Şeyhini arayan adam

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Monoton bir hayat içerisinde tek düze bir yaşam tarzını benimseyen insanlarımız ekmek ve geçim derdiyle boğuşurken, bizi manevi huzura kavuşturacak olan öğretilerden de habersiz kaldı. Çoğu zaman ihmalkârlığından veya gaflet halinden dolayı içsel tekâmül yollarını araştırmadı ve kendi kendisini hep ham kalmaya mahkûm etti. Tasavvuf yoluyla nice gönüller ilahi aşkla huzura ererken, niceleri de bu berrak pınardan nasibini alamadı. Zira kendisinden ibadet ve taat yönünden, ilim ve irfan yönünden, aşk ve şevk yönünden üstün olduğunu bildiği halde kâmil bir mürşide bir türlü teslim olamadı. Kendi dağlar kadar büyük kusurlarıyla uğraşmaktansa, başkalarının noksanlarını aramakla ömrünü tüketti de dönüp de bir kere kendi nefsini dizginlemeye çalışmadı. Yunus Emre Hazretlerinin

"Evliyaya uğramaz ise yolun/ Göçtü kervan kaldın dağlar başında"

dizelerinde anlattığı gibi maneviyat yolunda yalnız ve naçar kaldı. Oysa bütün Allah dostları bu yolda yalnız gidilmeyeceğini defalarca söylemişlerdi. Nitekim Hoca Ahmet Yesevi hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder:

"Tarikata şeriatsız girenlerin/ Şeytan gelir imanını alır imiş/ İş bu yola pirsiz dava kılanları/ Şaşkın olup ara yolda kalır imiş." (Hakkulov, İbrahim, Ahmet Yesevî Hikmetleri, Ankara, 1998, s.180)

Tasavvuf büyükleri nefsi tezkiye etmenin ve manevi derecelere ulaşmanın en kısa yolunun kâmil bir mürşide ikrar vermek olduğunu söylerler: "Sadıklarla beraber olunuz" emr- i şerifini de olması gereken bu birlikteliğe yorarlar. Sadıklarla beraber olan kimselerin ise ruhlarının hastalıklı, kalplerinin katı, vicdanlarının acımasız olacağı düşünülemez. Yumuşak kalpli, güzel huylu, güler yüzlü insanların oluşturduğu bir dünya adeta bir cennet gibidir. Bu manada tasavvuf; yaşadığımız şu dünyayı cennete dönüştürmek isteyen seçkin ve adanmış zatların üstlendiği bir gönül yapma hareketidir. Başka bir ifadeyle tasavvuf; kırık dökük olan kalpleri, huzursuz gönülleri, incinmiş yürekleri imar etme projesidir; "Hacı Bayram Veli'ye göre bu gönül imarı için bir ustaya bir şeyhe ihtiyaç vardır. Onun gözetiminde gönül şehri manevi olarak imar edilir. Dünya sebep-sonuç ilişkilerine uygun olarak yaratılmıştır. Sebep olmadan hiçbir şey olmaz. Bu sebepler dünyasında her sanat ve her ilim için bir ustaya yani bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep olmadan ilim ve sanat sahibi olunması hemen hemen mümkün değildir. Tasavvuf yolunda da şeyhe duyulan ihtiyaç, aynı hikmete dayalı olarak kendini gösterir." (Prof. Cebecioğlu, Edhem, Hacı Bayram Veli, Ankara, 1994, s 104, 105) Yunus Emre Hazretleri sadıklarla beraberlik konusunu şöyle sitemli bir dörtlük ile işler:

Zakir ile yoldaş olup
Sadıklara yar olmadın
Olmaz yere verdin gönül
Dost neylesin senin ile

