarak içten içe çürümeye yüz tutmuştur.
Osmanlı Devleti, son en büyük donanmasını da Naverin önlerinde Fransız, İngiliz ve Rus'ların savaş hali olmadan kalleşçe açtıkları ateş sonucu kaybeder.Tarihe hala intikamı alınmamış ''Naverin Faciası'' olarak geçen bu baskında (20 Ekim 1827) 57 gemimiz batar ve 8000 levendimiz İyonya Denizi'nin serin sularını kırmızıya boyayarak şehadet şerbetini yudumlarlar.II. Mahmud döneminde yeniden kurulmaya çalışılan donanmamıza ilk olarak buharlı gamiler katılır.İstanbul tüccarlarının aralarında para toplayarak İngiltere'den satın alıp Padişah'a hediye ettikleri bu geminin ismi Swift'dir.Yelkensiz,yandan çarklı, buhar ile işleyen bu gemiye ''Sürat'' adı verilse de halk buna ''Buğu Gemisi'' adını takar.
Daha Naverin Faciası'nın acıları unutulmamaıştır ki, 30 Kasım 1853'de Amiral Naimof komutasındaki Rus filosu, Sinop limanında demirli bulunan oldukça yeni 12 gemimizi gafletimiz neticesinde yakarak Karadeniz sularına gömer ve binlerce denizcimiz şehit olur. Hatta Ruslar bu baskında hiçbir savaş kaidesine riayet etmeyerek, batan Osmanlı gemilerinden yüzerek kurtulmaya çalışan subay ve erlerimizi yağlı paçavralarla cayır cayır yakma vahşetini gösterirler.
Bu elim hadisenin üzerinde küllenmeye yüz tutmuş milletin yüreği yeniden alevlenir.
Devlet-i Aliye'nin durumu içler acısıdır.Osmanlı öylesine bir fasit daireye yakalanmışdır ki, İngilizlerden satınaldığı gemileri yine İngilizler yakmakta fakat devlet çaresizlikten yine onlardan gemi satınalmak zorunda kalmaktadır.
Osmanlı tarihinde deniz tutkunu bir padişah olarak bilinen Sultan Abdülaziz Han, 1861 yılında tahta geçtiğinde Avrupa'dan borçlanarak aldığı parayla İngiltere ve Fransa'dan sonra dünyanın ikinci büyük donanmasını kurar.Ne garip tecellidir ki, kendisinin tahttan indirilmesine karar verilen son taplantı da satın alınması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı Mesudiye zırhlısında yapılır.
Fakat Abdülaziz döneminin 106 savaş gemilik donanmasının büyük bir kısmı (76'sı) ahşaptır.Oysa bu dönemde gemi teknolojisinde çok hızlı bir şekilde önemli gelişmeler olmaktadır; batı, saç tekneye geçmiş, gemiler zırh ile kaplanmaya başlanmış ve buhar makinaları iyice yaygınlaşmıştır.

Donanma Cemiyeti
Sene 1909.Birinci Meşrutiyet'in üzerinden bir yıl ancak geçmiştir.Dünya devletleri olanca güçleriyle silahlanmaktadırlar.Bu arada batı komşumuz Yunanistan da bu yarışın içindedir.İşte bu sıralar kulaktan kulağa yayılan haber korkuyla karışık halkı oldukça heyecanlandırır.Heberde şöyle denilmektedir:''Çok zengin bir Yunanlı olan Georgios Averof'un külli bir miktar para yardımında bulunması ile Yunan hükümeti İtalya'dan çok güçlü, yepyeni bir kruvazör satın almıştır.10.160 tonluk olan bu kruvazör hem çok süratli hem de atış gücü çok yüksektir.Böyle bir kruvazör üç beş zırhlıya bedeldir.''
Evet, gerçekten de haber doğrudur.Yunanlı milyoner Georgios Averof'un yaptığı 280 bin sterlinlik yardımının üzerine Yunan hükümeti de 680 bin sterlin ilave edrek bu savaş gemisini satın almışlar ve kuvvet dengesini kendi lehlerine çevirmişlerdir.
Biz de böyle modern ve güçlü gemiler almalıydık.Ancak bu tip gemiler hem çok pahalı hem de etrafı denizlerle çevrili devletimizin kasasında bırakın böyle gemi satınalmayı, memur ve askerlerinin maaşını bile düzenli ödeyebilecek yeterli parası yoktur.
Millet içten içe kaynamaktadır. ''Bütçede para yoksa biz ne güne duruyoruz, biz veririz''demektedirler.Bu sesler giderek yükselir ve ardından aksiyona dönüşür.Ve 14 Temmuz 1909'da Yağcızade Şefik Bey isminde gayretli bir tüccarın öncülüğünde bir dernek kurularak ilk tohum atılır.Derneğin tam ve kanuni ismi, Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti'dir.

