İslam’da şefaat inancı hem Kur’an hem de hadislerde geniş bir tarzda ifadesini bulmuştur. Ancak bu yazımızda şefaat konusunu detaylı olarak değil de ana hatlarıyla Kur’an ayetlerine ve bazı hadislere başvurarak ifade etmeye çalışacağız.
Şefâat kelimesi, Arapça’daki (şef’) mastarından türetilmiştir. Şef’ ise ‘tek’ anlamındaki ‘vetr’ kelimesinin zıddı olup, çift demektir. Araplar bir kişinin yanına bir başkası getirildiğinde bunu “Şefea’r- raculu şef’an” diye ifade etmişlerdir. “Falan adam filan adama şefâat etti” sözüyle de “ona yardım etmek ve onun isteğini elde etmek üzere geldi” demek istenilir.
Istılahta ise şefâat, “bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmak veya ondan bir zararı defetmek istemesi”, dünyevî ve uhrevî hususlarla ilgili olarak suç veya günahının affını taleb etmesi veya kısaca birinin bağışlanmasına delalet etmesi anlamlarına gelir.
İslam itikadına göre şefaat ise, müminlerden büyük günah işlemekten dolayı cehennem azabını hak edenler hakkında, başta Nebiler Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere, peygamberlerin, şehitlerin ve sâlihlerin Allah’ın izin ve rızası dahilinde cennete girmeleri için tavassutta bulunmalarıdır.
Kuran’daki şu ayetler İslamiyet’te şefaatin hak ve gerçek olduğuna yeterli delil teşkil eder:
“O onların yaptıklarını da yapacaklarını da, açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir. Onlar sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefâat ederler. O’na duydukları tazimden ötürü çekinir, titrerler.”(1)
Taberi’ye göre bu âyette Cenab-ı Allah, meleklerin, İsa’nın ve Uzeyr’in şefâat sahibi olduğunu isbat etmiş, bir kısım sahte tanrıların ve putların ise şefâat edemeyeceklerini istisna ederek belirtmiştir.(2)
Kurtubî, İbn Abbas’tan gelen bir rivâyete dayanarak bu âyette şefâatle muhatap olacak insanların ‘Lâ ilâhe illallah’ diyenler, Mücâhid’den gelen bir yoruma göre ise, Allah’ın razı olduğu herkes olduğunu nakleder.(3) Suyûtî’ye göre ise meleklerin şefâati tevhid ehli için söz konusudur.(4)
“Artık onlara şefâatçilerin şefâati fayda etmez.”(5)
Suyûtî, tefsirinde Hasan-ı Basri’nin “Biz, şehidin ailesinden yetmiş kişiye şefâat edeceğini konuşurduk” dediğini ve Hz. Peygamber’in (asv) ise ‘Ümmetim içinde bir adam bulunur ki, onun şefâatiyle Allah Benî Temîm kabilesinden daha fazla insanı (cehennemden çıkarıp) cennete girdirir.’(6) buyurduğunu kaydeder.
“Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefâat edemez.”(7)
Bu âyeti Ebussuûd, önceki ayetlerle irtibatlandırarak, şefâat inancının müsbet fonksiyonunu dikkate alır ve şöyle yorumlar: “Yani mezkûr müttakîler, ancak İslam’a girmiş olanlara şefâat edebilirler. Bu ise diğer insanları müslüman olmaya teşvik anlamı taşır.”(8)
“Müşriklerin, O’ndan başka yalvardıkları sahte tanrıların şefâat yetkileri yoktur. Ancak bilerek Hak ve gerçeğe şahitlik edenler bunu yapabileceklerdir.”(9)
Mücâhid bu âyeti şöyle tefsir etmiştir: “Mesîh, Uzeyr ve melekler, sadece Hakk’a şahitlik yapan ve ‘lâ ilâhe illallah’ diyenlere şefâat etmeye mâlik olabileceklerdir.”(10)
Kurtubî’ye göre şefâatin hakikati rahmet-i ilâhidir. Bu vesile ile, Allah şefâat etmesine izin verdiği kimseleri de şereflendirmiş olur.(11)
Rasulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen şu hadisler de şefaat hakkında bize ışık tutar:
Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimden (alim, şehid, salih) bazıları var; bir(çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar." (Tirmizi, Kıyamet 11, 2442)
Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır." (Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizi, Daavat 141, 3597)
Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." [Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Cabir (ra) dedi ki: "Kebair (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"] (Tirmizi, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, 4310)