Sosyal Ağlarda Tahrif Edilen Müslüman Kimliğimiz/ Selma Ülger

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Öyle ki, kalbe dokunan, güzel bir izlenimle; hitap edilenin yüreğinde iz bırakan, mümince bir duruş, tavır ile… Boşuna değil, “üslûp; düşüncelerin elbisesidir” denilişi. Kendini doğru ifade edebilme ve isabetli iletişim, kullanılan kelimelerin özenle tashih edilip kaleme alınışı ile söylenişinde kullanılan üslupla ilgilidir. Yıkmaya, bitirmeye değil de düzeltmeye yönelik bir telkini not düşelim satırlara…

Müslüman kardeşlerimle gerçekleştirdiğimiz sohbetlerde konu sosyal medya da kullanılan üsluba varınca şikâyetlerimiz, sitemlerimiz aynı... Her birimiz yaptığımız paylaşımlar sonucu diğer Müslümanların kullandığı eleştiri üslubundan yakınıyorduk. Bizleri üzen, iz bırakan, kıran yorumları birbirimizle her seferinde paylaşıp ortak bir noktanın bulunması yönünde nasıl ayrılıklar yaşadığımızı, bu ayrılıklar karşısında kullanılan hitabetin yanlışlığından bahsediyoruz.

"Lan" kelimesini dahi bir Müslümanın ağzına yakıştıramıyorken, Müslümanların Twitter'da, Facebook'da ve diğer iletişim ve paylaşım araçlarında ahlak seviyesini küfre kadar düşürdüğünü görmek çok üzücü...

Dostları bertaraf etmekten düşmanları eleştirmeye sıra gelmeyen bir dönemden geçiyoruz. Tarafı oldukları şeyin eleştirilmesine tahammülleri olmayanlardan ziyade tahammülleri olanları da biz mi kullandığımız üslubumuzla kırıp geçiriyorduk? Fark edemediğimiz, sınırımızı, eleştiri üslubunda kırmızıçizgilerimizi aştığımız yanlarımız vardı.

Kullandığımız, kelimeleri tane tane seçerek kurduğumuz nazik cümleler ile yapacağımız bir ikaz bile ne güzel şeyler yaptırabilirdi oysa...

Sosyal medyanın kırıcı, yakıcı, yapıcı değil, yıkıcı taraflarını saymakla bitiremeyiz. Sosyal medyanın bize getirdiklerinden ziyade bizden götürdüklerini saysak hiç şüphesiz ki sayfalarca madde sıralayabiliriz.

Bunlardan birisi eleştiri kültürümüz de ki yıkıcılığı ortaya çıkarması. İnternet ortamında yapılacak basit bir eleştiriyi nasıl yakıp yıkıcı haline getirebiliyoruz anlamak mümkün değil.

Eleştiri tarzımızdaki yıkıcılığımız karşı tarafta yapıcı bir etki bırakmaktan ziyade olumsuz yönde izlenimler uyandırıyor. Küçücük bir meseleyi dahi önce sertçe eleştiriye ondan sonra tartışmaya çevirebiliyoruz.

Daha nazik, duyarlı ve kibar olmalıyız!

Eleştirirken cümlelerin en zarifini, nezaket içerenini kullanmak varken Müslüman davetçilere yakışmadığı halde kullanılan bu kaba üslup neden?

Bu demek değil ki, eleştiriye kapalı olalım, eleştiri yapmayalım. Aksine eksiklerimizden biriside, yapıcı eleştiri anlamında dahi aleyhimize yapılan uyarılara kulaklarımızı tıkamamız ve tahammül edemiyor oluşumuzdur. Eleştiriye kapalı bir zihin, bize kaybettirir...

Eleştiriyi, eleştirilmeyi başkalarına bırakmadan önce sürekli kendinizi denetler, sorgular bir halde olun.

İnsanlar birilerini eleştirmekten, birilerini kınamaktan, başkalarının hatalarını düzeltmeye çalışmaktan dönüp kendisine bakmayı unutuyor... Herkesten önce kendinizi eleştirmeyi, kendinizin eksik ve kusurlarını düzeltmeyi öğrenelim.

