Şehadeti İsteyen Şehit Olmaz mı?

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
Sözümüzün başında Yeni Akit gazetemizin tüm okuyucularımıza ve halkımıza hayırlı olmasını Yüce Allah"tan diliyorum. Allahu Teala hayırlı ve faydalı çalışmalara muvaffak eylesin.
Bugün aslında Arap Birliği"nin Sirte Zirvesi hakkında değerlendirme yapmak istiyordum. Fakat daha öncelikli olduğunu düşündüğüm bir konuyu ihmal etmemek ve zihinlerde hatalı kalmaması için soğumadan onunla ilgili bazı bilgilere dikkat çekmek gerektiğini düşündüm. Arap Zirvesi"nden çıkacak sonuçlar da bir süre gündemde kalacağı için onu ertelemekte mahzur görmedim.
Geçtiğimiz günlerde Mavi Marmara şehitleri hakkında bir zatın, özetle ifade edecek olursak onların ölümü istedikleri ve bilerek ölüme gittikleri için şehit bile olamayacakları iddiasında bulunduğu söylendi. Muhterem Hakan Albayrak kardeşimizin itiraz yazısı üzerine o sözlerin sarf edildiği mecliste bulunduğunu söyleyen bir gazeteci o sözlerin Mavi Marmara şehitleri hakkında değil bilerek ölüme giden birtakım eylemciler hakkında söylendiğini iddia etti.
Peki, ister Mavi Marmara şehitleri ister başkaları hakkında söylenmiş olsun bir kimsenin, bilerek ve Allah yolunda ölümü arzulayarak öldürüldüğünde şehit bile olamayacağı iddiası doğru mudur? Bu konuda bizim başvuru kaynağımız şu efendinin, bu beyin iddiası değil şehadet kavramını bize öğreten yüce kitabımız Kur"an-ı Kerim ve onu tebliğ eden Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)"dir. “Allah"ın kitaplarına ve peygamberlerine iman” şartlarını kabul etmiş bir kişinin yapması gereken de Kur"an-ı Kerim ve sünneti seniyyede vazıh (açık) bir ifadeyle ortaya konan hükümle efendilerin ve beylerin sözleri arasında çelişki hâsıl olduğunda, vahye dayanan yüce kitapta ve sünnette bildirileni tercihtir. Çünkü bunlara inanmak imanın şartıdır. İmanın şartları arasında “filanca efendiye, falanca beye iman” diye bir şart ise mevcut değildir. Allah"ın huzurunda da mükellef olduğumuz şartlara göre hesap vereceğiz.
Bir ayeti kerimede şöyle buyurulur: “Mü"minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah"a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır.” (Ahzab, 33/23)
Burada parantez arası açıklamaları kafamızdan değil tefsirlere ve âyeti kerimenin sebebi nüzuluna dayanan açıklamalara göre koyduk. Nüzul sebebine bakalım:
