Şeyh Said Ve Kıyamı (yazı Dizisi)

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
adında şeyh kelimesi bulunduğundan ve ismi said olduğu için çok farklı kesimlerce kullanılan, ingilizin, ermeninin, ırkçı kürtlerin parmaklarını soktukları bu faaliyeti medh etmek mi gerekiyor?

kürt teali cemiyeti çalışmalarını bilmem kimler ne kadar derin bilir? ilişkilerini, maksatlarını?

şeyh said ayaklanması musul ve kerkük'te sınırlarına dahil olmak üzere manda yönetimli bir kürt devleti için ilk çalışmadır dese biri kim ne diyecek?

ardından başlayan kıyım ile binlerce alim yok edilmiş, susturulmuş, bezdirilmiş ve bu sebeble - ilim adamı yoksunluğu- büyük bir kitle cehalete peşkeş çekilmiştir denilse kim ne diyecek?
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
şeyh said tamamen din vurgusuyla bu kıyamı başlatmıştır. daha doğrusu kendini olayların içinde bulmuştur. şeyh saidin amacı hilafetin geri getirilmesi ve islam ahkamının yeniden vuku bulmasıydı. şeyh said kıyam ettide ölenler, öldürülenler, tacize uğramamak için bir gecede 400 genç kızın intihar etmesi nin müsebbibi şeyh saidmi sence.. doğru yada yanlış şeyh cezasını almışsa diğer bütün halkın ne sucu var.
hala şeyh said e isyanı hortlamasın diye baskılar günümüze kadar devam etmekte.. ingiliz oyunu diyenler hiç bir sürette bir şey bilmiyolar çünkü türk tarih kurumunun etkili bir oteriter olduğundan bihaberler.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bak arkadaşım,herşey ortada ,Seyh Said belki din adına yaptı,ancak olayları çıkaranların amaçları farklıydı,ve amaçlarınada ulaşmışlardır.Elbetteki isyancıların cezası masum halka kesilemez,ancak ırak gerçeğini hepimiz görüyoruz,savaş çıkmaya görsün,çıktıktan sonra kurunun yanında yaşta yanıyor.Bu yüzden herzaman anlaşma yolu tutulmalıdır,belli bir güce sahip olmadan ihtilal yapmaya çalışmak islama en büyük ihanettir.Bu isyanlar yüzünden pekçok masum insan asılarak şehit edilmiştir,acaba bu isyanları yapanlar bunun hesabını nasıl vercekler.Allahu Teala ıslah etsin.
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
yani senn putyıkan sebebi kerkuk ve musul a bağlarsan küllen yanılırsın. evet asıl amak kürt-islam devleti kurmaktı. fakat o ingilizlerin dediği gibi siz doğuyu kontrol edemiyorsunuz musul u nasıl size verelim paranoyası bahaneden öte bir şey değil..

mahkeme yargıcı da senin sorduğun gibi şeyh said e soruyor
-bu kadar insanın hesabını nasıl vereceksin diyor
şeyh said
- yani siz demek istiyorsunuzki peygamber, sahabe ve hz hüseyin savaştıda bazılarının ölümüne neden olduğu için haklarımı gecti. zihniyet olarak ne fark var senle o nun arasında..
 

gunduzalp

Kısıtlı Erişim
Kısıtlı Erişim
Katılım
26 Eki 2006
Mesajlar
2,954
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Bu mükerrer davetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara’ya gelmiş ve Mecliste resmï bir "hoşâmedi merasimiyle karşılanmıştır. Ankara’da kaldığı günlerde, yeni kurulan devlete hakim olan kadronun dîne bakış tarzının menfï olduğunu görünce, on maddelik bir beyanname hazırlayarak Meclis âzâlarına dağıtmıştır. .Bu beyannâmede yeni inkılâbın mimarlarını İslâm şeâirine sahip çıkmaya çağırmış; akabinde Mustafa Kemal’le birkaç görüşmesi olmuştur. Kendisine şark umümi vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet azalığı teklif edilmiş; ancak Bediüzzaman bu teklifleri kabul etmeyerek Van’a dönmüştür.
O sıralarda çıkan Şeyh Said hadisesiyle hiçbir ilgisi olmadığı, hattâ hadise öncesinde kendisinden destek isteyen Şeyh Said’i bu niyetinden vazgeçirmeye çalıştığı halde, Bediüzzaman hadise sonrasında, Van’da ikàmet ettiği uzlethânesinden alınarak Burdur’a, oradan da Isparta’nın Barla nâhiyesine götürülmüştür.( Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 19)

Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark'ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. 'Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir' diyerek, yardım isteyen bir zâtın mektubuna,(yani Şeyh Said'e) 'Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir" der. (Tarihçe-i Hayat s.135)

Meselâ, 1947 senesinde (hem Osmanlıca, hem de Latince) teksir edilen Asa–yı Musa isimli eserde yer alan İnebolu'lu Nur Talebesi Selahaddin Çelebi'nin "Üstadımızın tercüme–i haline kısacık bir nazar"ı bu kaynaklardan sadece biridir. Zira, burada alenen isim zikrediliyor.Söz konusu kaynakta "İnebolu havalisindeki umum Nur Şâkirdleri nâmına, Selahaddin'in, Üstadımızın Tarihçe–i Hayat'ından çıkardığı bir kısacık hülâsanın bir parçasıdır" denilerek, devamında aynen şu ifadelere yer veriliyor:"Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bediüzzaman'ı Şark'taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake dâvet ettikleri zaman, cevaben demiş: 'Yaptığınız mücadele, kardaşı kardaşa öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü, Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle velî yetiştirmiştir. Binâenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem' diyerek, hem red cevabı vermiş, hem de mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir(adı geçen teksir nüsha sayfa 275)

Ankara’da yeni bir rejim şekillenmeye başlamıştı. Rejimdeki değişiklikleri hazmedemeyen çevrelerde, Ankara’ya karşı tepkiler baş göstermişti. Böyle gergin bir ortamda Hükümete karşı ayaklanmayı planlayan Şeyh Said, Bediüzzaman’a mektup yazarak kendisine destek vermesini istedi. Ancak Said Nursi ona, bunun “menfi bir hareket” ve “kardeş kanı dökmek” olduğunu anlatarak isyandan vazgeçirmeye çalıştı. Ayrıca, Şeyh Said ayaklanmasına aşiretiyle destek vermek isteyen Doğunun namlı ve güçlü Hamidiye paşalarından Kör Hüseyin Paşa, Bediüzzaman’ı Erek Dağı’nda iken ziyaret etmiş ve fikrini sormuştu. Bediüzzaman da ona, “Kan dökme! Kan dökme!” diye cevap vermiş, Paşa da ayaklanmaya katılmamıştı.( Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, İstanbul 1990, C. 1, s. 457.)


Bazı ayrılıkçı kürt grupları Bediüzzaman Hazretlerini kendi şer siyasetlerine alet etmek istiyorlar ve onun ile alakalı gerçekleri işlerine gelecek şekilde çevirme gayretindeler...
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Yazık yazık,bu kafadan kurtulun,kendi açınızdan daha iy olur,Şeyh Saidin yaptığı ingiliz planı isyanla Peyagamber efendimizin(sav) ve sahabelerin yaptığı islam için yapılan cihatları nasıl bir tutuyorsun.Bizden size söylemesi bu vatanı kimse size böldürmez,Anadoluyu parçalayarak bir kürt devleti kurmak istemek kendi idam fermanını yazmak demektir.Bunu böyle bilin bu vatanı kimseye böldürmeyiz.Bakın biz islamiyetin hakim olmasını isteyen insanlarız,ancak vatan mevzu bahis oldumu kimseyi affetmeyiz.Vatan bir bütündür parçalanamaz.Bayrakta bir tanedir.

o yorumlama şeyh said e ait. mahkeme zabıtlarından bulabilirsin. birazda yavaş ol bakayım sen. bu vatanı bölmeye çalışan kim. tarihi bir realiteyi açığa çıkarma aryışında bulunmak, keşfetmeye çabalamak,vatana ihanetse bu istikamette düşünmek vatana ihanetlikse küllen bitmişizdir. işinize gelmediği noktalarda vatan, millet, sakarya demekle tiynetiniz belli oluyor zaten. jandarmamı kesildiniz bu noktoda..

