*Son Mesnevîhan Şefik CAN İle Bediüzzaman (RA) Üzerine*

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
....ALINTIDIR...

"Mevlânâ bugün olduğu gibi devrinde de anlaşılamamış, çekiştirilmiştir."

— Babanızın ayrıcaSaid Nursî hazretleriyle bir dostluğu var. Ayrıca sizin de Said Nursî hazretlerine karşı ayrı bir muhabbetinizin olduğunu biliyoruz. Biraz bize Said Nursî hazretlerinden de bahsedebilir misiniz ve onunla ilgili hatıranız var mı?

Efendim Said Nursî hazretlerini kim tanımaz. Nerede böyle gönlü uyanık, mürtefi’ insanlar gördümse, onların çoğu Said Nursî hazretlerinin eserlerini okuyarak kendilerini manen besliyorlar. Şimdi bendeniz demin konuşurken I. Cihan savaşında 5-6 yaşındaydım dedim. İşte daha I. Cihan savaşı başlamadan evvel, belki 1-2 sene evvel Said Nursî hazretleri bir arkadaşıyla beraber babama yani Tutak müftüsünü ziyarete geliyorlar. O zaman da babam rahmetli, İbn Farız hazretlerinin bir kasidesini şerh etmiş, şöyle 150-200 sayfalık bir kitap olmuş. Amcam çok güzel yazı yazardı, çok güzel hattattı. Onu da amcam gayet güzel yazmış; beyitler kırmızı mürekkeple, ötekiler siyah mürekkeple yazılmış, bir şaheser. Babam da ciltletmiş onu.

Said Nursî hazretleri bir gece arkadaşıyla beraber bizde misafir olmuşlar, o gece sabaha kadar o kitabı okumuş Said Nursî hazretleri ve ertesi gün sabahleyin giderken kitabın başına yarım sayfalık babam için çok sitâyişkârâne, övgüyle dolu cümleler yazmışlar. Babamın tabiatını, karakterini oraya yazmışlar, kendisini ziyaret ettikleri için çok memnun olduklarını beyan etmişler. O arkadaşının ismi vardı orada ama ismini hatırlayamıyorum, çünkü o kitabı -yazma defteri- bendeniz hep yanımda taşırdım, buralara getirdim.

Hatta İbnü’l-Emin Mahmud Kemal Bey’e, Prof. Ali Nihat Tarlan Bey’e, onlara hep gösterdim hayran oldular; “Bir kasaba müftüsünün Arapça’ya bu kadar derin vukûfiyeti, beyitleri nazmen tercüme etmiş, hem müfredatıyla tercüme etmiş, şaheser bir şey” dediler. Bendeniz o kitabı, bütün kitaplığımı Fatih Üniversitesine bağışlayınca, o yazmayı da Fethullah Hoca efendiye gönderdim bir hatıra olarak. Çünkü o kitapta Said Nursî’nin imzası var.

Söz Said Nursî’den açılmışken şunları da söylememe müsaade buyurun. Nihat Tarlan Bey’den dinlemiştim. Diyor ki; “Mütareke seneleriydi. Ben Said Nursî hazretlerine İstanbul’da tanıdım. İttihat ve Terakki ona küçük bir maaş bağlamıştı. O maaş ile geçiniyor. Şehzadebaşı’nda bir kahvenin çatı arasında oturuyor, zeytin ekmek yiyerek hayatını sürdürüyor. Aldığı para ile kitap bastırıyor, parasız dağıtıyordu.” Yani bir İslam misyoneri ki, Nihat Tarlan Bey onun hulûsuna hayran olmuştu. Ben de babamdan hazretin medhini duyduğum için kendisini görmediğim halde eserlerini aldım, hayatına ait bir de bir kitap var, onları aldım kütüphaneme koydum. Eski harflerle basılmış, yeni harflerle basılmış.

