saltanat yönetimlerinde bid’at ve hurafeler

K

Kaçak

Guest
İbrahim Küçük





Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor: Allah Rasulü (a.s.v.) buyurur ki;"Fitneler sizi sardığı zaman, bebeklikten ihtiyarlığınıza kadar yapa geldikleri adetleri olacak, hatta onlardan birini terkettiği zaman, "Ben bir sünneti terk ettim." diyecek. "Bu ne zaman olacak? "Ey Allah'ın Rasulü diye sordum. Allah'ın Rasulü buyurdu ki: "Kur'an okuyanınız çok, alimleriniz az olduğu zaman; liderleriniz çok, güvenilir insanlarınız az olduğu zaman; dünya işleri, ahiret işlerine tercih edildiği zaman; amellerde Allah rızası gözetilmediği zaman..." buyurdu.
Bu hadisi şerifte özellikle dikkat çekilen nokta, adetlerin sünnet yerini almış olması ve insanların adetleri terk ettiklerinde sünneti terk etmişçesine bir yapı içerisine girmeleridir. Bidat ve hurafeler, dine ancak böyle bir başlıkta yer bulabiliyor. Hiç kimse, bir bidata "bu bidattir, ama siz bunu sünnet sayın!" demiyor. Ya da hiçbir hurafeye "Bu Allah'ın kitabının tefsiridir ya da Rasulullah(a.s.v.)ın anlattığı bir kıssadır." demiyor. Sahih bir haber anlatırcasına, aktarıveriyor. Burada hemen, bidati hasene konusu gündeme gelecektir. Rasulullah (a.s.v.) "Her bidat sapıklıktır, her sapıklık ise cehenneme götürür." Buyuruyor. Ancak, bidatı hasene kavramını teravih namazının cemaatle kılınmasını hoş görerek, ilk kullanan Hz.Ömer (r.a.) dir.


Yukarıda zikredilen hadisi şerifin zahirinde ve batınında, Hz. Ömer (r.a.)'e yol yok gibi gözükse de Rasulullah (a.s.v.)" Benden sonra raşid halifelerimin sünnetine uyun." Buyurarak, Raşid halifelerinin dinin aslından olmayan meselelerde içtihad edebileceğini ve dinde bir yol açabileceklerini işaret etmiştir. İçki had cezası artırımı ve gayri müslimlere zekâtın verilmeme uygulamaları buna örnektir.

Hal böyle iken, herhangi birisi hoş gördüğü bir şeyi "bidati hasene," diyerek Ümmeti Muhammed'e sunamaz. Peki! nasıl oldu da bunca yüz yıldır, İslam dini öz kaynakları ilahi koruma altına alınmışken, bukadar bidat ve hurafe yoğunluğu Kur'an ve sünnet merkezli ahkâmı kirletebilmiştir? Buna kim izin verdi, nu kirlenmeye kimler göz yumdu. Bu sorunun cevabı da şu hadisi şerifte gizlidir. Rasulullah (s.a.v.),"Hilafet otuz yıldır. Ondan sonra saltanat başlayacaktır. Isırıcı melikler dönemi gelecektir, sonra karanlık bir dönem ve daha sonra da hilafet geri gelecektir." Buyuruyor. Dinde sünnet belirleme yetkisi olan Raşid halifelerden sonra gelen saltanat yöneticileri, bidat ve hurafelerin ortaya çıkmasında önemli rol oynamışlardır. Bu rolün başını da tarihte Muaviye çekmektedir. Miras meselesinde ve zımniler fıkhındaki yapmış olduğu tahrifat tarih kitaplarında yerini korur. (1)