Yunus Emre Hazretlerinin de ifade ettiği gibi; Gerçek Dost'a ulaşabilmek için ilk önce gönlün nefsî akımlarla olan bağlantısını kesmek ve bu bilinç halinde iken sadıkların sevgi akımını bize ulaştıran gönül prizlerine kalp fişini takmak gerekir. Fakat bundan önce sevgi elektriğini yaymakta olan mürşid-i kamili bulmak için bir "arama" sürecine ihtiyaç vardır. Eğer bulmaya yönelik kalpte bir istek ve davranışlarda bir çaba söz konusu değilse "buluş" gerçekleşmez. Hem iç âlemde hem de fiziki âlemde gerçekleşen bu arayışa Nakşîler "sefer der vatan" derler. (Bkz Kısakürek, N. Fazıl, Başbuğ Velilerden 33, s.54)

Yine bu bağlamda Nakşîliğin ilk dönemlerinde bir seyahat etme zorunluluğunun olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Nitekim sufilere göre Mevla aranmadan, emek sarf edilmeden, yattığımız yerden bulunamaz. Mevla'nın yolunda bize rehberlik edecek zatı bulmak da yine aramak sonucunda olacaktır. Yunus Emre Hazretleri;

"Böyle yatmak ile dosta gidilmez./ Uyan gel gözlerim, gafletten uyan"

diyerek bu işin sıcak yataklarda olmayacağını anlatmak istemiştir. İbrahim bin Ethem hazretleri de bu hakikati en derinden idrak etmiş olmalıdır ki tac-u tarhı terk ederek bir arayış sürecine girmiştir.

Halis kalple yapılan bu samimi arayışın sonunda, Hızır ile Musa'yı, Nebi ile Sıddık'ı, Mevlana ile Şems'i birbirlerine yoldaş eden Yüce Allah canı gönülden yoldaşını aramak için sefer eden saliki de mürşidiyle buluşturur. Yani; "Tasavvufi yola girecek mürid, arar, çabalar, sonunda pişeceği 'büyük kapı'yı bulur ve kapısını çalar içeri girer... Tasavvuf tarihini incelediğimizde nefis terbiyesine inanmış kişilerin hayatlarında bu durumu görürüz. Ancak Hacı Bayram Veli Hazretleri için durum böyle değildir. O şeyhini değil şeyhi onu aramış bulmuştur." (Prof. Cebecioğlu, Edhem, Hacı Bayram Veli, Ankara, 1994, s. 15)

Anlaşılan odur ki Hacı Bayram Veli Hazretleri dış dünyada bir mürşid arayışına girmemiştir. Fakat iç âleminde yanmak üzere olan bir "kor" söz konusu olmalıdır ki Somuncu Baba Hazretleri de o "kor"u üflesin ve ilahi aşk ateşini tutuştursun. Eğer gönlünde bir "kor" mevcut olmasaydı üflemeyle bir yangın çıkacak değildir. Şu durumda onun fiziki âlemde bir arayışı söz konusu olmasa bile iç âleminde bir arzunun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar tasavvufta prensip olarak dış âlemde aramak tavsiye edilmiş olsa da Hacı Bayram Veli Hazretleri bu durumun bir istisnası olmuştur.

Son olarak Merhum Musa Topbaş Hazretlerinin tasavvuf yoluna girmek isteyenlere yaptığı şu öğütleri ile yazımızı bitiriyoruz: "Bu ulvi yola girmek arzusunda olanın sabırlı olması, acele etmemesi, iyice taharri etmesi lazımdır. Kendisinin ihlâs üzere niyetinde samimi olması da zaruridir." (Altınoluk Sohbetleri, c.1, s.84)

Aydın BAŞAR, Milli Gazete
 

saliha kalem

Profesör
Katılım
3 Kas 2010
Mesajlar
1,705
Tepkime puanı
125
Puanları
0
Allah razı olsun
öyle güzel bir yazı olmuş ki çok etkilendim.
çok ama çok teşekkür ederim
nasiplenmek dileği ile
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Allah razı olsun.
Dertli gönüllerden oluruz inşallah.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
"Şeyhini Arayan Adam"a bir örnek: Prof.Dr.Seyit Mehmet ŞEN

