şirk - küfür - tevhid - dosyası

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
bu başlık altında çok önemli olan şirk, küfür ve tevhid konusu işlenecektir.

bizim için arşiv niteliğinde olacaktır. istifade edelim inşaallah

bu mesele her meselenin başıdır.

Allah (cc) nin affetmeyeceğini buyurduğu tek günah şirktir. açık şirk olduğu gibi gizli şirkte vardır. Allah (cc) bizleri şirkten ve tüm günahlardan muhafaza buyursun. amin.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
peki nedir şirk

Şirk ve küfür nedir?

Sual: Hadis-i şerifte, Allah’a şirk koşmanın dışında küfre sokan bir günah olmadığı bildiriliyor. Bilindiği gibi, şirkten yani Allah’a ortak koşmaktan başka küfre düşürücü günahlar vardır. O halde, bu hadis-i şerifteki şirk ne demektir?
CEVAP
Şirk, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, genelde, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen şirk, her cins küfür demektir.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, şirki [her çeşit küfrü] asla affetmez ve şirkten başka olan [büyük küçük bütün] günahları dilerse affeder.) [Nisa 48]

Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur. Küfre düşürücü söz kullananın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]

Küfre düşenin bütün ibadetlerinin sevapları yok olur, tevbe ederse, geri gelmez, ayrıca, nikahını da yenilemesi gerekir. Tevbe etmek için, yalnız Kelime-i şehadet söylemeleri kâfi değildir. Küfre sebep olan o şeyden de tevbe etmeleri gerekir. Küfre düştüğü şeyleri bilmiyorsa, bilip bilmediğim bütün küfür söz ve işlerden tevbe ettim demesi yeterlidir.

Berika ve Hadika’da ve Mecmaul-enhür’de diyor ki:
(Erkek veya kadın, bir Müslüman, âlimlerin sözbirliği ile küfre sebep olacağını bildirdikleri bir sözün veya işin küfre sebep olduğunu bilerek, amden [yani tehdit edilmeden, istekle] veya başkalarını güldürmek için söyler, yaparsa, manasını düşünmese dahi, imanı gider. Mürted olur. Buna Küfr-i inadi denir. Eğer bunun küfre sebep olduğunu bilmeyip, amden söyler, yaparsa, yine mürted olur. Buna Küfr-i cehli denir. Çünkü, her Müslümanın, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özür değil, büyük günahtır. Küfr-i inadi ve küfr-i cehli ile mürted olanın, nikahı bozulur. Zevcesinden vekalet alarak, iki şahit yanında veya camide cemaat ile (Tecdid-i nikah) yapması gerekir. İkiden fazla tecdid için (Hulle) lazım olmaz. Küfre sebep olan sözü, hata ederek [yani amden olmayıp, yanılarak] veya tevilli olarak veya ikrah [tehdit] edilerek söylerse, mürted olmaz ve nikahı bozulmaz. Küfre sebep olması, âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü amden söyleyen mürted olmaz ise de, bunun tevbe ve istiğfar etmesi ve tecdid-i nikah yapması ihtiyatlı olur.)

(Her iki halde de küfre girenin önceki ibadetleri yok olur. Tevbe ederse, geri gelmez. Zengin ise tekrar hacca gitmesi gerekir. Önce eda ettiği namaz, oruç veya zekâtları kaza etmez. Fakat küfre düşmeden önce yapmadığı ibadetleri kaza eder. Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek yeterli değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. Küfre sebep olan sözü, hata ederek, yanılarak veya tevilli olarak söyleyen veya küfrü gerektirdiği âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü bilerek söyleyen küfre girmez. Fakat tecdid-i iman etmesi iyi olur.)

Kâfir kime denir?
Sual: Allah’ı inkâr edene kâfir dendiğine göre, Allah’ın varlığına inanan ehl-i kitaba, kâfir denir mi?
CEVAP
Müslümanlığa göre insanlar ikiye ayrılır:
1- Müslüman olanlar,
2- Müslüman olmayanlar.

Müslüman olmayanlara gayrimüslim veya kâfir denir. Kâfirler de ikiye ayrılır:
1- Kitaplı kâfirler [ehl-i kitap],
2- Kitapsız kâfirler.

Hristiyanlarla Yahudiler, kitaplı kâfirdir. Ateist, müşrik, Budist, Mecusi ve daha başka dine inananlar kitapsız kâfirdir. Kitaplı kâfirler de, kitapsız kâfirler de Cehennemliktir.

Kitap ehli kâfirler, yani Hristiyan ve Yahudilerin hepsi Cehennemliktir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]

(“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih demişti ki: Ey İsrail oğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki, Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar. Artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72]

(Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, onlar Cehennemliktir, orada ebedî kalırlar.) [Bekara 39] (Müslüman olmayanların hepsi, âyetleri inkâr edip kâfir oluyor.)

Şirke de günah denir mi?
Sual: İslam Ahlakı ve Cevap Veremedi kitabında, yedi büyük günah, (1- Şirk, 2- Adam öldürmek, 3- Sihir, yani büyü yapmak, 4- Yetim malı yemek, 5- Faiz alıp vermek, 6- Savaştan kaçmak, 7- Namuslu kadınlara iftira etmek) olarak bildiriliyor. Niye şirk, büyük günahlar arasında bildiriliyor? Günah ayrı, küfür ayrı değil mi?
CEVAP
Günah veya haram, Allahü teâlâya isyan demektir, onun yasak ettiği şeyi çiğnemek demektir. Bu yasakların en büyüğü elbette şirktir, küfürdür. Onun için şirk, küfür, büyük günahlar arasında sayılıyor. İsyan etmenin en büyüğü demek oluyor. Peygamber efendimiz de, şirki büyük günahlar arasında bildiriyor. Demek ki, haramların içinde şirk de, küfür de vardır. Herkes bu inceliği anlayamıyor. Anlayamayınca da kitaplara kusur buluyor.

Küfür alametleri
Sual: Bazı kimseler, (Boyna haç, bele zünnar takıp bir kere secdeye gidilirse veya namaz kılınırsa, artık haç Müslüman olmuş olur. Bir daha bunlarla namaz kılmakta sakınca olmaz. Diğer küfür alametlerinin hepsi böyledir) diyorlar. Acaba bu düşünce, Hristiyanlığa olan aşırı muhabbetten, kör taassuptan mı kaynaklanıyor? Haç ve zünnar Müslüman olur mu?
CEVAP
Haç ve zünnar, küfür alametidir. Bunlar secdeye gitmekle, zemzemle yıkanmakla küfür alameti olmaktan çıkmaz. Haç denilen putu, papazların zünnar denilen kuşaklarını ve diğer küfür alametlerini, namaz kılarken kullanmak da küfür olur.

Puta tapmak ve şirk
Sual: Müşrikler de putların yaratıcı olmadığını bilip, sadece, putları Allah’a yaklaşmak için vesile ediyorlar. Bunlar müşrik oluyor da, Evliyayı Allah’a yaklaşmak için vesile eden niye müşrik olmasın?
CEVAP
Evliya-yı kiramı putlara benzetmek çok çirkindir. Müminler, Enbiyaya ve Evliyaya tapınmıyor, bunların Allahü teâlâya şerik [ortak] olmadığını biliyorlar. Enbiyanın ve Evliyanın, Allahü teâlânın sevdiği kulları olduğuna, Allahü teâlânın, bu sevdiklerinin bereketiyle, diğer kullarına merhamet edeceğine inanıyorlar. (Zararı ve faydayı yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Tapınmaya hakkı olan yalnız Odur. Sevdiklerinin bereketiyle kullarına merhamet eder) diyorlar. Müşrikler de, putlarının yaratıcı olmadığını söylüyorlarsa da, putların tapınmaya hakları olduğuna inanıyor, bunun için tapınıyorlar. (Putların ibadet edilmeye hakkı vardır) dedikleri için müşrik oluyorlar. Yoksa, müşrik olmaları, (Bize şefaat etmelerini istiyoruz) dedikleri için değildir. Putlardan şefaat beklemek de elbette bâtıl, yani bozuk bir inanıştır. Böyle inanmak caiz değilse de, bâtılsa da, şirk de değildir. Putlara tapınmak şirktir. (F. Bilgiler)


kaynak:
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=363

KÜFÜR NEDİR?
Sözlükte "bir şeyi örtmek, perdelemek, gizlemek ve nimete nankörlük etmek" anlamlarındaki "küfür" kavramı dini bir terim olarak; Hz. Peygamberi ve onun Allah'tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlamak, tevatür yoluyla bize ulaşmış bulunan hükümlerden birini ya da bir kaçını inkâr etmek demektir. Bu anlamda "küfür", "imân" kavramının zıddıdır. Küfür, en büyük günahtır. Bir insanın iman edilmesi gereken hususların hepsini inkâr ettiğinde küfür eylemini işlemiş olacağı gibi, birini hatta bir âyette yer alan bir hükmü, bir helalı, bir haramı, bir emri veya bir yasağı inkâr etse, yalanlasa, hatta beğenmese, küçümsese veya alay konusu etse yine küfre düşmüş olur. (bk. kâfir) (İ.K.)

kaynak:
http://www.mumsema.com/islami-kavramlar/114992-kufur-ne-demektir.html
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
gizli şirkin ne olduğu ve hepimizin bu tehlike altında olduğumuzla iligili şeyh imran hüseyinin açıklamaları. dikkat!!! önemine binaen sonuna kadar izleyin...

http://www.youtube.com/watch?v=7CjaLmZwJl8



not: videonun tamamını bulamadım. bulduğumda ekleyeceğim inşaallah.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Şirk, Allah’a ortak koşmak demektir. Bunun bir zâhiri, yâni “açığı” var; bir de “hafîsi”, yâni gizlisi. Zâhir olanı, bildiğimiz şirktir. Üç ilaha inanmak, yahut putları Allah katında şefaatçi kabul etmek bu guruba girer.

