Şükür

Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
İbrahim bin Ethem Hz.’ne, Şakik-i Belhi Hz. Soruyor:
-Şükür mevzuunda ne yaparsınız?
-Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz.
-Horosan’ın köpekleri de böyle yapar!
-Ya siz ne yaparsınız?
-Bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz.
 

dilhuba

Profesör
Katılım
27 Eki 2006
Mesajlar
2,630
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Konum
Manisa
Web sitesi
mustafababuroglu.sitemynet.com
Sabir Ve ŞÜkÜr

SABIR VE ŞÜKÜR

S.Mübarek EROL



Allah'a kullukla ömrünü geçiren bir insan ile, Allah'tan uzaklaşmış, kudsi vazifesini unutmuş insan arasında dünya huzuru bakımından büyük fark vardır. Allah'ı bilen, ne kadar sıkıntı içinde olursa olsun dünyası hoşnut ve huzurlu geçer. Çünkü kulluğun sabırla itaat olduğunu bilir. Dünya gaileleri, zahmetler kulluğa türlü engeller çıkarır, fakat hayatın tadı o zorlukları aşma derecesi kadardır.

Nebiler, veliler bu türlü müşkülâtları Allah için sabrederek geçtiklerinden, iki cihan saadetine ulaştıkları gibi, dünyadan dahi çok büyük nuranî, lâtif lezzet almak suretiyle hayatlarını cennete çevirmişlerdir.

Türlü tehlikeler, düşmanlıklar, nefsanî ve şeytanî haller, kulun başından geçen bütün serencamlar, bu dünyanın bir cilve-i rabbaniyesidir. Hiçbir kul yoktur ki bu musibetlere girmeden ahirete intikal etsin. Peygamberler Allah'ın en sevgili kulları oldukları halde en çok bela ve musibetlere giriftar olanlar da onlardır.

Bütün bu zahmetlerin elbette bir hikmeti vardır. Zira güçlükler bütün insanlık içinde sevgili ve seçilmiş olmayı, cennete girişi, zahmet çektirdiğinden dolayı da Allah'ın azametini hakkıyla idrak etmeyi sağlar.

Allah için olmayan bir dünya hayatı musibettir. Kulu Allah'a götürmeyen bir dünya nimet değil, külfettir. İnsanoğlu hayatı boyunca türlü meşakkatlere katlanır. Afetler, haksızlık ve hakaretler, yakınlarının ölümü, işlerinin bozulması ve daha nice musibetler üzücü olmakla beraber, kul için Allah yolunda perde değil, kulluğu için rabbanî imtihandır. Bütün bunların üstesinden ancak sabırlagelinir.

Rabbimiz, sabredenleri birçok sıfatlarla vasıflandırmış, derece ve hayırların en çoğunu sabra izafe etmiş ve onları sabrın meyvesi olarak göstermiştir.

Sabır, dinin makamlarından bir makam ve saliklerin menzillerinden bir konaktır. İştiyak duyulan şeylerin terkedilmesi bir ameldir ve bu ameli meydana getiren bir kuvvet de sabırdır. Dünyanın geçici heves ve arzularınınahiret saadetine zıt olduğunun bilinmesi sabrı doğurur. Sabrın kemali, şehvet ve gazabın isteklerinesabretmekle hasıl olur.

Sabır da hüküm itibariyle farz, nafile, mekruh ve haram kısımlara ayrılır. Buna göre, dinen mahzurlu işleri yapmamak hususunda sabretmek farzdır. Nefsin hoşuna gitmeyen nesneler üzerinde sabretmek sünnettir. Dinde mekruh veya haram bir cihetten kendisine dokunan bir eziyete karşı sabır göstermek de mekruh veya haramdır.

Sabrın mihenk taşının dinî hükümler olduğu unutulmamalıdır. “Sabır imanın yarısıdır” hadis-i şerifi yanlış anlaşılmamalıdır. Esas olan, dinin emrettiği doğrultudaki sabırdır.

Dünya hayatında başa gelen her şey şu iki durumdan biridir:

Birincisi, kulun arzu ve isteklerine uygun olanıdır. Bunlar, sıhhat-selamet içinde olmak, mal-mülk, mertebe sahibi olmak gibi dünyaya ait lezzetlerdir. Bunlar karşısında kulun sabra çok ihtiyacı vardır. Zira kul kendini bunlara dalmaktan kurtaramazsa gaflete düşer, kötü akıbete uğrayabilir. Bundan dolayı büyükler derler ki: “Afiyet üzerinde sabır, bela üzerindeki sabırdan daha ağırdır.”

İkincisi ise, nefsin arzularına ve tabiata uymayandır. Bu da, ya ibadet etmek ve haramlardan kaçınmak gibi kulun iradesine bağlı ya da bela ve musibetler gibi insan iradesinin dışında olan şeylerdir. İnsanoğlu her halükârda bu iki durumdan birinden uzak olmayacağına göre, hiçbir zaman sabırdan da uzak değildir.

Bütün kemalât sabır sayesinde elde edilir. Rabbimiz, “sabredenleri müjdele” buyurmuştur.

Sabır üç yerde aranır:

İsyana sabır: Nefs insanı daima kötülüğe iter. Buna sabredip yalnızca Allah korkusundan kötülükten çekinen, Allah katında büyük derece alır.

İbadetin ağırlığına sabır: İbadetler daima nefse ağır gelir. Ağırlığına katlanarak bunları başarmak elbette Allah katında büyük mükafatlara vesiledir.

Yangın, sel, deprem gibi felaketlere dayanmak, acılara tahammül etmek ve düşman karşısında sabır ve metanet göstermek. İşte bu da Rabbimiz'in katında çok büyük mükafatlara vesile olan bir sabırdır.

Bir insana musibet geldiği zaman “biz Allah için varız ve O'na döneceğiz” der ve sabretmesini bilirse, Allah katında alacağı mükafat o kadar büyüktür ki, kıyamet günü onların mükafatlarını görenler, “keşke dünyada bizim vücudumuz ateşten makaslarla kesilseydi de biz de bu mükafatlara erişseydik” derler.

