Salih Tuna - Şöyle ufak çaplı bir mülâane de mi kalmadı

ıtri

Üye
Katılım
30 Ağu 2009
Mesajlar
1,235
Tepkime puanı
153
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ankara
Salih Tuna- Abdurrahman Başsavcım için şiir

Sen yokken Canan Arıtman yalnız,
Nur Serter ıssız,
Necla Arat keyifsiz,
Bedri Baykam dağınıktı.
Oktay Ekşi bile demokrat olacaktı sen yokken!
İşte yalnız ve güzel yurdumdan manzara-i umumiye:
Cumhurbaşkanının eşi kırmızı halıda yürüdü,
Erdoğan geldi ponpon kızlar çıkmadı,
Vay canına!
Türkiye hepten karanlığa yuvarlanmış,
Karanlıktan korkmamak için söylenen türküler bile değişmişti.
"Komşu kızını zapteyle / yaylalar yaylalar" yerine,
"Sordum sarı çiçeğe / anan baban var mıdır" deniyordu.
Ellerinden gelse sarı çiçeğin anasını babasını mezardan kaldırıp,
Referandumda "evet" dedirteceklerdi.
Gaflet, dalalet ve hıyanet içindeydi herkes,
Emre Aköz gibiler meydanı boş bulmuştu:
"Madem hiçbir yasa üniversiteye türbanla girilmez demiyor... Türban neye dayanarak yasaklanıyor?"
Diyorlardı.
İşte böyle bulandırıyorlardı körpecik laik beyinleri!
Sen yokken Fatmagül'ün işi bitmiş,
Aşk-ı Memnu'da bütün sülale tek kişiye,
Yaprak Dökümü'nde bütün çocuklar aynı kişiye yazılmış,
Liseli kızlar gazozlarını Nuri Alço'ya imzalatmıştı.
Uzun lafın kısası az kalsın "şeriat" geliyordu sen yokken!
Sen ki, milletmiş, millet meclisiymiş dinlemedin uyardın,
Yol gösterdin, yolumuzu aydınlattın!
Sen ki, koydun korkusuzca düşünceni ortaya,
Başörtüsüne özgürlük tanıyan bütün partilere,
Laiklik ilkesinden bahsedip ayağınızı denk alın dedin!
Sen ki, her yeri "türban" kaplamış ülkeme bir güneş gibi doğdun!
Karanlıklar aydınlandı seninle,
Tanrımıza hamd olsun!
AİHM'nin başörtüsü kararını hatırlatınca bizlere, ben "cumhuriyet mitinglerini" hatırladım:
"Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye"
Yaşasın!
"Statükonun kibirli mensupları" diyen Haşim Kılıç'a,
"Cüppeni çıkar da gel" dedi Gürsel Tekin,
Biz ne desek azdır sana!
Sen ki başörtüsü uğruna gerekirse bütün partilerin kapatılmasını isteyecek kadar gözü karaydın!
Gözümüz yollarda kalmasın gel,
Cüppeni çıkarmasan da, çıkarsan da gel,
Sağ yap gel, sol yap gel,
Dosyaları "google"dan indir de gel.
Yeter ki, beklemekten gözlerimiz yosun tutmasın,
Feryatları arşı alaya yükselmesin Ertuğrul Beyciğimin:
Yok mudur kurtaracak Beyaz Türk'ün bahtı kara maderini!
Müjdeler olsun yurdumun taşına toprağına,
Abdurrahman Başsavcım en sonunda düştü piyasaya!
Neylersin ki alt üst olmadı, kökü dışarıda ******** piyasa,
Ve, kıpırdamadı borsa.
Borsalar vurdumduymaz, borsalar sağır!
Rüzgar eser, dal sallanır, bir tabloid gazete çıkar,
Frank Rijkaard gider,
Aysun Kayacı gelir "Tarihin Arka Odası"na,
Gözleri kara kartal, saçları kanarya, cüppesi cimbom,
Sen ki, her yeri "türban" kaplamış ülkeme bir güneş gibi doğdun,
Karanlıklar aydınlandı seninle,
Tanrımıza hamd olsun!
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Salih Tuna- Abdurrahman Başsavcım için şiir