Hafî şirke gelince, bu ana hatlarıyla ikiye ayrılır. Birisi, Allah’ın rızasını unutup insanlara riya ve gösterişte bulunmak, yahut nefsin arzularını tatmine özen göstermek. Diğeri de eşyanın yaratılmasında birer sebep olarak vazife gören mahlukata olduğundan fazla önem vermek; onları tesir gücüne sahip zannetmek.

Bir de bu hafî şirkin bir derece daha perdelisi var ki, fiil âleminde değil, his âleminde, kalp âleminde cereyan eder. İnsanlar mânen terakki ettikçe şirk de gittikçe perdelenir...

Sebeplere olduğundan fazla önem vermek de gizli şirk. Bir işin tahakkukunda sebebin hakkı bir iken, ona yüz kat fazla değer biçilirse doksan dokuzu gizli şirk hesabına geçer... İnsanın kendi nefsine fazlaca güvenmesi, bütün lâtifelerini onun (nefsin) emrine vermesi de gizli şirk.

Buna sadece bir tek misal: Cebbar ve Mütekebbir ancak Allah’tır. İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği varlığı, kuvveti, ilmi, Onun huzurunda Onun kullarını ezmekte kullanırsa, Cebbar ve Mütekebbir olmaya özenmiş ve gizli şirke girmiş olur.

Resulûllah (asm.) Efendimiz, “Felak” için, “Cehennemden bir zindandır, onda cebbarlar, mütekebbirler hapis olunur ve Cehennem ondan Allah’a sığınır.” buyurmuştur. Ama gel gör ki Cehennemin ürküp kaçtığına, nefsimiz can atıyor. Sadece bu bile, nefsin Cehennemden çok daha tehlikeli olduğunu bildirmeye kâfi. Fakat bunu da yine o nefis yüzünden anlamaya yanaşmıyoruz...

Bir başka Hadis-i Şerif:

“İslâm dinini kabul etmiş birisi, herhangi bir şahsa zenginliği için saygı gösterirse, dininin üçte ikisi gider.”

İslâm’da Allah için sevmek esastır. Zekâtını veren, hayırlı işler gören bir zengini sevmek Allah namınadır ve bu hadisin şümulüne girmez. Burada yasaklanan sevgi Allah’tan gafil olarak, kula zillet gösterme tarzındaki sevgidir.

İslâm, tevhit dinidir. Bu kâinatın Sahibi ve Mâliki birdir. Her hayır, ancak Onun hazinesindedir. İslâm, ne ışık için güneşe, ne tahıl için tarlaya, ne de serveti için zengine aşırı ölçüde minnettar olunmamasını ders verir. Herkes ve her şey, sadece birer sebep, birer vesiledir. Bütün nimetler, arz ve semanın Rabb'inden geliyor.

Bu dersi alan fakir bir mü’min, bir zengine rızkını o veriyormuşçasına zillet gösterirse, tevhit inancı, yâni Allah’ı bir bilme itikadı zedelenebilir. Zengin olsun, fakir olsun her insan, ancak iman, ahlâk, fazilet, ilim, irfan, dürüstlük gibi sıfatları için sevilir. Zenginlik, tek başına bir sevgi vesilesi değildir.

Bir zengin de bu Hadis-i Şerifi okuduğu zaman, kimseyi minnet altında bırakmaz. Yaptığı iyiliklere, ettiği ihsanlara karşı, aşırı bir hürmet beklemez. Aksi takdirde, karşı tarafın şeref ve haysiyeti yanında, diniyle de oynamış olacağını bilir.





bu alıntıyıda ekleyelim...
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Sual: Hadis-i şerifte, Allah’a şirk koşmanın dışında küfre sokan bir günah olmadığı bildiriliyor. Bilindiği gibi, şirkten yani Allah’a ortak koşmaktan başka küfre düşürücü günahlar vardır. O halde, bu hadis-i şerifteki şirk ne demektir?
CEVAP
Şirk
, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, genelde, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bildirilen şirk, her cins küfür demektir.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, şirki [her çeşit küfrü] asla affetmez ve şirkten başka olan [büyük küçük bütün] günahları dilerse affeder.) [Nisa 48]

Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur. Küfre düşürücü söz kullananın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]

Küfre düşenin bütün ibadetlerinin sevapları yok olur, tevbe ederse, geri gelmez, ayrıca, nikahını da yenilemesi gerekir. Tevbe etmek için, yalnız Kelime-i şehadet söylemeleri kâfi değildir. Küfre sebep olan o şeyden de tevbe etmeleri gerekir. Küfre düştüğü şeyleri bilmiyorsa, bilip bilmediğim bütün küfür söz ve işlerden tevbe ettim demesi yeterlidir.

Berika
ve Hadika’da ve Mecmaul-enhür’de diyor ki:
(Erkek veya kadın, bir Müslüman, âlimlerin sözbirliği ile küfre sebep olacağını bildirdikleri bir sözün veya işin küfre sebep olduğunu bilerek, amden [yani tehdit edilmeden, istekle] veya başkalarını güldürmek için söyler, yaparsa, manasını düşünmese dahi, imanı gider. Mürted olur. Buna Küfr-i inadi denir. Eğer bunun küfre sebep olduğunu bilmeyip, amden söyler, yaparsa, yine mürted olur. Buna Küfr-i cehli denir. Çünkü, her Müslümanın, bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özür değil, büyük günahtır. Küfr-i inadi ve küfr-i cehli ile mürted olanın, nikahı bozulur. Zevcesinden vekalet alarak, iki şahit yanında veya camide cemaat ile (Tecdid-i nikah) yapması gerekir. İkiden fazla tecdid için (Hulle) lazım olmaz. Küfre sebep olan sözü, hata ederek [yani amden olmayıp, yanılarak] veya tevilli olarak veya ikrah [tehdit] edilerek söylerse, mürted olmaz ve nikahı bozulmaz. Küfre sebep olması, âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü amden söyleyen mürted olmaz ise de, bunun tevbe ve istiğfar etmesi ve tecdid-i nikah yapması ihtiyatlı olur.)

(Her iki halde de küfre girenin önceki ibadetleri yok olur. Tevbe ederse, geri gelmez. Zengin ise tekrar hacca gitmesi gerekir. Önce eda ettiği namaz, oruç veya zekâtları kaza etmez. Fakat küfre düşmeden önce yapmadığı ibadetleri kaza eder. Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek yeterli değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. Küfre sebep olan sözü, hata ederek, yanılarak veya tevilli olarak söyleyen veya küfrü gerektirdiği âlimler arasında ihtilaflı olan bir sözü bilerek söyleyen küfre girmez. Fakat tecdid-i iman etmesi iyi olur.)

Kâfir kime denir?
Sual:
Allah’ı inkâr edene kâfir dendiğine göre, Allah’ın varlığına inanan ehl-i kitaba, kâfir denir mi?
CEVAP
Müslümanlığa göre insanlar ikiye ayrılır:
1- Müslüman olanlar,
2- Müslüman olmayanlar.

Müslüman olmayanlara gayrimüslim veya kâfir denir. Kâfirler de ikiye ayrılır:
1- Kitaplı kâfirler [ehl-i kitap],
2- Kitapsız kâfirler.

Hristiyanlarla Yahudiler, kitaplı kâfirdir. Ateist, müşrik, Budist, Mecusi ve daha başka dine inananlar kitapsız kâfirdir. Kitaplı kâfirler de, kitapsız kâfirler de Cehennemliktir.

Kitap ehli kâfirler, yani Hristiyan ve Yahudilerin hepsi Cehennemliktir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]

(“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih demişti ki: Ey İsrail oğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Bilin ki, Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar. Artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72]

(Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de, onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap hak olsa, onlarla dost olana kâfir denir miydi?)