Şeyh Sait kıyamını anlamak için Kürtleri bu kıyama götüren rolü çok iyi anlamak gerekiyor. Istiklal harbi süresince Kemal Paşa büyük destek veren bölge halkı Lozan´da yok sayılmayı hazmedemiyordu. Yine siyasal Kürt yelpazesinde Modern Kürt Milliyetcilerinin kemalizme biat edip, Geçmişlerine sünger çekmeleri Milli duyguları güçlendirip. Kemalist rejim ile Kürt motifli şark nüfusunu zıtlaştırıyordu. Kemalizme biat eden Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Abdullah Cevdet, M, Şükrü sekban gibi eski KTC içindeki mandacı zihniyet taban kabedip yok olmaya doğru gidiyordu. Ankara hükümeti çıkardığı yasalarla şark insanının 1000 yıllık kürt üst kimliğini alt edip. Kürtle Türkü birleştiren yegane noktanın Islam kardeşliği olduğûnu hatırlamak istemiyordu. Bunu daha önceden fark eden Y.Ziya bey ve Albay Halit bey önderliğnde kürtler kürt istiklal cemiyetini kurdular. Bu cemiyet kısa sürede tüm Kürdistan eyaletinde örgütlendi. Bu cemiyette en dikkat çekici özelik her türlü mandacılığı ret edip, Empreyalizme değil şarklı Ahaliye yüzünü çevirmesiydi. Istiklal cemiyeti yapısı ve manifestosu itibariyle bölge insanının kanını sıcaklaştıryordu. Kısa zamanda bir çok tanınmış aydın, tüccar, esnaf ve subay Cemyiete katıldılar. Cemiyet alt ve üst kimlikleri Kürtlerin varlığı için birleştiriyordu. Ayrıca cemiyet´de melekanlı şeyh Abdullah, palolu şeyh Şerif, Fakih Hasan, Şeyh Abdulrahim gibi önde gelen Müslüman Kürt alimleride bulunuyordu. Cemiyet´de en dikkat çekici isim ise şeyh Ali-ye Septi'nin soyundan Mevlani Halid-e Bağdadiye bağlı Piranlı Dini lider Ailenin Temsilcisi şeyh Sait idi. Şeyh Şait dini otoritesiyle hem topraksız köylüler, hem göçerler, hem Ağalar, hem askerlere Allahın yasalarıyla adil bir şekilde hükmedebilecek bir Milli lider kapasitesine sahipti. Cemiyet kuruluşundan itibaren bir halk devrimiyle şarkın üzerindeki baskıcı statükoyu geriletmek amacındaydı. Cemiyet ilk yıllarını tüm Kürtlerle işbirliği yapıp, tüm şarklı toplumlara inkılapı tebliğ etmeyle geçirdi. Cemiyetin siyasi kolunun lideri konumundaki Bitlis Meebusu Y. Ziya Bey 1924 yazında Kemalist statükonun iddialarına göre Muhalif Kazım karabekir yanlılarıyla Kürt-Türk işbirliği ve
Cumhurriyetin tekçi zihiniyetten yeniden kuruluş öncesi aşamasındaki gibi çoğulcu zihniyete geçmesi temennisiyle temas kurdu. Aynı yılın ekim ayında Resmi Zihniyet Devletin kuruluşunda büyük bir emeği bulunan bizzat ilk mecliste yeralan Y.Ziya beyi halkı devlete karşı isyanan kışkırtığı gerekçesiyle tutuklattı. Y. Ziya Cemiyetin beyni isimlerindendi. Onun tutuklanması cemiyetin beyin hücrelerine bir sabotaj niteliği taşıyordu. Y. Ziya tutuklatırılarak cemiyetin fikir binası çökertilmeye çalışılıyordu. Tutuklamaların bir başka dikkat çeken noktası ise Albay Halit bey idi. Halit bey hamidiye süvari alayrarında yeralmış Patnos, bulanık, Malazgirt, Varto arasında güçlü bir aşiret olan Cibranlılardandı. Askeri geçmişi başarılarla dolu olan Halit bey cemiyetin askeri beynini oluşturmakta idi. Halit beyin tutuklanması cemiyetin askeri kolluk kuvvetlerine karşı yapılan kansız bir darbe idi. Kemalizim cemiyete entrika üzerine entrika oyunuyordu. Şeyh Sait ise plansız ve organizmasız bir inkılap girişimin mevcut statüko tarafından ezileceğinin farkındaydı. Şarkı köy köy dolaşıp Kürt Milletini Küfür rejimine karşı Kürdistan Istiklal Cemiyetine destek vermeye davet ediyordu. Kısa sürede Erzurumdan Elazığa büyük bir coğrafyada halkın büyük bir kısmını ikna etti. Şeyh Sayit şarktaki Alevi, Yezidi, Süryani inanca sahip dinsel azınlıklara karşıda kendini modern diye tanımlıyan Taklitçi Ankara hükümetinden daha toleranslıydı. Bizzat Varto Alevi aşiretlerine mektup yazıp, onları inkarcı rejime karşı bir milli inkılaba davet ediyordu. Şeyh Sait'deki bu inkılapcı, Islami ruh Ankara rejiminin gecelerini kabusa çeviriyordu. Ankara Hükümetinin yeniden huzura ulaşması için Şeyh Said'in kellesinin altın tepside Demokratik Zeusların tahtlarına sunulması gerekiyordu. Şeyh kış aylarınd bir yakınının düğününe iştirak etmek gayesiyle Piran'da (Diyarbakır'ın Dicle ilçesinin kemalistler tarafından değiştirilmeden önceki gerçek kürçe ismi) bulunmaktaydı. Şeyh onur konuğuydu. Düğünü silahlı küçük bir askeri grup basıp. Ahmet adında birisinin mahkumları bu köyde evinde sakladığını iddia ettiler. Bu Ankara Hükümetinin bir hilesiydi. Şeyh Said halkı tuzağa düşmemeleri için uyardı. Ancak askerler yaptıkları provakatör hareketlerle halkı köylerini korumak için silah sıkmaya zorladılar. 1 Asker yaşamını yitirirken bu Pravakasyon Ankara hükümetine şarkta Eşkiya Kürtlerin irticacı isyanı olarak telgraflandı. Ankara hükümetine göre şeh Sait mazlumların mallarına saldıran harami ordusu bir çopulcu eşkiya reisi yobazdı. Şeyh Sait oynanan büyük oyunun farkına vararak Piran'da atı üzerindeyken insanlara iki seçenek sunuyordu. 1. Pis canları için her türlü baskıya göz yumarak, firavuni rejime ayak uydurmak 2. Allaha can ve mallarını cennet karşılığında hediye etmek. Piran'daki halkın büyük bir kısmı şeri hukuku, Beşeri hukuka tercih edip atlarıyla kuzeye doğru yöneldiler. Şeyh said kısa sürede Genç'i ele geçirip, Kürdistan Islam Devletinin Başkenti ilan etti. O yönetimi altındaki insanlara en adil şekilde davranıyordu. Bütün mal ve servetini Atlarla köy köy dolaştırıp fakir ve mazlum milletine dağıtıyordu. O halkını küfür rejiminden korkmamaya davet edip, cennete koşmaya çağırıyordu. Ondaki bu devrimci Islami duruş belleklerde kullakları kuran okuduğu için yırtılan Ebuzer (r.a.)'i Baskıcı rejimin ilahlarına karşı yokdan var eden tüm insanların, canlıların evrenin yaratıcısı Allahi Ahad Ahad diye her türlü işkenceye karşı diliyle ve kalbiyle direnişci bir ruhla mazlumların onuru olarak korkmadan sloganlaştıran. Tevhidi ekolün yılmaz direnişcisi Bilal-ı Habbeşi'yi (r.a.)hatırlatan Muhammedi bir duruş idi. Şeyh Said bu duruşuyla Mazlum kürt Toplumunda hergeçen gün daha da güçleniyordu ancak mevsim kıştı dağ şartları çok zordu. Cemiyetin askeri ve siyasi liderleri tutukluydu. Inkilap hayalleri projeleştirilememişti. Tüm Ortadoğu Emperyalist güçler tarafından işgal altındaydı. Emperyalizim Batı, taklitcisi Ankara rejimini, şeyh Sait'e her zaman için tercih ediyordu. Şeyh Said işte böyle zor bir süreçte Kürtlerin folklorik coğrafyasının Türkiye'ye düşen kısımlarının yaklaşık35%' ine egemen oldu. Bu başarıya bir ayda ulaştı. Artık hedefi hayallerdeki Başkent Diyarbakır'dı. Ankara Hükümeti 80000 kişilik bir güçle Diyarbekiri korumak için seferberlik ilan etti. Suriye'yi işgal etmiş olan Fransızlar, 35000 askeri trenlerle Diyarbekire suriye içinden yollayarak Rejime suni Tenefüs yaptılar. Kürtler gelen bu ek güçle zayıfladılar ve Diyarbekirden geri çekildiler. Sonrasında ise şeyh Sait bizzat yakın akrabası Kasım bey tarafından ihanete uğradı A. Rahman paşa köprüsü
üzerinde (Muş-Varto'da) Kasım beyin ihaneti üzerine Ankara Hükümeti askerleri tarafından yakalanıp tutuklandı. Şeyh Said ve arkadaşları Istiklal mahkemeleri denen ancak adaletle hiç bir alakası olmayan ve şekli tıpkı Ortaçağ Avrupasının Engizasyon Mahkemelerine benzeyen Mahkemelerde, idama mahkum oldular. Şeyh Said idam Sehpasına gülerek gidiyordu. Kur'an-ı Kerim'den ayetler okuyordu. Son sözleri ise: 'Değersiz dalllarda asılmama pervam yoktur. Müaadelem Allah, din ve Milletim içindir' olmuştur. Kemalist statükonun bu tarihteki en derin Kürt islami haraketine yönelttiği Ingiliz işbirlikçisi iddiaları hiç bir delili bulunmayan koca bir yalandır. O dönemki mevcut statüko toplumların etnik alt kimlikleri ret edip yeni bir üst etnik kimliği dayatmıştır. Yine toplumun yaşantısının bir parçası olan inançları gerçekliğinden uzaklaştırıp Merkezi sistemin bir afyonu haline getirmiştir. Işte şeyh Sait kıyamıyla üst kimlik ve Devlet dini dayatmalarını ret edip Islamın mazlumların dini olduğunu zalim hiyararşiye hatırlatmıştır. Yine Diyarbekir sevgisi şeyh Said ile ölümsüzleştirmiştir. Statüko şeyh Said´ ı idam sehpalarında şehid ederek ölümsüzleştirmiştir. Ve kıyam sonrası yapılan baskılar Türk-Kürt kardeşliğine çok derin darbeler vurmuştur. Ozamanda çozüm kardeşlikti tıpkı bugün gibi.
(alıntıdır)
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Bu mükerrer davetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara’ya gelmiş ve Mecliste resmï bir "hoşâmedi merasimiyle karşılanmıştır. Ankara’da kaldığı günlerde, yeni kurulan devlete hakim olan kadronun dîne bakış tarzının menfï olduğunu görünce, on maddelik bir beyanname hazırlayarak Meclis âzâlarına dağıtmıştır. .Bu beyannâmede yeni inkılâbın mimarlarını İslâm şeâirine sahip çıkmaya çağırmış; akabinde Mustafa Kemal’le birkaç görüşmesi olmuştur. Kendisine şark umümi vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet azalığı teklif edilmiş; ancak Bediüzzaman bu teklifleri kabul etmeyerek Van’a dönmüştür.
O sıralarda çıkan Şeyh Said hadisesiyle hiçbir ilgisi olmadığı, hattâ hadise öncesinde kendisinden destek isteyen Şeyh Said’i bu niyetinden vazgeçirmeye çalıştığı halde, Bediüzzaman hadise sonrasında, Van’da ikàmet ettiği uzlethânesinden alınarak Burdur’a, oradan da Isparta’nın Barla nâhiyesine götürülmüştür.( Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 19)

Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark'ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. 'Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir' diyerek, yardım isteyen bir zâtın mektubuna,(yani Şeyh Said'e) 'Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir" der. (Tarihçe-i Hayat s.135)

Meselâ, 1947 senesinde (hem Osmanlıca, hem de Latince) teksir edilen Asa–yı Musa isimli eserde yer alan İnebolu'lu Nur Talebesi Selahaddin Çelebi'nin "Üstadımızın tercüme–i haline kısacık bir nazar"ı bu kaynaklardan sadece biridir. Zira, burada alenen isim zikrediliyor.Söz konusu kaynakta "İnebolu havalisindeki umum Nur Şâkirdleri nâmına, Selahaddin'in, Üstadımızın Tarihçe–i Hayat'ından çıkardığı bir kısacık hülâsanın bir parçasıdır" denilerek, devamında aynen şu ifadelere yer veriliyor:"Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bediüzzaman'ı Şark'taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake dâvet ettikleri zaman, cevaben demiş: 'Yaptığınız mücadele, kardaşı kardaşa öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü, Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle velî yetiştirmiştir. Binâenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem' diyerek, hem red cevabı vermiş, hem de mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir(adı geçen teksir nüsha sayfa 275)

Ankara’da yeni bir rejim şekillenmeye başlamıştı. Rejimdeki değişiklikleri hazmedemeyen çevrelerde, Ankara’ya karşı tepkiler baş göstermişti. Böyle gergin bir ortamda Hükümete karşı ayaklanmayı planlayan Şeyh Said, Bediüzzaman’a mektup yazarak kendisine destek vermesini istedi. Ancak Said Nursi ona, bunun “menfi bir hareket” ve “kardeş kanı dökmek” olduğunu anlatarak isyandan vazgeçirmeye çalıştı. Ayrıca, Şeyh Said ayaklanmasına aşiretiyle destek vermek isteyen Doğunun namlı ve güçlü Hamidiye paşalarından Kör Hüseyin Paşa, Bediüzzaman’ı Erek Dağı’nda iken ziyaret etmiş ve fikrini sormuştu. Bediüzzaman da ona, “Kan dökme! Kan dökme!” diye cevap vermiş, Paşa da ayaklanmaya katılmamıştı.( Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, İstanbul 1990, C. 1, s. 457.)


Bazı ayrılıkçı kürt grupları Bediüzzaman Hazretlerini kendi şer siyasetlerine alet etmek istiyorlar ve onun ile alakalı gerçekleri işlerine gelecek şekilde çevirme gayretindeler...
bizzat şeyh said in torunu bediüzzamanın olaylara alakası olmadığını söylüyor. buna ragmen bediüzzaman vandaki erek dağındaki münzevi yaşamından alınıp. artık çileli yaşamının başlangıc noktası olan barlaya sürülüyor ondan sonrası malum. hayat zindan ediliyor. kaldıki bediüzzaman istiklal gazisi bir albaydır. 488 talebesi vatan için şehit olmuştur

Kıyamda Bediüzzaman Said-i Kûrdî'nin rolü nedir? Bununla beraber Bediüzzaman'ın, Şêx Said'i kıyamdan vazgeçirmek için gönderdiği söylenen bir mektuptan bahsediliyor. Bunlar hakkındaki bilgilerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Abdulmelik Fırat: Şeyh Said Efendi, Bediüzzaman Said-i Kurdi'ye mektup yazmamıştır. Çünkü Said-i Kurdi, o zamanda inzivaya çekilmiş bir Kürt Bilginiydi, ne aşiret ve ne de murid sahibiydi. Onun da Şeyh Said Efendi'ye yazdığı bir mektubu yoktur. Müselmanos Kamalikosların bir uydurması ve senaryosudur.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hudalfa önceki mesajında Şeyh Said için amacı kürt-islam devleti kurmaktı demiştin.Evet şimdi,bu devleti nerede kuracaktı,?Anadoludamı,imkanı yok kimseye bu vatanın bir karış toprağını dahi vermeyiz,Sultan Alparslan(Allahu Teala rahmet eylesin) Muşun malazgirt ovasında küffarla yaptığı savaşla anadolu kapılarını açmıştır ve size kıyamete kadar sizin olacak bir vatan bırakıyorum demiştir.Bizim için Edirne ne ise Muş ta odur,Ne şeyh said bir karışını alabilir nede diğer bölücüler.Vatana el uzatan kim olursa olsun karşlarında Müslüman Türkü bulacaklardır,Bu toprağın her karışında bizim Müslüman atalarımızın kanı vardır.O kan borcu ancak kanla ödenir.
Size tavsiyemiz,ırkınızı ön plana çıkarmadan islam kardeşliğinde birlik kurmanızdır,yoksa tarih tekerrürden ibarettir,düşünsene hiç ders alınsaydı tekerrür edermiydi.Tarihe bakın ve boş hayalleri unutun.Bu vatan Sultan Alparslandan bize mirastır.Bu vatanın bir karışını dahi kimse alamaz,Allahu Tealanın izni ile.
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
ne alparslanı kardeşim. ütopyalarla yaşama. alparslan ne zaman yaşamış. şeyh said ne zaman.. ikisininde amaçları ne idi. aralarındaki zaman diliminde neler olmuş. istersen bu parametreleri düşün sonra fikir yürüt.
vatanın bir karışını dahi kimse alamaz,Allahu Tealanın izni ile.
amenna. vatanı bölmeye çalışanın gözünü oyarım. yoksa beni vatanı bölmeye uğraşmaklamı itham ediyorsun?. konuyu açan arkadaş bilgisi olanlar farklı cenahlardan aktarbilirler demiş. bende bunu yapmaya çalışıyorum. hemende alparslana getiriyorsunuz. ben kavmiyetcilik yapsaydım önce dilimi öğrenirdim. bunu isterseniz acizlik olarak algılayın ama ana dilimi bile bilmiyorum..

eğer tarihin kırılma noktaları varsa, 20. yüzyılın ilk sülüsü, hiç kuşkusuz ciddi bir kırılma noktasıdır. bu dönemde yaşayanlar, dünya haritasının, bir yap-boz gibi her an yeniden şekillendiğine tanık olmuşlardır. bütün bu süreç, sonunda, modern batının 300 yıl süren kolonyalizminin çok kanlı ve ürkütücü bir finaline dönüşmüştür.
batılılaşma projesini bu ülkeye zorla dayatanlarla, yerli kimliği savunanlar arasındaki mücadele; gücü ve iktidarı elinde tutan birinci tarafın manipülasyonu sonucunda sıcak çatışmaya dönüştü. işte, şeyh said hareketi, handiyse 300 yıldır süren bu tartışmanın çatışmaya döndüğü dönemlerden birinde, yabancılaşmayı savunan iktidara karşı, yerli kimliği temsil eden bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.
(m.islamoğlu)
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
kıyam için maverdi ahkam ı sultaniye'de özetle ehli sünnetin aradığı üç şartı beyan eder:

kıyam için:

kemal ilim... kıyam yapacak kişinin fıkıh akaid v.s ilimlerindeson derece yetkin olması