Kim Allah'ın haram kıldığı şeylere yaklaşmamakta sabır ve sebat gösterirse, kim dünyanın musibet ve meşakkatlerine katlanarak ilâhi ölçülerden ayrılmazsa, mükafatı cennet ve Cemalullah'tır.

Akıllı bir müslümana yaraşan hareket, her ne surette olursa olsun dünyada maruz kaldığı musibetlere sabretmek, ilâhi nizamdan dışarı çıkmamak ve halinden şikayetçi olmamaktır. Düşünülürse, musibetlerin en şiddetlisine peygamberler maruz kalmışlardır.

Rabbimiz manevi makam ve hayırları sabrın semeresi kılmış ve sabırlılar için hiç kimseye hazırlamadığı nimetleri hazırlamıştır.

Kur'an-ı Mübin'de belirtildiği üzere, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar hüsrandadır. Hüsran ve ziyandan kurtulmanın çaresi, inananların birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridir. Müslümanların birbirlerine karşı en önemli vazifesi, hakkı ve sabrı tavsiyedir. Mümin bir kişi sadece kendi nefsi için çalışmayacak, nefsi için arzu ettiklerini diğer mümin kardeşleri için de isteyecektir. Müslüman kardeşlerinin saadeti, huzuru, hak ve hakikatten haberdar olmaları için çalışacaktır.

Elbetteki bütün bunlar yapılırken bazen sıkıntı ve güçlüklere maruz kalınabilir. Fakat ibadetin en faziletlisi, zorluk ve güçlüklere göğüs gerilerek yapılanıdır. Bu ise sabır ve sebati gerektirir.

Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir. Ancak sabrı yanlış anlamamak gerekir. Sabır her fenalığa, her zulme, günaha zelilâne katlanmak değildir. O günahların, o kötülüklerin kalkması için mücadele ve mücahedede bulunmak ve sebat etmek lazımdır. Mesela güçlü kuvvetli biri tembellik eder, rızkını temin için gayrette bulunmaz ve “ben sabrediyor, bu mahrumiyetlere katlanıyorum” derse, bu sabır değil zillet ve miskinliktir.

Muhakkak ki sabır acıdır, müşküldür, nefse zor gelir. Fakat meyvesi çok tatlıdır. Nice eziyet ve çileler, sabır ve sebat, hakka tazarru ve niyaz sayesinde bertaraf olur.

Mümin anlatıldığı üzere sabrederken, bir taraftan da kendisine bahşedilen türlü nimetlerin şükrünü eda etmekte kusur etmemelidir. Sabır ve şükür sanki insanın iki kanadı gibidir. Birinin eksikliği diğerini etkiler.

İyilik ve lütuflara karşı gösterilen memnuniyet ve minnettarlık manalarına gelen şükür, dinî kavram olarak insana bahşedilen duygu, düşünce aza ve cevahiri, yaratılış gayeleri istikametinde kullanmaya denir ki, kalple, lisanla ifa edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir. Şükür, nimeti veren Rabbimiz'in lütuf ve ihsanını dille ikrar etmek, bütün azaları ile O'nun hizmet ve taatinde bulunmak, kalbi O'nun muhabbeti ile doldurmaktır.

Nimetlere şükretmek, onu ikram eden Rezzak'ın büyüklüğünü bilmek, O'na hamd ü sena ederek ibadet ve taatine bağlanmaktır.

Şükür, elde olanı bağlayan; elden çıkanı avlayan manevi bir ip gibidir. O ipe tutunan mahrum kalmaz. şükredilmediği zaman nimetler elden gider ve belalar dalga dalga gelmeye başlar.

Rabbimiz'in bizlere bahşettiği nimetlere tam manasıyla şükrümüzü yerine getirmek mümkün değildir. Fakat O, merhametiyle bizlerin az bir kulluğuna karşılık nimetlerini bol bol ihsan eder.

Şükür iyiliğe karşı minnettarlık göstermektir. İhsana, iyiliğe karşı sözle, davranışla gösterilen kıymetşinaslıktır. Bir ikrama nail olunca hemen teşekkür etmektir. Ufak bir iyiliğin karşılığı hemen teşekkür olunca, bunca sayısız nimetleri veren Rabbimiz'e nasıl şükretmemiz gerektiğini iyice düşünmemiz lazımdır.

Cenab-ı Mevlâ'ya şükür vazifesi, küfrün terki ve O'nun sevdiğini sevmediğinden ayırdetmekle tamam olur. Zira şükrün bir manası da Allah'ın nimetlerini sevdiği yönde kullanmaktır.

Durum bu olunca, her kim ki herhangi bir şeyi onun yaratıldığı cihetin gayrısında ve murat edilen gayenin zıddına kullanırsa, o kimse kullandığı o nesnedeki ilâhi nimeti inkâr etmiş gibi olur.O halde kim bir şeyi Rabbimiz'e taat gayesinin dışında kullanırsa, o günaha varmak için gerekli olan sebeplerin hepsinde Mevlâ'nın nimetini inkâr etmiş gibi olur.

İnsanoğlunu nimetin şükründen ancak cehalet ve gaflet alıkoyar. Kişi cehalet ve gafletinden ötürü nimetin marifetinden men olunur. Nimetlere şükür ancak marifetinden sonra tasavvur olunur.

Mevlâmız bizleri sabreden sabir, şükreden şakir, zikreden zakir kullarından eylesin.

Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile...
 
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
7
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
59
Kardeş çok güzel yazılar gönderiyorsun.
Yanılmıyor isem bu yazılar bir yerlerden ALINTI.
Nerelerden alıntı olduğunuda bildirirsen seviniriz.

Hem bu yazıyı yazanları tanıma imkanımız olur hemde bu güzel yazıları yazanların hakkına SAYGI göstermiş oluruz.

Allah Razı olsun.
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
hamd ve şükür aynı mıdır?

Hamd ve şükür aynı şey midir?