Hilafet ve Saltanat İslamı diye ikiye ayrılan siyasal islam, Hülafai Raşidin döneminde sonra barizce ortada gözükür tarih kayıtlarında... Hilafet İslamı yeni yaptırımlarını ya da içtihatlarını mutlak bir delile dayandırma gayreti ile istişareye ciddi anlamda özen gösterirken; Saltanat İslamı, daha çok mesnetsiz ve asılsız rivayetlerle icraatlerini yürüte gelmiştir. Hilafet İslamı, her zaman için sahih bilgi ve ilimden yararlanmış, mülkün temelini adalet ile güçlendirmiş (2), mülkün idaresini ise sahih bilgi ile idame ettirmiştir. Zira Bakara suresi 30.ncu ayet (3) iktidarın şartlarına işaret vardır. Meleklerin, insanın iktidar için, kan dökme ve entrikalar çevireceğini zikretmeleri, buna karşılık Allahu Tealanın bu işi Adem (a.s.)e bilgi ile yaptıracağını bildirmesi bize önemli bir işaret olarak sunulmuştur. Bugün dahi yeryüzünde iktidar için bu üç unsurun görüldüğü açıktır. Büyük şeytan A.B.D. yeryüzünde siyonist iktidar için bu üç unsuru kullanmaktadır: Kan dökme / Entrika ve Teknoloji... bu üç unsur sayesinde otoriter güç olmayı amaçlamaktadırlar. Eşyanın bilgisine vakıf olanın, her zaman için önde olacağı ilahi bir kanundur. Ancak eşyanın bilgisini eşyanın hakikatine uygun bir şekilde kullanmayanın da, eşya karşısında insani değerleri yitireceği ve kan dökücü ve entrikacı olacağı da ilahi bir sünnettir...

Raşid Halifelerden sonra Saltanat İslamı (!), kan dökme ve entrikanın yanına bilgiyi de katmak için yandaş ulema aramıştır. Müslüman halkı en etkin idare etme yönteminde ilk kaide, halkın gözünde değerli bir alimi rejim içerisinde vazifelendirmektir. Böylelikle rejim meşrulaşacak ve mülkiye rahat hareket edecektir. Tarihte zorla biat almalar böylelikle çoğalmıştır. Ebu Hanife (rah.a.)'nin şehadeti ile son bulan bu entrika bize ciddi bir ibret ve misal teşkil eder. Saltanat İslamı, saray uleması sayesinde yaşayıp hanedanlığını böylelikle idame ettirecektir. İşte bidat ve hurafelerin hortlaması da tam bu noktada mümkündür. Vahiy esaslı fıkhın en küçük mükellefiyeti bile saltanata izin vermez iken,"saltanat esaslı fıkıh" her zaman için saray hukukunu düzenleyici olmuştur. Zira saltanat rejimlerinde saray hukuku ile halk hukuku hep ayrıla gelmiştir. Halkın devlete "şeksiz şüphesiz itaati" için devlet meşru gösterilecek ve devletin İslâm olduğu anlayışını oturtabilmek için de hadler uygulanacak ya da uygulanıyor gösterilecektir. Oysa İslam hukuku sarayda olmadık fetvalarla delik deşik edilecektir. Siyaseten katl fetvası ile kardeş katli meşrulaştırılacaktır. Osmanlı saraylarında işlenen bu cinayetlerin hükmü batıl olduğu gibi infazı da batıldır. Zira Şamanist inançtan kalma Türkün kanı kutsaldır ve yere akmamalıdır inancına dayanarak maktulün ölümü boğma yolu ile gerçekleştirilmiştir. Görülüyor ki, hükmün gayri meşruluğu bir yana infaz dahi gayri meşrudur.