Kendi hatalarını görmeyen, hep başkalarını eleştirmeye meyilli Müslümanlar haline geldik. Karşı tarafın hata ve kusurlarını örtmek yerine kınayıp aşağılama benimsenmiş durumda. Başkalarını eleştirmeyi ve başkalarının hatalarını aramayı bir kenara bırakıp önce kendi hatalarımızı görmenin ve bütün eleştiri oklarını önce kendimize çevirmenin zamanı gelmedi mi?
Yıkıcı değil, yapıcı cümleler kurmalıyız.

Hz Musa (as) Firavun’a tebliğ için giderken, Allahu Teala (cc) “Ona yumuşak sözler söyleyiniz.” (1) emrini vermiştir. İman eden, etmeyen konuşulan, nasihatte bulunulan kim olursa olsun güzel sözün, hoş öğütlerin muhataplarıdır.

Peygamber efendimizin (sav) “Kötü söz, girdiği meclisi kirletir, çirkin gösterir” (2) buyruğu unutulmamalıdır.

“Kur’an-ı Kerim’de güzel söz ile kötü söz şu şekilde ayırt edilmiştir: “Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. “ (3) “Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.” (4)

Görüldüğü gibi kötü söz ile güzel söz arasındaki ayrım bir ağacın köküne benzetilmiştir. Bu benzetme ile kötü ile güzel sözün arasındaki ayrım açıkça anlaşılmaktadır. Bizlere ise sözün kötüsünden uzak durup, güzelini seçmek düşer.

Ahlaki değerler, üslubun güzelliği, eleştirinin zarifliğini yansıtmıyor cümlelerimiz. Sürekli bir tenkit etme, tartışma, suçlama halindeyiz... Sıcağı sıcağına, en kritik anlarda akidevi yönden vuruyoruz birbirimizi. Davet metodumuzu eleştirme üslubuna çevirmişiz; anlayış, sabır, zarafet çekip gitmiş...

Özellikle internet üzerinden başlayan tartışmalar iki tarafı da yıpratıp yüreklerde yıkıcılık oluşturmakta, tekfir etmeye kadar giden sonuçlar doğurmakta. Çözüm getirmeyecek, insanlar arası ilişkileri zedeleyecek sosyal medya üzerinden girilen tartışmalara son verilmeli. “Haklı bile olsa münakaşayı terk eden, şaka bile olsa yalanı terk eden ve ahlakı güzel olan kimselere sırası ile cennetin kenarında, ortasında ve en üstünde bir köşk, yani aslında cennetin kendisi garanti edilmektedir.” (5)

Sosyal medyayı kullanırken eleştiri de bulunduğumuz da seviyemizi ve ağırlığımızı da koruyacağız.

Müslümanlar olarak teknolojiyi kullanarak insanlara ulaşmak zorundayız. Hele de küfür sistemlerinin çektikleri videolar, yazı ve görsel yayınlarla milyonların aklını çeldiği bu devirde…
Unutmayalım ki, bir hadis, ayet veya İslam yüklü bir cümleyle yapılan davet insanların hidayetine, uyanmasına sebep olabilir. Davet bizden hidayet Allah’tandır.
Sosyal medyada kullandığımız eleştiri üslubunda; hitap eden kişi, hitap edilen kişiye sen, sen de, sence yerine siz, siz de, sizce kelimelerini kullanmalı. Sizlerin hitabetinde araya koyduğu bu sınır ve resmiyet aranızda samimiyet olmayan kişilere karşı yaptığınız eleştiri ve yorum da daha net mesajlar vermenizi sağlayacaktır. Bu hitabet hitap ettiğiniz kişiye duyduğunuz saygının bir göstergesi ve belirtisidir.
Hayatını İslami davete adamış, aynı zaman da sosyal medya aracılığıyla marufu emreden ve münkeri nehyeden bir Müslümanın ortak düşüncede buluşmadığımız bir paylaşımı sonucu yapmış olduğumuz yorum ve eleştiri ile gözümüzde ve sosyal medya aracılığı ile başka kişilerin gözünde tamamen sıfırlayıcı ve tenkit edici bir konuma düşürülmemelidir. Bizler tenkit edip hor görenler değil, tavsiye ve öneride bulunan, nasihat edenleriz.

