Zeynep Özmen
Kevok_84
- Katılım
- 7 Haz 2006
- Mesajlar
- 3,306
- Tepkime puanı
- 11
- Puanları
- 0
Şeyh Sâîd Qıyâmı-1
22 Haziran 2006
"Ben, idâresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendisi sarayında içki içen adama bi'at etmem!"
Bu sözler, Amed (Diyarbakır) ilinin Bısmıl (Bismil) ilçesine bağlı Çılsıtun (Kırksütun) köyünden mümtaz ve saygın bir şâhsiyet olan Şeyh Qâsım-é Haşim'e ait... 1640 yılında, Osmanlı padişâhı IV. Murad'a söylenmiştir.
İlmi, taqwası ve dinî önderliğiyle nam salmış olan Şeyh Qâsım, bir başka âlim olan Molla Heyder'in oğludur. Molla Heyder de Seyyîd Hacı Hûseyn el- Hûseynî'nin oğludur. O'nun babası da Seyyîd Haşim'dir. Seyyîd Haşim ise, Resûl-i Ekrem (saw)'in Kerbelâ'da şehîd olan torunu İmâm Hûseyn'in soyundan gelen bir seyyîddir.
Şeyh Sâîd'in dedesinin babası olan Molla Qâsım Efendi'nin yapısında var olan direnişçi, mücâdeleci, inqlâbcı ve hizbullâhî ruh, Kerbelâ'dan başlayıp süregelen Hûseynî bir rûh olarak, bu sülâlenin umde özelliğini oluşturmuştur.
Tarihî bir şâhsiyetin, özellikle de evrenselliğini ve sürekliliğini koruyorsa bir olayın, değişim ve yapılanmanın, bir olgunun, kimi dönüm noktaları olmuş olayların nedeninin, muhtevâsının, tarih içindeki yerinin, özünün ve mesajının iyi anlaşılabilmesi için, o olayı hazırlatıcı, başlatıcı ve sürükleyici bütün yönleriyle ele almalı, içinde bulunulan dem ile beraber geçmiş – ister görsel, ister işitsel olsun – etmeni de gözönünde bulundurulmalı ve ele alınmalıdır ki, dün ve bugün ikilemi, yarına katıksız ve doğru bir şekilde yansıma gösterebilsin. Tarihî ve güncel olaylara kuşbakışı bakmak, bizi sonuca – eğer amaçlıyorsak – götüremeyecektir. Bunun için, olayların haritası çizilmeli, krokisi değil.
Bilindiği üzere Şeyh Sâîd ayaklanması, 13 Şubat 1925'te başlamıştır. Bu yazıda da, olay bütün yönleriyle anlaşılmaya çalışılacaktır. Ancak biz, biraz daha gerilere gideceğiz. Çaldıran'a kadar...
ÇALDIRAN SAVAŞI'NDAN BAĞDAD SEFERİ'NE DEĞİN KÜRDİSTAN'IN DURUMU
XV. yy'da ve XVI. asrın başlarında, Kürdistan İslâm toprakları, İran – Safewî Şâhlık devletinin egemenliği altındaydı.
Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında tahta geçmesiyle beaber Osmanlılar, tamamen bir "siyaset-i şarqîyye" (doğu siyaseti) izlemeye başlamış ve bütün uğraşılarını Doğu üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Tahta çıktıktan hemen iki yıl sonra Yavuz Sultan Selim, ilk seferini, mezhebî gerekçelerle İran üzerine yapar. Osmanlı İmparatorluğu ile İran Safewî Şâhlığı arasında Tuşpa (Van)'ın Ebex (Çaldıran) ilçesinde yapılan ve tarihe Çaldıran Savaşı (1514) olarak geçen bu harbi Şâh İsmail yönetimindeki İran Safewîleri kaybeder ve Osmanlılar Tebriz'e girer; Yavuz Sultan Selim, burada adına hutbe okutur. Tebriz Sarayı'nın çok kıymetli eşyaları ile birlikte, halkından binlerce zanaatçı, tüccar ve bilim adamını İslâmbol (İstanbul)'a gönderir.
