Sizce hangi alfabe daha Türk?

Hangisi daha Türk?


  • Kullanılan toplam oy
    29

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
olur mu türkçe 1924 de hilafetin ilgasından sonra atatürkle geliyor. ondan önce osmanlıca daha öncede arapça idi. alfabe ile dili nasıl birbirinden ayırıyorsunuz anlamadım?






hangi dönemde aarapca yazisini kullanmisiz söyleyin hele ?
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
tmm alfabe ile alakalı olsa bile neden türk Alfabesi müslümanız alhamdulillah ümmetin alfabesi hangisi olmalı sorusu kardeşlik kaynaşma ve islam adına daha uygun bir soru olurdu diye düşünüyorum.






kardesim ümmet bilincinin dil veya alfabe ile ne alakasi var ? ne yani ümmet bilinci icin bütün müslümanlar ayni alfabeyi veya dili mi kullanmasi lazim ?
Allah tarafindan bir millete verilen üc sey vardir :

1. Dil
2. Alfabe
3. Para birimi

ve bu üc seyden biri degistirildigi zaman o ülkenin basi bela ve musibetten eksik olmaz. Adem as Allahin emri ile evlatlarini dünya üzerinde yayilmalari icin gönderdiginde her birine gittigin yerde su dili konus diye ögüt vererek ugurlamis - ve bu sayede dünyada ki diller meydana gelmis .

dil - alfabe milliyetcilik unsuru olsaydi Peygamberimiz "düsmanlarinizin lisanini ögrenin" diye ögüt vermezdi !

dil ve alfabeyide milliyetcilik unsuru sayanlar, kurtulun artik bu zihniyetten. Allah beni türk olarak yarattiysa ben ne türklügümden utanirim / ne alfabemden ne de türk lisanindan vaz gecerim/ ne de türk oldugum icin kücük daglari ben yarattim havasina girerim ... velhasil kelam dil ve lisan milliyetcilik unsuru degildir - dil ve lisan her milletin korumasi gereken kendi özünün bir parcasidir


basligi acan kisiye katiliyorum. lakin türkler yaziyi 1000 yildan daha önce bulmuslardir. sümerlerin türk oldugu artik tarihciler arsinda kabul edilen bir gercektir. sümerler ise yaziyi MÖ 3200´lerde icat etti. ayni zamanda tarafsiz ve vicdan sahibi batili aydinlar bile insanligin uygarligi türklerden ögrendiklerini itiraf ederler.
en basitinden kagit ve yazi , tarim, hayvancilik , askeri nizam ve intizam ...
 

hikemiyat

Profesör
Katılım
3 Ağu 2014
Mesajlar
752
Tepkime puanı
29
Puanları
0
Türkçeden İslam'a Giriş


Üslûb-u beyân ayniyle insan. Türk Milleti Türkçe ile bu topraklarda doğdu. Toprağın ruhu ile insanın kavlinin buluşması, bu topraklarda konuşulan dilin Türkçe olmasını, bu toprakların Türk vatanı olmasını, bu vatanın Türk Milletine ait olmasını temin etti. Türkçe, Müslümanlığı üzerindeki titizliği ve Müslümanlığından duyduğu memnuniyeti elden bırakmayanlara, bu karakterinin mükâfatı olarak verilmiş bir lisan olarak doğdu. Biz bir millet oluşumuzu ve bir vatana sahip oluşumuzu Müslümanlığımızdan başka hiçbir şeye borçlu olmadık. Bu en başta böyle idi, hep böyle idi, halen de böyledir.


İnsanları insanlardan ne anladıkları sebebiyle değil, ne konuştukları sebebiyle tefrik edebiliriz. Bu manada Türkçe diye bir şey doğmuş ve bu Türkçenin doğuşuyla beraber millî bir haslet olmuştur. Türkçe doğarken Türk Milleti oluşmuş, tekevvün etmiştir. Bunun müşahhas yanı, Türkçe dediğimiz şeyin bilhassa Yunus Emre’den önce tekkeler, zaviyeler ve medreselerde; Yunus Emre’den sonra da yine Kur’an ve Hadis bilgisi ışığı altında doğmuş olan dil olmasıdır.