kemal i kuvve... askeri güç

kemal i servet... maddi güç

bu üçünün birlikteliği olmadan kıyam caiz görülmemiş.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bak arkadaşım,eğer birini örnek alacaksan Saidi Nursi hazretlerini al,şeyh saidi değil,Bak şimdi şeyh saidin torunları modern devleti benimseyip particilik yapıp milletvekili oluyorlar.Nasıl şimdi gelenekten bahsedebilecekmisin.Ne Alparslanı diyorsun?Sen Alparslanı tanımıyormusun,O bu vatanı müslüman Türke miras bırakan büyük islam mücahididir(Allahu Teala razı olsun)Valla kim ne derse desin biz bu vatanın bir karışından dahi vazgeçmeyiz sizlerin şeyh Saidleri varsa bizlerinde Akşemseddinleri var.Elhamdulillah.
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
kıyam için maverdi ahkam ı sultaniye'de özetle ehli sünnetin aradığı üç şartı beyan eder:

kıyam için:

kemal ilim... kıyam yapacak kişinin fıkıh akaid v.s ilimlerindeson derece yetkin olması

kemal i kuvve... askeri güç

kemal i servet... maddi güç

bu üçünün birlikteliği olmadan kıyam caiz görülmemiş.
şeyh said alim ve medrese sahibi (osmanlıda medrese sahibi ne demektir siz benden daha iyi bilirsiniz) biriydi.
askeri gücü de vardı ama dağınık bir askeri güçtür.
servetide doğudan, halepe kadar yaylalar dolusu koyunu vardı.
kıyamı başarısız kılan iki unsur bir içteki ihanet ikincisi düzensiz ve organizesiz ordusunun oluşudur.
o zaten vacip görüp kıyama girişmiştir. yoksa nufuz u, karizması ve zenginliğiylede paşa paşa yaşardı.. takdiri ilahi olsa gerekki o dönemin hakiki alimlerinin sonuda seyh said kinden pek farklı olmamış. iskilipli atıf hoca idam edilmiş, said nursi ye dünya zinndan edilmiş, mehmet akif ersoy papucunu mısırda bulmak zorunda kalmış.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şeyh Sâîd Qıyâmı-1

22 Haziran 2006
"Ben, idâresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendisi sarayında içki içen adama bi'at etmem!"

Bu sözler, Amed (Diyarbakır) ilinin Bısmıl (Bismil) ilçesine bağlı Çılsıtun (Kırksütun) köyünden mümtaz ve saygın bir şâhsiyet olan Şeyh Qâsım-é Haşim'e ait... 1640 yılında, Osmanlı padişâhı IV. Murad'a söylenmiştir.


"DİYARBEKR'E HOŞ GELMEDİNİZ"

Bütün bunlar olurken Kuzey Kürdistan'da bazı problemler ortaya çıkar. IV. Murad, Bağdad Seferi'nden dönerken, yönetime karşı oluşan bu "ince durumları" gidermek için Amed ( Diyarbakır )'e uğrar. Etrafındakilere Kürdistan'ın durumunu, buradaki halkın yaşantısı ve kendi yönetimi konusunda ne düşündüklerini sorduğunda, bölgede kendi yönetiminden hoşnut olunmadığı ve halkın çoğunluğunun kendisine karşı olduğu söylenir. Bunun üzerine IV. Murad, bölgenin tüm ileri gelenlerinin, ağaların, şeyhlerin ve müderrislerin toplanmasını ve kendisine açıkça biatlerini bildirmelerini emreder. Bu emir üzerine, köyünde müderrislik yapmakta olan Seyyid Molla Qâsım-ê Haşimî'ye de gidilip, biat etmek için çağrılır. Fakat Seyyid Qâsım Efendi (yazının hemen başında belirttiğimiz gibi ) bu teklifi reddeder. (Bu şeyh, Şeyh Sâîd'in babasının dedesidir)

Aynı şekilde, Kürdistan'ın ileri gelen âîlelerinden biri olan Bedirhanî âîlesi ve bunlardan başka bazı şeyh ve âîleler de padişâh IV. Murad'ın çağrısını geri çevirirler. IV. Murad bu duruma çok kızar. Çünkü Kürdistan'ın şeyh ve mollaları, müderris ve âlimleri o derece büyük bir dinî statüye sahiptirler ki, IV. Murad'ın, saygınlığını ve otoritesini koruyabilmesi için Kürdistan şeyhlerinin biatlerini alması şarttır.

IV. Murad, kendisini çok rahatsız eden bu durum karşısında, kendisine muhâlefet edenlerin ortadan kaldırılmasını ve bu köyün ( Çılsıtun ) ve hatta civar köylerin yıkılmasını emreder.
Arkadaş,yaptığınız isyana niçin dini alet ediyorsunuz,yazıklar olsun.Bu nasıl iftiradır Osmanlı müslümandı dördüncü Muratta İslam Halifesi idi.
Osmanlı pâdişahlarının en güçlülerinden ve kuvvetlilerinden olan Sultan Dördüncü Murad Han; imanla küfür arasındaki berzaha inceden inceye dikkat eder, müminlerle kâfirlerin aynı kefeye konulmaması için yapılması gereken her türlü müdâhalenin, bir an dahî geciktirilmeden mutlaka yapılmasını emrederdi.
Kâfirlerin müslümanlarla aynı elbiseleri giymelerini ve çarşıda müslümanlar gibi at üstünde gezmelerini yasaklayıp, ehl-i küfrün kaldırımda müslümanlarla yanyana geldiklerinde kaldırımdan derhâl inmelerini ve her hususta mutlaka tahkir edilmelerini emreden şu fermânı, onun bu hassâsiyetinin apaçık bir örneğiydi:
İstanbul kâdîsına hüküm ki;
Kefere tâ'ifesi ata binmeyip ve samur kürk ve firengî kaftan ve atlas giymeyip ve avretleri dahî müslümân tarzında ve üslûbunda gezmeyip ve pars giymeyip, ve'l-hâsıl elbiselerinde ve tarz-ı üslûplarında tahkir ve zelil kılınmak şer'an ve kanûnen dinin mühim işlerinden iken; bir nice zamandan beri ihmâl olunup, hâkimlerin müsa'âdesi ile kefere ve yehûd tâ'ifesi çarşılarda at ve süslü elbise ile gezip ve samur kürk ve kıymetli elbiseler ile, çarşı içinde müslümana denk geldikde kaldırımdan inmeyip ve kendileri ve avretleri ehl-i İslâm'dan daha ziyâde şevket sâhibi olup, şer'î cihetten tahkîr ve zelil olunmadıkları ulu kulağıma ilkâ ve Südde'-i sa'âdet’ime (sarayıma) haber edilip bildirildiğinden, zikredilen cihet üzere amel olunup, bundan sonra zikrolunan hususlarla amel getirmeyip bu def'a vâki' olan sefer-i hümâyûn'umdaki levâzımlardan olan Mustafa -zîde kadruhû- tedkîkiyle men' olunmak emrim olmuşdur.
Buyurdum ki; emr-i hümâyûn'um vâsıl oldukda, bu bâbda sâdır olan emrim üzere amel edip, kefere tâ'ifesini şerî'at ve kanûn cihetiyle donda ve elbisede ve tarz-ı üslûpda tahkir ve zelil eyleyip, sonra ata bindirmeyip ve samur kürk ve samur kalpak ve atlas ve kaftan giydirmeyip ve avretleri dahî yüksek şabka ve çuka giyinmeyip müslümân tarzında ve elbisesinde gezmeyeler. O takımları men' ve def' eyleyip, bu bâbda sâdır olan emrimin icrâsında dakîka gecikmeyesin!”
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, “İstanbul Ahkâm Defterleri”, nr. 98.)
Sultan Dördüncü Murad Bağdad Seferi'nde askerini sık sık cenge teşvik edip; Göreyim sizi! Din-i mübîn uğruna çalışmakda kusûr etmeyesiniz. Gayret vaktidir!” diyerek galeyâna getirirken, Sadrâzam Tayyar Mehmed Paşa; “Pâdişah'ım! Sabrolunsun, şehir yakında feth olunur. Yürüyüşe daha zaman var. Acele ile askeri kırdırmayalım!” diyerek pâdişâha müdahale etmişti. Paşa'nın müdâhalesine şiddetle öfkelenen genç pâdişah; “Senin nâmın, dilâverliğin, şecaatin bu mu? Kale altında askeri bekletmeğe ne lüzum var? Geciktirmenin ma'nâsı nedir?” deyince, pâdişâhın bu sözü tecrübeli ve emektar Paşa'ya ağır gelerek: “Ben canımı pâdişâha fedâ etmişim! Bir Tayyar kulun ölmekle bir şey olmaz, hemen Allah-u Teâlâ Hazretleri kaleyi ihsân eylesin!deyip yiğitçe düşmanların arasına daldı, bir müddet sonra da başından girerek şakağından çıkan bir kurşunla şehid oldu. Paşa'yı bu vaziyette yerde yatarken gören pâdişâha yaşadığı bu acı hâtıra öylesine dokundu ki; Âh Tayyar! Bağdad Kalesi gibi yüz kaleye değerdin! Allah taksirâtını afv ve rûhunu rahmet nûrlarına gark etsin! diyerek, üzerine kapanıp hüngür hüngür ağladı. (Ahmed Refik, “Pâdişahlarımızda Din Gayreti, Vatan Muhabbeti”, s. 23-25. bas.: İstanbul, 1332.)
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
şeyh said alim ve medrese sahibi (osmanlıda medrese sahibi ne demektir siz benden daha iyi bilirsiniz) biriydi.
askeri gücü de vardı ama dağınık bir askeri güçtür.
servetide doğudan, halepe kadar yaylalar dolusu koyunu vardı.
kıyamı başarısız kılan iki unsur bir içteki ihanet ikincisi düzensiz ve organizesiz ordusunun oluşudur.
o zaten vacip görüp kıyama girişmiştir. yoksa nufuz u, karizması ve zenginliğiylede paşa paşa yaşardı.. takdiri ilahi olsa gerekki o dönemin hakiki alimlerinin sonuda seyh said kinden pek farklı olmamış. iskilipli atıf hoca idam edilmiş, said nursi ye dünya zinndan edilmiş, mehmet akif ersoy papucunu mısırda bulmak zorunda kalmış.