İşaratul - İ'cazda şöyle geçer:

"Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi' bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. "




Hamdin anlatıldığı bu bölümde aynı zamanda şükrün hamdin bir alt şubesi olduğunu öğreniyoruz. Yani hamdin şümulü daha geniştir, şükrü de içine alır. Şükür ye hamd arasında şöyle bir fark da dile getirilir: Şükür insana ulaşan nimetlere yapılır, hamd ise insana ulaşsın ulaşmasın bütün nimetlere yapılır. Mesela, insan kendi rızkına bakarak Allah'a şükreder; bir milyonu aşkın hayvan türlerinin bütün fertlerini rızıklandırmanın Allah'a mahsus bir kemal olduğunu düşünmekle de hamd eder.
Şükür, daha çok, nimete karşı yapılır. Hamd de ise medih manası daha hakimdir. "Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir." Mesela hamd ile ilgili şu ayetlere bakalım:

FATİHA:
2- Hamd o âlemlerin Rabbi,
3- O Rahmân ve Rahim,
4- O, din gününün maliki Allah'adır.
EN'AM:
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını eşit sayıyorlar.
SEBE':
1- Hamd, o Allah'ındır ki göklerde ne var, yerde ne varsa hep O'nundur. Ahirette de hamd O'nundur. O hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
FATIR:
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. O, yaratmada dilediği kadar artırır. Gerçekten Allah her şeye kâdirdir.
Dikkat edilirse Allahu Teala ile ilgili bu ayetlerde nazara verilenler hep birer kemal sıfatıdır. Yaratmak, alemleri terbiye etmek, ahireti getirmek, melekleri elçi yapmak... gibi...
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
şükür ile hamd arasında ki fark

Şükür ile hamd, bu iki kavram hakkında bazı farklılıkların olduğunu söyleyebiliriz. Hamd kavramının daha geniş kapsamlaı bir kavram olduğunu söyleyebiliriz...

"Hamd ile şükür arasında fark vardır; şöyle ki: Hamd, sadece Allahu Teala’ya mahsus olan bir fiildir.

Hamd, nimetin Allahu Teala’dan geldiğini itiraf etmek, onunla Allah rızası için güzel amellerde bulunmak ve o nimete Allah’tan başkasını ortak koşmamaktır.
Bu sebeple Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Hamd, alemlerin Rabbine mahsustur.”( Fatiha, 1/1 ) Yani bütün hamdler ancak Allah’a ait ve O’na layıktır. Çünkü O, alemlerin Rabbidir.

Bir haberde şöyle zikredilmiştir: “Elhamdü lillah, Rahman’ın ridâsıdır. (Hamd sadece O’na aittir).”( Bkz: Acluni, Keşfu’l-Hafa, No. 1182; Aliyyü’l-Kâri, el-Esraru’l-Merfua, No. 179, Zebidi, ithaf, XI, 94. (Irakî, bu lafızlarla hadis olarak aslını bulamadığını belirtir. Ancak sahih hadislerde “elhümdü lillah” şeklinde zikir ve şükür yapmak övülmüş, teşvik edilmiştir.)

Şükür, nimetin sahibine açıkça övgüde bulunmak; bu nimetin bize ulaşmasına vesile olanlara ise gizlice dua etmektir. Şükür, hem Allah’a hem de kullara karşı yapılan müşterek bir ameldir. Şükre anne baba da dahildir. Şükür yani teşekkür, insanlardan onu hak edenlere de yapılır."

"Şükür"; iyilik edenin ve nimet verenin kadrini ve kıymetini bilip bunu insanlara göstermek, iyilik ve ihsanda bulunanı övmek anlamlarına gelir.
Dini bir terim olarak şükür, Allah’ın kullarına verdiği nimetlerin etkisinin onların dilinde övgü olarak, kalbinde sevgi olarak, organlarında da itaat etme/boyun eğme olarak ortaya çıkmasıdır.[1]

“Hamd” ve “medh” kelimeleri, “şükür” kelimesinin eş anlamlısı olup her üçü de esas itibarı ile övme ve yüceltme anlamını ifade ederler. Hamd ve şükür kelimeleri birbirinin yerine kullanılır. Ancak aralarında az da olsa anlam farkı vardır.

Hamd, isteyerek yapılan bir iyiliğe karşı, iyilik yapana teşekkür ve övgüdür.

Şükür ise, yapılan iyiliğe karşı söz veya fiil ile yerine getirilen bir övgüdür.

Buna göre hamd, yalnızca dille yapılır, şükür ise hem dille hem de hareketle yerine getirilir. Bu itibarla hamd genel olarak şükürden daha kapsamlıdır.


Hamd, nimete kavuşmanın veya gelecekte kavuşulacak olan bir nimetin sevincini, huzurunu duyup, nimet sahibine övgüde bulunmaktır. Şükür ise, ulaştığı/elde ettiği nimete karşı teşekkür etmektir. Buna göre hamd etmek için nimetin, hamd eden kişiye ulaşmış olması şart değildir. Şükürde ise, nimetin şükreden kimseye ulaşmış olması şarttır. Hamd’de sevinç ve arzu anlamı, şükürde ise içten bağlılık ve dostluk anlamı daha çok yer almaktadır.

Medh ise, mutlak olarak övmek anlamındadır ve hamd’den daha kapsamlıdır. Hamd, medh ile şükür arasında bir çeşit övgüdür. Bir başka ifadeyle medh; hamd ve şükrün ortak noktasıdır. Medh, iyilik ve ihsandan önce de sonra da yapılabilir. Hamd ve şükür tamamen meşru ve ahlaki oldukları halde “medh”, genellikle ahlaki değildir.

Hz. Peygamber’in “Sizi yüzünüze karşı öven meddahlarla karşılaşırsanız yüzlerine toprak saçınız”[2] emri, medhin bu olumsuz yönünü belirtmektedir.
Hamdin zıddı zem (kötüleme/yerme), şükrün zıddı ise nankörlüktür. Hamd ve şükür kelimeleri, Türk Diline aynen girmiştir. “Övmek” sözcüğü ise, medh ve sena kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır.

