Sivil vesayet kumpanyası

Dergaz

Profesör
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
1,685
Tepkime puanı
28
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Ne fark eder ki
Deniz Baykal, Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi... Biri yakalamış, biri pişirmiş, biri manşet yapmış.
Aradan yirmi sene geçmiş. Yine aynı Baykal, yine aynı Özkök, yine aynı “başyazar”, yine aynı manşetler... İnsan yazarken yoruluyor.
Çevrenize bir bakın, yirmi senedir “aynı işi” yapan insan azdır. Bunların içinde yirmi senedir “aynı işi aynı şekilde” yapmaya devam edenler daha da azdır. Bu bakımdan “sivil vesayet kumpanyası” olağanüstü bir örnek. Yirmi yıldır aynı işi, aynı kadroyla, aynı şekilde yapmaya devam ediyorlar.
İşleri millet iradesiyle mücadele etmek. İşleri sandıktan çıkanı sandıktan çıktığına pişman etmek.
Niye bunu yapıyorlar? Bir defa “ilke olarak” beğenmedikleri halkın siyasi tercihlerini de beğenmiyorlar. Dağdaki çobanın, köydeki Memo’nun oyuyla işbaşına gelen adamların ülkeyi yönetmesini kabullenemiyorlar. Burası ideolojik/psikolojik motivasyonlarını açıklıyor.
Bundan daha da önemlisi ise sivil siyaset güçlendikçe birilerinin iktidar alanı ister istemez daralıyor. Yalnızca asker ve sivil bürokrasinin iktidar alanından söz etmiyorum. Sermaye gruplarının ellerindeki sermaye gücünü kullanarak politik alanda etkinlik kurma kabiliyetleri de azalıyor.
Zaten ideolojik anlamda yakınlık içinde olan gruplar çıkar ortaklığı bakımından da yakınlaşarak ortak hareket etmeye başlıyorlar. Neticede ya zayıf iktidarlar ülkeyi yönetiyor ve bizimkiler işlerini yürütmeye devam ediyorlar ya da güçlü iktidarlar bir yolu bulunarak alaşağı ediliyor.
***
Güçlü iktidarların alaşağı edilmesinin yolları fazla değil zaten. 27 Mayıs’tan bu yana 10 yılda bir gerçekleştirilen müdahaleler bunun bir yolu. İkinci yöntem iktidar partisinin yoğun taciz atışları altında iş göremez hale getirilmesi. Bunun için tabiatıyla medya ayağı devreye giriyor.
İktidar partisine yöneltilen suçlamalar o kadar büyük bir gürültüyle ve yoğunlukla sürdürülüyor ki iktidar savunma pozisyonuna geçmek zorunluluğu hissediyor. Elbette bu gürültülü patırtılı havadan asıl beklenen, bir “müdahale” için uygun ortamın oluştuğunun kanıtlanması.
Ortalığı ayağa kaldırmak üzere ortaya atılan suçlamalar de değişmiyor. 60 sene önce Menderes hükümeti için söylenenler ile 40 sene önceki Demirel hükümetine veya 20 sene önceki
Özal hükümetine yöneltilen suçlamalar neredeyse tıpatıp aynı. Sadece eskiden “irtica” dediklerine şimdi “mahalle baskısı” diyorlar.
Hafızası güçlü bir toplum değiliz. Onun için bu arkadaşlar rahatlar. Yirmi sene önce Özal’a karşı attıkları manşetin aynısını yirmi sene sonra Erdoğan için de atabiliyorlar. Yeni bir argüman bulmak, yeni bir suçlama konusu düşünmek için uğraşmıyorlar bile.
“Sivil diktatör” suçlamasının ilk muhatabı Özal da değil. Menderes’ten itibaren bütün sivil iktidarlar bu suçlamadan paylarını aldılar. Mezkûr zevatın gözünde sivil olunca ister istemez diktatör oluyorsun. Daha doğrusu seçimle gelirsen “sivil diktatör” oluyorsun. Ama askeri darbe yoluyla iktidarı ele geçirmeyi başarırsan kimse seni “diktatör” olmakla suçlamıyor.
***
Bir de şu var: Menderes gelmiş gitmiş. Demirel, Özal, Erbakan gelip gitmişler. Gün gelecek Erdoğan da gidecek. Hepsinin nihayetinde bir süresi var.
Ama Deniz Baykal’ların, Ertuğrul Özkök’lerin, Oktay Ekşi’lerin iktidarlarının “süresiz” olması tuhaf değil mi?
Sanki burada kilit konu “değişen iktidar” ile “değişmeyen iktidar” arasındaki çelişki.
Değişenlere ve değişmeyenlere baktığınız zaman hangi iktidarın “demokratik” hangi iktidarın “oligarşik” olduğunu da görüyorsunuz.


kaynak
 
Üst