Sezai Karakoç Şiirleri

  • Konbuyu başlatan Murat Sâki
  • Başlangıç tarihi

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Hızırla Kırk Saat

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz

Bir kentten daha geçtim
Buğdayları yakıyorlardı
Yedikleri pirinçti
Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı
Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı
Pirinçler gibi çoğalıyorlardı
Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum
Öpüp çıkıp gittim yelelerini
 
S

SaLtan

Guest
Kehf süresi yorumlanarak kaleme alınmış bir şiirdir. Sezai karakoç

ustam:( seni çok seviyorum.

hızırla kırk saat:

kıyamet gününden önce

hızır çekilecektir yeryüzünden

sonra yeşillikleri yaylaların

eski zaman duvarları gibi yükselen çınarların

çinilerin minyatürlerin duayı ansıtan boyaların

güneşte bir kuş gibi çırpınan kasabaların

göz ağrısı getiren tozların

yeşili kırmızısı sarısı çekilecek önce

evlerde avlularda duyulacak bir eksilme

yoldan bir ölü götürüyorlarmış ta sezmişler gibi

çıkacaklar dışarıya ama

yollar ıssızdır sonsuzca

hızırın gidişiyle birlikte

yol ıssızlığı gelişecektir

yaşamıştı bunu bir anda

daracık bir odada

peygamberin baş ucunda

ali

peygamberi yıkarken buruşmuştu dünya

deniz gibi vahşi mercanlar gibi yakıyordu elini sıcak su

ömer bir horoz sandı dünyayı

boğazında keskin bıçak

ölümünde peygamberin

ebubekir dört yanında çırpınışını duydu kanadını cebrail’in

topraktan yükselişini surun

iç odalarda

çarşaf arkalarında

ağlarken peygamber kadınları

duydular kıyameti bir anda

daracık bir saatta

sonra ali odanın yalnızlığından

dört duvardan bir fısıltı duydu

göründü sancakların en yeşili

ve ordusuyla birlikte mehdi

belirli bir süre geciktiren kıyameti

kıyamet elinde bir belge

bir tüy gibi hafifleten kıyameti

mehdi

şehitlik yapan ölümü kıyameti

mehdi

bereketin geri gelişi

kıyametin birinci fecri

hızırın ete kemiğe kavuşması

bir kadir gecesinde

seçilenler seçildiler

bir kadir gecesinde

dönüşmeye başladı kaderi

yeryüzünde

karınca azabına uğratılmış müslümanların

en yoksulu insanların

en çok ezilmişi

ezilmişlerin bile ezdiği

acımalarından yenilgileri

susan susturulan

değiştirilip dönüştürülen

tarihi ekşitilen

faydalanılan şelalesinden

ama içecek sudan yoksun edilen

sökülüp atılan coğrafyasından

bağbozumu mantığından

çocuklarına düşünce tozu serpilen

kuşlukta kuşkulu

öğlede eğlenen

bir küme yapılan halkı

götürülüp uçurum kıyısına

bir ölü kuzgun gibi bırakılan kenti

güneşin batmakta erken davrandığı

her gün son akşam gibi gelen bir akşamda

cam kesmesi bir konakta

ölüm dirim toplantısında

bir gül ansızın patlayıp açılacak bir saksıda

ve kalkacak bir insan ayağa

ve ışık ışık ışık

arkasında solunda ve sağında

ve uzatacak ellerini dışarıya

ah bu ne beyaz ne beyaz

musanın elleri

ve yüzü isa yüzünün benzeri

sonra bir değişim daha

bir değişim daha

kendinde özetleyen bütün peygamberleri

son peygamberin kendisi sanki

hızır da işi bitip te aradan çıkan köprülerin en yükseği

mehdi

konuşacak mehdi

geldi derleniş günü

derleniş toparlanış vakti

artık her gün her gece

bir kadir günü ve gecesi

kur’an iniyor dağlardan tepelerden

yağmur onun yedeğinde

horozlar en keskin sesleriyle ötmede

koyunlar ışıldıyor yünlerinde

yeni ve keskin bir bilgelik keçilerde

doğudan batıya bir şimşek atlardan

heyamolalarla inip çıkan

bir eleğimsağma develerden

kadınlar örtünürler meryem örtülerini

bacalar yeniden tüter

odunların en sertinin yanışından

bırakarak gökyüzünde bir ocak sisi

dağlarda bir başka coşkunluk çağlıyor

menekşede çiğde kekikte ses var

bir vahiy uğultusu arılarda

karıncalarda hikmet suskunluğu

barışı ve çalışkanlığı sağduyunun

derleniş toparlanış diriliş saati

geldi

yükseldi bir ağartı müslüman ufuklardan
müslüman mevsim ve iklimlerden

kelimeler sıçradı yıllarca beklemişlerdi taşlarda

bir başkalaşım oldu yazılarda

seslerin durduğu yerde

gizlice süren bir ayet sonu yumuşaklığı

duruşlar bir süreden inmişcesine ağırbaşlı

davranışlar ölçülü tartılı

büyük dönüş başlamadan önce

kendini bırakarak evrenin koştuğu o bütüne

bir kanat çırpmasıyla karıştığı varlığa

düzeltip dünyayı yeniden

toplumu dirilten insanı erdiren

şeytanı bir duvar ucunda sıkıştıran

dam saçaklarında koğalayıp

eski sınırına iten

kentlere mutluluğu

bir ikindi anıtı gibi getiren

her eve mermer dağıtan

şelale paylaştıran

kan kanalı uzatan

engebeli bir gebelikte

yatağından korkan kadınlara

süt verin süt verin çocuklara

alarak nar incir gibi yemişlerden

şit evi sığınağı zeytinlerden

meryemin dayanağı hurmadan

tükenin var olun varlığıyla varlığın

ki göreceksiniz kesin kesin

yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin

odur var olan var eden

biçim veren değiştiren

dağıtan toplayan

hiç olmamışa çeviren

bir çırpıda gelip

geçmişe döndüren zamanı

sesi seslendiren yeri yerlendiren

sonra açıp yeli yürüyen bir kabir gibi

içine yeri yerleştiren gömen