Sosyal medya üzerinde, zulüm altında bulunan Müslümanların yaşadığı zulmün kanıtı olan resimlerin çekildiği yerlerle ilgili bilgi kirliliği hakim. Suriye’de çekilmiş bir resmin, Filistin’de yaşanan zulüm diye lanse edilmesi bilgi kirliliğini her seferinde ortaya döküyor. Amaç yapılan zulme dikkat çekmek olduğu için, niyetin temizliği göz önünde bulundurularak uyarı da bulunurken, paylaşım yapan kişiyi yayınladığı yanlış bilgiden ötürü adam karalama şeklinde tenkit etmek yerine gerçeği vurgulama ve doğru bilginin su yüzüne çıkartılması amacı güdülmelidir.

Uyarıcılık, davet metodu, yanlışı düzeltme üslubumuz, özellikle sosyal medya da kullanılan alaycılık, yaygın tabiri ile "kapak yapma" bir Müslümanın yaptığı paylaşımdan ötürü küçümseme ve kişiliğe saldırı birbirine karıştırılıyor. “Ey iman edenler! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Belki alay ettikleri kimseler, kendilerinden iyidirler…” (6)

Ayeti Kerime’de, “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın” (7) diye buyruluyor. Özellikle bu ayeti göz önünde bulundurarak, bir Müslümana iftira atılmasını, sözlerinin çarpıtılmasını veya yanlış anlaşılmaya müsait bir paylaşım üzerine yaygara kopartılmasını önlemek amacıyla muhatap olduğumuz kişinin sözlerinde işaret ettiği yönü iyice anlaşıldıktan sonra yorumlanmalı.

Sarf ettiğimiz cümlelere, hitap ettiğimiz kişilere karşı kullandığımız üslubumuza, dildeki doğruluğa, söylemlerimizde adaletli davranmaya dikkat etmeliyiz. Farkında olmadan, önemsemeden sarf ettiğimiz bir cümle, yorum, paylaşım kendimiz ve muhatap olduğumuz kişi açısından ehemmiyetli sonuçlar doğurabilir. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Allah Rasulü (sav): “Kul, Allah’ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermek sizin sarf eder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul, Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık çukura atar” buyurmaktadır. (8)

Süfyan İbnu Abdillah’dan: “Ey Allah’ın Rasulü” dedim, “Uyaracağım bir amel tavsiye et bana!” Şu cevabı verdi: “Rabbim Allah’tır de, sonra doğru ol!” Tekrar “Ey Allah’ın Rasulü” dedim, “Benim hakkımda en çok korktuğun şey nedir?” Eliyle dilini tuttuktan sonra “İşte şu!” buyurdu. (9)

Allah Rasulü’nün (sav) bizler için en çok korktuğu şey olan dilimize sosyal hayatımızda olduğu gibi sosyal medyada da sakınarak, dikkat ederek, üzerimizde vebal, arkamızda kırılmış bir kalp bırakmayacak şekilde yorumlar, eleştiriler, paylaşımlar yapmak duası ile…
-Dipnotlar-1- Taha, 442- Tirmizi, Birr 473- İbrahim, 24,254- İbrahim, 265- Ebu Davud, Edeb 7 (4800)6- Hucurat, 117- Hucurat, 68- Buhari, Rikak 23; Müslim, Zühd 49
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Şam’dan Kudüs’e Geçiş Köprüsü İyilik Mi? Riya Mı?

Yüreğimde ellerimle topladığım acıların biriktiğini fark ediyorum her seferinde.


Yaşananlara yaşayarak, dinleyerek, duyarak şahitliğim daha fazla çabalamam gerektiği gerçeği her fırsatta yüzüme çarpıyor.

Omuzlarımda biriken sorumlulukları bir çift tebessüm eden mazlumun gözlerinde kaybetmek istiyorum.

Avuçlarımla topladığım, yüreğime depoladığım acıları tebessümlerle çarpmak,

Sıcacık samimiyetini hissettiğim gönüllerle bölmek,

Mazlumların yüreklerindeki acıları kendi yüreğimdeki acılarla eşitlemek istiyorum.

Karşılık bekleyen, bir verdiysem bin verecek zihniyeti taşıyan, hayrına riya karıştıran yüreklerden uzak olalım. Uzaklaşalım, saf ve temiz fıtratımızı bozan ne kadar duygu varsa.

