said nursi'nin cubbe giyme töreni

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
Nurcuların üstadının şu anlatışına bakarmısın
Saniyen: O zamanda büyük alimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azimeden dört beş zatın vefat etmeleri cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alameti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlana Zülcenaheyn Halid Ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakk’a yüz binler şükrediyorum. (Haşiye...risale-i nur)

diyorki kendisi o kadar alimmişki,yüz sene önce yaşamış nakşi şeyhi halidi bağdadinin ona gönderdiği cübbeyi giyecek ilmiyyat kendine güvenen adam yokmuş.evlinyadan 4 -5 kişide mevta olunca bu cübbeyi giyip el öptürmek ,postniş olmak said nursiye kalmış.
said nursi bu cubbeyi giymiş.


ölünce cübbe ne olmuş?


“Mevlana Halid Bağdadi’den kalan ve Bediüzzaman’a hediye olarak verilen cübbenin 1980 yılından önce Tahir-i Mutlu Ağabey’in, Üstad’ı rüyasında görmesi ve Üstad’ın bu cübbeyi Fethullah Gülen’e ver, demesi ve Tahir Ağabey’inde cübbeyi vermesi ile cubbe pansilvanyaya gitmiş..

sarık nerde bilmiyorum..:)



 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Nursi merhum zehirlenmesi sonucu bu cübbe gelmiştir. Ölü gibi bir halde iken bu cübbenin bereketi ile ayağa kalkmıştır.

Keramet cübbede değildir. Mevlana hazretlerinin yolu devam etmektedir.

Hazretin iddialı sözlerini cemaat lideri olmasına vermek lazım. Hitap ettiği kesimin böyle şeyleri seviyor olmasından belki de
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hayatını anlatan metinlerde ilmi icazetinin (izninin, mezuniyetinin) olmadığını, Cübbe gelince bir tür icazetname kabul ettiğini yazar. Nurcular icazetle de yetinmez. 12 tarikatın halifeliğine kadar mübalağa ederler.. vs..

Halbuki icazet şekli bellidir. Yazılı ya da sözlü olur. Ya da hal ehline bildirilir. Ne için icazetli olduğu da sarih olarak belirtilir.
 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
Nursi merhum zehirlenmesi sonucu bu cübbe gelmiştir. Ölü gibi bir halde iken bu cübbenin bereketi ile ayağa kalkmıştır.

Keramet cübbede değildir. Mevlana hazretlerinin yolu devam etmektedir.

Hazretin iddialı sözlerini cemaat lideri olmasına vermek lazım. Hitap ettiği kesimin böyle şeyleri seviyor olmasından belki de
asiye diye bir şakirtesi buna cübbe veriyor.cübbeye binbir seromoni uyduruyor.sen bu söylenenlere inanıyormusun?
 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
Hayatını anlatan metinlerde ilmi icazetinin (izninin, mezuniyetinin) olmadığını, Cübbe gelince bir tür icazetname kabul ettiğini yazar. Nurcular icazetle de yetinmez. 12 tarikatın halifeliğine kadar mübalağa ederler.. vs..

Halbuki icazet şekli bellidir. Yazılı ya da sözlü olur. Ya da hal ehline bildirilir. Ne için icazetli olduğu da sarih olarak belirtilir.
sais nursi de bunu görüyoruz.fakih değil alim değil,muhaddis değil mufessir değil,bir cubbe ile kendine icazet verildiğini hisseden bir fikir ehli.

Gunumuzde ismail ağa cemaatinin lideri mahmut ustaosmanoğlu'da aynı yolun yolcusu..Ali haydar efendi ile hiç bir görüşmesi yok.Ali haydar efendinin onu tanıdığı bile yok.Ne işdirki ruya ile icazeti mahmut efendiye veriyor.Nakişilik dergahına en yetkin kişi olarak mahmut hocayı görüyor???:blink:
Ali haydar efendinin cenaze namazını kıldırma mertebisinde dahi değildi mahmut hoca.sami ramazanoğlu hoca kıldlrmıştı cenaze namzını.

İşte BUNLAR OSMANLI SİSTEMİNDE İCAZET İLİM EHLİ DEĞİLDİ.....Sadece çaktırmadan yetki gaspı yapan fikir ehli..

Başarılı olursan ,Alim olmak arkandan seni takip ediyor..:)
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
sais nursi de bunu görüyoruz.fakih değil alim değil,muhaddis değil mufessir değil,bir cubbe ile kendine icazet verildiğini hisseden bir fikir ehli.

BEDİÜZZAMAN’IN İCAZETNAMELERİ

Bediüzzaman Hazretlerinin icazetnameleri konusunda ayrıntılı bilgi vermek gerekiyor. Evvela Bediüzzaman, iki ayrı üstdaddan icazet almış bulunmaktadır. Aldığı bu icazetnameler elimizde bulunmamaktadır. Ancak kendisinin kardeşi Abdülmecid Efendi’ye verdiği icazetnamede bu hususlar şüpheye yer bırakmayacak şekilde zikredilmektedir.

Bediüzzman aldığı icazetnameleri şöyle açıklamaktadır:

Üstadım ve Efendim Muhammed Celali (rahmetullahi aleyh) bana icazet vermiştir. (Üstad “Muhammed Celali Efendi’den aldığım icazetnameyi, Ruslara esir olduğum zaman zayi ettim” demektedir.)

