m-angel
Nam-ı diğer TÜRBEDAR
- Katılım
- 20 Eyl 2007
- Mesajlar
- 1,629
- Tepkime puanı
- 260
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
4. DÜNYA-UKBÂ MUVAZENESİNİ TEMİN
Peygamberler dünya ve ukbâ muvazenesini kurmak için gelmişlerdir.
Onların getirdiği muvazene ile insanoğlu ifrat ve tefritten kurtulacak ve istikameti bulacaktır. Evet, ne papazlar ve ruhbanlar gibi bütün bütün dünyayı terk edip manastırlara çekilme, ne de her şeyiyle dünyaya dalıp ona kul-köle olma değil; sürekli orta yolu bulma ve yaşama ki, bu da ancak vahyin aydınlık dünyasında elde edilebilecek bir mazhariyettir. Yoksa akıl ve vicdanla böyle bir denge kurulamaz; hele mücerret ilim asla insanı bu seviyeye yükseltemez.
Kur'ân-ı Kerim bu dengeyi şu şekilde anlatır:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللّٰهُ الدَّارَ اْلآخِرَةَ وَلاَ تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللّٰهُ إِلَيْكَ وَلاَ تَبْغِ الْفَسَادَ فِي اْلأَرْضِ إِنَّ اللّٰهَ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ "Allah'ın sana verdikleri ile ahiret yurdunun peşinde ol, dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de ihsanda bulun; yeryüzünde fesat peşinde olma. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez."[25]
Bu ilâhî dengenin bir tarafında, وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ "Rabbinin nimetlerini anlat da anlat."[26] hakikatinin anlattığı kefe, diğer tarafında da ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ "Sonra kasem olsun, o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz."[27] âyetinin ikaz dolu ifadesiyle anlattığı kefe vardır. Ve işte muvazene bu ölçüler içinde korunacaktır!
Hz. Ebû Bekir, bütün servetini Allah için harcamış ve bitirmişti. Zira sıd*dî*kiyet bunu gerektiriyordu. Halifeliği döneminde kendisine bir bardak soğuk su verildi, içti ve ardından da hıçkıra hıçkıra ağladı. Hatta etrafındakileri de ağlattı. O ağlamayı kesti ama etrafındakiler hâlâ ağlıyorlardı.. ihtimal bir süre de onların ağlamalarına ağladı.. sonra yüzünü sildi ve kendine geldi. "Seni bu derece ağlatan neydi yâ Ebâ Bekir?" dediler. Cevap verdi:
"Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraberken, eliyle bir şeyleri itiyor gibiydi. Ve sanki: 'Benden uzak dur, benden uzak dur!' diyordu. Sordum, yâ Resûlallah! Bir şeyleri uzaklaştırıyorsun ama ben kimseyi göremiyorum. Buyurdular ki: 'Dünya, içindeki bütün debdebesiyle karşımda temessül etti, bana kendini kabul ettirmek istedi; ben de ona (Benden uzak dur!) dedim. O da bir kıyıya çekilirken; 'Vallahi sen benden kurtulsan da, senden sonrakiler benim elimden kurtulamayacaklar.' dedi. İşte bu bir bardak su ile dünya bana kendini kabul ettirdi endişesiyle ağladım."[28]
Evet, o ve onun gibiler, her türlü ferah-feza hayat sürebilme imkânlarına rağmen, hep muvazene içinde bir hayat yaşamışlardı.. zira, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel de öyle yaşamıştı.[29]
Peygamberler dünya ve ukbâ muvazenesini kurmak için gelmişlerdir.
Onların getirdiği muvazene ile insanoğlu ifrat ve tefritten kurtulacak ve istikameti bulacaktır. Evet, ne papazlar ve ruhbanlar gibi bütün bütün dünyayı terk edip manastırlara çekilme, ne de her şeyiyle dünyaya dalıp ona kul-köle olma değil; sürekli orta yolu bulma ve yaşama ki, bu da ancak vahyin aydınlık dünyasında elde edilebilecek bir mazhariyettir. Yoksa akıl ve vicdanla böyle bir denge kurulamaz; hele mücerret ilim asla insanı bu seviyeye yükseltemez.
Kur'ân-ı Kerim bu dengeyi şu şekilde anlatır:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللّٰهُ الدَّارَ اْلآخِرَةَ وَلاَ تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللّٰهُ إِلَيْكَ وَلاَ تَبْغِ الْفَسَادَ فِي اْلأَرْضِ إِنَّ اللّٰهَ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ "Allah'ın sana verdikleri ile ahiret yurdunun peşinde ol, dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de ihsanda bulun; yeryüzünde fesat peşinde olma. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez."[25]
Bu ilâhî dengenin bir tarafında, وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ "Rabbinin nimetlerini anlat da anlat."[26] hakikatinin anlattığı kefe, diğer tarafında da ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ "Sonra kasem olsun, o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz."[27] âyetinin ikaz dolu ifadesiyle anlattığı kefe vardır. Ve işte muvazene bu ölçüler içinde korunacaktır!
Hz. Ebû Bekir, bütün servetini Allah için harcamış ve bitirmişti. Zira sıd*dî*kiyet bunu gerektiriyordu. Halifeliği döneminde kendisine bir bardak soğuk su verildi, içti ve ardından da hıçkıra hıçkıra ağladı. Hatta etrafındakileri de ağlattı. O ağlamayı kesti ama etrafındakiler hâlâ ağlıyorlardı.. ihtimal bir süre de onların ağlamalarına ağladı.. sonra yüzünü sildi ve kendine geldi. "Seni bu derece ağlatan neydi yâ Ebâ Bekir?" dediler. Cevap verdi:
"Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraberken, eliyle bir şeyleri itiyor gibiydi. Ve sanki: 'Benden uzak dur, benden uzak dur!' diyordu. Sordum, yâ Resûlallah! Bir şeyleri uzaklaştırıyorsun ama ben kimseyi göremiyorum. Buyurdular ki: 'Dünya, içindeki bütün debdebesiyle karşımda temessül etti, bana kendini kabul ettirmek istedi; ben de ona (Benden uzak dur!) dedim. O da bir kıyıya çekilirken; 'Vallahi sen benden kurtulsan da, senden sonrakiler benim elimden kurtulamayacaklar.' dedi. İşte bu bir bardak su ile dünya bana kendini kabul ettirdi endişesiyle ağladım."[28]
Evet, o ve onun gibiler, her türlü ferah-feza hayat sürebilme imkânlarına rağmen, hep muvazene içinde bir hayat yaşamışlardı.. zira, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel de öyle yaşamıştı.[29]