Sezai Karakoç

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
İnsanı ve onun inşa ettiği medeniyeti merkezine alan bir şiirdir Karakoç şiiri. Geçmiş zaman ve yaşanan çağ kalbe, ruha, dahası fıtrata ayarlı tefekkürüyle bu şiirde hissedilir; insana ayarlı en hassas duyargalarıyla bu şiirde duyulur ve görülür...
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Kale

KALE

Senin ruhun Tanrı'nın gizli kalesidir.Gece gündüz gözünü kırpmadan onun bekçiliğini yapmalısın.Kem gözlerden saklamalısın sırrını.Yılanların zümrüt gözleri, temmuz sıcağında, seni albeni tuzağına düşürüp, aşırmasınlar mücevherini.

Aklın bir kılıç olsun, duygun bir kalkan, bilgin de bir zırh.Göze görünmez şer çerisine karşı bunlarla donanmış olarak, ruhuna yaban kişilerin ellerini değdirmemeleri için savaş.
Her yandan hisar ve burçlarına sızmaya çalışacaklardır ruh iç kalesinin düşmanları. Ve bu düşmanların paravanası olanlar; şu veya bu planda onlarla anlaşmış,uzlaşmış,barışmış olanlar.
Maskeyle yüzün doğal derisi arasındaki belirgin fark gibi, bunlarla gerçek dava erleri arasında da net bir fark vardır.Bu farka, sezgini geliştirerek erebilirsin. Ruh kalendeki hiç bir taşı, hatta kerpici hor görme.Onları yabancıların altından yontma yapı taşlarıyla bile değişme.

Asıl altın senin taşında, senin kerpicindedir. Kaleni dıştan olduğu kadar, hatta daha fazla, içten onar.Dayanaklar ve desteklerle güçlendir. Çeliğine su ver boyuna. Temellerini süreklice gözden geçir. Kalenin kalbini gökyüzüne bir ayna gibi tut. Aynadaki işaretler sana istediğin haberleri verecektir.Pencerelerini yalnız günışığına aç kalenin.Yalnız güneşe aç. Yalancı ve yapma ışıklara ihtiyacı yok odalarının.

Kale kapısına getirilmiş yabancı bal ve çiçekleri geri çevir.Zehirlidir onlar. Sen bahçendeki çiçeklere ve o çiçeklerin üzerinde dolaşan arıların biriktirdikleri bala bak.Asıl bal o bal, asıl çiçekler o çiçeklerdir.


Sezai KARAKOÇ
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Eserlerinden Alıntılar...

AKİDE ŞEKERİ

 Ruh dirilince, tabiat bile ışıldamakta. Güneş ılık , gök açık. Eşyada bir gülün yavaş yavaş açılışından işaretler. İnsan Allah’ a dönmekte. Allah’ın Diri isminden gelen bir solukla canlanmakta.

• Nietzsche yanıldı; ölen ruhtu, tanrı değil.

• Marx, belli bir tarih çizgisinin ölüm krizini yakaladı, bir diriliş aşkını değil.

• Ruh dirilecek yeniden. Deha toprağını vahiy ışığıyla yeniden yoğuracak
(ruhun dirilişi)

 Benim dağım bir ‘diriliş hunisi’dir.

• -uygarlıktan mı kaçıyorsun?
-hangi uygarlıktır bu? Çamur uygarlığı bile değil. Şifa olan çamurlar da vardır.

• Ah, karınca olsaydım. Harmanların usanmaz bekçisi olsaydım. Her buğday tanesine düşmüş bir güneşi kim görebilirdi benden başka.



• Kentin kötü kahvelerinde al tutmuş gibiyim. Onun için özleyip durduğum ashab-ı kehf mağaralarıdır.
(dağ çağrısı)


• Sure-i Yusuf, inanmış insanın, ülkü adamının, safha safha, durak durak hayatına ışık tutan en geniş çerçeve, en güzel çizgili ebedi bir modeldir.
(Hz. Yusuf’un Düşü)

• Cennetten daha dün kovulmuşçasına, Allah’tan ıraklaşmanın yakıcılığıyla kavrulmuşçasına azap çekmeli, sonra, birden O’na kavuşmanın büyük sevinciyle kendini tazelemelidir insan.
( Allah ve İnsan)

• Kültür inanıştan doğar. Sonra inkar bir tepki halinde belirir.