O da kendi üstadı ve efendisi ilim ve irşadının faydası umumi olan ve kalbi selim sahibi Şeyh Seyyid Fehim (Arvasi) kuddise sirruh’tan icazet almıştır

O da kendi üstadı olan, devrinin alimlerinin üstünü ve asrının fuzalasından olan Şeyh Ubeydullah Şemdinani’den ders almıştır

Şeyh Ubeydullah Şemdinani ise, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifesi Şeyh Taha-yı Nehri’den (Bu zatı Hakkari Milletvekili olan Seyyid Taha ile karıştırmamak gerekmektedir) icazet almıştır

Onun ilim silsilesi ise, büyük alimler ve faziletli kimseler şeklinde ta İmam Gazali’ye kadar devam eder. İmam Gazali’ye ise hem zahir hem batın irşadlarda büyük ülema ve sadat-ı kiram tarafından icazet verilmiş. Bu silsile devam ede ede, ta on iki İmamdan biri olan İmam Cafer-i Sadık’a kadar gidiyor (Radiyallahu anhüm). O (İmam Cafer Sadık) ise, manen ve batınen Emirel Müminin İmam Ali bin Ebi Talib (R A)’den icazet almıştır

Bediüzzaman Hazretleri bundan sonra icazetinin ikinci kanalını şöyle belirtiyor:

Yine zamanın alimi ve asrının kandili olan Şeyh Fethullah Es-Siirdi bana icazet vermiştir. (Bu icazetnamenin Bediüzzaman’ında olduğu ve Isparta’da 1935 yılındaki baskında Savcılıkça el konulduğu anlaşılmaktadır). O ise, kendi babası Ömer es-Siirdi’den icazet almıştır

O ise, büyük dedesi Molla Halil Siirdi’den okumuştur Molla Halil’in icazet silsilesi ise gide gide ta meşhur allame Sadeddin-i Taftezani’ye ulaşıyor Sadeddin-i Taftezani’nin icazeti Fahreddin-i Razi’ye ulaşıyor. Bu silsile ise oradan Emirel Müminin İmam Ali bin Ebu Talib’e kadar gidiyor

BEDİÜZZAMAN’IN EZBERLEDİĞİ VE MEDRESELERDE OKUTULAN KİTAPLAR

Bediüzzaman’ın eşi ve benzeri görülmeyen hayatı boyunca en ciddi eğitimi, Hicri 1309 yılının kış aylarında gittiği Doğu Bayezid’ta gerçekleşmiştir. Miladi olarak 1891 yılının son ayları ile 1892 yılının ilk aylarını kapsayan üç aylık bu dönemde hocası, Şeyh Muhammed Celali Hazretleridir.

Medreselerin eğitim metoduna göre on beş senede okutulan Molla Cami’den sonraki tüm kitapları, o henüz on dört yaşında iken ders almış ve öğrenimini başarıyla tamamlamıştır. Bu gerçeği 1953 yılında yazdığı “Nur Aleminin Bir Anahtarı” isimli Risalesinde şöyle ifade eder:

“Manevi nurun -ilim suretinde- beşerin kafasında cilvesinin bir cüz'isi, tırnak kadar kuvve-i hafızaya malik bir adamın kafasında, doksan kitabın kelimatı yazılmış."

"Ve üç ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hafızasının sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Aynı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen manaları ve kelimeleri ve suretleri ve sesleri o tırnak kadar kuvve-i hafızanın sahifesinde istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütübhane kadar bütün mahfuzatının aynı şeylerini orada bütün istediklerini mevcud ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor.”

Şimdi Bediüzzman’ın ezberlediği 90 küsur kitabın listesini vermeye çalışalım:
I. Sarf (3 Kitap)
Kelime türemeleri ve fiil çekimleri konularını işleyen temel Arapça gramer biliminin adıdır.

II. Nahiv (13 Kitap)
Arapça dilbilgisinin ikinci kademesi olan cümle yapısı ve kuruluşu ile ilgili konuların anlatıldığı bir derstir.

III-V. Belağat (Meani, Beyan ve Bedi) (5 Kitap)
Bilim olarak düzgün ve yerinde konuşma sanatının kurallarını inceler. Kendi içinde Me̒ani, Beyan ve Bedi̒ olarak üçe ayrılır.

VI. Mantık (7 Kitap)

VII. Münazara (İlm-i Adabve’l-Münazara) (6 Kitap)
Münazara kelimesi Nazara kelimesinden türemiş olup delilleri ortaya koyarak düşünmeye ve gerçeği anlamaya sevk eden konuşma şeklinde tarif etmişlerdir.

VIII. Cedel İlmi (2 Kitap)
İlm-i Cedel, Latince "Dialectica" sözcüğünün karşılığıdır. Dialectica, terimi ise dia+legein yani dil ve nutuk, karşılıklı konuşma ve istidlal, yani delil getirerek karşıdakini susturma sanatı anlamına gelmektedir.

IX. Hikmet (Felsefe) (3 Kitap)
Felsefenin tarif ve mahiyeti, var olmaları bakımından varlıkların bilinmesidir.

X. İlm-i Vad (3 Kitap)
Lafızların ve kelimelerin nasıl ve ne hikmetle hangi manaya konduklarını yani lügat felsefesini araştıran bir ilim dalıdır.


XI. İlmü'l-Lüğah (2 Kitap)
Sözlük İlmi

XII. İlmü'l-Aruz = İlmü'l-Kafiye (3 Kitap)
Arap şiirindeki vezin ve kafiye ilmidir. Musiki ile de yakın alakası bulunmaktadır.

ULUM-I RİYAZİYE
Âlimlerin dikkatini kainat kitabını okumaya celbeden ilimlerdir.

XIII. Hendese (2 Kitap)
Geometri

XIV. İlm-i Hesab (2 Kitap)
Matematik

XV. İlm-i Hey’et (2 Kitap)
Astronomi

XVI. İlm-i Zic (İlm-i Mikat da denir) (1 Kitap)

Bu ilim, hey'et (astronomi) ilminin bir alt disiplinidir. Mevzuu; yıldızların hareketlerinin özellikle seyyarelerin ölçülerini, her birinin hareketlerini takvim ve tespit etmek, burçlara giriş ve çıkışları bilmeye çalışmaktır.Zic cetvel demektir.

XVII. Coğrafya (1 Kitap)


ULUM-I ALİYE = YÜKSEK İLİMLER = ŞERİ İLİMLER
Ulum-i Aliye bilgileri sekizdir. 1) Tefsir ilmi, 2) Usul-i Tefsir ilmi, 3) Kelam ilmi, 4) Usul-i hadis ilmi, 5) İlm-i hadis, 6) Usul-i fıkıh, 7) Fıkıh ilmi, 8) Tasavvuf ilmi.

