Sema Maraşlı / Feminist kadın kaybedilmiş kadındır

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Eş seçerken neye dikkat edelim?

Bekarlar bana çok soruyor. “Eş seçerken neye dikkat edelim.” diye. İşte ayetle yol gösterilmiş.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=733547
“Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.”
Rum Suresi 21. Ayet
Kur’anı Kerim’in mealini her okuduğumda ne büyük bir mucize olduğunu yeniden fark ediyor ve hayretle okuyorum. Bir yandan da utanıyorum.
Ayetleri yıllarca okuyup geçmişim üzerinde durmadan düşünmeden. Oysa kaç yerde “Düşünenler için ibretler vardır.” buyruluyor. Yukarıdaki ayetin sonunda olduğu gibi.
Rum suresi 21. Ayet evlilik konusunda çok önemli bilgiler sunuyor bize.
Allah(c.c) evliliğin amacının sükûna ermek olduğunu bildiriyor. Sükûn nedir?
Alimler sükûnu “ rahatlamak, dinlenmek, durulmak, kaynaşmak, huzura kavuşmak” gibi kelimelerle açıklamışlar.
Rabbimiz, kadın ve erkeğin birbirlerinde dinlenmeleri, durulmaları ve birbirleri ile rahatlamaları için çiftler halinde yarattığını açıklıyor.
Bekarlar bana çok soruyor. “Eş seçerken neye dikkat edelim.” diye. İşte ayetle yol gösterilmiş. Evi, maaşı, tahsili, boyu, bosu güzelliği değil dikkat edilecek şey.
Bu kişi benim sükûna ereceğim kişi midir? Hayatın telaşı ve yorgunluğu içinde gönlümü ve bedenimi dinlendireceğim kişi olabilir mi? İlk bakılacak olan şey bu olmalı değil mi?
Ayetin devamında “Sükûn için aranıza sevgi ve merhamet koyduk. ” buyruluyor. Ben bunun Rabbimizin çiftlere düğün hediyesi olduğunu düşünüyorum. Nikahta keramet vardır denilen şey bu olsa gerek. Yeni evli çiftlere akrabalar arkadaşlar hediyelerini verirken, Rabbimiz de nikah hediyesi olarak “sevgi ve rahmet” hediye ediyor.
Allah (c.c) kadın erkek arasında zaten bir çekicilik yaratmış. Bu çekicilik sevgi ve merhametle desteklendiğinde işte o zaman bir yabancı ile kuzu sarması olup ömrünü geçirebiliyorsun. Aynı zamanda bu ayetle mutlu bir evlilik için en önemli iki şeyi de öğrenmiş oluyoruz. “Sevgi ve rahmet”
“ Sevgi”Allah’ın kullarına en büyük ikramıdır. Sevmek ibadettir. Sevgi bir sermayedir; azaltmak ya da çoğaltmak kişilere kalmış. Sermayeyi tüketmemek için de bilinmesi gerekenler vardır.
Sevgiyi öğrenmek ve öğretmek lazım. Gelin burada tatlı bir bahar var, karda kışta üşümeyin, sevmeyi öğrenin, demek lazım.
Sevgi çok önemli bir sermaye fakat ayette sevginin hemen peşi sıra gelen “rahmet” olmasa sevgi çabucak tükenir gider. Sevgi tek başına insana yetseydi aşkla evlenen pek çok insan bir süre sonra birbirlerinden nefret etmezdi.
Rahmet: Affetmek, merhamet, şefkat, ikram ve ihsan da bulunmak.
Seven sevdiğine ikramda bulunmalı, sevdiğini mutlu etmek için uğraşmalı.
“Sevgi içinden bencillik çıkarıldıktan sonra kalan şeydir” diye bir söz kalmış aklımda, nerde okuduğumu ya da nerde duyduğumu hatırlamıyorum.
Oysa ne kadar bencilce sevmeye çalışıyoruz, belki bu yüzden elimize yüzümüze bulaştırıyoruz sevgilerimizi.
Ben sevdiğim için ne yapabilirim, diye düşünmüyoruz da bakalım sevdiğim benim için ne yapacak diye bekliyoruz, çoğu zaman.
Hepimiz sevilmek istiyoruz nasıl sevdiğimizi düşünmeden.
Sevgi fedakarlıktır, ikramdır. Almak değil vermektir. On yaş altı çocuklara sormuşlar Aşk nedir? diye. Çocuğun biri “Aşk sevdiğinizin kendi tabağındaki patates kızartmasını sizin tabağınıza koyması ve sizin tabağınızdan bir şey almamasıdır.” diye tarif etmiş.
Eşiniz için kendinizden fedakarlık yapmıyorsanız ve eşinizin en sevmediği hareketi sürekli yapıyorsanız onu sevdiğinize nasıl inanabilir?
Ve affetmek. Karı kocanın birbirlerinin hatalarını hatta olası hatalarını bile affetmeye ne çok ihtiyaçları var.
Özellikle biz kadınlar kolay kolay affetmiyoruz. Az öncesinden başlayarak on sene öncenin, bazen kırk sene öncesinin hatalarını ısıtıp ısıtıp eşlerin önüne getirebiliyoruz. Oysa merhamet, merhamet ve merhamet.
Sevgi sermayesini acımasız bir şekilde öldürüyoruz.
Her güzel şeyin olduğu gibi, sevginin de düşmanları var. Sevginin en büyük düşmanı kibirdir.
Mevlana “Haydi, ben bensiz geleyim, sen sensiz gel.” diyor.
Şimdi sen sensen, ben benim modası var. Sen bana bunu yapamazsın. Sen bana bunu diyemezsin. Şeytan kibri yüzünden Allah’ın rahmetinden kovuldu. Biz de dikkat edelim de kibrimiz yüzünden sevdiğimizin kalbinden kovulmayalım.
Hakikat O kibirlenenleri sevmez. (Nahil suresi ayet 23) Allah kibirlileri sevmezse, kibirli olanlar sevilebilir mi?
Muhammed ibni Hüseyin : “Az ya da çok, insanın kalbine giren kibir, ne miktar ise o miktarda aklından noksanlaştırılır.” diyor.
Sülayman Havaise sorulur: O bulunduğu sürece iyiliğin fayda vermediği kötülük hangisidir?
Cevap verir: KİBİRDİR.
Sevgi ile merhamet, kin ile kibir ikiz kardeştir. Kalbimizde kin taşıyorsak, affedemiyorsak, kibrimizdendir. Kibirli olan kişi eşini de başkalarını da affedemez, yapılan hata nefsine çok ağır gelir. Eğer affedemiyorsak kendimizden korkmamız lazım.
“Kendini mutlu et” “Kendin için bir iyilik yap” gibi reklam sloganları ile kibrimiz besleniyor sürekli. Kendimizi çok sevince başkasını sevemez oluyoruz.
Oysa insanı güzelleştiren şey Yaradan’ına ve yaratılanlara duyduğu sevgidir. Sevgisiz insan hırçındır, durulamaz. Sükûna ermek istiyorsak kin ve kibirden arınmış temiz bir kalple sevmeyi öğrenmemiz lazım.
Sema Maraşlı - Haber 7
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İlk bölümleri okudum yetti :)

Güzel yazı maşaallah..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kadınların Kaçtığı Ayet!

Tüylerimizi diken diken eden emir

Tüylerimizi diken diken eden bir emir. "Kocaya itaat" Bu iki kelime yan yana geldiğinde kadınları çok fazla rahatsız ediyor. Kuran'da geçen ayetten de kaçıyorlar...
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=743347




"Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır."(yönetici ve koruyucudur) Nisa sûresi 34. âyete geçen hafta başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, âyet bitene kadar inşallah.
Kadın erkeğin evde reisliğini, yönetici ve koruyuculuğunu kabul ettikten sonra ne olacak? Doğal olarak evin reisine saygılı olacak. Âyet şöyle devam ediyor:
“Saliha kadınlar gönülden itaat ederler.” Allah (c.c) "İyi kadınlar kocalarına itaatli ve saygılıdırlar." buyuruyor.
Tüylerimizi diken diken eden bir emir. "Kocaya itaat" Bu iki kelime yan yana geldiğinde biz kadınları çok fazla rahatsız ediyor. Allah'a itaat "tamam" seve seve başım üstüne; ama kocaya itaat "olmaz." Oysa kocaya itaat Allah(c.c) ın emri olduğu için aslında Yaradan'ına itaat etmiş oluyor kadın.
Sevgili peygamberimiz de pek çok Hadis-i Şerif ile kadının kocasına itaatinin önemine dikkat çekiyor.
"Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına itaat ederse, cennete girer." buyuruyor bu hâdis-i Şeriflerin birinde.
Öyle kaçılmak isteniyor ki bu âyeti kerîme'nin emrinden, âyet inkar edilemiyor fakat bu âyeti destekleyen bazı Hadis-i Şerîfleri inkar noktasına gelebiliyor kadınlar.
" İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."
Mesela bu hadisi şerifi pek çok kadın "sahih değildir" diyerek kabul etmiyor. Oysa Hadis-i Şerîf sahih, kaynakları da sağlam. Riyazussalihin' de aldığım Hadis-i Şerîf kaynak olarak Tirmizî Radâ 10; Ebu Davud Nikah 40; İbni Mace Nikah 4 te yer alıyor.
Buradaki secde kelimesinin tabii ki Allah'a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif'le ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.
“Ne yani, şimdi biz kocalarımıza itaat edeceğiz, onlarda bizi paspas gibi ezecek mi?”
Allah’a karşı ne kötü bir zan. Rabbim kadının ezilmesini ister mi? Yaradan’ımız kadının kocasına itaatini emretmişse elbette pek çok da hikmetler vardır. Kadına itaat emredilirken, erkeğe de ezme kadını hakkı verilmemiş. Karşılıklı haklar var.
Bakara 228. Âyeti Kerîme'de:
“Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’ruf (meşru olan) hakları olduğu gibi, kadınlarında onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir hüküm ve hikmet sahibidir.”
Kadına kocasına itaat emredilmiş fakat kadını ezmek için değil korumak için. Kadın kendinden güçlü yaratılmış erkeğin karşısında ancak ona yumuşak davranarak kendini koruyabilir. "Yumuşak ipeği en keskin kılıç bile kesemez."
İtaatten ne anlamlıyız?
“Kadın erkeğin her istediğini yapacak, erkek emredecek kadın ezilecek.” Böyle anlayanlar var. Ben böyle anlamıyorum. Benim erkeğe itaatten anladığım, “Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek.”
Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.
Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.
Erkekler sert yaratılmışlar, fakat kaba değil. Arada çok büyük bir fark var. Günümüz kadını erkeğin sert tabiatını, filmlerdeki romantizm sosuna batırılmış erkeklere bakarak kabalık olarak yorumluyor ve erkeklere kızgınlık besliyor.
Biz kadınlar, bir şey işimize gelmezse içimizi rahatlatmak için çıkış yolları ararız.
Allah’ın emrini inkar edemeyeceğimize göre ahrete kadar kendimizi oyalayacak sebepler bulmamız lâzım ki iç sesimiz bizi dürtüp rahatsız etmesin.
Bulmak isterseniz bahane tükenmez: “İtaat etmiyorsam sebebi var canım. Allah bu kocaya itaati emretmemiştir herhalde. Bu adam geçmişte bana şöyle şöyle haksızlık yapmıştı. İlmî ehliyeti yok. Namazını ancak kılıyor. Gelsin peygamberimiz gibi bir erkek ona itaat edeyim.”
Allah(c.c) âyette "İyi kadınlar, iyi erkeklere itaat ederler." buyurmuyor. İtaat edilmesi gereken erkeklerin vasıfları sayılmamış. Kadının koca olmasını kabul ettiği erkek itaati hak etmiş oluyor bu durumda.
Kadın ya kocasına itaat edecek ya da onu koca olacak vasıflarda görmüyorsa boşanacak. “Hem yaşarım hem de adamı adam yerine koymam, süründürürüm” gibi üçüncü bir alternatif dinimizde yok.
Pek çok dindar kadın kocasını beğenmiyor, takvalı bulmuyor. Kimi kocasının nafile oruç tutmamasından, kimi televizyona bakmasından, kimi müzik dinlemesinden, kimi kocasının çok kitap okumamasından dolayı dertli.
Kocalarını kendileri kadar asil bulmadıkları için onları basit zevkleri olmakla suçlayıp aşağılayan ve kocalarından daha fazla ibadet ettikleri için de kendilerini pek bir takvalı ve saliha hanım zanneden kadınlar çok.
Oysa Allah (c.c) "Sâliha hanımlar kocalarına gönülden itaat ederler." buyuruyor. "Kocalarını kendilerinden aşağı görürler." demiyor.
Kadınlar bildikçe öğrendikçe koca beğenmemeye başlıyorlar. Erkekler işle güçle uğraşırken kadınların bilgi edinmek için pek çok kaynağı var. Televizyonda pek çok konuda uzman kişiler çıkıyor, pek çok konu konuşuluyor. Geçenlerde bir teyze gördüm, televizyonda şifalı bitkilerle ilgili program izlemekten konuya epeyce vâkıf olmuş etrafına tavsiyelerde bulunuyordu.
Sonra internet var, kitaplar var ve kadınların okumak için zamanları var. Ayrıca sürekli seminerler, konferanslar düzenleyen belediyeler, vakıf ve dernekler var. Buralara da kadınlar daha çok katılıyor.
Bilgi güzel bir şey. Fakat her güzel şeyin düşmanı vardır. İlmin düşmanı da kibirdir. Şeytan da âlimdi fakat ilminin getirdiği kibir ile Allah’a isyan etti ve rahmetten kovuldu.
Materyalist bir çağda egolarımız sürekli dürtüldü için en çok kendimizi beğenir olduk. Kibir insanları Allah’ın rahmetinden ve insanların gönlünden kovduran, gözden düşüren en tehlikeli huydur. Kibir şeytanın en sevdiği günahtır. Kibir, gurur ve inatla da yakın kardeştir. Sakınmak lâzım. Kibir konusunu kitaplardan çok okumak lâzım.
Velev ki erkek bilgi, zenginlik, eğitim gibi konularda kadından daha geride olsa bile mademki Rabbimiz aileye yönetici olarak seçmiş, her hal-u kârda kadın kocasına itaatli ve saygılı olmak zorundadır.
Teşbihte hata olmaz derler, üniversite mezunu bir çalışanın ilkokul mezunu diye patronunu beğenmeyip istediklerini yapmaması, isyankar olması mümkün müdür?
Ya orda çalışmayacak ya da patron olarak onu kabul ediyorsa saygılı olacak.
Çalışan kadın iş yerinde patronuna gayet saygılı, onun eğitimini sorgulamıyor. Maaşını alabilmek için patronun emirlerini yerine getiriyor ve kendini ezik falan hissetmiyor. Fakat aynı kadın eve gelince kocasının iki sözüne tahammül edemeyip saygı sınırlarını aşıyor.
Allah’ın emrine karşılık, patronun parası daha öne geçebiliyor maalesef. Halbuki eşi de ailenin maddi manevi sorumluluklarını taşıyor.
Bizden önceki nesilde erkeğe saygı vardı; fakat bu gönülden bir saygı değildi genellikle. Kadınlar erkeklerden korktukları için zoraki saygı duyarlardı. Erkek düşmanlığının üzerine güzel bir saygı inşa etmek zaten zordur. Kadın kocasının karşısında konuşmaz; ama bunu kendine dert eder, içinde biriktirir. Mutfağa gitse, çocuklarına kocasının ardından konuşur, çocukları babasına düşman eder, komşuya gider, kocasını çekiştirir. Ezik psikolojisi içinde yaşar.
Oysa Allah zoraki bir itaatten bahsetmiyor. Gönülden yapılacak bir itaat istiyor. "Gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş."
Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları “kanitat” olarak vasıflandırmıştır. “Kunut” severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir ita*at değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.
Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah'ın rızasını isteyen mü'min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah(c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.
Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor:
“Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”
Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli halleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.
Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.
Oysa elimizde Yaradan'ımızın mutluluk reçeteleri var, daha niçin mutsuzuz ki? Kadınlar için ilaç biraz acı gibi görünüyor; ama o ilacı almadan şifa mümkün değil.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
S.Maraşlı:Bu âyeti kimse duymasın, demeyelim

Bu âyeti kimse duymasın, demeyelim

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; ...
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=745688


KOCAMDIR, DÖVER DE SEVER DE...
Bu âyeti kimse duymasın, demeyelim.

Nisâ suresi 34. âyet-i kerîmeye önceki hafta başlamıştık bu hafta ayetin son bölümüne geldik.

Bir hanım, ilahiyatçı arkadaşı ile bu âyet-i kerîme üzerine konuşmak istemiş. İlahiyatçı hanım onu susturmuş. "Sus, bu âyeti hiç bir yerde söyleme, kimse duymasın! Olur ki söylediğin kişilerin içinde kalbi İslam'a ısınacak birisi olurda onu dinden soğutursun."

İlahiyatçı hanımın kalbi Allah (c.c) sözlerini ne kadar reddediyor ki bu âyet-i kerimeyi duyan birinin islam'ı kabul edeceğine inanamıyor. İslam"ı bütünüyle kabul etmedikçe ve teslim olmadıkça müslüman olmayız. Tamam, sakladık bu âyet-i kerîmeyi, kimselere duyurmadık, utandık Rabbimizin sözlerinden, hidayet bizim elimizde midir?

Velev ki bir kişi Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimeyi, kısas ayetlerini, islamın miras hukukunu, kurban kesmeyi, kısacası modern dünyaya uymuyormuş gibi duran âyet-i kerîmeleri duymadı, bunları duymadan müslüman oldu ve sonra bu âyetleri duydu o zaman ne olacak? Dinden mi çıkacak? Hâşâ bu âyetler dinimizin kusurlu bölümleri de biz mi eksiklerini tamamlayacağız!!!

Böyle bir davranış Yahudi temayülünden başka bir şey midir? Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar. En'âm sûresi 91. âyet-i kerîmede "(Yahudiler de) Allah hiçbir insana bir şey indirmedi." demekle, Allah'ın kadrini gereği gibi takdir etmemiş oldular. (Rasûlüm! Onlara) "Öyleyse Mûsâ'nın, insanlara nur ve doğru yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Halbuki siz onu bir takım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onun (işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur'an' da size öğretilmiştir. (İşte o kitabı indirin de) Allah'tır de, sonra bırak onları, saplandıkları batakta oynayadursunlar."

Gelelim aşağılık kompleksine sahip olanları utandıran ya da nefislerine ağır geldiği için ret noktasına gelenleri zorlayan Nisâ Sûresi 34. âyet-i kerîmenin son bölümüne:

"Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince, onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür."

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi de önemli.

"Müslümanlar arasında kısas yapılmasıyla ilgili âyet-i kerîme indiği sıralarda, bir erkek karısına vuruyor. Kadın da Peygamber (s.a.v.)'e gidip:
"Kocam bana vurdu, kısas istiyorum" diyor. Peygamber (s.a.v.) de:
"Doğru, kısas gerekir" buyuruyor. Kadının da kocasına vurabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Allahu Tealâ Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîmeyi indiriyor. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:
"Biz bir iş murat ettik, Allahu Tealâ ise başka bir iş murat etti. Ey kişi, hanımının elini tut."

Allahu Tealâ kadının kocasına vurmasını kabul etmiyor, kadınların kocalarına karşı saygılı olmalarını emrediyor. Sonunu anlamak için bu âyet-i kerîmeyi başından itibaren kısaca hatırlayalım.

Rabbimiz birinci adımda: "Erkekler kadınlar üzerine 'kavvamdır' yöneticidir, koruyucudur." buyurarak, aileye genel bir çerçeve çizerek başlıyor, âyet-i kerîmeye, kadın ve erkeğe birlikte sesleniyor.

İkinci adımda, kadınlara hitap ediliyor. "Sâliha kadınlar, iyi kadınlar, gönülden seve seve kocalarına itaat ederler, onlara saygısızlık etmezler" buyruluyor." Kadın kocasına itaat ederek iki iyiliği birden elde eder. Birincisi kocaya itaati Allah(c.c) emrettiği için aslında Allah(c.c)a itaat etmiş olur ve öncelikle Rabbinin yanında sâliha kadın sıfatı kazanır. İkincisi, kocası ile de güzel bir iletişim için en önemli adımları atmış olur.

Üçüncü adımda, erkeklere hitap, kadınlara da ihtar var. Erkek evin yöneticisi olduğuna göre bu sorumluluğu götürebilmesi için yaptırım yetkisi olması lâzım. Sorumluluğu olup yetkisi olmayan yönetici olamaz. Kadın erkeğe saygı duymuyor, inat ve ısrarla dediğini diyor ve ailenin huzurunu bozacak şekilde davranıyorsa Rabbimiz insan fıtratına en uygun olan eğitim metotlarını sayıyor.

"Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür."

Öfke ve kızgınlıkta insanın ilk tepkisi genellikle saldırıdır. Kadınlar dilleri ile saldırır, erkekler elleri ile. Âyet-i kerîmenin bundan önceki bölümünde şiddet konusunda ilk uyarı kadınlara gelmişti: "Kocalarınıza gönülden itaat edin." emriyle kadına dilini ve davranışlarını kontrol etmesi ve psikolojik şiddete başvurarak kocasına eziyet etmemesi emrediliyor.

Âyeti kerîmenin devamında ise erkeğe, öfke karşısında ilk tepkiyi kontrol etmesi tavsiye ediliyor. Kadına vurmak emredilmiyor hatta tam aksi kadına vurmak zorlaştırılıyor. Aynen, kadınların miras hakkı yokken erkeğin yarısı kadar miras hakkına sahip olmaları sağlandığı gibi… Yaratıcımıza hüsnüzan etmemiz gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmede bir sıralama var. Rabbimiz erkeğe:

"Sakin ol ve önce güzelce söyle, nasihat et." buyuruyor. Kadın iyilikten anlıyorsa zaten bu aşamada sorun çözülür.

İyiliğin ve nasihatin faydası olmadı, sorun devam ediyor:

"O zaman, yatakları ayır, ilişkiyi kes.” tavsiyesi var.

