Senai Demirci / Kırk Kapının Kırk Duası

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Senai Demirci

1964’de Samsun’un Terme ilçesinde doğdu. Samsun’da başladığı tıp öğrenimini İstanbul’da sürdürdü ve 1990 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi.

Sağlık Ocağı, Yaşama Gücü ve Yürüyüşler adlı TV programlarının yapımcılığını ve sunuculuğunu ve çeşitli radyo programları yaptı.
Büyük Anadolu Hastanesi ve TDV 29 Mayıs Hastanesi’nden sonra Özel Üsküdar Hastanesi’nde kurumsal iletişim müdürlüğü yapmaktadır. Halen tıpta kalite yönetim çalışmaları yapan Senai Demirci, Üsküdar Belediyesi adına Altunizade Kültür Merkezi’nde düzenlenen Evim Güzel Evim seminerlerini yönetmektedir.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan denemeleri dışında telif ve tercüme çok sayıda eseri bulunmaktadır.

ESERLERİ

AŞKA DAİR ÖYKÜLER
SEVGİLİ'NİN EVİNE DOĞRU (Hac Günlüğü)
AŞKA ADANMIŞ ÖYKÜLER
SAĞLIK SIRLARI
CAN KIRIĞI
KALBİMİZİ YENİDEN YAZMAK
getimageV3.asp

getimageV3.asp

getimageV3.asp

90232.jpg


Sözün güzelini söylemek için

Kardeşimin hatırını onun yokluğunda da
korumak için

Emaneti ehline vermek, kardeşimin hatasını (emanetini)
başkalarına taşıtmamak için

Tercihimi kınayıcı, yargılayıcı, yakıcı
olandan değil, ıslah edici, onarıcı, yapıcı olandan yana kullanmak için


İkiyüzlü/ikisözlü olmamak için

Hayatıma parça tesirli fiskos
bombası fırlatmamak için

Gıybetin y/aktığı dudaklarda artık çiçeklerin
açması için

GIYBET ETMİYORUM!
Gıybet etmemek, 'Allah'ı
görür gibi yaşama' çabasıdır. Allah'ın duyduğunu bilerek konuşma duyarlılığıdır.
Allah'ın işitmesine göre nefes tüketme inceliğidir.

Allah işitmiyormuş
gibi konuşmak günah değil mi?

Senai Demirci, bir insanın, gıyabında da
onurunun korunduğu, olmadığı yerde de saygı gördüğü, işitmediği kapı arkalarında
da hatırının sayıldığı biricik medeniyetin mensupları olarak, gıybetsizliğe

davet ediyor bizleri. Gıybet Gönülsüzlüğüne…
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
selam_sana_ey_nebi_2010_2_17_97083.jpg


"Allah ve melekleri, peygamberi çok salât ederler, Ey müminler Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin."
(El-Ahzab-56)

Cebraile mülaki oldum da bana şöyle dedi: Sana müjde ederim Allah diyor ki: 'Kim Sana selam verirse Ben ona selam veririm. Kim Sana salat getirirse Ben ona salat ederim.'
(Hakim, Beyhaki)

Senai Demirci, aşina üslubuyla "Efendimiz bizim kimimiz? O'na nasıl yakın olabiliriz? Sevgili'ye muhabbetimiz nasıl artar? Muhammed adı "sallahu aleyhi vessellem" yüreklerimize nasıl kazınır? gibi çok temel sorulara cevap arıyor. O'ndan bahsetmenin sözü güzelleştirdiği hakikatinden yola çıkarak okuru bir gül bahçesine davet ediyor.

Kitap, Hasan Aycın'ın nefis çizgileriyle destekleniyor. Tüm telif gelirleri İHH'ya bağışlanan kitabın hediyesi 3 ytl. Hayrı çoğaltmak isteyenler için...

Sen yağmurun annesi
Ey Sevgili
Muhabbetin bin yağmurdan serin
Sen yağ ki
Çöl doysun, çöl doysun ey Nebi...
Sen hüznün tesellisi
Ey Sevgili
Tebessümün sonsuzluk müjdecisi
Sen gül ki
Gül gülsün, gül gülsün, ey Nebi...
Sensin varlığın incisi
Ey Sevgili
Yüzün senin güneşler sevinci
Sen sev ki
Aşk olsun, aşk olsun, ey Nebi...
 

Mavera_a

Üye
Katılım
15 Nis 2010
Mesajlar
27
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
34
Duruşundan bile enginlik var. Kişiliği, eserleri ile önemli yazarlarımızdan.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Vahyin Binbir Sesi
Basım Tarihi : 07 - 2010

Senai Demirci Vayhin Binbir Sesi'nde bu kez Kur'an üzerinden kalbe, insan'a adım atıyor. Ayetler üzerine düşünürken Rabbin kelamının nasıl da yaprak yaprak açılmaya devam ettiğine şahitlik ediyor. Ayetlerden yüzüne yansıyan tebessümleri yazıyor; ‘kardeşçe', ‘hercaice'.