XVIII. Tefsir ilmi (2 Kitap)

XIX. Usul-i Tefsir ilmi (1 Kitap)
Tefsir Metodoljisi Bilimi

XX. Kelam ilmi (7 Kitap)


XXI. Usul-i hadis ilmi (3 Kitap)
Hadi Metodolojisi Bilimi

XXII. Hadis ilmi (11 Kitap)

XXIII. Usul-i fıkıh (4 Kitap)
İslam Nazari Hukuku

XXIV. Fıkıh İlmi (6 Kitap)
İslam Hukuku

XXV. Tasavvuf İlmi (3 Kitap)

XXVI. Kıra’at ve Tecvid (2 Kitap)
Kur’an Okuma Metotları Bilimi

Toplam 90 (doksan) kitap.

http://depo.feyyaz.org/bediuzzamansaidnursi.org/bediuzzaman_ilmi-sahsiyeti-kitapcik.pdf
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
asiye diye bir şakirtesi buna cübbe veriyor.cübbeye binbir seromoni uyduruyor.sen bu söylenenlere inanıyormusun?

İşin aslı esasını anlattım zaten. Ötesi hayal ve zandır.

görmüş gibi anlatmışsınız...

görmedi iseniz kaynağınızı da aktarın lütfen...

Bediüzzaman hazretleri Es'ad Erbili hazretlerinden Kadiri dersi almış ve 20 küsur günde sülukunu ikmal eylemiştir. Ona bir mürid olmuş ve ona göre edebini muhafaza etmiştir. Sonrada irşad vazifesi Peygamber efendimiz tarafından Sami Efendi'ye verilmiştir. Said Efendi'ye de risaleleri yazmak ve yaymak vazifesi verilmiştir. Ona bu müjdelenmiştir. Vazifesi gençliğin imanına hizmettir. Bu yüzden kendisinden tarikat isteyen kabiliyetli insanları sadece Sami Efendi hazretlerine gönderir imiş Said Efendi.

Musa Topbaş Hazretleri gençliğinde Bediüzzaman'a hizmet etmiş. Bakmış kendisine gelen istidatlı insanları Sami Efendi'ye yönlendiriyor ve ilk etkiyi oradan alıyor hazret.

Bu ön bilgi olarak burada kalsın.

Önceden nurcu olan ilahiyatta profesör bir ağabeyimiz. Bediüzzaman hazretleri sağlığında Sami Efendi'ye gönderdikleri olduğu gibi vefatından sonra da kabiliyeti olanları göndermeye devam eder. Bu ağabey mana aleminde bir gece, bediüzzama hazretleri elinden tutuyor ve kendisini Sami Efendi'ye teslim ediyor. Ondan sonra tarikat dersi alıyor. Bu abi der ki, kitap okuyarak maneviyat olmaz, ruhaniyet olur der. İstifade olur ama asıl tekamül tasavvuf iledir.

Zehirlenmeler çeşitli okumalar ile tesirsiz hale getirilebilir. Bediüzzaman çok defa zehirlenmiştir ama bunları okuyarak tesirsiz hale getirmiştir. Bir defasında çok şiddetli şekilde zehirlenmiş. Soğuk soğuk terlemese, ölü sanılacak bir hale gelmiş. Hiç kıpırdayamıyor. Bir odanın içinde. Sonra bu cübbe geliyor ve bunu giydirdikleri zaman bir anda ayağa kalkıyor hazret.

Şu da nette yazmaktadır:

Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ veya Afyon Hapishanesinde yatarken, bir gece Konya'nın Ladik kasabasına Ahmed Ağa'nın yanına geldi. Ahmed Ağa'nın yanında o anda sadece oğlu Zekeriya vardı.

Bediüzzaman tayy-i mekan ederek gelmişti. Ahmed Ağa'nın odasının eşiğinde, ellerindeki kelepçeyi ve ayaklarındaki zincirleri çözdü, içeri girdi:
"- Bu çıksın!" dedi,
Zekeriya'dan ötürü, "konuşacaklarım var..."
Ahmed Ağa:
"-Mahzuru yok gardaşım, yabancımız değildir, oda duysun ..." dedi.
Bediüzzaman:
"-Ahmed Ağa, üstada - Hızıra Aleyhisselam!a- söyle, tahammülüm kalmadı," dedi. Ahmed Ağa:
"-Olur, söyleyelim gardaşım Said" dedi.

Bediüzzaman tekrar anında kelepçeyi ellerine zincirleri ayaklarına takarak geri döndü.

Bir müddet sonra aynı şekilde Bediüzzaman yine geldi ve:
"-Söyledin mi Ahmed Ağa?... Ne oldu netice?", diye sordu.
Ahmed Ağa:
"- Söğledim gardaşım Said, söğledim" dedi.
Bediüzzaman:
"-Ne dedi Üstad? " diye sordu.
Ahmed Ağa:
"-Sabır!...dedi. Sabır sabır sabır!..."

Bediüzzaman bu cevabı alınca, bu defa kapıdan değil, pencereden çıkıp gitti. Yine elleri kelepçeli, ayakları zincirli idi.

Herkesin bir manevi vazifesi vardır. Bir gün Ladikli Ahmet Ağa hazretleri Sami Efendi'nin huzuruna gelmiş ve oradakilere seslenmiş. Siz bu zatın böyle oturduğuna bakmayın, o burada oturur, bizi koşturur her işe...

Rabbim cümlesinden razı olsun.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
@elcevaz13 çok kitaplar ismi yazmış. Ladikli Ahmet Ağa hazretleri ümmi idi ama istesem 124 bin peygamberin hayat hikayesini size anlatırım fakat siz tahammül edemezsiniz buyurmuş. Ledün ilmi çok başkadır. Ladikli Ahmet Ağa konuşmaya icazeti olanlardan idi. Yoksa neler neler vardır.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
asiye diye bir şakirtesi buna cübbe veriyor.cübbeye binbir seromoni uyduruyor.sen bu söylenenlere inanıyormusun?
Bu iddianıza göre haşa Üstad Hazretleri bir nevi kendini medhetmek için cübbe giyme olayını uydurmuş oluyor.
Üstadımız irtihal-i dar-ı beka ettiğine göre kendisinden nasıl hellallik isteyeceksiniz.Zira hem yalan isnadında hemde tefahur ve kendini takdis etme isnadında bulunuyorsunuz.Üstadımız bu isnadatlarınızdan beri ve müberradır.
 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
BEDİÜZZAMAN’IN İCAZETNAMELERİ

Bediüzzaman Hazretlerinin icazetnameleri konusunda ayrıntılı bilgi vermek gerekiyor. Evvela Bediüzzaman, iki ayrı üstdaddan icazet almış bulunmaktadır. Aldığı bu icazetnameler elimizde bulunmamaktadır. Ancak kendisinin kardeşi Abdülmecid Efendi’ye verdiği icazetnamede bu hususlar şüpheye yer bırakmayacak şekilde zikredilmektedir.

