Şahİtlİk Ederİz Kİ…

dilhuba

Profesör
Katılım
27 Eki 2006
Mesajlar
2,630
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Konum
Manisa
Web sitesi
mustafababuroglu.sitemynet.com
Bilerek, bilmeyerek Kalû Belâ‘da verdiğimiz sözü arıyoruz.

"Kalû Belâ‘dan beri müslümanız elhamdülillah." diyoruz. Sözümüzü, müslümanlığımızı arıyoruz.

Kimimiz tam dudaklarına gelmişken susturuyor dilini, yanıp kavruluyor da, itiyor suyu.

Kimimizin dili dönmese gönlü konuşuyor da "Evet!" diyor, "Rabbimizsin..."

Dünyada tüm nasiplerden öte bir nasibimiz var.


Sözün nasibi o, gönlün nasibi o, elin ayağın nasibi o: "Rabbimizsin."

Toprakla, havayla, suyla, alıp verdiğimiz her nefesle buyurun bir dahi, "Rabbimizsin!" diyelim ki alalım kâmımızı, kalmasın gözümüz gönlümüz arkada...

"Affeder mi, Affetmez mi?"

Ah Uhud! Yiğit Hamza nerelerde?

Efendim‘in gözyaşları nerelerde? O çetin gün nerelerde?

Üzülüyordu Efendimiz s.a.v., yanıyordu Hz. Hamza için...

Fakat davası vardı; uğruna amcadan geçilir, Mekke‘den geçilir, güneşten, aydan geçilirdi.

Ve geçti acısından Efendimiz, amcasının katili Vahşi‘ye vardı, onu İslâm‘a davet etti. Vahşi şöyle dedi:

- Ey Muhammedi Beni nasıl İslâm‘a çağırıyorsun? Adam öldürenin, şirk koşanın azaba uğrayacağını, o azap içinde hor ve hakir olarak kalacağını söyleyen sen değil misin? Ben bunların hepsini yaptım. Benim için bir çıkış yolu mu var ki?

Vahşi‘nin bu sözleri üzerine şu ayet nazil oldu:

"Tövbe ve iman edip salih ameller işleyenlerin Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir." (Furkan, 70)

Bu ayet üzerine Vahşi dedi ki:

- Ey Muhammed, salih ameller işleme şartı çok ağır. Belki ben iyi ameller yapacak gücü kendimde bulamam.

Bunun üzerine bu kez şu ayet nazil oldu:

"Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ondan başka dilediği kimseleri bağışlar..." (Nisa, 48)

Vahşi hâlâ korkuyordu, dedi ki:

- Anladığıma göre bu bağışlama isteğe bağlı. Bilemiyorum ki, bu günahlarımla Allah beni affeder mi, affetmez mi?

Ve bu samimi itiraflara bir cevap geldi. Rabbimiz hepimiz için bir cevap gönderdi:

"Ey günah işlemekte haddi aşarak nefislerine karşı cinayet işlemiş kullarım! Allah‘ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Çünkü o çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Zü-mer, 53)

Vahşi Allah‘ın büyüklüğü karşısında boynunu büktü. Hamza‘yı düşündü, isyanla geçen yıllarını, boynunu büktü. Ve teslim oldu, müslüman oldu. Sahabiler şöyle dediler:

- Ey Allah Rasulü, biz de Vahşi‘nin yaptıklarını yaptık. Bu müjdeden biz de nasiplenecek miyiz?

Efendimiz s.a.v. buyurdu:

- Evet, bu tövbe eden herkes içindir.

Bilemediler, Hayat Ne?

Efendimiz s.a.v., yurdu Mekke‘de kendi insanlarından gördüğü isyanlar ve haksızlıklardan pek müteessirdi. Taif halkını İslâm‘a davet etmek istedi. Zeyd b. Harise r.a. ile yürüye yürüye Taife gitti. İnsanları Hakk‘a, hakikate, gerçeğe, ışığa çağırdı çağırdı... Fakat nasipsizdi Taif:

- Allah, peygamber olarak gönderecek başka kimse bulamadı mı, dediler.

- Allah seni peygamber olarak gönderdi ise Kabe‘nin örtülerini yırtarım, dediler.