“Kur'ân'a baktıkça ikiz kardeşinle tanışırsın, kendi yüzüne yeniden bakmış olursun” diyor Senai Demirci, her ayetin nasıl da ‘biz'e, ‘bizim için' indirildiğini hissettiren cümlelerle…
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
resim.ashx


Dar Kapıdan Birlikte Geçmeye DAVETLİSİNİZ! Alabildiğine geniş zannettiğimiz hayat yolculuğunda, sayısını bilemeyeceğimiz zor tercihlerle ve dar geçitlerle yüz yüze gelir insan. Bu ‘dar kapılar’ın ötesinde ise insanın kendisini bir okyanus kadar derin ve bir martı kadar özgür hissedeceği nurani iklimler vardır. Senai Demirci, bu kitabıyla bizleri, aşılabildiğinde aydınlık bir hayata götüren 'dar kapıdan geçmeye' hazırlıyor. İnsanı, kendini ve kâinatı keşfetmeye, haddini ve Rabbini bilmeye çağıran denemelerle okuyucuyu akli ve kalbi bir yolculuğa çıkarıyor. Üstelik bunu, ipek yumuşaklığında bir dil ve sağlam bir fikir örgüsüye sunuyor. Kitabın içinde bahsedilen başlıca konular, • Rıza i ilahi için yaşamak • Sebepler perdesinin arkasında ki hakikat • Rabbe kul olmak • Allah’ın yaratışında ki mucizeye ülfet kesbetmemek • Hayret nazarını korumak • Akıl ve nakil dengesinde yürümek • Nefis mücadelesini diri tutmak
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ve-ask-evliligin-ellerinden-tuttu20101211060428.jpg


Basım Tarihi : 2010-12

Evliliğe elinizde boş bir kase ile başlarsınız. Elinizdeki boş kase, evlilik niyetinin en başında bulduğumuz aşk ve güven, sevgi ve saygıdır. Bu kase elde olduktan sonra, kaseye dolduracağınız çorbanın tuzunu, suyunu, acısını, kıvamını, baharatını birlikte belirlersiniz. (Arka Kapak'tan)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ENGEL TANIMAYIN!
22101.jpg

Bu doktor başka doktor!
Yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla sempati toplayan ve aşılayan bir doktor: Senai Demirci


Herkes şimdiye kadar gördüğü tüm doktorları gözünün önünden geçirsin. Ben de bunu sözlü olarak yapacağım, hani sesli olarak düşünür gibi..

Doktor dediğin asık suratlı mı olur?
Doktor deyince aklımıza bir hastane binası ya da bahçesinde bulunan beyaz önlüklü insanlar geliyor. Önlükleri olmasa da tanınabilecek ortak özellikleri bulunuyor. Mesela gülümsemiyorlar, hep ciddi bir yüzle dolaşıyorlar, hatta yüzünüze bakıp gözlerinizdeki yıldızları bile görmüyorlar.
Başları biraz yukarıda oluyor ve insanların yanından dokunmamaya çalışır gibi hızlıca geçiyorlar. Eğer bahçede, koridorda biriyle güler yüzlü konuştuğunu görürseniz, mutlaka ya akrabası ya da yakın bir tanıdığı oluyor. Bunun yanı sıra azarlayanı, kızanı, bağıranı, soru sorduğunuzda tersleyip susturanı bilmem söylemeye gerek var mı?
Tüm bu olumsuz etkilerle büyüyorsunuz ve bir gün karşınıza bir doktor çıkıyor, ama… Şimdiye dek gördüklerinizden bambaşka! Tüm insanlara gülümsüyor en başta. Herkese ayrı ayrı özel ilgi gösteriyor. Kendisine yönelen gözlerdeki ışıl ışıl parlayan yıldızları keşfediyor ve kalplere bir yolculuk yapıyor. Bu doktor insanları öyle seviyor ki ahirette de hasta olmamaları için şifalar arıyor, buluyor ve latif bir şekilde sunuyor. Bu doktoru tanımaya başladıkça şaşkınlığınız daha da artıyor. Çünkü aşka, sevdaya dair hikâyeler de yazıyor, kitaplarında eş sevgisine ve aile kavramına özel bir yer veriyor.

Hayatı gençlerle çevrili
Etrafında neredeyse her zaman birkaç genç bulmak mümkün. Çünkü gençler onu çok seviyor. Onlara Hazreti Peygamber’i öyle bir anlatıyor ki, kalplerinde hatırlamayışın durgunluğundaki sevgi nehri yemyeşil coşkun suyuyla yeniden çağıldıyor Arş’a. Gençler Onun yüreğinden süzülen kelimelerle daha da yakınlaşıyor Allah’a. Aramızda kalsın; Peygamber edasıyla gelen bu ilgi gençlere insan yerine koyulmanın mutluluğunu yaşatıyor!
Gençler kadar Engelli insanlar da bu sevgiden nasipliler arasında. Zirâ, Doktorumuz Engellilerin de yüreklerine dokunuyor. Onlara bakarken dalıp gidiyor hatta… Hayatın Sahibi’nin verdiği nimetleri kendi tabiriyle ‘yine, yeniden’ tefekkür ediyor. Engellilik kavramı üzerinde de düşünüyor ve ‘Ona acıyarak bakma, ona nasıl baktığına acıyarak bak...’ diyerek asıl engelin yürekte olduğunu bizlere hatırlatıyor. Engellilerin derin kuytularda kalmış iç feryadlarına ya da evlerinde hapsolmuş hayatlarına bir yardım eli uzatıyor. Onlara kendi ismini taşıyan Dr. Senai Demirci Özel Rehabilitasyon Merkezi’ni kurarak kalıcı bir hizmet sunuyor. Engelli ailelerin yaşadığı zorluklara daha bir yakından tanık oluyor, sorunlarına çözümler üretiyor.

