Sahabeler arasında cereyan eden ihtilaflara toplu bir bakış...

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Burada şu hususu belirtmeliyiz ki, Ehl-i Sünnet âlimleri sahabe arasında vaki olan ihtilaflar hususunda tafsilatlı bir şekilde konuyu ele alıp bahsetmekten uzak durmanın gerekli olduğu noktasında görüş bildirmişlerdir. Bu konuda uzun uzun konuşmanın caiz olmadığını belirtmişler, ancak öğrenim maksadıyla, onları bu hususta ayıplayıp kusurlu görenlere cevap vermek amacıyla veya kitaplardan ders maksadıyla olursa, ihtiyacın gerektirdiği ölçüde bu konulardan bahsetmek caizdir demişlerdir.


Biz de bugün bu mesele hususunda ihtiyaç nispetinde giriş yapacağız. Görüşünü kıymetli ve değerli bulduğumuz âlimlerin sözlerinden, sahih târîh kitaplarından Sünnette ve Kitapta yer alan delillerin işaret ettiği hakikatler ekseninde biz de bu konuya değineceğiz. Bizim buradaki bahsimiz gayet muhtasar olup icmali ve genel bir surette olacaktır. Bu hususta tafsili bir surette açıklama vermek başka zaman ve başka yere aittir. O bahsin yeri ayrıdır. Bu konuda kendisinden faydalanacağımız kitaplar içerisinden en mühim kitapsa "Faslu'l Hitab fi Mevakıf'ıl Ashâb" isimli kitaptır.



Sahabeler arasında cereyan eden ihtilaflara toplu bir bakış ve bu konuda âlimlerin duruşu ve tavrı


Biz bu konuda ümmetin ulemasından genel bakış ile görüşler nakledeceğiz. Onların sözlerinin çoğu esasında birdir. Hâsıl-ı kelam şudur ki; biz Ehli Sünnet ve'l cemaat âlimlerinin en güzide şahsiyetlerinden üç üstadın sözlerini nakletmekle yetineceğiz.


Bunlar İmam-ı Gazali, İmam-ı Nevevi, İbn Hacer el-Heytemi'dir. Zira bu âlimlerin sözleri Ehl-i Sünnet ve'l cemaat mezhebinin görüşlerini içermekte ve bu babta söyleyeceğimiz şeyleri bunlar ihtiva etmektedir.

İmam-ı Gazali "el İktisad fi'l İ'tikad" isimli eserinde şöyle der:



"Bil ki sahabe ve halifeler hakkında insanların durumları şöyledir. Bir kısım vardır ki ifrata kaçmışlardır. Bu konuda israfa düşmüşlerdir, yani bu konuda aşırı gitmişlerdir. Öyle ki onları övmek ve sena etmek adına masum olduklarını ifade ederek mübalağa edenler vardır.



Onlardan bir kısmı da sahabeye dil uzatmak suretiyle onları ayıplı ve kusurlu görerek dil uzatmışlardır.

Sakın sen bu iki fırkadan olmayasın. Sen i'tikatta, iktisad ve orta yolu takip et, ona sarıl ona yapış onu takip et. Bil ki Allah'ın kitabında muhacir ve ensarı öven birçok ayet mevcuttur. Rasûl-i Ekrem efendimizden çeşitli lafızlarla onları tezkiye eden mütevatir haberler nakledilmiştir ki onlardan biri de şudur: "Benim Ashâbım yıldızlar gibidir ki hangilerine iktida edip uyarsanız hidayeti bulursunuz."



Başka bir sözünde İmam Gazali şöyle der:

Peygamber(aleyhissalatu vesselam)"En hayırlı asır benim şu asrımda yaşayanlar sonra onları takip edenlerdir." demiştir. Onlar hakkında bu itikada sahip olman ve bu itikadı benimsemen gereklidir. Onlar hakkında hüsn-ü zan yapılması gerektiği halde bazı muhalif hal ve rivayetler hikâye edilse de su-i zanda bulunmamak gereklidir. Onlar hakkında taassup ile uydurma nakiller beyan eden çoktur. Fakat bunların aslı yoktur. İsabet etmemiş olsalar bile onların fiillerini, hayır ve iyilik kastıyla bu olayların içinde yer aldıklarına hamletmek gerekir.




Hz. Muaviye (r.a.) ile Hz. Ali (r.a.) arasında cereyan eden savaşlar, Aişe (r.a.)validemizin Basra'ya olan yürüyüşü onun fitne ateşini söndürme kastı ve niyeti sebebiyledir. Fakat işler kontrolden çıktı. İşin başında niyete muvafık olan haller işin sonunda kalmadı. Yani işin neticesi, başlangıçtaki hayırlı ve güzel niyete muvafık düşmedi. Neticede ipler elinden çözüldü.

