Simin Danişver / Cennet Gibi Şehir

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
107824.jpg


Nisan 2010

Cennet Gibi Şehir, Simin Danişver’in-kendi deyimiyle-içinde yaşayarak tecrübe ettiği karanlık ve boğucu bir devrin, çoğuyla bizzat görüşmüş olduğu insanlarının, gerçek yaşamlarından yola çıkarak yazdığı öykülerinden oluşmaktadır.

Çağdaşı olan diğer aydınlar gibi, yazmış olduğu öyküleriyle, birlikte yaşadığı toplumun insanlarına, içinde bulundukları durumu göstermek suretiyle rehberlik görevini yerine getirmiştir. Yapmış olduğu eğitimcilik mesleğinin yüklemiş olduğu mesuliyet duygusu ile bilgiye susamış insanların susuzluğunu gidermek uğruna, zihin kuyusunda biriktirdiği temiz ve duru suları cömertçe kendisini izleyenlere aktarmıştır.

Simin Danişver; İran’ın en önemli çağdaş öykü ve romancılarındandır.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Simin Danişver'den darbe sonu öyküleri

Tarih boyunca pek çok ünlü Acem edebiyatçı ve alim yetiştiren Şiraz'da 1921 yılında hayata gözlerini açan Simin Danişver, İran'ın öykü kitabı yayınlanan ilk kadın yazarı olarak tarihe geçti. Ancak Danişver'in ünü sadece "ilk kadın öykücü" olmasından kaynaklanmıyor, öykülerinde yer verdiği karakterler ve kahramanları üzerinden gerçekleştirdiği sorgulama gücünden ve edebi üslubunun gücünün hakkını da vermek gerekiyor.
Öykü cennetine dönüşen İran'da Simin Danişver'i öne çıkaran farkı yazar "içinde yaşayarak tecrübe ettiğim karanlık ve boğucu bir devrin, çoğuyla bizzat görüşmüş olduğum insanlarının, gerçek yaşamlarından yola çıkarak yazdığım öyküler" şeklinde tarif ediyor.
1948 yılında yayınlanan ilk öykü, 1969'da yayınlanan Su ve Şun adlı ilk romanıyla başladığı edebiyat kariyerini İran’ın en önemli çağdaş öykü ve romancıları arasında yer alacak kadar ilerleten Danişver'in kaleminin güçünün yanı sıra asi ve kararlı karakterinin de etkisini unutmamak gerekiyor. 1949 yılında Fars edebiyatı dalında doktorasını bitirip doktor ünvanı aldıktan bir sene sonra tanıştığı Celal Âl Ahmed ile eşinin ailesinin bütün tepkilerine rağmen evlenmesi kararlılık ve otoritermiği konusunda yeterli ipucu verebiliyor. 1965 yılında Amerika’nın, Stanford Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Bölümünde iki yıl yüksek eğitim gören Danişver, dönüşünde ülkesinin Güzel Sanatlar Akademisinde 1979 yılına dek Sanat Tarihi ve Arkeoloji dersleri verdi.
Danişver'in öykülerinin ana ekseni Sosyal duyarlılıklar oluşturuyor fakat her öyküsünün kahramanları farklı karakterler içeriyor.
Gözlem gücünü, duygusallık ve edebi maharetle birleştiren Danişver'in Türkçe'ye çevrilen ilk kitabı olan