Bununla kalmadı Taif, Allah‘ın Elçisi‘ni, Alemlerin Övüncü‘nü taşa tuttular. Öyle ki, mübarek ayakları kanadı.

Bilemedi Taifliler kimdi taşa tuttukları? Nasiplerini taşa tuttuklarını, asıl kendi gönüllerinin yandığını bilemediler.

Bir gün Ebu Berâ r.a., Allah Rasulü s.a.v.‘dan Kilab kabilesine İslâm‘ı anlatmak için birkaç kişi göndermesini istedi. Efendimiz s.a.v. "Ben dostlarımın hayatından mesulüm." diyerek teminat istedi. Verilen teminat üzere yetmiş kişiyi irşad ve dini öğretmek için Kilab kabilesine gönderdi. Bu yetmiş kişi Suffe Ashabı‘ndan idi. Geçimlerini odun satarak sağlar, sürekli Efendimiz s.a.v.‘den ilim tahsil ederlerdi.

Maune Kuyusu‘na vardıklarında, aralarından Haram ibn Milhan r.a. arkadaşlarına şöyle dedi:

- Önce ben yanlarına bir varayım. Eğer onlar bana Nebi‘den aldığımız emri kendilerine tebliğ edinceye kadar aman verirlerse ne alâ, vermezler de ihanet ederlerse, zaten siz uzakta değilsiniz.
 

dilhuba

Profesör
Katılım
27 Eki 2006
Mesajlar
2,630
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Konum
Manisa
Web sitesi
mustafababuroglu.sitemynet.com
Şahİtlİk Ederİz Kİ… 2

Haram ibn Milhan r.a. ilerledi. Kendisine izin verdiler. O da aldığı emirleri tebliğ ediyordu ki, arkasından mızraklayıverdiler. Öyle ki mızrak göğsünden çıkmıştı.

Bu darbe üzerine Haram ibn Milhan göğsünden fışkıran kanlara ellerini bulayıp yüzüne ve başına sürerek:

- Allahu Ekber! Kabe‘nin Rabbine yemin ederim ki ben kazandım, dedi ve ruhunu teslim etti.


Sonra Kilaboğulları diğer sahabilere döndü ve Ümeyye r.a. hariç, hepsini katlettiler. Onu da köle azat etmek için verdikleri bir söze binaen serbest bırakmışlardı.

Bu faciayı Rasul-i Ekrem s.a.v.‘e Cebrail a.s. haber verdi. Allah‘ın Rasulü çok üzülmüştü. Öyle ki hiçbir hadise O‘nu bu kadar üzmemişti. O şehitler İslâm öğreticileri idiler, irşad ehli idiler, hayat sunmaya gidiyorlardı.

Sonra Cebrail a.s.‘in bir müjdesi gönülleri ferahlatıyordu: "Kafiledeki bütün arkadaşların Rablerine kavuştu. Allah onlardan razı oldu, onları da razı etti."

Ashab-ı Kiram bu vahyi şöyle okurlardı:

Biz şehitleri Peygamberimiz‘e ve kavmimize haber verin.

Biz Rabbimiz‘e kavuştuk.

O bizden razı oldu, bizleri de hoşnut eyledi.

Yine Adal ve Kara kabileleri de adamlar göndererek müslüman olduklarını ve kendilerine İslâm‘ı anlatacak mürşidlere ihtiyaç duyduklarını söylediler. Rasul-i Ekrem s.a.v. de onlara on kişi gönderdi. Fakat bu münafıklar başka kabilelere de haber vererek, iki yüz askerle bu on İslâm mürşidinin yolunu kesti. Sekiz kişi şehit oldu. Hubeyb r.a. ile Zeyd r.a. ise yakalandılar

Hubeyb r.a. öldürüleceği zaman müsaade isteyerek iki rekât namaz kıldı. Ardından şu beyitleri okudu:

Ben, Allah yolunda müslüman olarak öldürülürken Canıma nasıl kıyılacağına ehemmiyet vermem Benim ölümüm Hak Tealâ uğrunadır Ve o dilerse benim tarumar olan vücudumu

mübarek kılar.