Kocasını seven, onun ilgi ve sevgisini kaybetmek istemeyen kadın bu aşamada kendine çeki düzen verir, vermelidir.

Yine olmadı o zaman “vurabilirsiniz” izni var, işe yarayacaksa, bu bir emir değil. Hadisi şeriflerden de yüze vurmadan, yaralamadan, iz bırakmadan vurabileceğini peygamberimizden öğreniyoruz. Âyet-i kerîmenin devamında da "İtaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın." buyruluyor. Kadınları incitecek şeyler yapılmaması emrediliyor.

Âyet-i kerîmede "Vurabilirsiniz" derken "Vadribûhunne" kelimesi geçiyor. Kelimenin en yaygın kullanış şekli "vurmak" Bunu kabul etmek istemeyenler burada "darabe" kelimesi "misal anlamına gelir, evleri ayırmak anlamına gelir" gibi farklı yorumlarda bulunuyorlar. Fakat hadîsi şeriflere ve âyetin yukarıda geçen iniş sebebine baktığımız zaman burada "vadribûhunne" kelimesinin "vurmak" anlamına geldiği gayet açık bir şekilde belli.

Bütün güvenilir kaynaklarda da bu âyet "vurabilirsiniz" diye tefsir edilmiş. Çünkü Âyet-i kerîmeleri destekleyen hadîs-i şerifler var. "Ben Allah'ın Elçisinin sözünü tanımam" demiyorsak,"Peygambere itaatin Allah'a itaat olduğu" âyetini kabul ediyorsak, peygamberimizin şerefli sözleri ile tamamlandığında âyet-i kerimeden çıkan anlam bu.

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; fakat ya uyarı aşamasında ya da yatakları ayırma aşamasında kendilerine çeki düzen vermişler. Bunları ayetlerde görüyoruz.
Son olarak, eşlerinin topluca başkaldırması hadisesinde ise ayetlerde boşama uyarısı olduğunu biliyoruz.

Erkekler, işe yaramayacaksa hafifçe vurma adımını kullanmayıp, geçimsiz kadını boşama hakkını kullanabilirler. Fakat kaç kadın, kendi hatalı olduğu halde, ikisi arasında tercih yapma durumunda olsa boşanmayı tercih eder. Böyle bir tercih durumunda çoğu kadın "Kocamdır döver de severde" diyecektir.

Kulu en iyi bilen Yaradan’dır. Her insanda şiddete meyil az ya da çok vardır. İnsanda koruma ve korunma güdülerinin içinde vardır şiddet. Yoksa tehlike karşısında kimse kendini koruyamazdı. Şiddet deyince akla önce fiziksel şiddet geliyor. Oysa psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten daha çok yaralayıcıdır. Kelimelerle saldırmak, surat asmak, aşağılamak,vb.

Erkekler daha çok beden gücü ile fiziksel şiddet kullanırlar, kadınlar ise gücü yettiklerine elleriyle, gücü yetmediklerine psikolojik şiddet uygularlar.

Annesinden dayak yemeden büyüyen çocuk neredeyse yok gibidir; ama baba dayağı yemeden büyüyen çocuk çoktur. Anneleri tarafından pek çok çocuk dayak yiyor ama "Kadınlar şiddet uyguluyor, kadınlar saldırgan, kadınlara ceza verelim, dur diyelim." diye kimse ayaklanmıyor. Burada bariz bir "iki yüzlülük" var.

Ayrıca erkek şiddetinde kadın kışkırtıcılığını unutmamak lazım. Bir erkek alkolik değilse, uyuşturucu kullanmıyorsa, ciddi bir ruh hastalığı yoksa, çok tahrik edilmedikçe vurmaz. Kadın cinayetlerinde ya erkek alkollüdür ya da aşırı tahrik ve hakarete uğramıştır, ya da çocukları kendine düşman edilmiştir.

Ülkemizde en son işlenen kadın cinayetlerinin birinde kadın bir yıla yakın bir süre çocuğu babasına kaçırmış. Elbette bu cinayet sebebi olamaz; fakat erkeğin bozulan ruh halini ve psikolojik durumunu göz önüne alırsak, "Erkekler kötü, saldırgan, kadınları öldürüyorlar." tarzındaki yüzeysel yorumlar yerine, olaylar ile ilgili daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Bir seminer sonrası yanıma gelen bir hanım titreyerek ve dolu dolu gözleri ile bana “Kocam geçen hafta beni dövdü, ilk defa bana el kaldırdı, unutamıyorum onu affedemiyorum, ne yapmalıyım.” dedi. Bende “Eşiniz neye kızdı?” diye sordum. "Bir konu da tartışıyorduk elimdeki tepsiyi kafasına fırlattım.” diye cevap verdi. "Sen kocanın kafasına tepsi fırlatırsan o da seni döver, yapacak bir şey yok."

Aslında Kur’an-i metoda göre, önce uyarması, sonra yatakları ayırması, kadın hâlâ isyankar davranışlara devam ediyorsa o zaman vurması lâzımdı.

Dil ile saldırı da çok kışkırtıcıdır. Mesela, kadın sinirlendiği zaman erkeğin ailesine saldırıyor. Annesinden başlıyor, kardeşlerinden devam ediyor. Ayrıca kocasına "öküz, ayı, ********, namussuz, hayvan kadar terbiye görmemişsin, sen ne biçim erkeksin" gibi ağır hakaret içeren kelimeleri söylediklerini de ben bizzat hanımlardan duydum.

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde kırkı "Erkeklerin dayak atmada haklı sebepleri olduğunu düşünüyor." Herkes yaptığını kendi daha iyi bilir. Böyle bir durumda da kadın "Kocamdır, döverde severde, kimse karışamaz." derse kimse karışmamalı, karı kocayı ayırmak için kışkırtmamalı. Ortada yaralamaya yönelik ağır bir durum yoksa.

Ayrıca şiddetten hoşlanan mazoşist kadınlarda var.

Özetle âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere bütün halinde bakarsak, dinimiz, ailenin huzurunu bozan geçimsiz kadınlara, işe yarayacaksa son çare olarak vurulmasına izin vermiş; fakat erkeklere sabırlı olmaları ve iyilik adımları ile sorunlara çözüm bulmaları tavsiye edilmiş. Kadınlar erkeklere Allah'ın emanetidir. Haksız olarak kadınlara eziyet ederlese, emanete hıyanet etmiş olurlar.

Psikoterapist Jed Diamond "Hırçın Erkek Sedromu" kitabında kırk yılı aşan meslek hayatından edindiği bilgileri ve şiddet ile ilgili dünyada yapılmış araştırmaları aktarmış. Kitaptan ilgili bölümlerinden yaptığım alıntılarla yazıyı bitirmek istiyorum.
"Şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü: 'Kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik tahribat, kötü gelişim ya da yoksunluk hissi ile sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı yüksek, gerçek veya tehditsel bir bilinçli fiziksel kuvvet ya da güç kullanımıdır.'diye tanımlıyor."

"Aile içi şiddet evrenseldir. Dünya Sağlık Örgütü'nün hazırladığı 'Dünya şiddet ve sağlık raporu'na göre eşe karşı şiddet, istisnasız tüm ülkelerde, tüm kültürlerde ve toplumun her seviyesinde süregelmektedir."

"Aile içi şiddet kullananlar sıra dışı kimseler değildir. Birçok yönden bizim gibi insanlardır. "

"Tüm dünyada erkek şiddetini tetikleyen onur kırıcı olaylar hayret verici derecede aynıdır. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporuna göre bu olaylar, kadının erkeğe itaat etmemesi ve sürekli münakaşa çıkarması, erkeği para ve kadınlar konusunda sorgulaması; erkeğin ise kadının yemekleri zamanında hazırlamadığını, çocuklar ve evle yeterince ilgilenmediğini düşünmesi ve kadının cinsel ilişkiyi reddetmesidir."

"Aile içi tartışmaların %30 ila %80 arasındaki kısmı taraflardan biri veya ikisinin içkili oldukları zamanlarda gerçekleşmektedir."

"Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici olabilir ve gerçekte sorunları daha kötü hale getirebilir. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılamamız, genellikle gerçekleri görmemizi engeller."

"Şiddet genellikle pasif-agresiftir. Başkaları bizi yaralar, acımızı içimize atarız, sonra öfke olarak yüzeye çıkar ve hiddet şeklinde patlar. "

Son söz: Rabbimizin ayetlerinden utanmayalım. Yaradan'ımızın verdiği akılla Yaradan'dan daha iyi olduğumuzu düşünüyorsak eğer, bu düşünceden dolayı kendimizden ve müslümanlığımızdan utanalım.
***

Sema Maraşlı - Haber 7

 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir: Kocaya İtaat Et!

Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir: Kocaya İtaat Et!
"Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır."(yönetici ve koruyucudur) Nisa sûresi 34. âyete geçen hafta başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, âyet bitene kadar inşallah.
Kadın erkeğin evde reisliğini, yönetici ve koruyuculuğunu kabul ettikten sonra ne olacak? Doğal olarak evin reisine saygılı olacak. Âyet şöyle devam ediyor:

"Saliha kadınlar gönülden itaat ederler." Allah (c.c) "İyi kadınlar kocalarına itaatli ve saygılıdırlar." buyuruyor.

Tüylerimizi diken diken eden bir emir. "Kocaya itaat" Bu iki kelime yan yana geldiğinde biz kadınları çok fazla rahatsız ediyor. Allah'a itaat "tamam" seve seve başım üstüne; ama kocaya itaat "olmaz." Oysa kocaya itaat Allah (c.c) ın emri olduğu için aslında Yaradan'ına itaat etmiş oluyor kadın.

Sevgili Peygamberimiz de pek çok Hadis-i Şerif ile kadının kocasına itaatinin önemine dikkat çekiyor.

"Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse kendisine: Cennete, sekiz kapısından hangisinden dilersen oradan gir! denilir."
buyuruyor bu hâdis-i şeriflerin birinde.

Öyle kaçılmak isteniyor ki bu âyeti kerîme'nin emrinden, âyet inkar edilemiyor fakat bu âyeti destekleyen bazı Hadis-i Şerîfleri inkar noktasına gelebiliyor kadınlar.

"İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."

Mesela bu hadisi şerifi pek çok kadın "sahih değildir" diyerek kabul etmiyor. Oysa Hadis-i Şerîf sahih, kaynakları da sağlam. Riyazussalihin'den aldığım Hadis-i Şerîf kaynak olarak Tirmizî Radâ 10; Ebu Davud Nikah 40; İbni Mace Nikah 4 te yer alıyor.
Buradaki secde kelimesinin tabii ki Allah'a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif'le ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.

"Ne yani, şimdi biz kocalarımıza itaat edeceğiz, onlar da bizi paspas gibi ezecek mi?"

Allah’a karşı ne kötü bir zan. Rabbim kadının ezilmesini ister mi? Yaradanımız kadının kocasına itaatini emretmişse elbette pek çok da hikmetler vardır. Kadına itaat emredilirken, erkeğe de kadını ezme hakkı verilmemiş. Karşılıklı haklar var.

Bakara 228. Âyeti Kerîme'de:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’ruf (meşru olan) hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." buyurulmaktadır.

Kadına, kocasına itaat emredilmiş fakat kadını ezmek için değil korumak için. Kadın kendinden güçlü yaratılmış erkeğin karşısında ancak ona yumuşak davranarak kendini koruyabilir. "Yumuşak ipeği en keskin kılıç bile kesemez."

İtaatten ne anlamlıyız?
"Kadın erkeğin her istediğini yapacak, erkek emredecek kadın ezilecek." Böyle anlayanlar var. Ben böyle anlamıyorum. Benim erkeğe itaatten anladığım, "Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek."

Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.

Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.

Erkekler sert yaratılmışlar, fakat kaba değil. Arada çok büyük bir fark var. Günümüz kadını erkeğin sert tabiatını, filmlerdeki romantizm sosuna batırılmış erkeklere bakarak kabalık olarak yorumluyor ve erkeklere kızgınlık besliyor.
Biz kadınlar, bir şey işimize gelmezse içimizi rahatlatmak için çıkış yolları ararız.

Allah’ın emrini inkar edemeyeceğimize göre ahirete kadar kendimizi oyalayacak sebepler bulmamız lâzım ki iç sesimiz bizi dürtüp rahatsız etmesin.

Bulmak isterseniz bahane tükenmez: "İtaat etmiyorsam sebebi var canım. Allah bu kocaya itaati emretmemiştir herhalde. Bu adam geçmişte bana şöyle şöyle haksızlık yapmıştı. İlmî ehliyeti yok. Namazını ancak kılıyor. Gelsin Peygamberimiz gibi bir erkek ona itaat edeyim. vs. vs."

Allah (c.c) âyette "İyi kadınlar, iyi erkeklere itaat ederler." buyurmuyor. İtaat edilmesi gereken erkeklerin vasıfları sayılmamış. Kadının koca olmasını kabul ettiği erkek itaati hak etmiş oluyor bu durumda.

Kadın ya kocasına itaat edecek ya da onu koca olacak vasıflarda görmüyorsa boşanacak. "Hem yaşarım hem de adamı adam yerine koymam, süründürürüm" gibi üçüncü bir alternatif dinimizde yok.

Pek çok dindar kadın kocasını beğenmiyor, takvalı bulmuyor. Kimi kocasının nafile oruç tutmamasından, kimi televizyona bakmasından, kimi müzik dinlemesinden, kimi kocasının çok kitap okumamasından dolayı dertli. Kocalarını kendileri kadar asil bulmadıkları için onları basit zevkleri olmakla suçlayıp aşağılayan ve kocalarından daha fazla ibadet ettikleri için de kendilerini pek bir takvalı ve saliha hanım zanneden kadınlar çok.

Oysa Allah (c.c) "Sâliha hanımlar kocalarına gönülden itaat ederler." buyuruyor. "Kocalarını kendilerinden aşağı görürler." demiyor.

Kadınlar bildikçe öğrendikçe koca beğenmemeye başlıyorlar. Erkekler işle güçle uğraşırken kadınların bilgi edinmek için pek çok kaynağı var. Televizyonda pek çok konuda uzman kişiler çıkıyor, pek çok konu konuşuluyor. Geçenlerde bir teyze gördüm, televizyonda şifalı bitkilerle ilgili program izlemekten konuya epeyce vâkıf olmuş etrafına tavsiyelerde bulunuyordu.
Sonra internet var, kitaplar var ve kadınların okumak için zamanları var. Ayrıca sürekli seminerler, konferanslar düzenleyen belediyeler, vakıf ve dernekler var. Buralara da kadınlar daha çok katılıyor.

Bilgi güzel bir şey. Fakat her güzel şeyin düşmanı vardır. İlmin düşmanı da kibirdir. Şeytan da âlimdi fakat ilminin getirdiği kibir ile Allah’a isyan etti ve rahmetten kovuldu.
Materyalist bir çağda egolarımız sürekli dürtüldüğü için en çok kendimizi beğenir olduk. Kibir insanları Allah’ın rahmetinden ve insanların gönlünden kovduran, gözden düşüren en tehlikeli huydur. Kibir şeytanın en sevdiği günahtır. Kibir, gurur ve inatla da yakın kardeştir. Sakınmak lâzım. Kibir konusunu kitaplardan çok okumak lâzım.

Velev ki erkek bilgi, zenginlik, eğitim gibi konularda kadından daha geride olsa bile mademki Rabbimiz aileye yönetici olarak seçmiş, her hal-u kârda kadın kocasına itaatli ve saygılı olmak zorundadır.

Teşbihte hata olmaz derler, üniversite mezunu bir çalışanın ilkokul mezunu diye patronunu beğenmeyip istediklerini yapmaması, isyankar olması mümkün müdür? Ya orda çalışmayacak ya da patron olarak onu kabul ediyorsa saygılı olacak.

Çalışan kadın iş yerinde patronuna gayet saygılı, onun eğitimini sorgulamıyor. Maaşını alabilmek için patronun emirlerini yerine getiriyor ve kendini ezik falan hissetmiyor. Fakat aynı kadın eve gelince kocasının iki sözüne tahammül edemeyip saygı sınırlarını aşıyor.
Allah’ın emrine karşılık, patronun parası daha öne geçebiliyor maalesef. Halbuki eşi de ailenin maddi manevi sorumluluklarını taşıyor.

Bizden önceki nesilde erkeğe saygı vardı; fakat bu gönülden bir saygı değildi genellikle. Kadınlar erkeklerden korktukları için zoraki saygı duyarlardı. Erkek düşmanlığının üzerine güzel bir saygı inşa etmek zaten zordur. Kadın kocasının karşısında konuşmaz ama bunu kendine dert eder, içinde biriktirir. Mutfağa gitse, çocuklarına kocasının ardından konuşur, çocukları babasına düşman eder, komşuya gider, kocasını çekiştirir. Ezik psikolojisi içinde yaşar.

Oysa Allah zoraki bir itaatten bahsetmiyor. Gönülden yapılacak bir itaat istiyor. "Gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş."
Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları "kanitat" olarak vasıflandırmıştır. "Kunut" severek isteyerek itaat üzere olmak demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir itaat değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.

Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah'ın rızasını isteyen mü'min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah (c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.

Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor:
"Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır."

Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli halleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.

Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi ve kolay yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.

Oysa elimizde Yaradanımızın mutluluk reçeteleri var, daha niçin mutsuzuz ki? Kadınlar için ilaç biraz acı gibi görünüyor ama o ilacı almadan şifa mümkün değil.
Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Erkekler Kadınlar Üzerinde Yönetici ve Koruyucudur

Erkeklerin doğuştan getirdiği özellikler "güç, iddia ve başarı"dır. Erkekler liderlik için gerekli olan vasıflarla yaratılmışlardır.

Kur’an-ı Kerîm'in bazı âyetlerinden utanıyor muyuz? Dilimizle itiraf etmesek de gönlümüz kabul etmiyor mu? Âyetleri yeterince modern görmüyor muyuz? Aman konuşmayalım, üstünü örtelim, kimse duymasın mı diyoruz? Yaradan'dan daha çağdaş olmaya mı çalışıyoruz?

Madem ki mü'miniz, mademki Müslümanız (teslim olmuşuz) o halde neden kaçıyoruz Allah’ın âyetlerinden?

Kadın\ Erkek konusunu konuşurken Yaradan’ın yol göstericiliğini nasıl göz ardı ederiz?

Ben tefsir konusunda uzman birisi değilim, size tefsir yapacak değilim. Aile üzerine çalışan biri olarak güvenilir kaynaklardan alacağım meal ve tefsirler ışığında konuyu konuşalım istiyorum.
İşte o kaçmaya çalıştığımız âyetlerden birisi: Nisâ Sûresi, yani Kadın Sûresi, 34. Ayet-i Kerime. Aile hayatı ile ilgili çok önemli bir âyet.

Nisâ Sûresi 34. Âyet "Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır (yönetici ve koruyucudur)." diye başlıyor.

"Kavvam" kelimesi "Kayyum" kelimesinin çoğulu. Hem yönetici hem de koruyucu anlamına geliyor.

"Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar."
Ailede bir yöneticiye ihtiyaç var mıdır? Kesinlikle vardır. Aile toplumun en küçük kurumudur ve her kurumda bir idareci olmak zorundadır. Bu idareci ya kadın ya erkek olacaktır. Allah (c.c) ailede yöneticilik görevini erkeğe vermiş. Elbette Rabbimiz her şeyi en iyi bilendir.

Kadın ve erkek ikisi de evde yönetici olamaz. Nasıl memlekette bir başbakan, her belediye de bir belediye başkanı, her kurumda bir genel müdür varsa ailenin de genel müdürü, idarecisi erkektir. İki idareci daha iyi olsaydı herhalde devletin en önemli kurumlarından bunu esirgemezlerdi. Peygamberimiz (s.a) "Üç kişi yola çıksa birini reis seçin." buyuruyor. Şu uzun hayat yolculuğunu da idarecisiz götürmek zaten mümkün değil.

Erkeklerin doğuştan getirdiği özellikler "güç, iddia ve başarı"dır. Erkekler liderlik için gerekli olan vasıflarla yaratılmışlardır.

Beyinlerinin sol tarafını daha çok kullandıkları için kadınlara göre çok daha gerçekçidirler. Kadınlar karar alırken, duygularını kararlarına fazlası ile katarlar.

Modern olmanın ölçüsü haline getirilen eşitlik iddiaları yüzünden, kadınlar, erkeklerin evde yönetici olmalarını kabul etmez oldular. Erkekler; vatanı, kadınları, çocukları korusun, kimsenin buna bir itirazı yok. Neden itiraz eden yok? Kadın haklarını savunanlar madem ki eşitlik iddiasındalar, şöyle demeleri gerekmez mi? "Askere, savaşa erkekler gidiyor, yaralanıyorlar, sakat kalıyorlar, ölüyorlar, burada bir eşitsizlik var. Biz kadınlar da savaşa gidelim, erkeklerden geride kalmayalım."

"Erkekler bizi korusun ama yönetmesin." Oysa mesuliyeti alan idareyi de alır. Sorumluluk varsa yetki de olmak zorundadır.
Âyetin devamında Rabbimiz erkeklerin ailede neden "kavvam" olduklarını açıklıyor: "Bu da Allah'ın kimini kimine üstün kılması ve bir de erkeklerin mallarından sarf etmeleri sebebi iledir."

Üstünlük kelimesi bu âyetin mealinde tek başına yetersiz kalmaktadır. Burada bahsedilen Allah katındaki üstünlük değildir. Allah (c.c) Hucurât Sûresi 13. âyette "Allah katındaki üstünlüğün ancak takva ile olduğunu" buyuruyor. Takva Allah'ın emir, yasak ve tavsiyelerine gösterdiğimiz titizlik ölçüsüdür. Ve takvada cins farklılığından bahsedilemez. Kur'an-ı Kerim'de kadın ve erkeğin farklı noktalarda üstünlüklerinden bahsedilebilir. Geçen haftaki yazımda bu konu ile ilgili âyeti kerîmeyi yazmıştım.