Bir yola girmemiz ve bir gönül erinin eteğine yapışmamız gerekiyordu. Kardeşten öte bir dost grubumuz vardı ve fakülte yıllarında okuduğumuz İmam-ı Gazali'nin, İmam-ı Şarani'nin, İmam-ı Rabbani'nin, Abdulkadir Geylani'nin, Ahmed Rufai'nin ve daha nice gönül erlerinin eserlerinden hep birlikte bunu anlıyorduk. Acaba o gönül erleri, kitaplarda yazılan o er kişiler, bu zamanda da varlar mıydı ve yollarımızı onlara uğratmamız mümkün olabilir miydi, mümkün olabilecek miydi? Yine okuduklarımızdan anladıklarımıza göre, o gönül erleri, bu zamanda da, gelecek zamanlarda da, hep var olacaklardı. Çünkü onların varlığı ortadan kalkınca, yani kelimenin gerçek anlamıyla "Allah" diyen o er kişiler kalmayınca, kıyamet kopacaktı. Gerçekten de enteresan değil midir, "Allah" diyen o er kişilere düşman olanların, kendi elleriyle, kendi kıyametlerinin gelişini çabuklaştırma eğiliminde olmaları? Ne var ki Allah(c.c.)ın herşey için belirlediği bir zaman vardır ve o zaman kesinlikle değişmez. Yoksa, Kur'anî ifadeyle "iş çoktan bitirilmiş olurdu".

"Arayan bulur" diyordu Anadolu insanı. Öyleyse aramalı ve bulmalıydık; tıpkı Türkmen dervişi Koca Yunus (ks) gibi. Nitekim o güzel insan ne diyordu:

"Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü"

Demek oluyordu ki, aramak, bulmak ve Allah'a giden yolda iz sürenlerin, izlerinin tozuna yüzlerimizi sürmek gerekiyordu. O kardeşten de öte dost grubuyla iz sürdük ve iz sürdüm. O iz beni tam otuz sene önce bir yaz günü İstanbul'a getirdi. Fakat izlediğim ve Allah'a giden yolda izine basmak istediğim zat, ne yazık ki gönül dostlarını dolaşmak için İstanbul dışına çıkmıştı. Önce anlamamıştım bu tecelliyi ve nasibimin başka bir er kişinin elinde muhafaza edildiğini. Mahzun bir şekilde, geldiğim yere geri döndüm ve beklemeye başladım. Nihayet o dost grubundaki bir arkadaşımızdan aldığım mektubda, kendi ilinde bulduğu bir izden ve o ize basan kişilerin güzelliğinden bahsediliyordu. Gün geldi ve bir bozkır Eylül'ünde o güzel izden haberli, o güzel kişilerle tanıştık. Oturuşlarındaki, kalkışlarındaki ve davranış biçimlerindeki güzellik hoşumuza gitmiş ve Anadolu insanının ifadesiyle "kitabın ortasından giden" bir iz üzerinde olduğumuzu anlamıştık. Bizim de aradığımız buydu zaten. Sevincimize ve bu sevincin gönül hanemizde oluşturduğu manevî zevke diyecek yoktu doğrusu.

Anarşinin kol gezdiği yıllardı o yıllar. Üniversitelerdeki boykotlar ve işgaller dolayısıyla hiçbir sınavımıza zamanında girmemizin nasip olmadığı bir tahsil döneminden sonra, yıllarımızı kaybetmiş olmamızın bir kutlu tesellisi olarak tanıştığımız o güzel insanlar. O bozkır Eylül'ünde içimizi ışıtacak bir haberle, gönül bahçelerimizde bahar çiçekleri açtırdılar. O kutlu habere göre, yüz süreceğimiz izin sahibi, Allah'a giden yolun klavuzu Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) geliyordu, yılların tahribatıyla manevî erozyona uğramış olan, yaşadığımız bozkır kentine. İstiharelerimizi yapmalı ve yol hazırlığına başlamalıydık. Bir güzel insan düşüme giriyor ve yolun usulünü öğretiyordu bana, yaptığım istiharede. Anadolu insanının ifadesiyle, bu "ak çehreli" er kişi kimdi, acaba? Mahmud Sami Ramazanoğlu olabilir miydi ki? Kendilerini hiç görmediğim için, bunu da bilmiyordum doğrusu.