bir kan pıhtısından meniden

bir insan türeten

sonra onu büyüten

sözüne kulak yapan ağız yapan

işine onda bir yetenek özü mayalandıran

inanış veren sabır veren

kuran’a da şeytana da

eş yapan yoldaş yapan sırasında

bir örtü gibi birden açan dünyayı

sonra birden toplayan ortalığı

en büyük kolleksiyon sahibi

kafataslarından kemiklerden

güneşten aydan yıldızlardan

cennet ve cehennemlerin

kaybolduğu doğduğu girdabından

her çağ bir başka ses

duyulan mızrabından

doğmamış ve ölmeyen

gelmemiş ve gitmeyen
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
EY SEVGİLİ



Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi

Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layikolmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim



Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüregime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil

Ayaklarimdan belli



Lambalar egri

Aynalar akrep melegi

Zaman çarpilmis atin son hayali

Ev miras degil mirasin hayaleti

Ey gönlümün dogurdugu

Büyüttügü emzirdigi

Kus tüyünden

Ve kus südünden

Geceler ve gündüzlerde

Insanliga anit gibi yükselttigi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim



Bütün siirlerde söyledigim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in

Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin

Kuslar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini

Ey gönüllerin en yumusagi en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim



Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta

Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda

Çati katlarinda bodrum katlarinda

Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba

Hep Kanlica'da Emirgan'da

Kandilli'nin kursuni safaklarinda

Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda

simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Ey çagdas Kudüs (Meryem)

Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)

Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim



Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda

Köle gibi satildim pazarlar pazarinda

Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda

Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda

Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda

Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda

Verilmemis hesaplarin korkusuyla

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim



Ülkendeki kuslardan ne haber vardir

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir

Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir

Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir

Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir

O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir

Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir

Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir

Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir

Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir

Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

.... Sezai Karakoç ....
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Sezai Karakoç: Veda


Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına ...




Ah, yollar, bu yollar!
Yalnızlıkta topluluk içindeymiş gibi, toplulukta yalnızmış gibi, sılada garip, gurbette sıladaymış gibi olanların yolları.
Erlerin, erenlerin, pirlerin yolları.
Mesnevi’nin, Manevi’nin, ilahilerin, na’tların, Mektubat’ların, Risale’lerin yolları.
Kıldan ince, kılıçtan keskin bu yollar. Bu dünyada Sırat’tan haber veren, haber olan bu yollar.
Şeytanı taşlama yolları, bu yollar.
Çöllerden geçirip Kabe’ye ulaştıran bu yollar.
Kıyametten alamet bu yollar.
Mahşere pencere bu yollar...
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Köşe

Köşe-1

Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın


Köşe-2

Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hatıra gözler ve sevmek
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hatıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma bahar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar
Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar
Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerden
Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren
Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka
Beni katıl suların ortasına bıraka
Katıl sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli


Köşe-3

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin


Köşe-4

Taşların ortasında Leylanın gözleri
Leyla köşe köşe göz göz şiirin ortasında
Ben Leylayı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri
Leyla ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içimde uyur
Leylayı götürüp Londranın ortasına bıraksam
Bir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur

Leyla diyorsam kesik yanaklarıyla Leyla
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leyla diyorsam şu bizim gerçek Leyla