Erkeklerin kadınlara olan üstünlüğü ailede söz hakkı üstünlüğüdür. Yönetici olmanın getirdiği statü üstünlüğüdür.
Yetki sorumluluğu getirir. Erkekler; aileden, karısından, çocuklarından sorumludur. Yöneticilik erkek için ağır bir sorumluluktur. Erkekler yöneticilik görevlerini en doğru şekilde yerine getirmek için gayret içinde olmalıdırlar.

Kadın da erkeğin ailede reis olduğunu kabul etmeli ve gereken saygıyı göstermelidir. Mutlu bir evlilikte en önemli şey sevgi-saygı dengesidir. Kadın, erkeğe gerekli olan saygıyı gösterirse erkekten sevgi alabilir. Saygı görmeyen bir erkek, kadından sevgisini esirger.

Kız çocukları ve erkek çocukları farklılıkları üzerine yapılan bir araştırmada çıkan sonuca göre: "Kız çocukları sevgiye önem veriyor, erkek çocukları saygıya önem veriyor." Biz bütün çocuklar sevgi ister zannediyoruz. Oysa erkek çocukları saygıya daha çok değer veriyor. Saygı isteği erkekliğin temelinde var.
Milyonların izlediği televizyon dizilerine baktığınız zaman erkeklere yapılmayan hakaret yok. Hayvan isimlerinden tutun, her türlü ağır söz, erkeklere söyleniyor. O hakaretler kadınlara yapılsa kadın dernekleri ortalığı ayağa kaldırırlar.

Dizilerde erkekler rol icabı ağır hakaretlere ses çıkarmıyorlar; hatta biraz sonra o kadınla muhabbet ediyorlar. Bunları izleyen hanımlar da dizilerden duydukları kelimeleri kocalarına kullanıyorlar ve tepki gördüklerinde kendilerine değil kocalarına kızıyorlar."Ne var şimdi söylediğim sözde" diye bir de şikayet ediyorlar.
Erkeğe saygı ailede çocuk eğitimi için de çok gereklidir. Çocukların tatlı-sert bir baba otoritesine ve anne sevgisine ihtiyaçları vardır. Kadın kocasını saymazsa çocuklar hiç saymazlar. Günümüzde çocuklarla çok sorun yaşıyoruz. Çünkü evde erkek otorite olamıyor. Buna çoğu zaman beyni eşitlik iddiası ile zehirlenmiş kadınlar izin vermiyor.

Kadınlar, eşit olalım derken, çoğu zaman otoriteyi kendi ellerine alıyorlar, farkında değiller. Otorite kadına değil, erkeğe yakışan bir şeydir. İş yerlerinde yapılan araştırmalarda çalışan kadınların çoğu, kadın yönetici istemiyorlar, erkek yöneticiyi tercih ediyorlar. Kadın yöneticilerin otoriteyi sağlamak için erkekleşmeleri gerekiyor; fakat bu da fıtratta çatışmaya sebep olduğundan tam olarak yapamıyorlar. Bu durum iş yerinde çalışanlara ve yönetici kadınların aile hayatlarına olumsuz yansıyor.

Dünya atasözlerinin derlendiği bir kitaptan konu ile ilgili not aldığım bir kaç atasözü var:

"Mutlu evlilik, erkeğin baş, kadının kalp olduğu evliliktir." (Portekizce)

"Kadın pantolonun bir bacağını istiyorsa, pantolonun iki bacağı da gitmiş demektir." (Frizce)

"Bir kadın kendi eteğiyle, kocasının pantolonunu, ayırt edebiliyorsa akıllıdır."(İskoçça, Britanya)

Günümüzde özellikle okumuş dindar kadınlar, ailede erkek otoritesini kabul etmekte zorlanıyorlar. Eğitimli oldukları için erkeğin kendilerine saygı duymasını bekliyorlar, kendiler gerekli saygıyı göstermeden.

Evde, işte, kısacası hayatta eşitlik diye bir şey mümkün değildir. Bunu artık anlamak lazım. Eşitlik iddiası komünist bir söylemdir aslında. Komünizmde zengini fakire eşitleyelim diye uğraştılar yapamadılar. Feminizm de kadını erkeği eşitlemeye çalışıyor. İkisi de yaratılışa aykırı olduğu için yapılması mümkün değildir. Komünizm çöktü, darısı feminizmin başına.

Erkeklerin "kavvam" olmasının ikinci sebebini de Allah (c.c) "Mallarını harcamaları sebebi iledir." buyuruyor. Kadın çalışıp aileye maddi katkı sağlasa da hem erkeğin kazancının da kullanılmasından hem de âyetin bir öncesinde açıklandığı gibi, erkeğin, kadın üzerinde söz hakkı üstünlüğüne sahip olmasından dolayı, ailenin reisi yine erkektir. Rabbimiz böyle görevlendirmiş.
Erkekler, kadınların canını, namusunu korumak ve ailenin ihtiyaçlarını görmekle saygı ve hürmeti hak ederler. Bu hakkı erkeğe vermemek ve bunun gereği olan saygı ve hürmeti göstermemek çok büyük haksızlık ve nankörlüktür.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Güçlü Ve Mutsuz Kadınlar Ordusu

Günümüzde kadınları güçlendirme hareketi almış başını gidiyor. Kadına gereken gücü Yaradan zaten vermiş. Fazladan verilecek güce ihtiyaç yok.

Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'de Nisa Suresi 32.ayette şöyle buyuruyor:

“Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Allah hakkıyla bilendir.”
Kadın ve erkek yaratılış olarak da eşit yaratılmamış. Rabbimiz: "Sizi birbirinizden farklı noktalarda üstün yarattık, birbirinize özenmeyin." buyuruyor. Her iki cinse ne lazımsa verilmiş.
Erkekler hükümet gibi, kadınlar gizli devlet gibi.

Görünen açık güçler erkeklere verilmiş: Cesaret, liderlik vasfı, mali güç, beden gücü... Gizli güçler de kadınlara verilmiş: Kurnaz bir zeka, iletişim yeteneği, anne olma...

Materyalist bakış açısında, görünmeyen güçler, göz ardı ediliyor. Kabul edilen görünenin varlığı. Eğitim ve maddi güç. Kadını güçlendirelim, erkeklere ihtiyaçları kalmasın. Oysa kadın erkeğe, erkek kadına farklı noktalarda her ne olursa olsun muhtaç.

Genç kızlar, üniversite sınavına hazırlanırken aileleri ve öğretmenleri tarafından: "Okuyun, ilerde eşinizle anlaşamaz da ayrılırsınız, elinizde mesleğiniz olsun, erkeğe muhtaç olmayın." diye motive ediliyor.

Güçlendirme ve özgürleştirme kampanyalarıyla, takma kanatlarla kadınları zorla uçurmaya çalışıyorlar. Oysa kadının fıtratında aile olma ve bağlanma güdüleri var. Kadın uçtuğu zaman değil, bir erkeğe bağlandığı zaman mutlu olur. Yaradan öyle yaratmış.
Medya dünyasına baktığımızda şöhretli, zengin, çok güzel kadınlar sürekli sevgili değiştirmekten mutlu görünmüyorlar. Hepsi evlenmek, yuva kurmak istiyor. Ne kadar modern görünmeye çalışılsa da fıtrat inkâr edilemiyor demek ki.
Kadın toplumu yetiştiriyor, bunun için gerekli olan bütün donanıma da sahip. Toplumu yetiştirmekten daha büyük bir güç olabilir mi? Fakat annelik ve ev hanımlığı aşağılanarak, kadınların bu kutsal görevlerine burun bükülüyor ve kadına zoraki güçler atfedilerek kadın erkekleştirilmeye çalışılıyor.

Kadının gücü şefkat ve teslimiyetindedir.

Kadın güçlenmeli sözlerinin altında bir kışkırtıcılık var: "Siz kadınlar aciz, zavallı varlıklarsınız, güçlenmelisiniz." mesajı da gayet net okunuyor. Sizi güçsüz bırakan kim? Tabii ki erkekler.
Medyanın etkisi bu kadarla kalmıyor. Reklamlar kadını aşağılık hissettirmeye yönelik hazırlanıyor. Reklamlarda kadın bedeni kullanılıyor ve ekran başındaki kadınların bedenlerine saldırılıyor. "Yeterince iyi değilsiniz, ancak bu ürünü kullanırsanız, bu kadın gibi olursanız kendinizi düzeltebilirsiniz. O zaman erkekler sizi beğenir." Bizi beğenmeyen kim? Erkekler. Kötü olan kim? Ne yazık ki yine erkekler!

Bu arada televizyondaki incecik, her daim bakımlı kadınlar, erkeklerin de kadın ölçülerini değiştiriyor. Onlar da eşlerinde kusur bulmaya başlıyorlar, evde manken gibi eşler görmek istiyorlar. Bu da işin ayrı bir boyutu.

Kadınlar, erkeklere ne kadar akıllı, ne kadar becerikli, ne kadar süper kadınlar olduklarını ispat etmeye uğraşırken, erkeklerin bu özellikleri takdir etmelerini bekliyorlar. Takdir göremeyince de kızgınlıkları artıyor.

Kızdıkça daha güçlü olmaya çalışıyorlar. Toplumda eğitimli, çalışan, güçlü görünen fakat yalnız ve mutsuz pek çok kadın var. Erkeğe ihtiyacı yokmuş gibi davranan, yalnız kaldığında ise bolca gözyaşı döken. Güçlü, mutsuz ve yalnız kadınlar ordusu.

Güçlülük gazı, evli kadınları da çok etkiliyor. Kadınların çoğunda bir ezilme korkusu var. Neredeyse her seminerimde "Biz erkeklere yumuşak davranırsak, onlar bizi ezerler." itirazı kadınlardan mutlaka geliyor. Sanki kadınlar çim, erkekler de onları ezmek için fırsat kolluyor.

Kadınlar; masum, kibar, iyi, erkekler; kaba saba ve anlayışsız demek çok tehlikeli bir söz ve Allah'a karşı kötü zandan başka bir şey değil. Yaradan kadınları iyi, erkekleri kötü yaratmış demek olur ki bunun anlamı: "Allah, erkekleri kadınlara zulmetsin." diye yaratmış demekten başka bir şey değil.
Erkeklerde koruma ve kollama güdüleri var. Kadın erkekle güç mücadelesine girmediği sürece, erkek kadını koruma ve kollama ihtiyacı duyar.

Fiziksel olarak kadın zayıf yaratılmış, erkek güçlü yaratılmış.
Evlerde çocuklar zayıf, anne babalar güçlüdür; ama sevgi ilişkisinden dolayı güçlü olan ebeveynler zayıf olan evlatlara hizmet eder. Önemli olan gücün kimde olduğu değil.

Kadın, güçlü olmak için oyun oynuyor. Kadınlığın temelinde olan şefkat ve teslimiyeti bir yana bırakıp güçlü görünmek adına; asık yüzlü, inatçı, iddiacı ve sert olmaya çalışıyor. Erkekle güç çatışmasına giriyor.

Evlerde yaşanan huzursuzlukların çoğunun temelinde kadın-erkek güç çatışması vardır. Baştaki ayete dönersek, Rabbimiz: "güç çatışmasına girmesinler." diye, kadınlara gizli güçler, erkeklere açık güçler vermiş. Birbirlerini tamamlasınlar ve bütünlesinler diye.

Kadın kendine verilmiş donanımı ve iletişim yeteneğini kullanmayıp erkeksi özelliklere özenerek erkek silahı ile silahlanıyor. Kendine de zarar gelmesin diye kibirden bir kalkan örüyor.

Evlendirme programlarına bir bakın, toplumda kadınların ne hale gelmiş olduğunu görürsünüz.

Erkekler güçlüdürler; fakat kadına karşı zayıftırlar. Mevlana bunu güzel bir misalle anlatır.

"İnsan, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem bile olsa, Hamza'dan bile cesur olsa yine de hükmetme hususunda karısının esiridir. Görünüşte su, ateşten üstündür... Fakat ikisinin arasına bir tencere (sevgi) girdi mi ateş o suyu kaynatır, buharlaştırır, yok eder. Görünüşte su nasıl ateşten üstünse sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, onu istemektesin."

"Şah bile sevgiye kuldur, köledir." Kadının asıl istediği sevgidir. Sevgiyi de erkekten kavga ederek alamaz. Bu yüzden de kadını mutlu etmeyecek sahte güçler, kadına yük olmaktan başka bir işe yaramaz.

Sema Maraşlı - Haber 7
http://www.cocukaile.net/
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Baştan Çıkmak Sanıldığı Gibi Zor Değil

Karı koca ilişkisine dış etkenleri göz ardı ederek, evlilik iki kişiden ibaretmiş gibi bakmak mümkün değil. Başta aileler olmak üzere pek çok şey aile hayatı üzerinde etkili olmakta. Medyanın yanlış yönlendirmesi ve kadın erkek iç içe bir çalışma hayatı dayatması da aile hayatının bozulmasında en önemli etkenlerden biridir.

Kadının, evinin dışında, çalışma hayatı içerisinde olması, pek çok açıdan toplumsal düzeni etkiledi. Bu konuda fayda zarar ilişkisine bakılacak olursa, eminim kadının çalışmasının toplum ve aile hayatına zararı, faydasından çok daha fazladır.

Bu zararlardan en önemlisi de kadın ve erkeğin çalıştığı ortamların karma olması. Okullardaki karma eğitimler ve çalışma hayatındaki karmaların, hayatımızda nasıl bir karmaşaya sebep olduğunu aslında hepimiz biliyoruz ve görüyoruz.

Geçenlerde bekar bir hanımla konuştum. Bir kaç şey sordu bana. İş yerinde evli bir adama âşık. Durumunu nasıl anlatacağını bilemiyor. Şirkette pek çok evli erkeğin arasında çalışan az sayıda kadından biri. Sabah akşam birbirlerini görürken konuşurken en son tutulmuşlar deli gibi. Ne yapacağını bilemiyor. Bir kere evli bir adamı sevmiş olmayı kendine yakıştıramıyor. Erkek karısından ayrılıp kendisiyle evlense onu çocuklarından ayırmaya kıyamıyor. İkinci olmayı kendine yediremiyor. Velhasıl çaresizlik içinde çırpınıyor.

Erkek de çaresiz. Eşiyle sorunları var. Eşini üç saat görüyorsa bu kadını sekiz saat görüyor. Onunla konuşmak, gülmek, dertleşmek, onun ilgisini, sevgisini görmek hoşuna gidiyor. Fakat o da çok tehlikeli sularda yüzdüğünün farkında.

Kadının ve adamın yaşadığı durum pek çok iş yerinde yaşanıyor. Modern olmak adına, aralarında çekicilik olduğunu bile bile ateş ile barutun yan yana durmalarında bir mahsur görmez olduk.
Aldatmalar arttı. Bu sorunu "Erkeklerin gözü zaten dışarıda." diyerek çözümsüz bir şeymiş gibi sunmak yerine aldatmaların ya da kumaların artmasında toplumsal düzenin etkisini neden sorgulamıyoruz? Artık kadın aldatmasını da konuşmak lazım. Onda da ciddi artışlar var.

Allahu Teala Kur'an-ı Kerim’de Nur Suresi 30-31. âyetlerde "Mümin erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar. Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar." buyuruyor. Ve bakışların önemine dikkat çekiyor.

İnsan düşünceleri ile elektrik üretiyor ve bu elektrikler bakışlarla başkalarına geçiyor. Bu yüzden kendini kontrol etmenin en iyi yolu gözleri kontrol etmektir. Dokunma ya da göz teması olduğunda beynimiz, sevgi ve bağlılık hormonu olan "Oksitosin"i hızlı bir şekilde üretmeye başlıyor. Çocuklarımız ve sevdiklerimizle konuşurken gözlerinin içine bakmak ve dokunarak konuşmak bu yüzden aradaki sevgiyi ve bağlılığı artırıyor.

Biz bu hormonun adını, varlığını ve nasıl üretildiğini bilmesek de Sevgili Peygamberimiz ailede muhabbet için bu hormonu çalıştırmaya işaret etmiş: “Bir erkek karısına baktığı, karısı da kendine baktığı vakit Allah her ikisine de rahmet nazarı ile bakar ve erkek karısının elini tuttuğu zaman her ikisinin de günahları parmakları arasından dökülüp gider.”

Ne kadar güzel. Karı koca el ele tutuşuyorlar, göz göze bakışıyorlar, muhabbet ediyorlar mutlu oluyorlar. Bir de günahlarından hafifliyorlar, Allah(c.c) ın rahmetine mazhar oluyorlar. Romantizm arayanlara işte romantizm, hem de en sevaplısından.

Sevgi ve muhabbeti dağıtmamak, enerjilerimizi gereksiz yere başkalarına yüklememek için gözleri korumak lâzım. Kısa süreli bakışlar insanı fazla etkilemez; fakat uzun süreli bakışlar etkilidir. Aynı iş yerinde çalışan insanlar, birbirlerini çok görüyorlar, bunun neticesinde aralarında dertleşmeler, uzun sohbetler başlıyor. Böyle olunca göz teması da artıyor. O da sevgi ve bağlılık hormonu "oksitosin"i tetikliyor. Sonrasında ister istemez aralarında yakınlık oluşuyor.

Yurt dışında çok ilginç bir sosyal psikoloji deney gerçekleştirilir. Büyük bir üniversitede birbirini tanımayan erkek ve kızlardan çiftler oluştururlar. Kızlar ve erkekler uzun bir masaya karşılıklı oturtulur.

Herkesin önünde sadece bir tuzluk vardır. Gençlerden 20 dakika boyunca göz göze bakışmaları istenir ve birbirlerine sadece tek bir şey söylemelerine izin verilir. Bu sözün olabildiğince sevgi ve tutkuyla dile getirilmesi şartı vardır. Nedir bu söz? “Tuzu uzatır mısın?” Hepsi bu. Bu sözler, karşı tarafın gözlerinin içine uzun uzun bakmanın ardından, “seni seviyorum” der gibi tutku ve sevgiyle söylendiğinde, ortaya çıkan sonuçlar inanılmaz. Başlangıçta birbirini hiç tanımayan bu çiftler, o günden sonra çoğu sevgili oluyor, bir kısmı da evleniyor.

Çıkan sonuçlara göre de gözleri sakınmadan kendini sakınmak zor görünüyor. Aynı ortamda da gözlerini korumak ne kadar mümkün olabilir?

Karma ortamlarda kadınlar, oltanın ucundaki yem gibiler. Erkekler de olta. Modernlik yalanı ile iki tarafta kötü niyetliler tarafından kullanılıyor. Kadın erkek çalışma ortamlarını ayıralım dediğiniz de "Vayy yobaz! Kaçıncı yüzyılda yaşıyorsun." diye saldırıyorlar. Sanki üçüncü yüzyılda kadın ve erkeğin hormonları başkaydı da bu yüzyılda yerine cinsiyetsiz hormonlar geldi. Bunun yüzyılı falan yok.

Kadın ve erkek birbirini her zaman çeker. Allah(c.c) Yüce Kitabımız, hayat rehberimizde "Zina yapmayınız." demez "Zinaya yaklaşmayınız." diye uyarır. Baş başa kaldığında, yaklaştığında kendini kontrol etmek çok zordur çünkü. Ateş ve barut patladığında sadece iki kişi etkilenmez, aynı zamanda etrafadır zararları. Bu yüzden çok önemli bir konudur.

“Ben kendimden eminim, karımdan başkasına yan gözle bakmam. O benim bacım sayılır.” falan hikaye. Kendine güvenenler daha fazla hata yapıyor.

PsikoHayat dergisinin bir sayısında “Baştan çıkmak sanıldığı kadar zor değil.” başlıklı bir yazıda yurt dışında yapılmış bir araştırma ve çıkan sonuçlar var. Araştırmada insanların hırs, madde aşermesi ve cinsel uyarım gibi dürtü kontrol becerilerine olan inançlarının, ayartıcılığa verdikleri tepkileri nasıl etkilediği incelenmiş. Çalışmanın öncüsü Loran Nordgren’e göre insanlar, dürtülerinin gücünü kestirmede pek başarılı değillermiş.

Ayartıcılık tuzağına en çok, kendini dizginleyebilme gücüne en fazla güvenenler düşüyor.” diyor.

Açlık, öfke, cinsel uyarılma gibi durumları yaşamayan kişiler, böyle bir durumu yaşama ihtimalleri üzerine, bu davranışların kendilerini etkileme gücünü düşük hesaplıyorlarmış. Kendilerini abartılı bir şekilde kontrol edeceklerine inanıyorlarmış. Fakat durum başlarına geldiğinde yeterince kontrol edemiyorlarmış. Yani kısacası "Kendine güvenme, her zaman tedbirli ol.”

Baştan çıkmamak için bakışları kontrol etmek lazım. Gönlü temiz tutmak için göze dikkat etmek lâzım. Bakışları kontrol etmenin en rahat yolu ortamı ayarlamaktır. Karma ortamlarda gözü korumaya çalışmak gerçekten zordur.

Gözünü korumaya gayret edenler mutlaka vardır; fakat insanlara bu eziyetler niye yapılıyor ki?

Kadın ve erkeğin çalışma ortamlarını ayırmak lâzım. Modernlik yalanında yeterince yüzdük. Boğulanlar gitti, çırpınanlar için ve henüz kıyıda olanlar için bir an önce tedbir almak acilen gerekli.
Tabii ki kurtuluş, Yüce Yaradanımızın bize hayat rehberi olarak gönderdiği Kur'an-ı Kerim’de. Ne zaman ki âyetleri kendimize rehber olarak alırsak, o zaman ancak çözümsüz gibi görünün sorunlar çözülür. Mutlu olmak ancak o zaman mümkündür.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kadınlara, eşlerini kul köle ettirecek 10 öğüt

Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir.

Aile mutluluğuna tek çare: "Kur'an ve sünneti hakem yapmak"

Nisâ Sûresi 34. ayeti kerîmeden sonra, 35. âyeti kerîme ile devam ediyoruz. Bugüne kadar evlilik ilişkisine yeterince feminizm gözlükleri ile baktık biraz da Yaradan'ın yol göstericiliğinde iman gözlüklerimiz ile bakalım. Nisâ sûresi 35. âyeti kerîme:

"Eğer aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar düzeltmek isterlerse, Allah aralarını bulmaya onları muvaffak kılar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden haberi olandır."