• Gerçek mümin’in namazı boyunca, dünya, kesilmiş bir kurban gibi ayaklarının ucunda durur. ( Tapınma )

• Kapitalizm ve komünizm, her türlü kurnaz ve gizli kapaklı aldatıcı tatlı kelimeler altında insanları tanrı yolundan soğutmanın, insanı maddeye ve zalimlere taptırmanın korkunç çarklarını kurmuşlardır. ( insanın düşmanları)

• Çağımızın cahilleri ve gafilleri Nuhun Gemisini Ağrı Dağının tepelerinde arayadursun, o gemi gerçekte bu gün bütün anlamıyla ayakta durmakta ve tehlikeli suların üstünde seyretmektedir.
(geçmişte ve geleceklere doğru inanç)

• Din, felsefe ve sanat, insanın kendi yaradılış sırrını aradığı alanlar.

• Çocuk sahibi olmak, tabiatı işlemek, dünya sofrasından faydalanmak, hep tanrı buyrukları çerçevesinde oldukça iyi ve güzeldir. Tabiat ve evren, manevi bir bağ ile müminin inancında erirler, onunla kaynaşırlar.
(Yaratılış Sırrı)

• Kim Müslüman olmayı kendisine bir müjde olarak bilmiyorsa, o yerin dibine batsa kendisi için daha iyidir. ( Allah’a inanma bir müjdedir)

• Yeryüzünün bir köpüğü değiliz biz. Sadece yeryüzünde bir sivilce gibi doğan ve batan bir toprak sıkıntısından ibaret değiliz.

• Gerçek varoluş, kor ateşse, bu dünya onun külüdür. Kül eşelenince altından kor ateş çıktığı gibi, bu dünya şartları kırıldıkça ve aşıldıkça öteki dünyanın işaretleri ve ilk izleri belirir.

• Dünya zamanı, ahiret zamanının yanında adeta Hz. Musa’nın asasının yanında büyücü değneklerinin düştüğü zavallı bir duruma düşmektedir.

(Ölümden Sonra Kalkış)

• Düşüşün tadını almayan insan! Senin yücelerin serinliğinden, arılığından
ne haberin vardır? Ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelale borçlu olduğunu biliyor musun?

• Düşen insandır, hayatın sesini işiten, iç sesini duyan.. hakikatlere başını kurban gibi başını uzatmış olan odur. Tanrısal bıçağın parıltısını o görmüştür. Akmadan önceki kanın şırıltısını işitmiştir. Artık hayatı boyunca o şırıltı kulaklarındadır. Hayat o şırıltıyla taze ve yenidir her an.

• Düşüş, fizik anlamlı yaşantıya metafizik bir anlam getirecektir. Düşüşsüz hayat, bir fizik akıntısı, bir biyolojik devinimden başka bir şey değil. Ama düşüş bir dirilişi getirirse, hayat fiziği aşkın bir deneyle zenginleşmiş, transandantal anlamına kavuşmuş olur.

• Havva Ademe bir çıkmadır, bir dipnotu. Ama öyle bir çıkma ve dipnotu ki asıl metnin anlaşılması için kaydı gerekli.

• Zaruretin tohumudur buğday. İçinde özgürlüğü yok eden bir güç gizli. İnsanı içten yakalayan bir zincirdir. Yoksulluğun bitmez tükenmez kitabıdır.

• Hakikat sürekli olarak kendini yeniler. İnsan bu yenilenmeyi doğru yoldan yapmazsa, yaradılış onu zıt yoldan yapar. Tırmandığını unuttunsa öyle duracağına düş ve yeniden tırman; durmaktan daha iyi bu. Ot gibi var olacağına öl ve yeniden diril.

• Çocuk da bir suç işledi mi annesinin kucağına atılmıyor mu? Hatta annesine karşı bile annesine sığınır çocuk.

• Uzaklaştırma yaklaştırma içindir. Ayrılık buluşmaya doğrudur. Yitirme bulma arzusunu uyandırır. Gurbette söylenir sıla şarkısı.

• Dünya bir köpüktür. Evet , ama hakikat denizinin ve sonsuzluk umanının üstünde. Deniz dalgalanmasa bu köpük olmayacaktır.

• Kolay iman bir inkara dönüşebilir. Ama çile çekilerek erilen inanç, inkarların fırtınasına dayanıklıdır. ( Adem – yitik cennet)

• Müslüman vücudunda bir kıyamet aşısı taşıyan, ötenin sarsıntısını duymamış kişilere kıyamet aşılayan ve onları şiddetli bir kıyametle sarsan bir kyamet adamıdır. (kıyamet aşısı)

• Utanma inançtan hiç kopmaz. İnançla birlikte var ve insancın yokluğuyla yoktur. Tövbenin, aşkın ve sevginin başlangıcı utanmadır. Sabır, utanmanın gelecek zaman çevrilmişidir adeta. Ağırbaşlılık ve vakar, süreklilik kazanmış, durulmuş, derinleşmiş, aydınlanmış kalbin huzuruyla kaynaşmış hayadır. ( utanış )