Sen yokken Canan Arıtman yalnız,
Nur Serter ıssız,
Necla Arat keyifsiz,
Bedri Baykam dağınıktı.
Oktay Ekşi bile demokrat olacaktı sen yokken!
İşte yalnız ve güzel yurdumdan manzara-i umumiye:
Cumhurbaşkanının eşi kırmızı halıda yürüdü,
Erdoğan geldi ponpon kızlar çıkmadı,
Vay canına!
Türkiye hepten karanlığa yuvarlanmış,
Karanlıktan korkmamak için söylenen türküler bile değişmişti.
"Komşu kızını zapteyle / yaylalar yaylalar" yerine,
"Sordum sarı çiçeğe / anan baban var mıdır" deniyordu.
Ellerinden gelse sarı çiçeğin anasını babasını mezardan kaldırıp,
Referandumda "evet" dedirteceklerdi.
Gaflet, dalalet ve hıyanet içindeydi herkes,
Emre Aköz gibiler meydanı boş bulmuştu:
"Madem hiçbir yasa üniversiteye türbanla girilmez demiyor... Türban neye dayanarak yasaklanıyor?"
Diyorlardı.
İşte böyle bulandırıyorlardı körpecik laik beyinleri!
Sen yokken Fatmagül'ün işi bitmiş,
Aşk-ı Memnu'da bütün sülale tek kişiye,
Yaprak Dökümü'nde bütün çocuklar aynı kişiye yazılmış,
Liseli kızlar gazozlarını Nuri Alço'ya imzalatmıştı.
Uzun lafın kısası az kalsın "şeriat" geliyordu sen yokken!
Sen ki, milletmiş, millet meclisiymiş dinlemedin uyardın,
Yol gösterdin, yolumuzu aydınlattın!
Sen ki, koydun korkusuzca düşünceni ortaya,
Başörtüsüne özgürlük tanıyan bütün partilere,
Laiklik ilkesinden bahsedip ayağınızı denk alın dedin!
Sen ki, her yeri "türban" kaplamış ülkeme bir güneş gibi doğdun!
Karanlıklar aydınlandı seninle,
Tanrımıza hamd olsun!
AİHM'nin başörtüsü kararını hatırlatınca bizlere, ben "cumhuriyet mitinglerini" hatırladım:
"Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye"
Yaşasın!
"Statükonun kibirli mensupları" diyen Haşim Kılıç'a,
"Cüppeni çıkar da gel" dedi Gürsel Tekin,
Biz ne desek azdır sana!
Sen ki başörtüsü uğruna gerekirse bütün partilerin kapatılmasını isteyecek kadar gözü karaydın!
Gözümüz yollarda kalmasın gel,
Cüppeni çıkarmasan da, çıkarsan da gel,
Sağ yap gel, sol yap gel,
Dosyaları "google"dan indir de gel.
Yeter ki, beklemekten gözlerimiz yosun tutmasın,
Feryatları arşı alaya yükselmesin Ertuğrul Beyciğimin:
Yok mudur kurtaracak Beyaz Türk'ün bahtı kara maderini!
Müjdeler olsun yurdumun taşına toprağına,
Abdurrahman Başsavcım en sonunda düştü piyasaya!
Neylersin ki alt üst olmadı, kökü dışarıda ******** piyasa,
Ve, kıpırdamadı borsa.
Borsalar vurdumduymaz, borsalar sağır!
Rüzgar eser, dal sallanır, bir tabloid gazete çıkar,
Frank Rijkaard gider,
Aysun Kayacı gelir "Tarihin Arka Odası"na,
Gözleri kara kartal, saçları kanarya, cüppesi cimbom,
Sen ki, her yeri "türban" kaplamış ülkeme bir güneş gibi doğdun,
Karanlıklar aydınlandı seninle,
Tanrımıza hamd olsun!


:clap2::clap2::clap2::clap2::yahoo::yahoo::yahoo::yahoo:

Bravo çok beğendim, aferin salih tuna sana.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Salih Tuna:Tüm Partileri Aynı Hizaya Çeken Kim?

Tüm Partileri Aynı Hizaya Çeken Kim?


27233.jpg

AK Parti, hangi maslahatı gözetti de başörtülü aday göstermedi? Çoğu başörtülü olan Kürt halkını temsil ettiğini söyleyen BDP, bu halkın bir temsilcisini Meclis'e taşımak için kimden çekindi?

Sorunun bir mağduru olarak Erdoğan'ın başörtüsü meselesini çözme konusundaki azim ve iradesinin tartışılacak yanı olmadığını belirten Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, başlıktaki soruya cevap arıyor. AK Parti neden başörtülü vekil göstermedi? Kimden çekindi? Ya BDP? Başörtülü aday göstererek bölgedeki en büyük rakibi Ak Parti'yi ters köşeye yatırmayı neden düşünmedi? Devletin bütün kırmızı çizgilerini, hulasa amentüsünü iplemeyen BDP, bu halkın bir temsilcisini Meclis'e taşımak için kimden çekindi?
İşte Salih Tuna'nın cevap aradığı sorular:

Bu soruya cevap verecek bir yiğit yok mu?


Salih Tuna / Yeni Şafak
Başörtülü aday yoksa oy da yok, diyenlerden olmadım. Ali Bulaç gibi de karşı çıkmadım ama!
Beni bu tarz fikri ayrılıklardan ziyade "muhafazakarlaşmak" ilgilendiriyor.
Anamalcılığa karşı "Klas Duruş" sergileyecek adam kalmadı nerdeyse.
"Mal da yalan mülk de yalan" duyarlığına bu kadar yabancı hale nasıl gelindi?
Makam mevki için birbirini çiğnercesine yarışmak nasıl bu kadar içselleştirildi?
Nasıl da her şey gitgide kıblesini kaybetmeye başladı; ah nasıl!
Başörtüsünün davası değil, davamızın başörtüsü vardı mesela.
Lafı uzatmayayım: Benim isyanım muhafazakarlığa!
Gelgelelim fakirin isyanı siyasi partileri alakadar etmez elbette. Başörtüsü özgürlüğüne karşı aldıkları pozisyon önemli...
CHP "çarşaf açılımı" yapmıştı.
"Ergenekon açılımı" gibi mutlu sonla bitmedi bu.
Mehmet Haberal, Sinan Aygün ve Mustafa Balbay'a Meclis yolu görünürken, "CHP başörtülü aday göstersin" ifadesi birkaç köşe yazarının dileğinden öteye geçmedi.
Zaten geçemezdi.
Çünkü bu parti, "411 el kaosa kalktı" şeklinde medyaya yansıyan iradeyi Anayasa Mahkemesi'ne şikayet ederek, başörtüsünün önündeki engellerin kalkmasına bizzat engel olmuştu.
MHP taa baştan beri "aç kapa" stratejisini savunuyordu.
Kendi içinde son derece tutarlı bir tavırdı bu. İnandığını söylemiş, söylediğini de uygulamaya koymuştu.
Ak Parti'ye gelince...
Erdoğan'ın başörtüsü meselesini çözme konusundaki azim ve iradesinin tartışılacak yanı yok. Bu sorunun bir mağduru olarak hali ortada, fazla söze ne hacet...
İyi de neden başörtülü bir aday göstermedi?
Kimden, neden çekindi?
Hani kendi derin devletini oluşturmuş, hani sivil dikta kurmuş, hani korku imparatorluğu tesis etmiş, hani yargıyı kuşatmış, hani topyekûn medyayı ele geçirmiş, hani başımıza padişah kesilmiş, hani müesses nizamın kozmik odalarını tarumar etmiş, hani vatanın bütün tersanelerine girmiş, hani darbecilerin alayını Silivri'ye tıkmıştı?
Ne oldu, hangi maslahatı gözetti de (seçilebilecek bir yerden) başörtülü aday göstermedi?
Saygıdeğer eşinin yahut kerimesinin kıyafetlerine benzer şekilde giyinen bir hanımefendiyi aday göstermemeyi hangi reel politik ona icbar etti?
Ya BDP?
Başörtülü aday göstererek bölgedeki en büyük rakibi Ak Parti'yi ters köşeye yatırmayı neden düşünmedi?
Başörtüsü zihniyet dünyalarına aykırı olduğu için mi?
İslamcılığıyla maruf Altan Tan kardeşimizi neden aday gösterdi peki?
Sahi BDP neden başörtülü bir aday göstermedi?
Devletin imamının ardından namaz kılmayacak kadar devleti takmıyorlar da, sıra başörtüsüne gelince mi biat ediyorlar?
Devletin askerine polisine taş atarken veya komiserini tokatlarken kimseden çekinmiyorlar da, başörtüsü söz konusu olunca mı dizlerinin bağı çözülüyor?
Ne oluyor, neler oluyor Allah aşkına?
Kapatılmaktan mı korkuyorlar?
Olmaz ama diyelim ki kapatıldı; ne olacak?
Sanki ilk kez mi kapatılacak partileri?
Kaç kez kapatıldıklarını unuttum. Bir kez de Türkiye'nin bütün (gönül) evlerine açılma ihtimali uğruna kapatılsın, değmez mi?
Kürt halkının yüzde 80'i başörtülü değil mi?
Devletin bütün kırmızı çizgilerini, hulasa amentüsünü iplemeyen BDP, bu halkın bir temsilcisini Meclis'e taşımak için kimden çekindi?
Soruyorum bin kez, binlerce kez aynı soruyu soruyorum:
Başörtülü milletvekili konusunda bütün partileri aynı hizaya çeken kim?
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Salih Tuna - Lan?..