Bunun dışında isnat edilen ahad rivayetlerde sahih olanlar varsa da bunlar arasına batıl hususlarda karışmıştır. Özellikle bu hususta uydurulan haberlerin birçoğunu Rafızî ve Haricilerin uydurmaları teşkil etmektedir. Ayrıca bu yönde ehil olmayan fuzuli erbabın uydurmalarıdır. Aslı sabit olmayan her rivayet için onu inkâr etmek gereklidir. Yahut ta sana müşkül gelen bir hususta bir te'vili olduğunu düşünüp şöyle demen icap eder. "Belki de onun bir tevili ve muttali olamadığım bir özrü vardır."



Bil ki bu hususta ya müslüman kardeşin hakkında su-i zanda bulunursun ona dil uzatırsın, aleyhinde konuşursun böylece yalancı çıkarsın yahut ta hüsn-ü zanda bulunur dilini onlara uzatmaktan men eder veya neticede hata edersin. Ancak müslümanlar hakkında hüzn-ü zan üzere hata etmek onlara dil uzatmaktan ve su-i zan etmekten daha hayırlı ve daha güvenlidir. Eğer insan örneğin Ebu Cehil'e, Ebu Leheb'e lanet etmekten kendini tutsa, ömrü boyunca bu sükût ona bir zarar vermez. Fakat bir müslüman kardeşine dil uzatmakla, onun hakkında ileri geri konuşmakla ufak bir kaymada bulunsa Allah katında rahmetten kovulmuş olması mümkündür. Böyle olunca o kendini helak uçurumlarına salmıştır. İnsanlardan çoğunun da bildiği üzere, gıybetten Şer'i şerifin sakındırması cihetiyle de ileri geri konuşmak helal değildir.

Bu meseleyi derinlemesine düşünen mülahaza edecektir ki sükûtun dışında bir takım fuzuli arzulara meyletmek yersiz ve gereksizdir.
Müslümanların tümü hakkında hüsn-ü zan etmek, dilimizi hayra ve iyiliğe alıştırmak tüm selef-i salihinin bir adet uygulamasıydı ki bu husus sahabenin tümü için gereklidir. Bu hüküm sahabenin hepsine şamildir."



İmam-ı Nevevi
(1) bu konuda şöyle demiştir: "…Hz. Osman (r.a.)'nın hilafetine gelince, bu husus icma ile sabittir. O zulme uğramış bir halde öldürüldü. Onu fasık bir gurup öldürdü. Çünkü öldürmenin gerekli olduğu şartlar bellidir. Bu şartlar kayıt altına alınmıştır, sınırlıdır, şer'an onlar belirlenmiştir. Katlini gerektiren hiçbir husus cereyan etmiş değildir. Öyle ki, sahabeden hiçbir kimse de onun katline iştirak etmemiştir. Öyle ki Hz. Osman (r.a.) açlık içerisinde, rezillerden müteşekkil ve kabile taassubuyla bir araya gelmiş ayak takımından olan insanlar tarafından öldürülmüştür. Onlar guruplar halinde şehre yöneldiler. Orada hazır bulunan sahabeler onları def etmekten aciz kaldı. Onlar evinin etrafını kuşattılar ve Hz. Osman (r.a.)'ı öldürdüler.



Hz. Ali
(r.a.)'nin hilafetine gelince, onun hilafeti de icma ile sahihtir. O ki vakti zamanında hilafete layık olandı, onun dışındakiler değil.



Hz. Muâviye
(r.a.)'ye gelince o da sahabeyi güzindendir, faziletli ve adil sahabe-i kiram arasına dâhildir.



Onların aralarında cari olan savaşlara gelince, onlardan her biri kendisinde inandığı haklı bir sebebe dayanarak yola çıktı. Onların her biri adil kimselerdir. Aralarında vaki olan bu olaylardan hiçbiri, onların adil sıfatını gidermez. Çünkü onlar içtihada mahal olan bir meselede ihtilaf etmiş müçtehitlerdir. Tıpkı kendilerinden sonra diğer fıkhi meselelerde ihtilaf eden müçtehitler gibi. Bu durum onlardan birinin noksanlığını gerekli kılmaz. Aralarında cari olan bu harplerin sebebi bilesin ki her birinin kendinde haklı olduğunu düşündüğü bir içtihada dayanıyor olması ve içtihatlarında ihtilaf etmiş olmalarıdır.

Onlar üç kısma ayrılırlar: Onlardan bir kısmı içtihatları neticesinde vardı ki bu taraf hak ve hakikat üzere karşı taraf yani muhalefet ise isyankâr, devlete isyan bayrağı çekmiş bağilerdir. Böyle olunca hak tarafında olanlara yardım etmenin gerektiğine inandılar ve baği olanlarla savaşmanın gerektiğine hükmettiler. Böyle de yaptılar. Onlar, itikatlarına göre düşündüler ki, bu isyankâr kavme karşı adil imamın arkasında yer almamak, ağırdan almak olmazdı.
Diğer bir taraf da aksini düşündü ki haklı taraf olan karşı taraftır. İçtihatlarıyla ulaştılar ki hak ve hakikat üzere olan taraf, karşı taraftır.
Bu tarafta olanlara yardım etmenin gerekliliğine inandılar, isyankâr baği kavimle de savaşılması gerektiğini düşündüler.