Bediüzzman aldığı icazetnameleri şöyle açıklamaktadır:

Üstadım ve Efendim Muhammed Celali (rahmetullahi aleyh) bana icazet vermiştir. (Üstad “Muhammed Celali Efendi’den aldığım icazetnameyi, Ruslara esir olduğum zaman zayi ettim” demektedir.)

O da kendi üstadı ve efendisi ilim ve irşadının faydası umumi olan ve kalbi selim sahibi Şeyh Seyyid Fehim (Arvasi) kuddise sirruh’tan icazet almıştır

O da kendi üstadı olan, devrinin alimlerinin üstünü ve asrının fuzalasından olan Şeyh Ubeydullah Şemdinani’den ders almıştır

Şeyh Ubeydullah Şemdinani ise, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifesi Şeyh Taha-yı Nehri’den (Bu zatı Hakkari Milletvekili olan Seyyid Taha ile karıştırmamak gerekmektedir) icazet almıştır

Onun ilim silsilesi ise, büyük alimler ve faziletli kimseler şeklinde ta İmam Gazali’ye kadar devam eder. İmam Gazali’ye ise hem zahir hem batın irşadlarda büyük ülema ve sadat-ı kiram tarafından icazet verilmiş. Bu silsile devam ede ede, ta on iki İmamdan biri olan İmam Cafer-i Sadık’a kadar gidiyor (Radiyallahu anhüm). O (İmam Cafer Sadık) ise, manen ve batınen Emirel Müminin İmam Ali bin Ebi Talib (R A)’den icazet almıştır

Bediüzzaman Hazretleri bundan sonra icazetinin ikinci kanalını şöyle belirtiyor:

Yine zamanın alimi ve asrının kandili olan Şeyh Fethullah Es-Siirdi bana icazet vermiştir. (Bu icazetnamenin Bediüzzaman’ında olduğu ve Isparta’da 1935 yılındaki baskında Savcılıkça el konulduğu anlaşılmaktadır). O ise, kendi babası Ömer es-Siirdi’den icazet almıştır

O ise, büyük dedesi Molla Halil Siirdi’den okumuştur Molla Halil’in icazet silsilesi ise gide gide ta meşhur allame Sadeddin-i Taftezani’ye ulaşıyor Sadeddin-i Taftezani’nin icazeti Fahreddin-i Razi’ye ulaşıyor. Bu silsile ise oradan Emirel Müminin İmam Ali bin Ebu Talib’e kadar gidiyor

BEDİÜZZAMAN’IN EZBERLEDİĞİ VE MEDRESELERDE OKUTULAN KİTAPLAR

Bediüzzaman’ın eşi ve benzeri görülmeyen hayatı boyunca en ciddi eğitimi, Hicri 1309 yılının kış aylarında gittiği Doğu Bayezid’ta gerçekleşmiştir. Miladi olarak 1891 yılının son ayları ile 1892 yılının ilk aylarını kapsayan üç aylık bu dönemde hocası, Şeyh Muhammed Celali Hazretleridir.

Medreselerin eğitim metoduna göre on beş senede okutulan Molla Cami’den sonraki tüm kitapları, o henüz on dört yaşında iken ders almış ve öğrenimini başarıyla tamamlamıştır. Bu gerçeği 1953 yılında yazdığı “Nur Aleminin Bir Anahtarı” isimli Risalesinde şöyle ifade eder:
“Manevi nurun -ilim suretinde- beşerin kafasında cilvesinin bir cüz'isi, tırnak kadar kuvve-i hafızaya malik bir adamın kafasında, doksan kitabın kelimatı yazılmış."

"Ve üç ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hafızasının sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Aynı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen manaları ve kelimeleri ve suretleri ve sesleri o tırnak kadar kuvve-i hafızanın sahifesinde istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütübhane kadar bütün mahfuzatının aynı şeylerini orada bütün istediklerini mevcud ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor.”

Şimdi Bediüzzman’ın ezberlediği 90 küsur kitabın listesini vermeye çalışalım:
I. Sarf (3 Kitap)
Kelime türemeleri ve fiil çekimleri konularını işleyen temel Arapça gramer biliminin adıdır.

II. Nahiv (13 Kitap)
Arapça dilbilgisinin ikinci kademesi olan cümle yapısı ve kuruluşu ile ilgili konuların anlatıldığı bir derstir.

III-V. Belağat (Meani, Beyan ve Bedi) (5 Kitap)
Bilim olarak düzgün ve yerinde konuşma sanatının kurallarını inceler. Kendi içinde Me̒ani, Beyan ve Bedi̒ olarak üçe ayrılır.

VI. Mantık (7 Kitap)

VII. Münazara (İlm-i Adabve’l-Münazara) (6 Kitap)
Münazara kelimesi Nazara kelimesinden türemiş olup delilleri ortaya koyarak düşünmeye ve gerçeği anlamaya sevk eden konuşma şeklinde tarif etmişlerdir.

VIII. Cedel İlmi (2 Kitap)
İlm-i Cedel, Latince "Dialectica" sözcüğünün karşılığıdır. Dialectica, terimi ise dia+legein yani dil ve nutuk, karşılıklı konuşma ve istidlal, yani delil getirerek karşıdakini susturma sanatı anlamına gelmektedir.

IX. Hikmet (Felsefe) (3 Kitap)
Felsefenin tarif ve mahiyeti, var olmaları bakımından varlıkların bilinmesidir.

X. İlm-i Vad (3 Kitap)
Lafızların ve kelimelerin nasıl ve ne hikmetle hangi manaya konduklarını yani lügat felsefesini araştıran bir ilim dalıdır.


