*Seyyid Şenel İlhan:Bu zaman iman kurtarma zamanıdır*

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Orhancan'ın verdiği linkteki ilk soru ve cevap gayet manidar. Seyyid Şenel İlhan Hoca cevaplayan, yazının sahibi olan zat. Buyrun:


SORU: Mürşid-i Kamil’e biat etmeden, her hangi bir evliyanın mesela, İmam-ı Rabbani ya da Gazali gibi velilerin kitapları okunup amel edildiğinde, kalbi tasfiye ve nefsi teskiye başarılıp, Allah’ın dostluğu ve evliyalık makamı kazanılmaz mı?

CEVAP: Şayet tasavvuf kitapları okuyarak insanlar Allah’a ulaşıp veli ya da evliya olabilselerdi, tarih boyunca binlerce insanı irşad edip hakiki iman ve güzel ahlak sahibi olmalarını sağlayan, Mürşid-i Kamillere ve tasavvuf müessesesine ne gerek vardı. Hem sonra, her Mürşid-i Kamil boşuna, irşaddı tebliğdi diye binbir çile çekip Ümmet-i Muhammed’le uğraşacağına, güzel bir kitap yazar, insanlara da hadi okuyun bu kitabı, artık ne şeyhe ihtiyacınız var, ne mürşide, okuyun irşad olun. Ya da, okutun irşad edin derdi...

Ben böyle bir iddiaya, şaşırmaktan başka söyleyecek söz bulamıyorum. Sadece tek bir şey söyleyebilirim, o da, nasibsizlik...

Çünkü sağduyu sahibine zahirdir ki, insan yazılmış hangi kitaba göre amel ederse etsin, zahiri ilimlerin hepsinden tek tek icazet almış büyük bir alim de olsa, yalnız başına ilmini aklını kullanarak, hatta vefat etmiş bir evliyanın ruhundan da alabildiğine faydalanarak, ben bu şekilde Allah dostu olacağım ve kalbi marazlarımdan kurtulabileceğim diyebilmesi mümkün değildir. Ama istisna olarak, üveysi ve murat meşrebliler denilen çok kabiliyetli bazı zatlardan, tek tük de olsa bu biçimde seyr-ü süluk bitirenleri var kabul ediliyorsa da, ne var ki bu, kesinlikle doğru değildir Ayrıca, zahiren ve yaşayan bir Mürşid-i Kamil tarafından onaylanmadan ve yine, bizim icazet dediğimiz irşad izni alınmadan, o tür zatları doğrulayabilmemiz ve var olduklarını da kabul etmemiz, kesinlikle mümkün değildir Çünkü, şeriat zahire ve bilinene göre hükmeder ölçüsü, bu bağlamda yalancıyı da, hakiki irşadcıyı da, net olarak ortaya koyar. Belirler..

Elbette üveysi ve murat meşrebliler denilen çok kabiliyetli zatlar, eskiden vardı, şimdi de vardır. Ama yine de, hiç kimse, yani ne mürid, ne murad, ne üveysi meşreb olan hiç bir insanın, herhangi bir mürşidden halifeliğini onaylatıp irşad izni almadan, ben mürşidim diye ortaya çıktığı, tarih boyunca ne görülmüş ne işitilmiştir..

Amma, zaman ahir zamandır. Şimdi böyle mürşid de halife de sürüyledir O da başka...

Demek ki, hiçbir üstün kabiliyetli kişi, tek başına veya tasavvuf kitapları okuyarak da olsa, en büyük velilerin ruhundan alabildiğine faydalansa da, kalbi tasfiye nefsi teskiye işinde, aciz kalır, şaşırır...

Çünkü hepimiz biliriz ki, insanın aklı ilmi ve iradesi, bazı durumlarda ve yerlerde, hiç mi hiç işe yaramaz. Hatta yine, insan düşüncelerini berrak ve sakin bir şekilde her olayda ve durumda kolayca kontrol edemez...