Üçüncü bir gurup da var ki, cereyan eden savaşlar onlar açısından müşkül geldi ve bir karara varamadılar. Her iki taraf arasında bir tercihte bulunamadılar ve her iki taraftan da i'tizal edip uzaklaştılar. Çünkü bu i'tizal edip uzaklaşma onlar nezdinde gerekli idi. Çünkü onlar inandılar ki öldürülmesi hak olarak tebeyyün etmemiş bir müslümanın öldürülmesi için ayaklanma yapmak ve yola çıkmak helal değildir. Bunların hepsi mazurdurlar. Allah onların hepsinden razı olmuştur. Ehl-i hak, iman ile rivayetlerinin ve şahadetlerinin kabul edileceği noktasında ittifak etmiştir. Adaletlerinin kâmil manada olduğu hususunda da ittifak etmiştir. Allah onların hepsinden razı olsun."


Ben de diyorum ki, şu üçüncü kısım fitneden uzaklaşıp i'tizal edenler ki onlar sahabenin büyük bir çoğunlunu teşkil etmektedir. Cumhurun ileri gelenleri de onlardandır.



İbn-i Kesir(2) ve İbn-i Teymiyye(3)şöyle dediler: "Şöyle ki, o necip sahabelerin ileri gelenleri ve büyük çoğunluğu teşkil eden cumhur-u sahabe, fitnelerden uzak kalıp i'tizal etti. Öyle ki bu, sahih senetlerle bizlere nakledilmiş malum haberlerdir. Kezalik Muhammed İbn-i Sirin'den nakledildi ki "fitneler deniz dalgaları gibi kabardığı zaman Rasûl-i Ekrem (sav)'nin Ashâbı on bin küsur idi. Ancak bu fitnelere şahitlik edenler ancak yüz kadardır."
İbn-i Hacer el Heytemi(4) şöyle dedi:
"Sahabeler arasında cari olan olaylar hakkında, bidatçilerin, Rafızîlerin ve ehil olmayan bir takım tarihçilerin haberleri karşısında dilimizi tutmak vacip ve elzemdir. Binaenaleyh Rasûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu ki; "Ashâbım söz konusu olduğu zaman, Ashâbım hakkında dilinizi tutun." Onlar hakkında her ne işitilirse yapılması gereken, mücerret sadece kitapta görmekle yahutta bir şahıstan işitmekle onlardan birine kötülük ve ayıp nispet edilmemesidir. Aksine onlardan birine nispet edilen bu ayıp ve kusurun sıhhati araştırılmalıdır. Bu konuda ehil olan nakledicilerin doğru tespitlerine yer verilmeli, onlar esas alınmalı ve sahabe hakkında böyle bir durumda tevilin en güzeline yapışılmalıdır. Onlar arasında meydana gelen harplerin ve ihtilafların her biri için bir te'vil ve hamli mümkün bir izahı vardır. Onların aralarında meydana gelen savaşlar ve ihtilafların hepsi hususunda meselenin muhtemel bir yanı ve hamledilmeye müsait bir te'vili (yorumu) vardır.
Onlar hakkında ileri geri konuşmak ve küfretmek hususuna gelince; Bu konunun hilafına kat'i bir delil (nass) var ise - Aişe (r.a.) validemize yapılan iftira gibi ki - bunu yapan kâfirdir. Aynı şekilde Aişe validemizin babasının Sahâbîliğini inkâr eden de kâfirdir. Bunun dışında yani kat'i bir delil yok ise onlar (sahabeler) hakkında ileri geri konuşanlar hususunda, onların bidatçi ve fasık kimseler olduğuna hükmedilmiştir.


Dipnotlar


1-Şerh-u Müslim, c.14,s.144-146
2-El Bidaye ve'n Nihaye, c.7,s.265
3-Minhac'üs-Sünne, c.6,s.236
4-Es-Savaik'ul Muhrika,s.214
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Resulullah vefat eder etmez başlayan irtiad hareketlerinden, Arabistan yarım adasının neredeyse irtidata dahil olmasından, Fedek Arazilerinde daha ilk halife ile Resulullah'ın kızının ihtilafı ve Hz Ali ile birlikte biat etmemesinsen, Hz Ömerin açık nas ve sünnete rağmen aslından sapan uygulamalara aslı niteliklerini kazandırmak için yaptığı uygulamalar ve şanlı şöhretli sahabilerin Hz ömere bu davranışlardaki tutumlarından, Halife Osman'ın kabileci tutumundan başlamalısın.
Umeyye oğulları davası Muaviye ile başlamadı.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Bana cevap vermen mi gerekiyor muş?

Sana değil, senin şahsında senin gibi düşünenlere.

Bir mesele ortaya atıp, üstelik kimi suçladığın kimi akladığın bile belli olmadan topyekün o güzel insanları karalamana musade edemeyiz değil mi?

Niye söylediğin sözün sonunu getirmekten acizsin?
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Yahayy Nickli Üyeden Alıntı
Fedek Arazilerinde daha ilk halife ile Resulullah'ın kızının ihtilafı


dedin fitneyi bıraktın ve ortadan kayboldun.