Çaldıran Savaşı'ndan sonra Kürdistan, Osmanlılar'ın hâkimiyeti altına girer. Osmanlılar, oldukça stratejik noktalarda bulunan Amed (Diyarbakır), Mêrdîn (Mardin) ve Kemax (Kemah) kalelerini alırlar. Asimilasyon politikaları sonucu Dîluk (Gaziantep)'un Çînçîn ilçesinin adı "Yavuzeli" olarak değiştirilir. Hemen akabinde Osmanlılar, burada varlığını sürdüren Dılqadr (Dulkadir) Beyliği'ni ortadan kaldırırlar ve Memlûklular ile komşu olurlar. Böylece İran'ın ipeklilerinin ve Tebriz'den Doğu'nun diğer ürünlerinin Halep ve Bursa'ya getirilmesi olanağı, Osmanlı hâzinesine yeni gelir kaynakları sağlamış olur. Yavuz Selim, bu durumda İran'ın batıya olan zengin ipek ticâretini istediği zaman kesebilecekti.
Çaldıran Savaşı, Osmanlılar ile İran arasında uzun yıllar sürecek olan kanlı savaşların başlangıcı oluyordu. Zaten kısa bir süre sonra Şâh İsmail, Tebriz ve Azer-i Badegan (Azerbaycan)'ı geri alacaktır.
Yavuz Selim zamanında doruk noktaya ulaşan mezhepçi yönetim, 1520 yılında tahta geçen Kanunî Sultan Süleyman tarafından devam ettirildi ve Kanunî, saltanatının yedinci yılında kendisine karşı Şiî bir isyanın oluşmasına engel olamadı.
1527 yılında Kalenderoğlu, Yavuz zamanından beri sinmiş olan şiîleri etrafında topladı. Kanunî tarafından idâm edilip dirliği dağıtılan Gırgûm (Kahramanmaraş) Beylerbeyi Dulkadiroğlu Ali Bey taraftarları da Kalenderoğlu'nun etrafında toplandılar. Fakat, 30 bin kişilik katılımın olduğu bu isyan, Sadrazam İbrahim Paşa kuvvetleri tarafından bastırılır ve isyanın elebaşı ödürülür.
Birkaç yıl sonra Kanunî, Österreich ( Avusturya ) ile anlaştıktan sonra, doğudaki denetimi sağlamak amacıyla yeniden İran üzerine sefere çıkar. Tebriz'e girer ve tüm Azerbaycan'ı alarak Hamedan'a kadar ilerler. Sonra güneye yönelip Kürdistan içinde ilerler ve Çîyayên Zaxa (Zağros Dağları)'yı aşarak 1533'te Bağdad'a girer.
Bir süre sonra İran'ın, Tebriz, Naxcıvan, Erivan (Revan) ve Tuşpa (Van) kalelerini zaptetmelerinden sonra İran'a ikinci bir sefer daha yapılır. Tuşpa ve Tebriz geri alınır ve Güney Azerbaycan ile Kuzeydoğu Kürdistan'da denetim yeniden sağlanır.
Akabinde Osmanlılar ile Avusturya arasında savaşlar başgösterince, bunu fırsat bilen Şâh Tahmasb yeniden Kürdistan'a girer. Xelat (Ahlat), El- Cewaz (Adilcevaz) ve Mıj (Muş)'a kadar ilerler ve Kalikala (Erzurum)'yı kuşatır. Bunun üzerine üçüncü İran seferine çıkan Kanunî, Erivan, Naxcıvan Ve Karabağ'ı alır.
Bu savaşlar her iki taraf için de zararlı oluyordu. Bu nedenle Osmanlılar ile İranlılar ilk kez resmî bir antlaşma imzalarlar. 1555'te imzalanan Amasya Antlaşması'na göre İran – Safewî Devleti, Erivan, Tebriz ve Kürdistan'daki iddiâlarından vazgeçerek buraları Osmanlılar'a bırakır.