Her yeni tanıştığım Suriyeli Müslüman’ın hikâyesi yeni bir şahitlik, yeni bir acı, yeni bir hikâye yüklüyordu gönül heybeme. Elimden onlar için çok şey geliyordu, bunu fark ettim en başta. Ne çok şey yapıyor muşum meğer… Küçük gördüğüm şeylerin büyüklüğü ne çokmuş. Küçücük bir yardımın dahi onların katında nasıl büyük yer edindiğini fark ettiğimden beri hiçbir iyiliğin küçümsenmemesi gerektiğini öğrendim.

“Elimizden bir şey gelmez, ne yapabilirim ki?” diyenlere inat onlar elimden gelenleri minnet duygusuyla kat ve kat yüzüme çarpıyorlardı. Elimde olsa bu minnet duygusunu bir süreliğine ortadan kaldırırdım.

Yardım da bulunduğum ya da başkalarının yardım etmesine vesile olduğun Suriyelileri ertesi gün minnet dolu bakışlarla karşımda buluyordum. Oysa karşılık beklemeden yapılanı makbuldü yardımın. Adı üstünde “iyilikti.” Düz sade ve yalın. İçerisinde riya beslemeyecek kadar içten. Kapımda bulduğum Suriyeli Müslümanların benim için hazırlamış oldukları küçük hediyeler, benim karşılarında ezilip bükülmeme sebep oluyordu.

Suriyeli Müslümanları her fırsatta yerden yere vuruyorlar ve suçluyorlar. “Ben şu yardımda bulundum nankör karşılığını böyle verdi” düşüncesi ve beklentisi ne çirkin bir durum. Oysa ben onlar kadar vefa duygusu taşıyan başka bir millet görmedim. Öylesine vefakârlar ki…

Suriyeli gençler şuan Suriye’de yaşayan ailelerine kadar telefonla arattırıp dualar sunuyorlardı. “Seninde Suriye’de artık bir evin var, çalacak bir kapın var” diyorlardı. O telefonda anne ve babaların sesleri titreyerek dualar edişi karşısında mahcubiyetimi tarif dahi edemem.

Suriyeli bir kardeşim bir derdini anlatmak için yanıma geldiğimde yanımda başka bir Müslüman vardı. Onun bu derdi karşısında sadece sözle onu teselli ettikten sonra kucaklaşıp giden Müslüman sonrası Suriyeli Müslüman kardeşimin söylediklerini nasıl unutabilirim.

“Sözlerle tesellisi bile yetti, bu bile yetti” diyerek gözlerindeki ışıltıyla gözlerimin içine bakan Suriyeli genç manevi olarak rahatlamıştı. Peki, yanımda bulunan Müslüman ona ne yapmıştı? Sadece teselli verdi. Küçümsenemeyecek kadar büyük bir şey yapmıştı o an. Kimi umursamayanlara, bir şey yapmayanlara nazaran “bir şey” yapmış oldu işte.

Türkler gibi Suriyelilerde de hataları olanlar çok, bunu kimse inkar edemez. İnsanız, hatalı ve kusurluyuz. Hatalı ve kusurlu oluşun belirli bir dili, ırkı, ülkesi yok. Sırf bir kişinin kusuru sebebiyle bütün Suriyeliler töhmet altında bırakılmamalı. Öyle şeylere şahit oluyorum ki çoğu zaman… Hem yapılan iyilikten karşılık gelsin isteniyor hem de yapılan iyilik karşısında bir ömür vefa duyulsun.

Takdir görelim, insanlar yaptığımız iyilikler karşısında ezilsin… Bu mu tatmin edecek nefisleri?

Yaptığımız iyiliklerimize üzülmeden önce, bir düşünsek iyi olacak; iyilik kimin için?

İnsanlar çoğu zaman vefasız, nankör...

Ancak bunu dillendirmek, iyiliğimiz takdir görmeyince ve bilinmeyince ortaya çıkıyorsa, bizde de yanlış bir şeyler var. Vefasızlık dediğimiz şey, yaptığımız iyiliklere karşılık bulamayınca hortluyor biz de. Oysaki karşılıksız iyilik diye bir şey vardı hani...