Mesela gece karanlıkta evine giden bir köylünün, uzaktan aniden gördüğü belli belirsiz bir ağaç kütüğünü, kalbindeki korkaklığın devreye girmesiyle, öylece yerinde duran kütüğü, kendine saldırmaya hazırlanan vahşi bir ayı sanabilip, panik içinde kaçarken, aklının ve ilminin ona hiç bir yardımı yoktur. Ya da çok öfkelenen bir insanın, öfke anında zerre kadar aklı yokmuşcasına bağırıp çağırıp vurup kırması ve neticede, öfkesinin zailinden sonra, hayretler içinde pişman olup aklına şaşması, hepimizin başına gelebilen ve sıklıkla şahit olduğumuz gerçeklerdir...

Veya tüm bunlar bir yana, farz edelim ki insan, bu asla mümkün olmayan zor işi başardı. Yani, Mürşid-i Kamile biat etmeden ve kendi başına tasavvuf kitapları okuyarak, ayrıca da, vefat etmiş bir velinin ruhunada rabıta kurup, mükemmel bir şekilde feyz alarak, manen ilerledi, ilerledi. Neticede, nefsi emmareyi, levvameyi aştı. Ve, mülhimeye ulaştı. Ee, şimdi bu çalışkan ve sıkı talip, nasıl mülhimenin vesvese belasını aşabilip, mutmainne makamına yükselip de Allah dostu olabilecek? İşte zaten bize göre, burası asla mümkün değildir. Çünkü tüm ehli ilim bilir ki, mülhime makamı ilham makamıdır ve bu makamdaki salik, tam bir radar gibidir. Ya da tam bir alıcı....

Öyle ki, Rahmandan, şeytandan, melekten, ve gelebilecek her kanaldan kalp alıcısına fikirler, vesveseler, havatırlar, bunaltıcı boyutlarda vesvese bombardımanı gibi yağar da yar m urcasına, çıldırırcasına...

Ve genellikle bu makamdan, yani mülhime makamından tarih boyunca Mürşid-i Kamilsiz seyr eden hiç kimse geçmemiştir, geçemez de. Çünkü, insan iradesini aşan bu fikir bombardımanından kurtulmak ve bir üst makama, yani mutmainne makamına yükselip, Allah dostu bir veli olmak, Mürşid müdahalesi olmadan asla mümkün değildir. Veya mülhime makamı aynen yukarıda anlattığımız gibi, çok zor bir durak olmasına rağmen sadece anlatmak istediğimizi daha kolay izah edebilmemiz için, örnek verdiğimiz bir nefsi makamdır. Yoksa seyr-ü sulûk usul ve metoduna ve sofinin durumu ve kabiliyetine göre, her zaman ve her durumda, bu ve buna benzer manevi belalara, özellikle tek başına gidildiğinde daha kolay düşüldüğü kesindir.. O halde Allah’a ulaşma yolunda tek başına giden talip için, kalp alıcısına her kanaldan gelen, milyonlarca, şeytani, nefsani veya rahmani, ilham ya da vesveselerin, iyisini kötüsünden ayırıp bir şekilde iman ve akıl sağlığını koruması mümkün değildir.. Varsa bu makamı ben tek başıma aşarım diyen babayiğit, beri gelsin. Çünkü biz, böyle bir yiğidi asla duymadık ve işitmedik. Çünkü yok... Ve, tarih boyuncada olmadı... Amma kamili mükemmil bir üstada biat eden herhangi bir salik, bu zor makamdan Allah’ın izni ve mürşidinin himmetiyle, kolayca geçip manen müjdelenenlerden olması Allah dostu veliler için işten bile değildir..

Yalnız mürşidin nakıs ve eksik mürşid olmaması, kamili mükemmil bir Allah dostu olması da şarttır.

Yani bu zamanın mürşidinin, mecburen ve zarurî olarak bilmesi gerektiği kadar zamanın müsbet bilimlerine alabildiğine vakıf olması gerektiği gibi, yine bu zamanın insanının olabilecek tüm maddi ve manevi dertlerine ve sıkıntılarına da, alabildiğine vakıf ve her boyutta tedavi edebilecek bir mürşid, bir alim, bir Allah dostu olma zorunluluğu vardır..