Bugün yarın birçok köşe yazarından seçimin değerlendirmesini, seçmenin verdiği mesajı ve seçimin sürprizini okuyacaksınız.

Şu "seçmenin verdiği mesaj" ifadesine de oldum olası biterim.

Ne zaman sandığın yolunu tutsam bu söz gelir, aklımın bir köşeciğinde bağdaş kurar.

Öyle ki, kovsam gitmez.

Naçar etraftaki seçmenleri gözlerim.

Şimdiye değin mesaj vereyim düşüncesiyle sandığa gideni görmedim. En azından ben böyle bir hava almadım.

Seçmen oyunu veriyor ama mesaj kısmına karışmıyor gibime geliyor. Hatta birçoğu "bitse de gitsek" modunda.

Demem o ki, seçmen mesaj vermez; mesajı partiler, parti liderleri alacak!

Alırlar mı peki?

Orası biraz netameli işte...

Bunları daha sonra uzun uzun konuşuruz. "Kürt sorunu"nu veya yeni anayasayı laflarken ister istemez bu konuya da değineceğiz nasılsa.

"Balkon konuşması" yapıldığında gazeteler çoktan bağlandığı için köşe yazarı milleti mecburen kelem oynatamayacak ama başta da belirttiğim üzre bol bol seçim değerlendirmesi yapacaktır.

Ben bugün koroya katılmayacak; "solo" takılacağım. (Yani farklı bir yol tutturacağım Şinasi.)

Turistik bir gezi için geçen yaz bizim oraları tercih eden çok sevdiğim gazeteci bir arkadaşım anlatmıştı:

Benim güzel hemşehrilerimden birine, orta yaşlı bir amcaya adres sorunca, "Böyle dümdüz git, sakın hiçbir yere sapma, doğru git varırsın uşağum..." tarifini almış.

Teşekkür etmiş ve yola koyulmuş.

Bir müddet sonra dikiz aynasından biraz önce adres tarif eden amcanın peşinden koştuğunu fark edince arabasını sağa çekerek park etmiş.

Amca, "Uşağum" demiş nefes nefese, "Dümdüz git dedum diye, dikine dikine gitme sakın; dikkat et, yol çok virajlıdır ha!.."

Arkadaşımız ne mi yapmış?!

Ne yapacak; ilk kez bir Laz fıkrasında yardımcı erkek oyuncu rolünde arzı endam ettiği için şaşakalmış.

Bazen böyle duruma düşer; ne diyeceğinizi, ne yapacağınızı bilemez, tastamam paralize olursunuz.

Mizah dergileri (konuşma balonlarında) böylesi dumur vaziyetlerini üç harflik bir kelimeyle anlatılır: "Lan?.."

Son günlerde o kadar çok "lan" çekilecek hallere muttali oluyorum ki, hangi birini sayayım.

Kenan Evren'i,12 Eylül'ü yargılayamazsınız; referanduma "evet" çıkması için göz boyuyorsunuz falan diyorlardı.

"Netekim" yargılanmaya başladı.

Evvela (95 yaşındaki hasta adamı) neden sabahın köründe derdest etmiyorsunuz da ayağına savcı gönderiyorsunuz dediler, sonra neden şimdi yargılıyorsunuz mavalını okumaya başladılar.

Bu kafaya o üç harfli kelimeden başka söyleyecek söz var mı?

"Lan?.."

Son zamanlarda çok değişik bir seçmen türedi. "Ben oyumu AKP'ye vermeyeceğim ama kazanmasını çok istiyorum..." diyorlar.

"Lan?.."

Adamlar eşek kadar puntolarla manşetten haber yapıyorlar; bir müddet sonra öğreniyorsunuz ki, haber baştan sona kuyruklu yalan.

"Lan?.."

Mesela...

Tuluyhan Uğurlu benim sevdiğim, beğendiğim bir sanatçımızdır. Aydınlık gazetesi Cumhuriyet Güçbirliği'ni desteklediğini yazınca müthiş taaccüp ettim.

Teessürümü "Bu darbesevicilerin arasında senin işin ne?" (30 Mayıs 2011, Yeni Şafak) başlıklı bir yazıyla dile getirmeye çalıştım.