Zeyd r.a. öldürüleceği zaman Kureyş‘in bütün ileri gelenleri davet edilmişti. Ebu Süfyan Zeyd r.a.‘a:

- Doğrusunu söyle, şimdi senin yerinde Muhammed olsun ve o öldürülsün istemez miydin, dedi. Zeyd r.a.:

- Hayatım pahasına da olsa Rasulullah‘ın ayağına bir diken batmasını istemem, karşılığını verdi.

Ve Zeyd r.a. da şehit olmuştu. Onlar, "Keşke dünyaya bir daha, bir daha dönsek de, yine Allah yolunda öldürülsek.." deme şerefine nail olurken, diğerleri nasip-sizlikleriyle, ölü canlarıyla baş başa kalıyorlardı.

Asıl, Hekim Şifasını Arıyor

Efendimiz s.a.v.‘in risaletinden önceki zamanlarından Dammad isimli bir dostu vardı. Bu kişi hekim ve kabile reisi idi. Dammad Mekke‘ye geldiği zaman ona eski arkadaşı Muhammed s.a.v.‘in deli olduğunu söylediler. O da hemen gitti, O‘nu tedavi etmek istedi. Efendimiz s.a.v. şöyle dedi:

- Hamd olsun Allah‘a! O‘na hamd eder ve O‘ndan yardım dileriz. O‘nun doğru yola ilettiğini kimse şaşırtamaz ve O‘nun dalâlete sürüklediğini kimse irşad edemez. Allah‘tan başka bir mabud olmadığına ve Muham-med‘in O‘nun Rasulü olduğuna şahadet ederim.

Dammad bu sözlerden oldukça etkilendi ve tekrarlanmasını istedi. Bir daha dinledi, sonra bir daha... Ve şöyle dedi:

- Ben kâhinleri söz söylerken, büyücüleri efsunlarını okurken ve şairleri şiirlerini dinletirken dinledim. Fakat bu sözlere benzeyeni duymadım. Bu sözler, bütün o sözlerden üstündür. Bu sözler denizleri coşturacak sözlerdir. Bana elini ver, sana biat edeyim.

Ateş Düşmeyegörsün

Ebu Zer r.a. Gifar kabilesindendi. Eskiden beri putlarla başı hoş değildi. Arıyordu. Nihayet Efendimiz s.a.v.‘i haber aldı. Bir tulum su ve biraz yiyecek alarak yollara düştü. Mekke‘ye vardı. Baktı ki önüne çıkan herkesten onu soramayacak, şehirde bir süre öylesine dolaştı durdu. Sonra Hz. Ali r.a.‘a rastladı. Hz. Ali onu evine davet etti.

Ebu Zer, Hz. Ali r.a.‘in evinde üç gün misafir oldu. Fakat, "Ben onu arıyorum." diyemedi.

Sonunda Hz. Ali r.a. ona Mekke‘ye niçin geldiğini sordu. O da seyahatinin sebebini gizlice anlatarak:

- Lütfen, dedi, lütfen bana engel olma!

Hz. Ali tebessüm etti ve onu Rasulullah s.a.v.‘e getirdi. İşte oradaydı, işte karşısındaydı, anlatıyordu.

Efendimiz s.a.v. biatından sonra Ebu Zer r.a.‘a:

- Evine git ve bekle, buyurdu.

Fakat Ebu Zer r.a.‘m gönlüne ateş düşmüştü bir kere, duramıyordu, koştu Kabe‘ye gitti. Bağıra bağıra şahadet getirdi. Etraftakiler toplanıp taşladılar. Hz. Ab-bas r.a. müdahale ederek onu kurtardı. Ertesi gün Ebu Zer r.a. yine Kabe‘ye koştu, yine yüksek sesle şahadet getirdi. Müşrikler yine hücum etti, Abbas r.a. onu yine kurtardı.

Sonra Ebu Zer r.a. memleketine döndü, kabilesini İslâm‘a davet etti. Onlar da bu davete uydular. Ardından komşu kabile Eşlem de İslâm ile şereflendi. Bu kabileler eşkıyalık yapardı ve İslâm‘ın bu gibi hareketleri şiddetle yasakladığını biliyorlardı.
 

dilhuba

Profesör
Katılım
27 Eki 2006
Mesajlar
2,630
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Konum
Manisa
Web sitesi
mustafababuroglu.sitemynet.com
Şahİtlİk Ederİz Kİ… 3



Herkes Nasibiyle

Allah Rasulü s.a.v. Medine‘deydi.

