Gülzar-ı İrfan
..............
- Katılım
- 24 Eki 2006
- Mesajlar
- 6,736
- Tepkime puanı
- 436
- Puanları
- 0
VARLIĞIN SIRRI: MUHABBET
Varlığın temelinde muhabbet vardır. Cenâb-ı Hak, kâinâtı muhabbetle donatmıştır. Bu muhabbet; istîdatları nisbetinde her şeye, her varlığa intikal etmiş, hayatın medârı olmuştur.
Muhabbet olmasaydı; hiçbir mahlûk arkasından gelecek nesle bakamazdı, yetiştiremezdi. Ancak muhabbet sayesinde bir anne kedi; kendisi aç da kalsa yavrularına sütünü verir, onları temizler, muhafazalı bir yere taşır, canı pahasına tehlikelerden korur.
Bizlere kahr-ı ilâhîyi ihtar eden yılan, akrep gibi mahlûkat bile muhabbet sırrından mahrum değildir. Bir yılan dahî yavrusunu bakarak büyütür. Akrep, yavrularını sırtında taşır.
İbret nazarıyla bakıldığında; zerreden kürreye, nebâtattan cemâdata, her şeyde muhabbet ve bu uğurda fedâkârlıktan ibaret bin bir tecellî temâşâ edilir.
Çekirdeğin etrafında pervâne olan elektron, nötron ve protonlar... Güneşlerin, yıldızların etrafında Mevlevî dervişleri gibi semâ eden gezegenler...
Çiçek açmak, meyve vermek, cemal tecellîlerine mâkes olmak muhabbetiyle; bir ömür kıyamda duran, kışın duâ hâlinde üryan bir yapı, yazın cömert, ehl-i hizmet bir hayrat âbidesi hâlinde ağaçlar...
Çağlayarak deryaya koşan ve geçtikleri her yerde baharlar bırakan nehirler... Hiç görmedikleri vatanlarına, kıtalar aşarak hicret eden göçmen kuşlar... Her an, mes’ûlü bulunduğu mahlûkatın gıdasıyla, ısınmasıyla, aydınlatılmasıyla meşgul güneş... Vücudun hayâtiyetini sürdürmek için; bir ömür hiç mola vermeden, dinlenmeden çalışan kalp...
Bütün bunlar; Cenâb-ı Hakk’ın, varlığın mayasına ikram ettiği muhabbetin tecellîleridir. Tabiat kanunu, sevk-i tabiî (içgüdü) deyip geçmek, bütün bu muazzam sistemlerin müşterek noktası olan muhabbete âmâ kalmak demektir.
Cenâb-ı Hakk’ın ahsen-i takvîm üzere, tekrîm buyurarak, yeryüzünde halîfe kılmak, Zâtının şâhidi olmak üzere yarattığı insanın muhabbet ile imtihanı ise; çok daha yüksek ölçüler içerisindedir.
MUHABBET İMTİHANI...
Ünsiyet vasfıyla öne çıkan insan varlığında, arzu ve iştihâların merkezi hükmünde bir nefis; ilâhî nefhanın hâtırası, ulvî âlemlere hasret ve iştiyak merkezi vasfında bir ruh; bir de ülfet ve muhabbetlerin merkezi mâhiyetinde bir kalp mevcuttur.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Nefsânî arzulara; (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara câzibeli kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)
İnsanın fânî cihanda birtakım varlıklara meyyal yaratılması, onun en mühim imtihanıdır.
Allah Teâlâ; varlığı, bilinmeye muhabbet ettiği için yaratmıştır. Zâtını tanıma istîdâdını ise en yüksek seviyede insana lutfetmiştir. Bir başka ifadeyle insanın hilkat sebebi, mârifet ve «muhabbetullah»tır.
Bezm-i Elest’ten, kıyâmet meydanına bir yolculuk hâlindeki insanın; dünya durağında, fânî muhabbetlere kapılması ne acı, ne fecî bir israftır!
Mevlânâ Hazretleri, kulun bu gafletini ne kadar ibretli bir misalle ifade eder:
“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz. Zira kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır. Asıl hayret edilecek şey; kuzunun kurda gönül kaptırmasıdır!..”
Muhabbetin lâyıkından başka yerlere sarf edilmesi; pırıl pırıl bir pınarın bir bataklığa, bir mezbeleliğe dökülmesi kadar fecîdir.
Nihayeti Hakk’a varmayan, sonu O’na ulaşmayan; yanlış adreslerde aranıp, çıkmaz sokaklarda hebâ edilen bütün fânî muhabbetler, ruh için beyhûde bir yorgunluk ve sıklet sebebidir.