Türkçe dediğimiz dil Arap sarf ve nahvini bilen insanların hayatlarını itikatlarına uygun bir şekilde idame ettirme gayretleriyle kavuştukları dildir. Bizim XIII. asırdan itibaren dilimizin teşkilinde neye inandığımız, niçin amel ettiğimiz tayin edici olmuştur ve buradan Türkçe doğmuştur. Türkçe dediğimiz dil ahalinin, avamın dili değildir; avam, bilenlerden o dili öğrenmiştir.

Yani bu Türkçe, -tıpkı Latince gibi- yüksek tabakanın kendi aldığı eğitim ve terbiye gereği kelimelere yüklediği mana ile vücut bulmuş bir lisandır. Bizim dilimiz içine Arapça, Farsça doldurulmuş bir Türkçe değildir. Tam tersine Arapça ve Farsça bilen insanların bir ifade imkânı üretmesi sonucunda doğmuş bir dildir.

Tam metin:

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=142&KID=10&PGID=0
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
10437622_1601680866762865_7307543749267816489_n.jpg


kul-tigin-4.png
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Arap, Türk, Latin diye alfabe yoktur aslında..

Kök olarak iki yazı çeşidi vardır.. Çivi yazısı ve Hiyeroglif.. Diğer tüm alfabeler bu iki köke dayanır..

Türkler ilk kayıtlarını Runik Alfabe ile yapmışlar. İşin ilginç tarafı yakın bölgedeki Çin alfabesi kullanmayışlarıdır. Normalde Vikingler ve diğer kuzey Avrupa kavimleri Runik harf kullanıyor..

Öyle gözüküyor ki ilk insanlar Güney ve Kuzey toplumları diye ikiye ayrılmışlar.. Güneydekiler Mısır Hiyerogliflerinden gelişen harfler, Kuzeydekiler ise Çivi Yazısından gelişen harfler. Medeniyetler kökeştikten sonra Kuzey ve Güney ayrımı zamanla Doğu ve Batı eksenli oldu..

İşin tuhafı Kara Afrika..! Genetik olarak insanlığın kökü Afrika'da görünüyor. Arap yarımadası ile Afrika kıtasının Kızıldeniz'de en yakın olan orta kısmının Afrika tarafı.. Habeşistan'nın biraz aşağısı işte.. Yazının icadından çok çok öncesini diyorum. Evet, hepimiz zenciydik belki.. Lakin hayat şartları, göçebelik, soğuk falan gibi çileler beyin gücünü zorlamış. Elbiseler dikmişiz, çareler üretmişiz. Yani kısacası akletmişiz. Akletmeyenler ölmüş, alkedenler ise genlerini devam verme imkanı bulmuşlar. Afrika'da kalanlar ise iklimin verdiği rahatlık ve toprağın bereketi ile hiç kafa çalıştırmamışlar. Ekmek elden su gölden hesabı.. Bir yazı çeşidi bile çıkarma ihtiyacı doğmamış. İlginç.. Öylece simsiyah, donsuz elbisesiz idare etmişler.. Oh valla, ne kış var ne hazan.. Demek ki rahat, bir vakte kadar idare ediyor, sonra birileri gelip dürtüyor, yerinden ediyor.. Adalet acaip bir şey. Allah'ın El-Adl sıfatını biz sanıyoruz ki bir insan ömrü içinde tecelli etsin.. Ulen Allah için zaman nedir ki? Kim bilir kuzey kavimlerinin ataları niye Afrika'dan def edildi.. Kadere bak, sen dön dolaş, taa nesiller sonra üstün bir teknolojiyle gelip sömür.. Çok acaip işler var, çok.. Ve bu kader, bugün durmuş değildir. Dünün bugünü olduğu gibi bu işlerin yarını da vardır..