Günlerdir gözü yollarda kalan Medine şimdi O‘nu ağırlayabüme telaş nidaydı.

Allah Rasulü s.a.v. Ebu Eyyüb el-Ensarî‘nin evindeydi ve ziyaret kabul ediyordu. Medine yahudilerinin tanınmışlarından Abdullah ibn Selam da ziyaretçilerdendi.

Nebi s.a.v.‘e Tevrat‘tan bazı sualler sordu. Bu suallere ancak hak peygamber cevap verebilir, diye düşünüyordu.


Cebrail a.s.‘ın talimi ile Nebi s.a.v. bu soruları cevapladı. Abdullah ibn Selam:

- Allah‘a yemin ederim ki, sen hak peygambersin, dedi ve Kelime-i Şahadet getirerek müslüman oldu. Sonra şöyle dedi:

- Ey Allah‘ın Rasulü! Yahudiler iftiracı, yalancı kimselerdir. Yarın benim müslüman olduğumu duyunca türlü yalanlar uydurup iftirada bulunabilirler. Müslüman olduğum duyulmazdan evvel beni onlardan sorup, aralarındaki yerimi tasdik ettirseniz...

Allah Rasulü s.a.v. onu bir tarafa gizleyip yahudi-lere seslendi:

- Ey yahudi topluluğu! Siz pek iyi bilirsiniz ki, ben Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Hak dinle geldim, müslüman olun!

Onlar üç kere şöyle dediler:

- Biz senin gibi bir peygamber tanımıyoruz. Hz. Peygamber s.a.v.:

- İçinizde Abdullah ibn Selam adında birisi var, peki o nasıl biridir, diye sordu. Onlar:

- O bizim hayırlı oğlu hayırlımızdır. Kendisi de babası da en faziletlimiz, en alimimizdir, dediler.

Allah Rasulü s.a.v.:

- O müslüman olursa siz ne dersiniz, dedi. Onlar yine üç kez şöyle dediler:

- Asla! O hiçbir vakit müslüman olmaz!

Allah Rasulü s.a.v. İbn Selam‘ı çağırdı. O da saklı olduğu yerden geldi ve yüksek sesle şahadet getirdi. Yahudiler şaşırmışlardı. Az önce söylediklerini yalanladılar:

- Yalan söylüyorsun! Sen şerli oğlu şerlimizsin! Herkes nasibiyle ya da nasipsizliğiyle kalıyor. Bir yahudi olarak doğru yerde bulunan, nihayetinde doğru yola revan oluyor.

Gönlünden Nereye Kaçarsın?

Mekke fetholunmuştu. Ebu Cehil‘in gelini Ümmü Hakim müslüman oldu, oğlu İkrime de Yemen‘e kaçtı. Ümmü Hakim r.a. Efendimiz s.a.v.‘e geldi:

- Ey Allah‘ın Rasulü, İkrime kendisini öldüreceğinizden korktu ve kaçtı. Hayatı için güvence verseniz de gelse...

Efendimiz güvence verdi, Ümmü Hakim kölesiy-le birlikte İkrime‘yi aramaya başladı ve Tihame sahillerinde bir yerde ona yetişti. Gemici İkrime‘ye, "Kurtul!" diyordu. İkrime anlamadı. Gemici:

- Allah‘tan başka ilâh olmadığını söyle, dedi. İkrime:

- Ben bunu söylememek için kaçtım, diyerek gemiden indi. Hanımını gördü. Hanımı:

- Ey İkrime, insanların en vefalısının, en iyisinin, en hayırlısının yanından geliyorum, kendini helak etme. O, canın için güvence verdi, dedi.

Bunun üzerine birlikte geri döndüler. İkrime henüz müslüman olmamıştı. Mekke‘ye yaklaştıklarında Peygamberimiz s.a.v. sahabelerine:

- Ebu Cehil‘in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak size geliyor. Babası hakkında fena konuşmayın.