Eğer karı koca meseleyi aralarında çözemedilerse Rabbimiz aileye dışarıdan yardım edilmesini istiyor. Her iki taraftan iki hakem tavsiye edilmiş fakat âlimler "İkisinin de kabul edeceği bir hakem de olabilir." diyorlar.

Rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.s) ile Hz. Aişe arasında bir tartışma olur ve Hz. Ebubekir hakem olarak çağrılır. Hz. Peygamber (s.a.v) “Sen mi önce konuşacaksın, ben mi?” diye sorunca, Hz. Aişe “Önce sen konuş fakat hak söyle.” deyiverir.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a) kızına bir tokat atar ve “Ey nefsinin düşmanı! O hakkın dışında hiçbir şey söyler mi?” diyerek çıkışır.

Bunun üzerine Hz. Aişe Peygamberimizin arkasına sığınır. Peygamberimiz “Yâ Ebabekir! Biz seni bunun için çağırmadık ve böyle bir şeyi de senden istemedik.” diyerek hoşnutsuzluğunu belirtir.

Hakemin iki tarafın ailesinden olmasının tavsiye edilmesi, ilk adımda aile sırlarının dışarıya açılmaması ve yakınların onların durumu hakkında zaten fikir sahibi olmaları açısından önemli. Fakat aileden hakem olabilecek özellikte kimseler yoksa dışarıdan birisi de olabilir.

Hz. Ömer (r.a) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderir. Hakem geri döndüğünde "onları barıştıramadığını" söyler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) hakemi kamçılar ve ona Nisâ sûresindeki 35. âyet-i kerîmeyi hatırlatır:

"Hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur."

Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gider, niyetini güzelleştirir. Eşlere şefkat gösterir ve böylece aralarını düzeltir.

Niyetin önemini âyet-i kerîmeden öğreniyoruz. Sözler de çok önemli. Resûlullah efendimiz: "Sözlerde büyü etkisi vardır." buyuruyor.

"Kocamla aramız bozuldu, kayınvalidem büyümü yaptırdı." diye şüphelenen hanımlar öncelikle kimin sözünden ne kadar etkilendiklerine, kimlerin sözleriyle büyülendiklerine bakmalılar. O kayınvalidesinden şüphelenirken belki esas büyüyü sözleri ile onu yönlendiren annesi yapmaktadır.

Kadının annesi ve erkeğin annesi evlatlarına farkında olmadan sürekli hakemlik yapmaktalar. Hakemlikteki en önemli şart iyi niyetle hareket edip aralarını güzelleştirmeye çalışmak olmalı. Kötü niyetle aralarını açacak sözler söylemekte çok büyük vebal.

Sevgili peygamberimiz: "Karı koca arasını bozacak söz söyleyen ateştedir." buyuruyor.

Fakat maalesef ki aileler çoğu zaman evlatlarını yanlış yönlendirmekteler. Gelinin ya da damadın ardından konuşarak evladını kışkırtan kayınvalidelerin sayısı az değil. Kayınvalideler diyorum çünkü çoğunlukta kayınvalideler yapmakta bunu. Kadınlar kaç yaşarsa yaşasın çocuklarının hayatlarına müdahil olmayı severler ve sözle yönlendirmekte de ustadırlar.

Kayınpederler genellikle aile sorunlarına sebep olmazlar. Tam aksi yapıcı olmaya çalışırlar. Tabi istisnalar elbette vardır, aileyi olumsuz etkileyen kayınpederler de vardır fakat biz çoğunluk üzerine konuşuyoruz.

Kadınların yanlış yönlendirmelerinde en önemli etki, kız ve erkek annelerine göre değişmekte. Kendi kocasına saygı duymayan ve yöneticiliğini kabul etmeyen pek çok anne, oğlunun karısı tarafından saygı görmesini bekler, evladının kılıbık olmasından, gelinin ağzına bakmasından da korkar. Tamamen bir çifte standart vardır bu konuda.

Oğlu karısını çok severse, karısının emrine girer ve ailesini unutur, diye de endişelendikleri için gelinin arkasından konuşarak, oğlunun gözünden karısının değerini düşürmeye çalışan kayınvalideler var maalesef. Bu noktada erkeğin uyanık olması ve annesinin sözlerini dikkate almaması lâzım. Kadın kıskançlığına kurban olmamak için. Tabi gelinin de akıllı davranıp kayınvalide ile güzel geçinmeye çalışması da önemli.

Kız annelerinin çoğu da kızlarının kocaları tarafından ezilmesinden endişe ederler, bu yüzden de kızlarını kocaları üzerinde otorite olabilmeleri için yönlendirirler. Evde kızlarının sözü geçmezse onların ezildiklerini düşünürler. Ayrıca kızı kocasının sözünü dinlediğinde, kızı üzerinde kendi otoritesinin de sarsılacağının ve yeterince annelik edemeyeceğinin planını yapan kadınlarda var.

Bunlar kötü niyetli adımlar. Bir de iyi niyetli adımlar var. Mesela erkeğin ailesinden "Aman oğlum, çocukların var, sus, hep alttan al, idare et, karının söylediklerini yapıver." diyenler de oluyor. Bir erkeğin boşanmamak için evde hep alttan almasını ve idareyi kadına vermesini tavsiye etmek doğru bir hakemlik midir? Değildir elbette. O zaman hakemlikte bir ölçü olması lazım. Ölçü de tabii ki Allah ve Resûlü' nün sözleri olmalı.

Nisâ sûresi 59. âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allaha itaat edin, Resûlüne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de... Herhangi bir şey hakkında çekişirseniz (anlaşamazsanız) eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu, Allah'a ve Resûlüne arz edin. (Kur'an ve sünnetle halledin.) Bu (sizin için) daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir."

Bu âyet-i kerîme ile herhangi bir şeyde- karı koca sorunları ya da başka sorunlar da olur- anlaşmazlığa düştüğümüz zaman önce âyet-i kerîme ve hadis-i şerîflere bakarak çözüm bulmamız, Allah ve Resulüne itaat etmemiz ve müslüman idarecilere (Ulü'l-emre) de itaat etmemiz emredilmekte. "Ulül- emr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir." diyor âlimler. Din âlimleri ve ülke yöneticileri ulü-emrin başında gelirler. Hadis-i şerîfe göre: "Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir."
Günümüzde özgürlük ateşi ile kışkırtılan insanlara en ağır gelen kelimedir itaat.

Nisâ sûresi 34. ayet-i kerîme ve Nisâ 35. âyet-i kerîmeye birlikte baktığımızda karı koca bir sorun olduğunda önce kendi aralarında çözmeye çalışsınlar, olmadı hakemle sorun giderilmeye çalışılsın. Nîsa 59. Âyet-i kerîmeyi de göz önüne aldığımızda karı koca da hakem de sorunu çözerken önce Allah'ın kitabına ve Resûlünün sözlerine bakacak, sorun çözülmediyse din âliminden yardım alacak. Burada hakeme de itaat gerekli. Yine toplumumuzda çok yapılan bir yanlış var. Sorunu olan gider bir hocaya danışır; fakat işine gelmezse kendi canının istediğini yapar.

Tekrar aileler konusuna dönecek olursak, aileler evlatlarına hakemlik yaparken içlerinden geldiği gibi değil, Allah ve Resûlunün sözlerini göz önüne alarak hakemlik yapmak zorundalar yoksa vebal altındadırlar. Ayrıca evlatlarına iyilik edeyim derken kötülük ederler. Kadına, evde kocasına söz geçirmesi için huysuzluk yapmasını söylemek ya da erkeğe, karısı karşısında hep susmasını, karısının evde emir olmasına izin vermesini öğütlemek Allah ve Rasûlünün ölçülerine uymaz.

Aslında farkında olmadan hakemlik çok yapıyoruz. Biz dert anlatmayı, paylaşmayı seven bir toplumuz. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız bize aile sorunlarını anlatırlar ve biz de onlara "şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın" derken tek taraflı hakemlik yapmış oluruz. Burada iyi niyetimiz ve doğru ölçüleri kullanmamız (âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfler) çok önemli. Çünkü ağzımızdan çıkacak her cümle sıkıntılarına çözüm arayan insan için çok önemli olacaktır. Bir ailenin huzursuzluk yaşamasına ya da dağılmasına sebep olursak büyük bir vebal altında kalırız.

Günümüzde aile danışmanlarının da yaptığı aslında hakemlik. Psikolog ya da danışmanlara giderken de ölçüsü Allah ve Resûlü olan insanları seçmek gerekir. Freud'la, eşitlik ve feministlik teraneleriyle yardım etmeye çalışanlardan fayda yerine zarar görebiliriz.

Yazıyı ölçüsü doğru, akıllı bir annenin kızına nasihatleri ile bitirmek istiyorum.

Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir:

“Bak yavrum! Bir kimseye nasihat ve tavsiye, eğer o kimsenin edebine, terbiyesine, asâletine ve haysiyetine bakılarak terk edilecek olsaydı, benim de şimdi sana bu tavsiyelerde bulunmama ihtiyaç olmazdı. Lâkin tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene anlatıp öğretme demektir. Bundan dolayı da herkes için faydalıdır.

Kızım! Eğer bir kız, ana-babasının servet ve zenginliğinden dolayı kocaya muhtaç olmasaydı, senin herkesten ziyâde müstağnî olman lâzım gelirdi. Fakat öyle olmayıp erkekler bizim için yaratıldığı gibi biz de onlar için yaratılmışızdır.

Kızım! Sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp, bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın bir kişinin evine gidiyorsun.

O hâlde kocanın rızâsını gözetip hizmetçisi gibi kendisine itaat eyle ki, o da sana kul-köle olsun, seni sevsin ve hoşnut olman için elinden gelen her şeyi yapsın.
Sana şimdi on şey söyleyeceğim. Bunları ezberle ve gereğince hareket et ki, kocanla güzel geçinmeye muvaffak olasın:
1. Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse onu cân u gönülden kabul etmelisin.
2. Emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri de yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat etmelisin.
3. Üstünü-başını ve evini temiz tutmaya dikkat etmelisin.
4. Görüldüğünde veya kokusu alındığında hoşlanılmayan şeylerden kaçınmalısın ki, kendinden iğrendirip kocanın gözünden düşmeyesin.
5. Kocanın uyuyacağı, yemek yiyeceği vakitleri iyi tâkip etmelisin. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazır etmelisin. Zîrâ açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk da öfkelendirir.
6. Kocanın malını muhâfaza edip israf ve teleften korumalısın.
7. Kocanın îtibârını gözetip onun akrabâ-yı taallukâtına hürmet etmelisin.
8. Hiçbir şeyde ona isyan ve muhâlefet etmemelisin.
9. Âile sırrını kimseye ifşâ etmemelisin. Eğer emrine isyan edersen kendine kin bağlatırsın, sırrını ifşâ edersen gadr u cefâsından emin olamazsın.
10. Kızım, sakın ola ki kocan kederli iken yanında ferah ve neşeli durmayasın, onun ferah ve neşeli vaktinde de keder göstermeyesin!”

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Kadın Beyni

Kadın Beyni

Davranış Bilimleri”nde “Kadın Psikolojisi” dersleri benim değişimimde dönüm noktalarından biridir. O zamana kadar kadın ve erkeğin pek de birbirinden farklı olduğunu düşünmüyordum. Oysa kadın ve erkek arasında küçük gibi görünen, hayatı büyük etkileyen farklar var. Bu farklılıkları bilmek öncelikle kişinin kendini tanımasını sağlıyor, sonrasında ise eşini tanımak ve doğru adımlar atmak noktasında yol gösteriyor.

Bugünkü yazımda çiftlerin işine yarayacak, benim de beğenerek okuduğum ve eğitimlerimde faydalan-dığım bir kitaptan alıntılar yapacağım. Kitabın adı “Kadın Beyni” Yazarı “Dr Louann Brizendine” Yayınevi “Say”

Maksadım kitap tanıtmak değil, yazar memleketlim değil, yayınevini tanımam. Yaptığım işe saygımdan dolayı işimle ilgili konularda çok okurum. Kur’an Kursu öğretmenliği yaptığım dönemde dini konularda çok okuyordum, şimdi de din ve psikoloji alanında çok okuyorum. Eminim okuyucularım da okumayı seven insanlardır. Bu yüzden bazen beğendiğim kitapların isimlerini bazen de kitapların içinden bölümler alarak, kendi görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.

“Kadın Beyni” kitabının yazarı Dr Louann, Yale, Harvard gibi en iyi üniversitelerde eğitim almış olan iyi bir nöropsikiyatr. Kitabın giriş sayfalarında kitapla ilgili şunları söylüyor:

“Bu kitap, kadın beyni ve bizi kadın yapan davranış biçimleri üzerine yapılan yeni araştırmalar konusunda bir kılavuzdur ve bir nöropsikiyatr olarak, yirmi yıllık klinik çalışmamı ortaya koymaktadır.

Kadınlarla bu kitabı yazarken öğrendiğim tek bir dersi paylaşmam istense, doğuştan gelen biyolojimizi anlamanın, geleceği daha iyi planlamamızı sağladığını söylerdim.

Dr Louann’ın kadın erkek farklılıkları üzerine tespitleri de dikkat çekici:

“Kadınlarla erkekler arasında fark olmamasını dileyenler var. 1970’lerde Berkeley’deki genç kadınların sloganı “zorunlu üniseks”ti. (üniseks=cins farkı gözetmeyen) Bu cinsiyet farklarından bahsetmenin bile politik anlamda yanlış olduğu anlamına geliyordu. Hâlâ kadınların eşit olabilmeleri için “Üniseks”in standart olabilmesi gerektiğini düşünenler var. Oysa biyolojik gerçekler üniseks beyin (cins farkı gözetmeyen beyin) diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.

Derinlerde farklılıklara dayanan ayrımcılık korkusu yarattığından, yıllar boyunca cinsiyet kökenli farklılıklarla ilgili araştırmalar, bu araştırmaların sonuçları, kadınların eşitlik iddialarını zorlaştırabileceğinden yapılmadı. Ne var ki kadınlar ve erkekler aynıymış gibi davranmak kadınların da erkeklerinde işine yaramadığı gibi kadınlara zarar veriyor.”

Demek ki kadınların eşitlik iddiası bilime bile engel olmuş. Bu eşitlik davası kimlerin işine geliyorsa artık derinlemesine incelemek lazım.

Kitapta kız çocuklarının bebeklikten başlayarak gelişim süreçlerini ve erkek çocuklarından farklılıklarını menopoz dönemini de içine alarak bölüm bölüm detaylı olarak bulabilirsiniz.

“Kız çocukları yüzleri okumak, ses tonlarındaki, duygulardan kaynaklanan değişimleri fark etmek ve başkalarındaki, sözlerle ifade edilmeyen ipuçlarını yakalamak konusunda yetenekli bir makine olarak dünyaya geliyor. Bir düşünün. Böyle bir makine ancak iletişim kurmak için yaratılmıştır. Kadın beyninin temel işlevi budur. Ve kadınları doğumlarından itibaren bunu gerçekleştirmeye yönlendirir.”

Kadınlar bu kadar iletişimle donanımlı yaratıldığı halde günümüzde en çok iletişim sorununu da yine kadınlar yaşıyor. Neden? Birkaç sebepten dolayı olabilir.

Öncelikle inançlar davranışları etkiliyor. Günümüzde kadınlar, iletişim noktasında erkekleri kendilerine eşitlemeye çalışıyorlar. Ben konuşmayı seviyorum o da benim kadar konuşsun, ben detaycıysam o da detaycı olsun, ben onun her şeyini düşünüyorsam o da benim her şeyimi düşünsün, ben onun yüz ifadesini okuyorsam o da benim yüz ifademi okusun ona göre davransın…gibi.

Eşit olmak için aynı olmak lazım ne de olsa. Oysa erkek beyni kadın beyni kadar detaycı çalışmaz. Kadınların iletişim yeteneklerini kullanmak için öncelikle yanlış inançları doğru bilgilerle düzeltmeleri lazım ki sahip oldukları yetenekleri kullanabilsinler.

Sonuçta “Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur, sözlerine dikkat et, davranışların olur.” deyişini unutmamak lazım. Düşünce, var olan yeteneklerin kullanımına engel oluyor.

İkincisi, eşit olmayanlar arasında eşitlik mümkün olmadığı için eşitlik mücadelesi bir süre sonra üstünlük mücadelesine dönüşüyor. Kadınlar erkeklere ne kadar zeki, ne kadar becerikli, ne kadar başarılı olabileceklerini ispat etmekle uğraşıyorlar. Kadın söz yeteneği ile de erkeğe üstün çıkmaya çalışıyor.

Evlilik okuluma katılan bir hanım şöyle demişti. “Sizin eğitimlere katıldıktan sonra fark ettim ki evlilik hayatımda gereksiz yere kendimi çok kasmışım. Eşimle bir konuda anlaşmazlığa düştüğüm zaman ‘şimdi bir cümle bulsam ve tam yerine oturtsam da kocamı bir sustursam’ diye kendimi ne çok yorduğumu fark ediyorum.”

Kadınlar kocalarını susturabildiklerinde bunun bir zeka göstergesi olduğunu zannediyorlar. Oysa bu kadın beyninin doğal bir yeteneği. Erkekler söz yarışında kadınları asla geçemezler. Kadınlar günde yaklaşık 20 bin kelime kullanırken, erkekler sadece 7 bin kelime kullanıyorlar.

Üçüncüsü, iletişim kelimesi çok fazla kullanılan bir kelime olmasına karşı anlamının tam olarak bilinememesi. İletişim karşılıklı etkileşimdir. İletişim konuşmak demek değildir. İletişim nerde susup nerde konuşacağını bilmektir. Ve kadınlar yüz mimiklerini iyi okuyabildikleri için ne zaman susmaları gerektiğini bilirler ama genellikle susma noktasında sorun yaşarlar.

Kitaptan devam edelim:

Bir araştırma, yirmi dört saatlik bile olmayan kız bebeklerin diğer bebeklerin ağlamalarına-ve insan yüzlerine-karşı erkek bebeklerden daha duyarlı olduklarını gösterdi.

Erkekler kadınların yüzlerindeki üzüntü belirtilerini sadece % 40 oranında fark ederler, oysa kadınlar bu işaretleri % 90 yakalayabilir.”

Yaradan, un vermiş, yağ vermiş, şeker vermiş, neden helva yapılmıyor da malzemeden çalınıp un helva niyetine yutmaya çalışılıyor düşünmek lazım.

Kitapta Dr Louann’ın annesinden öğrendiği bir konunun bilimsel açıklaması da var.

“Kadınların öfkeyle ilişkileri çok daha dolaylıdır. Annemden, bir evliliğin kalitesini ve uzun ömürlü olmasının kadının kaç kere susup dilini ısırdığı ile ölçülebileceğini çok duydum. Bir kadının dilini ısırıp öfkesini ifade etmekten kaçınması, sosyal çevre ya da yetiştiriliş nedeni ile gelişen bir eylemden çok beyin devrelerinin tercihidir.”

Doktorun annesinin dediği gibi kadının dilini ısırmasına gerek yok aslında. Rabbimiz bunun için beyinde gerekli olan kontrol mekanizmasını geniş yaratmış. Yeter ki kadın verilen yetenekleri kullanmak istesin. Kullanmak için de ne yaptığının farkında olması ve ne yapması gerektiğini bilmesi gerekir. Çünkü bu yanlış kullanımlar çoğu zaman kötü niyetli değil, doğrusunun bu olduğu zannedilerek yapılıyor.

Kadınlara yönelik bir seminerimin ertesi günü seminere katılan hanımlardan birinin eşi teşekkür etmek için mesaj atmıştı. “Sema Hanım biz on iki yıllık evliyiz. Eşim bugün sizin seminerden geldikten sonra bana dedi ki ‘Ben bunları daha önce hiç duymadım, bilmiyordum.’ Kadınlar aslında iyi niyetli ama bilgi noktasında eksikleri var. Bu noktada da bilenlerin bilmeyenlere şefkatle öğretmesi lazım.

Kitapta kadın beyni ile ilgili daha ilginç bilgiler var. Ara ara sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Meraklısı kitabı alıp okursa daha çok faydalanır.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Evliliğe Kurulan Tuzak Ve Kocayı Anlamak

Evliliğe Kurulan Tuzak Ve Kocayı Anlamak

Son günlerde özellikle hanımların, yazdıklarım ve söylediklerimle ilgili itiraz ettikleri bir nokta var.“Konularınızı kadın erkek farklılığından değil, insan ilişkileri üzerinden değerlendirin.” diyorlar. Kadınlar “Neden benim düşündüğümü ya da benim ona yaptığımı o da bana yapmıyor, o da bana söylemiyor, sonuçta bu yaşadıklarımız insani bir şey.” diyor.

Çok kaba bir karşılaştırma olacak ama hayvanlar âleminde, nasıl olsa hepsi hayvan, diye balığı, kediyi, aslanı, solucanı, fili aynı kategoriye koyabilir miyiz? Birine yaptığımız can acıtmayacak bir davranış başka bir hayvan için zulüm olabilir.

Kadın ve erkeğin insan cinsinden olması aynı şeylerden hoşlanıp aynı şeylere tepki göstermelerini gerektirmiyor. Kadına göre insani olarak yapılması gereken bir şey, erkeğe göre çok da lüzumlu olmayabilir. Ya da diğeri için tam tersi.

Bu yüzden mutlu olmak isteyen çiftlerin öncelikle öğrenmesi gereken şeyler birbirleri ile ilgili yaratılış farklılıkları olmalı.

Mesela pek çok kadından şu sözleri duymuşumdur. “Benim kocam dengesiz.” “Nasıl yani?” diye sorduğumda:

“Bir bakıyorum bana çok yakın davranıyor, bir bakıyorum buz gibi davranıyor. Yani kendi keyfine göre hareket ediyor. Soğuk davranma sebebini bir türlü anlayamıyorum.”