Arazi meselesinde kim haklı kim suçlu? Hadi sonunu getir lafının.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Sana değil, senin şahsında senin gibi düşünenlere.

Bir mesele ortaya atıp, üstelik kimi suçladığın kimi akladığın bile belli olmadan topyekün o güzel insanları karalamana musade edemeyiz değil mi?

Niye söylediğin sözün sonunu getirmekten acizsin?
Karalama lafını ortaya kim attı şimdi sen attın. Ortada bir dava iki iddia varsa elbette biri haklıdır değil mi? Mesele kiöin haklılığı değil sahabeye bakışın, onlardan alınması gereken ibretlerin varlığı, peygamberin biri cennette en yakınım, biri en güzide dostum sıddik dediği insanın bile ihtilaf yaşayabileceği.
Sen gerçekleri kabullenip ders almak yerine deve kuşu rolünü seçersen, yaşadığın dünya da deve kuşu çiftliğinden öte olmaz kardeş, demek istediğim bu.
Sizin derdiniz gerçeği görüp ibret almak değil, atalarınızın elinize tutuşturduklarını Allaha ve nakillere doğrulatmaya çalışmak.
Bir hadis söylerken onunla bir diğerini çiğnersiniz, sonra ama bunu söyleyinxe şunu inkar etmiş oldun diyince, yok onu da kabul ettim, onu da diyip, fatal error verirsiniz, her zaman yaptığınız budur.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Karalama lafını ortaya kim attı şimdi sen attın. Ortada bir dava iki iddia varsa elbette biri haklıdır değil mi?

Buyur o zaman kimin haklı olduğunu söyle diyoruz, tık yok. Neden gerisini getiremiyorsun?

Senin yaptığın sadece suya çamur atmak. Senin niyetin yapmak değil, yıkmak.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Buyur o zaman kimin haklı olduğunu söyle diyoruz, tık yok. Neden gerisini getiremiyorsun?

Senin yaptığın sadece suya çamur atmak. Senin niyetin yapmak değil, yıkmak.
Kimin haklı olduğunu ortaya çıkarmaya mı kaldı şimdi iş, ya kusura kal a kardeş seninle konuşmanın kahve muhabbetinden farkı yok, çok sığ bir yaklaşım tarzın var, kendi tarzına uygun insanlarla konuş.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
peygamberin biri cennette en yakınım, biri en güzide dostum sıddik dediği insanın bile ihtilaf yaşayabileceği.

Hah şu cümlenden Fedek Arazileri meselesinde Hz. Ebubekiri haksız gördüğün anlaşıldı.

Şimdi bu fedek arazi Peygamberimizin sav. eline nasıl geçti, bununla ilgili malumatın var mı ki sen Hz. Ebubekir'i ra. bu meselede haksız görüyorsun?

Ayrıca şu hadisi de senin duymadığın ya da inkar ettiğin anlaşılıyor:

"Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır."
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Allame Alusi, "el- Ecvibet'ül Iraki" isimli, eserinde şöyle demiştir:"Bizim Sahabenin hepsinin adil kimseler olmasından kastettiğimiz mana, onlardan asla taat dışında bir amel zuhur etmemiştir demek değildir. Yahut da günah irtikâp etmiş değillerdir demek istemiyoruz. Onlardan elbette bir takım zelle ve ayak kaymaları sabit olmuştur. Onlardan had cezası gerektiren suçlar irtikâp edenler olmuştur. Bizim buradaki muradımız, onların "adil olmaları" noktasındaki kastımız; Rasûl-i Ekrem Efendimizden ahiret ve Allah hakkında yalan yere nakilde bulunmamış olmalarıdır. Bilakis onlar temizdirler, paktırlar. Tövbe etmiş, Cenabı Hakk'a yönelmiş Rasûl-i Ekrem (sav)'in sohbetiyle müşerref olmuş, bereketlenmiş, güzide kimselerdir. Rivayetlerde geçtiği üzere ve Kuran-ı Kerim'de bizlere bildirdiği vech ile Rasûl-i Ekrem'e dini hususunda yardım etmişler, mallarıyla canlarıyla onun dini ve sevgisi uğruna cihat etmişler, mallarından ve canlarından vazgeçmişler, ona gizli açık en mükemmel bir surette tazimde ve hürmette bulunmuşlardır."
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimleri Mekke'nin fethinden evvel infak eden sahabeyi üstün tutmuşlar, Rasûl-i Ekrem efendimiz ile beraber cihad edenleri de infak edenler üzerine üstün tutmuşlardır. Muhacirleri de ensar üzerine takdim etmişlerdir.



Öyle ki onlar Allah'ın ehl-i Bedir hakkında -öyle ki onlar 310 küsur sayıda oldukları halde- şöyle buyurduğuna da iman etmişlerdir: "Dilediğinizi yapın sizleri ben affettim".



