Sözüne Sadık Kalmak..

_Nihade_

Gafleti eyLe Heba
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
2,061
Tepkime puanı
581
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ankara
Verdiği sözde durmak, ahdine vefa göstermek, anlaşmalarına sadık olmak, insanı insan eden en belirgin vasıflardandır. Doğruluktan ayrılanlar, söz verip aldatanlar, anlaşmalarla güvendirip ardından yüz üstü bırakanlar, insanlıktan nasibi kıt zavallılardır.

Ahit öyle büyük, öyle önemlidir ki, dünya bir söz, bir ahit üzerine döner. Tevhid eden, dosdoğru olan ve her zaman doğruluğu emreden bir söz üzerine. Bu sözün tutulmadığı, ahdin bozulduğu yerde ise her şey bozulur. Ne göklerde, ne yerde ne de insanda huzur kalır. Her şey temelinden sarsılır.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: �Verdiğiniz sözü yerine getirin. Sözlerinizden elbette sorumlusunuz.� (İsra, 34). Vaadinden cayan, verdiği sözden dönen, sözleri yalan olan kimse Allah'a isyan, insanlığına ihanet etmiş olur; münafıklar güruhuna katılır. Ahirette de münafıklarla birlikte azap görür.

Ecdadımız, �Var ikrar verme, öl ikrarından dönme!� demişler. Yani iyice düşünmeden, yapabileceğinden emin olmadan bir söz verme. Lakin bir kez söz verdi isen, sonunda ölüm olsa da dönme. Kaç iş, sonu ölüm bile olsa yapılır? İşte söz böyledir. Ashab-ı Güzin, gerektiğinde ölmek üzere Rasulullah s.a.v.'e biat etmiş, söz vermiş ve niceleri sözleri uğruna şehit olmuşlardır.

Ahde vefa, Allah yolunun şiarı, temel kuralıdır. Müslümanlığımızın işaretidir. Yalancılığın, ihanetin Allah yolunda işi yoktur. Cenab-ı Mevlâ kullarından yalnızca doğruluğu ister: �Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Seninle beraber tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Ve aşırı gitmeyin (Allah'ın sınırlarını aşıp doğruluktan ayrılmayın). Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görür. Zulüm yapanlara da yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Ve sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra size kimse yardım edemez.� (Hud, 112-113)

Dünya menfaati için yalan sözle, hileyle, kandırmayla kazanç elde ettiğini zannedenler, aslında önce kendi nefslerine en büyük vefasızlığı yapmaktadırlar. Belki emeklerinin karşılığını alacak, dünyada mal-mülk, makam-mevki sahibi olacaklardır. Fakat bütün kazanacakları buraya kadardır. Çünkü emekleri batıldır. Doğruluktan ayrılanların ebedi saadetten nasipleri yoktur.

İnsanın birinci görevi ahdine vefadır. Çünkü insan bu dünyaya gelmeden önce Cenab-ı Mevlâ'nın huzurunda durmuş ve �Ben sizin Rabbiniz değil miyim?� sualine �Şüphesiz sen bizim Rabbimizsin.� (Araf, 172) diyerek Allah'ın kulu olduğunu ikrar etmiştir. Her insanın fıtratında bu şuur vardır. Rabbine yöneldikçe insanın huzur bulması da bu fıtrî ahdine uyum göstermiş olmasındandır. İnsan her yalan söylediğinde, vefasızlık ettiğinde, doğruluktan ayrıldığında, yaratılışında mevcut olan doğruluk vicdanını sızlatır. Durum böyle iken doğruluktan ayrılması, öncelikle kendine büyük zulümdür.

Din-i Mübin'in esası imandır. İman da vefakârlığın bir sonucudur. Zira vefakâr, ruhlar aleminde Rabbimiz'i tasdik ve ikrara bu dünyada sadakat göstermektedir ve bu vefa bütün hayata yansımakta, müslümanın güzel ahlâkı ortaya çıkmaktadır.

Müslüman önce Hakk'a karşı samimidir. Bu samimiyet, onun insanlara da niyet ve hareket olarak samimi yaklaşmasını, doğru sözlü ve dürüst olmasını sağlar. Aksi halde kalbî bir problemin mevcudiyeti söz konusudur ki, bir an önce şifa için gayret göstermek lazımdır.

Vefa, peygamberlerin, velilerin en belirleyici özelliklerinden olup, beşeri hayatı yüce bir seviyede taçlandıran manevi bir sıfattır. Bu itibarla bazı müfessirler, İslâm'ı dil ile ikrar ve kalp ile tasdikten sonra, Allah Tealâ'nın kaza ve kaderine teslimiyet ve vefa olarak tarif etmişlerdir.