Sırf Allah rızası için yapılan bir iyiliğin karşılığını, insanlar ne yapsalar da ödeyemezler. Gerçek iyiliğin karşılığını ancak Allah verir. İyiliğin karşılığını Allah'a havale edince, nankörlükler de görse yılmıyor insan; iyilik azmini köreltmiyor hiç bir şey…

Sizden saraylar, altın ve bir çanta dolusu para istemiyor bu insanlar. Bir tebessüm edin, teselli edin, ufakta olsa küçük hediyelerle gönül almasını bilin yeter. Bunları da mı yapamıyorsunuz? O zaman dua edin. Hürriyet inancı şehit bedenlerin akıttığı kanlarla buluşup filizlenecek bir toprak bulacak elbet. Siz o zamana kadar gönül heybenizde acıları biriktirip paylaşmaktan vazgeçmeyin.

Allah, karşılık beklemeden yapılan iyiliklerinizi kat ve kat arttırsın. Hürriyet inancı ile özgür Şam’dan Kudüs’e doğru ilerlerken iyiliklerimiz ve biriktirdiğimiz dualarımız ümmetin ayaklarına direnç ve geçiş köprüsü olacaktır inşallah.

Umudunuz diri, dualarınız ısrarlı, yüreğiniz samimi olsun.

Selma Ülger
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Suriye’de Süzülen Vahdet Ezgisi



Ey Şam!


Ne çok şey öğrettin bizlere,
ne çok kişinin kirli yüzlerini gün yüzüne çıkardın,
ayaklar altına serdin.
Ey Halep!

Ne çok yara aldın,
sokaklarına kan,
caddelerine gözyaşı,
duvarlarına namluların gölgeleri düştü.
Ey İdlib!

Yıkık camilerin minarelerinden okunan ezan seslerinin yanı sıra sala seslerin dinmiyor.
Ey Suriye!

Biliyorum, rejimin hapishanelerini yüzlerce genç doldurdu. Çoğu işkence, açlık sonucu şuan hayatta değil. Kadınlarınız ve kızlarınızın onurları kırıldı, namusları kirletildi. Zalim Esad rejimi çocukları yetim, anneleri gözü yaşlı bıraktı.
Kardeşlerim, unutmayın!