XI. İlmü'l-Lüğah (2 Kitap)
Sözlük İlmi

XII. İlmü'l-Aruz = İlmü'l-Kafiye (3 Kitap)
Arap şiirindeki vezin ve kafiye ilmidir. Musiki ile de yakın alakası bulunmaktadır.

ULUM-I RİYAZİYE
Âlimlerin dikkatini kainat kitabını okumaya celbeden ilimlerdir.

XIII. Hendese (2 Kitap)
Geometri

XIV. İlm-i Hesab (2 Kitap)
Matematik

XV. İlm-i Hey’et (2 Kitap)
Astronomi

XVI. İlm-i Zic (İlm-i Mikat da denir) (1 Kitap)

Bu ilim, hey'et (astronomi) ilminin bir alt disiplinidir. Mevzuu; yıldızların hareketlerinin özellikle seyyarelerin ölçülerini, her birinin hareketlerini takvim ve tespit etmek, burçlara giriş ve çıkışları bilmeye çalışmaktır.Zic cetvel demektir.

XVII. Coğrafya (1 Kitap)


ULUM-I ALİYE = YÜKSEK İLİMLER = ŞERİ İLİMLER
Ulum-i Aliye bilgileri sekizdir. 1) Tefsir ilmi, 2) Usul-i Tefsir ilmi, 3) Kelam ilmi, 4) Usul-i hadis ilmi, 5) İlm-i hadis, 6) Usul-i fıkıh, 7) Fıkıh ilmi, 8) Tasavvuf ilmi.

XVIII. Tefsir ilmi (2 Kitap)

XIX. Usul-i Tefsir ilmi (1 Kitap)
Tefsir Metodoljisi Bilimi

XX. Kelam ilmi (7 Kitap)


XXI. Usul-i hadis ilmi (3 Kitap)
Hadi Metodolojisi Bilimi

XXII. Hadis ilmi (11 Kitap)

XXIII. Usul-i fıkıh (4 Kitap)
İslam Nazari Hukuku

XXIV. Fıkıh İlmi (6 Kitap)
İslam Hukuku

XXV. Tasavvuf İlmi (3 Kitap)

XXVI. Kıra’at ve Tecvid (2 Kitap)
Kur’an Okuma Metotları Bilimi

Toplam 90 (doksan) kitap.

http://depo.feyyaz.org/bediuzzamansaidnursi.org/bediuzzaman_ilmi-sahsiyeti-kitapcik.pdf


Aziz kardeşim çok şeyler yazıyorsunda hiç mantığa sığdıramıyoruz!

90 kusur kitab ezberleyen şahıs kuranı kerimi ezberlememiş..:agla:kuranı kerimde akusu bitti bu adımın ..hiç mantığa uyuyormu?

o kadar alim olsa ,kendi öğrencisini bir şakirtenin eski bir sandık çıkarttığı cübbe ve kulah hediye aldığında heyecanlanıp işte halidi bağdadinin bana gönderdiği cübbe deyip !alimliğini ilan etmesi çok garip değilmi?

600 sayfalık kuranı kerimi ezberlemek bukadar zormu?..Onada kılıfı bulmuş.çok hızlı ezberlerse ayıp olurmuş:p

80 vucud değiştiren said bu kadar kitabı ezberlerken Allahın kitabını hiç bir bedeninde ezberleyememişmi?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
''1950'li yıllarda Bediüzzaman Sâid Nursi ile tanışmış olduk. Üç sene kadar, zaman zaman hizmetinde bulundum. İstanbul'a geldikçe fakire haber gelirdi. Onun hâdimm, Konyalı Muhsin Bey vardı. Otelden alırdık, doğru surların dışına. 40 sene evvel ( 1950'li yıllar) surların dışı çok ıssız olurdu. Orada yere halı gibi bir şey sere ve üçümüz oturur sohbet ederdik. Böyle güzel güzel anlatırdı. Bazen çok yumuşak, bazen de celâllenirdi. Meşrebi öyleydi. Üstâzımız Sâmi Efendiye karşı çok da sevgisi vardı. Çok mücahid bir zattı.

Bediüzzaman Hazretlerini bir ara imtihana kalkmışlar, imtihan etmişler. Sabaha kadar cevap vermiş, yetiştirmiş. Sonra o bununla biraz mağrur olur gibi olmuş. Pîr-i Ekmel Es'ad Erbilî Efendimizin yanına dergâhâ gitmiş. 8-10 sual soracakmış. O'nun soracağı soruların hepsinin cevabını Es'ad Efendimiz o sormadan veriyorlar. <<Ben Kâdiri'den ders isterim>> diyor. Dersi alıyor ama fazla kalmıyor; bir iki ay kadar falan kalıyor. İçi heyecanlı. Ondan sonra çıkıyor. Uzun müddet de görüşmemişler. Sonra bir ara Draman'a gelmişler. Draman, Fâtih'in aşağısında bir semt. Muhterem Üstazımız Sâmi Efendinin haberi olmuş. Fakir de Üstazımızı aldım ziyaretine götürdüm. Draman'a. Neşelendiler, musâfaha ettiler uzun uzun. Uzun müddet de görüşmemişler siyaset itibariyle. Hatta orada şeker ikram etti Bediüzzaman Hazretleri. Muhterem Üstâzımız o şekeri aldı, fakire verdi. <<Bunu sonra Arafat'ta yeriz.>> dedi. Arafat'ta o şekerden birer tane verdi yedik. Yani çok muhabbeti vardı. Muhterem Üstâzımız herkesi severdi. Derece derecedir tabiî''

Mûsâ Efendi Hâzretleri Kuddise Sirrûh
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Aziz kardeşim çok şeyler yazıyorsunda hiç mantığa sığdıramıyoruz!

90 kusur kitab ezberleyen şahıs kuranı kerimi ezberlememiş..:agla:kuranı kerimde akusu bitti bu adımın ..hiç mantığa uyuyormu?