size katılmıyorum kardeşim,

ilim ehli olduğuna şüphe duymuyorum; ama ilmi fikir ile yuğurup, basiret ile yaptığının söylediğinin kimin hesabına ne gibi netice vereceğine dair umman bir ufka sahip olduğunu düşünemiyorum.

askeri güç ile ilgili hiç konuşmaya gerek duymuyorum. aklıma hep şeyhler okuyunca kurşun işlemez hikayeleri geliyor. bağrıaçık yalın ayak elinde hançerlerle toplara yürüyenler... hamza gibi bir yiğidi bir mızrak devirdi. hangi en ekmel hamza radıyallahu anh'tan daha kıymetli olabilir?

zenginlik, avuç avuç vermeyi gerektiren zenginlik... öyle zengin olsaydı millet meclisinde kim var kim yok etkisi altına alabilirdi. malının çok olması önemli değil, malını kullanıma sunması önemli...

şeyh said'e Allah'tan rahmet dilerim.iyiniyeti hakkında şüphem yok; ama neticeleri islam milletine ağır olmuştur.

mevlana rahimehullah neden moğol'a kıyam edenlerin karşısında durmuştu, bunu şeyh said ile daha net anlayabiliyorum.

selametle
 
Katılım
20 Mar 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ALLAH RAHMET EYLESİN...

YALNIZ SON ZAMANLAR RAHMETLİ EŞYH SAİDİ KÖTÜ OYUNLARINA ALET ETMEK İSTİYE TERÖR ÖRGÜTÜ PKK'LI AHMAKLAR ŞEYH SAİD RESİMLERİ AÇARAK DİNİ İSTİSMAR EDİYORLAR...

ALLAH İSLAH ETSİN DİYORUM...
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
size katılmıyorum kardeşim,

ilim ehli olduğuna şüphe duymuyorum; ama ilmi fikir ile yuğurup, basiret ile yaptığının söylediğinin kimin hesabına ne gibi netice vereceğine dair umman bir ufka sahip olduğunu düşünemiyorum.

askeri güç ile ilgili hiç konuşmaya gerek duymuyorum. aklıma hep şeyhler okuyunca kurşun işlemez hikayeleri geliyor. bağrıaçık yalın ayak elinde hançerlerle toplara yürüyenler... hamza gibi bir yiğidi bir mızrak devirdi. hangi en ekmel hamza radıyallahu anh'tan daha kıymetli olabilir?

zenginlik, avuç avuç vermeyi gerektiren zenginlik... öyle zengin olsaydı millet meclisinde kim var kim yok etkisi altına alabilirdi. malının çok olması önemli değil, malını kullanıma sunması önemli...

şeyh said'e Allah'tan rahmet dilerim.iyiniyeti hakkında şüphem yok; ama neticeleri islam milletine ağır olmuştur.

mevlana rahimehullah neden moğol'a kıyam edenlerin karşısında durmuştu, bunu şeyh said ile daha net anlayabiliyorum.

selametle


ümmet için hz. hüseyinin kıaymı ne ise şeyh saidin kıyamıda aynıdır bütün kıyamlar illa başarıyla neticeye ulasacak diye bir kaide yoktur kıyamın neticesinde hz hüseyin ve beraberindekiler şehit aolmustur seyh said ve etrafındakilerin coğuda şehit olmustur hz hüseyinde sözde müslümanım diyen azgın guruhla cihad etmiştir keza şeyh saidte islamın şerifini ayaklar altına alan tagıti beşer dinini müslümanlara empoze etmek isteyen sözde müslüman olan bir zihniyete karşı cihad etmiştir
said nursi yıllar sonra şeyh saidin cihadına katılmadığı için pişmanlık duyup hata ettiğini dile getirmiştir


senin mevlana dediğin zat moğol tecavuzculerine karşı cihad eden öz oğlunu bile öldürtüp cenza namazını kıldırmamıştır on binlerce müslümanı kılıçtan geçiren binlerce musluman bacımıza tecavuz eden moğolların safında yer almıstır ayrıca sızın semsi tebriziniz bizzat muritleriyle kayseri sivas ve erzurum katlıyamlarında mogol ordusunda saf tutup müslümanları katletmiştir

mogolları ayncalut savasında maglup edan memluk sulatnı baybarsve surye halifesi için agza alınmayacak hakaretler ederek belden asagı yazılar yazıp onları rezil etmeye calısmıstır müslümanlık bumu rabbımızın cihad hükümleri bu mu

rabimizin cihad hükümlerine uyup cihad edenler mi suclu
 

Hudalfa

Asistan
Katılım
8 Ocak 2007
Mesajlar
206
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
size katılmıyorum kardeşim,

ilim ehli olduğuna şüphe duymuyorum; ama ilmi fikir ile yuğurup, basiret ile yaptığının söylediğinin kimin hesabına ne gibi netice vereceğine dair umman bir ufka sahip olduğunu düşünemiyorum.

askeri güç ile ilgili hiç konuşmaya gerek duymuyorum. aklıma hep şeyhler okuyunca kurşun işlemez hikayeleri geliyor. bağrıaçık yalın ayak elinde hançerlerle toplara yürüyenler... hamza gibi bir yiğidi bir mızrak devirdi. hangi en ekmel hamza radıyallahu anh'tan daha kıymetli olabilir?

zenginlik, avuç avuç vermeyi gerektiren zenginlik... öyle zengin olsaydı millet meclisinde kim var kim yok etkisi altına alabilirdi. malının çok olması önemli değil, malını kullanıma sunması önemli...

şeyh said'e Allah'tan rahmet dilerim.iyiniyeti hakkında şüphem yok; ama neticeleri islam milletine ağır olmuştur.

mevlana rahimehullah neden moğol'a kıyam edenlerin karşısında durmuştu, bunu şeyh said ile daha net anlayabiliyorum.

selametle
umman bir ufuktan kastetiğin hazırdaki şeyhlerden gördüklerinse. onlar kuzu derisi postuna oturmaktan başka bir şey yapmıyolar desem mubalağa etmiş olurmuyum bilmem ama. şeyh said bilgeliği ve aksiyonerliğiyle gercek şeyhliği tatırmıştır dönemine..
şeyh said meclise zaten mektup göndermiş. dini islam ayaklar altına lınıyor siz yapamıyorsanız biz halledlim diye mesajlar göndermiştir milletvekillerine.
şeyhlere kurşın işlemez sözünü eğer tasavvuf ehli ve sair çoğunluğu gibi düşünüyorsan senin adına özeleşitirine bağlıyorum. şeyh uçmaz, mürid uçurur deyimide yerini bulmuş oluyor.

efendim şeyh said para ve imtiyaz gücüne güvenmiyordu. o insanların beyinlerini para gücüyle satın alabilecegi havsalasından uzak biriydi. şüphesiz kıyam islamı olduğu için taraftar toplayabildi.
bakın şeyhin paraya ve komplo vari eylemlere itibar etmiyecegini bilen resmi ideoloji şeyhin bir düğünde olduğu günde bir birlik asker gönderiyor ve asker kaçaklarını kendilerine teslim etmesini söylüyor. şeyh ise düğün bitsin sonra konuşuruz diyor. zaten gelen müfrezenin amacı ortalığı karıştırıp günden oluşturabilmek fırsat bu fırsat deyip düğünü dağıtıyolar.. neyse olaylar çok.. kitaplardan okuyabilirisniz.
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
:kahretsin: Aramızda münafıklar, Osmanlı düşmanları, vatan hainleri, yılanlar kol geziyor. Bir gün Yılanların başı ezilecektir İnşallah. Gerekeni yapmassa bu forum yönetimini, modları kınayacağım. Bu forumda PKK lılara saygı var.

:rtfm: Yavuz Sultan, 4.Murat katliam yapmış mış... İftira, safsata. Batı kaynaklı. Hainlerin Kafirlerle işbirliği yapmasının Osmanlının parçalanmasında büyük etkisi oldu.

Mazlum rolü oynuyorlar.

Hudalfa Şeyh, Tarikat düşmanı Şeyh Saidi agzına alıyor(Açıkca konuşuyorum ima etmiyorum) Böylelerin Nur Cemaatinde ne işi var.

Bölücülüğe dini alet ediyorsunuz. İstismar ediyorsunuz. Bediüzzama Hz. istismar ediyorlar.

q w ingilizce harfler yazılmış. Türkçe yazılmamış.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0

Osmanlı, Yıkılırken Bile
Peygamber’imize ve Mânevî Değerlerimize Söz Söyletmemiştir!

