Sloganik kardeşlik ile rasyonel kardeşlik

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Bismihi Teala
Ve Allah (c.c) ilk insanı yarattı ve adına Adem dedi, ona görev yükleyerek onu peygamber kıldı. O, Hz. Adem (a.s) oldu.
Adem (a.s) çocuklarından başlayan insanlığa Allah (c.c), "Birbirinize kardeş olun." emrini verdi. Bu emre, insan oğlunun bir kısmı buna uydu, bir kısmı ise bundan uzak durdu.
Allah (c.c), nice peygamberler gönderdi ve bu kardeşlik vurgusunu iletmek için görevlendirdi.
“birbirinize zulmetmeyin, birbirinizin malını gasp etmeyin, birbirinizi öldürmeyin ve birbirinizi sevin” gibi emirleri insanlara ulaştırdı.
İşte bu vahye tabi olanlara Allah (c.c) Müslüman kimliğini verdi. Bu kimlikle beraber tüm değer yargılarının sıfırlandığı hatırlatıldı ve her Müslüman’ın ortak değeri “UHUVVET” oldu.
Bu misyonu yüklenen Müslümanlar, yaşamış olduğu hayat içerisinde bir takım durumlar karşısında Allah’ın emirlerine uymaya söz verdi.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM!
Daha önceki yazılarımızda farklı bir perspektiften baktığımız “UHUVVET” kavramı üzerine bugünde farklı bir açıdan değerlendireceğiz.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM!
Söylemsel, sloganik uhuvvet ile rasyonel uhuvvetin açıklamasını yapmadan önce, Tarihsel seyri göz önünde bulundurmamız kaçınılmazdır.
Ne zamanki uhuvvet ilahi kurallara göre, diğer bir deyişle Rabbimizin istediği şekilde düzenlediğimiz zaman, ilk Peygamber’den (Hz. Adem (a.s) ) günümüze dek tarih sayfaları içerisinde yer alan saadet dolu ve başarılı zamanlarımızı göreceksiniz.
Bunları örneklendirmek için İslam tarihine hafif bir göz gezdirmek yeterli olacaktır, bunun zıddı durumları da görürüz.Buda ilahi kurallardan uzaklaşınca ortaya çıkan durumlardır.
Uhuvvetin nasıl olacağını aslına bakarsanız hepimiz iyi bilmekteyiz.
Söylemlerde ve sloganlarda hep o UHUVVET telaffuz edilmiş olsa da, ama eylem ve pratikte maalesef hayatımızda o kadar yer bulamamıştır.

İslam kardeşliğini benimseyen ve özümseyen bir müslümanın, hiç bir zaman olaylara nefsi davranma lüksü bulunamaz, esasen kardeşliğin gereği olarak onu islam dairesi içinde hareket etme zorunluluğu vardır.

Kardeşliğin özünde olaylara nefsi davranmak değil, bizzat Kuran ve Sünnet ışığı altında değerlendirmesi farz olan bir durumdur.

Müslümanlar, İslam kardeşliğinin gerçek binasını oluşturamadığı nedeniyle, hayatında karşılaştığı olaylara nefsi davranarak büyük yanılgılar içine düşmektedir.

İslam prensipleri unutulunca, kardeşlik duygusu maalesef unutulup gidilmekte, hak ve hukuklar çiğnenmektedir.

Kardeşlikte ki ilk kırılma, Habil ve Kabil ile başlamıştır ve günümüze kadar halen devam etmekte.
Aslında bu Şeytanın hoşuna giden en güzel amellerdendir. Bir Müslüman, kardeşini kendine tercih etmelidir, “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe tam manasıyla iman etmemişsinizdir.” demiştir Resulullah (s.av)
Kuran ve Sünnete baktığımız zaman kardeşliğe ne kadar önem verildiğini göreceksiniz
Resulullah (a.s) döneminde de göreceğiz, Bedir harbine baktığımız zaman net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Baba oğla, kardeş karındaşa karşı ölümüne çarpışmıştır, ölmüş ve öldürmüştür.
Hiçbir an çekincesi olmamıştır, “aman karşımdaki müşrik benim babam, karındaşım, amcamdır” dememiştir. Onlar bilakis Allah ne der, ona bakmışlardır.
Musab Bin Umeyr kardeşi Azizi Bedir harbi içerisinde ki esirlerin arasında görünce, karındaşım ne der dememiş, bilakis “onun ellerini sıkı bağlayın, onun annesi zengindir, iyi fidye verir” demiştir.
Medine’ye bir baktığımız zaman münafıkların başı Ubey bin Selul’un “İFK” hadisesin de yaptığı fitnenin sonucu olarak oğlu Abdullah, Allah Resulune şöyle söylemiştir. “Bırak onu ya Resulullah onun kafasını ben vurayım” demiştir.
Ama günümüzde ise sahabelerin eylemleri bizim sadece ve sadece söylemlerimiz olmuş. İşte biz Eshabın eylemlerini kendi eylemlerimiz yapmadıkça vahdetten, hilafetten bahsetme hakkımız yoktur.
Hilafete giden yol eylemsel Kuran’i uhuvvetin harfiyen uygulanmasından geçer. Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde ilk yaptığı icraat Muhacir ve Ensar arasındaki kardeşliği imar etmekle başlamıştır.
Tabi ki insan olmamız hesabı ile yanlışlar yapabiliriz, ama bir müslümanın en büyük özelliği olan hatadan dönülüp tevbe etme özelliğini harekete geçirmelidir.
Eshab’tan Bilali Haberşi’ ile Ebuzer arasında cereyan eden bu hadise gibi.
Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikâyet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:
- ‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’(Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.)
Ve bu durum karşısında Ebu Zer (r.a) yapmış olduğu yanlışın farkına varıp, özür dileme erdemliği gösterip en uygun hareketi yapmıştır.
Bilali Habeş’nin kapısının eşiğine yüzünü koyup “Ey Bilal, ya bu yüze basarsın yada beni af edersin.” Demiştir.
Bu durum karşısında Bilali Habeşi, “bu yüz basılmaya değil öpülmeye layıktır” deyip Ebuzer’i af ediyor.
Onlar bu erdemliği gerçekleştirdi ve bunu yapabildiği içinde kısa bir süre içerisinde dünyaya hakimiyet sağladılar.
Yapacağımız şey çok zor olduğu kadar aslında çok basittir, tercihlerimizi karındaşlarımızdan yana değil, kardeşlerimizden yana kullanmamız yeterlidir.
Aslında bu davada yola çıktığımızda verdiğimiz söz, attığımız imza ile İslami daire içinde olmayan her şeyimize; bunlar karındaş baba, anne, akraba, aşiret, dost, arkada ve hepsine bir çizgi ve bir reddiyedir.
Haydi kardeşlerim, gereğini gerçek anlamda yerine getirmeye….
Selam ve dua ile….

Fuat Çelik
 
Üst