...

--------------------------------------------------------------------------

Donanma Cemiyeti inanılmaz bir süratle gelişir ve memleketin dört bir yanında, hatta yurt dışında bile şubeleri açılır.Cemiyetin kurucusu ve başkanı Şefik Bey, Balkapan Hanı'nda yüzyılı aşkın mazisi olan ticarethanesinden elde ettiği servetin hepsini olduğu gibi cemiyete bağışlama cömertliği gösterir.Bu İstanbul efendisinin hertarafta makes bulan ihlaslı gayretlerini duyan Sultan Reşad, Donanma Cemiyeti'ni onun şahsında tebcil için huzuruna kabul eder ve bu yorulma bilmez, cömert adamın gayretlerine binaen pırlantalı murassa bir liyakat madalyasını göğsüne eliyle takar.
Ana sütü kadar helal bu kadirşinaslık karşısında Şefik Bey ancak bizim iklimlerimizde görülebilecek örnek bir davranışta bulunur.Padişah'ın elleriyle taktığı nişanın maddi kıymetini bedesten yetkililerinden öğrenerek bu pırlanta-altın madalyanın bedelini Donanma Cemiyeti'nin kasasına nakten öder ve daha sonra nişanı göğsüne takarak şöyle der;
''Bu nişanın ödenmez kıymeti manevi değerindedir.Onun mikyası yoktur.Fakat pırlanta ve altın olarak maddi değerini tesbit ettirmek mümkündür.Halkın hamiyet fedakarlığa dayalı bir hayır cemiyetine verilmiş bu nişanın göğüsler üzerinde vicdanı rahatsız etmeden yer bulabilmesi için maddi kıymetinin o cemiyetin veznesine yatırılması icab eder.''
Padişah Mehmed Reşad da devletin istikbali adına çok önem verdiği bu cemiyeti himayesine alır ve bir aylık tahsisatını bağışlar.Ardından devletin ve sarayın ileri gelen memurları da bir aylık maaşlarını cemiyete yardım olarak verirler.Donanma Cemiyeti bir de, ''Donanma İane Madalyası'' adı altında bir madalya ihdas ederek önemli miktarda para bağışında bulunanların yardımlarına şükran ifadesi olarak bu madalyadan hediye eder.
Donanma Cemiyeti ayrıca, yayınladığı bir mecmua ile de halkın cömertliğine müracaat ederek ''güçlü bir donanma'' sloganıyla herkesi yardıma çağırmaktadır:
''Muhteşem Osmanlı!Sen, o nihayetsiz sahillerinde Osmanlı zırhlısı bekleyerek senelerce elim, haysiyet kırıcı demler geçirdin.Artık o tahassürün çok sürmeyecek.Çünkü ilk hareket büyük bir himmet azmiyle başladı.Artık komşuları düşündürmeye başlayan ilk filo, sahillerimizde geziyor.Yarın büyük bir filo, gaspedilmek mutad olan Osmanlılık hakkını şanlı toplarıyla müdafaa edecektir.İşte ilk adım!Sen o hatveyi takib et..fütur etme, tereddüt etme; her zaman söylüyoruz, hakikat yaman, istikbal müthiştir.''
Ve o zamanın imkanlarıyla Donanma Cemiyeti adına kahvelerde, halkın toplu olarak bulunduğu kalabalık yerlerde, müsamerelerde, eğlence yerlerinde ve konferanslarda sürekli yardım toplanır.