Sultan Abdülhamid’in Tek Bir Tehdîdi,
Resûlullah’a Dil Uzatan Kâfirleri Sindirmeye Yetmişti!..
Küffâr âleminin Resulullah Aleyhisselâm’a iftirâ ve hakâret teşebbüsleri Osmanlı’ya hiçbir zaman sökmemiş, yıkılmaya yüz tuttuğu en zayıf döneminde bile şiddetle geri tepmişti. Bunun en büyük örneği; küffar tarafından kasıtlı olarak hazırlanan ve Avrupa tiyatrolarında sahneye konulmaya kalkışılan, İslâm’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a saldırı ve hakâret maksatlı tiyatro oyunlarına Sultan İkinci Abdülhamîd’in yaptığı müdâhale ve koyduğu kesin tavırdır.
Ulu Hâkan’ın Peygamber düşmanlarına yaptığı bu muhteşem müdâhale ile ilgili belgeler, o günün Osmanlı Hâriciye Nezâreti’nde; “Hazret-i Muhammed Aleyhisselatü Ve’s-selâm Hazretleri’nin Nâm-ı Kudsiyyeleri’ne karşı tertip olunan oyuna dâir” adı altında dosyalanmış ve günümüze kadar ulaşmıştır.(1)

Bornier’in Hakâretler İçeren Oyunu ve
Sultan Abdülhamid’in Sert Tutumu:
Şimdiki küffâr devletleri Kâinâtın Efendisi’ne karşı hakâret ve saldırganlıkta, çirkeflik ve hayâsızlıkta, küstahlık ve patavatsızlıkta birleştikleri gibi; Sultan İkinci Abdülhamid Hân’ın pâdişahlığı döneminde, yıl 1889 yılı ortalarını gösterirken Fransız senaryo yazarı Vicomte Henri de Bornier de, dîn-i İslâm’ı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı küçük düşürmek maksadıyla “Mahomet” adı altında bir tiyatro oyunu hazırlamış; hattâ asılsız iftirâlar ve çirkin ithamlarla dolu olan bu oyununu, Commedie Française’de oynatmak için hazırlıklara başlamıştı.
Resulullah Aleyhisselâm’ı temsilen sahneye birinin çıkarılacağı, tamâmen uydurma ve hayâl mahsûlü hezeyanların, yalan ve iftirâların ortaya konulacağı(2) bu çirkin oyunun muhtevâsı, henüz prova hâlindeyken Sultan Abdülhamîd Han tarafından haber alındı; ulu hâkan sür’atle harekete geçerek, oyun sahneye konulduğu taktirde Osmanlı’nın Fransa ile bütün ilişkilerini koparacağını, bunun Fransızlar için hiç de iyi olmayacağını ilân eden ve oyunun derhâl yasaklanmasını öngören bir irâde yayınladı.
Bu uyarıyı alınca eli-ayağı birbirine dolaşan ve ne yapacağını şaşıran Fransız hükümeti; ister istemez duruma müdâhale etmek zorunda kalıp, büyükelçilik vâsıtasıyla oyunun bütün Fransa’da yasaklandığını duyurdu.(3) Karârın ardından dönemin Fransız büyükelçisi Sultan Abdülhamid’e; “Hazret-i Şehriyârî’nin fermân-ı hümâyûn’undaki emrinin ulu iktizâsınca, elinde bulundurduğu hükûmetine icrâ eylediği kat’î tavsiyelere cevâben, zikrolunan fâciânın Fransa’nın bi’1-cümle tiyatrolarında oynatılmasının men‘ine” karar verildiğini haber veriyordu.(4)
Sultan Abdülhamîd Han’ın Peygamber’ine duyduğu sevgi o kadar büyüktü ki, oyunun yasaklandığını haber veren bir İtalyan gazetesinde: “Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine Sultan, sanki kendisine bir Rus filosunun Boğaziçi’ne doğru hareket ettiği bildirilmiş gibi heyecâna kapıldı!..” deniliyordu.(5)
Şimdi küffâr âlemi Resulullah’a alenen hakâret ediyor, hâşâ "terörist" yakıştırması yapmaya kalkışıyor da, hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyor!..

Çirkin Oyunda İkinci Perde,
Sultân’ın Vurduğu İkinci Darbe!
Fransa’da sinsi emeline ulaşamayan Bornier, yediği ilk herzenin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra, bu kez de maksatlı oyununu İngiltere’de oynatma hevesine kapılıp Londra’daki "Lyceum Tiyatrosu" ile anlaşma cür’etkârlığında bulunmuş;(6) Fransız basını da, şimdi çirkin karikatürlerle kin ve küfrünü kusan şarlatanlar gibi; Resulullah Aleyhisselâm’ı ve O’nu savunan Osmanlı pâdîşâhı’nı seviyesiz ve çirkin iftirâlarla, kalemine ve diline dolama yolunu tutmuştu.(7)
Ne var ki Sultan Abdülhamid Hân, bu soytarıların bu yeni teşebbüsünü de haber alarak, yapılan bu ikinci girişimin de kat’î bir sûrette durdurulması için, Londra Büyükelçiliği vâsıtasıyla sert bir ihtarda bulundu.
Peygamber’ini ve mânevî değerlerini savunma uğruna bütün küffâr âlemini karşısına almaktan çekinmeyen Sultan Abdülhamid Hân’a, serkeş ve saldırgan kâfirlere emrinin iletildiğini haber veren resmî yazışmada; “Bu kerre ba‘zı zâtlar nâmına Pâris ve Londra’da neşredilmiş olan muzır risâle ile; şi‘âr-ı İslâmiyyet’e (İslâm’ın esaslarına) mugâyir olarak Fransa’da tertîb olunub, yasaklanmasına muvaffakiyyet-i seniyye’-i Hazret-i Hilâfet-penâhî (Halîfe Hazretleri’nin muvaffakiyeti) hâsıl olduğu hâlde, bu def‘a Londra’da sahneye konulmaya teşebbüs olunmuş olan piyesden dolayı, Pâdişâh’ımızıñ emri ile Londra sefâretimizce tebligâtta bulunulmuşdur!” deniliyordu.(8)
Nitekim müslümanların halîfesi olan Sultan Abdülhamid’in bu büyük azmi ve kararlılığı sâyesinde, bu fetbazın el altından çevirdiği ikinci plân da bozulmuş oldu.
Sultan Abdülhamid’le âdetâ inatlaşırcasına, 1893’te Fransız Akademisi’ne seçilmesini fırsat bilerek üçüncü kez oyunu sahneletmeye kalkışan Bornier, “oyunun gazetelerde neşredildiğini” ve “biletlerin satıldığını” bahâne ederek, piyesi Fransa’da yeniden sahneletmek için ne kadar çırpındıysa da; Sultan Abdülhamid’in artık tehdide varan sözleri karşısında plânları büsbütün altüst oldu ve oyun bu defâ da kat’î ve kesin bir müdâhale ile durduruldu.

Fransız Devlet Başkanı’na
Verilen İmtiyaz Nişanı:
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış yıllarında bile büyük bir kudrete sâhip olduğu, Sultan Abdülhamid’in sarsılmaz otoritesi ve tüm işlere nüfûzu sâyesinde, küffâr âlemini hâlâ hükmü ve kontrolü altında tuttuğu; ulu hükümdârın Fransız devlet başkanı Sadi Carnot’ya, buyruğuna gösterdiği sadâkatten dolayı uygun gördüğü “İmtiyaz nişanı”nı vermesiyle ortaya çıkıyordu.
Sultan Abdülhamid Hân tarafından karârı bildirmek üzere neşredilen “İrâde-i Seniyye”de; “Fahr-i Âlem -salla’llâhu te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri’niñ nâm-ı sa‘âdet-enâm-ı Risâlet-penâhî’lerine olarak, Fırânsa’da tertîb idilmiş olan piyesiñ men‘-i icrâsı (oynatılmasının engellenmesi) hakkında Fırânsa re’îs-i cumhûrunuñ fevkal‘âde sarf-ı mesâ‘î (gayret sarf) eylediğinden tolayı, taraf-ı eşref-i Hazret-i Hilâfet-penâhî’den” kendisine bir “nişân-ı imtiyâz” verilmesinin “münâsib” görüldüğü ifâde ediliyor(9) ve Fransız devlet başkanının “devlet-i ‘âliyye’ye izhâr eylediği” sadâkat ve bağlılığının bir mükâfâtı olarak bu nişanı almaya hak kazandığına işâret ediliyordu.(10)