Buhari, Müslim, Tirmizi ve daha başkalarının Enes ibnu Malik (r.a.)"ten rivayet ettiklerine göre, onun amcası Enes ibnu Nadr (r.a.) Bedir savaşında bulunamayınca: “Resulullah (a.s.)"ın girdiği ilk çarpışmada bulunamadım. Eğer Allah bana Resulullah (a.s.) ile birlikte bir çarpışmaya katılmak nasip ederse, mutlaka nasıl hareket edeceğimi görecektir” dedi. Bu kişi Uhud savaşında şehid edildi. Bu savaşta öldürülünceye kadar kahramanca savaştı. Bedeninde kimi gürz, kimi kılıç, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yara görüldü. Bu ayet de onun hakkında indirildi. (Buhari, Cihad, 12; Tefsir, Ahzab suresi tefsiri, 3; Tirmizi, Ahzab suresi tefsiri, 2,3)
Burada kendilerinden övgüyle söz edilen kişilerin ahitlerini yerine getirmeleri ile kastedilen O"nun yolunda şehit olmalarıdır. Yani bırakın şehadeti arzulamayı, şehadet onlar için bir ahittir ve bu ahitlerini de üzerinde herhangi bir değişiklik yapmadan, kalem ve laf oynatmadan, “Kahramanca çarpışma sözü vermiştim çarpıştım; fazlasına gerek yok” demeden şehadete kadar direnmek suretiyle yerine getirmişlerdir.
Dikkat edilirse âyette bazılarının da beklediklerinden söz ediliyor. Peki, neyi bekliyorlar? Allah yolunda çarpışmayı mı? Bu ahitlerini zaten yerine getirmiş, girdikleri her savaşta kahramanca çarpışmışlar. Bekledikleri Allah yolunda şehit olmaktır.
Allah"ın onların şehadete kadar çarpışmalarından ve böylece ahitlerini yerine getirmelerinden övgüyle söz etmesi onların ölümlerinin asla intiharla bir tutulamayacağını ortaya koyar ve “bu gibilerin şehit bile olamayacakları” iddiasını tamamen çürütür.
Evet, cihadın, Allah yolunda savaşın gayesi ölmek değildir. Ama şehadet arzusu kınanmış, eleştirilmiş bir arzu değil Yüce Allah"ın övgüsüne mazhar olmuş üstün bir arzudur. Bundan dolayı İmam Hasan el-Benna"nın müntesiplerine öğrettiği ilkelerden biri de “ve"ş-şehadetu fi sebilillahi esmâ emaninâ (Allah yolunda şehit olmak en yüce arzumuzdur)” ilkesidir. Bundan dolayı Abdülaziz Rantisi, Şeyh Ahmed Yasin"in yerine geçtiğinde Şeyh Yasin"in başına gelenin kendisi için de geçerli olduğunun hatılatılması üzerine; “Kanserden ölmek de bir ölümdür, roketlere hedef olarak ölmek de. Bana sorarsanız tercihim roketlerdir” cevabını vermişti. Çünkü şehadet günâh kirlerini temizleyen ulvi bir ölümdür.
Hepsi bu kadar değil. Daha başka şer"î delilleri ve Mavi Marmara"daki durumla ilgili müşahedelerimizi de inşallah müteakip yazımızda aktaracağız.
yeni akit
Ahmet Varol
 
