Son.Fedai
Kıdemli Üye
- Katılım
- 12 Şub 2007
- Mesajlar
- 6,367
- Tepkime puanı
- 136
- Puanları
- 63
- Yaş
- 54
- Konum
- Gaziantep
- Web sitesi
- www.elibolyazilim.com
13-15. “Andolsun ki Muhammed Cebrâil'i sınırın sonunda (Sidretü’l Münteha’da) başka bir inişinde de görmüştür. Orada Me’vâ cenneti vardır.”
Andolsun ki peygamber, Cibril’i bir başka seferde de görmüştür. Sidre-i Münteha’nın yanında onu bir kez daha görmüştü. Allah’ın Resûlü bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya getirilip, oradan yedi kat semâya geçip Cebrâil ile yolculuğu devam ederken bir yere ulaşırlar ki, burası Sidretü’l Müntehadır. O Sidre, Cennetü’l Me’vânın yanındadır. İşte her şeyin son bulduğu, maddenin, maddî dünyanın son bulduğu o sınırda Cebrâil onu yalnız bıraktıktan sonra Rasulullah Efendimizin tek başına devam ettiği bir mi’râc yolculuğunun sonunda tekrar Sidre’ye dönüşü gerçekleşinceye kadar ki geçen zaman dilimine mi’râc, ya da İsrâ yolculuğu diyoruz.
İşte bu harikulade olay yaşanırken Sidre’ye dönüşünde Rasu-lullah Efendimizin Cebrâil’i orada aslî şekliyle tekrar bir daha gördüğü anlatılıyor. Rasulullah Efendimiz demek ki; iki defa hey’et-i asliyesiyle Cibril’i (a.s) görüyor. Birincisi Rabbimizin bu sûresinde ve kendi beyanıyla Hıra’da ilk vahyin, Alâk sûresinin inişi esnasında; ikincisi de mi’râc hadisesinin cereyanı esnasında Sidre-i Müntehada ki, onun yanında cennetü’l me’vâ vardır.
Sidre-i Münteha bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihâyeti demektir. Müntehâ kelimesi son, nihâyet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. "Sid-re” Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gâyet koyu ve latiftir.
Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de işte bu âyette geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anla-tan ve bir çok sahabeden rivâyet edilen Hadis-i şerifte de geçmekte-dir. Hem Kur'an'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mira-c'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Mün-tehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cen-netlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Mün-tehâ' Cennetin nihâyetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.
Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allah Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, bu-radan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gidece-ğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkip "son sınır, son hudut veya sı-nırın sonu" diye anlaşılmıştır.
Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen he-men hepsinde söz konusu edilmektedir: "Sonra beni Sidretül-Mün-teha’ya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi ta-mamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... "
(Müslim, İmân, 259).
İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivâyette de "Resûlullah (s.a.s) Sid-retül-Müntehâ'ya varınca yeryüzünden çıkan ve yukarıdan inen bura-da son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (Necm,16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur"
(Tirmizî, T. Suver 53).
Mürre'nin Abdullah'tan rivâyetine göre "Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir..."
(Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94).
Enes'in rivâyetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki bâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi"
(Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).
Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir
(Et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati'l fünûn, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).
Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkie vardıklarında Cibril geride kalmış; Re-sulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sa-dece sana bahşedilmiştir..."
(Keşşafu İstilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi).
Sidretü'l-Müntehâ' denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Ge-rek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez. Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mâ-nâlarının yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığını, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.
Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivâyete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade e-dilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah Teâlâ'-dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandı-rıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız müm-kün değildir.
Evet, bu kitap Allah bilgisidir ve bu bilgiye ancak çok şerefli ve yüce vasıflara sahip olan Allah’ın elçileri ulaşabilmektedirler. Allah’ın tertemiz elçilerine ulaşan bu bilgilerden de elbette tertemiz ve şerefli insanlar istifade edebileceklerdir. Ama şurasını unutmamak lâzımdır ki, Allah’ın şerefli elçilerinin dışındakiler ne kadar da temiz ve şerefli olurlarsa olsunlar, Allah elçilerinin ulaştırıldıkları bilgi zirvesine ulaşmaları asla mümkün olmayacaktır. Necm sûresinin işte bu âyetinde Rabbimiz şerefli Resûlü’nün bilgi seviyesinin, bilgi kaynağının nasıl onu Sidretü’l Münteha’ya ulaştırdığını anlatıyor.
Bizlerin o noktaya ulaşmamız hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizler ancak Allah’ın şerefli elçilerine müracaat ederek, onların bizim seviyemize indirdikleri bilgilere muhtacız ve ancak o kadarına ulaşabiliriz. Bu da ancak Kitap ve sünnete yakınlığımızla orantılı olacaktır. Bizler her konuda Allah ve Resûlü’nün bize sunduğu bilgiye muhtacız. Gerek yaşadığımız bu hayatın bilgisini, gerek yaratılış bilgisini, ölüm ve ölüm ötesi bilgisini ve tüm bilgileri ancak bu iki kaynaktan elde edebiliriz.
