şeyh, müridini kurtarabilir mi ?

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Sevgili İhvan Üyeleri, Hüsni Zan da bulunmayın intisablı değilim, müridi değilim (olanlara muhabbtler) ama güzelyazılmış paylaşmak istedim :)




ŞEYH, MÜRİDİNİ KURTARABİLİR Mİ ?
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'nin Altınoluk Dergisi'nin Aralık sayısında yayımlanan makalesi, birtakım yanlış tarikat anlayışlarına açıklık getiriyor.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 39)
“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır…” (el-Bakara, 286)
Demek ki uhrevî bakımdan bir insanın kendi kendine vereceği faydayı da zararı da cümle âlem bir araya gelse veremez… Hakkın emirlerine isyan ederek kendisine zulmedeni -Allah dilemedikçe- hiç kimse azaptan kurtaramaz. Îman ve sâlih amellerden uzak durarak ebedî kurtuluş yolunda kendisine hayrı olmayana, hiç kimsenin hayrı dokunmaz.
Bu bakımdan fânîlere güvenerek, yani onlardan vefâ ve yardım umarak Bâkî'yi unutmak ve Hakk'ın emirlerine bîgâne kalmaktan daha hazin bir hamâkat olamaz.
"ŞEYHİMİN ETEĞİNE YAPIŞIRIM, O BENİ KURTARIR"
Unutmamak îcâb eder ki bütün fânîler, Cenâb-ı Hakk'ın dilemesiyle var olmuş ve yine O'nun dilemesiyle varlıklarını sürdürebilmektedirler. Herkes ve her şey O'na muhtaçtır. O hâlde, Bâkî'yi unutup fânîlerden medet ummak, onlardan vefâ beklemek, nefsin bir aldatmacasıdır.
Kendisini amel-i sâlihlerle donatmadan; “'Ben filân kimsenin eteğine yapışırım, o beni kurtarır.” gibi hayal ve vehimlere kapılanlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Zira kimse kimsenin yerine ölmediği gibi, âhirette de hiç kimse bir başkasının hesâbını üstlenmez.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için(başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabâsı da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez…” (Fâtır, 18)
Dolayısıyla herkesin kendi derdine düşeceği mahşer gününde ilâhî rahmete ve Efendimiz'in şefâatine nâil olabilmek için; bugün tevbe, istiğfar, ibadet ve sâlih amellere sarılma mevsimindeyiz. Önümüzdeki; kabir, kıyâmet, mahşer, hesap, Sırat gibi zor ve çetin geçitlere, bugünden hazırlanmak mecbûriyetindeyiz.
Bir gün yoksulun biri, Câfer-i Sâdık Hazretleri’ne:
“–Neden gece-gündüz çalışıp durmaktasın?” diye sormuştu. O da şöyle cevap verdi:
“–Baktım ki, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği üzerimden attım. Yaratıldığımdan beri, rızkım bana gelip yetişiyor. Bu yüzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım.
Bir gün ölüm gelip çatacak, kimse benim için ölmeyecek. Bu sebeple ölüme hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum. (Ürpertici ölüm hakîkatini güzelleştirecek olan sâlih amellerin gayretine yöneldim.)
Diğer taraftan, insanlarda da bir vefâ görmedim. O yüzden de cân u gönülden Allah Teâlâ’nın vefâsını tercih ettim. Bundan başka her şeyi terk ettim. (Bütün bunların «zıll-i zevâl», yani bitip yok olan fânî gölgeler ve boş hayaller hükmünde olduğunu idrâk ettim ve onlara ümit bağlamaktan)vazgeçtim.”[1]
"HERKES KENDİ YÜKÜNÜ TAŞIYACAK"
Şu hâdise ne kadar hikmetlidir:
Büyük müçtehid Ahmed bin Hanbel Hazretleri, Bağdat’ta pazardan dönerken, onu elinde çantasıyla gören biri koşarak gelip, çantasını taşımak ister. Hazret, çantasını vermek istemeyince de adamcağız:
“–Efendim, büyüklerimize hizmet, bizim vazifemizdir.” diyerek ısrar eder. Ahmed bin Hanbel Hazretleri ise bu söze, şu hikmetli ifâdeyle mukâbelede bulunur:
“–Biz kendimizi çantası taşınacak büyüklerden bilirsek, bu kibir olur; küçüklerden biri olduğumuzun delilini teşkil eder. Bu sebeple, bizi büyüklerden bilmek, size sevap kazandırsa bile, bizi gaflete sürükler. En iyisi, kendimi, çantası taşınacak büyüklerden biri saymayıp yükümü kendim taşımalıyım. Çünkü mahşerde de herkes kendi yükünü kendisi taşıyacak ve kimse kimsenin yükünü yüklenmeyecektir.”
Bu bakımdan her birimiz, ömür sermâyemizi sâlih amellerle değerlendirmek için, bugün ciddî bir gayrete girmeliyiz. Unutmayalım ki, ilâhî imtihan dünyasındaki bu fânî hayat nîmeti, bir defaya mahsus lûtfedildi. Ecel senedimizin meçhul vâdesi dolduktan sonra, artık ne bir tehir söz konusudur, ne bir tekrar, ne de bir telâfî imkânı…
Dipnot: [1] Ferîdüddîn Attâr, İlâhînâme, İstanbul 2010, s. 121.
Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Aralık, Sayı: 346, Sayfa: 032.