600 sayfalık kuranı kerimi ezberlemek bukadar zormu?..Onada kılıfı bulmuş.çok hızlı ezberlerse ayıp olurmuş:p

80 vucud değiştiren said bu kadar kitabı ezberlerken Allahın kitabını hiç bir bedeninde ezberleyememişmi?
Kuranı hıfzetmek faziletli olmakla birlikte bir emir değildir yani kimseyi Kuranı hıfzetmedi diye muaheze edemeyiz veya kınayamayız.Üstadımız Kuranın mühim bir kısmını hıfzetmiş kalanını ise hıfzedip etmediği Risale-i Nurlarda belirtilmemiş fakat bazı Ağabeyler hıfzettiğini iddia etmektedirler.Allah-u a'lem bi-s savab.
Molla Said, günde bir-iki cüz' okumak sûretiyle Kur'an'ı hıfza başladı. Her gün iki cüz ezber etmekle, Kur'ân'ın mühim bir kısmını hıfzına aldı; fakat, iki sünûhat ile, tekmili müyesser olmadı: Birincisi, Kur'an'ın çok süratle okunması bir hürmetsizlik olmasın diye; ikincisi, Kur'an hakâikının hıfzının daha ziyade lüzûmu var diye kalbine gelmiş. Onun için, Kur'an hakâikının anahtarı olacak ve şübehata karşı muhafaza ve mukâbele edecek hikmet ve fünûn-u İslamiyeye dair kırk risaleyi iki senede hıfzına aldı. Hergün bir parça ezberden okumak sûretiyle, hepsini üç ayda ancak devrediyordu.
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4122

 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
Kuranı hıfzetmek faziletli olmakla birlikte bir emir değildir yani kimseyi Kuranı hıfzetmedi diye muaheze edemeyiz veya kınayamayız.Üstadımız Kuranın mühim bir kısmını hıfzetmiş kalanını ise hıfzedip etmediği Risale-i Nurlarda belirtilmemiş fakat bazı Ağabeyler hıfzettiğini iddia etmektedirler.Allah-u a'lem bi-s savab.
Molla Said, günde bir-iki cüz' okumak sûretiyle Kur'an'ı hıfza başladı. Her gün iki cüz ezber etmekle, Kur'ân'ın mühim bir kısmını hıfzına aldı; fakat, iki sünûhat ile, tekmili müyesser olmadı: Birincisi, Kur'an'ın çok süratle okunması bir hürmetsizlik olmasın diye; ikincisi, Kur'an hakâikının hıfzının daha ziyade lüzûmu var diye kalbine gelmiş. Onun için, Kur'an hakâikının anahtarı olacak ve şübehata karşı muhafaza ve mukâbele edecek hikmet ve fünûn-u İslamiyeye dair kırk risaleyi iki senede hıfzına aldı. Hergün bir parça ezberden okumak sûretiyle, hepsini üç ayda ancak devrediyordu.
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4122


yazdığına kendin inandınmı?
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
o kadar alim olsa ,kendi öğrencisini bir şakirtenin eski bir sandık çıkarttığı cübbe ve kulah hediye aldığında heyecanlanıp işte halidi bağdadinin bana gönderdiği cübbe deyip !alimliğini ilan etmesi çok garip değilmi?
Üstadın bu cübbe meselesinde kendisinin ilmi kifayetini göstermek için bir delil olarak kullandığını iddia etmek Üstadı tanıyamamanın bir eseridir.Zira Üstad asla kendi zatını övmemiştir ve talebelerinden de kendini medhedenleri takbih eyleyip tekdir etmiştir.Hatta talebeleri Üstadımızdan azar işitmemek için çoğu zaman Üstadımız yerine Risale-i Nurları sena etmişlerdir.Bu cübbe meselesi ise Üstadımız şahsını değil Risale-i Nurları nazar-ı dikkate alarak ve bu asar-ı bergüzidenin hakkaniyetine ve kifayetine bir emare olarak tabir eylemiştir.Buna bir misal olarak okuyabilirsiniz:
Celcelûtiye, Süryânice bedî' demektir ve bedî' mânâsındadır. İbâreleri bedî' olan Risâle-i Nur, Celcelûtiye'de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhâtı göründüğünden, kasîdenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyâkatim olmadığı halde bana verilen "Bediüzzaman" lâkâbı, benim değildi, belki Risâle-i Nur'un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümânına âriyeten ve emâneten takılmış. Şimdi o emânet isim, hakîki sahibine iâde edilmiş. Demek, Süryânice bedî' mânâsında ve kasîdede tekerrürüne binâen, kasîdeye verilenCelcelûtiye ismi işâr"ı bir tarzda, bid'at zamanında çıkan Bediü'l-Beyân ve Bediü'z-Zaman olan Risâle-i Nur'un hem ibâre, hem mânâ, hem isim noktalarıyla bedîliğine münâsebettarlığı ihsâs etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmâsında, Risâle-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1153