Rasûl-i Ekrem efendimizin haber verdiği üzere, Rıdvan bey'atine katılanlardan herhangi birinin ateşe girmeyeceğine de âlimler inanmışlardır. Öyle ki Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Onların sayısı o sırada 1400'den fazla idi.




Yine Ehli-Sünnet ve'l cemaat âlimleri, Rasûl-i Ekrem efendimizin cennetle müjdelediği sahabe efendilerimiz hakkında da cennetlik olduklarına şahadet etmişlerdir. Örneğin cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere ashâbı gibi yahut Sabit bin Kays İbn-i Şemmas ve sahabeden diğerleri gibi.




Müminlerin emiri Ali b. Ebi Talip ve diğerlerinden tevatüren nakledilen şu sözü cumhuru ulema kabul etmişlerdir;"Muhakkak ki bu ümmetin Peygamberinden sonra en hayırlısı Hz. Ebubekir sonra Hz. Ömer'dir."

Sonra üçüncü olarak Hz. Osman daha sonra da dördüncü olarak Hz. Ali kabul edilmiştir. Gelen haberlerin delalet ettiği üzere, sahabenin Hz. Osman'a bey'at etme hususunda onu Hz. Ali'ye takdim etmelerindeki icma bunun böyle olduğunu göstermektedir.





Kezalik, cumhur-u ulema sahabeye buğz eden ve onlara sövüp sayan Rafizilerin yolundan uzak durmuşlardır. Sözleriyle ve amelleriyle Ehl-i beyte eziyet edenlerin yolundan da uzak olmuşlardır.



Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunu oluşturan cumhur da bu görüşe kail olmuşlardır. Öyle ki Sahâbî, Rasûl-i Ekrem (sav) 'e iman etmiş olarak mülaki olan ve bu iman üzere vefat edendir. Binaenaleyh, sahabenin tümü adil kimselerdir. İster fitnelere karışmış olsun ister olmasın, durum değişmez. Bunun dışında beyan edilen sözler de şazz görüşlerdir.



Fakat burada önemle belirtilmesi gereken bir husus var ki o da, sahabenin adil kimseler olmasından murat, onların isyan ve günahlardan masum oldukları anlamında değildir. Çünkü bu manada masum olmak, peygamberlerden ve Rasûllerden başkası hakkında sabit olmamıştır. Burada sahabelerin adil olmasından murat, Rasûl-i Ekrem (sav)'e bilerek yalan isnadında bulunmamalarıdır. Dolayısıyla onların adil olmalarına dayanılarak araştırmaya gerek olmaksızın onlardan gelen rivayetler kabul olunur.




Allame
Alusi, "el- Ecvibet'ül Iraki" isimli, eserinde(1) şöyle demiştir:"Bizim Sahabenin hepsinin adil kimseler olmasından kastettiğimiz mana, onlardan asla taat dışında bir amel zuhur etmemiştir demek değildir. Yahut da günah irtikâp etmiş değillerdir demek istemiyoruz. Onlardan elbette bir takım zelle ve ayak kaymaları sabit olmuştur. Onlardan had cezası gerektiren suçlar irtikâp edenler olmuştur. Bizim buradaki muradımız, onların "adil olmaları" noktasındaki kastımız; Rasûl-i Ekrem Efendimizden ahiret ve Allah hakkında yalan yere nakilde bulunmamış olmalarıdır. Bilakis onlar temizdirler, paktırlar. Tövbe etmiş, Cenabı Hakk'a yönelmiş Rasûl-i Ekrem (sav)'in sohbetiyle müşerref olmuş, bereketlenmiş, güzide kimselerdir. Rivayetlerde geçtiği üzere ve Kuran-ı Kerim'de bizlere bildirdiği vech ile Rasûl-i Ekrem'e dini hususunda yardım etmişler, mallarıyla canlarıyla onun dini ve sevgisi uğruna cihat etmişler, mallarından ve canlarından vazgeçmişler, ona gizli açık en mükemmel bir surette tazimde ve hürmette bulunmuşlardır."



İbn-i Teymiyye
, "el-Akidet'ül Vasitiyye" isimli eserinde şöyle demiştir: "Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat âlimleri, Rasûl-i Ekrem (sav)'in Ashâb'ı hakkında gönüllerini ve dillerini pak ve temiz tutmayı bir esas bilmişlerdir. Sahabe arasında cari olan vak'alar hakkında susmayı tercih etmişlerdir. Ve şöyle demişlerdir: "Sahih olan, onların kendi aralarında vaki olan olaylar hususunda mazur olduklarıdır. Bir kısmı onların içtihat etmiş içtihadında isabet etmiş bir kısmı da yine içtihat etmiş ama içtihadında hata etmişlerdir."(2)




Kezalik Ehl-i Sünnet ve'l cemaat âlimleri bununla beraber sahabeden her biri hakkında onların büyük-küçük günahlardan masum olduğuna itikat etmişlerdir. Aksine onların her biri için günah mümkündür. Şu kadar var ki, onlardan bir günah sadır olmasa bile kendileri istiğfar etmeyi gerekli bulmuşlar, bu durumda, onların faziletli olmalarını ve en önde olmalarını netice vermiştir. Hatta öyle ki, kendilerinden sonrakiler için istiğfar etmeyi gerekli kılmayacak olan günahlar için bile onlar, tövbe ve istiğfarda bulunmayı tercih etmişlerdir.