Çünkü ölüye sövmek hayatta bulunanı incitir, ölüye erişmez, buyurdular.

Efendimiz s.a.v. İkrime‘yi görünce sevincinden ayağa kalkıp ona doğru yöneldi. İkrime sordu:

- Neye davet ediyorsun ey Muhammed? Efendimiz s.a.v.:

- Seni, Allah‘tan başka ilâh olmadığına, benim Allah‘ın peygamberi olduğuma inanmaya çağırıyorum, dedi. İkrime:

- Vallahi, sen pek güzel, pek hoş bir şeye çağırdın. Yemin ederim ki sen bu davetini yapmadan önce de içimizde en doğru sözlü, en çok iyilikseverimizdin, dedi ve şahadet getirdi. Sonra:

- Ey Allah‘ın Rasulü, bana daima söyleyeceğim hayırlı bir şey söyle, dedi. Efendimiz s.a.v. buyurdu:

- Allah‘tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah‘ın kulu ve Rasulü olduğuma şahadet getir.

- Başka ne söyleyeyim?

- Allah‘ı ve burada bulananları şahit tutuyorum ki, ben müslümanım, mücahidim, muhacirim de...

Bugün Ne Oldu ?

O ne büyük nefretti ki hasmın ölmesi yetmiyordu.

Hasmın ciğerlerini sökecek, burnunu, kulaklarını kesip boynuna kolye yapacak denli büyüktü Hind‘in nefreti.

Bugün ne olmuştu? Neredeydi o öfke, o nefret?

O kalp nasıl da yumuşamıştı?

Mekke fethedildi. Putlar devrildi, sular yönünü buldu. Kalplerdeki putlar da birer birer yıkılıyor, katı yürekler yumuşuyor, nefisler dize geliyordu. Geliyordu öbek öbek insanlar, diz çöküp Rasulullah s.a.v.‘in önünde biat ediyorlardı.

Onlardan biri de Hind idi. Geldi, diz çöktü, biat etti: "Allah‘a ortak koşmayacağına, hırsızlık yapmayacağına, çocuklarını öldürmeyeceğine..."

Ebu Süfyan soruyordu:

- Sen daha dün bu sözleri yalanlamıştın. Bugün ne oldu?

Hind cevap veriyordu:

- Ben bugüne kadar Kabe‘de Allah‘a böylesine hakkıyla ibadet edildiğini görmedim. Bu gece oradakiler namaz kılarak sabahladılar.

Hind müslüman olduktan sonra geçmişini telafi etmek için İslâm‘ı çok güzel yaşadı. Rasulullah s.a.v.‘i gördükçe Hz. Hamza‘ya yaptıklarından utanırdı. Yer-mük Harbi‘ne eşi Ebu Süfyan ile katıldı. Bu kez Uhud‘un aksine müslümanlar safındaydı ve etrafındaki-leri Rumlara karşı savaşmak için teşvik ediyordu.

Hayatımızın Nasibi

Bir gün Muaz ibn Cebel r.a. Nebi s.a.v.‘in bindiği deveyi çekiyordu. Nebi s.a.v. ona seslendi.

- Muaz!

Muaz cevap verdi:

- Emir buyurunuz ey Allah‘ın Rasulü! Emrinize itaate, hizmetinizi yerine getirmeye bütün mevcudiyetimle hazırım, dedi. Hz. Peygamber s.a.v. tekrar seslendi:

- Muaz!

Muaz r.a. Efendimiz‘i yine aynı şekilde cevapladı ve bu hal üç kez vuku buldu. Üçüncüde Efendimiz s.a.v. şöyle dedi:

- Hiçbir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah‘tan başka bir ilâh olmadığına ve Muhammed‘in O‘nun Rasulü olduğuna şahadet etsin de, Allah onu cehenneme haram etmesin...

Her Kelime-i Şahadet getirdiğimizde yeniden şahitlik ederiz müslüman olduğumuza.

Müslümanlarız elhamdülillah.

Biz şahadet ederiz, toprak nefes alır.

Yağmur iner ince ince.

Rüzgâr bir tatlı eser.

Sular yönünü bulur, hayat manasını...


www.menzil.net
 
Üst