 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
ŞEYH, MÜRİDİNİ KURTARABİLİR Mİ ?



"Şeytan, eteğine yapışan müritlerini cehenneme götürebilir mi?" sorusuna verilecek cevap yukardaki
"ŞEYH, MÜRİDİNİ KURTARABİLİR Mİ ?" sorusuna verilecek cevapla doğru orantıdadır.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Şeyh öğretmen, mürit de öğrencidir. Öğrenci, İslami sahada eksikliklerini öğretmeninden tamamlar ve hayatını ve yaşamını yarınlara atfen, Kur'an ve Sünnet ekseninde daha doğru ve dürüst bir şekilde ve de takva ve huşu ile kuşanabilir.

Yani, öğretmen muhatabına bilgisiyle yardımcı oluyor öğrenci de bilgiyi alıyor ve uyguluyor.

Dolayısıyla, şeyhin de, öğrencinin de yaptıkları ve uyguladıkları "terazi"ye konulacak,

İyilikleri ağır gelen cennete girecektir...

Şeyhin iyiliği ağır gelmez de öğrencisinin iyiliği ağır gelebilir. Yani Kıyamet Günü'nde bir hadiseden kesin bir bilgi ile bilgilenmedik, sadece umuyoruz. Ya da şeyhin kurutlacağını kurtulan şeyhinde öğrencisine yardımcı olacağını umuyoruz. Ama kesin bilgi Allah'ta... Onu kimse bilmiyor...

Aslında bir anlamda herkes fiili ile, yaptıklarıyla kendisini kurtarır ki, yukarıda verdiğim örnekte de bu geçerlidir.

Peygamberimiz ve Peygamber'lerden hariç ve bir de Cennet'le müjdelenenler var (itiraz da gelebilir ama bunu duymayanımız da yoktur) onlardan hariç,

Yarın kimin ne olacağını "kesin" bilici değiliz...

Dolayısıyla herkes ameline bakmalıdır... Yaptıklarına bakmalıdır... Kimseye manen kurtarıcı görevi de verilmedi kesin olarak...

Biz umduğumuz ve öyle düşündüğümüz şeyi "KESİN" bir bilgi imiş gibi sunuyoruz.

Mesela, "Bizim şeyh insan-ı kamil'dir..." Bu cümle kesinlik ifade etmez... Aslında söylenmek istenen: "Onun insan-ı kamil olduğunu düşünüyoruz"dur...

Çünkü, "Nereden bildin?" sorusunun, Kur'ani bir cevabı da olması gerekiyor...

Allahü Teala güzel şeyler yapmayı bizlere nasip eylesin...

 
Üst