"Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" Sözünün Anlamı...
Soru: Her müslüman için bir şeyhe bağlanma-intisab etme zorunluluğu var mıdır? Beyazid-i Bestami’ye ait “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözünün anlamı nedir?
Cevap: Bu soruyu iki yönü ile ele almak lazımdır. Birincisi şudur: Allah, insanlardan salih amel işlemelerini bekler. Bunun için vesileler aramasını Kur'ân’da emreder. Amaç bu olduktan sonra, kişiyi Allah rızasına ulaştıracak vesilelere koşmak lâzımdır. Namaz, oruç, zikir ve diğer ibadetler bu vesilelerin en büyüklerindendir. İnsanı bu amellere hazırlayan, bu amellerin doğru yapılışını temin eden diğer sebepler de yine peşinden koşulması gereken vesilelerden sayılırlar. Bunlar arasında en önemlisi kişinin niyetini ve Allah’ın nazargâhı olan kalbini güzelleştirmesidir. Çünkü sadece ilim ve amel dahi insanın kurtuluşuna yeterli değil, Allah’ın huzuruna çıkıldığında bir de kalb-i selim lâzımdır. Bu nedenle, insanın, güzel ahlak sahibi, Resulullah’ın sünnetine tâbi, ilim ve irfan sahibi bir kişinin ahlaki terbiyesi altına girerek, niyet ve amelini güzelleştirmeye çalışması, onun Allah’ın rızasına uygun olan ve Allah’ın rızasına kavuşturacak tavsiyelerine itaat etmesi Allah’ın rızasına muvafık ve matlûb olan bir iştir.
Konunun ikinci yönü ise şöyledir: Şunu belirtmekte fayda vardır ki; tasavvuf, batıni fıkıhtır, yani Allah’ın istediği ve müslümanlara örnek gösterdiği Muhammedî ahlaka erişmenin yolunu gösteren ve kaynağını Kur'ân ve Sünnet’ten alan İslamî bir ilimdir. Bu ilim, uygulamaya ve ahlaka dair olması hasebiyle, tabiatı itibariyle bir eğitimci ile birlikte yapılması doğal ve elzemdir. Bir başka deyişle, bu ilim kitaplardan okumak ile gerektiği gibi istifade edilecek bir ilim değildir. Okumakla malûmat sahibi olunur, ilmî ve fikrî ilerlemesağlanır, bunlar matlûb olan faziletlerdir. Zaten bu yola ilimsiz çıkılmaz; ama asıl maksat, uygulamanın hasıl olmasıdır. İstisnalar olsa da güzel ahlak sahibi olmak ve tatmine ermiş bir kalbe sahip kamil bir mü’min olarak Allah’a vasıl olmak için en sağlam ve kolay yol, salihlerle birlikte olmak, sohbet meclislerinde bulunmak ve kendisine iyi örnek olacak bir mürşidin eğitiminden, terbiyesinden geçmektir.
Eğer “Bir müslüman, sağlam kaynaklara başvurarak Kur’an ve Sünnet yolunda ve ilmin ışığında kendi kendini terbiye edebilir mi?” diye sorulursa; cevap olarak “elbette mümkündür ve Allah’ın rahmeti sonsuzdur, kime nasıl ihsanda bulunacağını da O bilir” deriz. Ancak tekrar edecek olursak, bu eğitimin en kolay ve sünnete uygun olan yolu, salihlerle ve müttakilerle birlikte bulunmaktır. Çünkü nefis ve şeytanın hileleri çok kuvvetlidir, insanın yalnız başına bu mücadeleyi başarması tek başına iken daha zordur. Kişiye kendi nefsini tanıtacak, daha önce bu ahlak eğitiminden geçmiş tecrübeli bir eğitimcinin olması önemli bir faydadır. Sonuç olarak müslümanın kendisine iyi örnek olacak kişilerle birlikte olması, ahlaki kemale ulamış bir terbiyecinin eğitimine girmesi dünya ve âhiret saadeti için en kestirme bir yoldur. Ancak dinen böyle bir ittiba emri yoktur. Mühim olan Allah’ın rızasına kavuşmak için salih amel işlemek ve buna götürecek vesilelere yapışmaktır. Müslüman, önce bu niyetini sağlamlaştırmalıdır. Böyle bir bağlılıktan ancak güzel ve doğru bir niyete sahip olanlar istifade edebilir. Yoksa kuru bir bağlılığın adı Allah katında kıymetli değildir.