Daha sonra gelen Sokullu Devri (1566 – 1579)'nde siyasal bağlamda önemli bir hâdise çıkmaz; ancak bu dönemde Kürdistan'daki şeyhler, mollalar ve halk arasında sürekli bir huzursuzluk yaşanır. Kürtler, bu devirde Osmanlı Devleti'nden nefret eder duruma gelirler. Bunun sebebi, Sarı Selim'in içkiye ve III. Murat'ın da kadına olan aşırı derecedeki düşkünlüğüdür.
Duraklama döneminde, 1577–1590 Osmanlı – İran savaşları sonucu, 1590 yılında İstanbul'da Ferhad Paşa Antlaşması imzalanır. Antlaşmayla Osmanlılar, Azerbaycan, Loristan, Kuzey Kürdistan, Dağıstan ve Sakartvelo (Gürcistan) bölgelerini alarak doğuda en geniş sınırlarına ulaşırlar.
III. Mehmed zamanında kayda değer bir olaya şâhid olmayan Kürdistan, 1603 yılında I. Ahmed'in tahta geçmesiyle yeniden başlayan Osmanlı – İran savaşları dolayısıyla tekrar hâdiselere sahne olur. Amed ve Musul'a kadar ilerleyen ve Kafkasya'yı ele geçiren İran ile 1611'de Nasuh Paşa Antlaşması imzalanır ve Osmanlılar, 1590 yılındaki Ferhad Paşa Antlaşması ile aldıkları yerleri İran'a geri verirler. Ayrıca İran, ipek üzerinden yıllık vergi ödemeyi kabul eder.
1617 yılında, I. Mustafa'nın tahta geçmesi ile birlikte Osmanlı – İran savaşları yeniden başlamış ise de, bir yıl sonra (1618) yapılan Serav Antlaşması ile, Nasuh Paşa Antlaşması (1611)'nın koşulları esas alınır; yani, bir yıl boyunca boşuna savaşılır; sadece vergi maddesinden vazgeçilir.
Ancak sözkonusu antlaşmadan dört yıl sonra başlayan 1622 – 1639 Osmanlı – İran savaşları, çok uzun sürer. Antlaşmadan önce I. Mustafa, tahtını Genç Osman'a bırakır. Genç Osman'ın dört yıl süren saltanatı zamanında durum gayet sâkindir. Bu devirde önemli yenilik hareketlerine girişilir ve Genç Osman (II. Osman), Osmanlı tarihinin "ilk ciddî yenilikçisi" olarak nam alır.
Binaen aleyh, Genç Osman'ın tahttan inişiyle yeniden başlayan Osmanlı – İran savaşları "en uzun süreli" olan savaşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu ile İran – Safewî Şâhlığı arasında süregelen bütün bu savaşlar silsilesinde başrolü hep "toprak" oynar, ki bu Hayik (Ermenistan), Azer-i Badegan (Azerbaycan) ve Kürdistan (Gülistan) üçgenidir. Nisbî de olsa zaman zaman Doğu Lazistan ve Güney Gürcistan da etkilenmedi değil.
1623 yılında, IV. Murad'ın tahta geçişiyle beraber, Kürdistan, yeni bir sosyo – politik sürecin içine girer.
IV. Murad, sert yöntemlerle ilk başta isyancıları itaat altına alır. Başta Sadrazam Topal Receb olmak üzere çok sayıda sipahî ve yeniçeriyi ortadan kaldırır. Kendisi tiryaki derecesinde içki müptelâsı olduğu halde IV. Murad, memlekette içkiyi, tütünü ve sigarayı yasaklar, gece sokağa çıkma yasağı getirir. Devrin bilginlerine raporlar hazırlattırır.
IV. Murad, Revan Seferi neticesinde Revan ve Kuzeydoğu Kürdistan'ı ele geçirdiğinin hemen akabinde meşhur Bağdad Seferi'ne çıktı. Bu sefer sonucu Bağdad'ı İran'ın elinden aldı ve Osmanlı – İran arasında 1639 yılında Qasr-ı Şêrin Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre;
1 – Azerbaycan ve Revan İran'a bırakılacak,
2 – Güney Kürdistan ve Bağdad Osmanlılar'ın olacak,
3 – Osmanlı ile İran arasında Zağros Dağları sınır kesilecektir.
Qasr-ı Şêrin Antlaşması halen geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır ve bugünkü Türkiye – İran sınırı burada belirlenmiştir.