Şükür, her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu en derin saygıyla ve usulünce ifade etmek olduğuna göre, insan ne kadar gayret ederse etsin; ne verilen nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de nimet vereni hakkıyla övebilir.
[1] İsfehani, Rağıp, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur'ân, s.265. Mısır,1961. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Daru’l-Maarif Mısır, ts. IV,.2305.
[2]Müslim, Zühd, 14, H.No: 69, 3/2297; Ebu Davud, Edeb, 10, H. No:4804, IV/153,154.
"Medh, Hamd ve Şükür Arasındaki Fark

"Medh", "hamd" ve "şükür" kelimeleri arasındaki mana farkı hususundadır: Bil ki "medh", "hamd"den; "hamd" de, "şükür"den, daha umûmî bir mânadadır."Medh"in, "hamd" kelimesinden daha umûmî oluşu şu bakımdandır: Medh (övme), hem akıl sahibi varlıklar, hem de aklı olmayan varlıklar (cansızlar, hayvanlar) için yapılabilir.

Baksana, aklı olan bir insanı çeşitli faziletlerinden ötürü medhetmek yerinde ve güzel olduğu gibi, bazan şeklinin güzelliğinden ve yaratı I ışındaki incelikten ötürü inci; son derece net ve parlak olduğu için yakut medhedilip: "Bu ne güzellik, bu ne berraklık ve saflık!" denilebilir.

"Hamd" ise ancak, kendisinden sâdır olan nimetlere karşılık, Fâil-i Muhtar (yapıp yapmaması iradesine bağlı) olan Allah'a yapılabilir. Böylece "medh"in, "hamd" kelimesinden daha umûmî manaya geldiği sabit olur.

"Hamd"in, "şükür" kelimesinden daha umûmî mânada olması ise şu bakımdandır: Hamd, nimeti sebebiyle, Fâil-i Muhtar'a ta'zîm etmekten ibarettir. Şükür ise, sadece sana ulaşan ve sende hasıl olan nimetten Ötürü, nimet sahibini tazim etmendir.
Anlattığımız bu hususlarla, "medh"in "hamd"den; "hamd"in de "şükür"den daha umûmî oldukları ortaya çıkmış olur.

Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki: "Allah Teâlâ bu surede, "Medh, Allah'a mahsustur" dememiştir. Çünkü "medh"in, Fâil-i Muhtar (Allah) için olabileceği gibi, başka varlıklar için de olabileceğini; "hamd"in ise ancak Fâil-i Muhtar (Allah) için olabileceğini açıklamıştık.

Binâenaleyh âyetteki "Elhamdülillah" (Hamd, Allah'a mahsustur) ifâdesi, bu âlemin var olmasında müessir olanın, âlemi kudreti ve meşîeti (dilemesi) ile yaratan bir Fâil-i Muhtar olduğu; yoksa bu müessirin, illetin (sebebin) ma'lûlünü (neticeyi) gerektirmesi gibi, bu âlemin var olmasını gerektiren bir illet olmadığı hususunda açık bir ifâdedir. Hiç şüphe yok ki, bu dinî bakımdan çok önemli bir husustur.

Yine Cenâb-ı Allah, bu sûreye "Şükür, Allah'a mahsustur" diye başlamamıştır. Çünkü şükrün, kendisinden bir nimet sana ulaştığı için, bu nimeti verene saygı duymandan ibaret olduğunu açıklamıştık. İşte bu hususta, kul kendisine ulaşan nimetler sebebi ile bu nimetleri verene ta'zîmde bulunduğu zaman, onun için asıl gayenin o nimetin kendisine ulaşması olduğu hissini vermektedir.

Bu ise, Önemsiz bir şeydir. Ama kul "elhamdülillah" "Hamd, Allah'adır" dediğinde, işte bu, kulun sadece kendisine nimet vermesinden dolayı değil, hamde gerçekten müstehak olduğu için Allah'a hamdettiğine delâlet eder. Binâenaleyh kulun ihlası daha mükemmel, kalbinin Hakk'ın nurunu müşahedeye gark olması daha tam.Hak'tan gaynsından ilgi ve alâkasının kesilmesi daha kuvvetli ve sebatlı olur. [4]" (Tefsir-i Kebir)

Alinti


Selam ve dua ile insallah
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kanaat Ve şükür

KANAAT VE ŞÜKÜR

Bismillahirrahmanirrahim

“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız.” (Nahl/18)

“Eğer şükrederseniz elbette nimetimi artıracağım...” (İbrahim/7)

“... Şunu bilin ki Nuh çok şükreden bir kul idi.” (İsra/3)

“Eğer siz iman eder ve şükredersiniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve herşeyi bilendir.” (Nisa/147)

“... Ey Davud ailesi şükredin, kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe/13)

Amin.

İşte mesele Allah Teala’nın razı olacağı şekilde şükreden azlardan olabilmek.



Allah Teala’ya şükretmek ne kadar mühim ki namaza her rekatta okuduğumuz Fatiha Suresi’ndeki “Şükürler olsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a” diye başlıyoruz.

Buradaki şükür aynı zamanda bana ibadet etme imkanı lütfedip, bu fırsatı değerlendirmeyi bana nasip ettiği için Allah’a şükürler olsun demektir ki, bu nimet herkese de nasip olmuyor.

Allah Teala Eyüp (a.s.) için “O ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.” buyurarak, onun her fırsatta Allah (c.c.)’a yönelmesini övmüştür.

Sevgili Peygamberimiz “Kaybettiğiniz iğneyi ararken bile Allah’tan yardım isteyin.”
buyurarak, Allah Teala’yı hiç unutmamamız gerektiğine dikkat çekmiştir.

Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey Muhammed! De ki: Sizin duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan/77) Demek ki Allah (c.c.) katında değer görmek için dua şarttır.


Dua, Allah’a yönelmek, Allah’ı unutmamak, Allah’tan başkalarından ümit kesmek; Allah’a bağlanmaktır ki, şükrün ve vefanın ta kendisidir.