b913.gif
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
yazdığına kendin inandınmı?
Elbette inanıyorum.Bunu tavzih eden Üstadımızın başka bir beyanı:
Şu Mebhas, bana daimî hizmet edenlerin, ahlâkımda gördükleri acip ihtilâftan gelen hayretlerine karşı, hem iki talebemin benim hakkımda haddimden fazla hüsnüzanlarını tâdil etmek için yazılmıştır.Ben görüyorum ki: Kur'ân-ı Hakîmin hakaikine ait bazı kemâlât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünkü, mehazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor, onunla ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o mehazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur. Bu sır içindir ki, bana karşı haddimden çok fazla teveccüh gösteren kardeşlerime bir hakikati beyan edeceğim. Şöyle ki:Bir insanın müteaddit şahsiyeti olabilir. O şahsiyetler ayrı ayrı ahlâkı gösteriyorlar. Meselâ, büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki, vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor. Meselâ, her ziyaretçi için tevazu göstermek tezellüldür, makamı tenzildir. Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu etse iyidir. Az bir vakar gösterse, tekebbür olur. Ve hâkezâ...Demek bir insanın, vazifesi itibarıyla bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyetiyle çok noktalarda muhalif düşer. Eğer o vazife sahibi o vazifeye hakikî lâyıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur. Eğer müstaid değilse, meselâ bir nefer bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, âdi, küçük hasletleri, makamın iktiza ettiği âli, yüksek ahlâkla kabil-i telif olamıyor.İşte, bu biçare kardeşinizde üç şahsiyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.
* Birincisi: Kur'ân-ı Hakîmin hazine-i âlisinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'ân'a ait bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil; ben sahip değilim. Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamındır.
* İkinci şahsiyet: Ubudiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubudiyetin esası olan "kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek" noktalarından geliyor ki, o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim.
Üçüncüsü: Hakikî şahsiyetim, yani Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var ki, o da Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlardır. Bazen riyâya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem, asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde bir iktisat ile, düşkün ve pest ahlâklar görünüyor.Ey kardeşler! Sizi bütün bütün kaçırmamak için, bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemeyeceğim. İşte, kardeşlerim, ben müstaid ve makam sahibi olmadığım için, şu şahsiyetim, dellâllık ve ubudiyet vazifelerindeki ahlâktan ve âsârdan çok uzaktır.Hem
b695.gif
-1- kaidesince, Cenâb-ı Hak, merhametkârâne, kudretini benim hakkımda böyle göstermiş ki, en ednâ bir nefer gibi bu şahsiyetimi, en âlâ bir makam-ı müşiriyet hükmünde olan hizmet-i esrar-ı Kur'âniyede istihdam ediyor. Yüz binler şükür olsun! Nefis cümleden süflî, vazife cümleden âlâ.

b696.gif

1- Allah vergisi için kabiliyet şart değildir.
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1011
 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
@elcevaz bak sana alihaydar efendininin hayatından son anı anlatan bir gerçek;


Bu beraattan sonra Ali Haydar Efendi bir sessizliğe bürünmüş, daha çok has dairede irşad ve sohbet faaliyetinde bulunmuştur. Bunu pasiflik olarak değil "aktif sabır" olarak almak daha uygun olacaktır. Ve "ircii" emrine inkiyaden arkasında binlerce mahzun gönül bırakarak 1 Ağustos 1960'da Rahmet-i Rahmana vâsıl oldu. Cenaze namazını çok sevdiği Merhum Ramazanoğlu Sami Efendi, Yavuz Selim camiinde kıldırmıştır. Kabri Edirnekapı Sakızağacıkabristanındadır. Allah (cc) Rahmet eylesin.

şimdi ismailağa sormak lazım,murat edilen mahmut efendiye icazet vermek için taaaa bilmem nerelere gelen ve mahmut efendiye seçilmiş olarak icazet verdiği söylenen ali haydar efendinin cenazesini kıldırma şerefini dahi kıldırmıyor.etrafda adı bile zikredilmiyor.

şimdi mahmut efendinin alihaydar efendiden icazet aldığı bir yalan olmuyormu?
 

efonaltı

Kısıtlı Erişim
Katılım
13 May 2015
Mesajlar
703
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
44
Konum
almanya
Bunları neden tartışıyoruz?

Alim diye alim gibi yutturulanların peşine gidiyoruz.

Ufak bir fikir yürtmeyle bir sonuç berrak bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.

Para kazanma yollarının ,şeytanı bile ininden çıkaracak seviylere ulaştığı bu dönemde ,dini akımlara iman etmeyelim.yargılayalım.sakala cubbeye teslim olmayalım.menkıbelere ,hıkayelere kanmayalım.

Her ne kadar cemaat lideri olsalarda alim gibi gözükmüyorlar.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
@elcevaz bak sana alihaydar efendininin hayatından son anı anlatan bir gerçek;


Bu beraattan sonra Ali Haydar Efendi bir sessizliğe bürünmüş, daha çok has dairede irşad ve sohbet faaliyetinde bulunmuştur. Bunu pasiflik olarak değil "aktif sabır" olarak almak daha uygun olacaktır. Ve "ircii" emrine inkiyaden arkasında binlerce mahzun gönül bırakarak 1 Ağustos 1960'da Rahmet-i Rahmana vâsıl oldu. Cenaze namazını çok sevdiği Merhum Ramazanoğlu Sami Efendi, Yavuz Selim camiinde kıldırmıştır. Kabri Edirnekapı Sakızağacıkabristanındadır. Allah (cc) Rahmet eylesin.

şimdi ismailağa sormak lazım,murat edilen mahmut efendiye icazet vermek için taaaa bilmem nerelere gelen ve mahmut efendiye seçilmiş olarak icazet verdiği söylenen ali haydar efendinin cenazesini kıldırma şerefini dahi kıldırmıyor.etrafda adı bile zikredilmiyor.

şimdi mahmut efendinin alihaydar efendiden icazet aldığı bir yalan olmuyormu?
Mahmut Efendi Hazretleri hakkında ki iddialara cevab vermek haddim değil zira o mübareğin müridleri varken bize birşey düşmez amma sizin iddianıza verdikleri bir cevabı paylaşabilirim:
Efendi Hazretlerimizin doğumundan şu yaşına gelinceye kadar hiçbir eksiklik, şeriatsızlık ve taviz bulamayan tarikat düşmanları ve (bazı çekemeyen unsurlar) Efendi Hazretlerimizin icazetinin olup olmadığını soruyorlar.
“Mahmud Efendi’nin, şeyhinden yazılı bir icazeti neden yok?” diyorlar. Bunlara bir belge çıkarsak sanki hemen tabi olacaklar da, bize icazet soruyorlar. Tarih ilminden haberi olmayan bu cahillere, insanların arasına fitne tohumu ekmeye çalışanlara karşı bu soruya cevap vereceğiz…
İCAZET NE İŞE YARAR?
Osmanlı zamanında dergâhlar Devlet tarafından tanınıyor hatta şeyhlere ve o dergaha bağlı dervişlere bazı imtiyazlar sağlanıyordu.

Osmanlı, bu genişliğin suistimal edilmemesi, sahte şeyhlere fırsat vermemek, bu müesseseyi korumak için icazetname şartı koşuyor, mürşidin, yetiştirdiği her hangi talebesine verdiği icazet Osmanlı Devleti’nde resmi olarak tanınıyordu.
MAHMUD EFENDİ HAZRETLERİ’NİNİ İCAZETİ
Mahmud Efendi (Kuddise Sirrahu)’nun şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri vefat ettiğinde ise tarih 1960 yılıdır.