Dünyâ Müslümanlarından
Sultan Abdülhamid’e Yağan
Tebrik Mektupları:
Küffârın İslâm dînine ve onun ulu Peygamber’ine yönelttiği iftirâ, hakâret ve çirkin saldırılar karşısında, yeryüzündeki müslümanların halîfesi olan İkinci Abdülhamid Hân’ın sergilediği sert ve tâviz vermez tutum bütün müslümanlar tarafından sevinç ve memnuniyetle karşılanmış; dünyânın dört bir yanındaki İslâm devletlerinden dönemin Osmanlı Hâriciye Nezâreti’ne yüzlerce tebrik mektubu yağmıştı.
Nitekim Hindistan’lı müslümanların, küffâra karşı diplomatik bir zafer kazanan Sultan Abdülhamid’e tebrik için gönderdikleri “Ma‘rûzât”ta; “Hazret-i Fahr-i Kâ’inât -‘aleyhi ekmelü’t-tahiyyât- Efendimiz’den bâhit (iftirâlarla sözeden) ma‘hûd (sözkonusu) tiyatro oyununuñ mevkı‘-i temâşâya vasfını (gösterime konmasını) men‘ içün taraf-ı eşref-i Hazret-i Pâdîşâhî’den (pâdişah taarfından) Fırânsa hükûmetine icrâ-yı teblîğât buyurulması"nın "Hindistân ahâlî-yi İslâmiyye’since hüsn-i tebriki (güzel bir tebriği) mûcib olduğı” ve “kemâl-i memnûniyyetle telakkî edildiği” belirtiliyor; öte yandan Resulullah Aleyhisselâm’a ve İslâm Pâdişâh’ına iftirâ maksatlı “ba‘zı ifâdâtı” içeren hakâretâmiz “risâle”nin toplatılmasının da, Hint'li müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılandığı haber veriliyordu.(11)
Ayrıca Resulullah Aleyhisselâm’ın düşmanlarının bertaraf edilişini kutlamak maksadıyla, Hindistan’lı müslümanlar tarafından tertip edilen büyük Mevlîd-i şerîf’i bildirmek üzere Sultân’a bir dâvetiye gönderiliyor ve bu Mevlid’e Abdülhamid Hân da dâvet ediliyordu.(12)

Voltaire’nin Sinsi ve Cür’etkâr
Girişiminin, Sultan Abdülhamid’in
Darbesiyle Tersyüz Edilişi:
Batılı devletlerin Resulullah Aleyhisselâm’a saldırı ve düşmanlık girişimleri Bornier’in bu teşebbüsüyle kalmamış, aynı rezâlet yine Sultan Abdülhamid Han döneminde, Voltaire’nin “Muhammed’in Cenneti” adlı piyesiyle tekrar sergilenmeye çalışılmıştı.(13) Paris’te sahnelenmek istenen bu piyeste de; Hazret-i Zeyd -radiyallâhu anh- ile Hazret-i Zeynep -radiyallâhu anhâ- arasındaki bir mesele alaycı bir üslûpla dile dolanarak, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz açıktan açığa kötülenmeye ve küçük düşürülmeye kalkışılmıştı.(14)
Şu kadar var ki, İslâm’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a yöneltilen bu ikinci saldırı ve hakarete karşı Sultan İkinci Abdülhamid Hân tekrar harekete geçecek; Fransız Büyükelçiliği’ne gönderdiği ihtar mektubunda bu rezâlete derhâl son verilmesini, aksi taktirde Osmanlı hükümeti’nin bunu siyâsî bir mesele olarak gördüğünü ve gerektiğinde bütün İslâm âlemini ayağa kaldırıp üzerlerine salmaktan çekinmeyeceğini bildirecekti... Nitekim Sultân’ın bu defâki tehdidi de beklenen neticeyi verdi ve oyun bu kez de henüz prova hâlindeyken, Fransa’nın hiçbir şehrinde gösterilmemek üzere yasak edildi!..
Osmanlı Sultânı’nın Peygamber’ini ve mânevî değerlerini ilgilendiren böylesine hassas bir meselede hiç mi hiç şakası olmayacağını(15) batılı devletler çok iyi biliyor, ancak kin ve küfürlerini dizginleyemedikleri için bu gibi icraatlardan da geri kalmıyorlardı. Nitekim Voltaire de tıpkı Bornier gibi, oyunu ikinci kez İngiltere’de oynatmaya teşebbüs etmekten çekinmedi. Fakat Sultan Abdülhamid Hân onlardan kat be kat daha basîretli ve zekî idi; onların yüreğinde yatan “târihî korku”yu ve kuyruk acısını çok iyi bildiği için, İngiltere’ye gönderdiği ültimatomda açıkça; “Eğer bu oyuna derhâl son vermezseniz, Halîfe-i müslimîn olarak; ‘İngilizler Peygamber’imizi tezyîf ediyorlar!’ diye âlem-i İslâm’a beyannâme neşreder, derhâl Cihâd-ı ekber îlân ederim!...” diyerek,(16) düşmanlarını bir daha harekete geçemeyecekleri bir tehditle sindirdi.
Sultan Abdülhamid’in bu tehdidiyle oyun, artık hiçbir Avrupa devleti’nin oynatmaya cesâret edemeyeceği bir tarzda iptal edilmişti!..
İşte yıkılmaya yüz tuttuğu yıllarda bile Peygamber’ine ve mânevî değerlerine hakâret ettirmeyen Osmanlı’nın, küffârın gönlüne saldığı korkunun derecesi buydu. Osmanlı’nın azâmet ve kudreti küffârın gönlünde öylesine yer tutmuştu ki; çevirdikleri hîle ve entrikalarla imparatorluğu yıkımın eşiğine kadar getirdikleri hâlde, vaktiyle içlerine işlemiş olan bu korku hâlâ onları sendeletiyor ve ister istemez geri adım attırıyordu!..

(1) Dışişleri Bakanlığı Arşivi, nr.: 12, s. 61, Rumuz: TS-TI.
(2) C. E. Bosworth, "A Dramatisation of the Prophet Muhammad’s Life: ‘Henri de Bornier’s: Mahomet’", Numen, c. 17, s. 105-117. Leiden, 1970.
(3) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. Prk. HR.: 12/77.
(4) Konu ile ilgili belgeler Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıtlıdır. Bkz.: Yıldız Tasnifi, Y. A. Hus. nr. 235/11, nr. 237/50, nr. 242/44, nr. 243/62.
(5) "Capitan Fracassa" Gazetesi, 15 Nisan 1890.
(6) Ziyad Ebu’z-ziyâ - M. Emin Gerger, "İkinci Abdülhamid’in İslâm’ı Korumadaki Kudreti, Batı’da Yasaklattığı Piyesler", s. 25-26. bas.: 1998.
(7) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. A. Hus., nr.: 237/50.
(8) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., nr.: 236/98.
(9-10) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., nr.: 235/11.
(11) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., nr.: 236/101.
(12) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., nr.: 238/45.
(13) Ömer Faruk Yılmaz, "Belgelerle Sultan İkinci Abdülhamid Han", s. 299.
(14) Zekâi Konrapa, "Peygamber’imiz, İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşşere", s. 485-487. bas.: İstanbul, 1963.
(15) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. A. Hus., 236/98.
(16) İsmail Çolak, "Osmanlı’nın Peygamber Sevgisi", Vuslat Dergisi, s. 56, Şubat 2006.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
PUTYIKAN konu abdulhamitmi ydi..

Temeli İslâm ve İman Esaslarına Dayanan
“Osmanlı Kânunnâmeleri”nde
İman-Küfür, Mümin-Kâfir Ayırımı

dinimizi ve vatanımızı yıkmayı hedefleyen her türlü “kanun” ve “kriter”i körükörüne tatbik edip, ecdâdımızın yâdigârı olan bu mülkü küffârın deneme tahtasına çeviren ahmaklar; bir taraftan vatanı kendi elleriyle kâfirlerin hüküm ve irâdesine teslim ediyor, diğer taraftan da ümmet-i Muhammed’e küfrü ve kâfirleri “hoş” göstermeye çalışıyorlar.
Hâlbuki bir ibret örneği olan Osmanlı, küfürden ve kâfirlerden uzak durduğu müddetçe şahlanmış; onlara yanaştığı ve yaklaştığı an ise yıkılmış ve hüsrâna uğramıştı.

II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selîm Kânunnâmeleri’nde
Mü’min-Kâfir Ayırımı:
İslâm’ın hükümlerine bağlılıktaki samimiyetleri nedeniyle “sahâbelerden sonra hükümdarların en sâlihi” olarak vasfedilen Osmanlı pâdişahları; “Allah size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi; küfrü, fâsıklığı ve isyânı ise çirkin gösterdi.”(1) Âyet-i kerîme’sine gerçekten îmân edip hakkıyla riâyet ettikleri için, çıkardıkları kânunnâmelerde îmân ile küfrün, mü’min ile kâfirin karışmasını önleyecek çok ince hükümler tertip etmişlerdi.