Eğer ahirette uzun bir hesaptan sonra el elde baş başta çıkarsa hiç şaşırmam. Belki O, büyüklüğünü ve en ince hesabı sıfırlayışı ile bir kez daha bizi şaşırtacaktır. Ne malum? Düşünsenize kimsenin kimseden ne alacağı çıkıyor ne vereceği.. Pfff, ve en son ayrım, imanla küfür arasında hükme geliyor.. Ne acaip olurdu ha! :D Bunu şuna benzetebiliriz: Denizler çılgınlar gibi dalgalanır, kayalara vurur; seller yamaçlardan kayaları toprakları kaydıra kaydıra gelir; bir olur sakin olur denizler okyanuslar, bir olur fırtınalar kopar.. Ama özünde her damla su buharlaşıp bulut olur ve yağmur olup yere düşer.. Bütün hesapların kökünde bir dairenin iki ucu gibi birleşir ve sıfırlanırlar.. Ne acaip..
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Kavmiyetçiliği barındıran ya da çağrıştıran bütün konulardan nefret ediyorum. Aşırı derecede nefret ediyorum. Babamı ve annemi tayin eden ben değilim sadece "O", yapacak da bir şey yoktur, "O"ndan geldik "O"na döneceğiz.

Ana dilim ne olursa olsun, Kur'an ve Sünnet merkezli bir hayatla hayatımı kuşanmak zorundayım benim için önemli olan burasıdır.

Osmanlı Türkçesi'nin lağvedilmesinin iki gerekçesi vardır:

1- Kavmiyetçilik (Asabecilik)

2- İslam Düşmanlığı

Her ikisi de ayaklarımızın altındadır.

NOT

Bizim için Arapça'nın önemi, ilmi müktesabatımızın dilinin Arapça olmasıdır. Merkezde Kur'an da dahil.

Selamlar.
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Bundan sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka bir dil konuşulmayacaktır. (Karamanoğlu Mehmet Bey)

11885192_1613173068946978_8531695241881638747_n.jpg
 

garip70

Ordinaryus
Katılım
30 Kas 2009
Mesajlar
2,779
Tepkime puanı
309
Puanları
0
Osmanlı zamanında kullanılan Arap alfabesi daha Türk bence.

Çünkü; halk arasında çok kullandığımız (ng) yazıyla çıkaramayacağımız ama genizden gelen bir harf var. Osmanlıca'da buna ''sağır nun'' deniyordu galiba. Latin alfabesinde bu sesin karşılığı yok.
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
yahu bir alfabenin kavmimi olurmusta türk arap laz cerkez vs diyorsunuz.
Dilleri kim yarattiysa alfabeleride o yaratmistir, dolayisiyla hepsini ögrenmmekte fayda var.

Latin alfabesi araciyla dinimizi ve degerlerimizi batililara daha kolay anlatma imkani bulduk, batililardanda bircok sey ögrendik ...
Simdi bin yillik yazi dilimizi canlandirma zamani geldi.
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Orhun âbideleri Göktürk devrinden kalma kitabelerdir. Göktürkler, milâttan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen sülâleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya’daki büyük Türk imparatorluğunun 6. asırla 8. asır arasındaki devresinde hüküm sürmüşlerdir. 6. asrın ilk yarısında Türk devletinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 tarihinde Bumin Kağan Avar idaresine son vererek Türk devletinin Göktürk hanedanı devrini açtı. O devirde büyük kağanlığın merkezi devletin doğu kısmında idi ve batı kısmı da doğuya bağlı tâbi bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağanın kardeşi İstemi Kağan da 576′ya kadar bu batı bölümünün kağanı idi.

Bumin Kağan, Göktürk hâkimiyetini kurduğu sene içinde Öldü ve sırasıyla üç oğlu, büyük kağanlık yaptılar. Birincisi 553′te, ikincisi 553-572′de, üçüncüsü de 572-581 tarihlerinde hüküm sürdüler. Bunlardan ikincisi olan Mukan zamanında devlet Mançurya’dan İran’a kadar uzanan kuvvetli bir imparatorluk hâline geldi. Daha sonra devlet, bir yandan kuvvetli hakanların yokluğu ve devleti teşkil eden kavimlerin çekişmeleri, öte yandan bilhassa Çin entrikası yüzünden bir sürü karışıklıklar geçirdi ve nihayet 630′da devletin asıl doğu kısmı Çin hâkimiyetine geçti. Zamanla Çin hâkimiyeti batı kısmına da sirayet etmeye başladı. Fakat bu Çin esareti daha fazla devam etmedi ve Kutluğ Kağan veya ikinci adıyla îltiriş Kağan, Çin hâkimiyetine son vererek 680-682 senesinde devleti yeniden toparladı. İltiriş Kağan ve 691′de ölünce yerine geçen kardeşi Kapgan Kağan idaresinde devlet yeniden eski haşmetini buldu.