(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini
[İslamiyet’i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]

(Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, onlar Cehennemliktir, orada ebedî kalırlar.) [Bekara 39] (Müslüman olmayanların hepsi, âyetleri inkâr edip kâfir oluyor.)

(Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları, yarın ateşe sokacağız.) [Nisa 56]

Şirke de günah denir mi?
Sual:
İslam Ahlakı ve Cevap Veremedi kitabında, yedi büyük günah, (1- Şirk, 2- Adam öldürmek, 3- Sihir, yani büyü yapmak, 4- Yetim malı yemek, 5- Faiz alıp vermek, 6- Savaştan kaçmak, 7- Namuslu kadınlara iftira etmek) olarak bildiriliyor. Niye şirk, büyük günahlar arasında bildiriliyor? Günah ayrı, küfür ayrı değil mi?
CEVAP
Günah veya haram, Allahü teâlâya isyan demektir, onun yasak ettiği şeyi çiğnemek demektir. Bu yasakların en büyüğü elbette şirktir, küfürdür. Onun için şirk, küfür, büyük günahlar arasında sayılıyor. İsyan etmenin en büyüğü demek oluyor. Peygamber efendimiz de, şirki büyük günahlar arasında bildiriyor. Demek ki, haramların içinde şirk de, küfür de vardır. Herkes bu inceliği anlayamıyor. Anlayamayınca da kitaplara kusur buluyor.

Haç Müslüman olur mu?
Sual:
(Boynuna haç, beline zünnar yani papaz kuşağı takılıp bir kere secdeye gidilirse veya namaz kılınırsa, haç ve zünnar Müslüman olmuş olur. Artık bunlarla namaz kılmakta sakınca olmaz. Diğer küfür alametlerinin hepsi böyledir) diyenler oluyor. Haç ve zünnar Müslüman olur mu? Cebe bir şişe şarap konsa, onunla namaz kılınsa, şarap Müslüman mı olur?
CEVAP
Haç ve zünnar, küfür alametidir. Bunlar secdeye gitmekle, zemzemle yıkanmakla küfür alameti olmaktan çıkmaz. Haç denilen putu, papazların zünnar denilen kuşaklarını ve diğer küfür alametlerini, namaz kılarken kullanmak da küfür olur. Şarapla namaz kılmak sahih olmaz ve şarap cepte olunca Müslüman falan olmaz.

Puta tapmak ve şirk
Sual:
Müşrikler de putların yaratıcı olmadığını bilip, sadece, putları Allah’a yaklaşmak için vesile yapıyorlar. Böyle yapan müşrik oluyor da, Evliyayı Allah’a yaklaşmak için vesile yapan niye müşrik olmasın?
CEVAP
Evliya-yı kiramı putlara benzetmek çok çirkindir.

Müminler, Enbiyaya ve Evliyaya tapınmıyor, bunların Allahü teâlâya şerik [ortak] olmadığını biliyorlar. Enbiyanın ve Evliyanın, Allahü teâlânın sevdiği kulları olduğuna, Allahü teâlânın, sevdiklerinin bereketiyle, kullarına merhamet edeceğine inanıyorlar. (Zararı ve faydayı yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Tapınmaya hakkı olan yalnız Odur. Sevdiklerinin bereketiyle kullarına merhamet eder) diyorlar. Müşrikler de, putlarının yaratıcı olmadığını söylüyorlarsa da, putların tapınmaya hakları olduğuna inanıyor, bunun için tapınıyorlar. (Putların ibadet edilmeye hakkı vardır) dedikleri için müşrik oluyorlar. Yoksa, (Bize şefaat etmelerini istiyoruz) dedikleri için müşrik olmuyorlar. Putlardan şefaat beklemek de elbette bâtıl, yani bozuk bir inanıştır. Böyle inanmak caiz değilse de, bâtılsa da, şirk de değildir. Putlara tapınmak şirktir. (F. Bilgiler)

bunuda ekleyelim....
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
ŞİRK

Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm, Rasûlullah'ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun...

Tevhidin şirkle olan savaşı, Nûh Aleyhisselâm'ın kavmini, putlardan sakındırıp sadece Allah'a ibadete davet ettiği günden beri devam etmektedir.
Nûh Aleyhisselâm'dan sonra da Rasüller geldi ve gönderildikleri toplumları yalnız Allah'a ibâdet etmeye davet edip tapınageldikleri şeylerin ibâdete layık olmadıklarını onlara anlattılar. Bu hak batıl mücadelesi, Muhammed (s.a.v) gelinceye kadar da böylece devam etti. Allah Resûlü (s.a.v) kendisine nübüvvet verilmeden önce de çevresinde "sâdıkû'l-emîn/doğru ve güvenilir" olarak bilinmesine rağmen onları tevhide, yalnız Allah'a kul olmaya davet ettiğinde, "yalancılık ve sihirbazlıkla" suçlandı.
İşte bu, toplumlarını şirkten arındırarak tevhid inancına çağıran her peygamberin karşılaştığı bir durumdur. Bu mücadele her zaman varolmuştur.
"Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine bağışlar. Her kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftirada bulunmuştur." (Nisâ, 4/48)
"Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun gideceği yer Cehennemdir. Zalimlere orada bir yardımcı da yoktur." (Mâide, 5/72)
İnsanın, Allah azze ve celle'ye karşı açıkça isyanı olduğu için şirk, en büyük bir suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun)
"Şüphesiz kitap ehli ve müşriklerden Kafir olanlar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaklardır. Onlar insanların en kötüleridirler." (Beyyine, 98/6)
Öyleyse şirk nedir?
Şirk; Allah'a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu kabul etmektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, şirkte tamamen Tevhidin zıddıdır.
Şirkin Çeşitleri:
1. Büyük Şirk
Bir şeyi Allah'a denk tutup ona ibadet etmek, İlah'mışcasına ona itaâtte bulunmak, hem onun hem de Allah'ın emirlerini denk görerek ortak koşmak, veya o şeyi Allah hükmünün önüne geçirmektir. Bazı hallerde Allah'ın hükümlerinin geçerli olama-yacağına inanmak ta bu kabildendir. Kişi bu durumda geçerli gördüğü kanunları Allah'ın hükümlerine tercih ettiği için bilerek veya bilmeyerek şirke düşmüş olur. Şüphesiz bu kelimenin tek anlamıyla, şirkin en ağırı olup bu durumdaki kimse İslâm'dan çıkmış ve bu durum üzere ölen kimse de ebedî cehennemde kalmak üzere müşrik olarak ölmüştür. (Allah korusun)
Bunun da bazı kısımları vardır;
İtaatte Şirk: Hüküm ve egemenlikte şirk
Allah'ın hükmünden başkasını kabul etmek, meşrû görmek veya onun Allah'ın hükmünden üstün yönleri olduğuna inanmaktır. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah'a has bir haktır. (Hiçbir mahlûkun hükme ehliyeti yoktur. İnsan yalnızca Allah'ın hükümlerini uygulamakla memurdur.)
"Hüküm yalnız Allah'ındır." (Yûsuf, 12/40)
Allah'a isyan olan bir ameli helal görecek kadar alim veya şeyhlerine uyanlar (Allah korusun) bu sınıftadırlar.
"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp alimlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler." (Tevbe, 9/31)
Allah Resûlü (s.a.v) Tirmîzi'de yer alan sahih bir hadiste bu ayeti Adiy b. Hâtim'e, "Hıristiyanlar, alimleri helali haram, haramı da helal kıldıklarında onlara itaât ediyorlardı. Kim Allah'tan başkasına şeriat koyma, (hayata tümüyle yön verme) hakkı iddia ederse Allah'tan indirileni inkar etmiştir" -şeklinde açıklamış, sonra da şu ayeti okumuştur-, "Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridirler." (Mâide, 5/44)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah'ındır:
"Bilesiniz ki, yaratmak ta, emretmek te O'na mahsustur." (A'raf, 7/54)
"Bilesiniz ki, ...O'na mahsustur" ifâdesi, bu hakkın başkasına asla nisbet edilemeyeceğine açık bir delildir. Ayette görüldüğü üzere yaratma ve emretme hakkını, Allah'tan başkasına nisbet eden kimse İslâm milletinin (dininin) dışına çıkmış, müşrik olmuştur.
Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan yalnız Yaratıcıdır, Allah azze ve celle'dir. Yarattıklarının yararına olanı en iyi bilen de sadece O'dur. O'ndan başkası hiç bir şey yaratmamıştır.
Allah'tan başkası, yaratılmış olduğundan dolayı acizdir, kendinde bile bilmediği sayısız husus vardır. İnsan bunu bile bilmekten âcizken yaratılmışlara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki? Bu da gösteriyor ki, insanlar tarafından hayata bir sistem olarak yön vermesi üzere konulan bütün kanun ve düzenler batıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek asla câiz değildir. Hakimiyet ancak Allah'ındır, O'ndan başkasının, kendinden bir hüküm getirme hakkı asla yoktur. (En maddesel konularda bile insan, dün inkar ettiğini bugün ikrar veya dün ikrar ettiğini bugün inkar ediyorsa bu âciz haliyle -Yaratıcısını ve de O'nun hükümlerini inkar ederek- ortaya koyacağı hayat sistemi elbette batıl olacak ve elbette her şeyi ilmiyle kuşatan hiçbir noksanlığı olmayan yüceler yücesi Allah'ın kanunları yegâne, alternatifsiz doğrular olacaktır). Allah'tan başkasının kanunlarına Kur'âni ifadeyle, "Cahiliyye hükümleriyle hükmetme" denilmektedir. Burada Allah azze ve celle, kendi hükmü dışında geçerli veya hayırlı olabilecek bir hükmün olmadığını açık ve kesin olarak bildirmiştir.