Gerçi İmam-ı Rabbani Hz.’nin dediği gibi, “hiç mürşitsiz olmaktansa meczup bir şeyh bile Allah yolunda büyük bir nimettir”. Yani ne yalnız ilim ve akıl, ya da bir şekilde üveysicilik oynayarak tasavvuf kitaplarıyla avunmak değil, illa mürşid, illa Allah dostu, mecburidir.. Şarttır.. Ya da anlattığım bu açık gerçeklerden sonra, zamanımızda yaşayan tüm veli ve evliyaları inkar etme küstahlığına düşmeden,veya bir şekilde bu mübarek zatları yok saymadan, ben mürşidsiz ve tekbaşıma Allah yolunda ilerlerim ve Allah dostu olabilirim sözünün mantığı da yoktur, delili de... Ayrıca yine, hiç bir delilleri olmadığı halde, bu zamanda evliya olamaz deyip, kendilerini kitaplara gömenlerin de, ya aklı yoktur, ya da kesinlikle nasibi...

Konuyu dağıtmadan devam edelim; şimdi demek ki, öyle anlar vardır ki, ne ilimle, ne de akılla, kişi kendini hakkıyla kontrol edemez. Bu en aklı kıta bile gün gibi açık bir gerçektir. Ve yine, mütemadiyen alkol içenleri hepimiz biliriz. Bu adamlar belki biraz mücadele verseler, önceleri alkolü kolayca bırakabilecekleri halde, ısrarla hergün belirli yakın aralıklarla devamlı içe içe, neticede hepimizin çok iyi bildiği, ALKOLİKLER dediğimiz zavallı çaresizler haline gelirler..

Ve yaşadıkları müddetçe de, artık devamlı pejmurde ve bir yudum içkiye mahkum ve köle olurlar Öyle ise doğal olarak, yardıma muhtaç bu adamların, kesinkez içkiyi bırakmaları, kendi başlarına ve kendi iradeleriyle, asla mümkün değildir. Tabi gerçek alkoliklerse...

Yoksa özel tedavilerle ve tek tük de olsa bırakanlar da yok değildir. Ama dikkat edilirse, bu özel tedavi, başka bir el ve başka iradelerin yardımının devreye girmesiyle mümkün olabilmektedir. Çünkü o zavallı adamın alkole istek ve ihtiyacı, alkolden ve pejmurdelikten kurtulmak istek ve ihtiyacını aşmış ve artık onun için alkolü bırakmak gücünün sınırlarının çoktan üstüne çıkmıştır. Ve artık onun ne aklı para eder, ne de ilmi ve iradesi...

İlla doktor gerek, tedavi gerek... Ve özel ilgi gerek...Ve herşeyden önce de, ona kurtulmanın kurtulmak olduğunu öğretmek ve kabullendirmekte şart...
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Ya da anlattığım bu açık gerçeklerden sonra, zamanımızda yaşayan tüm veli ve evliyaları inkar etme küstahlığına düşmeden,veya bir şekilde bu mübarek zatları yok saymadan, ben mürşidsiz ve tekbaşıma Allah yolunda ilerlerim ve Allah dostu olabilirim sözünün mantığı da yoktur, delili de... Ayrıca yine, hiç bir delilleri olmadığı halde, bu zamanda evliya olamaz deyip, kendilerini kitaplara gömenlerin de, ya aklı yoktur, ya da kesinlikle nasibi...
 

Duha

Profesör
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
794
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Web sitesi
www.risaletalim.com
@Furkan kardeş
yazdıkların haktır. Ama makam itibari ile batıldır. Eğer bu başlıkla muhattab olanlar evliyayı inkar etse idi veyahut, mürşidsiz olur dese idi haklı olacaktınız. Lakin, öyle demiyorlar.

Ayrıca, İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubatında tavassutsuz muhabbetin mümkün olduğunu gösterirken diyor "büyük bir devlettir"

Hem Tarikat Mesleğinin esasları olan "fena, beka, cezbe ve sulükün sonradan çıktığını söyleyen yine İmam-ı Rabbanidir.

Hem cezbe ve sülük makamının en büyük olmadığını ve en büyük makamın Sahabi Makamı olduğunu Mehdi-i Azam'ın bu makamda olup Tasavvuf ve Tarikat'e dahil olmayacağına işaret ettiğini görürüz.