Biz seni işte böyle seviyoruz Leyla
O gitti bize ağlamak kaldı kala kala


Köşe-5

Beni yeraltı sularına karşı iyi savun
Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı
Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek
Senin bahtsız ve mesut Eyyub’un

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor
İçimde İstanbul çalkanırken boz bulanık çeşme
Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum
Sen orda gelir ayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleri
Kurtulsam diyorum bir eser buna engel
Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
İstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
Ben bölünmez bir şairsem
Sen bölünmez bir anne
Bir çeşme
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Sessiz Müzik

Sessiz Müzik

Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın

Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım

Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun

Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan

Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı

Ezberlediğin şiir


Beklediğin adam

.
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
İnci Dakikaları

İNCİ DAKİKALARI

Sen bana yeni yılsın her dakika
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum

Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni
Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın
Ben bin parçaya bölündüm her parçasında
Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın
Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın
Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum
Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında
Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden
Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey
Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya
Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde
Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya
Sen benim ağlamamı erkeklığıme
Uyanan ölmeyen yenilenen
Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan
Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say

Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu
Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say

Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam
Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım
Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım
Şehrin ölümünü yanlış anlama
Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar
Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar

Senin odan günışığı en güzel müzik bana
Farklılıklar odası
Giden tren buharları içinde örümcek ağı
Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak
Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş
Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı

Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum
Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır
Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim
İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum
Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur
Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler
Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur
Oldukları yerde bile
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Bahçe Görmüş Çocukların şiiri

cottage-garden-2001.jpg

BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİRİ

İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden
Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu
Fi tarihinde kutsal sözleri kale almadıkları için
Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle

Bir kere elime aldım mı çocukluğumu
Üstüne kerametler yazılı derilerde
Geleceği bildiren derilerde
Başlar yeni bir mantığın bağbozumu

Paganini bakışıyla ölümü inkar eden
Anneleri şaşırtan çocukları büyüleyen
Sevimli kahinlikleriyle fakirleri sevindiren
Ve siz ey çingene kadınları

O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklara büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri
 
U

ummuhan

Guest
Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı kolayarak girelim kelimeler ülkesine
Bir anda yükselen bir bülbül sesi
-Erken erken karlar ortasında
Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
Bana geri getirir eski günleri
...Paslanmış demir bir kapı açılır
Küf tutmuş kilitler gıcırdarken
Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri
Şuuraltım patlamış bir bomba gibi
Saçar ortalığa zamanın
Ağaran saçın toz toprağını
Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lale Devrinden bir pencere
Ellerin
Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den
Kucağıma dökülen
Altın leylak

III
Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş
Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayik minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
Ve birden senin sesin gelir dört yandan
Menekşe kokulu sütunlardan
Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
Gözlerine ait belgeler sunulur
Ey aşkın kutlu kitabı
Uçarı hayallere yataklık eden
Peri bacalarının yasağı
Gönlümün celladı acı mezmur
Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
Senden bir gök
Senden yıldızlar ördüler
Ateş böcekleri

O gece dört yanıma
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Ve çocuklar gülle anne arasında
Seninle güller arasında
Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
Aramızdaki sırra
Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
Gençlik monologları
Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
Bana getiren
Yasamız vardı
Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

IV
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta

Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba

Hep Kanlıca'da Emirgan'da

Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili


Sezai Karakoç
 

SeNoL

MUEYABYA
Katılım
16 Kas 2006
Mesajlar
4,867
Tepkime puanı
224
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Kocaeli
[SIZE=-1]Masal[/SIZE]
<B>


[SIZE=-1]Doğuda bir baba vardi [/SIZE]​

[SIZE=-1]Batı gelmeden önce [/SIZE]

[SIZE=-1]Onun oğullari batıya vardı [/SIZE]


[SIZE=-1]Birinci oğul batı kapılarında [/SIZE]

[SIZE=-1]Büyük törenlerle karşılandı [/SIZE]

[SIZE=-1]Sonra onuruna büyük şölen verdiler [/SIZE]

[SIZE=-1]Söylevler söylediler babanın onuruna [/SIZE]

[SIZE=-1]Gece olup kuştüyü yastıklar arasında [/SIZE]

[SIZE=-1]Oğul masmavi şafağın rüyasında [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri [/SIZE]

[SIZE=-1]Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere [/SIZE]

[SIZE=-1]Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı [/SIZE]

[SIZE=-1]Öcünü alsın diye kardeşini yolladı [/SIZE]


[SIZE=-1]İkinci oğul Batı ülkesinde [/SIZE]

[SIZE=-1]Gezerken bir ırmak kıyısında [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir kıza rastladı dağların tazeliginde [/SIZE]

[SIZE=-1]Bal arılarının taşıdığı tozlardan [/SIZE]

[SIZE=-1]Ayna hamurundan ay yankısından [/SIZE]