Bir Ekim gecesi, saat 23 sularında, saatlerdir yolları gözlenen gönül erleri gelmişlerdi. Fakat o gece vakit çok geç olduğundan, bizler için gerekli olan özel görüşmeler yapılamamış ve ertesi gün görüşme yerimiz belirlendikten sonra dağılmıştık. Herhalde yarını iple çektiğimiz bir gece geçirmiştik. Ertesi gün beklenen saat geldi ve gönül hanemizi imar edecek kişi ile özel görüşmeye alındık. Bu kişi, istihare niyetiyle yattığımız gece düşümde gördüğüm "ak çehreli", "mütebessim yüzlü" kişinin ta kendisiydi. İşte, 1950'li yılların sonunda adını duyduğum, cömertlik timsali "kol uzunluğu"na yıllarca öncesinden tanık olduğum Hacı Musa Topbaş (k.s.) ile ilk görüşmem böyle olmuştu.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Allah razı olsun. Pek güzel anlatılmış.
 

Okyanus

Profesör
Katılım
11 Şub 2008
Mesajlar
1,317
Tepkime puanı
163
Puanları
0
"Tarikata şeriatsız girenlerin/ Şeytan gelir imanını alır imiş/ İş bu yola pirsiz dava kılanları/ Şaşkın olup ara yolda kalır imiş."
,
Allahrazı olsun kardeşim.,
Bir yol gösterici ne güzel buyuruyor:,
"Her müminin bütün hallerinde dikkat etmesi gereken üç şey vardır.Bunlar:,
Emirleri yerine getirmek.,
Yasaklardan kaçınmak.,
Kaderine razı olmak.,
Mümin her hangi şart içinde bulunursa bulunsun bu üç şeyden biri ile karşı karşıyadır.Bu sebeple kalbini bunlara yoğunlaştırması,nefsine söylemesi ve organlarını da ne durumda olursa olsun bunları yapmakla sorumlu tutması gerekir.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İslam'ı ve yol göstericilerini bulanlara örnekler:

Müslümanlığımı İlân Ediyorum

"Merhaba,

Ben Lübnan'lı bir genç, Jozef...

Buradan Müslümanlığımı ilân ediyor ve diyorum ki; "Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden rasûlüllah"

Kardeşlerim,

Ben yıllardan beri İslâm'ın mı, yoksa bugünkü Hıristiyanlığın mı hak olduğu konusunda büyük bir iç savaşıyla yaşadım. Ve kesin bir neticeye ulaşamadım. Türk müellifi Üstad Osman Efendi'nin yazdığı ve internette neşrolunan "Emsalsiz Örnek Şahsiyet" Hazret-i Muhammed kitabına rastlayıp okuduğumda ise, Rasulullah -sallâllâhu aleyhi vesellem-'in şahsiyetinin hakikatına vâkıf oldum.

Artık aradığımı bulmuştum, nefsimdeki mücâdele artık son bulmuştu ve benim hidayetim için vakit tamamdı.

Ey Rabbim, beni İslâm üzere sâbit kıl!"

---

Yunanistan'dan Bir Kıptî

"Arkadaşlarım,

Ben Mısırlı Kıptî bir Hıristiyan'ım. Yunanistan'ın Atina şehrinde oturuyor ve orada mimarlık fakültesine devam ediyorum. Okumayı çok seviyorum. İnternetteki forumların tutkunuyum. Birkaç gün önce bu forumlardan birine girdim.