K

Kaçak

Guest
Şehadeti İstemek En Yüce Arzudur
14 Ekim 2010 Perşembe
Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İbnu Hibban ve Hakim'in rivayet ettiğine göre Eslem ibnu Yezid şöyle demiştir: "İstanbul'daydık. Birden karşımıza Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı. Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye atıyor" dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyub el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 195) ayetini) böyle mi yorumluyorsunuz. Bu ayet biz ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu. Yüce Allah da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek" dedik. Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır."
İlim adamları bu rivayete binaen bir kişinin öldürüleceğini bilse bile düşmana zarar vermek için onların saflarına dalmasının caiz olduğunu söylemiş; hadisin şerhinde de: "Şayet bir kişinin hücumu cesaretinden doğuyor ve bununla düşmanı korkutacağını yahut Müslümanları düşmanlara karşı teşvik edeceğini veya buna benzer sahih bir maksat umuyorsa bütün alimlerce bu iyidir" demişlerdir.
Taberi'nin rivayetine göre Ebu İshak, Bera ibnu Azib (r.a.)'e: "Bir adam yalnız başına düşmandan bin kişilik bir grubun içine dalarsa, Yüce Allah'ın: "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" derken kastettiği kimselerden olur mu?" diye sordu. Bera (r.a.) da şöyle cevap verdi: "Olmaz. Öldürülünceye kadar çarpışsın. Allah, peygamberine: "Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden sorumlusun." (Nisa, 4/84) diye buyurdu."
Maliki mezhebinin ileri gelen fıkıhçılarından Ebu Bekr ibnu Muhammed ibnu'l-Arabi bir kişinin kalabalık bir düşman grubuna saldırıda bulunması hakkında şöyle demiştir: "Bana göre doğru olan bunun caiz olduğudur. Çünkü bunda dört husus var: Birincisi: Şehadeti istemek. İkincisi: Düşmana zarar vermek. Üçüncüsü: Müslümanları onlara karşı cesaretlendirmek. Dördüncüsü: Düşmanları moral yönünden zayıflatmak. Çünkü onlar: "Bu bir kişi böyle yaparsa hepsi birden neler yapar!" diye düşüneceklerdir."
Burada dikkat edilirse “şehadeti istemek” bir amelin delilleri arasında sayılmıştır. Bırakın şehadeti istemenin münferiden caiz olmasını, başka bir amelin cevazına bile gerekçe oluşturuyor.
Bu konuda daha pek çok delil sıralayabiliriz. Ama meselenin anlaşılması için bu kadarı yeterlidir.
Mavi Marmara'daki vahşi katliam, kardeşlerimizin saldırması sonucu değil siyonist düşmanın vahşi bir saldırı gerçekleştirmesi sonucu vuku buldu. Üstelik bu saldırı, sabah namazını kıldığımız sırada önce namaz kılınan güvertenin hedef alınması suretiyle başlatıldı. Bazı kardeşlerimiz de bu ilk saldırıda yaralandı. Böylesine vahşi bir saldırıya maruz kalan insanların yapması gereken de “gelin bizi öldürün demek!” değil canlarını, gemideki hanımları, kendilerini savunma imkânından yoksun diğer insanları ve emanetleri savunmaktı.
Antalya'dan gemiye bindiğim andan itibaren birçok kişiyle görüştüğüm halde kimsenin “biz ölüme; şehit olmaya gidiyoruz” dediğini duymadım. Hatta kendisiyle gemide zaman zaman bir araya geldiğim İHH Başkanı Bülent Yıldırım başta olmak üzere kimse böyle bir saldırı beklemiyordu. Bizim geminin içinde duyamadığımızı birileri binlerce km uzaktan nasıl duyabilmiş, hayret ediyorum!
Cevdet Kılıçlar elindeki fotoğraf makinesiyle siyonist saldırganların vahşi saldırılarını kayıt altına alıp tüm dünyanın gözleri önüne sermeye çalıştığı, Furkan Doğan kardeşimiz olayları anında dünya kamuoyunun dikkatine sunmaya çalışan ekibe yardımcı olduğu sırada, İbrahim Bilgen kardeşimiz Mescidi Aksa'nın muhafızı Şeyh Raid Salah'a benzetilerek, Çetin Topçuoğlu kardeşimiz havadan helikopterlerle indirilen katillerin kaptan köşküne girmelerine engel olduğu için ve diğer kardeşlerimiz de orada sadece kendilerinin değil bütün ümmetin namusunu, iffetini savunma gibi kutsal bir görevi ifa ederken şehit edilmiş veya yaralanmışlardır. Kimse siyonist düşmana “gelin beni öldürün ben şehadet istiyorum” diyerek düşmanın kucağına atılmadı. Ümmete düşen de namusunu savunanları savunmak, onlara sahip çıkmaktır.
Başta söylediğimiz gibi kastedilen Mavi Marmara şehitleri olmasa bile Filistin'de ve Lübnan'da siyonist katillere yahut İslâm âleminin farklı bölgelerindeki işgalci düşmanlara karşı duran, kahramanca göğüs geren, yeri geldiğinde ölümü ve şehadeti arzulayarak işgalci saldırganların karşısına çıkıp hayatlarını feda eden kardeşlerimizin şehadetleri hakkında ileri geri konuşmaya kimsenin hakkı yoktur. Şehit edilenlerin kalplerinde olanı ise sadece Allah bilir, dolayısıyla kalplerindekine göre hesap sorma yetkisi de sadece O'na mahsustur.
Ne mutlu Allah yolunda şehadeti en yüce arzu ve bir ahit bilenlere! Ne mutlu sözlerine sadık kalanlara!

Ahmet Varol
 
Üst