Antlaşmadan sonra IV. Murad geri döner.
"DİYARBEKR'E HOŞ GELMEDİNİZ"
Bütün bunlar olurken Kuzey Kürdistan'da bazı problemler ortaya çıkar. IV. Murad, Bağdad Seferi'nden dönerken, yönetime karşı oluşan bu "ince durumları" gidermek için Amed ( Diyarbakır )'e uğrar. Etrafındakilere Kürdistan'ın durumunu, buradaki halkın yaşantısı ve kendi yönetimi konusunda ne düşündüklerini sorduğunda, bölgede kendi yönetiminden hoşnut olunmadığı ve halkın çoğunluğunun kendisine karşı olduğu söylenir. Bunun üzerine IV. Murad, bölgenin tüm ileri gelenlerinin, ağaların, şeyhlerin ve müderrislerin toplanmasını ve kendisine açıkça biatlerini bildirmelerini emreder. Bu emir üzerine, köyünde müderrislik yapmakta olan Seyyid Molla Qâsım-ê Haşimî'ye de gidilip, biat etmek için çağrılır. Fakat Seyyid Qâsım Efendi (yazının hemen başında belirttiğimiz gibi ) bu teklifi reddeder. (Bu şeyh, Şeyh Sâîd'in babasının dedesidir)
Aynı şekilde, Kürdistan'ın ileri gelen âîlelerinden biri olan Bedirhanî âîlesi ve bunlardan başka bazı şeyh ve âîleler de padişâh IV. Murad'ın çağrısını geri çevirirler. IV. Murad bu duruma çok kızar. Çünkü Kürdistan'ın şeyh ve mollaları, müderris ve âlimleri o derece büyük bir dinî statüye sahiptirler ki, IV. Murad'ın, saygınlığını ve otoritesini koruyabilmesi için Kürdistan şeyhlerinin biatlerini alması şarttır.
IV. Murad, kendisini çok rahatsız eden bu durum karşısında, kendisine muhâlefet edenlerin ortadan kaldırılmasını ve bu köyün ( Çılsıtun ) ve hatta civar köylerin yıkılmasını emreder.
22 Haziran 2006
"Ben, idâresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendisi sarayında içki içen adama bi'at etmem!"
Bu sözler, Amed (Diyarbakır) ilinin Bısmıl (Bismil) ilçesine bağlı Çılsıtun (Kırksütun) köyünden mümtaz ve saygın bir şâhsiyet olan Şeyh Qâsım-é Haşim'e ait... 1640 yılında, Osmanlı padişâhı IV. Murad'a söylenmiştir.
İlmi, taqwası ve dinî önderliğiyle nam salmış olan Şeyh Qâsım, bir başka âlim olan Molla Heyder'in oğludur. Molla Heyder de Seyyîd Hacı Hûseyn el- Hûseynî'nin oğludur. O'nun babası da Seyyîd Haşim'dir. Seyyîd Haşim ise, Resûl-i Ekrem (saw)'in Kerbelâ'da şehîd olan torunu İmâm Hûseyn'in soyundan gelen bir seyyîddir.
Şeyh Sâîd'in dedesinin babası olan Molla Qâsım Efendi'nin yapısında var olan direnişçi, mücâdeleci, inqlâbcı ve hizbullâhî ruh, Kerbelâ'dan başlayıp süregelen Hûseynî bir rûh olarak, bu sülâlenin umde özelliğini oluşturmuştur.
Tarihî bir şâhsiyetin, özellikle de evrenselliğini ve sürekliliğini koruyorsa bir olayın, değişim ve yapılanmanın, bir olgunun, kimi dönüm noktaları olmuş olayların nedeninin, muhtevâsının, tarih içindeki yerinin, özünün ve mesajının iyi anlaşılabilmesi için, o olayı hazırlatıcı, başlatıcı ve sürükleyici bütün yönleriyle ele almalı, içinde bulunulan dem ile beraber geçmiş – ister görsel, ister işitsel olsun – etmeni de gözönünde bulundurulmalı ve ele alınmalıdır ki, dün ve bugün ikilemi, yarına katıksız ve doğru bir şekilde yansıma gösterebilsin. Tarihî ve güncel olaylara kuşbakışı bakmak, bizi sonuca – eğer amaçlıyorsak – götüremeyecektir. Bunun için, olayların haritası çizilmeli, krokisi değil.