Meğer Aydınlık gazetesinin tezviratından ibaretmiş. Tuluyhan Uğurlu'dan aldığım maili şuracığa olduğu gibi nakledeyim de görün:

"Sn. Tuna, / Mayıs ayı içindeki yoğun konser programlarım arasında ne yazık ki, Türkiye gündeminden uzak kalıp, gazeteleri okumakta geç kalmışım.

Cumhuriyet Güçbirliği destekçileri arasında adımın geçtiğini daha dün fark ettim ve internette arama yaparken sizin yazınıza rastladım. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi benim dünya görüşüme tamamen zıt olan Cumhuriyet Güçbirliği ile hiçbir ilgim yoktur. / Bugüne kadar kendi yolunda yürüyen ve hiçbir politik çizgiye girmeden sanatını icra eden bir sanatçı olarak adımın inanmadığım ve desteklemediğim bir grubun içinde yer alması beni son derece üzmüş bulunmaktadır. / Bu konuyu okurlarınıza duyurmanız beni biraz olsun rahatlatacaktır. / Saygılarımla / Tuluyhan Uğurlu"


Yeni Şafak
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Salih Tuna - Kürt öldürmek helal mi hocam?

Kürt öldürmek helal mi hocam?
http://www.ihvanforum.org/http://www.ihvanforum.org/http://www.addthis.com/bookmark.php...1&pre=http://www.timeturk.com/tr/makale/&tt=0http://www.addthis.com/bookmark.php...1&pre=http://www.timeturk.com/tr/makale/&tt=0



Efkârıumumiyenin "Balıkçı" olarak tanıdığı İlhami Işık Kürt analarının tülbentlerini şehitlerimizin düştüğü yere bırakmasına çok çarpıcı bir yorum getirdi.
Kürt anaları, yani analarımız, Hakkari Çukurca'da 9 şehidimizin düştüğü yere "Keşke onların yerine bizim cesedimiz burada olsaydı..." diyerek kar beyaz tülbentlerini atmışlardı.
1996'dan beri devletle Öcalan arasında "arabuluculuk" yapan "Balıkçı" işte bu "eylemin" anlam haritasını (TGRT Haber'deki "Asıl Mesele" programında) ortaya koydu.
Dedi ki: Bu saatten sonra kimden ne şekilde hangi nedenle gelirse gelsin şiddet eylemlerinin tümü meşruiyetini kaybetmiştir.
Dedi ki: Anaların tülbentlerini atması, bundan evvel ne yaptıysanız yaptınız, kim kimin kanını akıttıysa akıttı, bundan sonra asla ve kat'a kan akıtmayın.
Çünkü kan kirletir bembeyaz tülbentleri.
Tülbent ki, namustur kadim geleneğimizde, hiçbir zaman kirletilmemeli.
Söylenceye göre, domuz bile atılan bir tülbent görse, başını çevirip gider.
Domuz ki, eşini kıskanmayan, namus konusunda en laçka hayvandır; buna rağmen atılan bir tülbent görse durur...
Tülbentler artık atılmıştır.
Bu tavrın karşısında şiddeti savunan hiçbir Kürt Türk duramaz.
Çünkü o tülbentler bütün anaların; doğunun batının, kuzeyin güneyin...
Ve o kar beyaz tülbentler kirletilmesin diye Kurtuluş Savaşı verildi.
"Balıkçı"nın bizi biz yapan "genetik kültüre" vurgu yapması çok önemliydi.
Daha evvel de Neşe Düzel'le yaptığı söyleşide "Kürtler Türklerden ayrılmaz" demişti.
Saddam Kürtleri katletmeye başladığında başka bir ülkeye değil, Türkiye'ye gelmişlerdi. Esat'tan kaçan Kürtler de yine Türkiye'ye geldiler.
Bu bana tarihi bir hadiseyi çağrıştırmıştı.
Alparslan, Bizans İmparatoru Diyojen'in sayıca birkaç kat fazla olan ordusuna karşı direnebilmek için kırk kapıyı çalar sonuç alamaz. Son çare olarak Bizans ordusundaki Türk asıllılara, Peçenek ve Uzlar'a başvurulur.
Peçenekler ve Uzlar imparator Diyojen'nin verdiğinden daha fazlasını, hem de peşin olarak isterler.
Elde avuçta yoktur; naçar geri dönerler.
Alparslan vezir ve komutanlarını toplar, "Amca çocuklarınıza gidin!..." der. Amca çocuklarınıza yani Kürtlere...
Bundan sonrasını Prof. Mehmet Çelik hocamızdan dinleyelim; o elbette bizden iyi anlatacaktır:
"Bu şu demekti: Kuzey Irak'taki Kürtler!.. Bunlar asker değildi, çiftçi ve çobandılar... Amca çocuklarına teklif olarak dahi götürülmüyordu, haber gönderiliyordu... O kadar! (...) Başınız sıkışır, dosta, arkadaşa, akrabaya teklif götürülür, yardım rica edilir. Ama aile fertlerine, kardeşlere teklif götürülmez, yardım istenmez!.. Sadece haber verilir, haber!.. Kardeşler ne kadar nâ-müsait durumda olurlarsa olsunlar, haber geldi mi hemen harekete geçerler, ellerinden ne gelirse, onu yaparlar... Gerisini düşünmezler!
Bu amca çocukları İstanbul'un Fethi'nde, Mohaç'ta, Viyana'da, Trablusgarp'ta, Yemen'de, Kutu'l-Amare'de, Filistin'de, Çanakkale'de, Sakarya'da, Lozan'da, Kıbrıs'ta bizimle beraberdiler!.."
Hiç bıkmadan usanmadan kardeşliğe vurgu yapmamız gerek.
Kürt aydını değerli kardeşim Müfid Yüksel'in dediği gibi biz Helsinki Nihai Senedi kardeşi değil, din kardeşiyiz.
Ne ki, lafla kardeşlik olmaz.
Allah Resulü "Birbirinizi sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsınız" buyuruyor.
Birbirini sevmek de hak ihlallerine göz yummayı değil, birbirimizin hak ve hukukunu sonuna kadar savunmayı gerektirir.
Barzani geçen gün Kuzey Irak'taki bir Kürtçe haber sitesine yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Kandil'e operasyon yapmasına neden olduğu için PKK'nın kendilerini de zor durumda bıraktığını ifade etmişti. "Bizim de bu savaşta taraf olma gibi bir niyetimiz yok." demişti, "Çünkü biz Kürt ile Kürdün savaşmasını istemiyoruz. Kürtlerin birbirleriyle savaşması haramdır..."
Kürtlerin birbirleriyle savaşması haram da, Türklerin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle savaşması helal mi hocam?
Barzani'ye değil, size söylüyorum ey fıkıhçılar, muhaddisler, dişi sineğin çorbaya değen sol ayağı hakkında hüküm verecek kadar kılı kırk yaran alimler, allâmeler...
Neden sesinizi yükseltmiyorsunuz?
Yıllar yılı oluk oluk kan akarken bir Barzani kadar olsun fetva veremediniz mi?
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Buyrun efem, Salih Tuna'nın kendi sesinden... :)