Sizden bir öldüyse onlardan da bir öldü. Sizin mücahitleriniz şehadeti tadarken, onlardan gelen leş kokuları ile dünyadan bir zalim daha temizlenmiş oldu. Siz zulmeden değil, zulme başkaldıran boyun eğmeyen oldunuz. Zillet içerisinde bir hayattansa şereflice bir ölümü tercih ettiniz.
Gün geçtikçe zalimlerin kalp atışları zayıflıyor… Edilen dualar zalimin nabız atışlarında yavaşlamaya sebep oluyor. Onurlu mücahitlerin tekbirlerine, iffetli annelerin duaları ekleniyor. Suriye’de bir destan yazılıyor.
Ve artık, Suriye’de her şey şeffaf…
Suriye şimdi mücahitlerin ayak izleri ve akıttıkları kanlarla aydınlık günlere doğru koşuyor. Bir çocuğun gözyaşını, bir namlunun ucundan çıkacak kurşun siliyor. Caddeler, şehirler hürriyet sloganlarıyla inliyor. Salih duaların aydınlığı fetihleri beraberinde getiriyor. Bunca gözyaşı, kan, çiğnenen namusların üzerine vahdetin aydınlığı süzülüyor.
Öyle narin bir name ki, Suriye sokaklarına süzülen…
Öyle zarif bir ezgi ki, mücahitlerin bomba seslerinin yanında eşlik ettiği.
Şimdi şehirlerine bir bir fetihlerin müjdesi, serinletici rüzgâr gibi esiyor. Rahmeti, bereketi görüyoruz mücahitlerin tekbir getirişlerinde. Dalga dalga yayılan Suriye cihadı Türk’ünü de, Çeçen’ini de, Özbek’ini de, Afgan’ını da içinde barındırıyor.
Başlarda “Suriye’de katliam yok” diyenlerin sesini hakikatin parlaklığı örtmeyi başarsa da bu başarının ardına “Suriye’de Müslüman Müslüman’ı vuruyor” söylemi ekleniyor. Her fırsatta kazanılacak fetihlere, gönderilecek yardımlara kötü niyetlerin çirkinliği yansıyor, durduruyor. Suriye’de yaşananlar batıdan tutunda doğuya kadar safların netleşmesine vesile oluyor.
“Sisler içinde yürüyoruz, ne dost belli ne düşman” diye bir sözüm vardı Suriye ayaklanmasından önce. Suriye cihadı bu sözü sildi, süpürdü. Şimdi dostta belli düşmanda…
Zafer artık yakın.
Allah, Suriye topraklarında gruplar arasında vahdetin sağlanmasını nasip etti. Esad rejimine karşı savaşan gruplar “Fetih Ordusu” çatısı altında beraberliği sağladı. Suriye’de farklı grupların fetih ordusu adı altında birleşilmesi akıllara direk içinde İslam’ın elde ettiği zaferlerin bahsedildiği, bu sebepten ötürü Fetih adını alan Fetih suresini geliyor.
"Fetih Ordusu" adı ne bereketli, ne hayırlı bir isim oldu. Çatısı altına toplanan mücahitlere fetih getirdi, beraberlik ve bereket verdi.
Şimdi şehirler ayrı grupların tek çatı altında toplanmasına ve kazanılan, kazanılacak olan nice zaferlere şahitlik ediyor. Suriye ayaklanması başladı başlayalı dört gözle kazanılacak olan zaferleri bekledik biz…
Suriye'de başlayan savaşın başından beri beklediğimiz, dua ettiğimiz fetihleri bizlere vahdet kazandırdı. Fetih ordusunun bereketi buradan geliyor. Kardeşlik bağlarımızı güçlendirdiğimiz, beraber hareket ettiğimiz ve safları birleştirdiğimiz müddetçe güzeliz, daha güzel işler yapabiliriz. İslam kardeşliğinin gücü oldu kazanılan zaferler.
Sadece Suriye topraklarında değil, Âlem-i İslam’ın her yerinde gerekli Fetih orduları. Fetih Ordularının beraberinde gelecek kardeşlik bağlarına ve beraberliğe ihtiyacımız var. Her gün katledilen, ezilen, toprakları gasp edilen Müslümanlara fetih ferahlığı, fetih ordusunun birlikteliği gerek.
Herkeste bir bölünme, ayrılık...
Müslümanların onca düşmanı varken, kendi cemaat, tarikat ve grupları içinde ayrışma gibi bir lüksleri yok. Farklılıklarımızı uyuma çevirmedikçe de, bir arada yol almamızın mümkün atı yok. Bölünmek, parçalara ayrılmak ve değişik isimler altında ayrışmak bize iyi gelmiyor...
Derdimize derman, birbirimizi anlamaktan geçiyor. Bizse, parçalanıyor ve bölündükçe ayrışıyoruz. Yollarımız; her türlü zandan, hakaretten, tekfirden, suçlamadan, tenkitten, iftiradan ve saldırıdan geçiyor da, birbirimizi anlamaktan geçmiyor. Herkes kendi köşesine, kendi partisine, kendi cemaatine, kendi tarikatına, kendi siyasi ve ideolojik oluşumuna çekiliyor; çekildikçe uzaklaşıyor.
Hep aynı hikâye, hep aynı acı, hep aynı ayrılık... Biz kendimizi değiştirmedikçe acılarımız ve kopuşlarımız da değişmeyecek.
Allah’ım, Alem-i İslam’a Fetih Ordusu tadında birleşmeyi, tek bir çatı altında toplanmayı nasip et.
Allah’ım, Fetih ordusunda vuku bulan vahdet art arda fetihler getiriyorken, birliklerini bozup aralarına fitne sokulmasını nasip etme.
Allah’ım, Müslümanların üzerinde oynanan oyun ve yapılan planları zalimlerin başlarına yık.
Ya Rabbi, ayrışmalarımızla kendi içimizde birbirimizi bitirmeden bizlere bütünlük ver. Suriye’de kazanılan zaferleri Alem-i İslam’ın her tarafına sıçrat.
Allahümme amin.

selma ülger
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Sosyal Ağlarda Tahrif Edilen Müslüman Kimliğimiz

Dünya işlerinde boğulunca, bir nefes tıkanması, bir anlamsızlık, bir ağıt...


Dünya işlerinde boğulunca, bir vicdan gelip oturuyor kalbe, azap olup çıkıyor sonra...


Biz zamanı tüketmiyoruz, zaman bizi tüketiyor adeta.

Dünya işlerine hiç yetmeyecek vakitleri yüklenmişiz...