Vefalı insanlar için acı bir kahvenin kırk yıl hatırı oluyor da, Allah Teala’ya vefa borcumuzu nasıl ödeyeceğiz? Anne hakkı bile ödenmiyor da, Allah Teala’nın hakkı için ne kadar şükredebiliyoruz.

“Fakirim” diyen bir insana, “Gözlerini kaça satarsın?” “Aklını kaça satarsın?” diye sorulup, Allah (c.c.)’ın ona verdiği nimetler sıralandığında, aslında para ile alınamayacak, paha biçilmez nimetlere sahip olduğunu anlamıştır.

YETER Kİ İNSAN ŞÜKÜR FAKİRİ OLMASIN.

Alinti

Selam ve dua ile insallah....
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
ŞÜKÜR



Şükür; Allah-u Teâlâ’nın kendisine lütfettiği nimetlerin hepsini, yaratılış maksadına uygun olarak kullanıp sarfetmek mânâsınadır.

...


Şükür Üç Türlüdür:


1- Kâlî şükür: Dil ile yapılan şükürdür. Bütün nimetlerin Allah-u Teâlâ’ya ait olduğunu düşünüp itiraf etmektir.


2- Fiilî şükür: Allah-u Teâlâ’nın hoşlanacağı, beğenip razı olacağı işleri gözetlemek, lütuf rızasına vesile olacak işlere tevessül etmektir.


3- Hâlî şükür: Allah-u Teâlâ’nın nimetleri tefekkür edilir, ne yapılırsa yapılsın şükredilemeyeceği anlaşılır, şükrü ifadede âciz ve bitap kalınır. Bu şükrün en yüksek şeklidir.




Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.” buyuruyor. (Bakara: 29)


Nimetlerine şükredebilmek için her nimetin üzerinde ayrı ayrı tefekkür etmek gerekir. Bu tefekkürler şükre vesile olur ve insan şükrünü daha çok artırır. Her nimetin O’nun ve O’ndan olduğunu daha iyi anlar. Şükrün artması ile Allah-u Teâlâ hem nimetlerini ziyade eyler hem de o nimetleri muhafaza eder.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:“Nimetlere hamdetmek, nimetin zevâline karşı bir garantidir.” buyuruyorlar. (C. Sağir)Musa Aleyhisselâm “Yâ Rabb’i! İnsanı kudret elinle yarattın, sayısız nimetler verdin. O bunun şükrünü nasıl ödeyebilir?” diye sorduğu zaman Allah-u Teâlâ “Bütün bunların benden olduğunu bilirse şükretmiş olur.” buyurdu.Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:“Cenâb-ı Hakk’ın nimet ve ihsanını dile getirmek şükürdür.” (Münavi)


“Meşru işlere ‘Elhamdülillah’ ile başlanmazsa hayır ve bereketi kesilir.”
(Ebû Dâvud)


“‘Elhamdülillah’ demek şükürlerin başıdır. Hamd ve senâ etmeyen kimse, Hakk’a şükretmemiş olur.”
(Münâvi)


“Cenâb-ı Hakk’ı senâ etmek için ‘Elhamdülillah’ demek zikirlerin efdalidir.”
(İbn-i Mâce)


 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Şükür...

Mevlânâ:

Allah'a şükretmek herkesin boynuna takılmış bir gerdanlıktır; herkesin borcudur, savaşmak, yüzünü ekşitmekse kimseye borç da değildir.

Surat ekşitmek şükür olsa idi dünyada sirkeden daha fazla şükreden olmazdı.

Hz. Musa (a.s.) ''Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız'' (Nahl, 18) âyetinin hakikati kendine keşf olunduğu zaman şöyle demiştir:

''İlâhî sana nasıl şükredeyim? Bedenimdeki her tüyde senin iki nimetin var. Onun kökünü yumuşatmış, ucunu batmaz vaziyette yaratmışsın.''

Hz. Aişe (r.a.) şunları söylemiştir:

- Medine'ye geldiğinden vefatı zamanına kadar Muhammed (s.a.v.)'in aile halkı üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden karnını doyurmadı.

- Muhammed (s.a.v.)'in aile ferdleri bir günde iki öğün yemek yemedi, yediği iki öğünden biri muhakkak hurma idi.

- Üzerimize ay gelir geçerdi de evimizde yemek pişirecek bir ateş yakmazdık. Bizim yemeğimiz, sadece hurma ile sudan ibaretti. Ancak bize bir parça et verilmesi müstesna (Buhari)

Bir Allah dostu der ki:

Avam, yiyecek ve giyeceklerle ilgili nimetlere, havas ise kalbe gelen feyz ve varidata şükreder.

Şiblî:

Şükür, nimeti değil, onu vereni görmektir.
 

-ada-

Paylaşımcı
Katılım
11 Eki 2007
Mesajlar
164
Tepkime puanı
2
Puanları
18
Yaş
35
Allah razı olsun...Şu halimizle bile tam anlamıyla şükür edemiyoruz :(
 

gercek_musluman

Doçent
Katılım
13 Ara 2007
Mesajlar
554
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Sabir Ve şükür...