• Bir taş da sen at, dostum, şeytanın arkasından. Durmadan taşlanan şeytanın arkasından. Oğlunu kurban etmek fikrinden döndürmek için yoluna çıkan şeytana hz. İbrahim taş attığı gibi, sen de bir taş fırlat, seni ülkünden, tanrı yolundan çevirmek isteyenlere, inkara , şüpheye, inanç, akıl, duygu ve eylem sapıtmalarına. ( bir taş da sen at )

• Ah! Ben eşyanın açık gözlerinden ne kadar da ürkerim. ( şahitlerimiz)


Derleyen : Mustafa ijaz
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
İnançsızlığa Savaş Açan Bilge

Büyük dönüşümlerin yaşandığı bir yüzyılda, inançsızlığın doğurduğu ümitsizlik, bütün dünyayı bir yangın alanına çevirdi. İnançsızlığa karşı bütün inançların işbirliği yapması gerekir. Bunun için de, İslam ve Hristiyan, dünyaları aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak, ortak yanlarına ağırlık vermelidirler. İki dünya arasında ortak alan kutsal kitaplardır. Kur’an’sız Tevrat ve İncil eksik kalır.

Tarihin her çağında toplumları dönüştürenler, baskı ve şiddetin doruk noktasına ulaştığı dönemlerde bile, ümitsizliğe düşmeyenler olmuştur. Onlar güçlerini denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, yine de anlatılamayan bilgi ve hikmet hazinelerine ulaşmasını bilmelerinden alırlar. Onların ulaşılmaz gönül zenginliklerinin odak noktasını, Allah ve Peygamber sevgisinde bütün sevgileri eritmede gösterdikleri yorulma bilmez gayretleri ve sınır tanımayan hizmetleri oluşturur. Allah sevgisinde yok olanların önünde hiçbir güç duramaz. Allah sevdiğinin koruyucusudur. Onun koruduğuna hiç kimse zarar veremez. O sevdiğinin gören gözü, seven gönlü, düşünen aklı ve yazan kalemi olur. İnsanlar gibi, toplumlar da, sevdikleriyle güç ve etkinlik kazanırlar. Allah’ı sevenler herkesten daha güçlü oldukları gibi, herkesten daha etkili de olurlar. Çünkü bütün güçlerin üzerinde Allah’ın gücü vardır. Kaleminden daha çok gönlüyle yazan Vehbi Vakkasoğlu’nun, kısa zamanda onbinlerce satan “Başkasının Günahına Ağlayan Adam” isimli kitabında, düşünce ve eylemini ustalıkla anlattığı Bediüzzaman, “Allah önünde her varı yok gören” hayatıyla, Cumhuriyet döneminin en etkili gönül büyüklerinden biri olmuştur. O sevgiyle silahlanarak, hiçbir gücün gerçekleştiremeyeceği bir dönüşümü gerçekleştirdi. Bediüzzaman “Karşımda müthiş bir yangın var” diyerek, hayatını Kur’an’a adamış ve tek başına büyük bir “iman kurtarma” hamlesine girişmiştir. Sezai Karakoç’un “İslam’ın Dirilişi” isimli kitabında vurguladığı gibi: “Onun, Anadolu’da okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kütleyi yeniden İslam kültürü ve inancıyla eğittiğini, adeta, Anadolu’da yeni bir kültür akımı doğurduğunu ve bir kültür savaşına giriştiğini görmemek mümkün değildir.” Bediüzzaman büyük bir imanla bağlandığı kaynağın gücünden ve koruyuculuğundan emindir. Ömrü mahkemelerde, hapishanelerde ve sürgünlerde gözetim altında geçti. O yalnızca Allah’ın bildirdiğine teslim olduğu için, O’nun dışında hiçbir güce teslim olmadı. Bütün dünyayı “Allah’ın varlığı ve birliğine” gönülden inanmaya çağırdı. Kitaplarını Papa’ya gönderdi. İstanbul’da Patrik’le görüştü. Onun dünyasında düşmanlığa kesinlikle yer yoktur. Büyük dönüşümlerin yaşandığı bir yüzyılda, inançsızlığın doğurduğu ümitsizlik, bütün dünyayı bir yangın alanına çevirdi. İnançsızlığa karşı bütün inançların işbirliği yapması gerekir. Bunun için de, İslam ve Hristiyan, dünyaları aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak, ortak yanlarına ağırlık vermelidirler. İki dünya arasında ortak alan kutsal kitaplardır. Kur’an’sız Tevrat ve İncil eksik kalır. Kutsal kültürün yeniden güç kazanmasında, Tasavvuf’un önemi konusundaki çalışmalarıyla tanınan akademisyen Dr. Emin Yaşar Demirci’nin vurguladığı gibi, “güzel insanlar yanında günün Ebu Talip ve Neçaşi’lerine de ihtiyaç vardır. İslam’ın doğuş yıllarında onların destekleri hiçbir zaman gözardı edilemez.” Bediüzzaman, kutsal kitaplarla birlikte bütün peygamberlere saygı gösteren “çağdaş Neçaşi”leri “Müslüman İseviler” olarak isimlendiriyor. İnancını yitiren iki dünyayı birden yitirir. İki dünyanın ortak düşmanı inançsızlıktır.


