Sahabe Gibi Kuranı ve İslamı Yaşayabilmenin Sırrı

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
emir ve yasakların amacı, insanı Allah’a giden yolda dosdoğru olarak tutabilmek ve ilerlemesini sağlayabilmek içindir. Bu amacı kavrayan Abdullah b. Mes’ud, Kur’an’daki hitap tarzları ile ilgili şöyle demektedir: “
Güç yetirebilirsen kendini Kur’an’a muhatap kabul et. Allah Teala’nın ‘Ey iman edenler’ dediğini duyduğun vakit kulağını dört aç. Zira bu durumda ya emredilen bir hayır veya yasaklanılan bir şer söz konusudur.[SUP][SUP]1[/SUP][/SUP] Sahâbenin önde gelenlerinden Abdullah b. Mes’ud’un sözünden de anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamberin sahâbîleri kendilerini Kur’an’a muhatap sayıyorlardı.




Sahâbenin kendilerini Kur’an’a muhatap saymalarındaki anlayışın arka plânında; vahyin zihinlerde oluşan mana ve ruhu vardır. Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde vahyin ne olduğunu kavrayan sahâbe, zihinsel anlamda Kur’an’ın ne olduğunu da çözmüştür. Kafalarında bir tarif oluşturmuşlardır. Oluşturdukları tanıma göre de kendilerini Kur’an’ın muhatabı saymışlardır. “Sahâbenin anlayışına göre, Müslüman kalmak isteyen kimse mutlaka Allah ve Rasulünün emrine boyun eğmek zorundadır. Boyun eğmeyen kimse, Müslüman olmadığını bilmelidir.”[SUP][SUP]2[/SUP][/SUP] “Allah ve Rasulü bir meselede hüküm verdiği zaman Mü’min erkek ve kadınlara seçme hakkı yoktur,”[SUP][SUP]3[/SUP][/SUP] ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. “Mü’minim” diyen herkes, Kur’an’da ve Hz. Peygamberin emirlerinde öngörülen spesifik taleplere kulak vermelidir.[SUP][SUP]4[/SUP][/SUP]



Sahâbe, Allah Teala tarafından gönderilen ayetlerin muhatapları olduklarını bildikleri için, Kur’an’la pratik yapma konusunda hiçbir zaman tereddüde kapılmamışlardır. Ayetleri işittikten sonra onları hayata katma konusunda erteleme de yapmamışlardır. Sahâbîlerin, kendilerini ayetlere muhatap saymalarını daha anlaşılır olarak sunabilmek için belirli başlıklar halinde vermekte fayda vardır. Bu başlıkları anlayış kolaylığı için şu şekilde sıralayabiliriz:



1- Sahâbenin, zulüm / haksızlık konusunda kendilerini muhatap saydığı ayetlerden örnekler: Şu ayetin inmesi sahâbeye çok zor gelmişti: “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık / zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.[SUP][SUP]5[/SUP][/SUP] Ayetteki “zulüm” terimini bireysel anlamda yapılan bir haksızlık olarak anladıkları için Hz. Peygambere; “Ey Allah’ın elçisi! Bizden kendi kendine zulümde bulunmayan yoktur.” diye yakınmışlardır. Rasulullah da onlara; “Bu sizin sandığınız zulüm değildir. O, Lokman’ın oğluna nasihatinde geçen zulümdür.” buyurup, ilgili ayeti okumuştur:[SUP][SUP]6[/SUP][/SUP]Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.[SUP][SUP]7[/SUP][/SUP] Anlayış farklılığından ziyade, önemli olan husus; sahâbenin kendini ayete muhatap sayıp, zulümden korkmaları ve zulmetmeme konusunda ortak bir bilinç oluşturmalarıdır. Eğer sahâbe, kendilerini ayete muhatap saymasalardı Hz. Peygambere bu durumu sormazlardı. Onlar sormuşlar, Peygamber de onlara buradaki zulmün “Şirk” olduğunu ayetle açıklamıştır. Sahâbe belki de, imanla şirkin aynı kalpte taşınamayacağından emin oldukları için, zulmün şirk oluşu yönünü hiç düşünmemiştir. Fakat, mesele kendilerine bu yönde açıklanınca rahat etmişlerdir.



2- İbadetlerle ilgili alanlarda kendilerini muhatap saymalarından örnekler: Sahâbe, namaz, oruç, hac, zekat, cihad ve ahlâkî konuların hepsinde kendilerini Kur’an’ın birincil muhatabı saymışlardır. Biz burada, bütün konularla ilgili ayrı ayrı örnekler yerine, bazı ayetlerden örnekler vereceğiz. Bu örneklerin sınırlı oluşuna bakıp da, diğer alanlarda sahâbe kendini muhatap saymamıştır şeklinde yanlış bir sonuca varmamak gerekir.



