Size bir Dersim hikâyesi anlatayım (2)

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
AF ilan edilmiştir. Dağlarda dolaşanlar, artık askere yakalandıkları an kurşuna dizilmeyeceklerini anlamıştır. Ve teslim olurlar. Kan kokan Dersim’den,
Anadolu’ya zorunlu göç başlamıştır. Kayıtlar, resmi ve gayri resmi rakamlar ne der, önemi de yoktur. Afyon’a giden kafilenin içinde anaları konakta
öldürülmüş, babaları ve dedeleri ise bir dere kenarında (aynı gün) kurşuna dizilmiş ağabey-kardeş de vardır: Koç Mustafa Ağa’nın oğlu Hıdır’dan olma, Geyik’ten doğma Hayri (12) ve Ahmet (kayıtlarda 6, gerçekte 3 yaşında).

Uzun süre sonra ilk banyo, Afyon Çocuk Esirgeme Kurumu’nda alınır. Sıcak yemek, kıyafetler... Afyon onlara kucak açmıştır. Ve her çocuk gibi onların da bir aile tarafından evlat alınması amaçlanmıştır. Ağabey büyük olduğundan şansı
yoktur ama onun vardır. Çünkü çocuksuz aileler, geçmişi hatırlamayacak kadar küçük olanları tercih etmektedir.

Deli Çavuş... Adı hep öyle kalmış. Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği cesaretten bu lakap verilmiş ve hep böyle anılmış. Karı-koca en büyük dertleri çocuk sahibi olamamak. Ve derler ki sonra: “Seni ilk gördüğümüzde sevdik. Kocaman gözlerin, kıvırcık simsiyah saçlarınla, yaralı yüzünle paçamıza yapıştığında kararımızı vermiştik. Sen bizim oğlumuz olacaktın...“

Fakir bir Anadolu kentinde, sevgi dolu bir ailede geçen 15 yıl. Okutulan, el üstünde tutulan, gözbebekleri gibi bakılan bir genç. Okul çıkışlarında önce babanın semer dükkânına gidiyor. Bir yandan baba işi öğreniliyor, bir yandan sanat okulunda meslek sahibi oluyor. Babanın askerlik anılarıyla büyüyor. Asker olmak en büyük arzusu. Deli Çavuş’un oğlu olmak, en büyük gurur kaynağı...

Bir gün okul çıkışında, yolunu, zayıf, çelimsiz, Türkçesi bozuk birisi keser.

Hikâyesini anlatır ve onu gerçek evine götürmeye geldiğini söyler. Karşısındaki genç, yıllar önce Afyon Çocuk Yurdu’ndan kaçan ve memleketine dönen ağabeyidir. Üç gün inanmaz. Gördüğü kâbuslar ile kendisine anlatılanlar arasında paralellik kurar. Hayatta en değer verdiği anne ve babasının üvey olma fikrini üç gün sonra taşıyamaz hale gelir. Ve o okul çıkışı, eve varır ve anasına, “Ben üvey miyim?” diye sorar...

“Annem ağlamaya başlayınca gerçeği anladım. Tek kelime etmedi ve sadece ağladı. Ve hemen evden kaçtım. Beni bekleyen ağabeyimin yanına gittim ve
ilk trenle Elazığ’a geçtik. Oradan da köye...”

Ancak Türk örf ve âdetlerine göre büyüyen, Sünni olan gencin kafası karışıktır. Her şey kendisine yabancıdır. Alışmaya çalışır. 6 ay sonra haber gelir. Üvey annesi, hastaneye kaldırılmıştır. Ve bir gün Deli Çavuş’u karşısında görür. Üvey babasını. “O gün anlamıştım, beni sevgiyle büyüten bir anam ve babam var. Ve her ikisi de sağ...”

Ve her şeyi geride bırakır... Ağabeyine tüm mallardaki hakkından vazgeçtiğini söyler. Tüm akrabalarıyla vedalaşır ve Afyon’a bu kez gönüllü döner.

Yıllar sonra o günü oğullarına şöyle anlatır: “Afyon garında üvey annem ve benden çok önce geri dönen babam vardı. Anam tek kelime etmedi. Sarıldı, eve gidene kadar bırakmadı. Ağladı. Ne yaptığımı o gece anlattım. Sonra bir daha bu konuyu hiç konuşmadık. Ne o sordu ne de ben anlattım..”

Elbette anlamışsınızdır. Bu hikâyedeki kişi benim babamdı. Hikâyesini en azından ben gençlik dönemine girdiğimde ve siyasete ilgi gösterdiğimde
öğrenmiştim.

Her muhafazakâr Türk’te rastlayabileceğiniz Kızılbaş alerjisi annemde de vardı. Ömrünün son zamanlarında takılırdım, “Kızılbaş biriyle neden
evlendin?” diye...

“Ah be oğlum, ne bileyim bunun kökü Kürt. Öğrendiğim gün evi terk ettim. Ama Afyon’dan anası geldi. ‘O benim oğlum. Öz ve öz Türk’ dedi... Bizi tekrar bir araya getirdi. Baban hep Sünni’ydi. İyi ki ondan ayrılmamışım...”

Aslına bakarsanız, rahmetli annem de Rus baskısından kaçan Çerkez göçmeniydi. Bunu da annem öldükten sonra araştırmıştım. Rusya’dan
Lübnan’a, Trabzon’a gelen, ardından Bayburt ve Erzurum’da kök salan bir aile...

İşte böyle... Biri Türk, diğeri Kürt olan iki kardeş ancak bu coğrafyadan çıkar. Biri Sünni, diğeri Alevi... Çerkez gelip Türkleşenler de bu coğrafyada bulunur.
Çerkez’in Türk’leşeni ile Kürt’ün Türk’leşeninin evlenip bu vatana hizmet eden çocuklar da bu coğrafyadan çıkar. Zorunlu veya gönüllü asimilasyonun ağası da bu topraklarda yaşanır.

Ve kendimi bu ülkeye, bu topraklara ait hissetmekten hiç vazgeçmedim. Tüm acılara, geçmiş hatalara rağmen kendi kimliklerimizi gururla ifade edeceğimiz, etmekten korkmayacağımız tek rejimin demokrasi olduğunu en iyi bilen kuşağız. En azından ben öyleyim...

SİZE BİR DERSİM HİKAYESİ ANLATAYIM (1) - YAVUZ SEMERCİ'NİN DÜNKÜ YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN


Yavuz Semerci - Habertürk
 
Üst