Vefakâr kullar, ateş parçası olan nefslerini adeta bir gül bahçesine çevirmişlerdir. Bu öyle bir bahçedir ki, içinde iman, zikir, irfan, lütuf çiçekleri yetişir ve amel-i salih ırmakları akar. Böyle bir gönülün mükafatı da kendi haline uygun olur ki, bu Cennet-i Alâ ve Cemalullah'dır. Böyle gönüllerin önünde ateşler bile vasıflarını değiştirerek gülistana dönerler. Nitekim Allah'ın halili Hz. İbrahim a.s. Nemrut tarafından ateşe atıldığında, Mevlâ'nın emriyle ateş, Hz. İbrahim'e serinlik ve selamet olmuştur. Zira �...çok vefakâr olan İbrahim...� (Necm, 37), nefs ateşini söndürmüş, Cenab-ı Hakk'a samimiyet ve sadakatini göstermişti.

Cenab-ı Mevlâ'ya vefalı olanlar, bunun sonucunda Allah'ın kullarına karşı da vefalı olurlar. İlâhi ahde vefa bütün hayata yansır. Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz Mekke'nin fethinden sonra orada on beş gün kalınca, Ensar, Hz. Peygamber'in bir daha Medine'ye dönüp dönmeyeceğinden endişe etmişlerdi. Onların bu tedirginliğini sezen Hz. Habib-i Edip s.a.v. de, �Öyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayatım hayatınızdır. Ölümüm de sizin yanınızdadır.� buyurmuşlardır.

İlk ünsiyet ve onun neticesi olan vefa, Cenab-ı Hakk'adır. Zira ilk ahdimiz O'nunladır. İnsan, kulluğunu hayatı boyunca en güzel şekilde devam ettirmekle vefasını göstermiş olur. Sadece dil ile ikrar bu vefakârlık için yeterli değildir. Bunun doğurduğu bir takım aklî ve vicdanî sorumluluklar vardır. Bunlar da ancak Allah'ın emirlerine riayet ve yasaklarından kaçınmakla gerçekleşir.

Rabbimiz'e karşı vefadan sonra en ulvî ve en gerekli vefa, alemlerin sultanı Habib-i Kibriya s.a.v.'e olan vefadır. Cenab-ı Mevlâ'dan ümmetinin selameti için feryad eden O'dur. Allah'ın kulları ateşe düşmesinler diye binbir zorlukla dolu bir hayata razı olan O'dur. İnsanların hidayetine vesile olmak için gösterdiği çabadan dolayı Rabbül Alemin tarafından �neredeyse kendini parçalayacaksın� diye uyarılan O'dur. O'na vefa, Sünnet-i Seniyye'sine sıkıca sarılmaktır.

Fahr-i Alem s.a.v.'e bu bağlılık ve vefa ümmeti içinde öyle derecelere ulaşmıştır ki, mübarek saç ve sakallarından, ayak izinin bulunduğu taşlara kadar her emaneti baş tacı edilmiştir. Tebliğ ettiği dinimizle birlikte, hırkasından asasına, kılıcından mühr-ü şerifine varıncaya dek günümüze kadar gelen bütün emanetlere ecdadımızın göstermiş olduğu itina, hürmet ve vefakârlığın eşsiz örneği olmuştur.

Her mümin, din büyüklerine karşı da vefasını göstermelidir. Rabbimiz'in emir ve yasaklarını, güzel ahlâkı, ilmi, bizlere kadar ulaştıran İslâm büyüklerimiz, rabbanî alimlerimizdir. Cemiyetler onların irşad ve talimleriyle istikamet bulur ve manevi alemlerini tezyin ederek, ahirete hazırlanırlar.

Ana ve baba hakkı da üzerinde çok durulan, çok önemli hususlardandır. Onlara hizmet, güzel söz ve ikram, evlatların en büyük vefa borcudur. Ana-babadan sonra hısım ve akraba muhabbeti ve onlara vefa gelir. Akrabalık iki çeşittir. Biri bütün müslümanlar arasındaki iman ve fazilet akrabalığıdır. Diğeri ise kan bağı ile akrabalıktır. Akrabalarla ilgiyi kesmek kötü, çirkin ve günahtır.