Mesela karı koca sohbetli, muhabbetli güzel bir akşam geçiriyorlar. Kadın bekliyor ki kocası onu öpücüklerle uyandırsın. Sabah bir uyanıyor, akşam muhabbet ettiği adam sabah muhabbeti devam ettirmiyor. Ciddi bir yüz ifadesiyle işine gitmek için hazırlanıyor. Ya da karı- koca çok güzel muhabbetli birkaç gün geçiriyorlar sonrasında erkek birkaç gün karısına biraz mesafeli davranıyor.

Kadın başlıyor düşünmeye..Kadın beyni senaryo yazmaya zaten hazırdır. Ne oldu? Akşam bir şeye mi canı sıkıldı da onu hatırlayıp bana soğuk davranıyor? Yoksa annesi ya da kız kardeşi aleyhime konuştu da kocamı bana karşı doldurdular mı? Yoksa başka bir kadın mı var? vs..vs.

Kadın hızlı bir şekilde son günleri gözden geçirir, birkaç şeye takılır. “Acaba şunun için mi yoksa bunu için mi?” diye. Kocasına sorar soğukluk sebebini o da “Bir şey yok.” der. Kocasının duygusal uzaklık sebebini öğrenemeyen kadın, erkeğe kırgınlık duymaya başlar.

Erkekler niçin bu şekilde davranırlar? Bu, dengesizlik ya da sevme yeteneğinden yoksunluk değildir.

Pek çok kadının anlam veremediği bu durumun psikolojide iyi bir açıklaması var.

Çocuklarda anneye duyulan bağlılık hissi vardır. Ancak, kızlar annelerine olan bağlılıklarını sürdürdükleri halde, iki yaş civarındaki erkek çocuklarında bir değişim görülür. Giderek annelerinden farklı olduklarını ve babalarına daha çok benzediklerini fark eder ve bu aşamada kadın gibi olmamak için annelerinden kopmaya ve babalarını kendilerine örnek almaya başlayarak erkekliğe ilk adımlarını atarlar.

Fakat anne sevgisine ve yakınlığına da ihtiyaç duydukları için anneden tamamen kopamazlar. Anneye yaklaşırlar fakat en yakın oldukları zamanda baba gibi olmak için kendilerini çeker ve uzaklaşmaya çalışırlar.

Bu karşıt güçler erkek karakterinin temelini oluşturur. Erkekler kadınlarla ilişkilerinde ayrılık ve birleşme noktaları arasında gidip gelirler.

Kadınların kendilerini en çok rahat hissettikleri yakınlık derecesinde, erkekler, kendilerini elleri kolları bağlı ve tuzağa düşmüş gibi hissederler. Bu zıtlık kadın erkek ilişkisinde büyük bir çelişki gibi görünür. Fakat bunun pek çok hikmeti var.

Eğer erkekler de kadınlar gibi olsaydı hayat zor devam ederdi. Erkekler evdeki muhabbeti bırakıp işe güce gidemezlerdi ya da gitseler bile karısını düşünmekten işlerine kendilerini veremezlerdi.

Ayrıca her daim mucuk mucuk muhabbet olsaydı çiftler birbirlerinden kısa zamanda bıkarlardı. Erkeğin bir süre kendi içine çekilmesi ve tekrar dönmesi küçük bir duygusal ayrılık ve kavuşmadır. Tabi olay doğru değerlendirildiğinde.

Aksi takdirde erkek karısından biraz uzak durmaya başladığında kadın ya çok üstüne düşer bunaltır ya da “sen bana böyle davranırsan ben de sana öyle davranırım.” diyerek erkeğe karşı tavır alır. O zaman da tatsız sonuçlar ortaya çıkar.

Erkek uzaklaşma aşamasını atlatıp karısına yakın olmak istediğinde kadın onu duygusal olarak kabul etmez, soğuk davranır.

Erkek davranışlarını karısından uzak durmak olarak görmez. Onun davranışında bir kasıt yoktur, kendi normal davranmaktadır, karısı aşırı sevgi ya da ilgi beklentisi yüzünden saçmalamaktadır.

İki tarafta konu ile ilgili bilgi sahibi olmayınca muhabbete vesile olacak bir durum, düşmanlığa sebep olabiliyor.

İyi bir eş olabilmek doğuştan kazanılmış bir özellik değildir. İyi bir eş olmak için elimizdeki malzemeler genellikle anne ve babamızdan gözlemlediklerimiz, medya ve çevreden öğrendiklerimizdir. Bunlar da genellikle yanlış bilgiler olur.

Eğitimle iyi bir eş olmayı öğrenebiliriz. Günümüzde özellikle bu eğitime ihtiyaç var; çünkü evlilik üzerine çok tuzak var.

Bundan elli yıl kadar önce, kadınlar erkeklerdeki yakınlık-uzaklık özelliğini bilmese de olurdu. Çünkü o zaman kadın, kocası kendinden uzak durduğunda bunun altında yüz tane anlam aramazdı. İşten güçten, çoluk çocuk ve büyüklere hizmetten kadının konuyu düşünecek zamanı bile olmazdı.

Oysa günümüzde kadınların kafayı kocaya sarmak için yeterince zamanları oluyor. Bir meseleyi “Neden böyle davranıyor?” diye enine boyuna düşünmek, irdelemek, masaya yatırmak (kafaya yatırmak da denilebilir) için şartlar mevcut. Bu yüzden de evlilik eğitimi almak gerekiyor ki yanlış şeyler yapılmasın. Hayra vesile olacak durumlar, şerre dönüştürülmesin, diye.

Özbekistan'da liselerde evlilik eğitimi başlıyormuş. Yazıyı okuyan siyasetçiler varsa konuyu ciddiye alsınlar. Bizim ülkemizde de boşanmalara engel olunmak isteniyorsa okullarda mutlaka gençlerimize kadın-erkek farklılıkları öğretilmeli ve bu farklılıklara göre nasıl davranılması gerektiğinin eğitimi verilmeli.

Bu konu çok önemli. Evlilik okullarımdan ya da kitaplarımı okuyup yaşadıklarını benimle paylaşan okuyucularımdan biliyorum ki bu konulardaki bilgi pek çok evin havasını değiştiriyor.

“Meğer kocayla anlaşmak ne kadar kolaymış da yol yöntem bilmiyor muşum, kitaplarınızı okudum hayatım değişti.” diye hanımlardan mesajlar alıyorum.

Kim demiş değişim mümkün değil diye? İnsanoğlu da, insan kızı da her daim değişime ve gelişime açıktır, yeter ki doğru eğitimler yapılsın. Mutlu yuvalar ve mutlu nesiller için.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Ailede Muhabbet İçin Kadınların Atması Gereken İlk Adım 'Kadın Haklarını Unut'tur.

"Yaratılışın aksine giderek mutlu olmak diye bir şey yoktur.Bu yüzden kadın haklarını değil, kadın olmalıyı, konuşmalıyız" diyen Sema Maraşlı'ya göre, feminist kadın kaybedilmiş kadındır!

KADIN HAKKINI DEĞİL, AKLINI KULLANMALI

Kocasıyla sorunlarını anlatan bir hanıma “Eşinizle çok inatlaşmışsınız, biraz alttan alsaydınız, tamam deyiverseydiniz duruma göre” demiştim de o da “Aaa biz cumhuriyetten beri bu kadar kadın hakkını erkeklerin karşısında susalım diye almadık.” demişti. Şimdi boşandı, tek yaşıyor, kedi sesinden bile korkuyor. Pek kıymetli kadın hakları onu korumuyor!

Sahi, cumhuriyetten beri bu kadar “kadın haklarını” bize niye verdiler ki? Erkeklerle mücadele edelim diye mi? Ortalık haklarını bilen yalnız ve mutsuz kadınlarla dolu. Tabii bir de eşiyle hak mücadelesi yapmaktan yorulmuş bezgin kadınlarla.

Haklar konusu konuşuldukça kışkırtıcı bir etki yapıyor. Hakkım var o zaman almalıyım. Kimden ne alıyoruz? Sevgi ilişkisi olan yerde hak çetelesi tutulur mu? Hak davasının sonu ya mezarda biter ya da mahkemede.

Oğlum bir gün okuldan geldi “Anne bugün okulda çocuk haklarını anlattılar, çok hakkım varmış ona göre” dedi.

Tam da hak konusunun konuşulduğu bu günlerde kadınların uğradığı şiddette kışkırtıcı medyanın ne kadar etkisi var sosyologlar incelemeliler bence.

Cezaevlerinde yapılan bir araştırmaya göre mahkumlara suç işleme sebepleri sorulmuş. Pek çoğunun cevabı “Haksızlığa uğramıştım” olmuş.

Hak davası güdülünce kadınlarda bir ezilme korkusu yaşanıyor. Bu yüzdendir ki “Muhabbet Olsun” kitabımda, ailede muhabbet için kadınların atması gereken ilk adım “Kadın Haklarını Unut”tur.

“Muhabbet Olsun” kitabımdan küçük bir bölüm “Bunca zaman sonra gelin sonuca bakalım. Kadınlar haklarını kullanınca mutlu oldular mı? Hayır. Kadın hakkını değil, aklını kullandığı zaman ancak mutlu olabilir. Kadınlar “aman kocamız bizi ezmesin” diye korkularından eşleriyle sürekli mücadele ediyorlar. Bunun sonucunda da kadınları, kocalarının ezmesine gerek kalmıyor, kadınlar kendi kendilerini gayet güzel eziyorlar.”

Allah kadına iletişimle donanımlı müthiş bir zeka vermiş. Kadının hakkını değil, aklını kullanarak gayet güzel mutlu olabilir.

Konuşulması gereken haklar değil, sorumluluklar ve vazifeler olmalı. Kadınların eşlerine karşı vazifeleri nedir? Erkeklerin eşlerine karşı vazifeleri nedir? Herkes kendi üzerine düşeni yapmak için gayret göstermeli.

Ve bir de sorunlar teşhis edilmeli. Hastalık belli olmadan tedavi yapılmaz. Kadın erkek ilişkilerinde en büyük sorun bence kadınlar üzerinde oynanan oyunlar. Kadınlar hem saftır hem kurnazdır. Hem kolay kanarlar hem de kolay kandırırlar. Medyanın büyük bir bölümü kadınları kandırmaya uğraşmakta. Diziler, filmler, programlar…

Dizi ve filmlerin çoğu, gerçek hayatta aradıkları erkekleri bulamamış, yalnız kadınların bilgisayarında şekillenmiş, kamerayla canlanmış hayâli erkekler ve süper aşklarla gidiyor. Son dönemde ihanetler de ağırlıkta. Fakat her dizide genellikle bir mükemmel erkek var.

Bir mükemmel erkeğe karşı bolca da kötü erkek var. Başrollerdeki mükemmel erkek modeli, zihinde gerçekle karıştırılabiliyor bu da ailelerde ciddi sorunlara sebep oluyor. Artık psikologlara gidip “Kocam bana filanca dizideki adam gibi davranmıyor” diyen kadınlar var.

Türk dizileri Arap ülkelerinde yayınlanmaya başlayınca, boşanma oranlarının fazlasıyla arttığı görülmüş. Bir hanım anlatmıştı. “Umre yapıyordum, bir Arap hanım kolumdan tuttu, durdum bana

‘Türk erkekleri, dizilerdeki gibi siz kadınları kucaklarında taşıyorlar mı?’ diye sordu” demişti.

O çok izlenen diziden dolayı mı türedi bilmiyorum ama hayatımıza 'taşıma' kelimesi farklı bir kullanımla girdi. Artık moda sözcük bu. Evlendirme programında ya da herhangi bir yerde her an duyabilirsiniz. “Beni taşıyacak bir erkek istiyorum.”

Geçenlerde bir genç kız anlattı, eş adayıyla görüşmeye gitmiş. Delikanlıya evlilikle alakalı epeyce bir soru sormuş. Kabirdeki melekler bile topu topu beş soru soruyorlar, bu nedir yahu? En son delikanlı “Kusura bakmayın ben sizi taşıyamam” demiş.

Velhasıl bir taşıma mevzu var. Bu kadar eşitlikten bahsediliyor fakat yine taşıma görevi erkeklerin üzerinde kalıyor. Kadınlar erkekleri taşısın, desen suç oluyor, erkekler kadınları taşımalı, deyince modernlik oluyor. Bir hamal arayışıdır gidiyor.

Oysa yâr olup, bâr olmamak gerekmez mi? Yâr olmak ama sevdiğine yük olmamak en doğrusu değil mi?

Kadınların ellerine “kadın hakları” verip “kadın olma hakkı” nı aldılar. Kadın olmayı unutturdular. Hak hukuk davasına düşen kadın, erkekle mücadeleye girdi. Feminizmin eşitlik davası da alttan alta gaz verince işler iyice çığırından çıktı. Eşit olmak için benzemek gerekir. Eşit yapıda olmayanları eşitlemeye çalışmak en büyük eşitsizliktir.

Feminizm duyguda kadın, davranışta erkek yeni bir tip ortaya çıkardı. Bu yüzden feminist kadın farkında olmadan hem kendiyle hem erkekle mücadele halindedir. Bir türlü sukuna kavuşamaz.

Sevgili peygamberimiz rahmet peygamberidir. Çok az lanet etmiştir. Lanet ettiği şeylerden birisi de bu konu ile alakalıdır.“Kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lanet olsun.” buyurmuştur.

Kadın erkekleştiğinde ya da erkek kadınlaştığında Allah’ın yarattığı sistemdeki düzen bozulur.

Kadın erkek arasındaki çekiciliği sağlayan şey zıtlıktır. Yaratılan her şey zıddı ile kaimdir. Güçler karşıtı olan güçlerle eşlenip bütünleşirler. Ateş ve su, gök ve yer, güneş ve ay, nefes almak ve nefes vermek, itmek ve çekmek, kadın ve erkek, karşıt güçler bütünlüğü oluşturan parçalardır.

Kadın yumuşak yaratılmış, erkek sert. Güce karşı teslimiyet, iddiaya karşı şefkat birbirini tamamlar ve bütünler. Yaratılışın aksine giderek mutlu olmak diye bir şey yoktur.

Bu yüzden kadın haklarını değil, kadın olmalıyı, konuşmalıyız. Feminist kadın kaybedilmiş kadındır. Bu yüzden biz kadınlar birbirimize destek olmalı ve kurulan tuzaklara düşmemek için çalışmalıyız. Bize öğretilen bütün yanlışları unutup, fıtratımızda var olan fakat üzerine toprak atılan kadını ayağa kaldırmalıyız. Modernlik çukurunda boğulmayalım diye.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Kadınlar Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Kadınlar üzerinde çok fazla oyunlar oynandı. Kadınların beklentileri yükseltildi, erkekle yarış haline sokuldu. Kadınlardaki bu hızlı değişimler ve onların beklentilerine yetişememek erkeklerde kırgınlık ve kızgınlığa sebep oldu.

Yirminci yüzyılda, silahla bombayla ele geçirilmeyen ülkeler, psikolojik savaşla tüketilmeye çalışıldı ve biz de toplum olarak çok yara aldık. Bir toplumu en kolay yok etmenin yolu, aileyi yok etmektir. Aileyi yok etmenin yolu da düşmanı birbirine kırdırmak metodundan yola çıkarak, kadın erkeği birbirine düşman etmekten, geçiyor olmalı ki geldiğimiz durum başka bir şeyi göstermiyor.

Günümüzde aile üzerine çok tuzaklar kurulduğu için çok da uyanık olmak gerekiyor. Bu noktada da artık daha fazla bilgiye ve eğitime ihtiyaç var. Tabi ailenin ve toplumun reisliğini üstlenen erkeklere de çok görevler düşüyor.

Kadınlar üzerinde çok fazla oyunlar oynandı. Kadınların beklentileri yükseltildi, erkekle yarış haline sokuldu. Kadınlardaki bu hızlı değişimler ve onların beklentilerine yetişememek erkeklerde kırgınlık ve kızgınlığa sebep oldu.

Etrafımız mutsuz kadınlar ve küskün erkeklerle dolu. Her ne olursa olsun erkeklerin küsmek gibi bir lüksü yok aslında. Ailenin reisi oldukları için ve ailenin gidişatından sorumlu oldukları ve hesaba çekilecekleri için ailede mutluluğu yakalamak için ellerinden geleni yapmak durumundalar.

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim'de aile sorunları için “hakem tayin edin” buyurmuş. İnsanlar kendi hatalarını göremedikleri için, aileye dışarıdan bir göz faydalı olabiliyor.

Ben burada yazılarımla aileler için belki bir çeşit hakemlik yapacağım. Sözlerim kimseyi kırmak ve incitmek için değildir. Fakat bazen gerçekler acıdır ve insan sarsılmadan kendine gelemez. Önceki yazımdan sonra hanımlardan serzenişler geldi. “Eşim yazılarınızı okuyup 'sen de bu hataları yapıyorsun' deyip bana kızıyor.” diye. Lütfen bu noktada kimse yazdıklarımı eşini incitmek için kullanmasın. Yıkmak için değil yapmak için burada olalım.

Hatalar fark ediliyorsa, bunlar eşi kırmak için değil, sorun tespit edilip tedaviye geçilmesi için kullanılıyor olmalı diye düşünüyorum. Niyetimizi güzel tutarsak Rabbim yardım eder.

Günümüzde kadınların çok hata yaptığını görüyorum ama şunu da biliyorum ki kadınların çoğu hata yaptıklarının farkında değiller. Yanlış yönlendirildikleri için doğru yaptıklarını zannederek yanlış yapıyorlar, kasıtlı olarak, kötülük olsun diye bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden en çok eşlerinin sevgi ve şefkatlerine ihtiyaçları var.

Nisa Sûresi 19. ayette Rabbimiz “Kadınlarla iyi geçinin.” diye buyuruyor erkeklere.

Sevgili Peygamberimiz de “Sizin hayırlınız, kadınlara karşı en hayırlı olanınızdır.” buyurmuş.

Kadın-erkek birbirinden çok farklı yaratılmış. Kadın-erkek farklılıklarını bilmemek, ailede ciddi sorunlara sebep oluyor. Kadınların erkeklerle ilgili bilmesi gereken önemli birkaç maddeyi geçen hafta yazmıştım. Bu hafta da erkeklerin kadınlar hakkında mutlaka bilmesi gerekenler de sıra:

1-Kadınları tanımaya çalışın ama anlamaya çalışmayın, sadece anlayışlı olun yeter. Çünkü erkek mantığı ve kadın mantığı pek birbirine benzemez. Erkekler daha sade, kadınlar daha karmaşık yaratılmış. Bir erkeğin kadını anlaması zordur. Çünkü erkek mantığı akla ve gerçeklere dayanır.

“Kadın mantığı dörtlü karışımdan oluşur. Bu ayrılmaz dörtlü “duygu, hayal, his ve akıldır” Kadın hisseder, hayal kurar, düşünür, duygulanır ve karar verir. Bu yüzden kadınlar görünmeyenin ötesine de geçebilirler. “(“Muhabbet Olsun” Kitabımdan)

Erkek kendi mantığı ile kadın mantığını karşılaştırmamalı. Anlamaya çalışarak da yorulmamalı. Hayatın çeşitliliği ve güzelliği olarak görüp, olduğu gibi kabul edip sevmeli.

2-Kadınlar için hayatta en önemli şey sevgidir. Kadının havası, suyu, yaşam enerjisi sevgidir. Kadın sevildiğini hem sözle duymak ister, hem davranışla görmek ister. Eşinize onu sevdiğinizi söylemeyi ihmal etmeyin ve sevginizi gösterin. Sevgiyi göstermenin en güzel yolu, sevdiğini değerli hissettirmektir.

Kadın kendine ne kadar değer verildiğini görüyorsa, o kadar sevildiğini hisseder. Kadına kendini değerli hissettirmenin yolu pek de zor değildir. Zayıf anlarında yanında olmanız önemli.

Kadınların En Zayıf Anları:

Üzgünken: Onu dinlemeniz, sarılmanız, saçlarını okşamanız, yanında olduğunu hissettirmeniz yeterli. Kadın üzgünken, hatalarını göstermeye çalışmayın, onu suçlamayın, anında savunmaya geçer ve üzüntüsü size karşı kızgınlığa dönüşür.

Hastayken: Doktora gitmesi gerekiyorsa yanında olmanız, grip olmuşsa ona çay demleyip getirmeniz, uyuyup kaldıysa üstünü örtmeniz, mutfak toparlamak gibi ev işlerinde yardımcı olmanız ona değerli oluğunu hissettirir.

Hamilelik ve doğum yaptığı zamanlarda: Hamilelik ve doğum sonrası kadınların en hassas zamanlarıdır. Bu dönemlerde daha fazla ilgi isterler. Pek çok kadının hamilelik ve doğumla ilgili kocaları ile alakalı kötü hatıraları vardır. Mesela; canı bir şey istemiştir kocası almamıştır, kadın bunu hiç unutmaz. Bir kadın, kendi doğumundan iki yıl sonra, bir akrabasının doğumu için hastaneye giderken, ağlama krizine girmiş. Sebebi ise kendi doğumundan sonraki iki gün pek bir şey yiyememiş ve üçüncü gün kocasından kebap istemiş o da almamış. O zaman kocasına belli etmeden çok üzülüp ağlamış ve derdi iki yıl sonra başka bir doğum olayı ile nüksetmiş.

Çoğu kadın bu dönemlerinde sevilmediklerine karar verirler. Belki bu yüzdendir, bütün sevgilerini çocuklarına yöneltirler. Eşlerine kızgınlık beslerler. Sevilmeyen kadın hırçındır. Sevildiği halde sevildiğini hissetmeyen kadın da hırçındır. Bu yüzden kadından sevgiyi esirgemek, sevgiyi keserek cezalandırmak ailede işleri her zaman daha da çıkmaza götürür.