Bir gün ansızın gelecek yaklaşmakta olan. Zaman duracak.

Ölüm, ne zaman geleceğini bilmediğimiz, ama mutlaka bir gün geleceğinin bilincinde olduğumuz gerçeğimiz.

O gün dünya işleri de hükmünü yitirir, dünyalık her şey de...

Hoş geldin vaktin geçmediği yere denir. Biz o vakte kadar bu anın kıymetini idrak edemeyeceğiz. Çünkü dünya zamanında yaşayış gaflete meyilli...

Biz dururken, zaman durmuyor; aksine her zamankinden daha bereketsiz şekilde akıp gidiyor kargaşanın içinden.

Allah Resulü (sav) iki nimet vardır ki, insanların çoğu onların değerini bilmezler buyurdu. Bu iki nimet:

1- Sıhhat
2- Boş vakit (1)

Dünyanın oyun ve eğlencesinin arasına, yaklaşmakta olanın varlığının da unutulması ile bilgi kirliliği, vakit öldürücü, beyni uyuşturucu olarak hayatımıza eklendi sosyal medya.


Başlarda her şey güzel gidiyordu. Farklı bölge ve ülkelerden gelen haberleri takip ediyor, ayet ve hadis eşliğinde paylaşımlar yapıyorduk. İslami konuda araştırmalar yaparak bilgi dağarcığımıza yenilerini ekliyorduk. İnternet uzakta olan yakınlarımız ile kolay iletişim kurmamızı sağlıyor, cazip geliyordu. Tebliğ aracı olarak görmeye başladık. Doğru olarak bilinen yanlışlara reddiyeler yazıyor, bidatların vurgusuna önem veriyorduk.


Bunlara ek olarak daha birçok yapmalar ve iletişim kurmalarımızla; yaptığımız araştırmalar, haber takibi ve yazışmalar birbirini kovaladı…


Ortadoğu’yu takip etmekti başlarda amacımız. Ümmetin bir ferdi olarak kardeşlik bağlarına önem veriyorduk her birimiz. Gün geçtikçe kardeşlerimiz ile aramızdaki tek bağ sadece sosyal ağlar oldu. İnternette paylaştığımız acıların gerçek hayatta hissedemez olduk sızısını. Kardeşlerimizin dizlerinin dibine oturup ellerimizi dokundurmaz olduk gözyaşlarına…


İnternet aracılığıyla acıları paylaşalım derken, paylaştıklarımızı hissetmez olduk. Hissizleştik...


Sosyal medyayla ne yazık ki, acıları yaşayan değil, paylaşan insanlar haline geldik. Paylaştıkça hislerimiz "sosyal ağlarda" takılı kaldı...


Sosyal medya hayatımıza girdi gireli mertlikte benliğimizdeki yerini yitirdi. Sosyal medya aracılığıyla “kardeşim” dediğimiz kişilere en acımasız ve seviyesiz kelimelerle yorum aracılığıyla saldırır olduk. En hararetli tartışmalara girerken yüz yüze gelsek sarf edemeyeceğimiz kelimeler çıktı klavyemizden…


Mahremiyet kelimesinin içi boşaltıldı. Mahremiyette, sevginin gözler önüne serilip indirgendiği seviyede dünden bu güne ne gibi değişikler oldu, farkına mı var(a)madık?


Müslüman erkek kardeşlerimiz önceden sevdiği hanıma kendisi bakmaya kıyamazdı, şimdi beraber çekindikleri resimleri dahi internet ortamında kendisi paylaşır oldu. Müslüman Hanım kardeşlerimiz paylaşım yapayım derken eşleriyle mahrem olan yatak odalarına kadar internet ortamında evlerinin içini sergilemekten çekinmez oldular...


Paylaşır olduk, yenilen yemekten, gezilen mekânlara kadar iğneden ipliğe en ince ayrıntısıyla... Eşler arası yaşanan muhabbet “sevgi dolu hissediliyor” durum güncellemesiyle hissedilmek yerine paylaşılmak için vardı adeta… Mahremiyetimizi sergilemekten, sakındığımız değerleri çiğnemekten çekinmez olduk.