...
--------------------------------------------------------------------------
Osmanlı insanı, her zaman yaptığı gibi yine can-ı gönülden yardıma koşmaktadır.Bu cömert insanlar kendi fakr-u zaruretlerine aldırmadan varını yoğunu ortaya dökmektedirler.İhtiyarlar kefen, genç kızlar çeyiz paralarına varıncaya kadar devletlerinin bekası için maddi kıymet ifade eden herşeylerini bağışlamaktadırlar.Bu konu ile alakalı o dönemin belgelerine bir göz attığımızda oldukça göz yaşartıcı tablolar karşımıza çıkmaktadır:
...Erbabı hamiyet tarafından cemiyete terk edilen 311 adet fes bedeli olup, Mercan'da ticaret hanında 9 numaralı odada oturan Artin Beremyan Efendi tarafından 739 kuruş,
... Erenköy de açılan İttihat bakkaliye mağazasında müzayede olunmuş bir kiyye şeker esmanı(bedeli) 1362 kuruş 10 para,
...Trablusgarb harb esiri olup, şehit olarak orada ölen Tarsuslu Mustafa oğlu Bayram'ın vasiyeti üzerine bütün serveti olan 213 kuruş 30 para,
...Anadolu Kavağı'nda ahali-i hamiyetmenden tarafından kahveci Tevfik Efendi'nin müzayede olunan çay esmanı 200 kuruş,
...Teke kazasında Salih oğlu Emrullah Ağa'nın kerimesi Zekiye Hanım'ın Çeyiz sandığı satışından elde edilip cemiyete teberru ettiği 192 kuruş 20 para,
...İnas (kız) mektebi öğrencilerinin bir sene içinde el ve göz nuru ile hazırladıkları işlemelerin müzayede ile satış bedeli yekunu 987 kuruş 10 para,
...Adapazarı'nda tertip edilen horoz dövüşlerinde birinci gelen resumat memuru Nureddin Efendi'nin Cemiyet namına müzayedeye çıkardığı çilli horozun satış bedeli olarak 116 kuruş 30 para,
...Selanik eski valisi Hüseyin Kadri Bey'in Neşrettiği iki kitabının satış hasılatı olarak 1143 kuruş,
...Kadıköy inas rüştiyesi ikinci sınıf talebeleri tarafından 5220 kuruş,
...İnebolu kayıkçı esnafının hergünkü hasılatlarının yüzde yirmisi olarak bir ay içinde toplanan toplanan 6009 kuruş 10 para,

Devrin Osmanlı Münevverleri de kervana ayrı bir hız vermektedir.Utarit mecmuası muharriri İzzet Melih, Donanma-i Osmani Cemiyeti için Tepebaşı bahçesinde yapılan müsamere müzayadesinde, Bediüzzaman Said Nursi'nin teberrüken hediye ettiği ''murassa Diyarbekir imalatı gümüş hançer''in bizzat kendisi tarafından davetlilere takdim edildiğini anlatarak şöyle demektedir:
''İlm-ü fazlı ile şöhret-şiar Bediüzzaman, adeta tarzı nevi olan kıyafeti ve evza-ı levendanesi ile tertip heyeti kürsüsüne gelerek beliğ ve veciz bir hitabe ile donenmanın hayati ehemmiyetini izah etti ve ihda ettiği cidden nefis sanat eseri olan hançerin, vatan düşmanlarını kahredecek kudret ve mehabetli bir donanmaya malikiyetin vesile-i hasenesi olmasını niyaz etti.Medid alkışlarla karşılanan bu beliğ hitabeden sonra müzayedeye çıkarılan hançer, Altunizade İsmail Kemal Bey'in 107 altın karşılığı uhde-i hamiyetinde kaldı.''

Cemiyetin asıl gayesi, daha sonraları Balkan Savaşı sırasında başımıza büyük bir bela olacak olan Yunanlıların Averof zırhlısı ayarında bir dretnot satın almaktır.Fakat o sıralar aynı nitelikte bir gemi bulamayınca Almanya'dan 10.060 tonluk 1893 yapımı iki zırhlı satın alınır.
İkisine 1.070.000 altın ödenerek satın alınan bu gemilere büyük denizcilerimizin isimleri olan 'Barboros Hayreddin'' ile ''Turgut Reis''koyulur.
Gemiler, Marmara Denizi'nden Boğaz'a girdiğinde İstanbul halkı sokağa dökülür;Sarayburnu'ndan Üsküdar sırtlarına, Şemsi Paşa kıyılarına,
Boğaz'ın ağzına ve sahillere doluşan halk heyecanla gemileri bekleşir.Barboros ve Turgut Reis zırhlıları halkın sevinç gözyaşları içerisinde süzüle süzüle Dolmabahçe Sarayı'nın önüne demir atarlar.
Deniz gücünün ehemmiyetini anlayan millet, inanılmaz fedakarlıklarda bulunmaya fasılasız devam eder.Bunun neticesinde 1912 yılında donanmamıza:Yadigar-ı Millet, Muavenat-ı milliye, Numune-i Hamiyet ve Gayret-i vataniye adlarında dört yeni muhrip daha katılır.