Fânî muhabbetlerin yegâne bâkî sevgi olan «muhabbetullâh»a birer vasıta, birer basamak hükmünde olduğu idrâk edilerek, hepsi gönülden çıkarılmalıdır. Bütün sevgi ve alâkalar hakikî adresine tevcih edilmelidir. Kalp; alelâde bir cam iken, ancak bu tezkiye ve tasfiye neticesinde, kristalleşmeye başlar. Ancak bu şekilde ilâhî nûrun tecellîsine lâyık bir elmas; hem bozulmamış, lekelenmemiş asil cevheri, hem titiz bir takvâ işçiliğiyle, mükemmel bir pırlanta hâline gelir. Vuslat pırıltıları, ancak bu pırlanta kıvâma gelebilmiş bir kalpte ışıldar. Yani;
SELÎM BİR KALP...
Kur’ân-ı Kerim’de bu vasfa kalb-i selîm; arınmış, selâmet bulmuş, temiz bir kalp adı verilmekte ve şu âyet-i kerîmede uhrevî kurtuluşun yegâne çaresi olarak bu kıvam gösterilmektedir:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُون اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلٖ۪يمٍ
“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89)
Bu kıvâmı elde edebilmek için; nefsin tezkiyesi, yani imtihan sırrı olarak nefse ilhâm olunmuş fücûrun bertarâf edilip, rûhânî istîdâtların inkişâf ettirilmesi zarurîdir ki, bunun bir adı da takvâdır.
Takvânın ana malzemesi muhabbettir. Muhabbeti lâyıkına kullanabilme kabiliyeti ve gayretidir.
İnsanın fânî muhabbetlerden tamamen uzak durması, onlara tamamen sırt çevirmesi; meselâ hiç evlenmemesi, devamlı oruç tutması, dünya maîşetini kazanmak yolunda hiçbir gayret göstermemesi gibi hâller; muhabbette de bizler için en zirve örnek olan Allah Rasûlü’nün müsaade etmediği hususlardır. Bunlar bu konuda kolay yolu seçmektir. Hâlbuki, doğru olan, Allah Rasûlü’nün yaşayarak öğrettiği usûldür:
MUHABBETLERİ AŞK-I İLÂHÎYE BASAMAK EYLEMEK...
(Devamı var)
ALLAHA EMANET OLUN
Varlığın temelinde muhabbet vardır. Cenâb-ı Hak, kâinâtı muhabbetle donatmıştır. Bu muhabbet; istîdatları nisbetinde her şeye, her varlığa intikal etmiş, hayatın medârı olmuştur.
Muhabbet olmasaydı; hiçbir mahlûk arkasından gelecek nesle bakamazdı, yetiştiremezdi. Ancak muhabbet sayesinde bir anne kedi; kendisi aç da kalsa yavrularına sütünü verir, onları temizler, muhafazalı bir yere taşır, canı pahasına tehlikelerden korur.
Bizlere kahr-ı ilâhîyi ihtar eden yılan, akrep gibi mahlûkat bile muhabbet sırrından mahrum değildir. Bir yılan dahî yavrusunu bakarak büyütür. Akrep, yavrularını sırtında taşır.
İbret nazarıyla bakıldığında; zerreden kürreye, nebâtattan cemâdata, her şeyde muhabbet ve bu uğurda fedâkârlıktan ibaret bin bir tecellî temâşâ edilir.
Çekirdeğin etrafında pervâne olan elektron, nötron ve protonlar... Güneşlerin, yıldızların etrafında Mevlevî dervişleri gibi semâ eden gezegenler...
Çiçek açmak, meyve vermek, cemal tecellîlerine mâkes olmak muhabbetiyle; bir ömür kıyamda duran, kışın duâ hâlinde üryan bir yapı, yazın cömert, ehl-i hizmet bir hayrat âbidesi hâlinde ağaçlar...
Çağlayarak deryaya koşan ve geçtikleri her yerde baharlar bırakan nehirler... Hiç görmedikleri vatanlarına, kıtalar aşarak hicret eden göçmen kuşlar... Her an, mes’ûlü bulunduğu mahlûkatın gıdasıyla, ısınmasıyla, aydınlatılmasıyla meşgul güneş... Vücudun hayâtiyetini sürdürmek için; bir ömür hiç mola vermeden, dinlenmeden çalışan kalp...
