Sevgi hırsızlığı

Yitik Lale

“Men dakka dukka”
Katılım
3 May 2010
Mesajlar
3,282
Tepkime puanı
810
Puanları
0


Geçende birkaç öğretim üyesiyle sohbet ediyorduk. Bir ilâhiyatçı öğretim üyesine, “Hocam neden Bediüzzaman gibi büyük zatlar kalp ayine-i Samed’tir, diyorlar da “Kalp, ayine-i Vedud’tur,” demiyorlar? Halbuki, sevgi, muhabbet, Allah’ın Vedud ismiyle bağlantılıdır,” diye sordum.
İlâhiyatçı hocam, “İnsan, Allah hesabına olmadan neyi sevse, her iki taraf için de bir “karşılık beklentisi” ve “birbirine muhtaç olma bağımlılığı” formatına girer. Oysa Allah’ın Samed ismi, her şey O’na muhtaç, O, hiç kimseye muhtaç değildir, anlamına geliyor. Bu yüzden, Allah’ın bizim hiçbir şeyimize ve hatta sevgimize muhtaç olmaması, bizim O’na muhtaç olduğumuzu da akla getiriyor. Dolayısıyla, bizim Allah’ı sevmemiz, kendi menfaatimize olan bir şeydir. Yoksa biz Allah’ı sevmezsek O’ndan hiçbir şey eksilmez. Ancak bizden çok şey eksilir, şeklinde bir yorum yaptı.
Ben de şöyle düşündüm. Sevgi ve muhabbetin mekânı olan kalp, ayine-i Samed olduğuna göre, O’na harcanmayıp masivaya; yani Allah’tan başkasına harcanan sevgi ve muhabbet unsuru, hırsızcasına aslından çalınıp başkalarıyla ikame ediliyor, demektir.
Evet, dostlarım. Üstad Bediüzzaman, “Muhabbet, kâinatın sebeb-i vücududur,” diyor. Ama bu muhabbet, başta Cenab-ı Hakk’a verilmelidir. Allah’ı sevmek birinci önceliğimiz olursa, sonraki sevgiler de anlam kazanır. O’nun hesabına ve O’nun için sevilen her şey, Allah’ı sevmek adına bir değer kazanır. Yoksa, masivaya sarf edilen tüm sevgiler hebaen mensur israf edilmiş olur.
Zaten insanın fıtratı Allah sevgisiyle imtizaç etmiştir. Allah sevgisinin olmadığı gönüller sinede yüktür ve her şeyi insana yabanî kılar. O zaman insan, kâinattaki sırları ve insanın bu dünyaya gönderilmesindeki sırrı da asla anlayamaz. Anlık ve eyyamcı zevkler ve sevgilerle en değerli vakitlerini boşa harcar ve geri dönülmesi imkânsız vartalara sürüklenir. Allah böyle elim ve elemli haletlerden cümlemizi korusun.
Sevgiden daha ileri olan “şefkat” unsuru da Allah hesabına olursa yine anlamlı ve lezzetli olur. Allah hesabına olmayan şefkatler, raydan çıkan tren gibi kontrolsüz ve sonucu tahribatlı olur. Zira, insan, Allah’ın, kendi hikmetine göre uyguladığı işlemleri, Allah’tan daha fazla şefkati varmış gibi, haddini aşarak sorgulamaya ve hatta isyan etmeye başlar. Birçok insan bu yüzden, imanını kaybeder. Meselâ bir tek evlâdını kaybeden bir anne, Allah’ın hikmetine dayanarak sabretmek yerine, “Ben Allah’a ne yaptım ki, benim çok sevdiğim evlâdımı aldı? Benden başkası yok mu ki, bu musibet beni buldu? Diye isyan etmeye başlar. İşte bu şefkat veya sevgi insanı ebedi vartaya atabilecek bir halettir.
Bir zaman, bir Erzurumlular Günü’nde bir hemşerim şöyle demişti: “Ben önceleri, çok inançlıydım, namazımı kılar orucumu tutar vs ibadetlerimi yerine getirirdim. Ancak, benim kızım şeker hastası olunca isyan ettim ve hepsini terk ettim,” deyince ben, “Bu bir imtihan sorusudur, Allah seni bu olayla imtihan ediyor, sabretmek lâzım,” dedim. Adam bu sefer, “Canım böyle kazık bir soru da sorulmaz ki!” diye karşılık vermişti. Bu sefer başka bir hemşerim: “Asıl kazık sorular öbür tarafta olacak,” diyerek bir espri yapmıştı.
Aslında bizim Erzurum’dan böyle adamlar pek az çıkar. Zira bizim Erzurum’un insanı genelde dinine imanına bağlıdır. Ameli olmasa da son derece saygılıdır. Ama her yerin iyisi de kötüsü de mevcut. Yine de biz iyilere odaklanalım ve Yunus Emre’nin dediği gibi, “Yaratılanı sevelim, Yaratandan ötürü,”
Sevgiyle kalın; hoşçakalın.


Kenan ÖREN
 
Üst