Nitekim Sultan II. Bâyezid ve Yavuz Sultan Selîm Hân dönemi “İhtisab Kânunnameleri”nde yer alan şu ifâdeler, tamamen İslâm’ın özünden kopup gelen; İslâm’ın ve müslümanların pak ve temiz, küfrün ve kâfirlerin pis ve necis olduğu esâsına dayanıyordu:
“Aşcılar bişürdükleri aşı pak bişüreler ve çanakların pâk su ile yuyalar ve tezgâhlarında kâfir olmaya!”(2)
“Hammâmcılar gözlene; hammâmların pâk ve temîz dutalar ve suyu mu‘tedil ve hammâm ıssı ola... Nâzır olan dahî fota (havlu)ları pâk ve temîz duta, kâfire virdükleri fotayı müslimânlara virmeyeler, kâfir fotalarının ayru ‘alâmeti ola. İnad iderler ise muhkem hakkından geleler!”(3)
“Ve dahî berberler gözlene; kâfir bâşın ve uyuzlu bâşın tıraş itdüği ustûra ile müslümân bâşın tıraş itmeyeler ve kâfir yüzin sildüği bez ile müslimân yüzin silmeyeler, bezi ve usturaları ayru ola.”(4)
İşte kuruluştan yükselme devrine kadar gelen Osmanlı pâdişahlarının kâfirlere karşı sergilediği tutum ve tavır bundan ibârettir. Onlar kâfirlerin ne kadar “necîs” ve “murdar” olduklarını(5) bildikleri için, “kânunnâme”lerindeki hükümleri de mü’minle kâfirin, temizle pisin karışmasını önleyecek şekilde düzenlemişler; kendileri kâfirlerin necâset ve pisliğinden büyük bir dikkatle sakındıkları gibi, bu sûrette buyrukları altındaki müslüman tebaanın da sakınmasını te’min etmişlerdi.
Onlar “nâhoş” kâfirleri “hoş” görecek kadar ahmak ve basîretsiz değildi. İslâm ahkâmına bağlı oldukları için, onları “hoş” görmek yâhut bir hiç uğruna onların hüküm ve “kriter”lerine boyun eğmek şöyle dursun; onların bulundukları yerde pişirilen aştan ve kullandıkları eşyâdan tiksinecek kadar sağlam ve güçlü bir îmâna sâhiplerdi.

Asırlar Geçse de Mü’mini Mü’min,
Kâfiri Kâfir Bilen Pâdişahlar:
Şanlı imparatorluğun üstünü kara bulutların kapladığı bu en buhranlı dönemde bile, hâlâ Allah’ın İslâm’a izzet, küffâra zillet verdiğini bilen, mü’minlerle kâfirler arasındaki hudûdu hakkıyla muhâfaza eden dirâyet ve basîret sâhibi hükümdarların varlığı göze çarpıyordu.

Nitekim Sultan I. Abdülhamid Hân bir gün halk arasında tebdîlen gezerken, yolcu kayıklarında kâfirlerin müslümanlardan daha yukarıda oturduklarına şâhid olmuş, bizzat kendi eliyle bir hüküm yazıp bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirerek; “Ba‘zan kayıklarda müslümân ve kefere ve yehûd(‘un) mahlût (karışık) oturdukları olagelmişdür. Mâni‘ değildür. Lâkin görüyorum; kefere kayığın yukarısına, müslümân olan aşağısına otururlar. Doğru ve gerek münâsib görmedim. Men‘i husûsu nezdinizde münâsib ise iktizâsınca tenbîh oluna!..” diye emir buyurmuştu.(6)
I. Abdülhamid Han’dan sonra tahta geçen Sultan III. Selîm Han da, bir taraftan müslümanlarla kâfirlerin aynı kıyafetlerle dolaşmalarını Hatt-ı hümâyûn ile yasaklarken;(7) diğer taraftan müslüman halkı, evlerini kâfirlerin evleriyle aynı renge boyamaktan men’ ediyordu:
“Kaymakam Paşa,
Şimdiden soñra binâ olunan evleri, tenbîh idesün; gâvurlarınki gibi siyah-lâcivert boyamasunlar. Hem pek yüksek yapıyorlar ve âdetten ziyâde yapmasunlar. Müslümân evleri siyâh olmasun, gâvur ve yahudi evleri siyâh olsun. Gâvur ve Müslümân belli olsun!..”
(8)
Bu hâl, Osmanlı’nın batıya hayranlık duyarak, mü’min-kâfir hudutlarını ortadan kaldıracağı ve müslümanlarla kâfirleri eşit sayacağı “Tanzîmât” ve “Islâhat” fermanlarının îlânına kadar devâm edecekti.

Mü’minlerle Kâfirleri Eşit Sayan
“Islâhat Fermânı” Safsatası:
On dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, zamanın Avrupa hayrânı meymenetsiz “aydın”ları, din ve devletin yıkımını hedefleyen bir “küffâr” dayatması olan “Islahat Fermânı”nı büyük bir mârifetmiş gibi îlân etmeye kalkışıyor; İslâm târihinde ilk kez müslüman-kâfir hudutları aradan kaldırılıp, “‘ulemâ’ ile berâber patrikler ve hahambaşı ve metropolidler ve rum milleti mu‘teberânı” biraraya gelerek,(9) bugün “diyalog ve hoşgörü toplantıları”nda rastlanan o “çirkin” ve “yakışıksız” manzara ortaya çıkıyordu.

Asırlardır İslâm’ın azîz, küfrün ve kâfirlerin zelil olduğuna îmân eden, bu sâyede târih boyunca dâimâ zaferler kazanıp küffârın tepesine binen müslüman Osmanlı halkı için, “teba‘a-i gayr-i müslim”le “ehl-i İslâm”ı eşit sayan(10) bu ne idiğü belirsiz ferman, bir anlamda “son”un başlangıcı mânâsına geliyordu. Bu yüzdendir ki haklı olarak “ehl-i İslâm’ın birçoğu; ‘Âbâ ve ecdâdımızın kanıyle kazanılmış olan mukaddes millî hukûkumuzu bugün gâ’ib etdik. Millet-i İslâmiyye millet-i hâkime iken böyle mukaddes bir haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslâm’a bu bir ağlayacak ve mâtem edecek gündür!’ deyû söylenmeğe” başlamıştı.(11)
Temiz ve pak müslümanların murdar ve necis kâfirlerle aynı kefeye konulması, dönemin îmân ve iz’an sâhibi bâzı devlet adamlarının da çok ağırına gitmiş; hattâ Mehmed Paşa-zâde Saîd Bey ferman okunduktan sonra namaz kıldırmak üzere olan imama; “Ne kılıyorsun hocaefendi! Ferman okundu, görmedin mi? Teba’a-i gayr-i müslime ile berâber olacağız!..” diyerek tepkisini dile getirmişti.(12)
Küffârın “kanun” ve “kriter”lerinin Osmanlı’yı daha dün parçalayıp da yıkıma sürüklediğini görmezden gelerek; târih boyunca kudret ve azâmetiyle kâfirlere galebe çalan bu müslüman milleti bir “hiç” uğruna küffârın hükmü altına sokmaya yeltenenler; işledikleri bu târihî suçun hesâbını aslâ veremezler.
Dînimizin ve vatanımızın düşmanı olan “kâfirleri dost edinip, şeref ve kudreti onların yanında arayan”(13) bu anlayış özürlüler, “şeref ve kudretin tamâmen Allah’a âit olduğu”nu(14) hâlâ bilemediler!
(1) Kur’ân-ı Kerîm, Hucûrât (49): 7
(2) “Der-Beyân-ı Kânûnnâme’-i ‘Osmânî”, Arnavutluk Devlet Arşivi. Belgeler, nr.: 143, belge nr.: 127, vr. 66; Edirne Şer’iyye Sicilleri, “İhtisab Kânunnâmesi”, md. nr.: 7.
(3-4) a.g.e., vr. 74; “Kânunnâme-i Osmânî, Millet ktp. TY, nr. 76.
(5) Kur’ân-ı Kerîm, Tevbe (9): 28, 95.
(6) BOA, E. nr. 7029/198.
(7) BOA, Hkm. s. 56, Belge nr.: 168.
(8) Enver Ziyâ Karal, “Selim III’ün Hatt-ı Hümâyûnları”, s. 103.
(9-12) Ahmed Cevdet Paşa, “Tezâkir-i Cevdet”, Tezkire nr.: 10, s. 67-69.
(13-14) Kur’ân-ı Kerîm, Nîsâ (4): 144.

Osmanlı Pâdişahları
Kutsal Emanetleri Başlarına Taç Yapıp,
Huzuruna Yüz Sürmüşlerdir.
Sultan I. Ahmed Hân Sultanahmet Câmii’ni yaptırdığı zaman, Memlûk sultânı Kayıtbay’ın Mısır’daki türbesinde bulunan Resulullah Aleyhisselâm’ın mübârek ayak izini İstanbul’a getirtip, inşâ ettirdiği yeni camiinin içine koydurtmak istemişti. Ancak bir gece rüyâsında Memlûk sultânı’nı, Resulullah’ın huzûrunda kendisinden dâvâcı olurken gördü. Dâvâ, Resulullah Aleyhisselâm’ın her ikisi arasında da hükmederek, Sultan Ahmed’e emâneti sâhibine vermesini emretmesiyle son buluyordu.(1) Pâdişah rüyâsını Azîz Mahmûd Hüdâî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne anlatınca, emâneti sâhibine iâde etmesini emir buyurdu.
Nâbî’nin “Tuhfetü’l-Harameyn” adlı eserinde belirtildiğine göre; Sultan I. Ahmed Hân daha sonra o ayak izine benzer bir sorguç yaptırıp sarığının üstüne takmış üzerine de şu şiiri yazdırmıştı:
‘N’ola tâcum gibi başumda götürsem dâ’im
Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı rüsul’üñ
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet ol kadem sâhibidür
Ahmedâ, turma yüzüñ sür kademine o gülüñ’
(2)
(1) Nâbî, “Tuhfetü’l-Harameyn”, Köprülü ktp. Hacı Ahmed Paşa, nr.: 260, vr. 26b-27a.
(2) Nâbî, a.g.e., vr. 27a.
 
Üst