Bilindiği üzere Şeyh Sâîd ayaklanması, 13 Şubat 1925'te başlamıştır. Bu yazıda da, olay bütün yönleriyle anlaşılmaya çalışılacaktır. Ancak biz, biraz daha gerilere gideceğiz. Çaldıran'a kadar...
ÇALDIRAN SAVAŞI'NDAN BAĞDAD SEFERİ'NE DEĞİN KÜRDİSTAN'IN DURUMU
XV. yy'da ve XVI. asrın başlarında, Kürdistan İslâm toprakları, İran – Safewî Şâhlık devletinin egemenliği altındaydı.
Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında tahta geçmesiyle beaber Osmanlılar, tamamen bir "siyaset-i şarqîyye" (doğu siyaseti) izlemeye başlamış ve bütün uğraşılarını Doğu üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Tahta çıktıktan hemen iki yıl sonra Yavuz Sultan Selim, ilk seferini, mezhebî gerekçelerle İran üzerine yapar. Osmanlı İmparatorluğu ile İran Safewî Şâhlığı arasında Tuşpa (Van)'ın Ebex (Çaldıran) ilçesinde yapılan ve tarihe Çaldıran Savaşı (1514) olarak geçen bu harbi Şâh İsmail yönetimindeki İran Safewîleri kaybeder ve Osmanlılar Tebriz'e girer; Yavuz Sultan Selim, burada adına hutbe okutur. Tebriz Sarayı'nın çok kıymetli eşyaları ile birlikte, halkından binlerce zanaatçı, tüccar ve bilim adamını İslâmbol (İstanbul)'a gönderir.
Çaldıran Savaşı'ndan sonra Kürdistan, Osmanlılar'ın hâkimiyeti altına girer. Osmanlılar, oldukça stratejik noktalarda bulunan Amed (Diyarbakır), Mêrdîn (Mardin) ve Kemax (Kemah) kalelerini alırlar. Asimilasyon politikaları sonucu Dîluk (Gaziantep)'un Çînçîn ilçesinin adı "Yavuzeli" olarak değiştirilir. Hemen akabinde Osmanlılar, burada varlığını sürdüren Dılqadr (Dulkadir) Beyliği'ni ortadan kaldırırlar ve Memlûklular ile komşu olurlar. Böylece İran'ın ipeklilerinin ve Tebriz'den Doğu'nun diğer ürünlerinin Halep ve Bursa'ya getirilmesi olanağı, Osmanlı hâzinesine yeni gelir kaynakları sağlamış olur. Yavuz Selim, bu durumda İran'ın batıya olan zengin ipek ticâretini istediği zaman kesebilecekti.
Çaldıran Savaşı, Osmanlılar ile İran arasında uzun yıllar sürecek olan kanlı savaşların başlangıcı oluyordu. Zaten kısa bir süre sonra Şâh İsmail, Tebriz ve Azer-i Badegan (Azerbaycan)'ı geri alacaktır.
Yavuz Selim zamanında doruk noktaya ulaşan mezhepçi yönetim, 1520 yılında tahta geçen Kanunî Sultan Süleyman tarafından devam ettirildi ve Kanunî, saltanatının yedinci yılında kendisine karşı Şiî bir isyanın oluşmasına engel olamadı.
1527 yılında Kalenderoğlu, Yavuz zamanından beri sinmiş olan şiîleri etrafında topladı. Kanunî tarafından idâm edilip dirliği dağıtılan Gırgûm (Kahramanmaraş) Beylerbeyi Dulkadiroğlu Ali Bey taraftarları da Kalenderoğlu'nun etrafında toplandılar. Fakat, 30 bin kişilik katılımın olduğu bu isyan, Sadrazam İbrahim Paşa kuvvetleri tarafından bastırılır ve isyanın elebaşı ödürülür.