Sorunun ikinci kısmı doğru bir şekilde cevaplamak ise, bahsedilen sözün anlamını iyi anlamayı gerektiriyor. Bunun için de önce insanın çevresinden nasıl etkilendiğini anlamamız gerekiyor. İnsan, sosyal bir varlık olduğu için mutlaka başka insanlarla yakın ilişki içine girecektir. Bu ilişki kurduğu insanların bir kısmından etkilenecek, bazılarını örnek alacak, bazılarını da kendisi etkileyecektir. O halde, insan eğer kendisine dünya ve âhiret saadeti için faydalı olacak kişilerle yakınlaşmaz, onlarla oturup kalkmazsa, mutlaka faydasız, boş işlerle uğraşmaya başlayacak ve yolunu şaşıracaktır. Bu anlamda her insanın aslında kendisinden etkilendiği/örnek aldığı bir ya da daha fazla şeyhi-yol göstericisi mutlaka vardır. Eğer bunlar Allah rızası için yol gösterici ilim, amel ve güzel ahlak sahibi kimseler değilse, kişiyi mutlaka yanlış yollara yönlendireceklerdir. Bu minvalde bir hocamızın dile getirdiği şu söz de aynı anlamı taşıyan güzel bir nüktedir:
“Âlim ile yâr olan bulur mertebe,
Câhil ile yâr olan döner merkebe”
Sözün anlamı bu olsa gerektir. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi, mutlaka bir şeyhe bağlanma emri kastedilmemektedir. Bu mânâyı te’yîd eden çok sayıda hadis ve ayet mevcuttur. Kişinin arkadaşı, ahbabı, üstâdı nasılsa kendisi de öyle olur, onun dîni üzere yaşar.
Tarih içinde bu eğitim için geliştirilmiş kurum ve disiplinlere “tarikat” denilir. Tıpkı bugün dini eğitimler için ilahiyat...vs fakültelerinin kurulmasının ve din eğitiminde yeni metodların geliştirilmesinin dine uygun düştüğü ve bid’at olmadığı gibi, tarikatler de ahlak eğitimi vermek için dine uygun olarak kurulmuşlar ve kendilerine has yöntem ve teknikler geliştirmişlerdir.
http://medrese.net/?Sayfa=tasavvuf&req=detay&sohbetno=17
Alıntıdır.
Soru: Her müslüman için bir şeyhe bağlanma-intisab etme zorunluluğu var mıdır? Beyazid-i Bestami’ye ait “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözünün anlamı nedir?
Cevap: Bu soruyu iki yönü ile ele almak lazımdır. Birincisi şudur: Allah, insanlardan salih amel işlemelerini bekler. Bunun için vesileler aramasını Kur'ân’da emreder. Amaç bu olduktan sonra, kişiyi Allah rızasına ulaştıracak vesilelere koşmak lâzımdır. Namaz, oruç, zikir ve diğer ibadetler bu vesilelerin en büyüklerindendir. İnsanı bu amellere hazırlayan, bu amellerin doğru yapılışını temin eden diğer sebepler de yine peşinden koşulması gereken vesilelerden sayılırlar. Bunlar arasında en önemlisi kişinin niyetini ve Allah’ın nazargâhı olan kalbini güzelleştirmesidir. Çünkü sadece ilim ve amel dahi insanın kurtuluşuna yeterli değil, Allah’ın huzuruna çıkıldığında bir de kalb-i selim lâzımdır. Bu nedenle, insanın, güzel ahlak sahibi, Resulullah’ın sünnetine tâbi, ilim ve irfan sahibi bir kişinin ahlaki terbiyesi altına girerek, niyet ve amelini güzelleştirmeye çalışması, onun Allah’ın rızasına uygun olan ve Allah’ın rızasına kavuşturacak tavsiyelerine itaat etmesi Allah’ın rızasına muvafık ve matlûb olan bir iştir.
Konunun ikinci yönü ise şöyledir: Şunu belirtmekte fayda vardır ki; tasavvuf, batıni fıkıhtır, yani Allah’ın istediği ve müslümanlara örnek gösterdiği Muhammedî ahlaka erişmenin yolunu gösteren ve kaynağını Kur'ân ve Sünnet’ten alan İslamî bir ilimdir. Bu ilim, uygulamaya ve ahlaka dair olması hasebiyle, tabiatı itibariyle bir eğitimci ile birlikte yapılması doğal ve elzemdir. Bir başka deyişle, bu ilim kitaplardan okumak ile gerektiği gibi istifade edilecek bir ilim değildir. Okumakla malûmat sahibi olunur, ilmî ve fikrî ilerlemesağlanır, bunlar matlûb olan faziletlerdir. Zaten bu yola ilimsiz çıkılmaz; ama asıl maksat, uygulamanın hasıl olmasıdır. İstisnalar olsa da güzel ahlak sahibi olmak ve tatmine ermiş bir kalbe sahip kamil bir mü’min olarak Allah’a vasıl olmak için en sağlam ve kolay yol, salihlerle birlikte olmak, sohbet meclislerinde bulunmak ve kendisine iyi örnek olacak bir mürşidin eğitiminden, terbiyesinden geçmektir.