ŞÜKÜR VE SABIR

Ey iman edenler sabır ve namaz ile Allah(C.C)`tan yardım isteyin. Şüphesiz Allah(C.C) sabredenlerle beraberdir.(Bakara153)
Ey gönül dostları, Yüce Mevla(C.C) insanoğlunu hep imtihan üzere yaratmış ve yaşadığı sürece hep imtihan üzere tutmuştur. Genel bir bakış açısından bakıldığında bütün imtihanlar sabır ve şükür çerçevesi içerisinde yer alır. Bazen sabırda denenirsiniz bazen şükürde bazen de sabır ve şükürle beraber denenirsiniz. Önemli olan imtihanı kazanabilmek, huzuru ilahiye ak bir yüz ile çıkabilmektir.
Sabır, Mevla(C.C)`dan gelene gönül hoşnutluğu ile katlanmaktır. Aile hayatımızda, iş hayatımızda, sosyal çevremizde gerçekleşen her şeye Allah(C.C)`tandır diye katlanmak, isyan etmemektir.
Sabır Ne Zaman Gösterilir
Peki, sabrı ne zaman göstermemiz gerekir? Peygamber efendimiz(S.A.V), sabır musibet ilk geldiği anda gösterilir, buyurarak sabrı en zor anda iş işten geçmeden gösterilmesi gerektiğini bizlere anlatmıştır. Bunu şöyle açabiliriz. Bir annenin daha yedi sekiz yaşların da çok sevdiği yavrusunun herhangi bir sebepten ölmesinin verdiği inanılmaz acıyı, o kadar zor olmasına rağmen tam bir soğukkanlılıkla karşılaması, acısını kendini yerler atıp şuurunu kaybedecek kadar durumu daha zor hale getirmemesi, ağzında çıkan cümlelere sözlere dikkat edip isyana sürüklenmemesi, ağlarken parçalanırcasına ağlamaması, sakince O(C.C)`ndan gelene razı olma şeklinde olmalıdır. Hele bu durum cana değil de mala gelmesinde sanki verenin Allah(C.C) değil bir başkası gibi isyan varacak davranışlardan kaçınılmalı, alan Allah(C.C)`ın tekrar vereceğini unutmamalıdır. Bu ise sağlam bir iman ile gerçekleşir. Çünkü iman isyanı engeller.
Sabrın Sınırı Var mıdır?
Peki, sabrın sınırı var mıdır? Sabır, Allah(C.C)`a boyun eğmek isyan etmemektir. Var olan olumsuz durumumuzu daha iyi hale getirebilmek için çalışmak, tevekkül edip sonucu Allah(C.C)`a bırakmak gerekir. Buna karşılık haksızlık karşısında sabredilmez. Elimizden geldiğince hakkımızı aramamız gerekir. Bu benim kaderimdir? deyip kenara çekilmek olamaz. Tevekkülü elden bırakmamak gerekir. Sabırdan kasıt arzulanan durum gerçekleşene kadar Allah(C.C)``a isyan etmemektir. İstenilen durum zuhur edince de şükür edilmesi gerekir. Zalim zulmüne mazlum sabretmesi gerekir, lakin bu zulümden de kurtulma yollarını aramalıdır. Buda fiili şükürdür.
Sabırda Allah(C.C)`ın yardımı muhakkak vardır. Eğer hakkı ile sabredilirse, asla ve asla sabırda geri düşülmemişse, her şeyin bitti sanıldığı, aslında bittiği anda Allah(C.C) yardımını gönderir. Yüce Mevla (C.C) Ali İmran süresinde mealen şöyle buyuruyor.
Eğer sabreder ve (Allah`a itaatsizlikten) sakınırsanız ve (bu arada) onlar (düşmanlarınız) hemen üstünüze geliverse, Rabbiniz size nişaneli (özel işaretli, teçhizatlı) beş bin melekle yardım eder.?(3/125)
Bu ayeti celiliyi, şahıs, birey bazına indirgersek ve şu ayeti celile ile beraber düşünürsek, tekil olarak neler yapmamız gerektiğini daha iyi anlamış olacağız
(Ey mü`minler) Yoksa siz sizden önce geçip giden (mü`min)lerin başlarına gelen sıkıntılar sizinde başınıza gelmeden ( hemen ) cennete gireceğinizi mi sandınız. Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki hatta, peygamber ve onunla olan müminler: ? Allahın (vaat ettiği) yardımı ne zaman? diyecek (duruma gelmiş) lerdi. İyi bilin ki Allahın yardımı çok yakın dır.? (2/214).
O nişaneli melekler bizlere de yardım edecektir. Tek başına, uygun an ve zamanda, canı ile malı ile cihad edenlere ve bu uğurda Allah için sabır ve sebat gösterenlere de Allahın vaadi geçerlidir. Zaman zaman İslam adına yapılan az bir hizmeti kendi tasavvurumuzda öyle büyütürüz ki ulaşılamayacak noktada hizmet yapmış sanır ve nefsimizde bir kabarma olur. Oysa ki Allah yukarıdaki ayette .. ?sizden öce ki mü`minlerin çektiklerini çekmeden cennete mi gideceğinizi sanıyorsunuz? buyurarak bizleri hemen rehavete kapılmamızı yapılan amale değil de Allah(C.C)`ın affına güvenmemizi, umulan şefaati beklememizi bizlere açık bir şekilde bildiriyor.
Yokluğa sabredeceğimiz gibi varlığa da şükretmemiz gerekir. Şu da bir gerçek ki şükretmek sabretmekten daha zordur. Çünkü nimete boğulan insan, verenin Allah(C.C) olduğunu unutup Mevla`ya teşekkür etmeyi unutur, hatta buna gerek bile duymaz. ( O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!)(Mü?minun?78) İşte o zaman imtihanı kaybetmiş olunur. Zaten Allah birçok kavmi nankörlükleri ve şükürsüzlüklerinden dolayı helak etmemiş midir?
?Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: ? Andolsun ki eğer yerine getirirseniz, elbette size nimetimi artırırım Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.?(İbrahim?7)

Allah(C.C)`a şükür, emirlerine itaatle gerçekleşir. Şükrü yerine getirmek, Rabb(C.C)`ın rahmetinin, şefkat ve iltifatının şükür sahibine yönelmesine sağlar, basireti açar. Şükrü yerine getirmek nimeti verenin tanındığına ve kalpteki imanın dinamikliğine işarettir. Şükürsüzlük nankörlüğe, nankörlük ise nimetin er geç elden gitmesine, helak ve azaba sebep olur
Şükür kuru bir söz ile, teşekkürler demekle olmaz. Tam bir teslimiyet içerisinde, gerektiği gibi şükredilmesi gerekir. İşin durumuna göre şükrün şekli değişebilir. Örneğin malın şükrü zekâttır, bedenin şükrü sıhhattir (oda oruçla olabilir). Hayatın şükrü İse teslimiyettir.
Ve Rabbi(C.C)`nin nimetini minnet ve şükranla an.?(Duha-11)