Ayrıca, başka bir yazında "devir imanı kurtarma devridir" hükmüne itiraz etmiş ve istihzalı yazı yazmışsın. Şunu bil ki İman her insanın başına açılmış en büyük davadır. Lakin, bazı dönem imanın esalarına hucum ziyade olmuş, kimi vakit İslam esaslarına hucüm ziyadeleşmiştir. İşte Tarikat Ehli İslam'ın esasların hucum edildiği zamanlarda mukabele etmiş ve çok büyük vazifeleri bihakkın ifa etmiştir.

Aynı tarikat ehli bu devirde iman esaslarına hucum görüp mukabele etmesi lazımdır. İşte reçete Risale-i nur'dur. Risale-i nur tarikate muhallif değildir. İstifade etmek için Tarikatı terk etmek lazım değildir. Bir fıkıh kitabı nasıl herkeze lazım ise iman kitabı olan Risale-i nur herkeze lazımdır. Hem denmiş "Ulemadan bir adam çıkacak iman hakikatlarını vazıh bir şekilde izah edecek". İşte o adamdan tek bir tanesi Risale-i Nur'dur.

Risale-i nur'a hizmet edenlere Nurcu denmesine bakarak Risale-i nur'un Nurcuların tekelinde olduğunu zannetmeyiniz. Nurcular sadece Risale-i nur'un hizmetkarlarıdırlar. Nasıl tıbbın hizmetkarları doktordur, ama mühendise lazımdır, aynen öyle.

Evet, Tarikatsiz ve nurcu olmadan da olur, ama imansız ve İslamsız olmaz.

Demek İslam ve İman'ın muhafazası için her iki meslek işbirliği içinde olmak lazımdır. Uhuvvet düsturlarına riayet elzemdir.

Ahiret işlerinde rekabet yoktur. Rekabet edenin amacı dünyevi çıkardır, makamdır, şöhrettir.

Onlardan yüz çeviriniz.

Muhabbetle
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
@Furkan kardeş
yazdıkların haktır. Ama makam itibari ile batıldır. Eğer bu başlıkla muhattab olanlar evliyayı inkar etse idi veyahut, mürşidsiz olur dese idi haklı olacaktınız. Lakin, öyle demiyorlar.

Ayrıca, İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubatında tavassutsuz muhabbetin mümkün olduğunu gösterirken diyor "büyük bir devlettir"

Hem Tarikat Mesleğinin esasları olan "fena, beka, cezbe ve sulükün sonradan çıktığını söyleyen yine İmam-ı Rabbanidir.

Hem cezbe ve sülük makamının en büyük olmadığını ve en büyük makamın Sahabi Makamı olduğunu Mehdi-i Azam'ın bu makamda olup Tasavvuf ve Tarikat'e dahil olmayacağına işaret ettiğini görürüz.

Ayrıca, başka bir yazında "devir imanı kurtarma devridir" hükmüne itiraz etmiş ve istihzalı yazı yazmışsın. Şunu bil ki İman her insanın başına açılmış en büyük davadır. Lakin, bazı dönem imanın esalarına hucum ziyade olmuş, kimi vakit İslam esaslarına hucüm ziyadeleşmiştir. İşte Tarikat Ehli İslam'ın esasların hucum edildiği zamanlarda mukabele etmiş ve çok büyük vazifeleri bihakkın ifa etmiştir.

Aynı tarikat ehli bu devirde iman esaslarına hucum görüp mukabele etmesi lazımdır. İşte reçete Risale-i nur'dur. Risale-i nur tarikate muhallif değildir. İstifade etmek için Tarikatı terk etmek lazım değildir. Bir fıkıh kitabı nasıl herkeze lazım ise iman kitabı olan Risale-i nur herkeze lazımdır. Hem denmiş "Ulemadan bir adam çıkacak iman hakikatlarını vazıh bir şekilde izah edecek". İşte o adamdan tek bir tanesi Risale-i Nur'dur.