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu yazıyı 40 kişiye okutanın boyu 4 santim uzuyor!

Çay dökerken demliğin kapağının düşmesinden ne kadar nefret edersem "şimdi zamanı mı" sözünden de o kadar nefret ederim.
Her zamanını kollayan elbette fırsatçı değildir ama her fırsatçı muhakkak zamanını kolluyordur.
Lakin bir fırsatını bulmak da her zaman "fırsatçılık" değildir.
Dahası fırsat bulmadan bağa girmek en hafif tabirle patavatsızlıktır.
Bunca kelimeyi neden mi yakıyorum?
Neden olacak; bir fırsata yelken açmak için.
Orda burda daha çok da radyolarda karşımıza çıkan bir "pazarlama tekniğini" kaçtır yazacağım, gündemin heyulası arasında bir türlü fırsat bulamıyorum çünkü.
Ha bugün ha yarın, erteleyip duruyorum.
Başka bir muhabbeti dünden beri ertelemek zorunda kalsam da bugün bunu yazacağım.
"Başka muhabbet" dediğim, 28 Şubat sürecinde Tansu Çiller'in başdanışmanlığını yapan Hüseyin Kocabıyık'ın Ahmet Tezcan'a söyledikleri: "Tansu Çiller'in doktorundan onun çıplak fotoğraflarını çalıyorlar. Ertuğrul Özkök, Uğur Dündar, Mesut Yılmaz, Emin Çölaşan birbirlerine gösteriyorlar, birbirlerine o fotoğrafları ikram ediyorlar. Kendisi yazıyor, bunu ben söylemiyorum, dikkat edin! Nerde oluyor bütün bunlar? 'Benim gazetelerim, gazetecilerim şereflidir' diyen Aydın Doğan'ın gazetesinde oluyor ve bu insanlar Çiller'i tehdit ediyorlar bu resimleri yayınlamak için, istifa et diye. Bu bir hükümet devirme, bir siyasi tasfiye değil midir?.."
Nasıl "muhabbet" ama; müthiş değil mi?
Hüseyin Bey daha neler anlatıyor neler!
Her cümlesinin üzerinde uzun uzadıya durmak gerek; ama sonra. Dedim ya, bugün acayip bir "pazarlama tekniğinden" bahsedeceğim.
Mutlaka size de denk gelmiştir.
Bir bal pazarlaması yapıyorlar, anlatılır gibi değil.
Bir kez denk geldim, ondan beri ağzıma bal sürmüyorum diyeyim de, varın gerisini siz hesap edin.
Bir zayıflama "iksiri" pazarlıyorlar ki, dünyanın en şişmanı olsanız bir hafta bilemediniz bir ayda filinta gibi oluyorsunuz!
Dillerinin hiç freni yok; kaptırıp gidiyorlar.
Ne kadar ucuz olduğunu da üzeri fiyatına nispetle belirtiyorlar. Üzeri fiyatını kim belirliyor, tastamam muamma tabii.
Zira kendilerinden menkul bir piyasa bu!
Şişmanlıktan kelliğe kadar birçok soruna bu kerameti kendinden menkul ilaçlarla çare bulduklarını bağıra çağıra söylüyorlar.
Öyle "gel gel vatandaş" yapıyorlar ki, panayır cambazları kaç para!
Kardeşim madem malınıza o kadar güveniyorsunuz sürün piyasaya, demeye fırsat vermemek için bombardıman yapıyorlar; o süre zarfında da kimi etkilediyseler kâr sayıyorlar.
Hele saç sorununu kökten çözmüşler.
Bilmem kaç dakikalık bir süre veriyorlar, o süre içinde yüzlerce kez tekrarladıkları telefonu arayan herkese bilmem kaç liraya adrese teslim edeceklerini söylüyorlar.
"Hiç saçım yoktu bir sürdüm, bir daha sürdüm şimdi Cristian Baroni'den daha fazla saçım var..." demeye getiren bir-iki "yurdum insanını" da telefona bağlıyorlar.
Ardından da, "adresi bizde var, gidin kendi gözlerinizle görün" falan diyorlar, iyi mi?!
Bunun "Bu yazıyı 40 kişiye okutanın boyu 4 santim uzuyor" iddiasından ne farkı var?
Üç-beş okur maili de yayımladım mı tam olur: "Cüce diye benimle alay ediyorlardı. Yazıyı 40 kişiye okuttum. Gözlerime inanamadım, tam 4 santim uzadım. Allah Salih Tuna'dan razı olsun..."
Her işte olduğu gibi bu işin de bir rizikosu var tabii: Gereğinden fazla insan evladının buna inanmaması lazım.
Hayır yani, piyasaya mal (yazı) yetiştiremeyiz Şinasi.
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Salih Tuna - La koşun la 'twitter çocukları' mizah yapıyor!