[SIZE=-1]Samanyolu aydınlığından inci korkusundan [/SIZE]

[SIZE=-1]Gül tütününden doğmuş sanki [/SIZE]

[SIZE=-1]Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu [/SIZE]

[SIZE=-1]Saçlarını güneş destelemiş [/SIZE]

[SIZE=-1]Yıllarca peşinden koştu onun [/SIZE]

[SIZE=-1]Kavuşamadı ama ona [/SIZE]

[SIZE=-1]Batı bir uçurum gibi girdi aralarına [/SIZE]

[SIZE=-1]Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr [/SIZE]

[SIZE=-1]Alıp götürdü onu [/SIZE]

[SIZE=-1]Ve ikinci oğulu [/SIZE]

[SIZE=-1]Sivri uçurumların ucunda [/SIZE]

[SIZE=-1]Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda [/SIZE]

[SIZE=-1]Baba yağmurlardan anladı bunu [/SIZE]

[SIZE=-1]Yağmur suları acı ve buruktu [/SIZE]

[SIZE=-1]İşin künhüne varsın diye [/SIZE]

[SIZE=-1]Yolladı üçüncü oğlunu [/SIZE]



[SIZE=-1]Üçüncü oğul Batıda [/SIZE]

[SIZE=-1]Çok aç kaldı ezildi yıkıldı [/SIZE]

[SIZE=-1]Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada [/SIZE]

[SIZE=-1]Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı [/SIZE]

[SIZE=-1]Fakat batının büyüsü ağır bastı [/SIZE]

[SIZE=-1]İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı [/SIZE]

[SIZE=-1]Sonra büsbütün unuttu onları [/SIZE]

[SIZE=-1]Şef oldu buyruğunda birçok kişi [/SIZE]

[SIZE=-1]Kravat bağlamasını öğrendi geceleri [/SIZE]

[SIZE=-1]Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler [/SIZE]

[SIZE=-1]Patron oldu ama hala uşaktı [/SIZE]

[SIZE=-1]Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda [/SIZE]

[SIZE=-1]Ondan hesap sordu o da [/SIZE]

[SIZE=-1]Sırf utançtan babasına [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir çek gönderdi onunla [/SIZE]

[SIZE=-1]Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi [/SIZE]

[SIZE=-1]Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı [/SIZE]

[SIZE=-1]Bu yüklü çeki [/SIZE]

[SIZE=-1]İyice yaşlanmıştı ama [/SIZE]

[SIZE=-1]Vazgeçmedi koyduğundan kafasına [/SIZE]

[SIZE=-1]Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya [/SIZE]


[SIZE=-1]Dördüncü oğul okudu bilgin oldu [/SIZE]

[SIZE=-1]Kendi oymak ve ülkesini [/SIZE]

[SIZE=-1]Kendi görenek ve ülküsünü [/SIZE]

[SIZE=-1]Günü geçmiş bir uygarlığa yordu [/SIZE]

[SIZE=-1]Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı [/SIZE]

[SIZE=-1]Batı bilginleri bunu kutladı [/SIZE]

[SIZE=-1]O da silindi gitti binlercesi gibi [/SIZE]

[SIZE=-1]Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle [/SIZE]

[SIZE=-1]Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan [/SIZE]


[SIZE=-1]Beşinci oğul bir şairdi [/SIZE]

[SIZE=-1]Babanın git demesine gerek kalmadan [/SIZE]

[SIZE=-1]Geldi ve batının ruhunu sezdi [/SIZE]

[SIZE=-1]Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır [/SIZE]

[SIZE=-1]Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair [/SIZE]

[SIZE=-1]Topladı tomarlarını geri dönmek istedi [/SIZE]

[SIZE=-1]Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini [/SIZE]

[SIZE=-1]Kum gibi eridi gitti yollarda [/SIZE]


[SIZE=-1]Sıra altıncı oğulda [/SIZE]

[SIZE=-1]O da daha batı kapılarında görünür görünmez [/SIZE]

[SIZE=-1]Alıştırdılar tatlı zehirli sulara [/SIZE]

[SIZE=-1]içkiler içti [/SIZE]

[SIZE=-1]Kaldırım taşlarını saymaya kalktı [/SIZE]

[SIZE=-1]Ev sokak ayırmadı [/SIZE]

[SIZE=-1]Geceyi gündüzle karıştırdı [/SIZE]

[SIZE=-1]Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara [/SIZE]


[SIZE=-1]Baba ölmüştü acısından bu ara [/SIZE]


[SIZE=-1]Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara [/SIZE]

[SIZE=-1]Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir de o talihini denemek istedi [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir şafak vakti Batıya erdi [/SIZE]

[SIZE=-1]En büyük Batı kentinin en büyük meydanında [/SIZE]