Birkaç yıl sonra Kanunî, Österreich ( Avusturya ) ile anlaştıktan sonra, doğudaki denetimi sağlamak amacıyla yeniden İran üzerine sefere çıkar. Tebriz'e girer ve tüm Azerbaycan'ı alarak Hamedan'a kadar ilerler. Sonra güneye yönelip Kürdistan içinde ilerler ve Çîyayên Zaxa (Zağros Dağları)'yı aşarak 1533'te Bağdad'a girer.
Bir süre sonra İran'ın, Tebriz, Naxcıvan, Erivan (Revan) ve Tuşpa (Van) kalelerini zaptetmelerinden sonra İran'a ikinci bir sefer daha yapılır. Tuşpa ve Tebriz geri alınır ve Güney Azerbaycan ile Kuzeydoğu Kürdistan'da denetim yeniden sağlanır.
Akabinde Osmanlılar ile Avusturya arasında savaşlar başgösterince, bunu fırsat bilen Şâh Tahmasb yeniden Kürdistan'a girer. Xelat (Ahlat), El- Cewaz (Adilcevaz) ve Mıj (Muş)'a kadar ilerler ve Kalikala (Erzurum)'yı kuşatır. Bunun üzerine üçüncü İran seferine çıkan Kanunî, Erivan, Naxcıvan Ve Karabağ'ı alır.
Bu savaşlar her iki taraf için de zararlı oluyordu. Bu nedenle Osmanlılar ile İranlılar ilk kez resmî bir antlaşma imzalarlar. 1555'te imzalanan Amasya Antlaşması'na göre İran – Safewî Devleti, Erivan, Tebriz ve Kürdistan'daki iddiâlarından vazgeçerek buraları Osmanlılar'a bırakır.
Daha sonra gelen Sokullu Devri (1566 – 1579)'nde siyasal bağlamda önemli bir hâdise çıkmaz; ancak bu dönemde Kürdistan'daki şeyhler, mollalar ve halk arasında sürekli bir huzursuzluk yaşanır. Kürtler, bu devirde Osmanlı Devleti'nden nefret eder duruma gelirler. Bunun sebebi, Sarı Selim'in içkiye ve III. Murat'ın da kadına olan aşırı derecedeki düşkünlüğüdür.
Duraklama döneminde, 1577–1590 Osmanlı – İran savaşları sonucu, 1590 yılında İstanbul'da Ferhad Paşa Antlaşması imzalanır. Antlaşmayla Osmanlılar, Azerbaycan, Loristan, Kuzey Kürdistan, Dağıstan ve Sakartvelo (Gürcistan) bölgelerini alarak doğuda en geniş sınırlarına ulaşırlar.
III. Mehmed zamanında kayda değer bir olaya şâhid olmayan Kürdistan, 1603 yılında I. Ahmed'in tahta geçmesiyle yeniden başlayan Osmanlı – İran savaşları dolayısıyla tekrar hâdiselere sahne olur. Amed ve Musul'a kadar ilerleyen ve Kafkasya'yı ele geçiren İran ile 1611'de Nasuh Paşa Antlaşması imzalanır ve Osmanlılar, 1590 yılındaki Ferhad Paşa Antlaşması ile aldıkları yerleri İran'a geri verirler. Ayrıca İran, ipek üzerinden yıllık vergi ödemeyi kabul eder.
1617 yılında, I. Mustafa'nın tahta geçmesi ile birlikte Osmanlı – İran savaşları yeniden başlamış ise de, bir yıl sonra (1618) yapılan Serav Antlaşması ile, Nasuh Paşa Antlaşması (1611)'nın koşulları esas alınır; yani, bir yıl boyunca boşuna savaşılır; sadece vergi maddesinden vazgeçilir.
Ancak sözkonusu antlaşmadan dört yıl sonra başlayan 1622 – 1639 Osmanlı – İran savaşları, çok uzun sürer. Antlaşmadan önce I. Mustafa, tahtını Genç Osman'a bırakır. Genç Osman'ın dört yıl süren saltanatı zamanında durum gayet sâkindir. Bu devirde önemli yenilik hareketlerine girişilir ve Genç Osman (II. Osman), Osmanlı tarihinin "ilk ciddî yenilikçisi" olarak nam alır.