İslâm peygamberi Muhammed'in şahsiyetinden bahseden bir kitaba rastladım. Kitabın ismi, "Emsalsiz Örnek Şahsiyet"... Müellif Osman Nûrî Topbaş, bu kitapta İslâm peygamberinin hayatıyla alâkalı tevâzû, cömertlik, zühd ve tüm mahlûkata şefkat gibi bütün güzel hususiyetleri beyan ediyor. Rabb'in rûhâniyeti ve Nebîsinin sevgisiyle dolu bu kelimeleri okurken kalbim tesir altında kaldı ve duygularım coştu.

Kendi kendime dedim ki, hakikî İncil'in bahsettiği peygamber işte budur. Bu büyük peygamber hakkında ne kadar câhil ve hatalı olduğumu anlamış bulundum. Onun için bütün kanaatimle Müslüman olduğumu ilân ediyorum. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şâhitlik ediyorum. Ben Kıptî bir Hıristiyan olarak Muhammed -aleyhisselâm-'ın risâletiyle alâkalı hep kin ve nefret tahsil etmiştim ki, bu kitap geldi de aklımı ve kalbimi nurlandırdı. Ey Rabbim sen de bu kitabı yazanın kalbini nurlandır."

---

İfrattan İtidale Dönüş

"Kardeşlerim ve İslâm uğrunda sevdiklerim!

Şeyh Osman Nûrî'nin "Emsalsiz Örnek Şahsiyet" kitabını gördüm. Müellifin sûfî olduğu kanaatindeyim. Doğrusu, ben hayatımı, katı Selefîlik içerisinde geçirdim. Sûfîlerden hoşlanmaz, hatta onları tekfir ederdim. Sûfîlerin bid'at üzere yaşayan, Kur'ân ve sünnetten uzak sapık bir fırka olduğunu zannederdim.

Ancak bu kitabı okuduğumda yazarın Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e dair yazdıklarının mânâ ve rûhâniyetinden, Hazret-i Peygamber'i ne kadar sevdiğini hissettim. Kendi kendime dedim ki, eğer bu sûfî müellif, Kur'ân ve sünnetten uzak olsaydı, Hazret-i Peygamber hakkında böylesi bir rûhâniyet ve mâneviyât ile bu muhteşem kitabı yazamazdı.

Böylelikle sûfîlik hakkında yanıldığımı ve onlar içerisinde gerçekten sünnete ve Kur'ân'a yakın kimseler olduğunu anladım. İşte buradan hareketle Allah huzurunda söz veriyorum ki, orta yollu olacağım. Bütün Müslümanları seveceğim. Sûfî kardeşler de benim kardeşlerimdir diyeceğim. Biz orta yollu olmalı, taassub ve aşırılıktan uzak durmalıyız. Çünkü ümmetimiz orta yollu bir ümmettir, bütün insanlık için hayır ister.

Allah sizlerden râzı olsun. Allah Teâlâ'dan bütün Müslümanların kalplerini te'lîf etmesini dilerim. Âmîn!"