[SIZE=-1]Durdu ve allah`a yakardı önce [/SIZE]

[SIZE=-1]Kendisini değiştiremesinler diye [/SIZE]

[SIZE=-1]Sonra ansızın ona bir ilham geldi [/SIZE]

[SIZE=-1]Ve başladı oymaya olduğu yeri [/SIZE]

[SIZE=-1]Başına toplandı ve baktılar Batılılar [/SIZE]

[SIZE=-1]O aldırmadı bakışlara [/SIZE]

[SIZE=-1]Kazdı durmadan kazdı [/SIZE]

[SIZE=-1]Sonra yarı beline kadar girdi çukura [/SIZE]

[SIZE=-1]Kalabalık büyümüş çok büyümüştü [/SIZE]

[SIZE=-1]O zaman dönüp konuştu : [/SIZE]

[SIZE=-1]Batılılar ! [/SIZE]

[SIZE=-1]Bilmeden [/SIZE]

[SIZE=-1]Altı oğlunu yuttuğunuz [/SIZE]

[SIZE=-1]Bir babanın yedinci oğluyum ben [/SIZE]

[SIZE=-1]Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden [/SIZE]

[SIZE=-1]Babam öldü acılarından kardeşlerimin [/SIZE]

[SIZE=-1]Ruhunu üzmek istemem babamın [/SIZE]

[SIZE=-1]Gömün beni değiştirmeden [/SIZE]

[SIZE=-1]Doğulu olarak ölmek istiyorum ben [/SIZE]

[SIZE=-1]Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var : [/SIZE]

[SIZE=-1]Karşınızdakini değistirmek [/SIZE]

[SIZE=-1]Beni öldürseniz de çıkmam buradan [/SIZE]

[SIZE=-1]Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki [/SIZE]

[SIZE=-1]Fakat değişmeyecek ruhum [/SIZE]

[SIZE=-1]Onu kandırmak için boşuna dil döktüler [/SIZE]

[SIZE=-1]Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler [/SIZE]

[SIZE=-1]O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı [/SIZE]

[SIZE=-1]Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı [/SIZE]

[SIZE=-1]O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı [/SIZE]

[SIZE=-1]Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı [/SIZE]

[SIZE=-1]Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar [/SIZE]

[SIZE=-1]En onulmaz yarası olanlar [/SIZE]

[SIZE=-1]Ta kalblerinden vurulmuş olanlar [/SIZE]

[SIZE=-1]Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar[/SIZE]


[SIZE=-1]​

Sezai Karakoç
[/SIZE]</B>
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Genel Edebiyata şiir yazar gibi olduk ama

MONA ROZA



Mona Roza, siyah güller, ak güller

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller



Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Roza, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar



Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek...



Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatıyor her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi



Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar



Ellerin ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli oluyor bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların



Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona



Akşamları gelir incir kuşları

Konar bahçenin incirlerine

Kiminin rengi ak, kimisi sarı

Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları



Ki ben Mona Roza bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar su kenarında

Ki ben Mona Roza bulurum seni



Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım sığmaz öyle her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza



Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı

Artık inan bana muhacir kızı



Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak



Altın bilezikler o kokulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir bir gülümsesen

Bir tüy ki kapalı gece ve güne

Altın bilezikler o kokulu ten



Mona Roza siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!

Mona Roza siyah güller, ak güller


Sezai Karakoç
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
VE MONNA ROSA



Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...



Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.

Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;

Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...



Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;

Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.

Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,

İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.

Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa

Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.

Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.



Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır

Ve kediler her gece sürünür yastıklara.

Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;

Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,

Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.

Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.



Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.

Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.

Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.

Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!



Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;

Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.

Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,

İtimat edeceğim şu belalı yağmura.

Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim

Asılmış bir adamın iki eli yağmura.

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.



Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.



Sana tavuskuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,

Bana da bir çift ak kanat kaldığını

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.



Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...


Sezai Karakoç
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
evet ilk sayfaya bakmamıştım şimdi farkettim evet ama ne kadar okunsada tekrar okunması güzel her zaman teşekkürler

ŞAHDAMAR


Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız

Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın

İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;

(K) harfi üzerine yemin edersiniz.

Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların

İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.

İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların

Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,

Küçük ve büyük, acılı ve acısız

Yeminler yeminler yeminler edersiniz.

Siz siz üzre yeminler edersiniz.



Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;

Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz

İki tane elimiz var deriz;

Bin tane elimiz olsaydı

Bini birbirinin aynı olurdu deriz.

999 elimiz kağıt gibi yansın,

Bir elimiz güneş gibi dursun..

Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.



