Sen Yoktun

fedora__

Üye
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SEN YOKTUN

Sen yoktun...

Hz Âdem’deydi nurun

Önce cenneti,

Sonra yeryüzünü şereflendirdin.

Âdem nuruna affedildi

Arafat bu affa şâhitti



Sen yoktun

Nuh’un gemisindeydi Nurun...

Dalgalar yeryüzünü boğarken

Taprağın bağrındaki su

Gökyüzüyle buluşurken

Ve bu bir ilahi azap derken,

Allah nurunu taşıdı binbir sebeple

Tûfan, nurunu selamladı edeple...



Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun

İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden

“Rabbimiz” dedi,

“Onlara kendi içlerinden

Senin ayetlerini okuyacak

Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,

Onları temizleyecek bir elçi gönder,

Amin dedi on sekiz bin âlem

Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak

Amin dedi İsmail.

Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı

Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.



Sen yoktun...

Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni

Alemlerin efendisi diye sana seslendi.

Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine..

Çünkü bu âlemin reisi geliyor...

Bekleyin Ahmed geliyor.

Kainata rahmet geliyor.

Havarilerin yüzünü okşayan,

Ölüleri dirilten bir nefes oldun

Ama sen yoktun...





Sen yoktun Sultânım,

Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun

Başı eğik gezerdi mazlum

Kuteyle göklerden seni sorardı

Varaka seni arardı semada

Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.

Ağlayarak süslediler ölüme...

Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.

Sen yokken,

Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.

Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.

Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...

En son çocuk atılırken çukura

Annesinin suretinde bir melek tuttu onu

Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.

Melekler süslüyordu hirâyı.

Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,

Efendisine hazırlanıyordu mekke.

Âlem Efendisine hazırlanıyordu

Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.

Toprak yalvarıyordu rabbine,

Allahım gönder artık diyordu.

Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada





Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,

Bir inişin vardı yer yüzüne...

Önünde cebrail!

Ardında yalın kılıç melekler!

Bir inişin vardı yer yüzüne...

Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de

Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.



Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.

Herşey sus pus olmuştu.

Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!

Kainat bir isim duymak istiyordu.

Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;

Muhammed!

Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.

Muhammed!

Melekler öptü o nurdan ellerini.

Muhammed!

Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!

Sana o adı veren rahmana kurbanız





Artık sen vardın

Susuz topraklara rahmet indi seninle

Annenden sonra anne halime sevindi seninle

Yağmura mı ihtiyaç var?

Kaldır şehadet parmağını,

Yağmurları salsın Allah.

Sonra tut ağacın yaprağını,

Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.

Yeterki sen iste,

Sen iste yarasulallah

Deki ben kimim?

Dağlar, taşlar dile gelsin,

Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,

Ente Rasulullah desin.



Sen vardın

Bedir kârdı,

Uhut dardı

Hendek yârdı.

Yiğitlerin vardı.

Ölmek için yarışan yiğitler...





Hele bir enesin vardı senin.

Enes bin malik...

Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,

Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu.

Onlar da

“Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince

Enes kükremiş:

“ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?

Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti.

Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.

Hem de ne şehit ey nebi!

Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.

Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...



Musab Bin Umeyr’in vardı senin.

Uhut’ta sancağını taşıyan.

Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki

Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi.



Ebu hureyren vardı...

Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı.

Sen anlardın,

Ya Ebâhir gel! Derdin.





Ve sen gittin...

Bir gidişle gittin

Ardında hüznün kaldı.

Hasretin kaldı göklerde.

Bilal ezan okuyamaz oldu

Ne zaman teşebbüs etse

Muhammed rasulullah demeye

Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi.



Sonra günler ay,

Aylar yıl oldu.

Ve asırlar oldu

Sensizliğe açtık gözlerimizi.

Ama sen bırakmazsın bizi.

Sen varsın ey şehitlerin sultanı

Sen varsın!

Bir şehit bile ölmezken

Sana nasıl yok deriz.

Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip

Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin.

Ne anam var ne babam...

Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden .





Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah!

Bırakma bizi ki; Allah;

Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor.

Bırakma bizi!

Hayatı seninle öğretti Rahman.

Kulluğu seninle tanıdık.

Duayı senden öğrendik sevgili!

Hz Ömer umre için senden izin isteyince,

“Kardeşcik” dedin ona,

Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın?

Bizler Ömer değiliz ama

Bütün dualarımız senin için



Ey Rabbimiz!

Rasulünü anışımızdan haberdar et!

O’na binler salat, binler selam!

Habibine Makam-ı Mahmut’u ver

O’na vesileyi lutfet.

O’nu refik-i Âlâya yükselt

Bizi de affet

O’nun hatrına affet

Zatının hatrına Affet.