Cennet Gibi Şehir, 10 öyküden oluşuyor. Cennet Gibi Şehir, İranlıların Bayramı, Sokağın Geçmişi, Bibi Şehrbânu, Doğum, Model, Erkeklerle Olan Bir Kadın, Vekil Çarşısı’nda, Dönmeyen Adam, Kulis adını taşıyan öykülerde; İran'da 1932'de gerçekleşen darbe sonrasi yaşanan karanlık ve boğucu dönemdeki insanların yaşadığı toplumsal sıkıntılar ve bireysel bunalımlar ağır basıyor.
Türkiye'nin 1980 darbesiyle hesaplaştığı günlerde Ağaç Kitabevi'nce Türkçe'ye kazandırılan kitaptaki öykülerde yer alan insanların dramlarına daha duyarlı olunacağı tartışılmaz.
Askeri, sivili, sanatçısı, hafif meşreplisinden koyu taasublusuna kadar çeşitli yaş gruplarından İranlıların kadınlı, erkekli öykülerinde İran'ın sosyal hayatından ve sokak yaşantısından dikkat çekici kesitler yer alıyor.
İran İslam Devrimi öncesinde İran'ın sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan ne durumda olduğunu merak edenler için Simin Danişver'in öyküleri oldukça yararlı bir kaynak niteliğinde...

Kitap'tan bir kesit
... Ve kayıp kız, korku ve güvensizlik içinde, elini, yabancı adamın haşin ellerinin esiri görüyordu. Artık çarşının so*nuna gelmişlerdi. Burası ıssız ve tenha bir yerdi, in cin top oynuyordu. Akşam vaktiydi, çarşıda hiç bir hayat belirtisi kalmamıştı. Kız sürekli Yahudilerin mahallesini düşünüyor ve hayâlinde çocuk öldürme sahneleri canlanıyordu. Büyük bıçaklar; hem de kocaman, evlerindeki ekmek bıçağı kadar! Hani şu dadısının maharetli bir şekilde, bir tahta üzerinde, "kırt. kırt.." diye sebze doğradığı büyük ve siyah saplı bıçak. Şu, Şahçırak'ın kabri başında toplanan kadınların elindeki kamalar kadar. Bu kadınlar "Şah Hüseyin, Şah Hüseyin!" diyor; sonra birden ellerindeki kılıçları başlarının tam orta*sına vurmalarıyla giydikleri beyaz kefenlerin üstüne kanlar fışkırıyordu. Ah, onlardan ne kadar da korkuyordu! Aynı şekilde, şu anda elini tutmakta olan şu adamdan da!
Çarşı*nın son kapısına vardıklarında adam birisine selam verdi ve cebinden bir şey çıkartmak için kızın elini bıraktı. Kız biraz bekledikten sonra, birden koşmaya başladı. Kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki neredeyse yığılıp yerde kalacaktı. Ne ar*kasına baktı, ne de pazardaki çukurlara aldırdı. Anlatılmaz bir hızla kendisini pazarın dışına attı.
Sağ taraftaki sokağa saptı ve bir evin kapısında durdu. Karıncaların kemirmiş olduğu eski bahçe kapısına güneşin solgun yüzü vuruyor*du. Kapının bir kanadı kapalı, diğer kanadı ise açıktı. Evin koridoru da, içi de karanlıktı. Evin nasıl bir ev olduğunu ve içinde ne olduğunu da anlayamadı. Yorgun ve bitkindi. Yaralı dizi acıyordu. Üstü başı uzaktan gelmiş bir yolcu-nunki gibi dağınık ve kirliydi. Evin önünde durdu ve ba*şını kaldırıp etrafına bakındı. Çarşının tüm o kalabalık ve gürültüsünü hatırladı; düşüncesini meşgul eden ve kendisi*ni korkutan her şey gözlerinin önünde canlanıverdi. Artık kendisini meşgul edecek, oyalayacak bir şey de yoktu.
O anda derinden bir feryat çekti ve kendisine yardım edecek birisini, herhangi bir kimseyi çağırdı Ama yapayalnızdı ve kimse çağrısına cevap vermedi. Başını kapıya dayadı. Karıncaların delik deşik ettiği evin köhne ahşap kapısının üzerine çakılmış dört tane kocaman çivinin yanında siçimsiz bir tokmağı vardı. Kız çocuğu tokmağı tutup hızla vurmaya başladı. Eve girmeyi düşündü ama ev yabancıydı. (...)
(Haber 7)
 
Üst