Allah'tan başkasına emretme, yasaklama, helal ve haram kılma, kanun koyma ve hakimiyet hakkını başkasına verme gibi haller tevhidi bozar. Bu konuda Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

"Hükm/Egemenlik yalnız Allah'a mahsustur. O sadece kendisine kul olmayı emretti. Dosdoğru din ancak budur." (Yusuf, 40)
Şirkin en büyük biçimi Allah'ın indirmediği ile insanlar arasında hüküm vermektir.
Tevhidi bilmeyenler, her ne kadar yerin ve göklerin bir sahibi, yağmuru yağdıran, dünyayı yaratan ve yöneten bir ilâhın olduğunu kabul etseler de; hâkimiyet, sosyal hayatın düzenlenmesi, ibâdet, helâl haram (yasak-serbest) gibi konularda kendi hevâlarına veya egemen güçlerin isteklerine ve tâğûtî yasalara uyarlar. Böyle kimseler ve topluluklar, zamanla birtakım varlıkları ve güçleri ilâhlaştırarak, onlara aşırı saygı göstermeye, bazılarının yardımını alabilmek için, bazılarının da kötülüğünden kurtulmak için onlar adına uydurulmuş putlara veya ilkelere tapınırlar. Allah'ın haram kıldığı (yasak dediği) haram, helal kıldığı (serbest dediği) helaldir. Allah'ın helal kıldığı şeyi yasaklayan veya haram kıldığı şeyi serbest bırakan kişi, merci, meclis, konsey gibi kurum ve kuruluşlara tabi olanlar ve itaat edenler, onlara ibadet etmiş olurlar.
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." (Maide, 44)
Tıpkı Allah'ın eşsiz ve benzersiz olması gibi, O'nun hükmünün de eşi ve benzeri yoktur.
Kur'ân-ı Kerim, genel olarak bütün beşeri hakimiyetleri her türlüsüyle reddederken, bu hakimiyet anlayışlarının ortaya çıkardığı pratikleri kendisine konu edinerek reddeder. Çünkü hakimiyet anlayışının pratiğe yansıyan yönü, düzenleyici bir takım hükümler koymaktır, bir takım değer yargıları belirlemektir.
O bakımdan Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın izin vermediği her türlü yasamayı, Allah'a ortak koşmak olarak kabul eder. (eş-Şûrâ,42/21) Çünkü yasa koymak, egemenlik anlayışının ve bu anlayışın kullanılmasının açık ifadesidir. Dillerin yalan yere helal ve haram olarak hükümler koyarak eşyaya ilişkin nitelendirmelerini, hem yalan, hem de Allah'a bir iftira olarak değerlendirmektedir. (el- En'âm,6/138-140; en-Nahl,16/116)
Milletvekili Adayı Olmanın Anlamı:
Milletvekili adayı olmanın anlamı da şudur: ''Ben sizin adınıza bu maksatla kurulmuş bulunan kurumda gidip teşri yapacağım, her birinizden bir fert olmanız dolayısı ile elinizde bulunan genel hakimiyet yetkisinin birer parçasını bana vekaleten belli bir süre devretmenizi istiyorum. Böylelikle ben yeterli sayıdaki temsil cüzlerini toplayabildiğim taktirde, sizin adınıza egemenlik yetkisini kullanacağım ve teşri (kanun koyma) faaliyetine katılacağım.''
Seçmen ve milletvekili adayı olmanın anlamları bunlar olduğuna göre, gerek seçmen olarak demokratik sürece katılmayı savunanlara, gerekse böyle bir görevi seçmenlerinden oy isteyerek üstlenmeye yine İslam adına, İslam'a hizmet adına talip olanlara Kur'ân-ı Kerim'de yer alan bazı buyrukları hatırlatmak gerekir.
Açıklamalarımızdan anlaşıldığı gibi, demokratik süreç içerisinde faaliyetlerin kabul edilmesi, herşeyden önce mevcut demokratik düzenin kabul edilmesi anlamına gelir.
Kur'ân-ı Kerim'de Allah'tan kaşka kanun koyan ve Allah'tan başka hükmüne başvurulan ya da hükmü kabul edilen herkes ve her kurumun ortak adı bilindiği gibi ''tâğût''tur. Tâğût'un reddi ise, iman edebilmek şerefine nail olmanın ilk basamağıdır.
''Hak ile Batıl apaçık meydana çıkmıştır. Kim tağutu inkar eder ve Allah'a iman ederse o, muhakkak kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmış olur.'' (Bakara, 2/256)
Demokrasi de, hakimiyet hakkını -ifadede dahi olsa- ilahlaştırdığı halka verdiğini ''Hakimiyet kayıtsız şartsız halkındır, ya da milletindir'' diyerek ifade etmekte ve kendine has şirkini böylece formüle bağlamaktadır.
Zira parti kurarak iktidara adaylık koymak tağutluk talebinde bulunmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Allah'ın hükümleri dışında hükümler koyan ve Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmeden bir kişi veya meclis yalnız Allah'ın hakkı olan hüküm verme yetkisini kendi üzerine almış, haddini aşmış ve tağut olmuş olur. Bu iş Allah'ın rızasını kazanmak ve onun dinini hakim kılmak amacıyla yapılsa dahi, her kim oylarıyla veya başka bir yolla bu partilere yardım eder ve onları desteklerse yalnız Allah'a tanınması gereken hüküm verme yetkisini Allah'tan başka bir varlığa tanıdığı için ona ibadet etmiş ve kafir olmuş olur.
İbni Kesir (r.a): "Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar?" (Maide: 50) ayetinin tefsirinde şöyle diyor:
"Allah (c.c), her hayrı kapsayıcı ve her şerri yasaklayıcı olan hükümlerinden yüz çevirip bunun yerine cahiliyede olduğu gibi kişilerin görüşlerine, dalalet ve sapıklığı ifade eden değer yargılarına ya da çeşitli dinlerin karışımı ve beşeri görüşlerden meydana gelen Cengiz Han'ın vazettiği Yesak gibi İslam dışı hükümlere yönelenin imanını kabul etmiyor.
Yesak; Cengiz Han'ın Kur'ân, Tevrat, İncil ve kendi görüşlerine dayanarak ortaya koymuş olduğu kanunları ihtiva eden bir kitaptır. Cengiz Han öldükten sonra yerine geçen çocukları (İslam'a girdiklerini iddia ettikleri halde) bu kitabı bir anayasa kitabı olarak gördüler. Allah (c.c)'ın kitabı ve Rasulullah (s.a.v)'ın sünnetini bir kenara atarak bu kitaptaki hükümlerle Tatarlara hükmetmeye başladılar. İşte böyle davranan kimseler kafirdir. Bunlarla, büyük küçük her meselede yalnız Allah (c.c)'ın hükmüne dönünceye kadar savaşmak farzdır." (İbni Kesir Tefsiri c: 2 s: 67)
İbni Kesir (r.a) devamla şöyle dedi:
"Bu yapılanların hepsi Allah (c.c)'ın nebilerine indirdiği şeriate muhaliftir. Kim nebilerin sonuncusu Muhammed (a.s)'e inen şeriatı terk ederek daha önceki nebilere inen mensuh olmuş şeriatlere muhakeme olursa, Allah (c.c)'ın bildirdiği gibi kafir olur. Durum böyleyken Yesak'a (Cengiz Han'ın koyduğu kanunlara) muhakeme olup onu Allah (c.c)'ın şeriatinden önde tutan kişinin hükmü nasıl olur acaba? Her kim böyle yaparsa bütün müslümanların icmaıyla kafirdir.
İbni Kesir (r.a)'in, neshedilmiş şeriatlere muhakeme olan kişiye nasıl da küfür hükmü verdiğine dikkatle bak!
