Soyut adalet

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
Rasim Özdenören



Soyut adalet, makro düzeyde bir dengeyi sağlıyormuş izlenimini verebilir. Ancak bu uygulamayı bireysel düzleme çektiğimizde, kurulu dengenin saptığını gözleriz. Tıpkı ilahî gazabın ve rahmetin bireysel farklılıkları gözetmeden topluca inmesi gibi…

Karakuşî fıkralar aklın ve tabiatın (ilahî olanın) adaleti arasındaki farkı ve bunların birbirine karıştırılmasındaki ironiyi göstermesi bakımından üzerinde durulmaya değer. Yazık ki, Karakuşî fıkralar bildiğim kadarıyla derlenmemiştir. Bu fıkralardan biri şudur: terzinin biri kısas gerektirecek bir suç işler. Dava Karakuş’a getirilir.

Karakuş davayı görür ve terziye kısas uygulanmasına hükmeder. Ancak terzi, mesleğini ileri sürerek eğer kendisine kısas uygulanırsa, bundan sonra yalnız kendisinin değil, fakat çoluk çocuğunun da aç kalacağını, çünkü tek gözle mesleğini icra etmesinin imkânsız olduğunu belirtir ve bağışlanmasını diler. Yalvarıp yakarır, kendisine acındırır. Karakuş insafa gelerek terzinin gözünün çıkartılması kararından vazgeçer. Ancak yeni kararın uygulanması için tek gözle çalışan bir esnaf olup olmadığını sorar. Avcıların tek gözle iş yaptığını öğrenince "Öyleyse bir avcı bulun ve terzinin yerine onun bir gözünü çıkartın" hükmünü verir.

Bir diğer Karakuş fıkrası: Karakuş, dava sonunda adamın asılmasına hükmetmiş. Adamı darağacına götürmüşler, idam edecekler. Fakat adamın boyu kısa olduğu için, ne yaptılarsa, ipi boynuna geçirmeye muvaffak olamamışlar. Karakuş’a durumu bildirmişler. Karakuş "Madem öyle, onun yerine bir uzun adam bulun, onu asın" demiş.

Bir Selçuklu kadısı olduğu söylenen Karakuş’un buna benzer başka fıkraları da var. Bu fıkraların hemen hepsi adaletin soyut düzlemde uygulandığında, yani kişilerle ilgisi kopartılarak hükmedildiğinde, verilen hükümlerin nasıl abese irca olduğunu gösterir.

Tabiat olayı hükmünü kişilerin ihtiyacına göre icra etmez. Yağmur, ona ihtiyacı olanın da, olmayanın da üstüne aynı anda ve aynı oranda yağar. Sel felâketi veya deprem de, kişiler arasında fark gözetmez. Vurunca herkesi birden vurur. İlahî adaletin de böyle olduğu söylenir. Nitekim günümüze ilişkin bir fıkrada, adamın birine müracaat ederek ondan ellerindeki nesneyi aralarında paylaştırmasını istemişler. O da "Bunu nasıl paylaştırmamı istersiniz, ilahî adalete göre mi, kul adaletine göre mi?" diye sormuş.

Onlar da ilahî adaletin daha isabetli olacağını düşünerek "İlahî adalete göre paylaştır" demişler. Bunun üzerine o kişi, o nesneyi onların arasında gelişigüzel bölüştürmüş. Ancak bu bölüşümden kimse memnun kalmamış ve "Bu ne biçim adalet, kimimize az verdin, kimimize çok verdin" diye itiraz etmişler. O da "Paylaşmayı ilahî adalete göre yapmamı istediniz, kul adaletini isteseydiniz hepinize eşit pay verirdim" cevabını vermiş. Öyle ya, ilahî adalete göre, kiminin rızkı çok, kiminin az; kiminin aklı çok, kiminin az.. ilah..

İmdi, adaleti uygulayan, ona hem ihtiyaç duyan, hem o ihtiyacı gideren insanlardır. Adil uygulama insanlar arası ilişkiler için söz konusudur. Ancak bu adil uygulamada esas alınacak ölçü hukuk hükümleridir. Allah’ın hükmü, doğal düzlemde olsun, insanlar arası ilişkilerde olsun, tanımı gereği mutlak adildir. Çünkü kiminin payının az, kiminin çok olması adaletin gereğidir. İnsanlar, kendi aralarında eşitlik ilkesine göre bir adalet dağılımını gerçekleştirmeyi düşünerek acaba adaleti mi yerine getirmiş olurlar, yoksa farklı bir düzlemde bir adaletsizliğin doğumuna mı yol açmış olurlar?
 
Üst