Eğer “Bir müslüman, sağlam kaynaklara başvurarak Kur’an ve Sünnet yolunda ve ilmin ışığında kendi kendini terbiye edebilir mi?” diye sorulursa; cevap olarak “elbette mümkündür ve Allah’ın rahmeti sonsuzdur, kime nasıl ihsanda bulunacağını da O bilir” deriz. Ancak tekrar edecek olursak, bu eğitimin en kolay ve sünnete uygun olan yolu, salihlerle ve müttakilerle birlikte bulunmaktır. Çünkü nefis ve şeytanın hileleri çok kuvvetlidir, insanın yalnız başına bu mücadeleyi başarması tek başına iken daha zordur. Kişiye kendi nefsini tanıtacak, daha önce bu ahlak eğitiminden geçmiş tecrübeli bir eğitimcinin olması önemli bir faydadır. Sonuç olarak müslümanın kendisine iyi örnek olacak kişilerle birlikte olması, ahlaki kemale ulamış bir terbiyecinin eğitimine girmesi dünya ve âhiret saadeti için en kestirme bir yoldur. Ancak dinen böyle bir ittiba emri yoktur. Mühim olan Allah’ın rızasına kavuşmak için salih amel işlemek ve buna götürecek vesilelere yapışmaktır. Müslüman, önce bu niyetini sağlamlaştırmalıdır. Böyle bir bağlılıktan ancak güzel ve doğru bir niyete sahip olanlar istifade edebilir. Yoksa kuru bir bağlılığın adı Allah katında kıymetli değildir.
Sorunun ikinci kısmı doğru bir şekilde cevaplamak ise, bahsedilen sözün anlamını iyi anlamayı gerektiriyor. Bunun için de önce insanın çevresinden nasıl etkilendiğini anlamamız gerekiyor. İnsan, sosyal bir varlık olduğu için mutlaka başka insanlarla yakın ilişki içine girecektir. Bu ilişki kurduğu insanların bir kısmından etkilenecek, bazılarını örnek alacak, bazılarını da kendisi etkileyecektir. O halde, insan eğer kendisine dünya ve âhiret saadeti için faydalı olacak kişilerle yakınlaşmaz, onlarla oturup kalkmazsa, mutlaka faydasız, boş işlerle uğraşmaya başlayacak ve yolunu şaşıracaktır. Bu anlamda her insanın aslında kendisinden etkilendiği/örnek aldığı bir ya da daha fazla şeyhi-yol göstericisi mutlaka vardır. Eğer bunlar Allah rızası için yol gösterici ilim, amel ve güzel ahlak sahibi kimseler değilse, kişiyi mutlaka yanlış yollara yönlendireceklerdir. Bu minvalde bir hocamızın dile getirdiği şu söz de aynı anlamı taşıyan güzel bir nüktedir:
“Âlim ile yâr olan bulur mertebe,
Câhil ile yâr olan döner merkebe”
Sözün anlamı bu olsa gerektir. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi, mutlaka bir şeyhe bağlanma emri kastedilmemektedir. Bu mânâyı te’yîd eden çok sayıda hadis ve ayet mevcuttur. Kişinin arkadaşı, ahbabı, üstâdı nasılsa kendisi de öyle olur, onun dîni üzere yaşar.
Tarih içinde bu eğitim için geliştirilmiş kurum ve disiplinlere “tarikat” denilir. Tıpkı bugün dini eğitimler için ilahiyat...vs fakültelerinin kurulmasının ve din eğitiminde yeni metodların geliştirilmesinin dine uygun düştüğü ve bid’at olmadığı gibi, tarikatler de ahlak eğitimi vermek için dine uygun olarak kurulmuşlar ve kendilerine has yöntem ve teknikler geliştirmişlerdir.
http://medrese.net/?Sayfa=tasavvuf&req=detay&sohbetno=17
Alıntıdır.