Dursun Ali ERZİNCANLI
 

göz_yaşı

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
197
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
"Dünya Bir Gündür Oda Bu Gündür"
SEN YOKTUN

Sen yoktun sultanım Hz. Adem’deydi nurun. Önce cenneti sonra yeryüzünü şereflendirdin. Adem nuruna affedildi. Arafat bu affa şahiddi. Sen yoktun Nuh’un gemisindeydi nurun. Dalgalar yeryüzünü boğarken toprağın bağrındaki su gökyüzüyle buluşurken ve bu bir ilahi azap derken Allah nurunu taşıdı. Bin bir sebeple tufan nurunu selamladı edeple. Sen yoktun Hz.İsmail’in anlındaydı nurun, İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden. Rabbimiz dedi: Onlara kendi içlerinden senin ayetlerini okuyacak kitap ve hikmeti öğretecek, onlara onları temizleyecek bir elçi gönder. Amin dedi;18 bin alem.
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak amin dedi. İsmail, Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı.Medine’den adı Uhut olan bir amin, yankılandı. Sevr dağında Sen yoktun sultanım Hz.İsa Ahmet diye muştuladı. Seni alemlerin efendisi diye sana seslendi. Artık ben sizinle çok söyleşmem dedi, havarilerine. Çünkü bu alemin reisi geliyor. Bekleyin Ahmet geliyor. Kainata rahmet geliyor. Havarilerin yüzünü okşayan, ölüleri dirilten bir nefes oldun ama Sen yoktun Sen yoktun Hz.Abdullah’ın anlındaydı nurun. Başı eğik gezerdi. Mazlum Kuteyle göklerden seni sorardı. Varaka seni arardı semada. Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler. Ağlayarak süslediler ölüme. Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler. Sen yokken sultanım canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek. Anne yüreğini çıldırtan çaresizliğiydi. Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi. En son çocuk atılırken çukura, annesinin suretinde bir melek tuttu onu ve tebessüm ederek Hira Nur dağını gösterdi. Melekler süslüyordu Hira’yı. Efendisine hazırlanıyordu Cebeli Nur. Efendisine hazırlanıyordu Mekke. Alem Efendisine hazırlanıyordu. Kainatın gözü Hz.Amine’deydi. Toprak yalvarıyordu. Rabbine gel diye ağlıyorlardı. Mazlumlar gözleri semada. Ve bir gelişin vardı. Ya Rasulallah bir inişin vardı. Yeryüzüne önünde Cebrail, ardında yalın kılıçlı melekler. Bir inişin vardı yeryüzüne yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belkide. Öksüzler annelerine sarıldı doya doya. Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini. Her şey sus pus olmuştu. Hadi diyordu yıldızlar. Hadi diyordu ay, Kainat bir isim duymak istiyordu. Ve bir ses yükseldi Amine’nin evinden
Muhammed…! Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed…! Melekler öptü o nurdan ellerini
Muhammed…! Seni yaratan Allah’a kurbanız. Ey Durri Yektu sana o adı veren rahmana kurbanız. Artık sen vardın susuz topraklara rahmet indi seninle. Annenden sonra Süt Anne Halime sevindi seninle. Yağmura mı ihtiyaç var? Kaldır şehadet parmağını yağmurları salsın Allah. Sonra tut ağacın yaprağını köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah. Yeter ki sen iste Ya Rasulallah de ki; Ben kimim? Dağlar taşlar dile gelsin. Dilsiz çocuklar ellerinden tutup ente Rasulallah desin. Sen vardın Bedir kardı, Uhud dardı, Hendek yardı. Yiğitlerin vardı ölmek için, yarışan yiğitlerin hele bir Enes’in vardı. Ya Rasulallah Uhud’da öldüğünü duyunca arkadaşlarına niye burada oturuyorsunuz, diye sormuştu. Onlarda; Allah’ın Resulu öldürülmüş diyince, Peki o öldükten sonra yaşayıpta ne yapacaksınız kalkın ve onun gibi ölün demişti. Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü. Hem de ne şehit Ey Nebi vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi. Kız kardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu. Musab bin Umeyr’in vardı senin. Uhud’da sancağını taşıyan öyle bir aşkla sana bağlıydı ki; Allah o gün melekleri Musab’bın suretinde indirdi.
Ebu Hureyre’n vardı. Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı. Sen anlardın. Ya Ebahir gel derdin. Ve sen gittin bir gidişle gittin ardında hüznün kaldı. Hasretin kaldı göklerde, Bilal ezan okuyamaz oldu. Ne zaman teşebbüs etse Muhammed Rasulallah demeye dizleri üstüne çöker kendinden geçerdi. Sonra günler ay, aylar yıl oldu ve asırlar oldu. Sensizliğe açtık gözlerimizi. Ama sen bırakmazsın bizi. Sen varsın Ey şehitlerin sultanı sen varsın bir şehit bile ölmezken sana nasıl yok deriz. Ebu Talip Şam’a giderken devesinin önüne geçip; Beni burada kime bırakıp gidiyorsun? demiştin. Ne anam var Ne babam! Ebu Talip bırakmamıştı. Bu yüzden sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasulallah. Bırakma bizi ki, Allah; Sen onların içindeyken onlara azap edecek değiliz buyuruyor. Bırakma bizi hayatı seninle öğretti Rahman. Kulluğu seninle tanıdık. Dua’yı senden öğrendik. Sevgili Hz.Ömer senden umre için izin isteyince; Kardeşçe git dedin. Ona kardeşçe duandan bana da yer ayırırmısın? Bizler Ömer değiliz. Ama bütün dualarımız senin için, Ey Rabbimiz Resulünü anışımızdan haberdar et. Ona binlerce selat binlerce selam. Habibine makamı Mahmud’u ver. Ona vesileyi lütfet onu Refiki Ala’ya yükselt. Bizi de affet onun hatırına affet zatının hatırına affet ne olur affet. Bizi Affet!
 
Üst