Risale-i nur'a hizmet edenlere Nurcu denmesine bakarak Risale-i nur'un Nurcuların tekelinde olduğunu zannetmeyiniz. Nurcular sadece Risale-i nur'un hizmetkarlarıdırlar. Nasıl tıbbın hizmetkarları doktordur, ama mühendise lazımdır, aynen öyle.

Evet, Tarikatsiz ve nurcu olmadan da olur, ama imansız ve İslamsız olmaz.

Demek İslam ve İman'ın muhafazası için her iki meslek işbirliği içinde olmak lazımdır. Uhuvvet düsturlarına riayet elzemdir.

Ahiret işlerinde rekabet yoktur. Rekabet edenin amacı dünyevi çıkardır, makamdır, şöhrettir.

Onlardan yüz çeviriniz.

Muhabbetle

Lafa sıra gelince üzerimize yoktur.ama bu lafları uygulayanların sayısı da yok denecek kadar yoktur. Sizin gibi lafazan hizmetkârlar (!) yüzünden Rislelerden bir daha hiç ısınmamak üzere soğudum ! Yarım doktor candan, yarım öğütçü de zıvanadan edermiş !
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Lafa sıra gelince üzerimize yoktur.ama bu lafları uygulayanların sayısı da yok denecek kadar yoktur. Sizin gibi lafazan hizmetkârlar (!) yüzünden Rislelerden bir daha hiç ısınmamak üzere soğudum ! Yarım doktor candan, yarım öğütçü de zıvanadan edermiş !

bir, yarım müslümanlar yüzünden din mi değiştiriceksin.
iki, nurları sevemediysen sevicek çok yol var.
seç birini
olmadı Müslüman ol.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
bir, yarım müslümanlar yüzünden din mi değiştiriceksin.
iki, nurları sevemediysen sevicek çok yol var.
seç birini
olmadı Müslüman ol.

Nurlarla değil, üzerlerinde nur olmadığı ve taşımadıkları halde nur taşıyorum diyenlerle benim zorum ! Bu tefriki çok iyi yapmak lazım !
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
ben risale-i nurları severim
hocaefendiyi de severim
ama hiç bir zaman şucuyum bucuyum demedim
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
ben risale-i nurları severim
hocaefendiyi de severim
ama hiç bir zaman şucuyum bucuyum demedim

Madem sucuyum, bucuyum diye birşey demiyorsun, şimdiye kadar astığın yazılarla kime ve nereye davet ettiğinin farkında mısın ? Bu davet ne oluyor ?
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Duha kardeş'ten Mehdi'nin kim olduğun açıkca ilan etmesini istiyoruz.

Ve o mehdi ise neden hiç bir şeyh, alim kendisine uymamıştır.

Fıkıh kitabı herkese lazımdır ama herkese şu fıkıh kitabı lazımdır denemez.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Ne Mehdisi, ne azamı yaw ? Herkes kendine veya bağlı olduğu kapıya bir yakıştırmadır tutturmuş gidiyor ! Hasan mezarcuı bile sizden daha tutarlı hatreket etmişti !
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Eski hal -bundan kastını kendisi tam olarak ifade edebilir mi meçhul- muhal diyerek tarikatı reddeden, Yeni Asya cemaatinden olduğunu düşündüğüm -oralar ifrat fikirlerin menbaı oldu gibi, küçüldükçe radikal söylemlere yöneldiler-, meşayihin, ulemanın tanıyamadığı ama kendisi gibi münkirliğini açıkca ilan eden Itri ve kendi abileri birlikte iman nurları ile tanıyabildikleri Mehdi! kimmiş, öğreneceğiz inşaallah.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Madem sucuyum, bucuyum diye birşey demiyorsun, şimdiye kadar astığın yazılarla kime ve nereye davet ettiğinin farkında mısın ? Bu davet ne oluyor ?
açtığım konu veya mesajların bir kısmı forumdaki konulara binaen,
kalanı da sevdiğim paylaşımlar.

şucu bucu olacağıma
Hizmetkar olmayı tercih ederim.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Duha kardeş'ten Mehdi'nin kim olduğun açıkca ilan etmesini istiyoruz.

Ve o mehdi ise neden hiç bir şeyh, alim kendisine uymamıştır.