Bunları tanımıyorsunuz baba siz, bunlar yanağından makas alacakları devlet istiyorlar.
Vallahi bak, bunlar 'internet çocukları' diyorum ya, niye inanmıyorsun.
Bunlar sizin tanıdığınız gençlere benzemez. Bunlar apolitik. Bunlar dijital gençlik.
Bunlar bambaşka!
Bunlar var ya bunlar habire mizah yapıyorlar. Adamı mizahla öldürür bunlar. Şaka yapmıyorum, cidden diyorum.
Biber gazı nedir ki bunların mizahının yanında. Bunlar bir espri yapıyor; TOMA anında kaput oluyor, sen ne diyorsun be.
Acayip bilgisayar kullanıyorlar.
Nasıl twit atıyorlar bir göreceksin; otomatik silah kaç para. İçlerinde dayımın bir oğlu var, ******** evladıyım twite kafa atıyor, kafa. (Kolpaçino Bomba'dan mülhem.)
Bunlar haylaz, bunlar mavracı, bunlar çevreci, bunlar çevre için gerekirse çevreyi yakıp yıkarlar alimallah.
Bunlar bak hamakta kitap okuyor, bunlar bak sarı lacivertlisi sarı kırmızılısı el ele dolaşıyor, bunlar bak şarkı söylüyor, bunlar bak komün kurmuş, bunlar bak Cem Boyner'i bile 'çapulcu' yapmış, bunlar acayip 'antikapitalist' abi ya.
Bunlar sosyal medya çocuğu. Siz eski Türkiye'de kaldınız, bu çocuklar ne istiyor, anlayamıyorsunuz.
Bunlar yeni Türkiye'nin yepisyeni çocukları.
Hem çevreyi kirletiyor hem çöplerini topluyorlar, hem duvarlara falan 'amk', 'o.ç' yazıp, hem de Başbakanın üslubundan şekvacı olabiliyorlar.
Tamam, 'Yeni Türkiye'yi AK Parti kurdu ama bu gençleri anlayamıyor!
Bunların ideolojileri yok. Özgürlüklerine de çok düşkünler. Bunlar (…) parmak, enseye tokat bir devlet istiyorlar.
Bu gençleri Başbakan anlayamıyor.
Yandaş medya da, yandaş yazarlar da anlamıyor.
(……………….)
Kaç gündür bu lakırdılarla başımızı şişirdiler.
Peki KOÇLAR, bu gençleri biz anlayamıyoruz; söyleyin bakalım kimler anlıyor?
Gazetesiyle, kanalıyla bu gençleri yönlendirmeye çalışan Doğu Perinçek mi?
Çevik Bir'e, 'Gerekirse silah kullanır mısınız' şeklinde (28 Şubat'ta) muz orta yapan Sözcü'nün Emin Çölaşan'ı mı?
'Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir' diyen Yurt gazetesinin T.C Cüneyt Ülsever'i mi?
'Pırt mento, beşbeken' şeklinde, Ahmet Türk'ün üzerinden Kürtlerin Türkçesiyle alay eden Bekir Coşkun veya 'töplümsel süreç' diyerek Kürtlerin şivesini aşağılamaya çalışan Yılmaz Özdil mi?
Türklüğümden istifa etmiştim, bu gençler sayesinde tekrar Türklüğüme dönüyorum diyen Ertuğrul Beyciğim mi?
Ayıptır söylemesi, Kılıçdaroğlu mu?
Yoksa, Etyen Mahçupyan'ın ifadesiyle, Taksim dayanışmacısı o 'kart abiler' mi?
Kim, hadi söyleyin?
(Lan oğlum Şinasi ters kolpaya gelmeyelim; bu gençlerin en büyük mizahı, bu adamların desteğini sağlamak olmasın!)