Resimleri büyütmek için üzerini tıklayın. Kendisinde doktor-hasta ilişkisini andıran bir hal de görünüyor. Gün aşırı alınan ilaçlar gibi, elinden Kur’an-ı Kerim’i düşürmüyor. Seminerlerinde, televizyon programlarında ya sinesine yakın bir yerde tutuyor nadide bir çiçek demeti gibi ya da sohbetin ana merkezine konuk edip Kur’an’daki aslî şifalarla nefeslendiriyor izleyenlerini.
İşin ilginç kısmı çoğu kimse Senai Demirci’nin doktor olduğunu bilmiyor. Çünkü o doktorlar gibi mesafeli durmuyor insanlara karşı. Bizden biri gibi adeta… Onu tanıyan 40 yıllık dostu gibi hissediyor, bu yüzden fuarlardaki imza kuyruklarında en uzunlarından birini Senai Demirci’nin hayran kitlesi oluşturuyor. Ona artık ‘Doktorum’ yerine ‘Hocam’ deniyor.. Bir okuyucusu bir seminerinde üzüntüyle soruyor ‘Hocam Risale-i Nur okumalarımı artırmam için ne yapmam gerekir? Cevap, yumuşak latif bir sesle geliyor.. ‘Küçük kitaplardan başlayıp yavaş yavaş oku, zamanla artırırsın’ Genç tebessüm ediyor, karşısında kendisini anlayan bir kalbin varlığıyla mutlu oluyor, şevki artırıyor. Kim bilir çoğu genç belki de büyüklerden bir ‘hadi.. göreyim seni..’ desteğini bekliyor!

Hatalarımızla yüzleşmemizi sağlıyor

Demirci, asrın hastalığından biri olan Gıybet kanseri daha fazla kardeşi yiyip bitirmesin, daha fazla sevapları tüketmesin diye sırf bu konuya dair bir kitap çıkardı. ‘Söz Yangını’… Kitabında Esma-ül Hüsna’yı şefaatçi yaparak, gıybet günahı için daha bu dünyadayken af diledi, gaflete dalmış ve uyanamamış çoğu kişi gibi yakıcı ahiret gününü beklemeden, pişmanlıkla kavrulmuş sözleriyle tüm kardeşlerinden helallik istedi. Kendi hatalarını yazılarına alıp Allah’a dua etmesi ve öz eleştiri yapması elbette ki okuyucularının da ahlakına yansıdı zira Onu okuyanlar da kendilerine dönüp hatalarıyla yüzleşiyor ve telafi etmek için uğraş veriyor.
Doktorluk, yazarlık, program yapım ve sunuculuğu derken Senai Demirci’nin sanatçı yönü de yavaş yavaş açığa çıkıyor. Yüreğinden taşan dualara kendi latif sesini dokunduruyor ve bu doktor şiir albümleri de çıkarıyor… Bize de dinleyip din’lenmek düşüyor…
Gördüğümüz gibi bu doktorun ayakları yere basıyor, havalarda gezmiyor!.. Manevi sohbetin cezbesiyle uçtuğu da görülebilir ara sıra.


Özge Senâ Bigeç keşke tüm doktorlar böyle olsa, dedi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Senai Demirci / Vahyin Binbir Sesi

27714.jpg


TADI TEFSİR TADI...


27715.jpg

Vahyin binbir sesi Senai Demirci ile
Vahyin Binbir Sesinde Senai Demirci, ayetlerin kendisine çağrıştırdıklarını aktarıyor.