Fıkıh kitabı herkese lazımdır ama herkese şu fıkıh kitabı lazımdır denemez.
duha kardeşimizin son mesajında isnat ettiğiniz suçlamaya ilişkin bir nükte göremedim.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Orhancan'ın verdiği linkteki ilk soru ve cevap gayet manidar. Seyyid Şenel İlhan Hoca cevaplayan, yazının sahibi olan zat. Buyrun:


SORU: Mürşid-i Kamil’e biat etmeden, her hangi bir evliyanın mesela, İmam-ı Rabbani ya da Gazali gibi velilerin kitapları okunup amel edildiğinde, kalbi tasfiye ve nefsi teskiye başarılıp, Allah’ın dostluğu ve evliyalık makamı kazanılmaz mı?

CEVAP: Şayet tasavvuf kitapları okuyarak insanlar Allah’a ulaşıp veli ya da evliya olabilselerdi, tarih boyunca binlerce insanı irşad edip hakiki iman ve güzel ahlak sahibi olmalarını sağlayan, Mürşid-i Kamillere ve tasavvuf müessesesine ne gerek vardı. Hem sonra, her Mürşid-i Kamil boşuna, irşaddı tebliğdi diye binbir çile çekip Ümmet-i Muhammed’le uğraşacağına, güzel bir kitap yazar, insanlara da hadi okuyun bu kitabı, artık ne şeyhe ihtiyacınız var, ne mürşide, okuyun irşad olun. Ya da, okutun irşad edin derdi...

Ben böyle bir iddiaya, şaşırmaktan başka söyleyecek söz bulamıyorum. Sadece tek bir şey söyleyebilirim, o da, nasibsizlik...

Çünkü sağduyu sahibine zahirdir ki, insan yazılmış hangi kitaba göre amel ederse etsin, zahiri ilimlerin hepsinden tek tek icazet almış büyük bir alim de olsa, yalnız başına ilmini aklını kullanarak, hatta vefat etmiş bir evliyanın ruhundan da alabildiğine faydalanarak, ben bu şekilde Allah dostu olacağım ve kalbi marazlarımdan kurtulabileceğim diyebilmesi mümkün değildir. Ama istisna olarak, üveysi ve murat meşrebliler denilen çok kabiliyetli bazı zatlardan, tek tük de olsa bu biçimde seyr-ü süluk bitirenleri var kabul ediliyorsa da, ne var ki bu, kesinlikle doğru değildir Ayrıca, zahiren ve yaşayan bir Mürşid-i Kamil tarafından onaylanmadan ve yine, bizim icazet dediğimiz irşad izni alınmadan, o tür zatları doğrulayabilmemiz ve var olduklarını da kabul etmemiz, kesinlikle mümkün değildir Çünkü, şeriat zahire ve bilinene göre hükmeder ölçüsü, bu bağlamda yalancıyı da, hakiki irşadcıyı da, net olarak ortaya koyar. Belirler..

Elbette üveysi ve murat meşrebliler denilen çok kabiliyetli zatlar, eskiden vardı, şimdi de vardır. Ama yine de, hiç kimse, yani ne mürid, ne murad, ne üveysi meşreb olan hiç bir insanın, herhangi bir mürşidden halifeliğini onaylatıp irşad izni almadan, ben mürşidim diye ortaya çıktığı, tarih boyunca ne görülmüş ne işitilmiştir..

Amma, zaman ahir zamandır. Şimdi böyle mürşid de halife de sürüyledir O da başka...

Demek ki, hiçbir üstün kabiliyetli kişi, tek başına veya tasavvuf kitapları okuyarak da olsa, en büyük velilerin ruhundan alabildiğine faydalansa da, kalbi tasfiye nefsi teskiye işinde, aciz kalır, şaşırır...

Çünkü hepimiz biliriz ki, insanın aklı ilmi ve iradesi, bazı durumlarda ve yerlerde, hiç mi hiç işe yaramaz. Hatta yine, insan düşüncelerini berrak ve sakin bir şekilde her olayda ve durumda kolayca kontrol edemez...