Bilinmelidir ki, Cenab-ı Mevlâmız'ın gazabına uğrayan nice kavimlerin helâk olma sebebi, Hakk'a verdikleri sözde durmamaları, ahdlerine vefa göstermemeleri olmuştur. Ahde vefa etmek insanlık borcu ve gereği iken buna yanaşmadılar. Böylece idrak ve iz'andan mahrum kalarak helâk oldular. Onların halleri, görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakiler için de bir öğüt vesilesi kılındı.

Rabbimiz bizleri ahdine vefa gösteren salih kullarından eylesin.


Allah, [sözleşmeleri bozmaktan] sakınanları sever.[Tevbe 7]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun.[Deylemi]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak.

Hayır, kim sözünü yerine getirir ve kötülüklerden korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever. (Al-i İmran-76)

Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler (Müminun-8)

Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir (Saf/2,3)

Vergiginiz sözü yerine getirin.Çünki verilen söz sorumluluğu gerektirir. (isra suresi,34.ayet)

�llah� şahit tutarak yemin ettikten sonra yeminlerinizi bozmayın; Allah� kendinize şahit gösterdiğiniz halde yemininizi nasıl bozarsınız!�(Nahl 91-92)

Sözünde durmamak münafıklık alametidir.(İbni Neccar)

Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak. [İ. Neccar]

"Ey iman edenler! Akidlerin gereğini yerine getiriniz." Mâide sûresi (5)
 

uykusuz

Kıdemli Üye
Katılım
18 May 2011
Mesajlar
7,798
Tepkime puanı
1,236
Puanları
0
SÖZÜNÜN ERİ OLMAK

Evet, Akif sözünün eri biridir, demiştik. Yine Mithat Cemal’in başından geçen şu hâdise sözün hangi şartlarda yerine getirileceğini göstermesi ve günümüz insanına örnek olması açısından oldukça düşündürücüdür:

“Meşrutiyet’in ilk seneleri, bir cuma günü adam boyu kar yağdı. O gün Akif’in hazzetmediği şeyler işlemedi; araba, tramvay, şimendifer... Çapa’daki evimize o gün sütçü, ekmekçi gibi satıcılar bile gelmediler.

Öğle yemeğinden sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken kapı çalındı. Fakat... Akif Bey gelmişti. Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim.

Beylerbeyi’nden Beşiktaş’a nasılsa bir vapur işlemişti. “Bu kadar mı”, dedim. Tabii ki bu kadardı. Ve tabii ki Beşiktaş’tan Çapa’ya bu havada insanlar yürüyerek de gelirdi.

Bu karda tipide yürünen mesafeye ben şaştıkça, Akif de benim hayretime şaşıyordu.

-Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.

İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç birşey olması, o gün beni ürküttü.

“-Akif, dedim. Sen eğer verilen sözün mânâsını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de, ben bu türlü anlamıyayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur!

O: -Ben böyleyim, dedi. Ben de:

-Ben de böyleyim! dedim.

Bu vak’adan sonra ona söz vermekten korktum. Onun gözünde, ne karayel fırtınası, ne diz boyu kar, geçerli mazeret değildi.”
 

uykusuz

Kıdemli Üye
Katılım
18 May 2011
Mesajlar
7,798
Tepkime puanı
1,236
Puanları
0
VEFANIN BÖYLESİ

Arkadaşı Mithat Cemal Kuntay’ın anlattığı şu hâtıra da, “İnsan” Mehmet Akif’i, onun vefa ve merhamet hislerini en iyi şekilde anlatması bakımından ibretâmizdir. Şöyle anlatıyor Mithat Cemal:

“Balkan Harbi başlarken Akif Bey yegane geçim yolu olan resmî memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka dört çocuğu daha vardı.

-Bunlar kim? dedim.

-Çocuklarım, dedi.

-Bir hafta içinde fazladan dört çocuk sahibi olmakta tuhaflık var, dedim. Sonra anlattı.

Baytar mektebindeyken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. Kim önce ölürse, ölenin çocuklarına kalan bakacak. Arkadaşı vefat etmiş. Akif Bey de anlaşmalarının gereğini yerine getirmişti.”

Evet. Mehmet Akifin “arkadaşım” dediği, baytar mektebinde birlikte okudukları İslimyeli Hasan Tahsin Bey’dir. Hasan Bey, Edirne baytar müfettişi bulunduğu bir sırada 1912 yılında vefat edince Akif -her zaman olduğu gibi- sözünde durarak, onca fakr u zarûretine rağmen merhumun çocuklarının bakımını üzerine almıştır.
 
Üst