---

Kanadalı Felçli Kızdan

"Selâmün Aleyküm,

Ben Cümane isimli bir genç kızım. Yirmi bir yaşındayım ve Kanada'da yaşıyorum. Beş sene önce geçirdiğim bir trafik kazası sonucunda felç oldum. O günden beri tekerlekli sandalye ile hareket ediyorum. Fakat ne gariptir ki, bu hadise beni Allâh'a döndürmedi, eski hayatıma devam ettim. Namaz kılmıyor, oruç tutmuyordum. Bunun sebebi, İslâm'dan ve Allâh'a itaatten uzak bir âile içerisinde yaşayışım olabilir. Ben gönül rahatlığını bilmezdim ve hiçbir zaman itmi'nan hissetmedim. Fakat -elhamdülillah- bu senelerden sonra, internet forumlarından birisinde Türkiyeli olduğunu zannettiğim müellif Osman Nûrî'nin "Son Nefes" kitabını görünce, kaderim değişti ve hayatım saadet ve itmi'nânla dolu bir hayata dönüşmeye başladı. Bedenim ölüm korkusundan titreyerek bu kitabı okumaya başladım. Bir zaman sonra huzur hissettim. Birdenbire kendimi, banyoya gidip gusül ve abdest almak üzere bana yardım etmesi için anneme seslenir buldum. İstiğfara ve tevbeye başladım. Babamın karşı çıkmasına rağmen tesettüre bürünmeye karar verdim. Bu kitabı okuduğum günden beri, yani bir haftadır rahat ve sekînet hissediyorum. Çünkü Allah Teâlâ, beni Hak yoluna hidâyet etti.

Ey Rabbim! Beni bağışla, bu kitabın sahibini en güzel şekilde mükâfatlandır, Firdevs-i a'lâyı ona makam kıl. Âmin!"


Şebnem Dergisi
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Namazdan eve döndüğümüzde saat çok erkendi. Kahvaltı saat 10:00’da yapılacaktı. İşraka kadar bekleyip, işrak namazından sonra kahvaltı vaktine kadar istirahat etmek üzere odalarımıza geçtik.

Kanepe üzerine kıbleye karşı oturup günlük tesbihâtımı çekmekle meşguldüm. Bir an Beyne’n-nevm ve’l-yakaza / uyku ile uyanıklık arası denilen bir hâl hâsıl oldu. Hâlen tesbih elimde tesbihimle meşgulüm. Baktım oturduğum kanepenin karşısında bir kanepe daha var ve üç tane genç yan yana oturuyorlar. Ortalarında oturan pırıl pırıl nûrânî bir genç... O genç birden kuş gibi çırpınmaya ve titremeye başladı ve yere düşüp bayıldı. Arkadaşları heyecana kapılıp; «Öldü!» diye üzerine kapanıp kaldırmaya çalışıyorlar. Onlara;

“–Bırakın onu kendi hâline! Onun gönlüne hidâyet güneşi doğdu.” diyorum ve perde kapanıyor
. Ben aynı hâlimle tesbihime devam ediyorum. «Hayırdır inşâallah!» diyerek işin neticesini beklemeye karar verdim. Çünkü çok anlamlı bir hâldi.

O gün Cuma idi. Kahvaltıdan sonra Annonay’a gidip Cuma’yı orada kılmayı plânlamıştık. Annonay’a gidip Cuma namazını kıldık. Sonra arkadaşlarla görüşmeye başladım. Biraz sonra iki kişi, bir delikanlının elinden tutarak içeri girdiler.

Bir de ne göreyim!

Sabah kanepede gördüğüm gençler karşımda!


“–Hocam, bu gençler müslüman olmak istiyor.” dediler. Ben de;

“–Bu kardeşimizi ve sizi akşam rüyamda gördüm.” deyince o ortadaki genç öyle bir titredi cezbeye geldi ki tepeden tırnağa kadar vücudu titredi ve ağlamaya başladı. Kelime-i şahâdet getirerek müslüman oldu.

Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn.

İsim koymak için kendisine sordum; «İsa» ismini istedi. Acaba hıristiyanlık saikıyla mı İsa ismini istiyor diye;

“–Mahmud koysak olmaz mı?” dedim. Kabul edince kendisine; «Mahmud İsa» ismini koyduk. Mahmud İsa orada bulunduğumuz süre içinde bizden ayrılmadı. Daha sonra İstanbul’a dîn-i mübîn-i İslâm’ı öğrenmek için geldi bir seneye yakın Kur’ân ve dînî bilgiler aldı, Hak dostlarıyla (Osman Nûri Topbaş Hz.leri...) görüşme şerefine erip onlardan feyizyâb oldu.