Senai Demirci farklı, sade ve içten yorumlarıyla ayetleri kucaklayıp, okuyucuların gönlüne bırakarak Kur’an’ı anlamaya bir adım daha yaklaştırıyor, yakınlaştırıyor adeta.​
Vahyin Binbir Sesi’nde (Timaş, 2010) Demirci, tefsir “tadında” lakin bildiğimiz anlamda belli bir sıra takip etmeden, yazarın kendi dünyasında makes bulan ayetleri, hususiyetle “hayatımıza dokunuşlarındaki sesleri “ dillendirmeye çalışmış. Bu manada henüz ilk kitabı ancak devamının geleceği sinyalini yazardan alıyoruz. İyi ki de alıyoruz çünkü okudukça kalbimize inen sekine bizleri daha da çok okumaya sevk ediyor ve ikinci, üçüncü vahiy seslerini elimize almak için sabırsızlanıyoruz.
Elhamdülillah’ın hakkını vermek!
Senai Demirci kendi deyimiyle Kur’an’ın ilk sayfasının ilk cümlesi olması sebebiyle “elhamdülillah”ın ayrıcalıklı olarak daha bir üzerinde durmuş ve her “elhamdülillah”ın arkasından hamd edebilmenin şükrünü eda etmek için bir “elhamdülillah” daha demeye borçlandığımızı ifade etmiş. Bu satırlarla hemhal olurken bir taraftan da son tefsir dersine gitti zihnim. Hocamızın yurt dışı ziyaretleri esnasında gördüğü ihtiyaç sahibi kardeşlerimizin onca yokluğun içerisinde dillerinden düşürmediklerini söylediği “elhamdülillah”la bizim “lûtfen” zikrettiğimiz “elhamdülillah” arasında nasıl bir uçurum olduğunu düşündürten derse. Müşahede ettiklerini bizlerle paylaştığında kendi adıma şikayetlerimden bir kez daha utandım. İnsanların ayağı çıplak, karnı aç, barınağı yok, en mühimi suları bile yok ama ağızlarından “elhamdülillah” eksik olmuyor. Tabi oradan kendimize bakınca görünen o ki, bir elimiz yağda bir elimiz balda olduğu halde şükür etmeye yeriniyoruz, nimet içinde yüzüyoruz lakin şükür etmeyi idrak edemediğimiz için elimizdeki nimetlerin farkında da değiliz tam manasıyla. Kaldı ki varlık içinde şükrün hakkını veremeyen bizlerle, yokluğun her hâlini görmüş kardeşlerimizin dilindeki şükrün ecri aynı olmasa gerek.
Ayetler dertleşir mi?
Kitapta ara ara muhtelif ayetlerin birbirleriyle alakalı kısımlarından alınan çok hoş cevabi ayrıntılar mevcut, “bir ayet bir ayetle dertleşir” başlığı altında.
-“Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” (Bakara, 7)
-Öyle ya; “kalpleri olduğu halde kavrayamazlar.” (A’raf, 179)
-“Allah onların… işitmesini mühürlemiştir.” (Bakara, 7)
-İşte bu yüzden, “kulakları olduğu halde işitmezler.” (A’raf, 179)
-“Onların gözleri üzerinde perde vardır.” (Bakara, 7)
-Haliyle, “gözleri olduğu halde görmezler.” (A’raf, 179)
İnsan bu ayetleri okuyunca şöyle düşünüyor. Soru varsa cevap da, dert varsa derman da Kur’an’da lakin arayana, okuyana, düşünene ve istikâmet üzre olana sadece.

F. Kebire Gündüz Karaaslan vahyin sesiyle kalbini dinlendirdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
127238.jpg


Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek



Eylül 2011

Senin rüyanı gördü Yusuf. Seni rüya diye gördü. Uyuyan Yusuf değil, sensin. Senin gömleğindir Yusuf’un üzerindeki. Kanlı… Yırtık… Kuyuya atılan sensin. Acıların, kanlı ellerin eğlencesi… Pazara sürülmüş kalbin. Ucuz sevdaların kölesi olmuşsun. Çoktan Züleyha’nın eline geçmişsin. Yırtılıyorsun. Seni sana çağıran sesler zindanda. Kendini aradığın yerde bulamıyorsun.

Yusuf’un yüzünü tut yüzüne ayna diye. Yusuf’un sözüne tutun ayağın kaymasın yine. Yusuf’un elini tut ki ayağa kalksın düşlerin düştüğü yerden. Yusuf’un hatırasını tut aklında ki tutkularının hapsine düşmeyesin.

Yusuf’un yâdı feryadın olsun gam ve kederlerine: Yâ esefâ alâ Yûsuf’a…

Kıssaların en güzeliyle buluşturuyor bizi Senai Demirci. Güzeller güzeli Yusuf’un kıssasıyla… Kardeşlerini kıskandıran, Züleyha’ya diz çöktüren, Yakub’a hasret olan bu güzelliğin kıssası, Senai Demirci’nin şiirsel yorumlarıyla daha da güzelleşerek şimdi ve buraya dokunuyor. Sadece anlatılan değildir kıssa. Anlatılandan payımıza düşen hissedir. Sadece alıntılanan değildir kıssa. Üzerimize alındığımız kadar hissediştir.

Kıssaların en güzeli bizi en güzel yapan kıssadır.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Yâ esefâ alâ Yusufa: “ÜçYusufÜçRüyaÜçGömlek”


Resim_1317726072.jpg


Üç gömleğin yakasından tutunarak, üç rüyanın içinden geçerek üç Yusuf hali anlatıyor bize kitap. “Her gömlek bir rüyanın gövdesinden düşer.” Yırtılan gömlekler, kendi kıvrımlarından akıp, üç rüyanın içinden geçerek Yusuf`un yüzünü yüzümüze ayna diye tutar.