Ey iman edenler size verdiğimiz rızıkların temiz/helal olanından yiyin; eğer sadece ona kulluk ediyorsanız Allah`a şükredin. (ona karşı diliniz bedeniniz ve malınızla kulluk borcunuz olan şükrü yerine getirin)?(Bakara?172)
Yukarıdaki ayette açıkça belirtildiği üzere şükür bir kulluk borcudur. (..sadece O` na kulluk ediyorsanız Allaha şükredin ) ibaresi şükretmeyen kulun şirkle karşı karşıya olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Çünkü şükürsüz bir kalp, nimetin kendi varlığından kendi güç ve kuvvetinden, çalışıp çabalamasından sanır. Sonunda bütün tasavvuru ,benden ibaret olup ben ben demeye başlar. Din günün maliki olan Allah(C.C)`ta son nefesinde onu kendi ile baş başa bırakır. O ise hale benlikle uğraşır. Son nefesini de ise Allah yerine ben der.
Allah`u Teala(C.C) Asr süresinde sabredenleri şöyle müjdeliyor. Asra yeminler olsun ki, insanlar kesin bir ziyan içerisindedir. Ancak iman edipte Salih amel (ve hareket)lerde bulunan hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir(onlar ziyandan kurtulmuşlardır)?. Bizde sabır ve şükür halinde olup birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmemiz gerekir.
Sabır ve şükür, birbirini tamamlayan teslimiyetimizin en belirgin ispatı, kul olmanın bir gereği olan, insanın Allah(C.C) katında derecesinin artmasını sağlayan iki mükemmel bir anahtardır. Önemli olan sabrederken de şükrederken de samimi olunmasıdır. Çünkü sabır ve şükürde samimiyet olumlu netice almamızın başıdır.
Sabır ve şükürde samimiyet ise Allah(C.C)`ın kullar üzerine verdiği ödevleri yerine getirmek ile olur. En başta Rabbimizin bizlere verdiği şu can nimetine ve bizleri insan olarak yaratmasına şükretmek gerekir. İnsan olarak ve can nimetinin şükrü ise Allah(C.C)`ı tanımakla onun gücü ve kudretini, tek oluşunu kabullenmek ile olur. O ne gafilliktir ki Allah(C.C)`ın varlığından, birliğinden habersizlik. O ne nasipsizliktir ki, Allah(C.C)`tan başka ilahlar edinip onun ahkâmını kabullenmemek.
Allah(C.C)`a kul olmak demek, her an başa sıkıntı, meşakkat gelmesi demektir. Bazen kelle koltukta, bazen sıhhat ile bazen mal ile bazen kadın(veya erkek) ile bazen mevki ile bazen ilim ve bilim ile devamlı bir şekilde imtihana tabi oluruz Bunların zorlukları ve fitnelerine sabır ve şükür içinde olup, Allah(C.C)`a kulluktan uzaklaşmamalıyız. Yüce Mevla(C.C)` kulluğun zor olduğunu ve de sabretmek gerektiğini şöyle bildiriyor.
(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. O'nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? (Asla benzeri yoktur). (Meryem65)
Hak Teâlâ hazretleri(C.C) iyiliği de kötülüğü de asla karşılıksız bırakmaz, muhakkak ceza veya mükâfatını verir. Şükretmek Allah-u Teâlâ(C.C)` ya tazimde bulunmanın en güzel yoludur.
Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah(C.C)'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.


Mevla(C.C)'mız bizi sabreden sâbir, şükreden şâkir, zikreden zâkir kullarından eylesin.AMİN.AMİN.AMİN...
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Belaya sabır nimete şükür

BELAYA SABIR NİMETE ŞÜKÜR


Halin iki durumdan başka yorumlanamaz. Onlar, bela ve nimet halidir.

Bela içinde isen sabretmeye çalış. Sabretmeye çalışmak, her insan için en az yapılması gereken bir vazifedir. Bundan sonra sabırlı olmak var. Zorla sabretmek, pek iyi sayılmaz. Bizzat haliyle sabırlı olmak daha iyidir. Ama güzeli rızadır. Bundan sonra uysallık gelir. Uysal olmak, bir insan sahibi için en iyi şeydir.

Kendini yok görüp kadere teslim olmak da iyidir, ama herkes bunu yapamaz. Bu, varlığını ilahi varlığa veren zümrenin işidir.

Sana gelen nimet olduğu takdirde şükür yolunu tutman gerekir. Bu şükür ise üç şekilde olur: Dille, kalple ve bütün duygularla.

Dil İle Şükür: Bütün nimetlerin Allah’ın (CC) olduğunu itiraf etmek. Nefse, kuvvete, halka, güç ve kuvvetine bir pay çıkarman şükrü bozar. Birçok vasıta ile sana iyilik yapılabilir. Bunları da Allah (CC) tarafından yaratılmış birer sebep bilmen gerek. Çünkü dış görünüşte her ne kadar bazı sebepler ve deliller varsa da bunların ötesinde ilahi kudreti sezmen gerek.

Her şeyi yapan Allah’tır (CC); yaratan, veren, getiren O’dur (CC). O (CC), şükredilmeye herkesten daha layıktır. Neden sebeplere bağlanmak doğru görülsün? Asıl sebebi de yaratan Allah (CC) olduğuna göre şükre hak kazanacak olan da Allah (CC) olmalı, değil mi?

Sana bir hediye gelse, o hediyeyi getiren güzele mi bakman lazım?.. Ona mı nimet sahibi diye itibar göstermen gerek? Hayır, asıl o hediyeyi sana gönderene şükür ve saygılarını takdim etmen gerekir. Nimeti getireni görüp onun esas sahibini unutuyorsan şu ayetin bildirdiği zümreye dahil olursun:

- “Onlar, dünya hayatının dışını bilirler, bunun ötesinden gafildirler.”

Akıllı kimse, işin sonunu bilendir. Sebeplere bağlanan kısa akıllıdır. Dışa bağlanıp işin iç alemini unutmak bir cahillik sayılır.