Binaen aleyh, Genç Osman'ın tahttan inişiyle yeniden başlayan Osmanlı – İran savaşları "en uzun süreli" olan savaşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu ile İran – Safewî Şâhlığı arasında süregelen bütün bu savaşlar silsilesinde başrolü hep "toprak" oynar, ki bu Hayik (Ermenistan), Azer-i Badegan (Azerbaycan) ve Kürdistan (Gülistan) üçgenidir. Nisbî de olsa zaman zaman Doğu Lazistan ve Güney Gürcistan da etkilenmedi değil.
1623 yılında, IV. Murad'ın tahta geçişiyle beraber, Kürdistan, yeni bir sosyo – politik sürecin içine girer.
IV. Murad, sert yöntemlerle ilk başta isyancıları itaat altına alır. Başta Sadrazam Topal Receb olmak üzere çok sayıda sipahî ve yeniçeriyi ortadan kaldırır. Kendisi tiryaki derecesinde içki müptelâsı olduğu halde IV. Murad, memlekette içkiyi, tütünü ve sigarayı yasaklar, gece sokağa çıkma yasağı getirir. Devrin bilginlerine raporlar hazırlattırır.
IV. Murad, Revan Seferi neticesinde Revan ve Kuzeydoğu Kürdistan'ı ele geçirdiğinin hemen akabinde meşhur Bağdad Seferi'ne çıktı. Bu sefer sonucu Bağdad'ı İran'ın elinden aldı ve Osmanlı – İran arasında 1639 yılında Qasr-ı Şêrin Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre;
1 – Azerbaycan ve Revan İran'a bırakılacak,
2 – Güney Kürdistan ve Bağdad Osmanlılar'ın olacak,
3 – Osmanlı ile İran arasında Zağros Dağları sınır kesilecektir.
Qasr-ı Şêrin Antlaşması halen geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır ve bugünkü Türkiye – İran sınırı burada belirlenmiştir.
Antlaşmadan sonra IV. Murad geri döner.
"DİYARBEKR'E HOŞ GELMEDİNİZ"
Bütün bunlar olurken Kuzey Kürdistan'da bazı problemler ortaya çıkar. IV. Murad, Bağdad Seferi'nden dönerken, yönetime karşı oluşan bu "ince durumları" gidermek için Amed ( Diyarbakır )'e uğrar. Etrafındakilere Kürdistan'ın durumunu, buradaki halkın yaşantısı ve kendi yönetimi konusunda ne düşündüklerini sorduğunda, bölgede kendi yönetiminden hoşnut olunmadığı ve halkın çoğunluğunun kendisine karşı olduğu söylenir. Bunun üzerine IV. Murad, bölgenin tüm ileri gelenlerinin, ağaların, şeyhlerin ve müderrislerin toplanmasını ve kendisine açıkça biatlerini bildirmelerini emreder. Bu emir üzerine, köyünde müderrislik yapmakta olan Seyyid Molla Qâsım-ê Haşimî'ye de gidilip, biat etmek için çağrılır. Fakat Seyyid Qâsım Efendi (yazının hemen başında belirttiğimiz gibi ) bu teklifi reddeder. (Bu şeyh, Şeyh Sâîd'in babasının dedesidir)
Aynı şekilde, Kürdistan'ın ileri gelen âîlelerinden biri olan Bedirhanî âîlesi ve bunlardan başka bazı şeyh ve âîleler de padişâh IV. Murad'ın çağrısını geri çevirirler. IV. Murad bu duruma çok kızar. Çünkü Kürdistan'ın şeyh ve mollaları, müderris ve âlimleri o derece büyük bir dinî statüye sahiptirler ki, IV. Murad'ın, saygınlığını ve otoritesini koruyabilmesi için Kürdistan şeyhlerinin biatlerini alması şarttır.
IV. Murad, kendisini çok rahatsız eden bu durum karşısında, kendisine muhâlefet edenlerin ortadan kaldırılmasını ve bu köyün ( Çılsıtun ) ve hatta civar köylerin yıkılmasını emreder.