Nafiz Gürdoğan
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Sezai Karakoç'un partisi diriliyor

Sezai Karakoç'un partisi diriliyor

Ünlü şair ve Diriliş felsefesinin mimarı büyük düşünür Sezai Karakoç, Diriliş Partisi'ni yeniden kurmaya hazırlanıyor. Partinin yeni tüzüğünü de şair kendisi yazdı...

Sezai Karakoç, Diriliş Partisi'ni yeniden kuruyor. Edindiğimiz bilgilere göre, şairin partinin tüzüğünü de kendisinin kaleme aldığı belirtiliyor. Diriliş Partisi'nin yönetim binasının dahi kiralandığı ifade ediliyor...

Geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca ''Kültür ve Sanat Büyük Ödülü''nün layık görülerek gündeme gelen Sezai Karakoç, ödül için tören istemediğini belirtmiş, sadece plaketin adresine gönderilmesini talep etmiş ve para ödülünü de bakanlığın tasarrufuna bıraktığı açıklamıştı.

Sezai Karakoç, bu güne kadar İslam birliği çerçevesinde ürettiği siyasi düşünceleriyle büyük ses getirdi... Devlet, millet ve medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen büyük düşünür Sezai Karakoç'un edebiyatta başlattığı Diriliş akımı, daha sonra siyasi bir zemine kaymıştı. Kırk yılı aşkın bir geçmişe sahip olan ‘Diriliş' doktrini etrafında düşünsel alanda bir "Diriliş Nesli" de oluşmuştu.

Diriliş Partisi, şair Sezai Karakoç tarafından 1990 yılında kurulmuştu ve kendisine amblem olarak "Güller Açan Gül Ağacı"nı seçmişti.Kısaltılması (DİRİ-P) olan partinin tüzüğü Sezai Karakoç'un uzun yıllar çıkarttığı Diriliş dergisinde de yayınlanmıştı. Sezai Karakoç'un 7 yıl genel başkanlığını yürüttüğü parti 19 Mart 1997'de, 2 genel seçime girmediği için kapatılmıştı.

Yeniden dirilmeye hazırlanan Diriliş partisi ile tarihi bir dönemeçten geçen ülkemizde siyaset ve düşünce çevreleri, Karakoç'un yeni siyasi düşüncelerini tartışmaya hazırlanıyor.

Sezai Karakoç ve yeni Diriliş Partisi büyük bir merakla ve heyecanla bekleniyor..

Kaynak: (Haber7.com)
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Sezai Karakoç Konuşuyor

Düşünce ve sanat dünyamızın önde gelen şahsiyetlerinden Sezai Karakoç, her Cumartesi Yüce Diriliş Partisi’nin İstanbul İl Merkezi’nde konuşmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz Cumartesi dördüncüsü gerçekleştirilen bu konuşmalarda Karakoç, ilkin kısaca günün gündemine değindikten sonra seçtiği asıl konu çevresinde bir saati aşan samimi ve derinlikli bir konuşma yaptı. Bu hafta günün gündeminde özet bir biçimde seçim sürecine ve sonrasına dair kimi tespitler yapan Karakoç, seçimin ne yazık ki bir değişimi sağlayamacağını, seçim sonrasında da ülkenin aynı belirsizlik ortamını muhafaza edeceğini ekledi. Fakat, ne olursa olsun umudu diri ve gündemde tutmanın önem ve gereğinin de altını çizdi.