ÖZLEM KANDEMİR
Kendi kişisel deneyimimde, Vahyin Sesi ile gerçek manadaki tanışıklığım üç aşamada gerçekleşti: İlk olarak İlahi Kelam’ın lafzı ile tanıştım. Şiirsel bir ritmle içime işleyerek mest etti beni. Sonra manası ile buluştum, tüm hayatımı kuşatacak biçimde kalbimi fethetti ancak yine de bende eksik olan bir şeyler var gibiydi. Nihayetinde Kuran’ın maksadı ile tanıştım ve işte o anda önümde yüzlerce kapı tek tek açılmaya başladı. Geçtiğim her kapının ardında, kelamı edenin lütfuyla bereketlendi ömür toprağım, saklanan filizler bir bir yeşermeye başladı.
Hikmetini kavramaya her daim muhtaç olduğumuz Kitab’ın manası ve maksadı, köklerimizin bağlı olduğu toprağa cansuyu taşıyan yegane yaşam pınarıdır. Hayatın ve varoluşun her safhasına atılmış birer manşettir vahyin kelamı. Atılan her bir manşet; şimdiye, buraya, tüm zamanlara, tüm mekanlara, tüm insanlığa hitap eden İlahi haberleri nakleder hayat damarlarımıza. Can alıcılığını yitirmeyen, insanın gündeminden asla düşmeyen/düş(e)meyecek olan manzaraları yansıtır dünden bugüne ve yarına (ve tüm zamanlara). Kelimeleri Yaratan, yarattığı kelimeler aracılığıyla konuşur yarattıkları ile. Öyle kıymetli bir hal ki bu, kısas olsun diye kıssalar anlatır o kelimeler ile. Yaradan, yarattıklarına dair gizemleri haber verir, söylenmiş/söylenebilecek sözlerin en güzelleriyle.
Vahiy, kâinatın varoluş sürecinde insansız dönem hakkında çok az bilgi aktarır bizlere. Vahyin eksen aldığı ve en çok ilgilendiği zaman dilimi insan(lık)ın tarihine dairdir. Vahyin ekseni de, mahlûkatın ekseni de “insan”dır ve İlahi kelamın maksadını araştırırken, projektörden yansıyanlar insan(lık)a dair “hal”lerdir. Zübde-i alem (kainatın özü) olarak nitelendirilen insanın içindeki kainatın en ücra köşelerinde, içimizin içine ait en girintili çıkıntılı bölgelerde, en karanlık dehlizlerde dolaştıran bir rehberdir ilahi kelam. Örnekler verilir, O’nun örnekleri her daim günceldir ve örnekler örnek al/dır/mak içindir. Öyleyse Kuran’ı okumak, insanı okumaktır; kelamı anlamak insanı anlamaktır, kıssaları özümsemek, insanı keşfetmektir!
O Kitap ki, insana/hayata dair gözümüzün görmediklerine gözümüzü dikmeyi sağlayan bilgilerle donatılıdır. Kur’an’daki kıssalar, insan psikolojisin en temel mevzuları hakkında, başyapıt niteliğinde bir başvuru kaynağıdır. Vahyin penceresinden insana bakmadığınızda, flu bir suret halinde görünür insan/lık halleri. İnsana dair en ince detaylar, bizzat onu Yaratanın dilinden kıssa olur; anlatılanlardan hissemize düşenler, mânâ yüklü kadehlerde, yudum yudum rahmet olup dudaklarımızla buluşur. Ve kitapların en güzeli, bizi “kıssaların en güzeli” ile buluşturur. Yusuf’un sureti, aradığımız nice cevabın hazır bulunuşudur. Her arayış bir buluştur ve Yusuf’un her buluşu bizi kendimizle buluşturur.
“Yusuf’un başına gelenleri okumak başına geldiyse, başına gelenleri Yusuf’un başında okumaya geldi sıra.” diyor Senai Demirci ve kıssaların en güzelini ayna diye tutuyor yüzümüze. Şiirsel bir kıvraklıkla raksettirdiği kelimeler, Yusuf’un kıssasına, şimdi ve burada hayat vermek üzere okuyucunun idrakine sunuluyor “ÜçYusufÜçRüyaÜçGömlek” ile. Eskimiş sanılan ama hep aynı kalan insanlık sahnesinde; kimi zaman Yusuf, kimi zaman Yakub, bir zaman Vezir, başka bir zaman Züleyha olup rolümüzü her gün yeni ve yeniden sergiledikçe “es” geçtiğimiz eseflere dikkat çekiyor.
Yusufça yaşadığımız (imtih)anlar, Yakubca bir sabra muhtaç olduğumuz zamanlar, Züleyhaca sınandığımız günahlar öyle çok ki ömür toprağımızda. Meğer ne çok esefler varmış hayatımızda. Ya esefa, fark edemediğimiz nice gamlara! Yusuf’un yâdı feryadın olsun gam ve kederlerine: Ya esefâ alâ Yusufa!…
Üç gömleğin yakasından tutunarak, üç rüyanın içinden geçerek üç Yusuf hali anlatıyor bize kitap. “Her gömlek bir rüyanın gövdesinden düşer.” Yırtılan gömlekler, kendi kıvrımlarından akıp, üç rüyanın içinden geçerek Yusuf’un yüzünü yüzümüze ayna diye tutar. Aynadaki her suret, şimdi ve burada sahnelenen, eski sanılan ancak her an yenilenen oyun(cu)lara seslenir:“Kıssalar geçmiş zaman masalları değildir. Asla! Şimdi ve buradaki varoluşumuzla bizi yüzleştiren aynalardır. Bize geçmişin hiç de geçmemiş olduğunu bildirir. Sancısı hiç ölmez geçmişin. Acısı hep canlıdır ölmüş günlerin. Yusuf’un varlığının Yakub’un ağzından “Ya esefa…” diye anılması, hasretle dillendirilmesi, içimizdeki gam ve kederlere yoldaş edilmesi; içimizdeki “Ya esefa”lara eğilelim diyedir. Şimdi burada adımızı “Yusuf” diye bilelim diyedir. Şimdi burada feryadımızı “Ya esefa!” diye duyalım diyedir.”
“Şüphesiz ki Yusuf ve kardeşlerinin öyküsünde, soranlar için ibretler var.” Cevapsız soru yoktur İlahi Kelamda, sorusu olmayan cevaplar vardır sor/a/mayanlara. “Sorarak kazmazsan gerçeğin arazisini, sana hasat yok. Sor ki aklın tarla olsun.” satırlarıyla, akıl toprağımızı altüst ederek bereketlendirme telaşında bir soru işaretinin kancası takılıyor dimağlarımıza.
“Yağmur gibidir Rabbinin sözü. Eski sanırsın ama her dokunuşu yenidir, tazedir. Kimseyi kimseden ayırmaz. Herkese yağar, her yere iner. Her kişiye özeldir. Her pencere önüne kendince birikir. Her saç teline dokunuşu bi’tanedir.”
ÜçYusufÜçRüyaÜçGömlek kitabını, Yusuf’un güzelliğinin hatırına okumalıyız. "Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir" gerçeğini bir kez daha anımsamak için, kıssaların geçmiş zaman masalları olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek için, vahyin maksadını “şimdi”leştirebilmek için, belki en önemlisi de yalnızca bir aşk hikayesinden ibaretmiş gibi köpürtülmüş detaylarla hafızalarımıza hapsettiğimiz Yusuf Kıssası`nı özgür kılmak için kitaba d/okunmalıyız!
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu bir insanlık hali: Üç Yusuf