Zamanımızda İslam şeriatinin yerine tatbik edilen beşeri kanunlar, neshedilmiş şeriatlerden daha tehlikeli ve bu kanunlara muhakeme olmak, daha büyük küfürdür.
Taklitde şirk
Çevrenin etkisinde kalarak düşülen şirk; Ataların bâtıl inanışlarını aynen sürdürmek, bâtıl da olsa atalar dinine inanmak. Hususi olarak beğenip seçtikleri için değil de, atalarından geldiği için bâtıl olduğu halde kabul ettikleri inanç, düşünce ve yaşama biçimi, şirktir. Genellikle insanların çoğu, dinini araştırıp delilleriyle bilerek, bâtılı haktan ayırıp seçerek değil; içinde bulunduğu toplumda o din bulunduğu için, bulduğu saflığı veya yanlışlığıyla birlikte bir dine sahip olur. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de müşriklerin ağzından şöyle belirtilir: "Atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uyarız." (43/Zuhruf, 23)
Duâda Şirk
Hastalıktan şifa, musibetten afiyet, rızık genişliği vb. gibi ancak Allah'ın kâdir olduğu hususlarda ister Peygamber veya alim olsun, ister salih bir kul olsun mahluklardan medet ummak ya da Allah'a yapılan duâda onlara seslenip aracılar kılmak bu kabildendir. Zira onlar da duâyı yapan gibi yaratan değil amellerini kazanan kullardır. Şifa bulmak veya nazar vs.'den korunmak için muska vb. şeyler edinmek te böyledir, Allah Rasûlü (s.a.v) "şüphesiz, muska ve temîmeler şirktir" ve "Kim boynuna muska takarsa Allah ona afiyet vermesin" buyurmuştur.(Sahihtir. Tirmizi) Duâ ibadettir ve de tüm ibâdetler ancak Allah'a mahsus kılınmalıdır. Allah'a ibâdette hiçbir şey, hiçbir kimse ortak edilemez.
"De ki: ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilâh'ınızın sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın." (Kehf, 18/110)
"Allah'ı bırakıp ta sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o taktirde sen mutlaka zalimlerden (müşriklerden) olursun." (Yûnus, 10/106)
"Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer/3)
Niyet ve Gâyede Şirk
Genellikle amellerde ortaya çıkan ve kişinin tümden Allah'a itaattan yüzçevirmesi, uzaklaşması şeklindeki şirktir. Amelini dünyevî çıkarlar için yapan Allah'ın rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş olur, ki bu itikadî bir şirktir.
"Kim, (yalnız) dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir, halen yapmakta oldukları şeyler zaten batıldır." (Hûd, 11/15-16)
Sevgide Şirk
Başkasını Allah'ı sever gibi ya da O'ndan daha fazla sevmekledir. Bu da şirktir. Sevgi ihlasla boyun eğmenin bir göstergesidir.
"İnsanlardan bazısı Allah'tan başkasını Allah'a (haşa) eşler ve benzerler edinir de onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise daha çok Allah'ı severler." (Bakara, 2/165)
Hulûl Şirki
Birleşme anlamına gelen ittihâd sözcüğü ile de dile getirilen hulûl inancı (Allah'ın -hâşâ!- kulda çözülmesi), tasavvufa sonraları İran ve Hrıstiyan kültürleri ile birlikte yeniplatoncu felsefenin de etkileriyle ve özellikle şii tarikatlar kanalıyla girdi. Aşırı şiiler, Allah'ın önce Ali Radıyallahu anh'a sonra da imamlara ve öteki şiâ ulularına hulûl ettiğini öne sürerler. Bu akımın önemli temsilcilerinden olan (Ben İlâhım) sözünden dolayı idam edilen Hallâc-ı Mansûr, tutkularına hakim olarak nefsini eğiten kimsenin insâni niteliklerden sıyrılarak arınıp saflaşacağını, böylece Allah'ın o kula hulûl edeceğini savunur. Yaygınlaşan ve geniş bir yandaş kitlesince benimsenen bu düşünceler İbn-i Arâbi'nin sistematize ederek hararetle savunduğu Vahdeti Vücûd adı verilen tasavvuf akımının kökleşmesine yol açtı. Bu inançla insan ve Allah'ın bir bütün (?!) olarak değerlendirildiği, Allah'ın -hâşâ!- kulunda çözüleceği böylece aynı vasıflarla muttasıf olabileceği öne sürülmüştür ki, bu da maalesef bir çok tarikat tarafından öğretilegelmiştir. (Bk. Vahdeti Vucûd/Aliyü'l- Kâri)
Tasarrufta Şirk
Allah'ın Rububiyeti gereği O'na mahsus olan kâinattaki tasarruf ve tedbiri bir takım salih kimselere nisbet etmek, onların da bu hususta güç sahibi olduğuna inanmaktır. Bu salih insanların elbette diğer insanlardan faziletli yanları olabilir. Ancak bu Allah'a mahsus olan vasıflara nisbet edilmelerine varacak şekilde değildir. Peygamber de olsa bu böyledir. Örneğin mutlak gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Dolayısıyla Allah'tan başkasının gaybı bildiği iddiası kişiye, Allah adına bilmediği bir şeyi söylediği için büyük bir sorumluluk getirir, sahibini küfre götürür. (Allah korusun)
"...Eğer gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (A'raf: 7/188)
Korkuda Şirk
Allah'a ve ahirete olan iman zayıflığının veya batıl inancın bir neticesi olarak kişinin; Allah'tan başkasının fayda ya da zarar verebileceğine inanması, korkuda başkalarını Allah'a denk tutmasıdır. Beşeri sistemlerin baskısından korkarak farzları terketmek de böyledir. Doğrusu insan Allah'tan korkmalı ve bu korkusu onu daha fazla itaâta sevketmelidir.
Ancak yırtıcı hayvanlardan veya bir zalimden korkmak gibi doğal korkuya gelince şer'an mümkündür ve bu da şirk sayılmaz. Allahu Teâla, Musâ Aleyhisselâm'ı şu ayette bu tür bir korkuyla vasfetmiştir:
"...Etrafını kollayarak, korkuyla oradan ayrıldı." (Kasas, 28/21)
Tevekkülde Şirk
Tevekkül, sebepleri yerine getiren insanın, Allah'ı vekil kılması, O'ndan işinde muvaffakiyet vermesini istemesi ve yalnız O'na güvenmesidir:
"Sen, ölümsüz ve dâima diri olan Allah'a tevekkül et..." (Furkân,25/ 58)
Bunun için Allah'tan başkasına veya sebeplere tevekkül etmek caiz değildir.
Şirk olan tevekkül ise; Ancak Allah'ın kudreti dahilinde olan şeylerde Allah'tan başkasına kalben tevekkül edip bağlanmaktır veya Allah'tan başkasını rızık alıp veren olarak görmektir.
Küçük şirk konusuna geçmeden önce çokların bilmeden düştüğü bazı önemli ve de hassas noktalara değinmekte yarar var, bunlar:
Şifayı mutlak sûrette doktor veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı Allah'ın yardım ve izni olmaksızın yalnız zekâ, gayret ve çalışmaya bağlamak. Kulların kanun, hüküm koyabileceklerine dair inanış. Ölüm nedenlerini mutlak surette trafik kazalarına veya yanlış ilaç kullanımına vs.'ye bağlamak vb. gibidir. Bu izafetleri mutlak olarak yapmaktan çok sakınmalıdır.
Kavlî Şirk