İlteriş Kağan’ın Bilge ve Kül Tigin adlı iki oğlu vardı. Öldüğünde bunlar 8 ve 7 yaşlarında idiler. Kapgan Kağan 716′da ölünce idareyi onun oğullan almak istedi. Fakat Bilge ve Kül Tigin kardeşler buna mâni olarak ve amcazadelerini tasfiye ederek babalarının devletine el koydular ve Bilge Kağan hükümdar oldu. İki kardeş babalarının ve amcalarının devrinden kalmış ihtiyar vezir, Bilge Kağan’ın kayınpederi Tonyukuk’un da yardımıyla devleti daha da kuvvetlendirdiler. Sonra 731′de Kül Tigin, 734′te de Bilge Kağan öldü. Bilge Kağan’ın ölümünden 10 sene kadar sonra da Uygurlar, devleti ele geçirerek 745′te Göktürk hâkimiyetine son verdiler.


Birincisi olan Kül Tigin âbidesini ağabeyisi Bilge Kağan 732′de diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan âbidesini de ölümünden bir yıl sonra 735′te kendi oğlu olan kağan diktirmiştir. Üçüncü olarak verilen Tonyukuk âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir. Orhun civarında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitabeler de bulunmuştur. Belli başlıları altı tanedir. Fakat bunların en büyükleri ve mühimleri bu üç tanesidir.


Kül Tigin âbidesi, kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürün ebedî bir ifadesidir. Bilge Kağan bu ruh hâli ile âbide inşaatının başında oturup, eserin hazırlanmasına bizzat nezaret etmiştir. Abidedeki ulvî ve mübarek hitabe onun ağzından yazılmıştır, âbidede o konuşmaktadır, müellif odur.

1709’da Poltava muharebesinde esir düşen bu İsveçli subayı Ruslar Sibirya’ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan ve Messerschmidt’e kılavuzluk ederek serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722′de vatanına döndükten sonra 1930′da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden de bahsederek bazılarını yayımlamıştır. Bu yayın derhal ilim aleminin dikkatini çekmiş ve Orhun âbidelerinden bir iki asır öncesine âit bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya başlamıştır. Nihayet 1899′da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri olduğu anlaşılan Orhun kitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890 tarihinde He-ikel’in başkanlığında, bir Fin, 1891′de de Radloff’un başkanlığında bir Rus ilmî sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de âbideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür.

Fin heyeti getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan hem Fin heyeti, hem de Radloff getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile âbidelerin okunması çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı büyük âlim Vilhelm Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893′te Orhun yazısını çözmeye muvaffak olmuştur. Önce, âbidelerde çok geçen tengri, Türk ve Kül tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün âbideleri okumuş ve böylece Türk milletinin ebedî minnettarlığına mazhar olmuştur. Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan Radloff abidelerin metni ve tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu diğer âlimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk âbideleri elden düşmemiştir.


Amerika’dan Japonya’ya kadar Avrupa’da ve medeni âlemde hemen hemen her dilde bu âbideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, neşirler birbirini kovalamıştır. Son olarak genç Türk âlimi Talât Tekin Amerika’da Orhun Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır. Son zamanlarda Orhun sahası arkeolojik araştırmalarda da ön plâna geçmiş ve burada yüzlerce heykel, balbal, çeşitli eserler ve şehir harabeleri bulunmuştur. Bu arada Çekoslovak âlimi L. Jisl Kül Tigin heykelinin başını da bulup gün ışığına çıkarmıştır.