Biz inkar eder, inkarı severiz;

Bayram hediyenizi iade ederiz

Biz mahcup ve onurlu çocuklarız

Başımızı kaldırıp bir bakmayız

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz

Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz



Toprağı zindana koyduk biz

Üzerine yedi kilit vurduk biz

Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz

Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim

Bir köpeğin ön dişlerine

Ve Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın

Biz inkar eder, şah inkarlar severiz.



Kafamızı kaldırıp bir bakmayız

...........................................

Ruhumuzun içinde kar yağar

Anamızdan doğduğumuz geceden beri

Heybemizi emektar makinelere yükleriz

Fikirlerimizi tifil vinçlere

İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz

Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız

Biz kirli ve temiz çamaşırları

Aynı zaman aynı minval üzere katlarız

Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız



Siz kalbe hançer gibi giren

Siz kalpten ağaç gibi çıkan

Siz bize şahdamarımızdan yakın

Siz yüzükler içindeki kan

Siz inançların sedef kabuğunu

Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran



Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz

Gün gelecek toprağın altına uzanacağız

Her gece saat beş sularında sizi

Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz


Sezai Karakoç
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
VEDA

Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnizligin geyik gözlü kösesinden
Düzenlerin çikmazina

Çizdigim resmin
Saat kulesi agliyor
Agzim o çesit yok
Sise bu çesit var

Sen bir gece gelsen
Günes dogmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakani
Sana bir anlatsam
Günes dogmasa
Sandiklarin içini göstersem sana
Çizdigim resmin
Yalnizligin geyik gözlü kösesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onlari
Sabaha kadar konussak
O ürkek ürkek bakani sana bir anlatsam
Atesi kari tüfegi çeksem
Ocaga pencereye kapiya

Kemana veda

Yagmurda seytan ve sapkasi
Silahin ölümünü kutluyorum

Tren kaçirmis gibiyim

Sana veda

Sezai Karakoç
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
KAPALI ÇARŞI


Kendi yastıklarına gölge salmasın

Çocuklarının öpüşleri onlara anlat

Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar

Ruhların içindeki müzikle karşılıklı

Kapalı çarşı içinde bir sigara

Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ

Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer

Kapalı çarşı ve kapalı çarşıyı götüren saat



Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara

Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ

Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı

Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı

Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı

Tüyler içinde gelen yeni dünya

Bir sandalye kadar hür olduğu gün

Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat



Benim aynamı küçültüp büyülten onlar

Benim aynamı aynalıktan çıkaran

Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe

Neler neler etti anlarsın onlar

Şemsiyeler gibi

Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar

Kendi yastıklarına düşmesin

Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat

Kapalı çarşılar içinde

Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir

Kapalı çarşı içerisinde

Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri

Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları

Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları



Kapalı çarşıya gittiğin zaman

Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun

Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi kapalı çarşı

Mavi gözlü bir gazete

Kapalı çarşı içinde bulutların en senin olanı

Sen bana kapalı çarşı

Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki

Şüphesiz bir harita kırığı

Bir yapma deniz parçasıyla kapalı kapalı çarşı



Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı

Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat



Sezai Karakoç
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
KAPALI ÇARŞI


Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir
Kapalı çarşı içerisinde
Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri
Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları
Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Kapalı çarşıyı anlatmamış sanki hissettirmiş...
Üstadın şiirinin en güzel yönü herşeyi açık açık anlatmıyor, sadece hissettiriyor.

Paylaşımın için teşekkürler.
.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
ALINYAZISI SAATİ (İSTANBUL)



Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun

Yaklaştıkça büyüyen

Ayrıntıları setleri bahçeleri

Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan

İşte ben o şehri yaşadım yıllarca

İstanbul'da parça parça

Çeşmelerinde ayı yaşadım

Servilerinde ayla birlik bölündüm

Ayla birlik yaralandım

İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla

Soludum bölük bölük ahiretin

Keskin çizgili özgürlüğünü

Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi

İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri

Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini

İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım

Taşlarına adeta resmim işledi

Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre

İstanbul damla damla içimde birikti

Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir

Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir

O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp

Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen

Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden

O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali

İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli

İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri

İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden

Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle

Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri

Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri

Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni

Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini

Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin

Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin

Kozmik bakış metafizik sezgi

Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi

Hep İstanbul'da kırık dökük

Parçalanmış silinmiş sönmüş

Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere

Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu

Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu

Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler

Su şırıltısından gök gürültüsüne değin

Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter

Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi

Ben yaşadıkça o yaşayacak bende

Kimbilir belki o da dirilecek benimle

İslam Milletinin dirilişinde

O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya

İnsanın insan olduğu o günde

Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir

Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa

Doğrul ve kalk ayağa

Kemiklerinle etin arasında

Sonsuz güç topla korku ve muştuyla

Mucize muştusuyla

Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim

Fırtına yaprak yaprak dökülüyor

Gecenin tüyleri savruluyor havaya

Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla

Mübarek toprağın anlamından bile yoksun

Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman

Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız

Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz

Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz



Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim

Denizi yüklendim adeta denizle evlendim

Denizle yaşadım denizle öldüm

Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm

Denizden denize yükseldim

Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde

Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları

Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin

-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-

Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra

Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken

Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken

Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda

Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında

Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya

Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla

Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana

olup biteni

O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini

Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık

Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık

Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi

Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi

Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi

Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi

Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı

Bir kartal taşırken yere düşmüş

Ve kalakalmış kaldığı yerde

Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne

Yemişler ötesini berisini

Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı

Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı

Bir at gibi soluyorsun kulelerinle

Deniz öfkenin köpükleriyle benekli

Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda

Yeniden sularından içelim kana kana

Savaşabilirim bugün bütün dünyayla

Gerekirse

Ruhumuzun susadığı hakikat olan

Evrensel İslam Barışının zaferi için

Aşk için Tanrı hakikati aşkı için

Göğe çıkan İsa yere insin diye

-Fazla çıkardılar göğe-

Gel ey Muhammed ve İsa hakikati

Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var

Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar

Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları

Savaşırım doğudan daha doğu

Doğrudan daha doğru olanı bulmak için

Zulme karşı savaşabilirim

İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir

Ebedi hakikat budur

Bunun için savaşırım ben

Bunun için kanım helal olsun

Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak

İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak

Bunun için savaşırım ben

Servi için savaşırım çınar için savaşırım

Tozlanmamış gün doğuşu için

Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye

Tuz deniz damlasında gülsün

Çam denizle gülüşsün

Su tenimizle barışsın

Ruhumuzla ışısın diye

Savaşçıyım ben atalarım gibi

İstanbul için savaşırım

Bağdat'ın dervişlik ortağı

Şam'ın kılıç kardeşi

Olan İstanbul için

Benim güneşimden öteye kimse gidemez

Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil

"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"

Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk

İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü

Kıyamete kadar söylenecek türkü


Sezai Karakoç
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Ötesini Söylemeyeceğim

Ötesini Söylemeyeceğim


Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor
Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz
Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır
Suyun içinde gürül gürül yanan
Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları
Bekçi Halilin kız kardeşinin oğluna ait
Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan
Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum
Hiç kimsenin bilmesine imkan yok
İmkan ve ihtimal bile yok sizin bilmenize Bay Yabancı
Ve yağmur yağıyor ben bir şeyler olacağını biliyorum
Ellerime bakıyorum ve ellerimin benden bilgili
Bir hayli bilgili olduğunu biliyorum
Bilgili fakat parmaklarım ince ve uzun değil
Sizin bayanınızınki gibi ince ve uzun değil
Annemi babamı karıştırmayın işin içine
İnanmazsınız ama onların şuncacık
Şuncacık evet şuncacık bir alakaları bile yok
Sizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadar
Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor
Halbuki siz insanı öldürmezsiniz değil mi?
Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz
Tuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz emi
Boynunuzdaki o uzun ve süslü şeritleri de
Kirli çamaşırları tahta döşemelerin
Üzerinde bırakmamanızı yalvararak istiyeceğim
Yalvararak istiyeceğim diyorum Medeni Adam
Siz bilmezsiniz size anlatmak da istemem
Kardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektir
Halbuki ben Bay Fransız sizin gömleğinizi
Hatta Matmazel Nikolun o kırmızı ipekli gömleğini
Hani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır ya
Bile giymek istemem istemiyeceğim
Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz
Kibrit gibi iç içe sıkışmış tahtadan
Hem şu bildiğiniz usule de lüzum yok
Tepesi demir askerleriniz babamı alıp götürmeseler
O zaman siz görürsünüz Bay Yabancı
Ağaçların tepesine çıkabileceğimizi
Ben ve kardeşim Alinin anlayabileceğinizi umarım
Siz uyuduktan sonra odanıza girebileceğimizi
-Ben bunu ispat edeceğim-
Hani sizin şu yüzü kurabiye bir bayanınız var ya
Beyaz ve yumuşak
Hani tepesinde ikisi kısa biri uzun üç tüy var
Onu siz başka yerlerden getiriyordunuz
Sayın Bayanınızın gözleri çakmak çakmak yanıyordu
Siz ötekini Bay Yabancı gizli gizli öpüyordunuz
Elinizle onu belinden tutuyordunuz sonra öpüyordunuz
Siz bizi görmüyordunuz
Biz ağacın tepesinden seyrediyorduk
Siz onu çok öpüyordunuz
Ötesini söylemiyeceğim Bay Yabancı
Ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım
Annem böyle konuşmak ayıptır dedi
Annem o kadına şeytan diyor
Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar
Siz şeytanı çok seviyorsunuz galiba Bay Yabancı
Siz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuz
Kabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzel
Ama bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaç
Onu hiç görmedim o bize hiç gelmiyor
Hele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorum
Ben yağmuru çok seviyorum Bay Yabancı
Sizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorum
Tunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınız
Bizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınız
Ben karayım beni de amcamın oğlu seviyor
Sizin o kadını sevmiyor Süleyman
Süleyman benden başka kimseyi sevmiyor
Ben de onu seviyorum
Onu ve bizim evi seviyorum
Bizim evin her tarafı tahtadandır
Ayrıca matmazelin üzerine
Bir akrep atabileceğimi de düşünün
Tam karnının beyaz yerinden tutarsanız bir şey yapmaz
Ama onu Matmazel bilmez ki o tam kuyruğundan tutar
Sizin Matmazel bir ölse siz onu bir daha göremezsiniz
Halbuki bizim ölülerimizi teyzem görüyor
Onlarla konuşuyor onlara ekmek veriyor
Onlar ekmek yiyor anladın mı Bay Yabancı
Matmazel bir ölse ona kimse ekmek vermez
Onun için gidip şapkalarınızı da beraber götürün
Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar
Her biri bir damla atıyor aşağıya
İşte yağmur bunun için yağıyor
Ben bunun için yağmuru seviyorum
Yağmur bizim için yağıyor
Çalılar için Süleymanın tabancası için
Kalkıp gidin kırmızı kiremitler üzerine
Bizim tahta evin üzerine yağmur yağıyor
 