Kaynak: Besairul Kuran
Andolsun ki peygamber, Cibril’i bir başka seferde de görmüştür. Sidre-i Münteha’nın yanında onu bir kez daha görmüştü. Allah’ın Resûlü bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya getirilip, oradan yedi kat semâya geçip Cebrâil ile yolculuğu devam ederken bir yere ulaşırlar ki, burası Sidretü’l Müntehadır. O Sidre, Cennetü’l Me’vânın yanındadır. İşte her şeyin son bulduğu, maddenin, maddî dünyanın son bulduğu o sınırda Cebrâil onu yalnız bıraktıktan sonra Rasulullah Efendimizin tek başına devam ettiği bir mi’râc yolculuğunun sonunda tekrar Sidre’ye dönüşü gerçekleşinceye kadar ki geçen zaman dilimine mi’râc, ya da İsrâ yolculuğu diyoruz.
İşte bu harikulade olay yaşanırken Sidre’ye dönüşünde Rasu-lullah Efendimizin Cebrâil’i orada aslî şekliyle tekrar bir daha gördüğü anlatılıyor. Rasulullah Efendimiz demek ki; iki defa hey’et-i asliyesiyle Cibril’i (a.s) görüyor. Birincisi Rabbimizin bu sûresinde ve kendi beyanıyla Hıra’da ilk vahyin, Alâk sûresinin inişi esnasında; ikincisi de mi’râc hadisesinin cereyanı esnasında Sidre-i Müntehada ki, onun yanında cennetü’l me’vâ vardır.
Sidre-i Münteha bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihâyeti demektir. Müntehâ kelimesi son, nihâyet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. "Sid-re” Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gâyet koyu ve latiftir.
Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de işte bu âyette geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anla-tan ve bir çok sahabeden rivâyet edilen Hadis-i şerifte de geçmekte-dir. Hem Kur'an'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mira-c'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Mün-tehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cen-netlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Mün-tehâ' Cennetin nihâyetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.
Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allah Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, bu-radan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gidece-ğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkip "son sınır, son hudut veya sı-nırın sonu" diye anlaşılmıştır.
Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen he-men hepsinde söz konusu edilmektedir: "Sonra beni Sidretül-Mün-teha’ya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi ta-mamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... "
(Müslim, İmân, 259).
İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivâyette de "Resûlullah (s.a.s) Sid-retül-Müntehâ'ya varınca yeryüzünden çıkan ve yukarıdan inen bura-da son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (Necm,16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur"
(Tirmizî, T. Suver 53).
Mürre'nin Abdullah'tan rivâyetine göre "Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir..."
(Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94).
Enes'in rivâyetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki bâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi"
(Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).
Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir
(Et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati'l fünûn, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).
Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkie vardıklarında Cibril geride kalmış; Re-sulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sa-dece sana bahşedilmiştir..."
(Keşşafu İstilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi).
Sidretü'l-Müntehâ' denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Ge-rek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez. Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mâ-nâlarının yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığını, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.
Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivâyete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade e-dilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah Teâlâ'-dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandı-rıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız müm-kün değildir.
Evet, bu kitap Allah bilgisidir ve bu bilgiye ancak çok şerefli ve yüce vasıflara sahip olan Allah’ın elçileri ulaşabilmektedirler. Allah’ın tertemiz elçilerine ulaşan bu bilgilerden de elbette tertemiz ve şerefli insanlar istifade edebileceklerdir. Ama şurasını unutmamak lâzımdır ki, Allah’ın şerefli elçilerinin dışındakiler ne kadar da temiz ve şerefli olurlarsa olsunlar, Allah elçilerinin ulaştırıldıkları bilgi zirvesine ulaşmaları asla mümkün olmayacaktır. Necm sûresinin işte bu âyetinde Rabbimiz şerefli Resûlü’nün bilgi seviyesinin, bilgi kaynağının nasıl onu Sidretü’l Münteha’ya ulaştırdığını anlatıyor.
Bizlerin o noktaya ulaşmamız hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizler ancak Allah’ın şerefli elçilerine müracaat ederek, onların bizim seviyemize indirdikleri bilgilere muhtacız ve ancak o kadarına ulaşabiliriz. Bu da ancak Kitap ve sünnete yakınlığımızla orantılı olacaktır. Bizler her konuda Allah ve Resûlü’nün bize sunduğu bilgiye muhtacız. Gerek yaşadığımız bu hayatın bilgisini, gerek yaratılış bilgisini, ölüm ve ölüm ötesi bilgisini ve tüm bilgileri ancak bu iki kaynaktan elde edebiliriz.
Kaynak: Besairul Kuran