...
--------------------------------------------------------------------------

Bu arada Yunanlıların lehine bozulan deniz gücünü dengelemek için 1911'de İngiltere'ye 'Reşadiye' dretnotu ısmarlanır.Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle İngilizler 'ne olur, ne olmaz' düşüncesiyle geminin yapımını durdururlar.Savaş bitince de yapıma devam kararı alınır.
Denizde hala güç dengesi Yunanlıların lehinedir.Acilen donanmanın güçlendirilmesi lazımdır.İşte tam bu arayışların sürdüğü hengamda Brezilya'nın, Arjantin ile barış imzaladığı için İngiltere'ye ısmarladığı 'Rio de Jenerio' isimli dretnotu almaktan vazgeçtiği haberi duyulur.
14 tane 12 pusluk ağır, 20 tane 6 pusluk orta top ile 3 tane 21 pusluk torpido tüpü taşıyan, saatte 23 mil sürat yapabilen, 34000 beygir gücünde ve 204 metre boyundaki 27500 tonluk dev gemi zamanın şartlarına göre oldukça büyük bir deniz gücüdür.
Haberi alan Devlet-i Aliye maliyesi tamtakır olmasına rağmen halkının engin sehavet hislerine güvenerek 'Rio de Janerio'ya talip olur ve derhal görüşmelere girişilir.
Değeri 2 milyon 400 bin Osmanlı lirası gibi oldukça büyük bir meblağ tutan geminin Osmanlı Devleti tarafından satın alınacağını öğrenen Yunanistan büyük korkuya kapılır.
Yunanlılar Rio'ya Türklerin sahip olduğunda başlarına neler gelebileceğini bildiklerinden acilen Avrupa devletlerine diplomatlarını göndererek geminin Osmanlı Devletine satışını engellemeye çalışır.Fakat gayretler boşunadır.Devreye diplomasiyi sokup her zaman yaptıkları gibi 'Türk tehlikesi'ne işaret etmelerine rağmen bu Helen propagandası netice vermez.
28 Aralık 1912'de, yapımcı firma Armstrong Vikers şirketi ve şirketin üretim ve teslim garantörlüğünü üstlenen İngiltere hükümeti ile anlaşma imzalanır.Geminin adına da, Osmanlı Devleti'nin ilk kurucusu Osman Gazi'ye ithafen 'Sultan Osman' denilir.Hadise duyulur duyulmaz ülkenin her yanı adeta bayram yerine döner.
...
--------------------------------------------------------------------------
Aylar sonra, inşa halindeki gemiyi teslim almak üzere Hamidiye kahramanı Rauf Bey (Orbay) bir heyetle birlikte İngiltere'ye gönderilir.

'Sultan Osman' Ocak ayı başlarında denize indirilecektir.Hazırlıklar hemen hemen tamamdır.Osmanlı hükümetinin İngiltere büyükelçisi Tevfik Paşa, hükümetinden aldığı talimatlar uyarınca zırhlının yapım safhalarını takip etmek gayesiyle sık sık Armstronglar'ın tersanesini ziyaret etmektedir.
Tevfik Paşa, zırhlının bitmesine yakın tersaneyi ziyaret ettiği günlerin birinde geminin kafasında asılı duran bir şey görür ve görevliye onun ne olduğunu sorar?İngiliz yetkili: 'Şampanya efendim!Milletlerarası gelenektir.Gemi şanslı olsun diye patlatılır' deyince Tevfik Paşa gayet vakarlı bir şekilde 'Olmaz; biz Müslümanız, dinimizde şampanya haramdır;onun yerine gülsuyu şişesi patlatınız' der.
Böylece Sultan Osman dretnotu dünya denizcilik tarihinde ilk olarak kafasında gülsuyu şişesi kırılarak açılışı yapılan gemi ünvanını alır.