3-Kadın ve erkek dili farklıdır. Kadınlar yaratılış olarak iletişimle donanımlı yaratılmışlar. Kadın beyninin hem sağ hem sol tarafında konuşma merkezi vardır ve sağ ve sol beyin arası elektrik akımları çok hızlı çalışır. Bu da kadınları iletişimde iyi yapar. Kız çocuklarının bebeklikten itibaren yüz ifadelerini okuma ve ona göre hareket etme yetenekleri vardır. Sağ ve sol beyin arasındaki bu hızlı akımlar kadınların kurnaz olmasının, detaycı olmasının ve bir anda pek çok işi yapabilmesinin de sebebidir.

Kadınlar iletişimde kendileri güçlü oldukları için, erkeklerinde öyle olduklarını varsayarlar. Bu yüzden de erkeklere karşı açık olmazlar. Açık olmak yerine ya ima ederler ya da erkeklerin düşünmesini beklerler. Bütüne odaklı yaratılmış erkekler için kadınların beklentileri çoğu zaman bir detaydır. En büyük hayal kırıklıkları da bu noktada yaşanır.

Kadınlar duygusal olduklarından dolayı reddedilmekten ve kırılmaktan korktukları için konuşma dilleri çok açık değildir. Bu yüzden her erkeğin kadın dilini biraz da olsa bilmesi lazım.

“Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz” kitabımda yazdığım “Bükçe” (Kadın Dili) hikayesi erkeklerin kadın dilini çözmede işlerine yarayacaktır. Mesela; erkek “hayır” diyorsa bu açık net “hayır”dır; fakat kadınların “hayır”ı her zaman “hayır” demek değildir. Kadın ”hayır” dediğinde, bu bazen “Seviyorsan azcık daha ısrar et ki evet diyeyim.” olabilir.

Bir sofrada erkekler “Allah aşkına biraz daha pilav ye, şu tatlıyı mutlaka yemelisin” tarzında ısrarla birbirlerine yemek yedirmeye çalışmazlar. Fakat kadınlar bu davranışı çok yaparlar. Genellikle yemeğe devam etmek için ısrar beklerler. Çünkü kadınlar bilirler ki “tamam” gerçekte ”tamam olmayabilir” “hayır” gerçekte “hayır olmayabilir.”

Karınıza “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sorduğunuz da “yoo ben hallederim” diyorsa “iyi o zaman” deyip kendi haline bırakırsanız sevilmediğine inanabilir.

Erkek, kadın dilini öğrenmeli ve eşinin ihtiyacı olduğunu anladığı durumlarda ona yardım etmek için ısrarcı olmalı. Hele ki günümüz kadınları, zayıf olmayı bir onur meselesi olarak gördükleri için, her şeyi hallederim havasına girdiklerinden dolayı, bu noktada erkeklere biraz daha fazla görev düşüyor. Kadınlar, mükemmel kadın olma uğruna, taşıyamayacakları yükleri alıp sonradan da patlıyorlar.

4-Kadınlar konuşmayı severler ve eşinin onu dinlemesini isterler. Kadınlar daha çok beynin sağ tarafını, erkekler ise daha çok beynin sol tarafını kullandıkları için hayata bakışları da gördükleri de farklıdır. Kadın ve erkeğin sohbeti bir çeşit hayatı tamamlamadır.

Erkeklerin detay olarak görüp dinlemedikleri olaylar, çoğu zaman hayatın küçük tatlarıdır.

Mevlana “Kadın olmasaydı hayatın neşesi olmazdı.” der. Erkeklerin, kadınları eleştirmeden, yargılamadan, 'bu detaylara ne gerek var' deyip kızmadan dinlemeyi öğrenmeleri lazım. Kadın için sevmek paylaşmaktır. Söz ise en önemli paylaşımdır.

Sevgili Peygamberimiz Aişe’nin yanına geldiği zaman “Benimle konuş, bana bir şeyler anlat Aişe.” dermiş. Erkek kadını dinlemeyi öğrenirse, kadının konuşması onu yormaz, tam aksi dinlendirir, günün yorgunluğunu ve ağırlığını giderir.

5-Kadınlar; haşin, çok sert erkekleri de sevmezler, her dediğini yapan çok yumuşak erkekleri de sevmezler. Çok sert erkek kırıcıdır kadını incitir, çok yumuşak erkek de kadında “eşim beni koruyamaz, güçsüz” hissi uyandırır. Bu yüzden erkek evdeki reislik görevini “tatlı-sert” bir üslupla yapmalıdır. En iyi yönetici, otoritesini sevgi üzerine kurandır.

6-Kadınlar çabuk kırılırlar, bu yüzden her gerçeği duymak istemezler. Özellikle fizikleri ile ilgili konularda eleştiri duymaktan hiç hoşlanmazlar. Kadınların yaratılıştan gelen değiştiremeyecekleri konularla ilgili zaten hiç söz söylemeyin. “Ben mavi gözlü kadınları beğenirim, keşke mavi gözlü olsaydın” “keşke boyun daha uzun olsaydı” gibi. Saç rengi gibi değiştirebilecekleri fiziki durumları için uygun bir dil kullanın.

Kadınlar iltifatla beslenirler. Güzel hitapları severler. Peygamberimiz Aişe’ye Hümeyra (pembe yanaklı) dermiş. Eşinize onun hoşuna gidecek tatlı sözlerle hitap edin. Bir kadın kendini güzel hissettiği kadar güzeldir. Arada iltifatlar edin ki kendini güzel hissetsin. Kadın kendini ne kadar iyi hissederse, erkeğe kendini o kadar iyi hissettirir. Ve kadın kendini ne kadar kötü hissederse erkeğe kendini o kadar kötü hissettirir.

7-Kadın hem kolaydır, hem zordur. Kadın hem kurnazdır, hem saftır. Kadın hem bencil, hem fedakardır. Kadın kendi içinde bile pek çok zıtlığı barındırır. Kadının, içindeki iyi yönleri beslemek ve ortaya çıkarmak için iyi bir eğitim çok önemlidir. Aksi takdirde kötü yönleri ortaya çıkar. Kadın doğru yönlendirilirse değişime açıktır.

Kur’an-ı Kerim'de “kadın toprağa, erkek çiftçiye” benzetilmiş. Kadın toprak gibidir. Bir tohuma bin gül verebilir ya da bütün tohumları yutup yok edebilir. Tabii ki öncelikle kadının verimli olması için kibirden arınıp, toprak olmayı kabul etmesi ve mütevazı olması lazım ki gül verebilsin. Burada çiftçinin emeği ve şefkatli elleri de iyi bir verim için mutlaka önemli.

Sema Maraşlı - Haber 7
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Erkekler Hakkında Kadınların Bilmesi Gerekenler

Erkekle iddialaşır, mücadeleye girerseniz, kaybeden önce siz olursunuz. Bazen kazanıyor gibi görünseniz de.

Erkekler ve feminizm üzerine yazdığım yazılardan dolayı, beni, kadın erkek ilişkileri konusunda taraf olmakla suçlayanlar oldu. “Ben erkeklerin tarafından yazıyormuşum.”

Taraf mıyım, evet tarafım; ama erkeklerin tarafında değil, bir kadın olarak kadınların tarafındayım. Aslında yazdığım bütün yazılar öncelikle kadınların mutluluğu için. “Erkek düşmanlığından kurtulun, haklı çıkmaya değil mutlu olmaya bakın.” gibi mesajlar hep kadınların hayrı için.

Kadın erkek ilişkilerinde, çatışmanın sebebi, iki tarafın birbirlerini iyi tanımamasından kaynaklanıyor. İşte bugün, kadınların, evlilik hayatında mutluluğu yakalamaları için, erkekler hakkında bilmeleri gerekenleri yazıyorum.

1-Erkeklerin yaratılıştan getirdiği özellikler 'liderlik, güç ve iddia' dır. Kadının yaratılış özellikleri teslimiyet ve şefkattir. Kısacası evin reisi erkektir. Rabbimizin emri de böyledir. Nerede bunun dışına çıkmaya çalışırsanız duvara toslarsınız. Otorite erkeğe yakışır. Kadın evde asla eşine karşı otorite olmamalıdır.

Söz hakkında eşitlik diye bir şey mümkün değildir. Hakların eşitliğinden kavga doğar, evde söz hakkı üstünlüğü erkekte olmalıdır.

Eğer kadın evde söz hakkı üstünlüğünü elde etmişse, erkek kadının duygusal şantajından ya da psikolojik şiddetindin çekinip korkuyorsa erkeğin vücudu buna isyan eder ve erkek bir süre sonra kadınlık hormonu üretmeye başlar. Kocanızla 'bacı-kardeş' olmak istemiyorsanız, onun otoritesini kabul edin.

Korkmayın, bu sizi köleleştirmez, tam tersi sultan olursunuz. Sevgili Peygamberimiz kızı Fatıma’yı evlendirirken “Kızım sen ona cariye ol ki, o da sana köle olsun.” buyurmuştur.

Erkekle iddialaşır, mücadeleye girerseniz, kaybeden önce siz olursunuz. Bazen kazanıyor gibi görünseniz de.

2-Erkekler koruma ve kollama güdüleri ile yaratılmışlardır. Aileye, vatana sahip çıksın, korusun diye. Kadın erkeğe ne kadar ihtiyacı olduğunu hissettirirse erkek kadına o kadar çok bağlanır. Bu yüzden bir kadın, erkeğin karşısında güç mücadelesine girmemelidir. Kocanıza ne kadar zeki, ne kadar yetenekli ne kadar başarılı olduğunuzu göstermek için kendinizi yormayın, bir işe yaramayacağı gibi bu durum sizin aleyhinize de dönebilir. Ona ne kadar ihtiyacınız olduğunu bilirse, size o kadar yakın olur, ona kendini ne kadar gereksiz hissettirirseniz sizden o kadar çok uzaklaşır.

3-Erkekler saldırıya genellikle saldırı ile cevap verirler. Bu da koruma duygusunun bir getirisidir. Kocanızı asla tehdit etmeyin, şantaj yapmayın, eleştirmeyin ve onunla mücadeleye girmeyin.

Erkeği erkek yapan testosteron hormonu aynı zamanda cesaret ve saldırganlık hormonudur. Erkeklerin asker olmalarını ve savaşa gidip ölmelerini sağlayan da bu hormondur. Erkeklerde 'Saldırıya saldırıyla cevap ver!' kodlaması vardır. Bu yüzden erkeğin gözünü korkutmak için 'Boşanırım, annemin evine giderim, ayrılırım' tarzı tehdit kokan cümlelerin erkek psikolojisinde karşılığı 'yap da göreyimdir' Ve erkek tehdit edildiği davranışı yapmaya devam eder.

Erkek kendini kontrol edip saldırıya karşı suskun kalıyorsa, bilin ki bu kez kendini korumak için, aranıza görünmez duvar örmüştür, ona ulaşamazsınız. Erkek ya saldırarak korunur, ya duvar örerek. Fakat saldırıya karşı korunma güdüsü hep harekete geçer.

4-Erkeklerin anlık kızgınlıkları vardır. Testosteron hormonundan dolayı, bir şeyler yolunda gitmeyince, erkekler çabuk sinirlenirler, ses tonları çabuk yükselir. Eğer karşısında tavır almazsanız, kızgınlığı az sonra geçer, pişman olur, gönlünüzü almak için ne yapacağını düşünmeye başlar. Tavır alırsanız, haksız da olsa, haklı olduğunu iddia eder. Sözle özür dileme konusunda pek iyi değillerdir. Çoğu erkek, özür dilemeyi, zayıflık gibi görür, bu yüzden özrünü davranışları ile belli eder.

5-Erkekler, sert kadınlardan hoşlanmazlar. Kadın erkek ilişkisinde çekiciliği sağlayan şey; kadında yumuşaklık, erkekte sertliktir. Siz de sert olursanız eşinizin gözünde bütün çekiciliğinizi kaybedersiniz. Bir kadın evinde süslü, neşeli, cilveli olmalı ki erkeğin dikkatini çeksin. Erkek onunla muhabbet etmek istesin. Asık yüzlü olan, sert bakan, söylenen, bağırarak konuşan kadınları erkekler görmek bile istemezler.

Bu konu bitmez, kısmetse başka bir yazıda, kadınların bilmesi gerekenlerle devam edeceğim. Tabii ki erkeklerin, kadınlar hakkında bilmeleri gerekenleri de yazacağım.

Yukarda anlattığım gerçekleri keşfedip hayatında uygulayan ünlü çiftlerden birkaç örnek vererek yazıyı bitirmek istiyorum:

Gazeteci Ayşe Arman, kendisi ile yapılmış bir röportajda çok mutlu giden evliliğini anlatmış:

“Ömer’den izin almadan tuvalete bile gitmem, onu kaybetmemek için her şeyi göze alırım. Ömer benim için şu dünyadaki herkesten değerli. Onu kaybetmekten çok korkarım, kaybetmemek için her şeyi göze alırım. Ona sonsuz güven duyuyorum, sonsuz bir teslim olmuşluk içindeyim.”

Ünlü Yönetmen Sinan Çetin karısı Rebekka ile 18 yıldan beri devam eden mutlu evliliğini bir röportajında şöyle anlatmış:

“Aşk, evlilik, ilişki, sorumluluk, çoluk çocuk. Bütün bunların benim için üç kelime üzerinde durduğunu söyleyebilirim. Zeka, seda ve eda. Ben Rebekka’nın edasına, sedasına ve zekasına tutkunum. 'Eda' aşkın adı konmamış en önemli maddesidir. Bazen çok güzel kadınlar çok da güzel konuşurlar ama edaları yoktur. Zeka ve seda vardır ama eda yoktur. Edası olmayan, kadınca davranmayan kadınlar ki, bir ara feministler bunu moda yaptılar. Kadının davranışı onun her şeyidir. Rebekka, diğer kadınlardan farklı olarak kocasını eleştirmeyi sevmez.”

Tiyatrocu Nevra Serezli’nin Metin Serezli ile devam eden 40 yılı aşan mutlu bir evliliği var. Nevre Serezli mutluluk formülü olarak şöyle söylüyor:

“İddia ediyorum ki bir kadın iç güdüsüyle, hoş haliyle, cilveyle, erkeğine her istediğini yaptırabilir. Metin'e alttan almak, canım cicim demek, suyuna gitmek, cilve yapmak söküyor.”

İstanbul Belediye başkanı Kadir Topbaş’ın eşi Özleyiş Hanım 30 yılı aşan evliliklerinde mutluluğun sırrı için, bakın neler söylüyor:

“Karşılıklı sevginizi saygıyla bütünleştirebiliyor musunuz? Karşınızdaki sinirliyken siz bir adım geride durabiliyor musunuz? Çünkü biraz sonra siniri geçtiği zaman zaten konuşabiliyor, sorunları çözebiliyorsunuz. Ama düşünün, karşınızdaki sinirliyken siz de sinirlenirseniz, karşılıklı ağız dalaşına girerseniz, o saygıyı yitirirsiniz ve iş kötüye gider. Gençlerde eksiklik olarak bunu görüyorum. Özverinin biraz kadına düşmesi gerektiğini düşünüyorum. Kadın fıtratına da yakışıyor bence.”

Sema Maraşlı - Haber 7
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Özellikle fizikleri ile ilgili konularda eleştiri duymaktan hiç hoşlanmazlar. Kadınların yaratılıştan gelen değiştiremeyecekleri konularla ilgili zaten hiç söz söylemeyin.

buda bişeymi ..güzellik ürünleri satan bi arkadaşım var (aktar doğal ürünler felan filan)

bi kadın müşteri gelmiş kırışıklıklar için ürün istemiş

arkadaşım diyorki

abi ürünü tanıtıyorum ..özelliklerini nasıl kullanılacağını vss

kadın kalkıp demez mi yüzüme bakma anlatırken ..yüzümde kırışıklık mı var ne bakıyorsun yüzüme bakmadan anlat diye fırçalamış..

ne yapacağımı şaşırdım dedi arkadaş ..

iki büklüm oldum gülmekten..yemin ederim:laugh::laugh::laugh::laugh::O:p:laugh::laugh::laugh:

Sağ ve sol beyin arasındaki bu hızlı akımlar kadınların kurnaz olmasının, detaycı olmasının ve bir anda pek çok işi yapabilmesinin de sebebidir.

zaten başlarına ne geliyorsa zekalarına aşırı güvenmelerinden geliyor..

zekanın kaçınılmaz semeresi kurnazlıktır ..

kurnazlık ise tiksinti veren alçaklığa en kestirme yoldur..helede bu kurnazlık ölçüsüz hırs ve hükmetme sevdası ile birleşince ..

neysee
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Gururlu kadınlarımıza cevaplar...

Erkeklere her türlü hakareti yap, sorun yok; ama kadınların hatalarını yazınca "kadın düşmanı" oluyorsun. Kadınlar, hep haklı kabul edilmek istiyorlar.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=750203




Öncelikle yazılarıma olan ilgiden dolayı haber 7 okurlarına teşekkür ederim. Nisâ sûresi 34. ayeti kerime ile ilgi son üç yazıma bolca teşekkür biraz da eleştiri geldi. Sitede yorum yapanlara, ayrıca mail adresime mesaj gönderip teşekkür edenlere, destek olanlara çok teşekkür ederim.

Yaşadıklarını benimle paylaşan, dertleşen okurlarım da çok oluyor. Gelen bütün maillere cevap vermeye yetişemiyorum, bunun için özür diliyorum hakkınızı helal edin. Fakat şuna emin olun ki mailleriniz benim için çok değerli. Hepsini tek tek okuyorum, önemli bölümlerini açtığım bir dosyaya kopyalayıp yapıştırıyorum, değerlendirmek üzere.

İsimler, benim için önemli değil, isminiz hiçbir zaman açığa çıkmaz bu konuda tedirgin olmayın. Önemli olan yaşananlar ve alınacak dersler. Bazılarımız yaşadıklarımızı anlatmalıyız ki yaşamayanlar ders alsınlar ve aynı hataları yapmasınlar. Paylaşımlarınız için ayrıca teşekkür ediyorum. Belki bir gün kendi yaşadığınız olayı bir yazımda ya da hikayemde okuyacaksınız ve "Ben de bunun aynısını yaşadım." diyeceksiniz.

Benimle özel görüşme yapmak isteyen aileler de oluyor. Özel görüşmeler yapamıyorum bunun için zaman bulamıyorum. Seminerler, yazı ve ailem hayatımı dolduruyor.

"Evlilik sorunları için hangi kitaplarınızı okuyalım." diye çok soruluyor. Yayınevim "Hayat Yayınları" evlilik kitaplarımı set haline getirdi. "Eşimin Eşi Yok, Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel, Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz ve Muhabbet Olsun."

Kitap kapaklarında karikatür kullanıldı. Evlilik en güzel espriyle, güler yüzle gider. Gururla, kibirle, kadınların ağır takılması ile hele hiç gitmiyor. "Kadın neşe demektir" diyor Hz. Mevlâna. Hayata biraz neşe katsın, diye espri gerekli. Gülümseyerek okuyacağınız ve kendinizden çok şey bulacağınız, faydalanabileceğiniz kitaplar.

Kitaplara nasıl ulaşırız diye soranlar oluyor. Bu da çok kolay. Sipariş hattı var. 0212 612 60 90 a telefon açıyorsunuz. Kitaplar ertesi gün kapınızda. [email protected] adresine isim ve telefon numaralarınızı yazarak mail atarak da sipariş yapabilirsiniz.

Bu dört kitaptan da çok güzel geri dönüşümler oldu. Bir kadın okurum "Sema Hanım kocayla anlaşmak meğer ne kadar kolaymış da yolunu bilmiyor muşuz. Evlilik kitaplarınızı okudum ve eşimle çok güzel anlaşmaya başladık." yazmış. Böyle çok mail geliyor elhamdulillah. Rabbim daha da faydalı olmayı nasip etsin inşallah. Dualarınızı eksik etmeyin.

Son yazdığım yazılar internette sosyal paylaşım sitelerinde de çok tartışılmış. Kadınlardan biraz eleştiriler geldi. Kadınlardan gelecek eleştirileri tahmin ettiğim için aslında pek çoğuna yazının içinde cevap vermiştim demek ki dikkatli okumamışlar.

Şunu tekrar hatırlatayım. Ben âlim değilim, tefsir yapmıyorum. Sadece unuttuğumuz ya da bize unutturulmaya çalışılan âyet ve hadisleri birlikte hatırlayalım diye yazıyorum. Çünkü mutluluk güzel dinimizde. Âyet-i kerîmeleri güvenilir kaynaklardan alıyorum, konu ile ilgili bilimsel araştırmalarla birlikte uzmanların yazdığı kitaplardan ilgili bölümleri size aktarıyorum ve kendi düşüncelerimi de tabii ki yazıyorum.

Allah ve Resûlünün sözlerinden uzaklaştıkça kafalarımız laikleşiyor. Dini ve dünyayı ayırmak istiyoruz. Zaten ülkemizde din deyince akla ilk gelen ibadetler; namaz, oruç... Kılalım namazımızı, tutalım orucumuzu gidelim cennete. Din daha fazla karışmasın dünyamıza, istiyoruz.

Elbette ibadetler önemli ama asla tek başına yetmez. Din hayatın her yönüne müdahildir. Evlerde en üst raflardaki Kur'an-ı Kerimleri alıp, hayatlarımızın içine katmalıyız. Kadını ve erkeği yaratan mutluluk reçetesini de beraberinde göndermiş. Hadis-i şerîfler hem Kur'anı Kerîmi tefsir ediyor hem de günlük hayatımıza rehberlik ediyor.

Gelelim yazılarıma yapılan eleştirilere.
Tesettürlü, yüksek eğitimli, iyi de bir aileden gelen kızımız, itaat ile ilgili olan yazım üzerine internet sayfasında şöyle demiş:"Helvadan yaptığın puta tapmakla, yüzük taktığın ademoğluna tapmak arasında pek bir fark
göremiyorum."

Hanımefendi hangi cüretle bilmiyorum, kocaya itaati puta tapmakla eş değer görmüş ve şirk olarak kabul etmiş. Allah ve Resulunden daha iyi bildiğini zannedenlerimiz var. Onlara ne demek lâzım ben bilmiyorum. Bir zamanlar ben de hayata ve dine feminizm gözlükleri ile bakıyordum.