Kül Tigin âbidesi, kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Keşfedildiği zaman, bu kaidenin yanında devrilmiş bulunuyordu. Bilhassa devrik vaziyette rüzgâra maruz kalan kısımlarında tahribat ve silintiler olmuştur. Sonradan yerine dikilmiştir. Yüksekliği 3,75 metredir. İtina ile yontulmuş, bir çeşit kireç taşı veya saf olmayan mermerdendir. Yukarıya doğru biraz daralmaktadır. Dört cephelidir. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimdir. Güney ve Kuzey cepheleri ise aşağıda 46, yukarıda 44 santimdir. Âbidenin üstü kemer şeklinde bitmektedir ve yukarı kısımda beş kenarlı olmaktadır. Doğu cephesinin üstünde kağanın işareti vardır. Batı cephesi büyük bir Çince kitabe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitabelerle doludur.


Cepheler arasında kalan ve keskin olmayan kenarlarda ve Çince kitabenin yanında da Orhun yazısı vardır. Doğu cephesinde 40, güney ve kuzey cephelerinde 13′er satır vardır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu aşağı yukarı 235 santim kadardır. Cetvelden çıkmış gibi, çok muntazam, düzgün ve güzel harflerle yazılmıştır. Abidenin civarında türbe enkazı, pek çok heykel parçalan ve âbideye çıkan iki tarafı heykeller, taşlar dizili 4, 5 kilometrelik bir yol bulunmuştur. Bu heykel parçaları arasında son zamanlarda Kül Tigin-’in başı ve karısının gövdesi ve yüzünün bir kısmı da bulunmuştur. Abidenin ve türbenin inşasında Türk ve Çin sanatkârları beraber çalışmışlardır. Âbidedeki kitabeleri Bilge Kağan ve Kül Tigin’in yeğeni Yollug Tigin yazmıştır.


Bilge Kağan âbidesi, aynı yerde Kül Tigin âbidesinin bir kilometre uzağındadır. Şekli, tertibi ve yapısı tamamıyla birincisine benzemektedir. Yalnız bu bir kaç santim daha yüksektir. Bu yüzden doğu cephesinde 41 ve dar cephelerinde 15′er satır vardır. Bunun da batı cephesinde asıl Çince kitabe vardır, Çince kitabenin üstünde ayrıca Türkçe kitabe devam etmektedir. Çince kitabe hemen hemen tamamıyla silinmiştir. Bilge Kağan âbidesi kendisinin 734′te ölümünden sonra 735′te oğlu tarafından dikilmiştir. Bu âbidede de Bilge Kağan konuşmaktadır. Esasen âbidenin kuzey cephesinin ilk 8 satırı Kül Tigin âbidesinin güney cephesinin, doğu cephesinin 2-24 satırları ise Kül Tigin âbidesinin doğu cephesinin mukabil satırlarına benzemektedir. Bu âbidede ayrıca Kül Tigin’in ölümünden sonraki vakaların ilâve edildiği görülür.


Tonyukuk âbidesini, lltiriş Kağan’ın isyanına iştirak eden ve o günden Bilge Kağan devrine kadar devlet idaresinin baş yardımcısı olarak kalan büyük Türk devlet adamı ve başkumandanı Tonyukuk, ihtiyarlık devrinde bizzat diktirmiştir. Bu âbidede Tonyukuk konuşmaktadır, bu âbidenin müellefi odur. Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri Baykal gölünün güneyinde Orhun nehri vadisinde Koşo Tsay-dam gölü civarında 47,1. arz ve 101 1/2 tul derecelerinde bulunmaktadır. Ötüken ormanının da buradaki Hangay sıradağlarının bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Tonyukuk âbidesi ise biraz daha doğuda 48. arz ve 107. tul dereceleri arasında Tola nehrinin yukarı mecrasında Bayn Çokto denilen yerin yakınında bulunmaktadır.


Orhun âbidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Orhun harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda tarihçi Cuveynî Târih-i Cihanküşa’smda bahsetmişti, ayrıca Çin kaynakları da çok eskiden bu âbidelerin dikildiğini bildirmekte idi. Fakat 18. ve 19. asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve âbideler ilim âleminin meçhulü olarak kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur, tik defa nebatatçı Daniel Gott-lieb Messerschmidt, kılavuzluğunu yapan Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) ile birlikte 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir taşı tesbit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta ilim âleminin dikkatini çeken Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) olmuştur.


Prof. Dr. Muharrem Ergin
 
Üst