Daha sonra konuşmasının ana bölümünü oluşturan konuya, yani Necip Fazıl’a geçti Karakoç. Konuşmanın yapıldığı Cumartesi’nin tarihine doğum tarihi denk düşen Necip Fazıl’ı 28 yıllık bir dostluk ve ilişkinin sonucunda oluşan bir birikimden ve Karakoç’un gözünden dinlemek oldukça güzeldi. Geçen asır içinde İslamcı akımın Necip Fazıl’dan evvelki durakları olarak Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Mehmet Âkif ve Eşref Edip’i ve dönemlerinin genel şartlarını tahlil eden Karakoç daha sonra Büyük Doğu’nun nasıl bir ihtiyacın ürünü olarak varolduğunu ve etkilerini analiz etti. Maraş’taki öğrencilik yıllarından başlayarak Büyük Doğu vasıtasıyla Necip Fazıl’ı izlediklerini ve ilk şiirinin de yine bu dergide yayımlandığını belirtti. Karakoç konuşması sırasında, 1950’den 1978’e kadar kısa aksamalarla da olsa sürekli görüştüğü, birlikte çaba harcadığı büyük sanatçıya dair aktardığı kimi anekdotların bir kısmının Diriliş’te yayımlanan Hatıralar’ında yer almadığını belirtti.

İlerleyen haftalarda da Cumartesi akşamları saat 21.00’de yapılacak bu konuşmalara isteyen herkesin katılabileceğini belirtmeye bilmem gerek var mı? Ayrıca, konuşma öncesinde Tahir Yücel, Osman Sarı, Osman Bayraktar, Kâmil Eşfak Berki gibi değerli şair ve yazarlarla ayaküstü laflama imkanına da sahipsiniz. Toplantı sırasında ikram edilen yiyecek (o kır çileklerinin tadını kim unutabilir?) ve içeçekleri ise hiç anmıyorum...

Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Merkezi Adresi: Haseki, Millet Caddesi No: 36 Hakdiyen Apt. Kat: 2. Telefon: 0212/ 531 41 36. (Ben adresten anlamam, tarif lazım diyenler için: Haseki Tramvay durağında inip Fındıkzade yönüne doğru yüz metreden az, on metreden çok yürüdüğünüz zaman sağ koldaki Hakdiyen Apartmanının ikinci katında sizi selamlayan Yüce Diriliş Partisi tabelesını gözleriniz ışıldayarak göreceksiniz.


(www.cemaat.com'dan alıntıdır)
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Bu güzel katkıların için Teşekkürler, burayı biraz ihmal ettim galiba ama sayende ve diğer kardeşlerimizinde katkılarıyla sezai karakoç ansiklopedisi gibi olacak inşallah
 

Sinner

"Suskun, Hüzün-Bâz..."
Katılım
1 Tem 2006
Mesajlar
7,913
Tepkime puanı
120
Puanları
0
Konum
Câh-ı Bün...
Sezai KARAKOÇ

Sezai Karakoç, 1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelir. Babası Yasin Efendi’nin koyduğu isim Muhammed Sezai’dir. Nüfus kayıtlarında Ahmet Sezai olarak geçer. Dedeleri, Ergani ve yöresinde oldukça etkin kişilerdendir. Babasının babası Hüseyin efendi, Plevne savaşına katılmış; Gazi Osman Paşa’nın takdirini kazanmıştır. Aile Leventoğulları olarak anılır.

Şairin çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçer. Altı yaşında ilkokula başlar ve 1944’te Ergani’de ilkokulu tamamlar. Maraş ortaokuluna parasız yatılı öğrenci olarak kayıt yaptırır.1947 de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başlar. Gaziantep lisesinden 1950’de mezun olur. Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Fakat babasının arzusu ilahiyat fakültesidir. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Eğer sınavı kazanmazsa felsefe eğitimi yapacaktır.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini, 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamlar. Pek çok resmi görevde bulunur. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini yerine getirdikten sonra görevine kaldığı yerden devam eder. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa eder. 1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almaz.

Kurucusu bulunduğu ‘Diriliş Yayınları’ ve ‘Diriliş Dergisi’ ile İstanbul’da hizmete devam eder. 1990 yılında ‘Güller Açan Gül Ağacı’ Amblemiyle Diriliş Partisini (DİRİ-P) kurar. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürütür. Ancak 1997’de iki genel seçime girmedi gerekçesiyle parti kapatılır.

Devlet, millet ve medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen Sezai Karakoç’un kırkbir yıllık ‘Diriliş’ doktrini etrafında düşünsel alanda bir Diriliş Nesli oluşur.

Şiir, sanat ve düşünce ile yüklü hayatına, çilesine, duygu ve duyarlıklarına değinmek çok da kolay değil. Bunun için büyük bir çalışma gerekir. Kısaca, ‘şiir üslubu bakımından, az çok İkinci Yeni’ye yakın sayılsa da, şiirinde işlediği temalar, inandığı değerler bakımından şiirimizde yeni ve değişik bir sestir’ demek mümkün.

Şiir Kitapları:

Körfez (1959), Şahdamar (1962), Hızır'la Kırk Saat (1967), Sesler (1968), Taha'nın Kitabı (1968), Kıyamet Asisi (1968), Mağara ve Işık (düzyazı şiirler, 1969), Gül Muştusu (1969), Zamana Adanmış Sözler (1970), Ayinler (1977), Leyla ile Mecnun (1981), Ateş Dansı (1987)...