Bazı hadis-i şerîflere bakıp "Peygamberimiz erkeklere biraz torpil geçmiş" diye düşündüğümü hatırlıyorum ama hiç bu kadar pervasız olmadım. Yapamasam da "vardır bir hikmeti" diye düşündüm.

Şimdi geçmişte anlayamadığım hadis-i şerîflere baktıkça ne çok hikmetleri olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Bu genç kızların dini konulardaki bu pervazlıkları eski bir feminist olarak bile beni hayrete düşürüyor.

İtaati "kocaya tapmak" olarak değerlendiren genç kızımız, "Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir" başlıklı yazımın içindeki hadis-i şerîfe atıfta bulunmuş anladığım kadarıyla.
"İnsan insana secde etseydi kadının kocasına secde etmesini emrederdim." Hadis-i şerîfin sahih olmadığı iddia edenler oluyor. Fakat bu hadis-i şerîf üzerine Marmara Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi (*) yapılmış ve Hadis-i şerîfin sahih, güvenilir, rivayet zincirinin sağlam olduğu ispatlanmış.
Hadis-i şerîfteki secde kelimesinin tabii ki Allah'a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.
Nefislerimize ağır gelen Hadis-i şerîfleri reddetmeye başladık. 1400 yıldır âlimler hadis ilmi yapıyor, bir hadisin sağlığını ispat için yüzlerce km yol almışlar, biz nasıl bir çaba harcadık ki oturduğumuz yerden ahkam kesiyoruz?
Hadis-i şerîfler olmasa Allah (c.c) ın peygambere itaat emri nasıl yerine gelecek. Nîsa sûresi 64. âyeti kerîmede Rabbimiz "Biz bütün peygamberleri Allah'ın izni doğrultusunda kendilerine itaat edilsin diye gönderdik." buyuruyor. İtaat emri nefislerimize pek bir ağır geliyor. Hele günümüzde şişirilmiş egolarımız patlar diye ödümüz kopuyor. "Taş altında uyurum ama söz altında kalmam." nakaratları ile bilinçaltımızı dolduran şarkı sözlerinin etkileri en çok evlilikte ortaya çıkıyor. Bir Allah dostunun söylediği gibi "İnsaf, ilim, islam, nefis terbiyesi" adımlarını sırasıyla gerçekleştirmeye çalışmak yerine, nefislerimizi mutlu etme peşine düşünce Rabbimizin emirleri de ağır gelmeye başlıyor. Tam da bu noktada itaat kibrimizi kıracağı için biz kadınlara pek gerekli.

Kadının kocasına itaati emreden Allah(c.c) olduğu için aslında kocaya itaat Allah'a itaattir. Kaçımız "Namazını kılan, kocası kendisinden razı olarak ölen kadın, cennete girer." Hadis-i şerîfine binaen kocalarımıza teşekkür etmeyi akıl ettik. İçtenlikle söyleyin, istediğimiz dünyada patronluk, evde liderlik, hükümranlık mı yoksa ahiret saadeti mi?

Kadın kocasına itaat ederek ahiret saadetini kazanırken dünyada da mutlu olur. İtaat emriyle kadın ezilmemiş sadece kocasına reislik yapması yasaklanmış. Kadın evde reisse ne kadın ne erkek ne de çocuklar mutlu olur. Evin yöneticisi, reisi erkektir, Rabbimiz böyle takdir etmiş. Kadının kocasına saygısızlık etmesi, kocası ile çatışmaya girmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın sert olduğunda çatışma olur, yumuşak olduğunda kocası çoğu zaman onun istediğini yapar zaten.

İtaat deyince feminist kafalarda "Kadın paspas olacak, erkek üstüne basacak, ayağını silecek." böyle bir hayal canlanıyor. Bu Rabbimize karşı ne kötü bir zandır. Tam aksi kadın itaat ettiğinde erkeğin baş tacı olur.
"Sanki evlendiğinde, koca karşısında direk "kuzu statüsüne" düşecekmişsin gibi saçma bir tablo çiziyorlar." eleştirisi vardı bir de. Kuzu ve statü kelimeleri yan yana çok hoş durmuş.

Okumuş kızların evliliğe bakışı da bir başka oluyor! Okumuş kızlara soruyorum "Hanımefendi aile içerisinde statünüz nedir?

Efendim benim statüm "kedi"dir, sevilmek isterim ama tırnaklarım her zaman hazırdır.
Benim statüm "kuzu" dur, ne söylenirse yaparım.
Benim statüm "köpek"tir, kızdığım zaman hemen havlarım.
Benim statüm "kuş"tur, canım sıkıldığı zaman hemen kaçarım.
Benim statüm "deve"dir, kin tutar, hayatı eşime zindan ederim.
Benim statüm "karınca"dır, çalışır işime bakarım.
Benim statüm "horoz"dur, sesimi hep yükseltirim.

Bir de kötü huylarımızı kibar cümlelerle süsleyip kendimizi kandırıyoruz. Geçenlerde bir hanım bana şöyle dedi: "Sema Hanım ben çok sabırlı bir kadınım. Bir keresinde kocamla üç ay küstük, barışmak için hiç adım atmadım sabrettim." dedi. Ben de "Lütfen kötü huylarımızı kibar cümlelerle süslemeyelim. O yaptığınıza sabır değil de kibir denir, inat denir." dedim. Çoğu zaman hatalarımızı görmek istemeyiz, eğer görüyorsak da kendimizi temize çıkarmak için bir kılıf uydururuz.

Bununla ilgili bir eleştiri de şöyleydi: "Erkekler, insanlık onurunu savunan, koruyan bir kadına saygı duymaz sanıyorlar; erkeklere bakış açıları da böyle sığ işte..." demiş. Bu "insanlık onuru"dedikleri şeyin aile hayatı içindeki adı "kibir" den başka bir şey değil.

Sen bana ne dedin? Sen bana ne demek istedin? Bu söylediğin onuruma dokundu, bana bunu söyleyemezsin! Vır vır da vır, vıdı vıdı da vıdı vıdı. Başka bir şey değil. Bir de erkeğin bu vıdı vıdılara saygı duymasını bekliyorlar. Başka emriniz var mıydı?
Kadın kuzu olunca erkek de kurt oluyor, herhalde doğal olarak. Bu ne düşmanlıktır, gün geçtikçe dozu iyice artıyor. Bir kadın bir erkeğe tokat attıysa "Kim bilir, adam ne yaptı da kadın vurdu." deniyor. Erkek kadına adına vurduğunda "zalim adam" deniyor. Her iki durumda da erkekler suçlanıyor.

Geçen yıl bir okulda böyle bir olay yaşandı. İlköğretim de bir kız öğrenci sınıfında bir erkek öğrencinin, komiklik olsun, diye defterini alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini gidip çöpten alıyor, "komik olmadığını, bir daha yapmamasını" söylüyor. Kız inadına bir daha alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini çöpten alırken bu kez kıza bağırıyor. Kız da o bağırdı diye hem bir yandan bağırıyor hem de çocuğa vuruyor. Çocuk da kıza bir tokat atıyor.

Sınıftaki bütün kızlar çocuğa düşman oluyor, erkek çocuklar da "kızlara vurulmaz" diye kızlarını tarafını tutuyorlar. Diğer erkek çocuklarının aynı olay başlarına gelse bir tokadı bırakın, kızı gebertirlerdi ama uzaktan kibar olasıları geliyor. Kadın dayanışması, diye bir şey var ama nedense, erkek dayanışması, yok.

Kadınlar, hayır-şer fark etmez, karşılarında erkek varsa birbirlerine çoğunlukla destek olurlar. Ben de çocuğa "Eline sağlık iyi yapmışsın" dedim. Vurmasaydı da sınıfta "kızdan dayak yiyen ezik oğlan" muamelesi yapılacaktı. Kadın edepsizliği karşısında erkek her durumda kötü konumda oluyor.

Okuldaki rehberlik öğretmeni de erkek öğrenciyi çağırıyor, kıza vurmasının altındaki psikolojik sıkıntıları çözmek için. Oysa esas psikolojik sorun kızda. Terbiyesizlikten daha büyük psikolojik sorun olabilir mi?

Kız vurunca iyi, erkek vurunca kötü. Bu ne çifte standarttır böyle! Nedir bu kadın şımarıklığı? Eziliyoruz, eziliyoruz diye erkeklerin tepesine çıkmaya ve erkekleri ezmeye çalışıyorlar. Bu işin sonu nereye gidecek bilmiyorum.

Erkeklere her türlü hakareti yap, sorun yok; ama kadınların hatalarını yazınca "kadın düşmanı" oluyorsun. Kadınlar hiç sorgulanmadan, hep haklı kabul edilmek istiyorlar. Medya desteğiyle kadınlar putlaştırılmaya çalışılıyor.

Erkek okurlarımdan yazılarımın çıktısını alıp eşine götürenler veya maille gönderenler oluyormuş. Eşlerinin tepkilerini bana yazmışlar. Çoğunun karısı anlaşmış gibi kocalarına neredeyse birbirinin aynı cümleyi kurmuşlar. "Sen kendine bak, kendini düzelt."

Eş olmayı bırakın bir mümin olarak bile birisi hatamızı söylediği zaman önce bir durup düşünmek lâzım. Hatam varsa düzelteyim demek lâzım.

Herkes kadınları bu kadar pohpohlayıp şımartınca birilerinin de çıkıp hatalarını göstermesi lâzım. Dost acı söyler. Erkeklerin de hataları var, yeri geldikçe onları da yazıyorum yazacağım elbette; fakat en çok hatayı kadınlar yapıyor.

Sema Maraşlı "Kadın Düşmanı" yazmışlar, bir kaç yerde kadınlar. Hakkı söyleyince işine gelmeyenler iftira ediyorlar fakat hiç umurumda değil. Böyle bir kaç çatlak ses dışında, yazılarımı ve kitaplarımı takip eden, dua eden, mesaj yollayan, nefsine ağır gelse de doğru yolun

Allah ve resulunun gösterdiği yol olduğunu kabul eden kadın okurlarım da çok, çok şükür.
Yazımı bir hanımefendiden gelen maille bitirmek istiyorum.
"Sema Hanım,
Daha öncede yazılarınızı okumuş ve almam gerekenleri almaya çalışmıştım hatta bir yazınız eşimle aramızda geçen bir tatsızlıkta bize ışık olmuştu.
Bir gün, eşim elinde bir kağıtla geldi ve yazınızı okudu hiç konuşmadan dinledim sanki bizim yaşadığımız tatsızlık ve benim yaptığım hataları yüzüme vuruyor ve doğru yolu da yanında gösteriyordu.
Okudu hiç yorum yapmadan, sadece dinledim, o da yorum yapmadan sadece okudu, okudu, okudu...

Ve yaşadıklarımızı anlatıyordunuz sanki ikimizin de hatalarını gösteriyordunuz. Yazı bitince hiç konuşmadan sadece sarıldık ve ağladık hatalarımızı görmüş ve utanmıştık çünkü.

O günden beri yazılarınızı takip ediyorum.
Şimdi çok huzurlu ve mutluyuz ikimizde.

Size çok teşekkür ediyorum gösterdiğiniz yol için, eminim bir çok kadın kendine pay çıkartıyor ve mutluluğa giden yolda sizin gösterdiğiniz ışığı kullanıyorlardır, bu açıdan yaptığınız iş amacına ulaşıyor enim olun ...bilin istedim sadece..

Sema Hanım teşekkür ederim, her şey için ve yazılarınız için ..
Hayat boyu başarı ve mutluluk sizinle olsun.
"

Hikmet bende değil. Kaynaklarım sağlam. Allah ve Resulunden daha doğru kaynak olabilir mi? Ben sadece bir vesileyim. Bu da benim için çok büyük bir nimet ve şereftir. Rabbim kıymetini bilmeyi nasip etsin.



Sema Maraşlı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Haklı olmak mı, mutlu olmak mı daha önemli?

Hakkımızın yendiğini düşündüğümüz zaman açık ya da gizli cezalar uygulamaya başlıyoruz. Eşimizi cezalandıralım derken aslında en çok kendimizi cezalandırmış oluyoruz.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=752493




'Ben bunu hak etmedim'
Haklı olmak mı, mutlu olmak mı? İkisi arasında tercih yapmak durumunda kalsanız hangisini tercih ederdiniz?
İkisi bir arada olursa pek güzel olur; ama ikisinin bir arada olması pek mümkün olmaz genellikle. İmtihan dünyası olması hasebiyle.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki "Alkol, uyuşturucu, ruh hastalığı gibi sebeplerle eşlerinden zulüm gören kadınlar bu yazının konusu değil." Uğradıkları haksızlığa karşı onlara yardım etmek gerek. Onlar haklarını arasınlar.
Aile içinde tartışma, kavga, tartaklanma gibi tatsız durumların ortaya çıkmasında hak arayışı ne kadar önemli bir etken ona bakmak lâzım. Öncelikle ben şuna inanıyorum. İnsan kendine iki dünya kurmalı. Birincisi sevdiklerimizle ayrı bir dünyamız ve kurallarımız olmalı. Bir de onların dışındakilerle ayrı bir dünyamız ve kurallarımız olmalı. Dış dünyada hak aramak lâzım. Mü'min ne hak yer, ne de hakkını yedirir.
Ancak sevgi ilişkisi olan yerde hak davası güdülmemeli. Yoksa sevgiyi kaybederiz. Evliler bilirler, haklı olup, sonu mutsuz biten ne çok durumlarda kaldıklarını. Önemli olan haklı olduğun halde sevgiyi ön plana alıp, sevdiğini üzmemek için onu düşünerek hatayı görmemek.
Kitaplarımda olsun, seminerlerimde olsun "Evlilik hayatında hak arayışının yanlışlığına" hep dikkat çektim. "Muhabbet Olsun" kitabımda kadınların atacağı ilk adım da Şirin'e tavsiyem "Kadın Haklarını Unut"tur. Maalesef ki günümüzde kadın hakları sürekli gündemde tutulmaya çalışılıyor.
Dünya atasözleri kitabında bir atasözü okumuştum: "Tavuklar da sabahın olduğunu görürler; ama ötmezler." Tavuklar da kör değil, havanın aydınlandığını görüyorlar; ama seslerini çıkarmıyorlar. Biliyorlar ki sabahın olduğunu haber vermek için ötmek horozun işi. Saygıyla bekliyorlar.
Günümüzde yapılan ise tavukları kışkırtmak. "Siz niye bağırmıyorsunuz, sizin niye sesiniz çıkmıyor, hep horozlar bağırıyor, siz eziliyorsunuz, mecbur musunuz onların sesini dinliyorsunuz?..." gibi sanki tavuğu düşünüyormuş da tavuktan yanaymış gibi davranıp kümesi birbirine düşürmek maksat. Horozlar, yumurtlamak için kendini parçalamaya çalışmadığı halde tavuklara ne oluyor ki horoz gibi ötmeye çalışıyorlar? Herkes yaratılışına uygun davranmalı.
Allah (c.c) Rûm sûresi 21. âyet-i kerîmede: “Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.” buyuruyor.
"Sevgi ve merhamet"e dikkat çekiyor, Rabbimiz. Evlilikte en önemli iki şey: Merhamet: ikram etmek ve bağışlamak demek. Sevginin yaşaması için ikrama ve bağışlanmaya ihtiyacı var. Hak davası önemli olsaydı" sevgi ve adalet" verilirdi. Evimiz "Adalet Sarayı" değil, "Sevgi Bahçesi" olsun.
Affedici olmalıyız. Hataların çetelesini tutup günü gelince, kızıverince ortaya dökmek için saklamamalıyız. Sinirlendiğimiz zaman "Geçen sene şunu yapmıştın, geçen hafta şunu söylemiştin" diye sayıyorsak kendimize göre uğradığımız haksızlığın telafisini istiyoruz demektir.
İnsan kendini bütün iyi şeylere layık görür ve bunları yaşamak ister. Umduğumuz şeylere kavuşmak istiyoruz. Hayal ettiğimiz evliliği yaşamak istiyoruz.
"Yoksa (her) umduğu şey insanın (kendisinin) mi olacaktır?" (Necm; 24) diye bizi uyarıyor Rabbimiz.
Neyin hak, neyin hak olmadığı, kime göre hak, kime göre haksızlık olduğu evlilik ilişkisinde keskin çizgilerle belli olmaz. Bu kişilere göre kültüre göre değişir.
Kendi hatalarımızı görmediğimiz için de haksızlığa uğradığımızı düşünüyor olabiliriz. Genellikle olaylara kendi penceremizden bakarız ve görmek istediğimiz kadarını görürüz ve başkalarına da öyle anlatırız. Bir de karşıdakinin penceresinden bakmak lâzım. Kime göre haklısın? Kendine göre.
Bazen iki taraf da haklı olabilir.
Erkek: "Karım çok çabuk yüzünü asıyor. Çok şey beklemiyorum sadece bir güler yüz istiyorum buna da hakkım vardır herhalde." diyor.
Kadın da buna benzer şeyler söylüyor: "Akşam eve iş sorunlarını getirmesin. Asık yüzle gelmesin, bir güler yüz de beklemeye hakkım yok mu?" diyor.
Kadın: "Her gün evde kahvaltı yapıyorum, pazar günleri olsun dışarıda kahvaltı yapmaya hakkım var." diye düşünüyor.
Erkek: "Her gün dışarıdayım haftanın bir günü şöyle evimde ayaklarımı uzatayım, rahat rahat kahvaltımı yapayım, gazetelere bakayım, her gün çalışıyorum bir gün dinlenmek benim de hakkım." diye düşünüyor. O zaman ne olacak? Gezmek için bile olsa erkek dışarı çıkmayı bir yorgunluk olarak görebilir.
Kocanız işten yorgun geldi ve bir sebeple kızdı bağırdı. Hiçbir suçunuz yok. Ne yapmalısınız? Karşısında sizde mi bağırmalısınız?
Karınıza "şu saatte seni alacağım" dediniz "tamam" dedi gittiniz, hazır değil, sizi bekletti ne yapmalısınız? Bağırmalı mısınız? Sabırla beklemeli misiniz?
Bu durumlarda haklılığı değil mutluluğu ön plana almak gerekir. Yaptığımız iyiliklerin karşılığını hemen görmek istiyoruz.
Oğluna çok düşkün bir anneye "Bu kadar üstüne düşmeyin, artık evlenme yaşına gelmiş. Evlenince de böyle yaparsanız gelininiz kıskanır." dedim. Kendinden çok emin bir şekilde "Benim gelinim iyi olacak; çünkü ben kayınvalidemle çok güzel anlaştım, çok hizmet ettim." dedi.
Yaptıysan bir iyilik karşılığını mutlaka dünya da alacaksın, yaptıysan bir kötülük onun da mutlaka cezasını dünya da çekeceksin diye bir garanti yok.
Sonuçta biz bu dünya için yaratılmadık. Gerçek hayat ölüm sonrası olduğu için de yaptıklarımızın karşılığını esas orada bulacağız.
Velev ki gerçekten de haksızlığa uğradık; Allah(c.c) bir ismi de "Âdil"dir. Allah adalet sahibidir, haksızlık ve zulüm yapmaz. Haksızlık ve zulme maruz kalan kişi bağışlamadıkça da haksızlık edenleri bağışlamaz. Allah (c.c) ın "âdil" olması bütün suçların cezasını ya da iyiliklerin mükafatını dünyada vereceği anlamına gelmez. Bazılarını hem dünya da hem ahirette bazılarını ise sadece ahirette verebilir.
Nisâ 40. âyet-i kerîmede:"Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez." buyruluyor. Dışarıdan bakıldığı zaman haksızlık gibi görünen olayların altında kim bilir ne hikmetler vardır, bilmiyoruz.
Yaptıklarımızın karşılığını dünyada beklemek bizi depresyona sokuyor, kırgın ve kızgın yapıyor. Psikologlara giden kadınların çoğu maddi imkanı iyi hanımlar ve genellikle eşleri ile ilgili problemlerden gidiyorlar. Ortada dayak şiddet falan yok, iletişim çatışması var. Çoğunluğu eşleri tarafından haksızlığa uğradığını düşünüyor. "Ben ne hata yaptım?" diye kendini sorgulayan pek olmuyor.
Aslında bu kadar hak davasına düşmemiz, bir noktada da imanî zayıflığımızı gösteriyor. Bir sonraki hayata olan inancımız yakîn, sağlam bir iman olsa haksızlık karşısında bu kadar öfkelenmeyiz. Demek ki ahiret konusunda ciddi endişelerimiz var, âdil alan Rabbimize karşı güvensizliğimiz var ki adaleti kendi elimizle sağlamaya çalışıyoruz.
Kaderle sürekli kavga halindeyiz. Yaşadıklarımızı bir türlü kabullenemiyoruz. "Ben bunu hak etmedim. Ben daha iyi bir kocayı hak ediyorum. Ben daha güzel bir kadını hak ediyorum. Ben bu davranışları hak etmiyorum. Bunları yaşamamam lazımdı." Al eline bir kalem, yaz kaderini o zaman!
Hakkımızın yendiğini düşündüğümüz zaman açık ya da gizli cezalar uygulamaya başlıyoruz. Eşimizi cezalandıralım derken aslında en çok kendimizi cezalandırmış oluyoruz.
Seminerlerimde özellikle bu konu üzerine duruyorum. Bu güne kadar bu konuda onlarca seminerde, yüzlerce hanıma hitap ettim, ikişer ay süren 6 kur evlilik okulu yaptım. Hak davası gütmeyi bırakan bütün hanımlar eşleri ile güzel bir iletişim kurmayı başardılar, mutlu oldular. "Hiçbiri de kocam beni ezmeye başladı." diye şikâyette bulunmadı.
Haklı olduğunu düşünen kendi haksızlıklarını görmekte kör olduğu için özür dilemek de istemiyor. "Haklısın, özür dilerim." demek her şeyden ağır geliyor. Karı koca birbirlerine kırgın bir ömür sürüyorlar.
Bakara sûresi 228. âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Erkeklerin kadınlar üzerinde ma'rûf (meşrû olan) hakları olduğu gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Eşinin hakkını yerine getirmeyenlere, mutlak gâlip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah (c.c) hesap soracak, biz değil. Âyet-i kerîmenin sonuna dikkat edelim. Bu hakların hikmetini anlamayabiliriz, nefsimize ağır da gelebilir; fakat Yaradan'ımıza güvenmeliyiz. Emrin hikmetini anlamasak da "işittik ve itaat ettik" demek zorundayız; eğer müslüman isek. İslam'ın kelime anlamı "teslim olmak" demektir.
Dinimiz kadın- erkek haklarını bize bildirmiş. Bizim işimiz hak aramak değil, eşimizin hakkını yerine getirebilmek için görevlerimizi yapmaktır. Erkek kendi sorumluluğunu bilmeli ve yerine getirmeli, kadın kendi sorumluluğunu bilmeli ve yerine getirmeli.
Allah(c.c) bize eşimizi sormayacak "eşin ne yaptı ya da ne yapmadı" diye. Bize bizi soracak. "Sen üzerine düşenleri yaptın mı, görevlerini yerine getirdin mi." diye. Nasıl cevap vereceğiz? "O şunu şunu yapmadığı için, ben de şunu yapmadım, o bunu bunu yapmadığı için, ben de bunu bunu yapmadım." Böyle cevaplar "sen görevlerini yaptın mı?" sorusunun cevabı olamaz.
Eskiden en önemli kavram sorumluluktu, çağımızda ise haklar sorumluluğun yerini aldı. Özellikle kadınları kışkırtmaya çalışıyorlar.
Hanımlar!
"Hakkınızı arayın, ezilmeyin" gibi zehirli gazlara lütfen gelmeyin. Ruhunuzu zehirlemeyin, dünya ve ahiret mutluluğunu kaçırmayın. Görevimiz hak aramak değil, sorumluluklarımızı yerine getirmemizdir. Eşimize değil, öncelikle kendimize bakalım. Allah ve Resulunün gösterdiği yoldan ayrılmayalım.
Elbette hatalarımız olacak. Önemli olan iyi niyetle bize emredileni yapmak için elimizden gelen gayreti göstermektir. Biz kadınlar, belki kocalarımızın haklarını yüzde yüz yerine getiremeyeceğiz ama hedefimiz yüzde yüz olsun. Yüzde yetmiş, yüzde seksen yapsak da gayretimizi eşimiz mutlaka takdir edecektir. Hatalarımızı görmezden gelecektir.
Erkekler de kavvamlık (yöneticilik ve koruyuculuk) görevlerinde hatalar yapabilirler. Biz de onların hatalarını görmemeye çalışalım. Hatalar karşısında nasıl davranmamız gerektiği konusunda yine Rabbimiz bize yol göstermiş. Hak aramaya değil, affetmeye teşvik etmiş. Affetmeyle ilgili çok âyet var.
"Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşmanlık etmiş olanlar vardır. Onlardan sakının. Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız şüphesiz Allah da çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Tegabün; 14)
Kim istemez, eşini affetmenin karşılığında Rabbinin affına mazhar olmayı?
Yazımı "Kulak Âşık Olurmuş Gözden Evvel" kitabımdan haklar ile ilgili bir bölümle bitirmek istiyorum.
"Cezaevlerinde bir araştırma yapmışlar: Kocasını öldüren kadınlara sormuşlar. 'Kocanızı öldürdüğünüz için pişman mısınız?' 'Hayır değiliz, öldürülmeyi hak etmişti' demişler. 'Mutlu musunuz?" diye sormuşlar. 'Hayır mutlu değiliz, dışarıda bir hayat bıraktık.' O zaman haklı olmak her zaman mutlu olmayı gerektirmiyor, diye bir sonuç çıkarmışlar.
Cezaevlerinde yapılan başka bir araştırmaya göre de, insanları en çok öfkelendiren, suç işlemeye teşvik eden “Ben bunu hak etmedim” düşüncesiymiş. Hak etmediğini düşünen insan öfkesini kontrol etmek de zorlanıyormuş. O bunu hak ediyor ya da ben bunu hak etmedim düşüncesi, öfkenin ve hayatı mahvetmenin en büyük sebebi demek ki.
Bu düşünceler sadece öfke ateşini körüklemekten başka bir işe yaramıyor. Her öfkelenen cezaevine düşmüyor ama evini, cezaevine çeviriyor. Sevgiler zincirleniyor. İnsanlar evlerinde nefes alamıyor.
Başkaları için de yapıyoruz bunu:
- O güzel kadın, aldatılmayı hak etmiyor.
- O çirkin kadın, yanındaki yakışıklı adamı hak etmiyor.
- Onlar çok iyi aile bu durumu hak etmiyor.
- O adam o kötü evladı hak edecek bir şey yapmadı.
Hak ettiklerimizi değil, yaşamamız gerekenleri yaşıyoruz. Bizi olgunlaştıracak, çiğlikten kurtaracak hayatı yaşıyoruz. O zaman söylenmeden, şikayet etmeden yaşamalı değil miyiz? Şikayet ederek yaşamayı seçersek yaşadıklarımızın içindeki almamız gereken dersleri, incelikleri kaçırırız.
“Hamdım, piştim, yandım” demiş Mevlâna. Eğer pişerken şikayet edersek, tadımızı bulmadan, çabuk yanarız, öyle değil mi?"
Sema Maraşlı - Haber 7
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dindar ailelerin dini sevmeyen çocukları