SALİH TUNA
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Salih Tuna, Mümtazer Türköne’nin hızlı geçiş seyrini özetlemiş!
HAKSÖZ-HABER
Hükümete karşı tam cephe savaş yürüten Gülen medyasında bazı kalemler var ki, çok daha ön saflarda çarpışıyorlar. Aslında cemaat mensubu da olmadıkları halde çok hararetli bir tarzda bu savaşı sürdüren, belki de ateşi körükleyen, bu isimlerden biri de Mümtazer Türköne.
Zaman gazetesi yazarının 17 Aralık operasyonuyla birlikte AK Parti hükümetine karşı keleme aldığı yazıların sertliği dikkat çekiyor. En son katıldığı bir televizyon programında AK Partinin kapatılması gerektiğine dair sözleriyle kendisinden söz ettiren bu yazarın ilginç bir kimliği ve kişiliği var. Mümtazer Türköne İslamcılık hususunda tam bir fanatik. İslamcılığa karşı tavrı eleştiriden öte düşmanlık boyutlarında seyrediyor. Nitekim son tartışma sürecini de getirip İslamcılık ve yolsuzluk ilişkisine, irtibatına bağlayarak ne kadar saldırgan bir ruh hali içinde olduğunu sergiledi. Bugün sıkı bir AK parti düşmanı kesilen Mümtazer Türköne’nin kısa sürede nereden nereye geldiğini Salih Tuna Yeni Şafak’ta yayınlanan bugünkü yazısında özetlemiş.
***
'Paralel yargı' kulağına mı üfürdü?
Salih Tuna / Yeni Şafak
Bir insan evladı, 'Talebem konumundaki eski eşimi milletvekili yaptığı halde beni milletvekili yapmayan parti kapatılsın' derse, anlaşılır bir durumdur bu.
Anlaşılır dediğim, gayet 'insani' bir haldir.
Onca romana, onca öyküye, onca oyuna, onca filme konu olmuş haset, kin ve nefret temelli dekadans biçimlerinin tebarüz etmesidir.
Gelin bu hali anlamaya çalışalım:
Çok değil daha dün denebilecek kadar kısa süre önce, 2011 milletvekili seçim döneminde, 'Siyasetin çağrısı hepimiz için (...) Siyasetin bu soylu çağrısına, ben de cevap vermeye karar verdim (...)Sadece tarih yapılırken tarihi yapanların yanında olmak, yükselen binanın mimarisine karınca kararınca katkıda bulunmak istiyorum (...) Artık fildişi kuleden çıkıp, taşın altına elimizi koyma vakti...' diyerek yazı yazdığınız gazeteye veda ediyorsunuz.
Yaptığınızı sandığınız fedakarlık için, yani, taşın altına elinizi koymayı göze aldığınız için 'tarih yapanların' ömür boyu size minnettar kalacağını düşünüyorsunuz.
Öyle ya, hem tanınmış bir yazar, akademisyensiniz, hem de bir önceki dönem aynı partiden (AK Parti) milletvekili olan eşinizin 'itibarınız' sayesinde milletvekili olduğunu aklınızın bir köşeciğinde tutuyorsunuz.
Hulasa, yüzde yüz milletvekili seçileceğinizden eminsiniz.
Belki de erkenden bakanlık hayali kurmaya başlamışsınız. (Eşiniz milletvekili olduğuna göre sizi bakanlıktan aşağısı kesmezdi.)
Gelgelelim, evdeki hesap çarşıya uymadı.
Daha ön seçimde çuvalladınız. AK Parti teşkilatları tarafından bu adam da nerden çıktı muamelesi gördünüz.
Sonuç itibariyle, AK Parti'de bir tuzluk adayı bile olamadınız.
Bütün plan ve programlarınız, gelecek hayalleriniz yerle yeksan oldu.
Ne yapacaksınız?
Büyük kahraman, müthiş halaskar edasıyla, 'Taşın altına elimi koyacağım' diye yola çıktınız, ama eliniz boş döndü.
Kimin yüzüne nasıl bakacaksınız?
Kırgınsınız, öfkeliniz, velhasıl, onurunuz çiğnenmiş hissediyorsunuz.
O kadar ki, Heinrich Böll marifeti 'Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru' kaç para!
Ama bunu belli etmemelisiniz.
Hiçbir şey olmamış, hatta hiç üzülmemiş, hiç umurunuzda değilmiş gibi davranmak zorundasınız.
İçinize atacak, veda yazısı dercettiğiniz gazetenize kös kös döneceksiniz.
Başka çareniz kalmamıştır.
Yüzünüze bakan herkesin halinize acıdığını, hatta kafa bulduğunu sanacaksınız.
Kuşkulanacaksınız: 'Şu adam yüzüme karşı hal hatırımı soruyor ama acaba kafa sesi ne diyor? 'N'oldu senin şu milletvekillik işi' diye dalga mı geçiyor?'
Kafayı yersiniz.
Sadece sizi milletvekili yapmayan partiye değil, o partinin seçmenine bile kafayı takarsınız.
Yazık ki, ödeşmek için konjonktür müsait değildir.
Eski günlerdeki gibi açıktan faşistlik yapamaz, 'kurşun atan da kurşun yiyen de' muhabbetine geri dönemezsiniz.
Çünkü 'Apo'yu paşa yapalım' diyecek kadar şavulladığınızı kimseye unutturamazsınız.
'Türkiye laiktir laik kalacak' da diyemezsiniz; hem bünyeye uymaz, hem karşılığı yoktur.
Ne yapacaksınız?
Susacak, yutkunacak, öfkenizi ikiye katlayacak, uzun lafın kısası, fırsat kollayacaksınız.
'17 Aralık ihanet kalkışmasını' zamanını kolladığınız biricik fırsat bilip kafa uzatacaksınız.
Daha önce yazıp çizdiklerinizin hilafına, Jüristokrasinin kılıcı inecek, yasama ve yürütmenin kellesi düşecek diyeceksiniz.
Hızınızı alamayacak, 'Cumhurbaşkanı el frenini çeksin', yani, demokratik normale müdahale etsin, diyeceksiniz.
Cumhurbaşkanımız 'paralel devlete' karşı çıktığını beyan edince, bizzat el freni çekilmiş kamyona dönüşeceksiniz.
Bu sefer de, 'AK Parti kapatılsın' demeye getireceksiniz.
Kulağınıza 'paralel yargı' bir şeyler üfürmediyse, 'kendine jilet atan adam' aşamasından 'kendini iptal eden adam' aşamasına gelmişsiniz demektir.
Bir sonraki aşama maalesef meczupluktur.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Böyle bir ihanet görülmemiştir