Kalp İle Olan Şükür: Bu bir itikat işidir. Buna inanmak lazımdır. Kopmaz bir manevi bağa sarılmak gerektir. O bağ şöyle gelişmelidir; bilmelisin: İçinde ve dışında durmanda veya yürümende ne gibi tad ve iyilik varsa hepsi Allah’ındır (CC). Hatta yaptığın şükür bile. Kalben bunları bildikten sonra dilin ona bir tercüman olmalıdır.

Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin şu ayetlerine iyice inanmalısın. Çünkü kalpten bunlara inanmış olman bir şükürdür:

- “Sizde olan bütün nimetler Allah’tandır (CC). Allah (CC), dışınıza ve içinize nimetlerini bol bol sermiştir.”

- “Allah’ın (CC) nimetlerini saymakla tüketemezsin.”

Bunlara inanmış olan bir iman sahibi için Allah’tan (CC) başka yardımcı ve şükre layık kimse düşünülebilir mi?

Duygularla Olan Şükür: Bu da bütün duyguları ibadetle kullanmakla olur. Şunu da ilave edelim ki Allah’ın (CC) emirleri dışında hiçbir sese kulak vermemek lazımdır. Bu durumda nefis, şeytan ve şahsi arzu uyulmaması gereken şeylerdir. Allah’tan (CC) gayri hiçbir şeye uymamak lazımdır. Hele Allah’a (CC) ibadet eder gibi bir şeye tapmak hiç olmaz. Bu yapıldığı takdirde zalimler içine girilmiş olur. Bu zümreye zalim denildiği gibi haksızlıklar için cebir kullanan demek de olur. Allah’ın (CC) emri dışında başkasına emir vermek, bir zor kullanma olmasa dahi zulümdür. Bu hali insan şahsi için yapsa da zulüm olur. Bu yol, salih ve yararlı insanların yolu sayılmaz. Bunlar hakkında ilahi hüküm şudur:

- “Allah’ın (CC) emri haricinde hüküm veren fasıktır…”

denir. Diğer bir ayetle ise kâfir olduğu beyan edilir.

Bu işin sonu da iyi olmaz. Netice ilahi bir azap olan cehenneme kadar götürür. O cehennem, akla gelen basit ateş gibi değildir. Onu tutuşturacak şey, kükürt taşı ve insandır. Dünyanın hafif ateşine bir an dayanmak imkansızdır. Ahiretin büyük azabına nasıl dayanılır? Nefse uyar, halka tapar, Hakk’ı (CC) bırakırsan gideceğin yerin cehennem olacağını unutma. O gün orada:

- “Kurtuluş, kurtuluş…”

diye bağırmak fayda getirmez. Her ne kadar:

- “Allah… Allah… Allah…”

söylesen yine seni çıkaran olmaz. Ancak imanın elden gitmemişse bir zaman yanar, sonra çıkarsın. Ancak günah kadar yanmak lazımdır.

Nimet ve bela halinde ol ve onların icaplarını yerine getirmeye bak. Bütün ömrün bunların dışında değildir. Yukarıdan beri anlattığım gibi her şeyin has hakkını öde… Belaya sabret… Nimete de şükür…

Bela halinde insanlara şikayette bulunma. Bu halinde en ufak bir sıkıntı hali dahi belli etmemeye çalış. Halini kimse bilmesin. Hakk’ı (CC) itham etme. Hikmetine karışma. Nimetini boşa götürme. Dünya ve ahiretle işlerine yarayacak şeyleri seç. Eğer bir derdin varsa Allah (CC) istemedikten sonra kimse şifa veremez.

- “Derdi Allah (CC) verdi; şifayı kul verdi…” deme. Derdi veren Allah (CC), şifa sebebini de veren yine O (CC). Aksi halde Hakk’a (CC) eş koşmak olur. Halbuki O’na (CC) mülkünde ortak yoktur.

O’nun izni (CC) olmadan iyilik ve kötülük olmaz. Ne gelir olur ne de gider. Gerek afiyet gerek gayrı hepsi O’nun (CC) emriyle olur. Gerek dış aleminde gerekse iç aleminde insanlara fazla kıymet verme. Herkesi olduğu kadar değerlendir. Netice de onlar da senin gibi bir kuldur. Allah’ın (CC) isteği olmasa senin hiçbir şeyin zayi olmaz. Bu hallerde sana düşen en büyük iş, sabretmek ve razı olmaktır. Çünkü Hakk’ı (CC) bırakıp halka koşmak haramdır, yasaktır.

Hakk’ı (CC) her kötülükten tenzih et. Nefsin şerrinden ona sığın. Tevhid yoluna gir. O’nun (CC) birliğini itiraf et. Nefsin elinden kurtulman en büyük iştir; buna çalışman lazımdır. Taa ömür sona erip nefsin bitinceye dek sabırlı ol; Hakk’ın (CC) emirlerine uy.

Elbet darlık gider. Bir gün olur darlık kalkar. Nimet gelir; saadet, selamet yolları açılır. Peygamberimizin (SAV) halini düşün. Diğer Peygamberlerin (AS) başına gelenleri dinle. Bilhassa Eyyub Peygamberin (AS) hali senin için en büyük derstir. Hepsinin sıkıntısı gitti; hem de gecenin gündüze karşı yok olan karanlığı gibi. Yaz olunca kaybolan kışın soğuğu gibi. Her şeyin bir zıddı vardır. Her şeyin bir sonu ve her şeyin bir bitim tarihi olur. Sabır, her iyiliğin anahtarı hükmündedir. Bir Hadis-i Şerifte:

- “Bir vücut için kalp ne ise iman sahibi için de sabır odur.”

Buyuruldu. Diğer yerde ise:

- “Sabır, imanın hepsidir.”

Buyurulmuştur.


Şükür, nimetin saklanma kabıdır. Gelen her nimet bir muhafazaya muhtaçtır. Muhafaza edilmezse yok olup gider. Nimetlere şükür etmediğin zaman elinden hepsi gider. Bu anlatılanlar, büyük öğütlerdir; bunları oku. İbret al. İnşaallah bir gün kurtulursun.

Selam ve dua ile..
 
Üst