Allah'tan başkasına yemin etmek gibi kişinin lisanıyla işleyebileceği şirk türüdür. "..senin sayende", "-Allah'tan başkası için- hâkimler hâkimi" gibi sözler ve de kişiyi Abdu'n-nebî, Abdu'l-hüseyin gibi isimlerle Allah'tan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir. "Kur'an evliya çarpsın!", "ekmek mushaf çarpsın!" vb. sözler de bu sınıftandır. Bunların tümünden sakınmalıdır.
Fiilî Şirk
Bazı şeyleri uğurlu yahut uğursuz saymak gibi inanışlardır. Bazı hayvanları, kuşları veya günleri uğursuz saymak; uğursuz olduğu inancıyla bazı şeyleri terk etmek, kahinlere gitmek onları tasdik etmek, kayıp şeyleri bulmak üzere onlardan yardım istemek, fal bakmak veya baktırmak, niyet çekmek, türbelere para atmak, ip bağlamak (itîkad edilmemesi koşuluyla!) böyledir.
"...Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir..." (Yâ'sîn, 36/19)
Rasûlullah (s.a.v), "Uğura inanmak şirktir" buyurmuştur. (Müslim)
Kalbî Şirk
Riyâ, şöhret sevgisi, bazı amelleriyle dünya ve dünyalığı ahirete tercih edercesine arzu etmek gibi hususlar kalbî şirktir.
Bunu dört şekilde inceleyebiliriz;
1. Dünyevi bir menfaat sağlamak için amel yapmaktır. Böyle bir kişi amelinin ecrini dünyada alır, ahirette ise bir nasibi yoktur. Bu da büyük şirktir.
2. İnsanların hoşnutluğu için yapılan Allah'ın azabından sakınma hedefi güdülmeyen amellerdir.
3. Mal edinebilmek, evlenebilmek için hacca gitmek, ganimet için cihâda gitmek veya makam elde etme gayesiyle İslâmi ilimler okumak bu tür şirktendir. Burada da hedef Allah'ın rızası değil, hevâ ve hevestir.
4. Başkalarının rızasının gözetilmediği halde huşû ve takvâsızlıktan dolayı ifsad edilmiş amellerdir,
"... "Allah ancak müttakîler (takvâ sahiplerin)'den kabul eder." (Mâide, 5/27)
Bu amel de kişiye ahirette bir yarar sağlamaz. İyi ve kötü amel birbirine karışmış, kötü olan galip gelmiştir.
Doğruluklarına kalben itikâd edilmesi halinde bunlar büyük şirke dönüşür ki Allah azze ve celle hepimizi bunlara düşmekten korusun. (Âmin)
Gizli Şirk
İbn Abbâs (r.a), "Allah ve sen dilersen" gibi bir sözün "Allah ve falanca dilerse" anlamında olduğunu söylemiş ve bunun gizli şirk olduğunu belirtmiştir. Bu ifadenin yerine "önce Allah, sonra da falanca dilerse" kullanılması gerekir. "Önce Allah, sonra da senin sayende" demeli ve Allah'a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır. Buna düşen Yine "Allah'a ve sana güveniyorum" değil, "önce Allah'a, sonra da sana güveniyorum" denmelidir. Zira "ve" edatı eşitliği gerektirir. "Sonra" kullanarak derece farkını ispat etmek şarttır.
Allah Rasûlü (s.a.v), bunun keffâretini şöyle bildirmiştir:
"Kim Lât ve Uzza'ya yemin ederse (hemen ardından) "Lâ İlâhe İllallah" desin. Kim arkadaşına, "Gel! bahis -iddialaşmak ve kumar- oynayalım derse, sadaka versin" (Buhari, Müslim)
Rasûlullah (s.a.v), her tür şirkten şu duâyla Allah'a sığınmamızı bizlere öğretmiştir:
"Rabbimiz, bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırız, bilmediğimizden de bağışlanmamızı dileriz" (Sahihtir, Ahmed)
İmana Zarar Veren Ameller
. Sihir: Kalp ve bedene hastalık, ölüm vb. gibi fiziksel etkiler meydana getirebilen, eşlerin arasını açan ve cinlerle küfre düşmeye karşılık işbirliği içinde bulunan kimselerin bazı muska, üfürük, tılsım vs. ile yaptığı bir fiildir. Bu, ameli küfür olduğu gibi bu işlerle uğraşanlar da kâfirdir. (Bkz. Bakara: 2/102)
. Kâhinlik: Medyumluk olarak da isimlendirilen kehânet, geleceği bildirme iddiasıdır. Kâhin veya medyum, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği gaybî şeyleri, geleceği bildiğini iddia eder ki, bu haliyle Allah'ı inkar ederek kafir olmuş olur. Sözlerini doğrulayan da küfre düşer.
. Sihri çözmek: Sihre maruz kalan kimseyi Allah'ın izniyle kurtarmak biri meşrû diğeri ise haram olmak üzere iki yolla mümkündür:
a) Sihri, sihirle çözmek; bu küçük küfürdür.
b) Sihri Kur'ân ve Sünnette sabit olan duâları okuyarak (rukye ile) çözmektir ki, bu câizdir.
. Falcılık ve astroloji: Bazı yıldız ve burçları, yeryüzünde meydana gelen olaylara etkili kabul etmektir ki, kişi isterse bunun Allah'ın izni ile olabileceğine inansın şirktir. Sahibini İslâmdan çıkarır.
. Okuma (Rukye): Kur'ân veya Sünnette yer alan; cin ibtilâsı vs. hastalara şifa için okunan zikir ve duâların tümüne verilen addır.
Rukyenin meşrû olabilmesi için; a) Allah'tan başkasına güvenip ondan medet ummak gibi haram şeyler içermemesi, b) Mânasının anlaşılır olması, c) Arapça olması (bilmeyen şifa için kendi dilinde duâda bulunur), d) Allah'ın izni olmadıkça şifanın hasıl olmayacağına inanılması şeklinde bazı kâideler vardır.
Şifa için bilezik, ip veya değişik vasıflardaki taş vs. edinmek gibi mezkûr kâidelerin dışında olan rukye, haram olur.
Zarar ve yarar ancak Allah'ın izniyledir. Allah bütün yaratılmışlar üzerinde tek kuvvet ve kudret sahibidir. Her kim böyle şeylerin hayır ve şerre neden olduğuna inanırsa büyük şirke düşmüş olur.
Şu an Müslüman diye nitelendirilen ülkelerin, bir çok fitne, felaket, belâya maruz kalması, kanlarının ucuz olması, zillet içinde bulunmalarının başlıca nedeni İslâm topraklarında maalesef her çeşidiyle yaygın olan şirkî unsurlardır. Akidelerinin berraklığını gideren şirkî öğeler ve gerçek tevhid akidesinden yüz çevirmelerinden dolayı Allah'ın üzerlerine boşalttığı türlü azaplara müstehak olmuşlardır.
İslâm'dan olmadığı halde İslâm zannedilerek rağbet gören bid'at ve hurafeler bunun vecîz bir göstergesidir. Oysa İslâm bunları ve bunlara götüren yolları yıkıp tevhid akidesini ikâme etmeye gelmiştir.
Şu an yaşadığımız toplum, kendilerinden önceki müşrik kavimler gibi dinlerini oyun ve eğlence edinmiştir.
Ölü veya diri insanları yüceltmeye, onlar için kurban kesmeye, duâlarında onlardan medet ummaya, kabirlerini bayram yerlerine çevirip onları tavaf etmeye başladılar. Allah Rasûlü (s.a.v)'in, "Allah katında mahlukâtın en şerlileri" olarak tanımladıkları kimseler gibi kabirleri ziyaret etmek için sefer eder, oraları mescide çevirir ve onları takdis eder oldular!
Tüm bunlardan daha korkunç olan da, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyi terkettiler!.. Beşerî sistemlerle yaşar onları destekler oldular. Onu sever ve savunur oldular!
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Tasavvuf Sonradan Mı Çıkmıştır