İletişim çağında, en çok iletişim sıkıntısı yaşıyoruz. Tatsızlıkların pek çoğu iletişim hatalarından geliyor. Karı-koca iletişim kurmayı bilmiyoruz, çocuklarımızla iletişim kuramıyoruz.


İletişim kazalarımız yüzünden gönüllerimiz hep yaralı.
Hâlâ eğitim sistemimizde doğru düzgün iletişim dersleri yok. Göstermelik bir kaç ders var. Çocuklara işlerine yaramayacak pek çok bilgi öğretiliyor; ama en önemli bilgiler öğretilmiyor. Hele günümüz gençliği, iletişim konusunda bir facia. Anne-baba ile nasıl konuşulur? Öğretmene nasıl davranılır? bilmiyorlar.
Gençler, saygısızlık etmeyi, büyüklere laf yetiştirmeyi, özgürlük ya da zeka alameti zannediyorlar. Evimin balkonu "Anadolu Lisesi"ne bakıyor, yan tarafımda sitenin çocuk parkı var. Balkona çıkarken kulaklarımı tıkamam gerekiyor. O küçücük çocuklar birbirlerine karşı sanki küfür yarışına giriyorlar. Salıncakta sallanma yaşlarında küfür öğrenmişler.
Bu çocukların aileleri hep düzgün insanlar. Evlerinde küfür kelimeleri kullanıldığı zannetmiyorum. Artık çocuklarımızı biz değil, çevre yetiştiriyor. Eskiden ailelerin etkisi daha fazlaydı çocuklar üzerinde. Biz eğitim hataları yaptık; televizyon, bilgisayar ve çevre de çocuklarımızı bizden aldı.
Yaz tatilinde her yerde yaz okulları açıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kur' an Kursları, dernekler, vakıflar, etüt merkezleri, tatilde çocuklar için yaz okulları yapıyorlar, kurslar düzenliyorlar. Geçmiş yıllarda çocuklarımı farklı yerlere gönderdim. Yaz okulu olduğu için yüzme, gezme gibi etkinlikler, çocuklara cazip geliyor; fakat dini eğitim noktasında çok yetersizler. Dini eğitim denince sadece Kur'ân-i Kerim okutup, ezber yaptırmak ve çocukların çok da anlamadığı fıkıh konularını ezberletmek zannediliyor hâlâ pek çok yerde. Çocuklara ezber konusunda o kadar yükleniyorlar ki çocuklar kısa süre sonra gitmekten vazgeçiyorlar.
Çocuklara zorla ezber yaptıracaklarına: "Namaz sûrelerinin anlamlarını öğretseler, birlikte namaz kılsalar, güzel ahlakı uygulamalı gösterseler, iletişim dersi verseler, iletişim ile ilgili âyet-i kerîmelerin anlamlarını ezberletseler, peygamberimizin örnek davranışlarını anlatsalar, çocuklara dini sevdirseler" yeter.
Nedense Kur'an Kurslarına giden çocukların pek çoğunun, dini konularda hevesleri ölüyor. İstisnalar vardır elbette; ama benim gördüklerim genellikle öyle. Bir kaç ay kursa giden çocuklar, her şeyi bilirim havalarına giriyorlar. Dini konuları araştırma, okuma, öğrenme hevesleri kalmıyor. Bu eğitim-öğretim sisteminde bir bozukluk var. Elli yıl önceki aynı sistem hâlâ devam ediyor. Belli ki bu çağın çocukları için yetersiz kalıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı' na ve dini konularda eğitim yapan, vakıf ve dernek yöneticilerine bir çağrım var: Önümüzdeki yılın "kurslarının ve yaz okullarının" adını ve içeriğini değiştirelim. "yaz okulları" nın adı "Kur'ân-i İletişim Okulları" olsun. Buralarda "Kur'an Ahlakını" öğretelim. Çocuklar; nezaketi, güzel konuşmayı, öfke kontrolünü, sabrı, kötülüğü iyilikle savmayı öğrensinler. Kısacası dinimizin adâbı muaşereti öğretilsin. "Nezaket Kursları" açılsın her yerde.
Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.
Hatalı davranışlarının farkına varabilmeleri için biraz da ahlâki testler çözdürelim. Bakalım nasıl cevaplar verecekler.
"Babanız su istedi; ne yapmanız gerekir?"
-Yüzümü ekşitir, sesimi çıkarmam.
-"Bekle biraz, az sonra getiririm" deyip, oyalarım.
-Çemkiririm. "Kendin al." derim.
-Espriye vurur: "Baba ben de çok susadım; sen içerken bana da getirir misin?" derim.
-Hiçbirisi
"Birisi size bağırdı, ne yaparsınız?"
-Ben de ona bağırırım.
-Bana kimse bağıramaz; hakaret edip söverim.
-Alay eder, dalga geçerim.
-Şiddete baş vururum
-Hiçbirisi
Çocuklar kendileri söylesinler, ne yapacaklarını. Cevaplar testte olmasın. Onları klasik okul bilgilerinden kurtarıp biraz "hayat bilgisi" öğretelim.
Tabii bu arada çocuklarımızın hatalarında kendi paylarımızı da göz ardı etmeyelim. Çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz; kabul edelim. Güzel yetiştirenlere sözüm yok, istisnalar kaideyi bozmaz. Fakat genel anlamda bir sorun var. Saygılı olsunlar diye baskı yaptık; bağımlı ve korkak oldular. Özgüvenleri gelişsin diye müdahale etmedik; saygısız oldular. Korkak olmasınlar diye serbest bıraktık; kimseyi dinlemez oldular.
Gençlere dinimizi sevdiremedik. "Altı Paris, üstü Mekke" diye giyimlerini eleştirdiğimiz genç kızlara kızıyoruz; ama onları biz yetiştirdik. Biraz psikoloji, biraz ana babadan gördüklerimiz, biraz oradan buradan duyduklarımızla karışık bir eğitim programı uyguladık.
Kur'ân-ı Kerîm'in ve sevgili peygamberimizin eğitim metodunu göz ardı ettik. Kafadan rafadan annelik babalık yaptık. Kendimde söylediklerimin içindeyim; kimseyi suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Maalesef ki dindar ailelerin "dini sevmeyen evlatları" azımsanmayacak kadar çok. Çocuklara dinimizi sevdirerek öğretemedik.Ciddi eğitim hataları yaptık. Gönderdiğimiz kursların çoğu ters etki yaptı. Çocuklar sırf anne- babalarına kızgın olduklarından, onları üzmek için dini konularda bilinçli hatalar yapıyorlar. Kendileri de üzülmek pahasına anne ve babalarını en hassas oldukları dini konulardan vuruyorlar.
İletişim çağının gençlerinin evlilikleri de iyice tuhaf. Kavgalar daha tanışma aşamasında başlıyor; sözden, nişandan ayrılmalar çok fazla. Evlenmeyi başaranların bir kısmı daha ilk günlerden vazgeçiyor; bir kısmı da zoraki götürmeye çalışıyor.
Emek vermeden sevilmeyi bekliyorlar; fedakarlık etmeden evlilik kendi kendini götürsün istiyorlar. Aşk sözcüklerinden, hayvan adlarına, kısa zamanda geçiş yapıyorlar. Kendilerini denetlemeyi bilmiyorlar. Herkes sadece kendi istediği olsun istiyor. Böyle bir şey mümkün değil.
Bu eğitim sistemi böyle devam ederse gençlerin hâli daha da kötüye gidecek. Ancak "Kur'an Ahlakı" ışığında düzgün bir iletişim ile mutlu olunabilir. Rabbimizin eğitim metodunu, çağın eğitim araçları ile ailelere ve çocuklara en güzel şekilde sunmamız gerekli. Bunun için de ilahiyatçılara, eğitimcilere ve biz anne-babalara çok iş düşüyor. Kur'ân-i Kerîm'i sadece dilimizde bırakmayıp, hayatımızın her alanına katmamız gerekiyor.
www.cocukaile.net
http://www.cocukaile.net
[email protected]
 

Dut_agaci

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
7,219
Tepkime puanı
330
Puanları
0
Web sitesi
www.Menzil.Net
Allah cc razi olsun
çok faydalı buldum açıkçası
tavuk örneği hoşuma gitti

Mevlam c.c. cümle aleme iki cihan saadeti nasip etsin inşallah...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Evlilikte romantizmi unutun

Televizyon sayesinde kadınlar dizi kahramanı gibi bir erkekle yaşamak istiyorlar. Bunu bulamayınca kocalarını dizi kahramanlarına benzetmeye çalışıyorlar.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=763673


Romantizm ile ilgili bütün bildiklerini unut.
Şirin, itiraz etti:
-Romantizm olmayınca hayatın ne tadı olur?
-Haklısın romantizm güzel; ama romantizm hareketi yüzünden romantizm fazla sulandı, cıvıklaştı.
-Aradaki fark nedir anlayamadım?
-Romantizm hareketi 19. Yüzyıl başlarında akılcılığa karşılık hayali ön plana alan bir edebiyat akımı iken roman ve şiirlerin etkisiyle kısa zamanda kadınlar tarafından sahiplenilen bir duygu hareketine dönüştü. Çünkü romantizm hareketi, kadınları en hassas noktasından, kalbinden, aşk silahı ile vurdu. Feminizmden sonra aileye vurulan ikinci darbe romantizm hareketi ile olmuştur.
-Fazla romantizmin ne zararı olur ki?
-Medya romantizmin yayın organı olarak çalıştı. Özellikle televizyonun icadından sonra romantizm kadınların aşk ve evlilikle ilgili bütün ölçülerini değiştirdi. Söylediğim gibi kötü olan romantizm değil, romantizmin fazlası, günümüzdeki sulanıp cıvıklaşmış hali ve erkeğin üstüne zoraki yıktığı görevler. Televizyon sayesinde hayallerden fırlamış gerçek üstü erkekler, kadınların kafasını bozdu.
-Bu konuda haklısınız. Oradaki aşklara baktıkça insanın içi gidiyor. Tıpkı Ferhat’la yüzyıllar önce yaşadığımız gibi. Şimdi öyle aşklar sadece filmlerde var galiba.
-İşte televizyonun zararını sen de dile getirdin. Zaten televizyon aile muhabbetinin önünde başlı başına en büyük engel. Varlığı ile ailenin zamanını çalıyor. Muhabbetin en büyük düşmanı. Eşlerin birbirleri ile iletişimine engel oluyor.
En büyük kötülüğü de dizilerle filmlerle hatta reklamlarla insanlara bir yandan feminizm aşısı yaparken bir yandan da romantizm hapı yutturmaya çalışıyor. Oysa bu iki madde bir araya gelince sağlıklı bir bünyeyi bozar.
-Niye feminizmle romantizm anlaşamıyor?
-Feminizm kadınlara “Sen erkeklerle eşitsin, kadın gibi olma erkek gibi ol, özgür ol, çalış kariyer yap, sen de güçlüsün, erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilirsin” diyor.
Romantizm ise “Hayatında hiç bitmeyen, azalmayan, büyük bir aşk olacak. Sevdiğin adam seni ölesiye sevecek, seni hiç aklından çıkarmayacak, hoş sohbet, yakışıklı, paralı ve sana sürprizler yapan düşünceli, kibar bir erkek olacak, diyor.
Feminizmle erkekleşmiş bir kadını, adam nasıl bu kadar sevebilsin, nasıl ona bu kadar kibar olabilsin.
Çizilen tablo ise şu: Erkek gibi bir kadın ve karşısında kadın gibi bir erkek.
-İşte buna kesinlikle katılmıyorum. Romantik erkek, kadın gibi erkek demek değildir. Romantik erkek, kadın ruhundan anlayan, kibar erkektir.
-Şirinciğim beni yanlış anladın. Tabi ki dozunda romantik bir erkek kadın gibi olmaz, hem de tam erkek gibi olur. Benim söylemek istediğim şu ki romantizm akımıyla gelen romantizm salgınında, erkekten beklenen şeyleri yapmak, daha çok kadın fıtratına uygundur.
-Aşırı ne bekleniyor ki?
-Eşini düşünüp sık sık aramak, sürprizler yapmak, özel günleri hatırlayıp hediye almak, mum ışığında baş başa yemek planlamak, gibi davranışlar hayatın içinde detay konulardır ve detaylar kadın tabiatına daha uygundur.
Fakat dizilerde bu işler erkeklere yüklendiği için, erkeklerin bu günleri hatırlamaması, erkeği; kaba, düşüncesiz erkek, konumunda bırakmış ve ailelerde özel günleri bir kabusa çevirmiş durumda.
-Bu konuda haklısınız. Geçen yıl Ferhat evlilik yıldönümümüzü hatırlamadığı için çok üzüldüm. Açıkça söyleyeyim ben şöyle düşünüyorum: “Kocam evlilik yıldönümümüzü hatırlamadığına göre artık beni sevmiyor, evliliğimize de önem vermiyor.”
-Romantizm üzerinden kafa yürütüyorsun. “Kocam evlilik yıldönümümüzü hatırlamıyorsa, kesin beni artık sevmiyordur.” Ne alaka adam işin gücün derdinden unuttu gitti. Sen hatırla, sen hatırlat, organizasyonu sen yap, o da sen de mutlu bir akşam geçirin.
-Fakat hatırlayan erkekler var.
-Hatırlayan erkekler vardır tabi. Fakat kaç erkek gönlüyle önem verdiği için hatırlıyor, kaç erkek karısının şerrinden korktuğu için hatırlıyor. O ayrı bir konu.
Dizilerdeki erkekler unutmazlar özel günleri. Her akşam ekran karşısında saatlerce bu dizilere bakan kadınlar, gerçekle hayali ayırt edemez duruma geliyorlar. Zaten insan beyni etkilenme anlamında gerçekle hayali pek ayırt etmiyor. Hayalden de gerçekten etkilendiği gibi etkileniyor.
Televizyon sayesinde kadınlar dizi kahramanı gibi bir erkekle yaşamak istiyorlar. Bunu bulamayınca kocalarını dizi kahramanlarına benzetmeye çalışıyorlar. Tabi sonuç büyük bir hüsran oluyor. Ailelerde kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.
-Ama gerçek hayatta bulamadığımız ya da bulup da kaybettiğimiz aşkları orada izlemek biz kadınları mutlu ediyor bence.
-Tam aksi mutsuz ediyor. Orda seyretmek insana yetmiyor, herkes hayatında aşk eksik olmasın istiyor. Yaşlı kadınlar da buna dahil. Yaşı yetmişe yaklaşmış evli ve torunları olan kadın “Dünyaya bir daha gelirsem asla evlenmeyeceğim. Metres olarak yaşayacağım. Hayatımda büyük bir aşk yaşayamadım. Bir şansım daha olsa metres olarak yaşardım, aşk yaşardım.” diyor.
Her akşam dizi izlemenin doğal neticesi bu. Reklamlarda cızır cızır kızaran salam sucuk, nasıl ki imkanı olup alamayanların ağzının suyunu akıtıyorsa, yoğun aşk dizileri de özellikle kadınların kalplerini kanatıyor. Aşık olup aşkı bitenlerin yaralarını deşiyor, olamayanlara da hep bir eksiklik duygusu yaşatıyor.
-Evet böyle bakınca haklısınız.
-Sen miras meselesi yüzünden ağlayan adamın hikayesini biliyor musun?
-Hayır, bilmiyorum.
-Adamın birini, miras meselesi yüzünden çıkan tartışmada akrabaları biraz dövmüşler. Adam dava açmaya karar vermiş. Dilekçe yazdırmak için arzuhalcinin yanına gitmiş.
“Akrabalarım beni dövdü, dava açmak istiyorum” demiş.
Arzuhalci:
“Öğleden sonra gel, ben sana iyi bir dilekçe hazırlarım.” demiş.
Adam öğleden sonra gittiğinde arzuhalci birkaç sayfalık dilekçeyi göstermiş:
“Dilekçen tamam, ben okuyayım, sen bir dinle sonra altına imzanı atarsın” demiş.
Adam dilekçeyi dinlerken ağlamaya başlamış. Arzuhalci şaşırmış. “Sen niye ağlıyorsun” diye sormuş. Adam “Uyyy bana neler yapmışlar da haberim olmamış” demiş.
Televizyon sayesinde kadınlar da biz neler kaçırmışız, neler yaşayamamışız diye kendi hallerine ağlayıp duruyorlar.
Not: Yukarıdaki yazı "Muhabbet Olsun" kitabımdan bir bölüm. Kitapta, ünlü aşk kahramanlarından "Ferhat ile Şirin" günümüzde yaşıyorlar. Büyük aşkı bitirmişler "Muhabbet edemiyoruz." diye dertliler. Kırk adım atıyoruz muhabbet için. Yirmi beş adım Şirin ile on beş adım Ferhat İle. Yukarıda okuduğunuz bölüm Şirin ile sohbetimizin bir bölümü.
Sema Maraşlı - Haber 7
 
Üst