Rauf Bey, zırhlıyı devralmak üzere ekibiyle birlikte gelmiştir ve geminin bir an önce bitirilmesi için sabırsızlanmaktadır.
Ve günler sonra Sultan Osman deneme aşamasına gelmiştir.Bütün teçhizatı kontrol edilir ve açık denizde topları denenir.Artık dev dretnot yolculuğa hazırdır.
Aynı günlerde ise memleketimizin her tarafında tarifsiz bir sevinç hüküm sürmekte ve zırhlıların bir an evvel yurda gelmesi beklenmektedir.29 Haziran 1914 tarihli donanma mecmuasında:
'Herkes Osmanlı donanmasının i'tila-yı şan ü şevketine dua etmekte, muazzam dretnotumuzun Osmanlı sularına bir an evvel muvasalatını temenni ile fevkalade büyük sürur ve saadet dakikaları yaşamaktadır' denilmektedir..

Tezgahlanan Sinsi Plan
22 Temmuz'da 'Sultan Osman' denizde son denemelerini yapıp tersaneye döndüğünde Rauf Bey, yapımcı Armstronglar'a gemiyi en son tarih olarak 2 Ağustos'da istediğini belirtir.Rauf Bey o tarihte gemiye şanlı bayrağımızı çekmeyi planlamaktadır.Artık sabırlar taşma noktasına gelmiştir ve kimsenin gözünde uyku yoktur!..

...
--------------------------------------------------------------------------
Bu arada Amirallik Birinci Lordu Winston Churchil, 'Sultan Osman'ın yapımını uzun süredir büyük bir ilgi ile takip etmektedir.Churchil, Osmanlı Devleti'nin Almanya'ya yanaşmasını sezinlemesinden itibaren bu dev geminin Osmanlı'ya verilmesini 'İngiltere açısından oldukça rizikolu olacaktır' düşüncesiyle istememektedir.
1 Ağustos sabahı bir kalleşliğin karar günüdür.Batılı, herzamanki çirkin yüzünü göstermiş ve 'Sultan Osman'a bayrağımızın çekilmesine 20 saat kala Churchil'in emriyle el konulmuştur.
İngilizler, halkımızın çeyiz ve kefen paralarından toplayarak kuruşuna kadar ödediğimiz gemimize resmen bir korsanlık oyunu oynamışlardır.Herkesin kanı donmuştur.
Rauf Bey bu acı haberi öğrendiğinde sanki başından aşağı kaynar sular dökülür.Önce kederinden ne yapacağını bilemez.Daha sonra, 'kendi hükümtine ait olan gemilere zorla girip Türk bayrağını çekeceği' tehdidinde bulunur.
Bunun üzerine İngiliz Amirallik Dairesi'nden: 'Türk bahriyelilerin zorla gemiye çıkma girişimleri olduğu takdirde silahla karşılık verileceği...' bildirisi gelir.Zaten İngiliz askerleri doklarda çoktan yerlerini almıştır.
Kısacası, majestelerinin hükümeti asırlık Osmanlı Devleti'nin dostluğuna iki savaş gemisi kadar değer vermemektedir.

Önemli olan diğer nokta, 1 Ağustos'da, yani Sultan Osman'ın teslim edileceğinden bir gün önce Osmanlı Büyük Elçisi Tevfik Paşa, binbir güçlükle Osmanlı Bankası aracılığı ile geminin son taksidi olan 890 bin İngiliz lirasını yapımcı firmaya getirip teslim eder.