Bütün bunlar; Cenâb-ı Hakk’ın, varlığın mayasına ikram ettiği muhabbetin tecellîleridir. Tabiat kanunu, sevk-i tabiî (içgüdü) deyip geçmek, bütün bu muazzam sistemlerin müşterek noktası olan muhabbete âmâ kalmak demektir.
Cenâb-ı Hakk’ın ahsen-i takvîm üzere, tekrîm buyurarak, yeryüzünde halîfe kılmak, Zâtının şâhidi olmak üzere yarattığı insanın muhabbet ile imtihanı ise; çok daha yüksek ölçüler içerisindedir.
MUHABBET İMTİHANI...
Ünsiyet vasfıyla öne çıkan insan varlığında, arzu ve iştihâların merkezi hükmünde bir nefis; ilâhî nefhanın hâtırası, ulvî âlemlere hasret ve iştiyak merkezi vasfında bir ruh; bir de ülfet ve muhabbetlerin merkezi mâhiyetinde bir kalp mevcuttur.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Nefsânî arzulara; (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara câzibeli kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)
İnsanın fânî cihanda birtakım varlıklara meyyal yaratılması, onun en mühim imtihanıdır.
Allah Teâlâ; varlığı, bilinmeye muhabbet ettiği için yaratmıştır. Zâtını tanıma istîdâdını ise en yüksek seviyede insana lutfetmiştir. Bir başka ifadeyle insanın hilkat sebebi, mârifet ve «muhabbetullah»tır.
Bezm-i Elest’ten, kıyâmet meydanına bir yolculuk hâlindeki insanın; dünya durağında, fânî muhabbetlere kapılması ne acı, ne fecî bir israftır!
Mevlânâ Hazretleri, kulun bu gafletini ne kadar ibretli bir misalle ifade eder:
“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz. Zira kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır. Asıl hayret edilecek şey; kuzunun kurda gönül kaptırmasıdır!..”
Muhabbetin lâyıkından başka yerlere sarf edilmesi; pırıl pırıl bir pınarın bir bataklığa, bir mezbeleliğe dökülmesi kadar fecîdir.
Nihayeti Hakk’a varmayan, sonu O’na ulaşmayan; yanlış adreslerde aranıp, çıkmaz sokaklarda hebâ edilen bütün fânî muhabbetler, ruh için beyhûde bir yorgunluk ve sıklet sebebidir.
Fânî muhabbetlerin yegâne bâkî sevgi olan «muhabbetullâh»a birer vasıta, birer basamak hükmünde olduğu idrâk edilerek, hepsi gönülden çıkarılmalıdır. Bütün sevgi ve alâkalar hakikî adresine tevcih edilmelidir. Kalp; alelâde bir cam iken, ancak bu tezkiye ve tasfiye neticesinde, kristalleşmeye başlar. Ancak bu şekilde ilâhî nûrun tecellîsine lâyık bir elmas; hem bozulmamış, lekelenmemiş asil cevheri, hem titiz bir takvâ işçiliğiyle, mükemmel bir pırlanta hâline gelir. Vuslat pırıltıları, ancak bu pırlanta kıvâma gelebilmiş bir kalpte ışıldar. Yani;
SELÎM BİR KALP...
Kur’ân-ı Kerim’de bu vasfa kalb-i selîm; arınmış, selâmet bulmuş, temiz bir kalp adı verilmekte ve şu âyet-i kerîmede uhrevî kurtuluşun yegâne çaresi olarak bu kıvam gösterilmektedir:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُون اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلٖ۪يمٍ
“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89)
Bu kıvâmı elde edebilmek için; nefsin tezkiyesi, yani imtihan sırrı olarak nefse ilhâm olunmuş fücûrun bertarâf edilip, rûhânî istîdâtların inkişâf ettirilmesi zarurîdir ki, bunun bir adı da takvâdır.
Takvânın ana malzemesi muhabbettir. Muhabbeti lâyıkına kullanabilme kabiliyeti ve gayretidir.
İnsanın fânî muhabbetlerden tamamen uzak durması, onlara tamamen sırt çevirmesi; meselâ hiç evlenmemesi, devamlı oruç tutması, dünya maîşetini kazanmak yolunda hiçbir gayret göstermemesi gibi hâller; muhabbette de bizler için en zirve örnek olan Allah Rasûlü’nün müsaade etmediği hususlardır. Bunlar bu konuda kolay yolu seçmektir. Hâlbuki, doğru olan, Allah Rasûlü’nün yaşayarak öğrettiği usûldür:
MUHABBETLERİ AŞK-I İLÂHÎYE BASAMAK EYLEMEK...
(Devamı var)
ALLAHA EMANET OLUN