Mesela gece karanlıkta evine giden bir köylünün, uzaktan aniden gördüğü belli belirsiz bir ağaç kütüğünü, kalbindeki korkaklığın devreye girmesiyle, öylece yerinde duran kütüğü, kendine saldırmaya hazırlanan vahşi bir ayı sanabilip, panik içinde kaçarken, aklının ve ilminin ona hiç bir yardımı yoktur. Ya da çok öfkelenen bir insanın, öfke anında zerre kadar aklı yokmuşcasına bağırıp çağırıp vurup kırması ve neticede, öfkesinin zailinden sonra, hayretler içinde pişman olup aklına şaşması, hepimizin başına gelebilen ve sıklıkla şahit olduğumuz gerçeklerdir...

Veya tüm bunlar bir yana, farz edelim ki insan, bu asla mümkün olmayan zor işi başardı. Yani, Mürşid-i Kamile biat etmeden ve kendi başına tasavvuf kitapları okuyarak, ayrıca da, vefat etmiş bir velinin ruhunada rabıta kurup, mükemmel bir şekilde feyz alarak, manen ilerledi, ilerledi. Neticede, nefsi emmareyi, levvameyi aştı. Ve, mülhimeye ulaştı. Ee, şimdi bu çalışkan ve sıkı talip, nasıl mülhimenin vesvese belasını aşabilip, mutmainne makamına yükselip de Allah dostu olabilecek? İşte zaten bize göre, burası asla mümkün değildir. Çünkü tüm ehli ilim bilir ki, mülhime makamı ilham makamıdır ve bu makamdaki salik, tam bir radar gibidir. Ya da tam bir alıcı....

Öyle ki, Rahmandan, şeytandan, melekten, ve gelebilecek her kanaldan kalp alıcısına fikirler, vesveseler, havatırlar, bunaltıcı boyutlarda vesvese bombardımanı gibi yağar da yar m urcasına, çıldırırcasına...

Ve genellikle bu makamdan, yani mülhime makamından tarih boyunca Mürşid-i Kamilsiz seyr eden hiç kimse geçmemiştir, geçemez de. Çünkü, insan iradesini aşan bu fikir bombardımanından kurtulmak ve bir üst makama, yani mutmainne makamına yükselip, Allah dostu bir veli olmak, Mürşid müdahalesi olmadan asla mümkün değildir. Veya mülhime makamı aynen yukarıda anlattığımız gibi, çok zor bir durak olmasına rağmen sadece anlatmak istediğimizi daha kolay izah edebilmemiz için, örnek verdiğimiz bir nefsi makamdır. Yoksa seyr-ü sulûk usul ve metoduna ve sofinin durumu ve kabiliyetine göre, her zaman ve her durumda, bu ve buna benzer manevi belalara, özellikle tek başına gidildiğinde daha kolay düşüldüğü kesindir.. O halde Allah’a ulaşma yolunda tek başına giden talip için, kalp alıcısına her kanaldan gelen, milyonlarca, şeytani, nefsani veya rahmani, ilham ya da vesveselerin, iyisini kötüsünden ayırıp bir şekilde iman ve akıl sağlığını koruması mümkün değildir.. Varsa bu makamı ben tek başıma aşarım diyen babayiğit, beri gelsin. Çünkü biz, böyle bir yiğidi asla duymadık ve işitmedik. Çünkü yok... Ve, tarih boyuncada olmadı... Amma kamili mükemmil bir üstada biat eden herhangi bir salik, bu zor makamdan Allah’ın izni ve mürşidinin himmetiyle, kolayca geçip manen müjdelenenlerden olması Allah dostu veliler için işten bile değildir..

Yalnız mürşidin nakıs ve eksik mürşid olmaması, kamili mükemmil bir Allah dostu olması da şarttır.

Yani bu zamanın mürşidinin, mecburen ve zarurî olarak bilmesi gerektiği kadar zamanın müsbet bilimlerine alabildiğine vakıf olması gerektiği gibi, yine bu zamanın insanının olabilecek tüm maddi ve manevi dertlerine ve sıkıntılarına da, alabildiğine vakıf ve her boyutta tedavi edebilecek bir mürşid, bir alim, bir Allah dostu olma zorunluluğu vardır..