Gâfil ya da müslüman, münâfık ya da mü’min… Ayetler hallerimizdeki bizi anlatıyor, biz o âyetlerden hangisiyiz?




İşaret alfabesinden mana alfabesine…
Güzeller Güzeli Yusuf Peygamber’e yapılan çirkin haller ve perde arkası.
‘Bir şey ya bizzat güzeldir. Yahut neticesi itibariyle güzeldir.’ der Bediüzzaman. Yusuf Peygamber’de hem bizzat güzelliğe hem de neticelerin güzelleşmesine şahit oluruz. Yüksek Sözlü Kur’an her asra bakıp ibretnümâ hadiseleri birer birer anlatır bize. Elbette ki dinlemekle din’lemek arasında büyük fark olacaktır. Din ile
uc-yusuf-kitab-foto-1.JPG
din’lenmek ve nefse, kalbe, ruha, akla dinletebilmek. Hal böyle olunca şekil alfabesini çokça okuduğumuz Kur’an’ın mana alfabesini es geçtiğimizi fark ederiz. Yeni bir ‘oku’yuşa bürünür; bu defa ayetlerin öznesi, nesnesi, yüklemi oluruz. İstesek de istemesek de yaşamlarımızın, fiillerimizin mutlaka âyetlerden birine; ya zâlim ya mazlum ya kâfir ya mâsum ama mutlaka birine mâsadak olduğunu (doğruladığını) görürüz.


Ve… Ayetler sıradanlıktan çıkar
Yazar Senai Demirci’nin Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek isimli son kitabı Kuran’ın tam da hayatlarımızın merkezinde olduğunu bir kez daha g’özler önüne serer. Yusuf kıssasının aldanışlarımıza/aldatışlarımıza nasıl da ilaç olduğunu anlatır. Sıradan bildiğimiz ayetleri sıradanlıktan çıkarır, hak ettiği yere doğru taşır.

Rabbin ayeti Yusuf kıssası güvendiğimiz dağlara güneşleri yeniden getirir, kalbin kırıklarıyla dolu karları eritir. Affetmenin ve affedilmenin sonsuz güzelliğini yaşatır. Her Peygamberine farklı haller veren Rabbimiz, Yusuf’un mazlumluğuna, Yusuf’un yalnızlığına, Yusuf’un garabetine büründüğümüzde neleri istediğini bize bildirir, yolları dar değil yolları yâr eder.


Münâfıkane kardeşlikten muhakkıkane kardeşliğe…
Baba-oğul iki Peygamberin iki ayrı güzel halleriyle örülü kıssa, hain kardeşlerin pişmanlığı, zâlim nefislerin terbiyesiyle daha da güzel hale bürünür. Bize de nerede Yakub ve Yusuf, nerede zalim ve hain olduğumuzu bulmak düşer.

Özge Sena Bigeç, Peygamber kuyusudan su aldı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Arka Kapak


"Adını 'ölü' koydular sessizce. Doktorların ağzından çiğnenmiş sakız gibi çıkıveren o hece yüzünde patladı: 'Ex!' Eksildi dünyadan. Başkasının üzerine kolayca yapışırdı 'ölü' etiketi. Hep başkalarının öldüğünü görmüştü ömür boyu. Başkaları, hep başkaları. Değişen bir şey yoktu aslında. Başkalarına göre ölen yine bir 'başkası'ydı. Kendisi."

Kendi ölümünü yazmak üzere yola çıkıp geçmişiyle ve en temel varoluşsal sorunuyla, ölümle, yüzleşen bir Yazar... Sonunun nereye varacağını kestiremediği bir kampanyayı tamamlamaya çalışan başarılı bir reklamcı Rüya... Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkıp Rüya'nın hayatını değiştiren Hayat Hanım...