Geminin Osmanlı Devleti'ne teslim edilmemesi daha önce sinsi bir planla kararlaştırıldığından resmen tuzağa düşürülmüşüzdür.Yaman hırsız İngilizler gemiye el koymak için paranın ödenmesine kadar beklemişler ve parayı kasalarına geçirdikten sonra gemimizi gasbetmişlerdir.
...
--------------------------------------------------------------------------
'Sultan Osman'a el konulması Osmanlı Devleti'nde büyük tepkiler doğurur ve 'el ipiyle kuyuya inilmeyeceği' kıssasını bir kez daha hatırlatır.Enver Paşa, hadiseden 'İngiliz kalleşliği' olarak bahseder.Aslında Başbakan Lloyd George'un 1914'de söylediği şu sözler, bizi millet olarak mateme boğan gemilerimizin gaspediliş hadisesinin altında yatan gerçek düşüncenin dayanaklarını açıkça gözler önüne sermektedir:
'Türkler yüzyıllarca Avrupa topraklarında kalmışlar ve Avrupa'nın başına daima dert açmışlardır.Hiçbir zaman Avrupalı olmamışlar ve Avrupa uygarlığını benimsememişlerdir.'
Yine İngiliz Parlementosu'ndan William Ewart Gladstone'un:
'Türkler, insanlığın insan olmayan numuneleridir.Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz' sözleri İngilizlerin bizlere karşı olan bakış açılarını göstermesi açısından oldukça manidardır.


Bir Bütçe Açığını Kapatacak Alan

Osmanlı Devleti'nin 'Sultan Osman' gemisi için ödediği para, o zamanın değerine göre 3 milyon 783 bin 475 altın lira tutmaktadır.Bir o kadar da, yine parasını ödeyip teslim edilmeyen 'Reşadiye' gemimiz için söz konusudur. Ayrıca yapımcı Vikers Armstrong şirketi ile imzalanan sözleşme gereğince gecikme tazminatı olarak gün başına 100 altın lira ceza şartı konulmuştur.
O dönemden bugune kadar ne ana para, ne de gecikme tazminatı alınabilmiştir.Oysa devletler hukuku uzmanı İzzeddin Doğan'a göre, yeni Türkiye Cumhuriyeti Lozan anlaşmasını imzalarken Osmanlı Devleti'nin akdetmiş olduğu anlaşmaların kendisini bağlayacağını kabul ettiği için halef olduğu kabul edilmiştir.
Osmanlı Devleti'nden kalan borçları ödeyen Türkiye Cumhuriyeti, dolayısıyla Osmanlı'nın alacaklarının da varisidir.İngiltere'nin, teslim etmediği gemilerin ana parası, gecikme tazminatı vs. söz konusu borcun tutarı 1992 yılı hesaplarına göre 32 trilyon lirayı aşmaktadır.
Aynı yıl ise Türkiye'nin konsolide bütçe açığı 33 trilyon liradır.Yani yaklaşık İngiltere'den bütçe açığımızı kapatacak kadar alacağımız mevcut demektir.Fakat gel gelelim, o günden bugüne, bu mesele ile ilgili devletler hukukuna göre milletlerarası dava açma girişiminde bulunmadığımız bir tarafa, aynı ülkeye her yıl yüz sürüp yardım talebinde bulunmamız ayrı bir garabettir.

...
-------------------------------------------------------------------------
Tarih bir ibretler manzumesidir.
Geçmiş, geleceğimize ışık tuttuğu ölçüde faydalıdır.
Bütün kalbimizle inanıyoruz ki, mazisiyle bütünleşmiş müstakbelin aydın nasiyeli düşünen kafaları dünya muvazenesinde söz sahibi olduğunda, içimizde silinmez izler bırakan bu acı hadiseleri unutmayıp hakkını almasını bilecektir.

İngiliz Parlementosu'nun duvarında bugün bile hala asılı duran 'İngiltere'nin dostu yoktur, çıkarı vardır' levhası milletin geleceğini elinde tutmaya kararlı düşünen kafalara çok şeyler fısıldamaktadır..


Destansı Hüzün,
İbrahim Refik

---------...---------


Bu yazı dizisi oldukça uzun oldu ancak bir mütefekkirimizin,
''İnsan, tarihin hoş ve latif sahifelerinin yanında,
biraz da korkunç ve ürperten sahifelerini okumalıdır ki, gereken tenbihi alabilsin,' dediği gibi,
kendine has, ulvi bir hayat felsefesini insanlığa kabul ettiren Osmanlı Kerim Devleti'nin son döneminden seçtiğim hüzünlü, hüzünlü olduğu kadar da ibretli olan Sultan Osman ve Reşadiye gemilerimizin sisler ardında kalan elim macerasını gözler önüne sererek sizlere o dönemi ibret penceresinden seyrettirmek istedim..


Vesselam
Temür Melik

......................................................................................................................................................................................................................
 
Üst