Sarıgül'ün kasası olarak bilinen Hüseyin Avni Sipahi'nin 17 Aralık tutuklularından biri olduğunu 'müftünün sakallı - sakalsız karıları' görmezden geldi.Malum medya da matine-suare topyekûn 'karartma geceleri' vaziyeti aldı.
Cem Küçük dünkü yazısında, 'eğer bir 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet örgütü varsa,' dedi, 'bu örgütün lideri CHP'li Hüseyin Avni Sipahi'dir...'
Doğrusunu isterseniz, CHP'li kimi gazeteci dostlarım da üç aşağı beş yukarı aynı fikirdeydi.
Hatta içlerinden biri bir gün fakire dert yanmış, 'CHP'yi dizayn ettiler; Atatürk'ün partisi olmaktan çıkardılar,' demişti; 'Kemal Bey de ipleri hepten elden kaçırdı. Yoksa hem yolsuzluk üzerinden siyaset yapıp hem de yolsuzluk iddiasıyla CHP'den ihraç edilen Sarıgül'ü neden aday göstersin?!..'
Sonra ne oldu bilmiyorum (en son görüştüğümüzde Sarıgül'le sabah kahvaltısı yapacaklarını söylemişti) gıkı çıkmaz oldu; artık ne olduysa...
Bir başka CHP'li dostum da, 'Cemaat', Sipahi ve Sarıgül ilişkisine şöyle isyan etmişti: 'Ben artık CHP demiyorum, Cemaatçi Hırsız Partisi diyorum...'
Peki Sarıgül şaibeli olduğundan ötürü Sipahi'den uzak durdu mu? (Öyle ya, ayakkabı kutusu siyaseti yapıyorsa, en azından 17 Aralık tutuklusu birinden uzak durması beklenir.)
Nerdeee?
Cem Küçük'ten okuyalım: 'Daha geçtiğimiz hafta Çekmeköy'deki mitingde Sarıgül ile Sipahi el ele CHP'yi iktidara taşıyacağız diyordu...'
Gerçi, Sarıgül hangi yüzle uzak duracak ki Sipahi'den?
Mesela, 'Sayın Sipahi şu sıralar birlikte görünmeyelim, yanlış anlaşılır' falan dese, 'Yolsuzluk nedeniyle CHP'den ihraç edildiğin halde ben seninle görünüyorum ama!' karşılığını aldığında ne cevap verecek?
Bir de aymazlık var tabii. Nasılsa 'paralel yapı' da malum medya da kapı gibi arkasında ya, onu diyorum.
Hiç öyle olmasaydı eşini Beyoğlu'ndan aday gösterir miydi? Oğlu da (Emir Sarıgül) CHP'li Battal İlgezdi'nin Belediye Başkanı olduğu Ataşehir'de inşaatlar yapar mıydı?
Zaten Cem Küçük'ün demesine bakarsak, 'CHP'li İlgezdi ve yardımcısı Mehmet Ali Düzova ile ilgili de şu an mahkemelerde yüze yakın yolsuzluk dosyası bekliyor. Aynı tuhaf ilişkiler Battal İlgezdi bağlamında da geçerli...'
Bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz?
Malum medyanın ve 'müftünün sakallı – sakalsız karılarının' sahtekârlığını herkes görsün diye.
Yoksa...
Malum paralel yapıya zerre miskali itibar etmediğim için (isterlerse CHP'nin gırtlağına kadar yolsuzluk içinde olduğunu her türlü belge / dokümanla ortaya koysunlar) hiçbir iddialarına dönüp bakmam.
Zira 'paralel yapı' doğası gereği bizzat yolsuzluk demektir.
Maksatlarını artık herkes biliyor.
Adana'da MİT'in insani yardım TIR'ını çevirmekle tıynetlerini apaçık ortaya koydular.
THY'nin Nijerya'daki radikal gruplara silah taşıma tezviratı için tapelerde nasıl tahrifat yaptıkları da hepinizin malumu.
Maksat?
Türkiye'yi, 'terör destekçisi ülke' şeklinde göstermek...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle korkunç ihanet görülmemiştir.
O kadar ki...
'Güneydeki sevdikleri ülkenin' gözüne girmek için adeta kendi ülkelerinin gözünü çıkarmaya çalışan, bunun için sabah akşam 'hizmet' veren bir yapıyla karşı karşıyayız.
NOT: İstanbul mitinginde Sayın Başbakan, CHP'nin İstanbul'daki belediyecilik döneminde Ümraniye'de çöp patlaması sonucu 39 vatandaşımızın öldüğünü hatırlattı. Söz konusu elim vaka yaşandığında Avusturya'daydım. Viyana'da bir kafede akşam vakti bir Avusturya kanalında mezkur haber, 'Üçüncü dünya ülkelerinde ne gariplikler oluyor' modunda verilmişti. Bir kısım Avusturyalı genç şaşkınlıkla birbirine bakarken, bir kısmı da kıkırdamaya başlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak nasıl utandığımı, apar topar kendimi nasıl kafenin dışına attığımı anlatamam.
YENİ ŞAFAK
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Salih Tuna: "Sinyalleri kaçırıyor muyuz Ekreeeem!"

Şöyle ufak çaplı bir mülâane de mi kalmadı


Yenişafak Gazetesi yazarı Salih Tuna bugünkü yazısında Fransa'daki Charlie Hebdo'ya yönelik saldırıdan sonra Türkiye'yi mızrağın ucuna yerleştiren kesimleri eleştirirken Ekrem Dumanlı'yı da bombaladı...

İşte Salih Tuna'nın "Şöyle ufak çaplı bir mülâane de mi kalmadı" başlıklı o yazısı:

Rupert Murdoch’un Paris’teki saldırılardan tüm Müslümanları sorumlu tutan o faşist twitine “paralel yapıdan” veya “Dumanlı Zaman’ı”ndan sadra şifa bir tepki duydunuz mu?

Ben şahsen duymadım.

Belki de Türkiye Cumhuriyeti’ni teröre destek veren ülkeymiş gibi göstermekle meşgul oldukları için henüz fırsat bulamamışlardır.

Öyle ya, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki veya Marie Harf’e “Türkiye teröre destek veren ülkeler listesine alınacak mı?” şeklinde alçak bir soru sormak için de malzemeye ihtiyaç var.

Eskisi gibi devletin kılcal damarlarında dolaşamadıklarından olsa gerek belge falan da üretemiyorlar zahir.

Tek başına kara propaganda da yetmiyor. Yetse, Psaki niye istedikleri cevabı vermesin.

Bakınız, Paris’teki o menfur saldırıdan tüm Müslümanları sorumlu tutmak öyle alelade bir çıkış değil, Murdoch’un militanı olduğu zihniyetin dışavurumundan ibarettir.

Diyeceksiniz ki çoluk çocuk, kadın ihtiyar, Alevi Sünni, Kürt Türk, Afrikalı Asyalı, siyahi beyaz, (hidayete ermiş herhangi bir) İngiliz, Fransız veya Alman, hülasa, yeryüzünde yaşayan tüm Müslümanları Paris’teki o terör saldırısından sorumlu tutmak nasıl bir “zihniyettir?”

Lafı hiç dolaştırmayalım, “Soykırımcı Hitler’le ruh ikizi bu zihniyet” demekle iktifa edelim.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!
 
Üst