Birbirini tanımayan üç kişi ve beklenmedik zamanlarda kesişen hayatları... Hayatı ötelere taşıyan ölümün ve aşkın ortak yüzünde gelişen tereddütler ve acılar yumağı. Anlatı kitaplarıyla büyük bir okur kitlesi edinen Senai Demirci, son derece başarılı bir romanla çıkıyor okuyucularının karşısına.

Okuru ölüm gerçeğiyle yüzleştirirken ölümle barışmaya da çağırıyor. Ölüm deyince akla üşüşen yok olmak, unutulmak korkularına, ölümden sonrasına dair kaygı ve endişelerimize ayna tutarak bizi hayatın en büyük gerçeğiyle esaslı bir yüzleşmenin eşiğine getiriyor, ölüme bakışımızı olgunlaştırıyor.

Öldüğüm Gün, ölümle kazanılacak yeni imkânlara şiirsel bir bakış denemesi, hayatla ölüm arasındaki mahrem aşk hikâyesinin fısıltıları ve iç çekişleri.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Senai Demirci'nin öldüğü gün!


Yaşarken her yazar arkasında bir rüya bırakır, diyen Senai Demirci, öldüğü günü düşledi ve düşüncelerini romanlaştırdı. İşte O romandan ölüm üzerine çarpıcı düşünceler:


"Senin olmadığın yerde ne kadar çok şey olacak. Sensiz olacak hepsi. Seni sormadan tamamlanacak mutluluklar. Sen eksin olsan da lezzetler tam olacak"

Ölüm gerçeğini bu sözlerle işaret ediyor Senai Demirci, Öldüğüm Gün adlı romanının kahramanı Yaşar'ı konuştururken. Yazar Senai Demirçi, ölüm üzerine denemelerini ve düşüncelerini kaleme aldığı romanını dünyanın gözünden gözyaşı gibi düştüğünde kendisini gözünde gözyaşı diye tayıcak olan sevdiğine ithaf etmiş.

Timaş yayınlarından neşredilen 240 sayfalık kitap; ölümle kazanılacak yeni imkanlara şiirsel bir bakış denemesi olarak hayatla ölüm arasındaki mahrem aşk hikayesinin fısıltılarını ve iç çekişlerini sunuyor okuyora.

Kendi ölümünü yazmak üzere yola çıkan Senai Demirci, geçmişiyle ve en temel varoluşsal sorunuyla yüzleşiyor.

Roman kahramanlarından Rüya'nın konuştuğu bölümde, unutmak çözüm mü, diye soran yazar şöyle sürdürüyor düşüncelerini: "Ölüm, karşımızda Eyüp Sultan Mezarlığı gibi hükmedilemez ve kırılmaz bir gerçek olarak dururken, kendimizce var ettiğitiğimiz küçük yüzeylerdeki, süslü yüzeylerdeki parıltılarla oyalanıyoruz"

Roman kahramanı Yazar'ın düşüncelerinin şu bölümleri de diğer çarpıcı pek çok tespiti gibi olduça ibretlik: "İnsanlar birbirine haritalar üzerinden bakmaya o kadar alışmıştı ki... Burçlar, karakter analizleri, soy sop soruşturmaları, meslekler ve hobiler üzerinden hesap etmeye çalışıyorlardı birbirlerini. Ne büyük insafsızlık!"

Ve yazar, kitabı okuyanlara, herkese bir gün, birisinin sorabileceği soruyu hatırlatıveriyor:

"Ölecek adam değildin sen. Trenlere el sallayacaktın. Ölenlere acıyacaktın. Mezarlıklara uzaktan bakacaktırn. Kanlı haber sayfalarını yok sayacaktın. Yağmurların değeceği saçlar uzatacaktın daha, Gelecek baharın çiçek çiçek avuçlarına koştuğu, rengarenk ayaklarının altına serdiği adam sen olacaktın.

Şimdi niyle bu sessizlik? Adına, "sessizlik" sile diyemediğin bu sessizlik niye aramıza girdi böyle?"

Senai Demirci'nin Öldüğüm Gün romanı, yazarın en az diğer eserleri kadar akıcı, düşündürücü ve tabi ki diğerlerinden daha ustalaşmış bir kalemle okunmayı hak ediyor..

(Haber 7)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
insan-guzeldir20130704112530.jpg



İnsan Güzeldir

İnsan ve yaradılmış olan her şey, her zerresinde akıl almaz bir işlevselliğin ve estetiğin izini taşır. Var edilen her şey evrenin şiirine bir dize yazar. O şiir ki, gözün gördüğünden ötededir; aklın anladığından âlâdır. Ancak o şiir, gözün görmesiyle yeniden yazılır, yeniden yankılanır, aklın anlamasıyla yeni ahenklere bürünür, yeni renklere ayrılır.