1960 yılı nedir biliyor musun? Bilmezsen böyle cahil cahil konuşursun..
1960 şu demektir:
Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuş, kılık kıyafet kanunu ile Peygamberin sünneti yasaklanmış, “bu ülke şeyhler ve dervişler ülkesi olamaz” denilmiş, tekke ve zaviyeler kapatılmış, camiler ahıra çevrilmiş, , nice başlar kılıçtan geçmiş vs…

Liste uzayıp gidiyor…
Şimdi ey akıl ve izan sahibi insan bir düşün… Böyle bir devlette icazet belgesi versen ne olur, vermesen ne olur.
Başta dediğimiz gibi icazet belgesi insanların kime tabi olacağını bilmesi için değil Osmanlı Devletinin tanıması için yasal bir gereklilik idi.
Türkiye cumhuriyetinde icazet belgesine gerek olmadığından Ali Haydar Efendi ve o zamanın bir çok şeyhi böyle bir şeyi lüzumlu görmemiştir.
Mesela aynı şekilde Peygamber efendimiz soyundan gelenlerinde belgeleri bulunur ve zamanın Padişahı tarafından mühürlenirdi. Hatta Peygamber soyundan gelenlerin yeşil sarık sarmaları ile toplumda tanınarak kendilerine vaki olacak edepsizliğin önüne geçilmesi bile hedeflenmişti. Osmanlı’nın yıkılmasıyla bütün bunlar ortadan kalkmış oldu.
EFENDİ HAZRETLERİNİN AYAĞINA GELDİ
Bildiğiniz gibi bir mürid (isteyen) kullar vardır, birde murad (istenen) kullar vardır. Dikkat ederseniz Mahmud Efendi Hazretleri, Ali Haydar Efendiyi aramak için hiçbir çaba sarfetmemiş, bilakis Ali Haydar Efendi onu almak için ayağına gelmiştir.
Ali Haydar Efendi’nin kırk sene evvel vefat etmiş olup Bandırma’da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri bir gece İstanbul’daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne mânevî yolla zuhur edip, o günlerde orada askerde bulunan Mahmud Efendi’yi takdim ederek: “Bandırma’ya hemen gel ve buradaki emaneti al”diye emir buyurmuş.
Bunun üzerine Ali Haydar Efendi derhal Bandırma’ya gidip Tekke Câmii’ne varmış ve yanında bulunan müridlerine: “Burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin”buyurmuş. Bu emir üzerine Bandırma’da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.
Bundan sonrasını Mahmud Efendi Hazretleri şöyle anlatır: “Küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir Allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. Bandırma’da acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. Orada Halil Efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. Bir keresinde ona: ‘Buralarda şeyh yok mu?’ diye sordum. O da bana Ali Rıza Bezzaz Efendi Hazretleri’nin kabrini göstererek: ‘Bu zatın halîfesi var, lakin O da İstanbul’da’ dedi.
Bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. O’nun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, ‘Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gidebilirim?’ diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim O zata doğru aktı. Artık daima O’nu düşünür oldum.
Bir gün Bandırma’da deniz kenarındaki Haydar Çavuş Câmii’nde cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. Bana padişah gibi heybetli geldi. O zatın kim olduğunu sorduğumda bana: ‘İşte O zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleri’dir’ dediler.
Çok sevindim ve O’nunla görüşmek istedim. Fakat yakınları temkinli davranıp bana: ‘Zaman çok kötü, bu zat takipte. Gece gelirsen görüşürsün’ dediler. Gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. Kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: ‘İşte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur’ dedi. Böylece görüşüp tanıştık, Beni Kendisine mânen Şeyhi’nin teslim ettiğini bildirdi ve Kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da O’nu hiç bırakmadım.”
Bu hadiseyi Ali Haydar Efendi’nin müritleri de teyit etmişlerdir.

Dolayısıyla daha mürid oluşu bile vefat eden meşayıh tarafından müjdelenmesi ve Şeyhinin ayağına gönderilmesi, Ali Haydar Efendinin daha hayattayken mevcut olan beyanları ve vefat ettikten sonra ihvanların hemen hepsinin gördükleri Efendi Hazretleri’ne tabi olmalarını işaret eden rüyalar, Mahmud Efendi Hazretleri’nin halifeliğini değil büyük bir Allah dostu olduğunu, zamanın bulunmaz büyüklerinden olduğunu da isbat etmektedir.
Allah’u Teala bizlere buldurdu, kıymetini bilmeyi nasip eylesin..

www.ismailaga.info
http://www.ihvanlar.net/2012/07/14/mahmud-efendi-hazretlerinin-icazet-belgesi/
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Bunları neden tartışıyoruz?

Alim diye alim gibi yutturulanların peşine gidiyoruz.

Ufak bir fikir yürtmeyle bir sonuç berrak bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.

Para kazanma yollarının ,şeytanı bile ininden çıkaracak seviylere ulaştığı bu dönemde ,dini akımlara iman etmeyelim.yargılayalım.sakala cubbeye teslim olmayalım.menkıbelere ,hıkayelere kanmayalım.

Her ne kadar cemaat lideri olsalarda alim gibi gözükmüyorlar.
Bu zamanda fikirler dağınık yalanlar doğruların içine sızmış bir vaziyette ve ortalıkta bin türlü iftira ve gıybet dolaşmakta iken bazı kafası karışık safderun eşhas alimler hakkında isabetsiz fikirlerle meydana çıkmaktadırlar malumunuz olduğu üzere.Halbuki kimin alim kimin düzenbaz olduğunu gösterecek ölçüleri Kuran ve Hadisten bularak ve tahkik edilen zatın ilmine ve ilmiyle amil olup olmadığına bakarak karar verebiliriz.Yoksa piyasada dolaşan zırva niteliğindeki uydurma bilgileri kendimize mihenk kabul edersek elmasla kömürü dahi birbirinden tefrik edemeyecek derekeye düşeriz.
 
Üst