Kendi varlığının devamı için " Saltanat İslamına" ihtiyaç duyan rejim aynı zamanda "Sanatsal İslama " da ihtiyaç duyar ki bu da bidatlerin büyümesinde önemli bir etkendir. Sarayın güzelliklerine cezb olup hasetlenilmesin(!) diye halka, sarayı andıran mescidler inşa edilecektir. Toplumun süspansiyon edilmesi de bu şekilde olmuştur. Mescidlerin süslenmesinin ahir zaman alameti olduğu sahih sünnette mevcuttur. Bu süslü mescidte toplu tesbih çekmeler bidati hasene (!) olarak sunulacak, mevlitler okunacak, hatimler yapılacak, Kur'an'ın ahkâmına Kur'an'ın tilaveti galip gelecek idi. Böylelikle, Hilafet İslamı, Saltanat ve sanatsal İslama boğdurulacaktır. Rejim uleması sayesinde din daha bir farklı sunulacaktır. Halka dinin ahkamı yerine, bidat ve hurafelerden ibaret masallar yanında taharet fıkhı medreselerde yıllarca süre anlatılacak, taharet ibriğinin tutuluşundan, parmakların nasıl kullanılacağına kadar detaylardan bahsedilecektir. Allah Rasulü (s.a.v.) in cihadına pek yer verilmeyecektir. Hz. Hüseyin (rh.a.)in azin sonu anlatılırken, yapılan kıyamın, başkaldırının Yezid'e karşı yapılan Hilafet kıyamı olduğu bir türlü anlatılmayacaktır. Ebu Hanife (rh.a)nin takvası anlatılırken O'nun siyasi vasfından hiç bahsedilmeyecektir. Fıkhı Emevi ve Abbasilerin deldiği gibi, Ebu Hanife fıkhını delen Osmanlı da bir numara olarak tarihteki yerini alır. Acaba siyasi yönü anlatılmayan Ebu Hanife (rh.a), kardeş katline cevaz verir mi idi?" "Vasıt mescidinin kapılarını saymamı emretse onu da yapmam." Diyen Ebu Hanife (rh.a.) kendisinden sonra gelen saltanat vezirlerine nasıl bakardı? Tüm bunları sorgulamak gerekiyor! Yazımızın başında zikrettiğimiz hadisi şerife binaen, Kur'an okuyanların çok, alimlerin az olduğu bu dönemde adetler ve bidatler, sünnet olarak algılanmaya başlamıştır. Saltanat İslamı(!) sayesinde olmadık bidatlerle karşılaşan İslam Ümmeti, bugün daha da çıkmaza girmiştir. Kaynağa dayalı bilgiden uzak kalan halk, kendisine sunulan her şeyi, dinden zannedip; Kitap ve Sünnete dayalı inancı ve amelleri de dinde aşırılık ve sapıklık sayacak kadar cahilleştirilmiştir. Saltanatın varlığı adına Kutsal emanetlerin dahi kirletildiği bir tarih sürecinde, halk kutsal emanetlerine olması gereken doğru bakış açısını kaybetmiş ve kaybettirilmiştir. Kutsal emanetlerin sahibi Allah Rasulü (s.a.v.) ve O' nun kutlu sahabelerinin icra ettiği kutsal ahkâm hiçe sayılmış, Onların asıl miraslarının ilim olduğu unutulmuş / unutturulmuş, miraslarının sadece nalın, ok, yay v.s. olduğu zannedilmiştir/ zannettirilmiştir. (4) Tabii ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) in ve ashabının eşyaları ümmet için değerlidir. Ancak onların sıfatlarına ait alametler hiçe sayılırken, zatlarına ait emanetler bizim için bir avuntu olmamalıdır. Hatta Saltanat İslamı (!), emanetleri dahi saltanata uygun hale getirmiştir maalesef. Asıllarına ve eşyanın sahibinin ruhuna uygun olmayan altın, zümrüt, yakut gibi maddelerle o eşyalara da bidat-i eşya(!) ekleyerek, dünyalıklarla kirletilmiştir.

Kutsal emanetlere bakarken, Halife Hz. Ömer (r.a.) in Hacerül esved e seslenişi dikkate şayandır. "Ey siyah taş, eğer seni Allah Rasulü (s.a.v.) öpüp okşamasa idi, ben de öpüp okşamazdım. Vallahi senin, benim için başka bir değerin yok."