Ve Monna Rosa

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...

Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

(1952, Kış, Yılbaşı Gecesi)
Sezai Karakoç
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Kıyamet Aşısı - Sezai Karakoç

Kıyamet Aşısı
Sezai Karakoç


Sezai Karakoç'tan
Kıyamet, inanışın yarısı olan sabrın çeliğine su verir.
Sapasağlamken kalb sektesinden ölenler vardır.
Kıyamet bir bakıma kainatın kalb sektesidir.
Müslüman, Yaratıcıya teslim olmuş kişidir.
Her an O'nun kıyametine de kendini teslim etmeye hazır kişi...

Kur'an kıyameti sık sık anar. Öyle ki, sahabe, kıyametin bugün yarın kopmasından kuşkulanmış, ürkmüştür. İşte, İslâm'daki kıyamet telakkisinin öbür dinlerdeki kıyamet inancından farkı burada beliriyor. Öbür dinlerde kıyamet, kainatın sonuna ait bir bilgi ve haber olmaktan öteye geçmezken, İslâm'da kıyamet inancı ve duygusu, hayatın içine girer ve bir nevi "kıyamet şuuru" halini alır. Bu şuurla donanmış müslüman, her saat Yaratıcının karşısına çıkacakmışçasına bir hazırlık içindedir. Yani, kıyamet öylesine hayatla iç içedir ki, hayatı kabartmalaştırır ve müslümanı, her anını şuurla izleyen, bir kendi kendinin bekçisi, gözcüsü yapar.
Yani, kıyamet, müslümanın içinde, onun her davranışını kaydeden ikinci tür bir melek gibi, onunla birliktedir, ondan kopmaz ve ayrılmaz. Öbür dinlerde kötümserliğe ve hareketsizliğe veya dünya taparlığa götürüşüne karşılık, İslâmda canlı tutan bir iç motiftir, ölümden önce gelebilecek toptan bir ölüm gibi, müslüman şuurunun metafizik özü, bu dünyada öte dünyanın bir mayasıdır.
Kıyamet, inanışın yarısı olan sabrın çeliğine su verir.
Kur'an, kıyamet vak'asını "saat" kelimesiyle anlatır. Sonra bu saat kelimesi, vaktin ölçüsü, birimi olmuştur. Sanki, her an gelebilecek olan kıyamet, vaktin ta kendisi olmuştur da, müslüman, içinde uzadığı akışı onunla tayin edecektir.
Ceplerimizdeki saat, namazın vaktini gösterdiği gibi, sanki, önceden bilemediğimiz bir akrep ve yelkovan durumunda "kıyamet"i de gösterecektir. Örümceklerin şu veya bu mevsimde örecekleri şu kadar ağdan, ağaçların verecekleri şu kadar meyvadan, suların şu kadar akışından, denizlerin şu kadar kabarışından, güneş, ay ve yıldızların şu kadar doğuş ve batışından, şu kadar şehit ölümünden sonra bir gün, bir saatte, ceplerimizdeki saat, "kıyamet!" deyip duracaktır. Sanki ceplerinizdeki saat, kıyametin kalbi gibi her an atıp durmaktadır, işitip duyana ne mutlu!
Kıyametin yakınlığı veya uzaklığı, umut veya umutsuzluk verici bir şey değil aslında. Özleri bozulmuş, temelleri kaymış dinler, insanları, kıyamet telakkileriyle bir kanserlinin ruh durumuna düşürüyorlar. Bunun için, ya dünyadan tam koparıyor, ya dünyaya çılgınca bağlıyorlar. İslâm'daysa, kıyamet, ister uzak olsun, ister yakın, bir saat sonra olacakmış gibi, öte hesabına hazır olma şuurunun birinci kaynağı ve gözle görülme halidir.
Sapasağlamken kalp sektesinden ölenler vardır. Kıyamet, bir bakıma, kainatın kalb sektesidir.
Hastalıklar, ölümün sebebi değil, belki belirtileridir. Hastalıklar geldi diye ölüm gelmez, belki ölüm gelecek diye hastalıklar haberci gelir. Sonunda ölüm yoksa, hastalık, hatta yeni bir sıhhate başlangıç sayılabilir. Bu yüzden, kıyametin, bir nevi, burjuva düzeninin çökeceğinin şuurlarda dinî sembollerle yansıması, bir kötümserlik sezgisi olduğu iddiası, bu marksist yorum, İslâm'a uygulanamaz ve uymaz.
Bir aşktan doğmuş bir varlığın yine bir aşka dönüşü, bir kurban gibi geri çevrilişi demekse kıyamet, yolculuğun mutlaka ölüm şartlarında olması gerekmez. Hastalıklı hayvan kurban edilmez.
Müslüman, Yaratıcıya teslim olmuş kişidir. Her an O'nun kıyametine de kendini teslim etmeye hazır kişi...
Müslüman, vücudunda bir kıyamet taşıyan, ötenin sarsıntısını duymamış kişilere bir kıyamet aşılayan ve onları en şiddetli bir kıyametle sarsan bir kıyamet adamıdır.
Kıyamet Aşısı - İSTANBUL