http://www.youtube.com/watch?v=GAFH7ahDmfU


"...ilk şeyh Allah, ilk derviş adem aleyhisselamdır..." diyor.
hak mezhep dört değil, 500 küsürdür diyor. diyor da diyor...

aman allahım bu nedir? anlayan varmı?

şoktayım. 05:00 saniyesine bakılabilir...
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
ömer tuğrul inançer ile hasbihal...



"-Ramazan-ı Şerif’te yaşanan hallerin bereketli ve uzun ömürlü olmasını sağlamak mümkün mü? Ömer Tuğrul İnançer tek reçete sunuyor: Efendimiz’i (s.a.v.) tanımak…
İnançer, Aksiyon dergisine verdiği röportajda Hazreti Ali’nin (r.a), Hazreti Muhammed’e itiraz ettiğini söyledi.

Ramazan bir huzur iklimi gibi giriyor hayatımıza. Daha tadı damağımızda iken gözden kayboluyor sonra. Süresini uzatmak kabil değil, eyvallah. Peki, üzerimizde bıraktığı etkinin uzun ömürlü olması mümkün mü? Vaktin kıymetini bilir, gerektiğince istifade edersek damaklarımızda bugünlerden bir lezzet kalır mı? Bu soruların peşine düşüp kendimizi mutasavvıf / yazar Ömer Tuğrul İnançer’in karşısında bulduk. Şu günlerde Ramazan-ı Şerif’le sınırladığımız ufkumuzu bütün yılı kapsayacak şekilde genişleten İnançer’in tesbitleri, öncelikle kavram kargaşasından kaynaklanan bir savrulma içinde olduğumuzu ortaya koyuyor: “Sadeleştirme adı altındaki fukaralaştırma faaliyeti neticesinden artık kavram sahibi olamadığımızdan fikir binası icra edemiyoruz. Onun için papağan ve hoparlör seviyesinden yukarı çıkamıyoruz.” Yıl içinde bir seyir yaptırdıktan sonra bizi Efendimiz’in eşiğine bırakıyor İnançer. Bütün sorularımızın tek bir cevabı var aslında: Rasulullah Efendimiz (s.a.v). Sair yerlerde oyalanmak vakit kaybından öte mana ifade etmiyor…
-Ramazan-ı Şerif’te yaşanan hallerin bereketli ve uzun ömürlü olmasını sağlamak mümkün mü?
Müslümanlığın tabii ve fıtri bir din olduğunu bilip bu nevi bir birini takip eden hallerin çok fazla bir özellik taşımadığını öğrenmemiz lazım. Önemli olan vaktin gereğini yapmaktır. Okuyuculara bir merak konusu olsun, ebu-l vakt ve ibnü-l vakt kavramlarını tetkik etsinler. İçinde bulunulan zamanın en gerekli şeyini yapmaktır yaşamak. Uyku zamanı uyku, namaz zamanı namaz, oruç zamanı oruç, tatil zamanı tatil, eğlence zamanı eğlence… Hiç birini birbirine tercih etme yok. Hepsi gerekliliğinde, gerektiği kadar, gerektirdiği yoğunlukta.
-Ramazan-ı Şerif’i diğer vakitlerden ayıran hususiyetler yok mu?
Elbette belli özellikleri var. Bunları kendimiz keşif ya da icad edemeyiz. Okumayla, öğrenmeyle falan olmaz. Efendimiz (s.a.v) ne yapmış diye bakmak zorundayız. Herkesin kendi miktarınca sarf edeceği gayretlerle öğreneceği bilgiler insanı ancak çukur olmaktan, çukurda kalmaktan kurtarır. Yükseltmez. Yükselmenin yolu Efendimiz’in (s.a.v) ayaklarına, eteğine tutunmaktır! Müsaade buyurursa eline tutunmaktır…
-Ramazan’da ne yapmış Efendimiz (s.a.v.)?
Oruç tutmuş, biz de tutuyoruz. Tabii onun orucu ile bizimki aynı değil, o ayrı mesele! Her zamankinden daha çok ve muntazam namaz kılmış, teravih! Niye Ramazan’da diye gıllı gışa lüzum yok. Demek ki Ramazan’ın bir önemi var. Bu kapıdan girer, buradan düşünmeye başlarsak Efendimiz’i de dinimizi de öğreniriz! Zaten Efendimiz’i (s.a.v) öğrenmeden dinimizi öğrenemeyiz. Onları öğrenince de yapmak hevesi gelir. Çünkü hepsi çok güzel. Yapınca da adam olursun! Bu kadar basit… İş bâb-ı Muhammed Mustafa’dadır.
-Başka?
O zamana kadar nazil olan ayetleri Cebrail (a.s.) ile karşılıklı okumuşlar. Bunu neden başka bir zamanda değil de Ramazan’da yapıyor? Demek bunda da bir iş var. Mukabelede bir kişi okuyor, diğerleri dinliyor. Aynı şeyi Efendimiz’le Cebrail (a.s.) yaptılar. Bu ne demek? Mukabele okuyan ve dinleyenler bazen kâim makam-ı Rasulullah, bazen kâim makam-ı Cebrail (a.s) olurlar. O kadar ciddi, mübarek ve yüksek bir iş. Bazıları mukabele caiz değildir falan diyorlar ya, hey cahiller! Efendimiz’i (s.a.v) tanımadıklarından böyle söylüyorlar. Efendimiz, “Recep Allah’ın, Şaban benim, Ramazan ümmetimin ayı.” diyor. Demek ki ümmete ait başka özellikleri de var. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de bu kadar uzun boylu izah yok. “Sizden evvelki ümmetlere farz olunduğu gibi size de Ramazan orucu farz olundu. Ramazan hilalini gördüğünüz zaman oruca başlayın! Bayram hilalini görünce orucu bırakın!” Bu kadar. Geri kalan her şey için Efendimize (s.a.v) muhtacız.
-Burada sünnet giriyor devreye değil mi?
Sünnetle farzı ayırmak şaşılıktır! Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) herhangi bir fiili veya sözü Allah rızasına muhalif olabilir mi?-Haşa!
Peki, Kur’an’da ayrıca “Habibim size ne verdiyse onu alın, neden kaçınmanızı istediyse ondan kaçının!” diye ayet var mı? Veya “Kim ki Rasulullah’a itaat etti, hakikatte Allah’a itaat etmiş oldu!” deniyor mu?-Eyvallah!
Daha ne o zaman! Neden bu ayırım! Bu kavram ulemanın izah babındaki sınıflandırmasıdır. Yani bazı sünnetleri Efendimiz de arasıra terk etmiştir. Ama farzları asla terk etmemiş. Bizim O’nu örnek alarak farzı terk ettiğimiz zaman olmayacak. Sünneti de irademizle değil ama gereklilik durumda terk edeceğiz ancak. Rasulullah’ın hayat tarzı nasıl onun sünneti ise, bizim de hayat tarzımız ona benzeyecek. Bunu ibadet sünnetlerine indirgemek bizi yanlışlıklara sürüklüyor.
-Sünnet-i Seniyye’nin hayatımızdaki temel karşılığı nedir?
Ahlak ve hayat tarzı sahibi olmak için muhtacız ona! Sünnet-i Rasulullah, hayatın karşılığıdır. Biz yaşama dini olan İslam’ı ibadet etme, tapınma dini haline indirgedik. Hâlbuki tapınmak için yaratılmadık! O fikir bir yanlış tercümeden kaynaklanıyor. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!” Biz Türkçede ibadet etme lafını namaz, oruç, zekât, hac diye anlıyoruz. Hâlbuki ayetin kastı ibadet değil. “Bana kul olsunlar diye!” Allah’a kul olmak sadece seccade üstünde, Ramazan ayında ve cami duvarları arasında mıdır?
-Bugün maalesef biraz o hale indirgenmiş durumda.
Öyle olduğu için de bu yanlış anlamalar, onların telafisi için yanlış sualler, yanlış suallerin doğru cevabı olmayacağı için de yanlış cevaplar var elimizde. Bir türlü İslam’ın yaşama dini olduğunu öğrenemedik. Ne dua dinidir, ne tapınma dinidir! Yaşamanın içinde zaten dua ve tapınma vardır. Tartı, terazi; çarşı, pazar; metre, ölçü; astronomi, tıp… Hepsi yaşamın parçasıdır ve hiçbiri dinin dışında değildir.
-Ramazan’la ilişkimiz doğru mu?
Ramazan’a mahsus ibadet tarzları vardır ama bu ayın hürmetine içkiyi bırakıp bayramın birinci günü hadi bilemedin dördüncü günü başlayanlar aslında kendilerini kandırıyor. 30 gün tahammül ettiğin şeye 31. gün de tahammül edersin. 30 gün Ramazan’dan başka diğer 11 ayda da nice mübarek günler olduğunu bilirsen kıyamazsın. Şevval’de oruç tutan var mı? Birkaç kişi dışında… Recep ve Şaban’da, Muharrem’de? Haa! Bir de Ramazan orucu tutmayanların tuttuğu Muharrem orucu var! Boşuna aç kalıyorlar! Ramazan orucunu inkâr et, Muharrem’de oruç tut! Farz yok, sünnet var! Farzı olmayanın sünneti olur mu? Bitti. Müslümanlık adama 365 gün, 24 saat lazımdır. İmsakiye gibi Ramazan’dan Ramazan’a kullanılacak bir şey değildir. Aynı şekilde Efendimiz de öyle. Hayatımızın dışına çıkarmışız ‘Rasulullah başımızın tacıdır’ diye diye. Rasulullah’ın başımızın üstünde yeri yoktur. O’nun yeri, gönlümüzün ta içidir ve hayatımızdır. Başımızın üstünde demek, dışımızda demektir. Yüksekte de olsa dışında değil, içinde olacak. Allah’ü zü-l Celal öyle buyuruyor: “Sen onların içinde olduğun müddetçe onlardan önceki kavimlere verdiğim toplu cezayı vermem!”
-Ramazan’da belli haller yaşıyor, içimize dönüyor, dünya ile aramıza mesafe koyuyoruz ister istemez. Yaşadığımız değişimin adını koymak ve tesirini bereketli kılmak maksadıyla ne yapılabilir?