Rasûl-i Ekrem (sav) tarafından sabit olmuştur ki onlar en hayırlı Ashâbtır. Öyle ki onlardan birinin infak ettiği bir müdd sadaka sizden birinizin veya sizden sonrakilerin Uhud dağı kadar infak ettiği altından daha faziletlidir. Sonra onlardan bir günah sadır olduysa hemen tövbe etmişlerdir. Yahut ta o günahı yok edip götürücü iyiliklerde bulunmuşlardır. Dolayısıyla Rasûl-i Ekrem efendimize en evvel iman etmenin fazileti adına Cenab-ı Hakk onları bağışlamıştır.



Rasûl-i Ekrem efendimizin şefaatine diğer insanlardan daha layık olan da yine onlardır. Öyle ki dünyada birçok bela ve sıkıntılarla imtihan edilmişlerdir de kâfirlerin safında yer almamışlardır. Hakiki yani gerçek günahlar hakkında onlar böyle hal ve davranışta bulunuyorken içtihat ettikleri bir takım meselelerde onları biz nasıl suçlayabiliriz?



Onlardan isabet edenlere iki ecir vardır. Hata edenler içinde bir ecir vardır ve hataları mağfurdur. Onların yapmış oldukları iyilik ve faziletlerin yanında, bazı hoş görülmeyen fiillerinin miktarı diğerlerine nazaran çok azdır. Binaenaleyh onları fazilette öne geçiren Allah'a iman etmeleri, Rasûle iman etmeleri, onun yolunda cihat etmeleri, onun yolunda hicret etmeleri, onun dinine yardım etmeleri ve yararlı salih amellerde bulunmalarıdır. Faziletçe Allah'ın onlara lütuf ve ihsanda bulunduğu bu topluluğun siretine, ilim ve basiret nazarıyla bakan muhakkak bir surette görür ki, onlar, Rasûller ve peygamberlerden sonra yaratılmış mahlûkatın en hayırlı olanlarıdır." İbn-i Teymiyye'nin sözü burada bitiyor.

Zannederim burada Rasûl-i Ekrem (sav)'in şu sözü hatırlanmaya değer: "Sizin en hayırlınız benim asrımda yaşayanlarınızdır."(3)
Rasûl-i Ekrem (sav)'in ilk asırda olanları adil olarak ve hayırlı olarak tavsif etmesi, icmalidir, geneldir ve hepsine şamildir. Rasûl-i Ekrem (sav) 'e iman ederek ona mülaki olmuş ve bu iman üzere vefat etmiş herkesin buna dâhil olduğunda bir şüphe yoktur.
Bunların ilk asırda yaşayanlar olduğu, şüphe götürmez bir gerçektir. Burada Rasûl-i Ekrem'in o asırda yaşayanları adil kılması bütün o fertlerin hepsine şamildir. Asıl itibariyle hepsi adaletle vasf olunmuşlardır. Dolayısıyla onları tezkiye edecek olanlardan birinin tezkiyesine bu hususta bir ihtiyaç yoktur. Onları yaralayacak bir haber ve durum da sabit olmamıştır.