AdigeBatur

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
1,678
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ayıntab
Web sitesi
www.blogcu.com
Rüzgar

Rüzgâr

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
DOKTORUN KARŞISINDA



Doktor bir kavisim var bir kavisim var

Geçen günden beri bir kavisim var

Ondan bir akıntı mıdır yarasalar

Bir kavis önünde linç mi demek kurtarılacak bir kent ki

Yeşil bir toprak selameti

Bir kabrin bir cihanlık cömertliği cesareti

Kitaplardan kitaplara

Atılarak erişilmiş bir saygı saati

Bir kırağı yaprağında son direniş çiçekleri

Ölen bir hristiyanda bir yahudi zambak sesi

Çarşıların boşluğunda ben bir eski çeşme yası

Affedersiniz doktor siz süryani misiniz

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşim süryani)



Ben çok incil gördüm çıkmamış boyalari

Biraz daha gerilmiş yazıldığı ceylan derisi

Ama silinmiş ölüme karşı dayatan

Lazarı ayağa kaldıran muştu defnesi

Bütün defnelerı kırdık bir güveç neşesi

Fırınlar açıldı narlar kurudu

Kuyu deştik sular çekildi

Doğ ey kuyruklu yıldızı ülker kümesi

Bilirim en çorak toprağın bile var bir kehaneti

Bir kerameti

Bir gelecek zaman ticareti

Demet demet muştuları

Demet demet nimetleri

Doktor siz süryani misiniz

Yani eski bir süryani

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşım süryani)



Bilirim bilirim incilden yola çıktınız

Ama yolu çabuk şaşırdınız

İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza

Kendinizden incile çok şeyler kattınız

Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz

Ama sonra tutup mermere taptınız

Mermeri kadeh kadeh

Bir alacakaranlik gibi içtiniz

Sonra kustunuz mermeri

Çağlarca kustunuz mermeri

Ey mermer kusan ırk

Ey oruçsuz tiyatro

Acıkmış iftarsız acıkmışlar

Güneşten başka ne bulmuşsa yemiş olanlar

Doğuya hücum demek doğuya hücum var

Işte size bir kent ki

Yanlış yanan bir linç ampulünden

Size eşsiz bir şölen var

Kemiklerimin ışıklarindan

İyi sanat doğrusu misyonerlik

Doktorluk gibi doktor

(Hayır ben süryani değilim ama bir arkadaşım var)



****



Siz çin diyorsunuz anlıyorum

Bir pirinç hastalığı falan

Geçiyorsunuz da bengisulardan

Bir hızır hızarından

Bir tabut pınarından

Gözümün hastalığından

Nasıl ki Meryem de bir çocuk sezmişti Cebrail sularından

Nasıl ki yeşil sancaklar inmişti bir gün Diyarbekir surlarından

Kurtarıyordunuz beni

Bana bir gemi gibi yaklaşan

Üsküdar akşamlarından

Fatih camii gibi aydınlıktınız

Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sade

Sağımda kırgın solumda çılgın

Önümde Yakup Yusuf ve İshaktınız

Arkada kaynak sular kadar berraktınız

Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız

Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız

Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani

Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani


Sezai Karakoç
 
Üst