Şimdi her birimiz her an yeniden yazılan bu şiiri anlamaya çalışarak, o şiirin içindeki yerimizi bulmaya çabalıyoruz. Senai Demirci, daha önce "Elde Var İnsan" adıyla yayınlanan İnsan Güzeldir ile bizleri gözümüzün gördüklerinden ötesine tanık olmaya çağırıyor. Can kâsesinin içinde saklı sırlara dokunarak, bizlere varlığımızı bir kar tanesi yumuşaklığında yeniden hatırlatmaya niyetleniyor.
İnsan Güzeldir, var edilendeki eşsiz ahengi ve doyumsuz renkleri hissettiren bir kitap...
Elinizde hep bir insan sıcağı olsun diye...
(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
384210.jpg


Beş Vakit İnsan, Senai Demirci

“Namaz miracındır; çünkü aradan perdeleri kaldırır, bedeninin her zerresini rıza makamında tutar. Miracındır namaz; çünkü aradan mesafeleri kaldırır, alnını Rabbinin yakınlığında tutar.
Namaz miracındır; çünkü aradan sözleri kaldırır, kalbini sessiz ve sonsuz bir makbuliyetin sıcacık kucağında tutar. Namaz miracındır; çünkü aradan ikiliği kaldırır, olduğun hali göründüğün halle bir tutar, göründüğün hali olduğun halle bir tutar.

Miracındır namaz; zamanın üzerindeki hükmünü kaldırır; kalbini zamanlar üstüne çıkarır, kalıbını tükenişlerden ve yitişlerden uzak tutar.Namaz miracındır; meyveye durmuş ağaçlar gibi, seni sonsuz sevinçlerin, sınırsız umutların, gölgesiz mutlulukların, pürüzsüz huzurların, lekesiz neşelerin baharında tutar.
Miracındır namaz; seni İblis’e karşı meleklerin safında, Nemrut’a karşı İbrahim’in yanında, Firavunlara karşı Mûsa’nın tarafında, nankörlere karşı Muhammed Mustafa’nın [asm] yerinde tutar.”
Beş Vakit İnsan, her vakit solup düşen “an”larımızı yeniden yeşertecek bir vaha sunuyor…
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kırk Kapının Kırk Duası

417914.jpg


“Fatiha, dilimize değen en güzel duadır. Açılıştır. Yaratıcı’nın yarattıklarına açılışıdır. Yaratılanların Yaratıcı’ya kendilerini açacağı genişçe bir kapıdır.”
Senai Demirci, Kırk Kapının Kırk Duası’nda Fatiha’nın hecelerine tutunarak kırk dünya halinden kırk kapı açıyor cennete... Bunlar öyle kapılar ki, hepsi de Fatiha üzerinden Allah’la kul, Yaratan ile yaratılan arasındaki o eşitsiz ve eşsiz muhabbeti anlatıyor ve dünyaya gelmiş insanoğlunun açmazlarını elden geçiriyor.
Önce Eşikte duruyor Demirci, “İnsanın varlığı kendinden değildir, ödünç verilmiştir” diyor.
Geldiği ilk kapı ise Yalnızlık Kapısı. “Fatiha, bir kelebek kırılganlığındaki varlığını kucaklıyor merhametle... Göğsünü çatlatan dünya çölünde yüzüne rahmet yağmuru indiriyor. Kucaklanıyorsun serince. Seni sana anlatıyor Rabbin. ‘Olur böyle şeyler!’ dercesine.” diyor bu ilk kapıda.
Ve sonra insanın dünya üzerindeki hallerinin, umutsuzluklarının, aldanışlarının, sonu gelmeyen kurumlanmalarının, gafletinin, hasretinin, huzursuzluklarının, alışkanlıklarının, bencilliğinin, savruluşlarının kapılarını aralıyor.
Fatiha’yı ve Fatiha’nın davetini nasıl okuyorsa, hece ve hece iletiyor okura. Ve diyor ki, “Fatiha, çoraklaşan akıl toprağımıza yağmurlar vaat eden anlam göğüdür. Fatiha, anlayışları emziren müşfik annedir. Fatiha, cennet ümidimizin dudağımıza dokunuşudur.”
Senai Demirci ilk kapıdan itibaren, kırk kapıyı insanın üzerine kapanmış kapılar olarak addediyor ve Fatiha’yla açmayı deniyor, açmaya niyet ediyor bu kapıları. Fakat kapılar da O’ndan, açma niyeti de: “Biz de Fatiha’nın cennetine buyur edildik. Üzerimize kapanan kapıları Fatiha’nın anlamıyla açmaya niyetlendik.
Bize hazırlanan o umulmadık bahçeyi gördük. Bize okuyacağımız bir Fatiha’yı indirmeyi dileyen, Allah’tır. Bizim Fatiha’yı okuyacaklar arasında olmamızı dileyen, Allah’tır! Bu bahçenin şahidi olarak dedik ki: ‘Maşaallah, lâ kuvvete illâ billah...’ Allah dilediği için Allah’tan isteyen olduk. İstememizi dileyenin dileği, vermektir elbet!”
Böylece kırk kapı tek açılıyor. Son kapı Duasızlık Kapısı; Demirci’nin, Fatiha’nın insanın fani ömrünü sahici bir ömrün ümidi yapmak üzere nefeslerimize indiğini söylediği kapı.
“Duasın Sen. Yokluktan varlığa açılmış nazenin bir avuçtan ibaretsin. Fatiha’nın göğsüne yasla dudağını. ‘Kitabın annesi’nden emzir ümitlerini.”
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
kırk kapı diyerek kırka çıkaran bir gözüne prmak sokan adam gibidir kendi kendini kör etmiştir 1 kapıvar baş konacak
tüm kapılar bir olsa bire gider ancak
maksat duanın kabulüyse sen sevgilisin sevensen sevgilini bil başka sevgili oynaştır dünya oynaş yeri değildir
 
Üst