Gerçi İmam-ı Rabbani Hz.’nin dediği gibi, “hiç mürşitsiz olmaktansa meczup bir şeyh bile Allah yolunda büyük bir nimettir”. Yani ne yalnız ilim ve akıl, ya da bir şekilde üveysicilik oynayarak tasavvuf kitaplarıyla avunmak değil, illa mürşid, illa Allah dostu, mecburidir.. Şarttır.. Ya da anlattığım bu açık gerçeklerden sonra, zamanımızda yaşayan tüm veli ve evliyaları inkar etme küstahlığına düşmeden,veya bir şekilde bu mübarek zatları yok saymadan, ben mürşidsiz ve tekbaşıma Allah yolunda ilerlerim ve Allah dostu olabilirim sözünün mantığı da yoktur, delili de... Ayrıca yine, hiç bir delilleri olmadığı halde, bu zamanda evliya olamaz deyip, kendilerini kitaplara gömenlerin de, ya aklı yoktur, ya da kesinlikle nasibi...

Konuyu dağıtmadan devam edelim; şimdi demek ki, öyle anlar vardır ki, ne ilimle, ne de akılla, kişi kendini hakkıyla kontrol edemez. Bu en aklı kıta bile gün gibi açık bir gerçektir. Ve yine, mütemadiyen alkol içenleri hepimiz biliriz. Bu adamlar belki biraz mücadele verseler, önceleri alkolü kolayca bırakabilecekleri halde, ısrarla hergün belirli yakın aralıklarla devamlı içe içe, neticede hepimizin çok iyi bildiği, ALKOLİKLER dediğimiz zavallı çaresizler haline gelirler..

Ve yaşadıkları müddetçe de, artık devamlı pejmurde ve bir yudum içkiye mahkum ve köle olurlar Öyle ise doğal olarak, yardıma muhtaç bu adamların, kesinkez içkiyi bırakmaları, kendi başlarına ve kendi iradeleriyle, asla mümkün değildir. Tabi gerçek alkoliklerse...

Yoksa özel tedavilerle ve tek tük de olsa bırakanlar da yok değildir. Ama dikkat edilirse, bu özel tedavi, başka bir el ve başka iradelerin yardımının devreye girmesiyle mümkün olabilmektedir. Çünkü o zavallı adamın alkole istek ve ihtiyacı, alkolden ve pejmurdelikten kurtulmak istek ve ihtiyacını aşmış ve artık onun için alkolü bırakmak gücünün sınırlarının çoktan üstüne çıkmıştır. Ve artık onun ne aklı para eder, ne de ilmi ve iradesi...

İlla doktor gerek, tedavi gerek... Ve özel ilgi gerek...Ve herşeyden önce de, ona kurtulmanın kurtulmak olduğunu öğretmek ve kabullendirmekte şart...

Allah razı olsun, Seyyidimizden de nakleden sizden de... Bugüne kadar söylenenlerin enfes bir özeti olmuş.
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Eski hal -bundan kastını kendisi tam olarak ifade edebilir mi meçhul- muhal diyerek tarikatı reddeden, Yeni Asya cemaatinden olduğunu düşündüğüm -oralar ifrat fikirlerin menbaı oldu gibi, küçüldükçe radikal söylemlere yöneldiler-, meşayihin, ulemanın tanıyamadığı ama kendisi gibi münkirliğini açıkca ilan eden Itri ve kendi abileri birlikte iman nurları ile tanıyabildikleri Mehdi! kimmiş, öğreneceğiz inşaallah.

bekliyoruz hiç bir ulemanın, meşayihin kabul etmediği, bizi ancak biz biliriz saçmalığının arkasındaki büyük Mehdi kimdir diye öğrenmeyi..
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Konunun başlığı olan "Bu zaman iman kurtarma zamanıdır"sözünü söylemiş olan Seyyid Şenel İlhan'a iletilmek üzere bir soru asıyorum:

---Bu dünya ve gelemiş-geçmiş bütün insanlık iman kurtarma zamanı olmayan hangi zamanları yaşadı ki, sadece bu zaman iman kurtarma zamanı olsun ?
 
Üst