Ramazan’a mahsus hâlleri tam yaşadığımız gibi diğer ayların da hakkını verirsek Ramazan’da lezzetine vardığımız hâlleri bütün yıl sürdürmemiz mümkün olur. Ramazan’daki hâl Ramazan’da kalır zaten. Ayrıca kendi kendimize asli olmayan birtakım şeyler icad ediyoruz. Mekke ne zaman fethedildi? Ramazan’da! Bedir ne zaman oldu? Ramazan’da! Tebük ne zaman oldu? Ramazan’da! Bunları biliyor muyuz? Biz Ramazan’da, hayatı biraz rölantiye alıyoruz. Rasulullah (s.a.v.) böyle yapmıyor. Bakın siz birtakım suallerle geldiniz. Röportaj yapacaksınız. Şunu bilin ki bütün suallerin bir tek cevabı vardır; Rasulullah! Bitti, o kadar. Efendimizi tanırsak, ama amiyane tabirle dım dızlak bir adam olarak değil, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla, zevceleriyle, çocukları, damadı, kayınpederiyle, düşmanlarıyla! Hepsini birden tanıdığımızda bu suallerin hiçbirine hacet kalmaz.
-Vaktin hakkını vermek nasıl mümkün olur?
Şevval’de günlük hayatın devam ederken arada bir 6 gün oruç tutacaksın. Arkasından Zilkade geldi. Bir kere her ayın başı, ortası ve sonu Efendimiz’in fiili sünneti olarak tutulur. Bu ayda hac hazırlığı yap. Yalnızca hediye listesi hazırlama ama. Orada ne yapacağını oku, öğren. Hediye listesi hazırlayacaksan Kâbe’den ne getirebilirim? Rasulullah’tan ne getirebilirim? Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali Hazeratından, Fatıma’dan, Aişe’den (r.a.) ashab-ı Bedir’den, ashab-ı Cenneti Mualla’dan, Ashab-ı Cenneti Baki’den, Hatice Validemiz’den ne getirebilirim? O listeyi yap! Zilhicce’de zaten hac ve kurban var. Ondan sonra kurban yerine çocuk okutsam olur mu gibi saçma suallere cevap hazırla. O da bir ibadet.
-Vaktin hakkını verebilmek için içinde bulunduğumuz zamanın neye tekabul ettiğini iyi bilmemiz gerekiyor o halde?
Gayet tabii. Mesela Muharrem’in birinci gününe hicri yılbaşı ve hicret deniyor. Hayır! Hicret ne zaman başladı, ne zaman bitti? Hâlâ camilerde Muharrem ayının ilk cumasında hicret konuşuluyor. Ayıp ya hû! Hicret 26 Safer Perşembe gecesi başlamış, 12 Rebiülevvel Cuma ikindi vakti bitmiştir. Muharrem’le ne alakası var? Ve hicretten taa 17 sene sonra Hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında tarih karışıklığına mani olmak için bir başlangıç belirlenmiştir. O zamana kadar rakamsal tarih yok. Senenin en önemli hadisesinin ismi veriliyor yıla. Muharrem’in yılın ilk ayı oluşu ise asırlardan beri öyleydi. Hicretle alakası yok.
-Karışıklığın sebebi bu demek!
Karışıklık değil, cehalet bu! Muharrem, Allah’ın muhterem ilan ettiği bir ay, haram aylardan. Bunun sebebini tetkik et, öğren, idrak et. İlk 10 günü oruç tut! Yani zaman, mekân, ortam ne icab ettiriyorsa onu yap. Ezan okununca artık çalışmanın vakti ortadan kalkmıştır, ibadet vakti girmiştir. “Efendim, çalışmak da ibadettir” diyenlerin kulakları çınlasın. Para kazanmak için çalışman ibadet değildir. Allah rızası kazanmak için çalışmak ibadettir. O esnada para da kazanabilirsin. O ayrı mesele. Ramazan birtakım güzel davranış biçimlerini uzunca bir müddet talim ettiğimiz bir dönemdir. Bu talimden istifade ile mesela Ramazan’ın son günü akşamı teravih yerine hiç olmazsa tesbih namazı kılalım. Nasılsa 20 rekât teravihe vücut alıştı. Niye hemen terk ediyorsun ki! Üsküdar Mevlevihanesi son şeyhi Ahmet Remzi Dede Efendi bir nutkunda “Rah-ı Hakkı kullara talim-i Yezdan’dır gelen.” diyor Ramazan için. Bu ihsandan istifade edebilmek, Ramazan’ın son akşamı paydos etmemek demektir. Rabbimizin bir hâl hariç amel yakma âdeti yoktur amma istifadeden mahrum kalırız Allah muhafaza.
-Nedir o hal?
Rasulullah Efendimiz Hazretlerine edepsizlik etmek. Allah’ü zü-l Celal açıkça beyan ediyor, “Habibime edepsizlik yaparsanız, mesela huzurunda sesinizi yükseltirseniz amelleriniz boşa gider…”
-Efendimiz’in huzurunda bulunmayı nasıl yorumlamamız gerekiyor?
Her an Rasulullah’ın huzurunda olduğunu bilecek, O’nun hükmü üzerine hüküm koymayacaksın. Mesela son zamanlarda çok konuşulan bir lakırdı var. Efendimiz’in mescidinin minaresinden daha yüksek minare yapacağım demeyeceksin. Terbiyesizliktir bu. Cenab-ı Hakk “Habibime terbiyesizlik yaparsanız amellerinizi yok ederim.” diyor. Öyleyse edep amelden üstündür diyebiliriz. Edep, amel noksanını kapatır. Edep muhabbetin izharıdır. Sevdiğine saygısızlık yapabilir misin? Tepesine de çıksan o saygısızlık olmaz. Çünkü bilir, sevdiğinden yapıyorsun. Efendimiz’e itiraz etmek mümkün değil, değil mi? Ama Hazreti Ali itiraz etti!
-Ne zaman ve neden?
Mekke’nin fethedildiği gün, Kâbe’nin içindeler. Efendimiz putları temizliyor. Yukarıda bir tane var ki asa da yetişmiyor. İçeride Hz. Ali ve Hz. Bilal var. Hz. Ali’ye “Çık omzuma, indir o putu ya Ali!” buyuruyor Efendimiz. Hz. Ali itiraz ediyor: “Yok ya Rasulallah çıkamam! Siz benim omzuma çıkın!” Efendimiz, “Bugün celalliyim ya Ali! Taşıyamazsın.” buyuruyor. Bu kat’i bir söz. “Çıkıp indirdim!” diyor Hz. Ali. Bir şey daha söylüyor: “Efendimiz’in omzuna bastığım zaman başım arş-ı âlâya değdi zannettim…” Kendimizi bedenden ibaret görmekten vazgeçmeliyiz.
-Beden kaydından kurtulmaya da vesile olabilir mi Ramazan-ı Şerif?
Eyvallah. Allah’ü zü-l Celal’in kullarından istediği namazdan, niyazdan, oruçtan, hacdan gaye ne? Tevhid… Namaz kılalım, oruç tutalım diye yaratılmadık. Bunları ve diğer emirleri yerine getirmek suretiyle Rabbimize yaklaşalım diye yaratıldık. Mahlûkla bir olmayan Halik’la bir olamaz. Tevhid-i İslam diye konuşulan şey o. Bu tevhid ibadette çok belli oluyor. O yüzden Allah cemaatle namaz kılmaya çok önem verdiğini beyan buyuruyor, müjdeliyor. Öyle mi? Peki bakıyoruz en uzun namaz ne kadar? Ramazan’ın son günlerinde Mekke’de hatimle teravih kılıyorlar. Saat tuttum, 2 rekat 25 dakika kadar sürüyor. En uzun namaz bu. Peki oruç? Kaç milyon kişi aynı anda ibadet halinde? Ramazan’ın en büyük özelliği, esası bu.
-Hislerimiz bu tevhidin etkisiyle mi oluşuyor?
Evet. İşte sair meselelerde de böyle ehl-i tevhid olsak yerden bir karış yukarıda yürürüz. Mutluluktan dolayı tabii. Yoksa Müslümanın ayağı yere basar, havada gitmek marifet değil. Bakü’den Saraybosna’ya kaç milyon insan aynı anda oruç ibadeti üzere? Uyusa da, çalışsa da, abdest bozmada da olsa! Efendimiz ne buyuruyorlar? Oruçlunun uykusu ibadet, susması nasihattir. Kaç milyon insan aynı hal üzere? Bir tefekkür edin. Peki, iftar vakti girdikten sonra müştereklik azalıyor mu? Hayır. Tokyo niyetleniyor bu kez de. Çin’de 100 milyondan fazla Müslüman var, onlar başlıyor. Bir ay boyunca bu devam ediyor. Hiç ara verilmeden…
-Diğer mahlûkata da sirayet eder mi bu hal?
Eder elbette. Biz insanız. Her şey bizim için, biz Allah için yaratıldık. Güneş de, ay da, yıldızlar da bizim emrimizde. Ve dünya da bir yıldız. Dolayısıyla bizim o halimiz gökteki yıldıza bile tesir eder. Toprak altındaki tohuma da tesir eder.
-İnsanın kulluğu sadece Allah’a karşı vazife değil, mahlûkata karşı da borç o halde…
Gayet tabii. Vazifeyi ihmal zulümdür ve insan bundan da mes’uldür. En çok kendine zulmediyor. Hep hukuku ibad, kul hakkı konuşuluyor. Hukuku nefs nerede, hukukullah nerede? Allah’ın hakkından, senin sana olan hakkından hiç söz etmiyoruz. Senin, senin üzerindeki hakkın ve senin sana karşı olan vazifelerin nerede? Bunlar konuşulmuyor. Birbirinden ayrı değil ki bunlar iki gözüm. Kim dedi kul hakkı daha mühim diye. Hak önemlidir. Sadece Ramazan değil, hergün bunları tefekküre vesile olsun inşallah…
Kaynak: Aksiyon"

kaynak:
http://www.sapitanlar.com/ustad-t-inancer-ile-hasbihal/

bu
 
Üst