Onların hepsinden yararlandım, başkalarına da tavsiye ettim. Şimdi bir öğretmen evladımız var, onun Risâle-i Nûr’unu almış, hayran oluyor. Okuyup duruyor millet şükran hisleriyle dolu. Kendisini göremedim fakat çilekeş bir insan, öyle mahkemelerde, hapislerde, şurada burada çok sıkıntılar içersinde geçirmiş ömrünü.Sonra ne gariptir halkın şimdi ona bağlı olanları, bazı uyanık geçinenleri ürkütüyor. Aslında uyanık değil onlar. Uyanık olsalardı Risâle-i Nûr okurlar da gözleri açılırdı. Fakat bu memlekette değerli insanlar öteden beri itilir kakılır. Bu da Cenab-ı Hakk’ın bir cilvesidir. Nihayet ne oldu, vefat etti, halkın ona gösterdiği aşırı sevgiden ürktüler de onun mezarını bile gizlediler. Bir uçağa koydular dolaştırdılar, dolaştırdılar, bir yere defnettiler ama neresi olduğunu kimse de bilemez çünkü defnedenler de gittiler.

O zaman bendeniz Mevlânâ hazretlerinin bir beytini hatırladım. Sanki Mevlânâ o beyti Bediüzzaman hazretleri için yazmış. Bakın ne diyor o beyit.

Manası aynen şöyle: “Öldükten sonra bizim mezarımızı yeryüzünde aramayınız bizim mezarımız bizi sevenlerin gönlündedir.” İşte Said Nursî için yazmış bunu. Onun için o yerini buldu.

Said Nursî ile ilgili dikkatle bakmamız gereken bir mesele var burada. Said Nursî, zamanında milleti tarikata değil hakikate, yani hakiki imana çağırmıştır. Bozulmuş, yozlaşmış tarikat dediğimiz şeylerden, Mevlânâ da şikayet etmiştir. Mevlânâ Mevlevîliği kurmadığı gibi, tarikatçıların aleyhinde bazı ifadeleri de vardır Mesnevi’de.

Mesela şöyle diyor: İki kardeş Konya’da bir gece yatsı namazından sonra dışarıda kalmışlar, Mevlânâ’ya gidememişler. O zaman da Konya’da yatsı namazından sonra sokakta kalanları gece bekçileri yakalıyorlar karakola götürüyorlar, dayak atıyorlar siz hırsızlık mı yapacaktınız ki yatsıdan sonra sokaklarda dolaşıyorsunuz diye. Bu iki kardeş de korkmuşlar, bir dergâha sığınmışlar, gerisini söylemiyorum. Mevlânâ’dan evvel dergâh olarak Kadiri dergâhı var, Rufai dergâhı var, başka dergâh yok.


Zaten Mevlânâ’nın zamanında Mevlevî dergâhı, Mevlevîlik yok. O babasının yolunda. Babası büyük velî… Moğollar önünde şehit olan, Necmeddin-i Kübrâ, Kübreviyye tarikatında o anda, ama kendi “bizim tarikatımız Muhammediyye tarikatı, biz ilahi aşkın yolunun yolcusuyuz”, diyor. Aslında bendeniz de tarikatları şöyle anlıyorum. Bir cami avlusundaki şadırvanı düşününüz. İçi Muhammedî su ile dolu, orada olukların üzerinde Kadiriyye, Nakşiyye, Mevlevîyye yazıyor. Hepsinden aynı su akıyor. Tarikatlar bu memlekette çok hayırlı işler yapmıştır.

Bilhassa Mevlânâ’dan sonra kurulan Mevlevîyye tarikatında büyük şairler, bestekarlar, ressamlar yetişmiş, Dede Efendi gibi bestekarlar yetişmiş, hayırlı olmuş. Fakat son zamanlarda dergâhlar dejenere olmuş, tembel yurdu olmuş, onun için kapatılmış dergâhlar. Çok garip bir haldir bu.

İşte Said Nursî’nin eserlerinde tarikat yok. Ya Kur’an var, ya Hadis var. Başka bir şey yok. Ben şu tarikattayım da demiyor. Çünkü tarikat o dönemlerde bu memlekette nifak sokuyor nifak. Kadirî Mevlevî’yi beğenmiyor, Mevlevî Nakşîden hoşlanmıyor. Birbirlerine düşmüşler. Halbuki eski zamanda şeyhler birbiriyle dost oluyor. Birbirlerinin dualarını talep ediyor, ayinlerine gidiyorlar.

http://www.semazen.net/roportaj_detay.php?id=28
 
Üst