Bugün Biz, Hilafet İslamı ile Saltanat İslamın arasındaki farkı kaynağa dayalı bilgi ile ayırd edip Hilafet İslamından yana tavır almalıyız. Zira kendilerine nimet verilenler, Hilafet İslamcılarıdır. (Nisa 4 / 9) Nimet verilenlerin yolunda olmayı arzulayan istirahat ehli, yezidi rejimlere karşı sadece ve sadece vahye dayalı bilgi ile galebe çalabilirler. Hüseyni kıyam ancak, bir yolla mümkündür. Allah Rasulü (s.a.v.), "Bizim sözümüzün dışında yapılan her şey merdudtur." Buyurarak tüm bidat ve hurafeleri reddetmeliyiz. İbni Mes ud (r.a.), " Bidat ve içtihad ehli olmaktansa, sünnette iktisad ehli olmak iyidir." Diyerek önemli bir inceliğe işaret etmiştir. Dine bidat getirmeye vesile olacak sünneti tehir etmek daha hayırlıdır. Burası yanlış anlaşılabileceği için burayı bir misal ile açıklayıp yazımıza son verelim inşaallah; Farz namazdan hemen sonra tesbih ve dua sünnettir. Günümüzde camilerde toplu halde tesbih çekme bidat-i ciddi bir sünnet olarak algılanır hale gelmiştir. Namazdan hemen sonra tesbih çekme sünneti azıcık tehir edilip, tesbih çekmeyi mescid dışına bırakıp ya da cemaatten sonraya tehir edip, toplu tesbih çekme bidatinden uzak kalınabilir. Bu misal ile İbni Mes ud (rh.a.) sözüne bir daha vurgu yapalım : Bidate vesile olacak sünneti tehir etmekte hayır vardır...

Dipnotlar: 1-Hilafet ve Saltanat Mevdudi, 2-Adalet mülkünTemelidir Hz.Ömer, 3-O anı hatırla ki; Rabbin meleklere :"Bir halife yaratacağım." Demişti...(Bakara 2/30), 4-Peygamberler miras olarak sadece ilim bırakır Hadisi şerif.



Vuslat makale no:959 <

 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İslamda saltanat yok diyenler , bilmelidirlerki, İslami idarede hiyerarşinin teeessüsü için emredilmiş bir şekil mevcut değildir. Bunun manası bu mes'elenin maslahata göre hareket edilmek üzere ictihada havale edilmiş olmasıdır.

Hazreti Ömere ölüm döşeğinde sormuşlardır: ''Yerine oğlun Abdullahı seçelim mi?''

Cevab: '' - Hayır , bir evden bir kurban yeter.''

Peki, Hazreti Ömer bu teklif karşısında acaba niçin

_ ''Hayır, bu iş babadan oğula geçmek suretiyle olmaz!'' demiyor!.. Eğer bu usul iddia edildiği gibi İslamın ruhuna taban tabana zıt olsa idi, Hazreti Ömer'in ademi kabulü evveliyetle bu sebebe istinad etmesi gerekmez miydi?

Ayrıca, Hazreti Ali 'ye ölümü yaklaştığı anda sordular :' Senden sonra oğlun Hasan'a biat edelim mi?!''

Cevab: '' _ Bunu size ne tavsiye ederim, ve nede yapmayınız derim...''

Yine iddia edildiği gibi '' Saltanat Belası '' (Mustafa İslamoğlu, İmamlar ve Sultanlar'a atıf) onbeş asırlık İslam tarihinin en büyük yarası ise (aynı esere ve İhsan Süreyya Sırmaya , Hilafetten saltanata atıf) ,Hazreti Ali bunu niçin şiddetle ve nefretle reddetmemiştir. Şu gerçekler hangi kaynağa bakılırsa açıkca görüleceği üzere bu nâdanlar ne cesaretle Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar!
<LI id=post_857403 class="postbitlegacy postbitim postcontainer">





icon1.png
 
Üst