Bazı tarihçiler onların bu asırda yaşayan bazı fertlerini adalet noktasında yaralayıcı bazı ithamlar zikretmişlerdir ki, bunların büyük bir kısmı sahih kavil ve görüşler değildir. Burada bizim için mühim olan birinci asırda yaşayanların adalet sıfatına sahip olmalarıdır. Öyle ki onlar Rasûl-i Ekrem'den rivayet ettikleri hadisler konusunda sadıktırlar ve bile bile yalan isnadında bulunmamışlardır.
Ama bunun dışında eğer onlardan bir günah sadır olmuşsa bu da Cenab-ı Hakk'a kalmıştır. Bizim zannımızca Cenab-ı Hakk onlara vermiş olduğu faziletten dolayı yahutta değerli olan salih amellerine binaen onları üstün tutar. Enes b Malik'ten (r.a.) gelen bir rivayette sabit olduğu üzere Cenab-ı Hakk o ilk asrı Rasûlüne karşı yalan söylemekten muhafaza etmiştir: "Allah'a yemin olsun ki bizim size arz ettiklerimizin hepsi Rasûl-i Ekrem'den ne işittiysek onlardır."
Bununla beraber o rivayet edenlerden bazısı bazısını yalanlamamıştır. Taberani bunu "Kebir"inde rivayet etti. Heysemi metinde geçen bütün ricalin sika olduğunu belirtti.(4)
Ahmed İbn-i Hanbel ve Beyhaki, Bera İbn-i Azib'den bunu tahriç ettiler. İmam Müslim sahih'inin mukaddimesinde, İbn-i Sirin'den rivayet ederek şöyle diyor:
"İsnattan evvel emirde sormuyorlardı. Ne zaman ki fitneler vaki oldu dediler ki bize rivayet ettiğiniz adamların isimlerini verin. Ehl-i Sünnet olanlara bakıldı ve onların rivayetleri alındı. Bidat ehli olanlara da bakıldı ancak onların sözleri alınmadı."
Evvel emirde isnattan sual edilmiyordu, çünkü onlardan biri Rasûl-i Ekrem'e yalan söylemekle itham edilmiş değildi. Rasûl-i Ekrem'e yalan isnat ederek rivayetlerde bulunma ilk asırda da mevcut değildi. Hz. Osman'ın (r.a.) katledilmesinden sonra bidat ve fitne ehli tarafından bu yalan rivayetler neşredildi. İlk hadis uyduranlar da Şia ve Rafızîlerdir ki onlar Hz. Ali (r.a.) ve ehli beytin faziletleri hususunda uydurmada bulundular.(5)
İbn-i Hacer el Askalani de şöyle demiştir.(6) "Şia'nın bu uydurma hadis faaliyetine mukabil olarak Ehl-i Sünnetten bazı cahiller de Hz. Ömer, Hz. Ebubekir ve Hz. Muâviye'nin fazileti ile ilgili sahih olmayan haberler yaymışlardır. Hâlbuki Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir'i Allah bu haberlere muhtaç bırakmamış ve onların mertebesini daha da yüceltmiştir."
İlk asırda yaşayanlar ki onlar Rasûl-i Ekrem'e iman üzere mülaki olup yine iman üzere vefat edenlerdir. Öyle ki onlardan hiçbiri Rasûl-i Ekrem'e yalan isnadı ile itham olunmamıştır. Bundan dolayı Veliyyullah ed- Dehlevi şu görüşünü belirtmiştir ki sahabe-i kiramın adaleti, Rasûl-i Ekrem'den yapmış oldukları rivayetlerinin güvenilir olması ve onlardan hiçbirinin bile bile yalan isnadıyla itham olunmadığı üzerinedir. Bundan dolayıdır ki cerh ve ta'dil âlimlerinin yalan ile itham etmediği ravinin rivayeti, makbul sayılma açısından esas kabul edilmiştir.
Rasûl-i Ekrem (sav) 'in Ashâbını noksan ve kusurlu görmenin hükmü
Âlimler sahabe-i kiramın en seçkinleri hakkında kusur ve ayıp arayanların hükmü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Onlardan birçoğu, sahabe-i kiramı kusur ve ayıp ile vasf edenlerin küfrüne hükmetmiştir.
Kadı İyaz "Şifa" isimli eserinden İmam-ı Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir: "Kim sahabeye buğz eder ve onlara dil uzatırsa böyle bir kimsenin müslümanların gölgesi ve koruması altında olmaya hakkı yoktur." Aliyyül Kari de Şifa şerhinde şöyle demiştir: "Yani burada şu denilmek istendi ki müminlerin cemaatinden o kimse çıkar."
Şifa da yine Kadı İyaz, İmam-ı Malik'ten şöyle nakletti: "Rasûl-i Ekrem'in Ashâbı kimi öfkelendirirse yani onlar hakkında kim öfkelenirse o kâfirdir. Cenab-ı Hak Fetih suresinde (ayet; 29) şöyle buyurmuştur. ليغيظ بهم الكفار "kâfirleri de öfkelendirir."(7)
Takiyyüddin es-Sübki de sahabeyi ayıplayıp kusurlu sayanların küfrüne hükmetmiştir. Onun bu hususta kâfir olduklarını güçlü delillerle serdettiği bir de risalesi vardır. Bu hususta tevakkuf gösterip sükût edenleri de tezyif etmiş onları sahtekârlıkla suçlamıştır. Bu risalesi yani sahabeyi noksan sayıp onları ayıplayanların küfrüne dair hüküm verdiği risalesi, "Fetvalar" kitabının ikinci cildinin sonunda mevcuttur.
Hanefilerden bazıları şöyle demiştir ki, Rasûl-i Ekrem'in Ashâbına dil uzatıp onları ayıplayanlar katli gerekli kâfirlerdir. Kanları hederdir. Onların ebediyen tövbeleri kabul olunmaz.
Fakat cumhur-u ulemanın birçoğu şöyle demiştir ki; Sahabeyi güzine dil uzatıp onlar hakkında ileri geri konuşanlar hakkında kâfir olmazlar demiştir. Fakat sahabenin hepsini inkâr edip toptan onların hepsini ayıplayarak kusurlu görenlerin kâfir olduklarını belirtmişlerdir.
Dipnotlar
1- Alusi, el- Ecvibet'ül Iraki, s: 23- 24.
2- İbn-i Teymiyye, el-Akidet'ül Vasitiyye, s: 57-58.
3-Ahmed b. Hanbel ve Nesai, İmam-ı Hasan'dan nakletmişlerdir.
4-Mecma'uz-Zevaid,c.1,s.153
5-İbn Ebi'l Hadid, Şerh-u Nehc'ül Belağa, c.3,s.36
6- İbn-i Hacer el Askalani, Lisan'ul Mizan, c.1,s.13
7-Aliyy'ül Kari, Şerh-u Şifa, c.3,s.427
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Hah şu cümlenden Fedek Arazileri meselesinde Hz. Ebubekiri haksız gördüğün anlaşıldı.