İrfan Öztürk Hocaefendi, Yüzakı Dergisi
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
S. V. STREKALOV (Rus, eski Hıristiyan ve mahkum)

MORDOVYA – RUSYA FEDERASYONU


… Sizden (Altınoluk Dergisinden) gelen kitapları elime aldığımda kalbimin nasıl bir hal aldığını ve duyduğum hisleri kelimelerle tercüme ederek anlatmam çok güç... Biz Rusların bir atasözü var; Kalemle yazılan baltayla yontulmaz. Burada şahitliğinde İslam’ı kabul edebileceğim birisi yok. Evet, bu sebeple İslam’ı kabul ettiğimi yazarak sizlere açıkça beyan etmek ve sizleri buna şahit tutmak istiyorum. Yüz yüze bildirmek ile yazmak arasında fark olsa da, benim için başka bir seçenek yok. Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.

Bu müslümanın şehadetini ilan için kaleminden medet umması, Bi’ri maune’de tuzağa düşürülen ashabın, "Allah'ım! Resulü'ne durumumuzu haber verecek Senden başkasını bulamıyoruz, selamımızı ona sen ulaştır.” diyerek hallerini Allah'a arzetmelerine ne kadar da benziyor.

---

D. MİRFAYAZOV (Mahkum,)

YAMALO NENETSKİY - RUSYA FEDERASYONU


… Gönderdiğiniz bayram tebriki ve devamlı yolladığınız eserler için çok teşekkür ediyorum. Sizler vesilesi ile enteresan malumatlara, daha önemlisi kendim için elzem ve faydalı olan bilgilere, ve en önemlisi de her Müslüman’a farz olan şer’i hükümlere kavuştum. Yakında irtibatımızın bir yılı dolacak. Allah’a hamd olsun, sizin vesileniz ile bu 1 yıllık kısa süre içerisinde hayatımda çok şeyler değişti. İlk olarak kalbimi size açmalıyım. 14 yıldır hapisteyim. Bu süre içerisinde çok fazla yakınımı kaybettim. Babam vefat etti, annem diri mi, sağ mı bilmiyorum. Akrabalarımdan uzaklaştım, arkadaşlarımı kaybettim. Bunlar hakkında düşünmeye başladığımda kalbim dayanılmaz bir sancıyla büzülüyor. Sizinle tanışmadan evvel beni çok kıvrandıran bu nöbetleri çok zor atlatırdım. Evvel ıstıraplarım, çaresizlik, ümitsizlik, yalnızlık ve acizlik ile doluydu. Şu an o acılar tam olarak dinmedi. Lakin çaresizliğin yerini tövbe, ümitsizliğin yerini iman aldı. Yalnızlık ise yerini şükre bıraktı. Elhamdulillah, elhamdulillah, elhamdulillah. Şu an ben etrafıma değişik bir açıdan bakabiliyorum.

Allah’ın izni ve sizin vesilenizle nasıl yaşamam, davranmam ve dışarı çıkınca tekrar geri girmemem için neler yapmam gerektiğini öğrendiğimi ümit ediyorum…

Böyle geniş bir coğrafyaya hitab edince çok farklı geri dönüşümlerin olması da tabii bir netice oluyor. Erkam Ailesinin bir birinin duygu ve hissiyatlarından haberdar olması adına “Son nefes” isimli kitabımızdan etkilenen çok sayıda okurumuzdan birisi olan Kanada’lı Cümane hanım efendinin aşağıdaki mektubunu okuduğunuzda, onun kırık ve mahzun gönlüne nasıl da merhem olmuş “Son Nefes” kitabı, bir bakınız.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
"Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır" mı derlerdi..

"Bizim uğurumuzda mücahede edenlere gelince elbette biz onlara yollarımızı gösteririz ve şübhesiz ki Allah her halde muhsinlerle beraberdir."
 
Üst