Sathı diplomasi

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
dipms2.png

Bu yazıya başlık olan “sathı diplomasi” sözcüğü Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu tarafından yaklaşık bir yıl önce dillendirildi. Davutoğlu yapmış olduğu konuşmada “Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır” diyerek kısaca kendi dış politika görüşünü bizlere sunmuş oluyordu. Türkiye için “ihtiyaç” diyebileceğimiz önemli bir görüştü bu şüphesiz. Hele bir bakanın bunu sadece süslü bir cümleden çok daha öte bir inanç olarak bizlere sunması son derece mühim idi.
İşte bugün dış politikamıza yön veren devlet adamlarının sarf ettikleri sözlerin karşılığını bulabilmek için belki de tarihte küçük bir gezintiye çıkmamız lazım gelir.
Dış politikamızın nereye geldiğini bilmek için öncelikle geçmişte nerede olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir. Zira anormal süreçlerden geçen Türkiye’nin en azından yakın tarihini bilmeden dış politika hakkında pek bir yorum yapmak mümkün değildir. Ülke tarihimizi çok fazla kurcalamanın bir önemi yok zira tekerrürden ibaret tarih sayesinde buraya taşıyacağımız birkaç örnek halimizi bize çok rahat özetleyecektir.
Ecevit - Clinton

Türkiye; çok yakın zamana kadar yüzünü sadece batıya dönen, Amerika müttefikliği, Avrupa Birliği, NATO gibi batı endeksli öncelikler harici politika belirleyemeyen bir ülkeydi. Batı dışında kalan tüm dünyayı çok dar çerçevelere mahkûm eden, büyük düşünemeyen, B planı olabilecek arayışlara girmeyen, kırmızıçizgileri kalınlaştırıp neredeyse düşman üretme meraklısı olan bir dış politikaya teslim idi. Bırakın denizaşırı uzak ülkelerle dost olmak, kendi sınır komşularımızın neredeyse tamamıyla sorun yaşadığımız gerçeği de bugün hayıflandığımız noktalardan. Irak ve Suriye terör sığınağı olduğu için “hain” İran rejiminden ötürü “tehlike” Ermenistan ve Yunanistan geçmiş hesaplaşmalardan dolayı “düşman” Bulgaristan göçmen olaylarından ötürü “kalleş” Rusya Sovyetlerin dağılmasına kadar “komünist tehlikesi” tanımlamaları taşıyor, ders kitaplarımızda bu konular işleniyordu. Kıbrıs ise bazen “kambur” bazen de siyasetçinin can simidi olmaktan başka da bir işlevi olmayan koca bir muhtariyetten ibaretti.
Turgut Özal dönemi ile rayına oturma yolunda ilerleyen dış politikamız körfez savaşı sayesinde yeniden “hattı diplomasi”ye geri dönmekten kurtulamamıştır ve maalesef normalleşme adına örülen her tuğla belki de Amerika’ya bağladığımız ümitlerimizin yıkılması gibi yıkılmıştır. Türkiye daha sonraki dönemde terörün oluşturmuş olduğu toplumsal refleksin politikacılar tarafından kendi istikballeri uğruna kullanılması ile kırmızıçizgileri daha belirgin, batı politikaları daha kimliksiz ve ezik olmuştur. Doğunun da içerisinde bulunduğu çok yönlü politika yerine aynı dar çerçeveli başkasından umar bekleyen politikamız Türkiye’yi diplomatik alandan tutun, ekonomi, sosyal hayat ve hatta kültürü de içerisine alan bir yapmacıklığa düşürmüştür. Zira Türkiye’nin değil doğuya dönük bir yönü bakan bir gözü dahi olmamıştır.
Merhum dışişleri bakanı İsmail Cem dönemindeki çabalar maalesef yine iç çekişmelerin ve siyasi-ekonomik bunalımların kurbanı olmuş en azından Yunanistan ile normalleşme eğilimi gösteren umutlar da tükenmiştir.
Bugün dış politikamızın kazanmış olduğu ivmenin ne derece etkili olduğunu görebilmek için sadece daha önceki “tehlike” ve “düşman”ların bugün ki konumlarını ve bizim onların nezdinde ki konumumuzu bilmek yeterli olacaktır.
Erdoğan-Obama

Birçok ülke ile olan yakın dostluğumuz, ortak konseylerimiz, ticaret hacmi artışlarını sağlayan ekonomik anlaşmalarımız, dış politikamızı yönetenlerin sürekli çabaları sayesinde ve belki de başbakanın bazen o çok eleştirilen seyahatleri sayesinde inşa edildi. Bugün Ermenistan’a hiçbir komplekse düşmeden gidebilen bir cumhurbaşkanımız var. Bugün Irak’ta kurulacak hükümet için adayını belirleyebilen, Suriye ile Lübnan’da oldukça itibar göre, İran ile yakın ilişkileri korkmadan yürütebilen ve birçok konuda arabulucu olabilen, Osmanlı’nın yani ceddimizin geniş bir coğrafyada bıraktığı izleri iyi sürüp günümüz şartları içerisinde lehine çok rahat kullanabilen bir Türkiye var. Bugün Birleşmiş Milletler nezdinde de, NATO içerisinde de, İslam Konferansı Örgütü’nde de G-20′de de söz hakkı çok belirgin olan ve diplomatik ağırlığını bulunduğu her ortamda hissettiren bir Türkiye var.
Bugün Avrupa’da yükselen ırkçılığa karşın Türkiye’nin kendi faydasız klişelerini terk edip iç meselelerde her gün yeni reformlar arayışlarına girmesi gelecek adına ümitlenmemizi sağlayan güçtür ve dışarıda da kendinden emin, kararlı ve dirayetli politikalar belirleyen ve belki de Özal’ın “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söyleminin içini dolduran enerji de aynı güçten gelmektedir.
Dünyanın tümünü içerisine alan geniş bir açıdan bakıldığında ve kırmızıçizgilerin yerini birbirine alternatif olabilecek planlar aldığında ve iç meselelerin hızla çözülüp ekonomik anlamda da başarı sağlandığında bir süper güç olmamızın önünde hiçbir engel yoktur. Biz Amerika’nın yaptığı gibi neredeyse dünyanın tamamına kendi dışındaki tüm ülkelere tek taraflı menfaat gözü ile değil karşılıklı anlayışla baktığımızda kapılar bize kendiliğinden açılacaktır.
Dışişleri bakanımız sayın Ahmet Davutoğlu bunları çok iyi bilmektedir ve belki de budur onu sözüm ona “tehlikeli” yapan.


Kaynak: http://www.coolkul.com/sathi-diplomasi/


http://www.blogyarismasi.com/Article/Details/1552/sathi-diplomasi
 
Üst