Şimdi bu fedek arazi Peygamberimizin sav. eline nasıl geçti, bununla ilgili malumatın var mı ki sen Hz. Ebubekir'i ra. bu meselede haksız görüyorsun?

Ayrıca şu hadisi de senin duymadığın ya da inkar ettiğin anlaşılıyor:

"Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır."
İşte kahve muhabbetin buradan da anlaşılıyor ki senin derdin fayda değil, niza hizip, nifakçılık.

Tam tersi ben Ebu Bekri haklı görüyorum, ama mesele haklı görüp görmemek değil ki anlamıyorsun ya hu, bak nasıl bodoslama dalıyorsun.

Nifakçı ve hizipçiliğin başı olduğun avatarından belli, ben müslümanım sonra geliyor, Ehli Sünnet yazmış bir de gerine gerine, dinlerini fırka fırka edip elindeki ile övünen zavallılar için Allah'ın bir vaadi var, Allaha kulak ver biraz, atalarını taklitten vazgeç.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
İşte kahve muhabbetin buradan da anlaşılıyor ki senin derdin fayda değil, niza hizip, nifakçılık.

yahayy dedi ki:
Resulullah vefat eder etmez başlayan irtiad hareketlerinden, Arabistan yarım adasının neredeyse irtidata dahil olmasından, Fedek Arazilerinde daha ilk halife ile Resulullah'ın kızının ihtilafı ve Hz Ali ile birlikte biat etmemesinsen, Hz Ömerin açık nas ve sünnete rağmen aslından sapan uygulamalara aslı niteliklerini kazandırmak için yaptığı uygulamalar ve şanlı şöhretli sahabilerin Hz ömere bu davranışlardaki tutumlarından, Halife Osman'ın kabileci tutumundan başlamalısın.
Umeyye oğulları davası Muaviye ile başlamadı.




Bu mesajı yazan sensin. Fitneyi çıkaran sensin. çamura yatan sensin. Sahabeleri suçlayan sensin. Bence sen bundan sonra benim konularıma ilişme. Senin dinin sana olsun.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Fitneyi ateşleyene inat biz müslümanların sağduyulu olması için alimlerimizin dediklerini aktarmaya devam edelim:

İmam-ı Gazali "el İktisad fi'l İ'tikad" isimli eserinde şöyle der:



"Bil ki sahabe ve halifeler hakkında insanların durumları şöyledir. Bir kısım vardır ki ifrata kaçmışlardır. Bu konuda israfa düşmüşlerdir, yani bu konuda aşırı gitmişlerdir. Öyle ki onları övmek ve sena etmek adına masum olduklarını ifade ederek mübalağa edenler vardır.



Onlardan bir kısmı da sahabeye dil uzatmak suretiyle onları ayıplı ve kusurlu görerek dil uzatmışlardır.

Sakın sen bu iki fırkadan olmayasın. Sen i'tikatta, iktisad ve orta yolu takip et, ona sarıl ona yapış onu takip et. Bil ki Allah'ın kitabında muhacir ve ensarı öven birçok ayet mevcuttur. Rasûl-i Ekrem efendimizden çeşitli lafızlarla onları tezkiye eden mütevatir haberler nakledilmiştir ki onlardan biri de şudur: "Benim Ashâbım yıldızlar gibidir ki hangilerine iktida edip uyarsanız hidayeti bulursunuz."



Başka bir sözünde İmam Gazali şöyle der:

Peygamber(aleyhissalatu vesselam)"En hayırlı asır benim şu asrımda yaşayanlar sonra onları takip edenlerdir." demiştir. Onlar hakkında bu itikada sahip olman ve bu itikadı benimsemen gereklidir. Onlar hakkında hüsn-ü zan yapılması gerektiği halde bazı muhalif hal ve rivayetler hikâye edilse de su-i zanda bulunmamak gereklidir. Onlar hakkında taassup ile uydurma nakiller beyan eden çoktur. Fakat bunların aslı yoktur. İsabet etmemiş olsalar bile onların fiillerini, hayır ve iyilik kastıyla bu olayların içinde yer aldıklarına hamletmek gerekir.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Bunları ibret almak ve İslamı anlamak için oku, nifakçılık yapma, senin derdin ben bunları ehli sünnete nasıl kotarıyorum bak diye böbürlenmekti, sen kendini akıllı sanıyosun, aldanmış gitmişsin ya.

Hadi kardeş kahve muhabbetine devam etsen, kim kimden üstün, kim kimden daha haklı bunlarla uğraş hadi bakalım, zaten elinize vermişler lastik gibi oynayın durun diye yüzyıllardır oynuyorsunuz, biraz sa sen oyna ataların gibi ne olacak, hadi devam
 
Üst