Derken sabah oturduğu bilgisayarın başından sadece yemek ve asli ihtiyaçlarını karşılamak için kalkan bir nesil peyda eyledi. Artık bilgisayarı biz değil, bilgisayar bizi kullanıyordu. Paylaşım yapayım, bir iki habere bakayım derken bir saat bilgisayar başında geçirilen zaman iki, dört, altı derken saatler farkında olmadan uzadıkça uzadı.


Sosyal medya kötü niyetli insanların Müslüman ve mücahit profilinde “kötü niyetlerini alenen aşikâr etmeyecek şekilde” paylaşımlar yaptığı bir ortam. Özellikle gençlerin bazı özel bilgileri paylaşırken ve karşı cinsle muhatap olurken dikkat etmesi gerekiyor. İnternet ortamında en hoşlanmadığım şeylerden biri bekâr Müslümanların medeni durumunu belli edecek paylaşımlar yapması, hele bayanların... Sosyal medya Müslümanların bazı bilgilere ulaşmak için kullandığı bir ortam, bazı özel bilgileri yaymak için değil.


Sokakta yürürken yüzünü şekilden şekle sokarak resim çektiren, sosyal ağlarda paylaşan insanlarla karşılaşır olduk. Selfie çekimi sayesinde hiç tanımadığımız insanların yüzündeki çizgileri en ince ayrıntısına kadar inceleyebileceğimiz resimler var oldu. İstismara açık bu resimler kötü niyetli insanların elinde kirletildi, farkında bile değildik…


Bulunulan sohbet ortamlarında insanlar ellerinden telefonları bırakmalı. Göz teması nedir unutuldu. Kulağı sohbette, eli telefonda… Sizi mi dinlediği, telefonla mı ilgilendiği belli olmayan insanların varlığı sinir bozucu değil mi? Önceden sadece madde bağımlılığı vardı, insanları uyuşturan, alışkanlık halini alan... Şimdi internet bağımlılığı var. Uyuşturan, sosyal hayattan koparan, ibadetlerden uzaklaştıran...


Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda herkesin kafası önlerinde, ellerinde bir telefon... Yürürken bile önlerine değil, telefona bakarak yürüyorlar. Eskiden insanlar mahcubiyetlerinden ve utançlarından ya da hayâlarından bakarlardı önlerine. Şimdi ise internetten başka her şeye kör ve duyarsızlar...


Peki, ne mi yapmalı?


Sosyal medya kullanımında kilometreyi derhal sıfırlamalıyız. Sıfırladığımız bu kilometre ile çıkacağımız yeni seferimizde belli saatler belirlemeliyiz kendimize. Ev içerisinde birkaç bilgisayar yerine evin bir odasında aile fertlerinin ortak kullanabileceği tek bilgisayara düşürmeliyiz sosyal medya bağlarımızı. Kullanılacak bu bilgisayarın ekranı mümkünse tüm aile fertlerinin görüş açısını kaplayacak bir yere konmalı. Bulunulan sohbet ortamlarında telefonun kullanımını, aile içi ya da sosyal hayatta sıfıra düşürmeliyiz. İnsanlarla yüz yüze iletişim kurarken sosyal medya aklımızın ve elimizin bir ucunda bulunmamalı. Sosyal medya hesaplarında özel bilgilerin alenen aşikâr edilmemesi gerek. Özellikle anne ve babaların bu noktada gençleri karşılarına alıp konuşmaları ve nasihat etmelerinde fayda var. Gezilen mekân, yenen yemek, çekilen resim paylaşımını ortadan kaldıracak kararlar alınmalı ev içerisinde. Düşüncelerimizi sadece sosyal medyada paylaşmanın yanı sıra aile ve sosyal hayatımızdaki kişilerle de paylaşmalıyız. Allah’ın izniyle başlangıç noktamızı bu girizgâh ve kaideleri hayatımıza geçirmekle başlarsa gerisi gelecek ve hayatımızda sosyal medyanın varlığı onun bizi değil, bizim onu kullandığımız bir araç olarak kalacaktır.

Ezcümle, sosyal ağlarda tahrif edilen Müslüman kimliğimizi yeniden kazanmalıyız.

Selma Ülger

Dipnotlar:
1- Buhari, Rikak,1; Tirmizi, Zühd, 1



http://www.islahhaber.net/Makale/sosyal-aglarda-tahrif-edilen-musluman-kimligimiz/
 
Üst