Altınoluk Dergisi
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Üstad Sezai Karakoç

Üstad Sezai Karakoç

22 Ocak1933, Ergani , Diyarbakır'da dünyaya geldi...
Şair, yazar, mütefekkir ve siyasetçidir.
Hayatı

Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani’de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç, ilkokulu 1944'de Ergani’de bitirdi. Daha sonra Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt oldu. 1947'de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başladı. Gaziantep Lisesi'nden 1950’de mezun oldu. Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gitti. Babasının isteği İlahiyat Fakültesiydi. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdi. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamladı. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı’nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atandı.
Daha sonra Maliye müfettişliği sınavına girdi ve kazanarak ve 11 Ocak1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başlar. 1959 yılında İstanbul’da Gelirler Kontrolörüdür. Bir ara Ankara çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960 - 1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam etti. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa etti. 1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almadı.
İstanbul'da Diriliş Yayınları ve Diriliş Dergisi'ni kurdu. 1990 yılında “Güller Açan Gül Ağacı” amblemiyle Diriliş Partisi'ni kurdu. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürüttü. Ancak parti 19 Mart1997’de 2 genel seçime girmediği için kapatıldı. 2006 yılında kültür bakanlığı özel ödülü ile ödüllendirildi. Bakanlığa, ödülün para kısmının kültür sanat işlerine harcanmasını, diğer kısmınınsa posta ile bildirdiği adrese yollanmasını rica ettiği bir mektup yolladı. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi'ni kurdu ve halen partinin genel başkanlık görevini yürütmektedir.
Şiir Sanatı;Karakoç şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerden itibaren şiir anlayışını da yazmıştır.Bu konudaki düşüncelerini Edebiyat Yazıları adını verdiği 3 kitapta toplayan Karakoç'un şiirimizde son derece özgün bir yeri vardır.Onun şiiri metafizik bir şiirdir.Türk şiiri geleneksel yapısı itibariyle aslında metafizik bir şiirdir.Ancak bu özellik Tanzimat'tan sonra değişir.Sadece A.Hamit'te metafizik bir ürperti söz konusu olur.Onunla tekrar başlayan bu anlayış cumhuriyet'in ilk yıllarında Necip Fazıl Kısakürek'te ve Ahmet Kutsi Tecer'de kendini gösterir.Bunlardan başka Yahya Kemal ve Asaf Halet Çelebi'de de metafizik anlayış görülür.Fakat bu metafizik unsurlar adı geçen hiçbir şairin şiir anlayışın açıklamaz,anlatmaz.

[FONT=trebuchet ms,sans-serif] [/FONT]​
[FONT=trebuchet ms,sans-serif]Ali Yıldız'ın tespitiyle Türk şiirini metafizik bir esasa oturtan şair Sezai Karakoç'tur.Sezai Karakoç bunu modern şiirin diliyle yapmıştır.O,Batı edebiyatını da iyi incelemiş bir şairdir.Modern sanattaki soyutlamanın İslam anlayışına uygun olduğu düşüncesindedir ve şiirlerini bu yönde geliştirmiştir.[/FONT]
Edebiyat Yazıları I'deki ilk yazı metafizik ile ilgilidir. Bu, hangi kavramlara önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Karakoç geleneksel şiire de yaklaşır, ancak dili farklıdır.O,modern şiirin diliyle şiirlerini yazmıştır. Poetikasını anlattığı ikinci yazı Soyutlama ile ilgilidir. Nitekim modern sanat genel anlamda soyutlamaya dayanır. Ona göre şair, şiiri soyutlamada bırakırsa eksik bırakmış olur, tamamlamnası için şairin tekrar somutlaştırması yani soyutlaştırdığı şeyi tekrar bir bağlama oturtması gerekir. Bunu da Diriliş kavramına bağlar.
Sezai Karakoç, şairin genel çizgilerini, pergünt üçgeni dediği üç ilkeyle anlatır. Peer Gynt, Norveçli yazar Henrik İBSEN (1828-1906)’in en ünlü oyunlarından biridir. Karakoç, Pergünt’ün, hayatında bu ilkeleri yaşadığını belirtir ve bu ilkeleri şiire tatbik eder: Şair, Kendi Kendisi Olmalı: “Şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik yolu, değişmek, başkalaşmaktır.”
Şair, Kendine Yetmeli: "Eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlilik ilkesi. Yâni fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir ikindide bulabilmeli." (1988, s.82) Şair, Kendinden Memnun Olmalı: "Eser´in şairini sevinçle titretmesi demek bu. Şair, eserini sevmeli. Onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. Beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı onu kendini düzeltmeğe kandırmalı ve bunu da inandırmalı ona. "Beni andırıyor, ah, beni o" demeli." (1988, s.83)
Memnunluk ilkesinin temeli, sevinçtir. Yaşama sevinci değil “yaşatma sevinci”dir.
Eserleri:


[FONT=trebuchet ms,sans-serif]Şiir

ŞİİRLER I Hızırla Kırk Saat
  • ŞİİRLER II Taha'nın Kitabı/Gül Muştusu
  • ŞİİRLER III Körfez/Şahdamar/Sesler
  • ŞİİRLER IV Zamana Adanmış Sözler
  • ŞİİRLER V Ayinler /Çeşmeler
  • ŞİİRLER VI Leylâ ile Mecnun
  • ŞİİRLER VII Ateş Dansı
  • ŞİİRLER VIII Alın Yazısı Saati
  • ŞİİRLER IX Monna Rosa(Aşk Ve Çileler)
  • ŞİİRLER X Monna Rosa(Ölüm ve Çerçeveler)
  • ŞİİRLER XI Monna Rosa(Pişmanlık ve Çileler)
  • ŞİİRLER XII Ve Monna Rosa
  • ŞİİRLER XIII Karayılan
  • GÜN DOĞMADAN Şiirlerin Toplu Basımı

Çeviri Şiir
  • Batı Şiirlerinden
  • İslâmın Şiir Anıtlarından
Deneme
  • Edebiyat Yazıları I Medeniyetin Rüyası Rüyanın Medeniyeti Şiir
  • Edebiyat Yazıları II Dişimizin Zarı.........
  • Edebiyat Yazıları III Eğik Ehramlar

Düşünce
  • Diriliş Neslinin Âmentüsü
  • Yitik Cennet
  • Makamda
  • İslâmın Dirilişi
  • Gündönümü
  • Diriliş Muştusu
  • İslâm
  • İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü
  • Düşünceler I-II
  • Dirilişin Çevresinde
  • Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I-II-III
  • Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı I-II
  • Unutuş ve Hatırlayış
  • Varolma Savaşı
  • Çağdaş Batı Düşüncesinden
  • Çıkış Yolu I-II-III

İnceleme
  • Yunus Emre
  • Mehmed Âkif
  • Mevlâna
Piyes
  • Piyesler I
  • Armağan
Hikaye
  • HİKÂYELER I Meydan Ortaya Çıktığında
  • HİKÂYELER II Portreler

Günlük yazılar
  • Farklar
  • Sütun
  • Sûr
  • Gün Saati
  • Gür
Röportaj
  • Tarihin Yol Ağzında
[/FONT]
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
En umutsuz anda bile bir umut vardır. Umutsuzluk bile bir umuttur eninde sonunda. Umutsuzluk, umuda çağrıdır. Yoksa onun ne anlamı olabilir?


 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Oruç, öyle bir ruh kalıbıdır ki, her gün, ortalığın ilk ağardığı vakitten ilk karardığı vakte kadar, içimizi oraya yerleştiririz; orada ruh bir biçim alacak; bir öz kazanacak, billirlaşacak; yıkanacak, canalanacaktır. Gece dinlenecek; bir gün sonra yine aynı çerçeveye girecek; böyle böyle; bir ay sonunda yepyeni ve taptaze bir insan yüreği, ruhu ve vücudu olacaktır mü’minin yüreği, ruhu ve vücudu.
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
İftarın yaklaştığı saatlerde fırından ekmek almaya giden oruçlu, Ashab-ı Kehf’in nice yıllar uyuduktan sonra içlerinden birinin şehre ekmek almaya gönderdikleri zamanki ruh hallerini bir parçacık yaşar. Evet, fırın artık o fırın, kent artık o kent değilse de, ramazan günü fırınlardan alınan ekmek yine o "ekmek"tir.
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Müslüman, müslümanlığını sözde bırakmamalıdır. Sürekli olarak kendini islâmdan koparan aldatıcı oyalamalarla savaşmalı, onlara karşı ruhun ölümsüz silâhlarıyla donanmış olmalıdır.
 
Üst