Hz. Peygambere kıblenin değişimini içeren “(Ey Rasulüm) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın...[SUP][SUP]8[/SUP][/SUP] şeklindeki ayet, öğle namazında kıblenin değişimi ile ilgili olarak gelince, kendilerinin ayetin muhatabı olduklarını bildiklerinden dolayı hemen kadınlar erkeklerin yerine, erkekler de kadınların yerine geçmiştir.[SUP][SUP]9[/SUP][/SUP] Yukarıdaki ayeti, çevredeki yerleşim yerlerine sahâbe duyurmaya başlamıştır. Medine yakınındaki Kuba’ya giden kişi, cemaat sabah namazını kılarken mescidde yüksek sesle, “Hz. Peygambere ayet geldi ve Kabe’ye yönelmesi emroldu. Sizler de Kabe’ye yöneliniz.[SUP][SUP]10[/SUP][/SUP] deyince herkes gelen habere aynı anda uymuştur. Hatta cemaatin o anda “rükuda” olduğunu söyleyen bir rivayet de vardır.[SUP][SUP]11[/SUP][/SUP] Bu rivayette hem Müslümanların birbirinin haberine güven duymalarıyla ilgili ipuçları hem de ayeti işitir işitmez kendileriyle Allah’ın konuşması olarak algılama vardır. Böyle bir algılama beraberinde, ertelemeksizin ayeti hayata geçirmeyi getirmiştir.



3- Sahâbenin ahlâkî alanla ilgili konularda kendilerini muhatap saymalarından örnekler: Ahlâkî alan, oldukça geniş bir zemine sahiptir. Bu alanı genel bir başlık yerine, ayrı ayrı vermek konunun daha anlaşılır hale gelmesine sebep olacaktır. Bunlar:



a- Ölçü ve tartıyla ilgili ayetlere muhatap olmayla ilgili örnekler: “Hz. Peygamber, Medine’ye geldiği zaman, Medine halkı ölçü ve tartı konusunda insanların en kötüsü idiler. Allah Teala, “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun.[SUP][SUP]12[/SUP][/SUP] ayetini indirince insanların bu konuda en güzeli oldular.[SUP][SUP]13[/SUP][/SUP] Aslında Mekkî olan bu sure, hicretle beraber Medinelilerin gündemine girmiştir. Allah’ın ayetlerini duyar duymaz da Müslüman olmanın heyecanıyla hemen ayetlerin gereğini uygulamaya başlamışlardır. Çünkü iman etmek demek; vahye muhatap olduğunun farkına varan insanın, inanmış olduğu değerleri hayata katması demektir.



b- Bilgiyi paylaşmayla ilgili ayetlere muhatap olmaktan örnekler: “‘İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.[SUP][SUP]14[/SUP][/SUP] ayeti ile aynı sûrenin 174. ayeti olmasaydı hiçbir şey konuşmaz / rivayette bulunmazdım.” diyen Ebû Hureyre, kendini ayetin tam muhatabı saymıştır. Bu anlayışa göre de, ömrü boyunca bilginin insandan insana taşıyıcısı olmuştur. Rasulullahtan öğrendiklerini diğer Müslümanlarla paylaşmıştır. Ebû Hureyre’yi bilgi taşıyıcısı ve öğrendiklerini paylaşmaya sevkeden şey; kendini ilgili ayetlere en öncelikli muhatap saymasıdır.



c- Yetim malı yememeye karşı kendini muhatap saymakla ilgili örnekler: İslâm dini kul hakkı yemeyi yasaklamıştır. Bu haklar içerisinde, yetimlerin mallarının korunmasını ise özenle vurgulamış ve konuyla ilgili emir tekrarı mahiyetinde birçok ayet nâzil olmuştur. Kendisi de bir yetim olan Hz. Peygambere Allah Teala, daha O Mekke’de iken “Yetimi sakın ezme.”[SUP][SUP]15[/SUP][/SUP] emrini vermiştir. Bu emir onun şahsında tüm insanlaradır. Yetimleri fiziken ezmek nasıl yasak ise, parasal olarak da onları ezmek ve sömürmek yasaktır. Hatta onları ezmeye yeltenmek bile şu ayetle haram kılınmıştır: “Yetimin malına yaklaşmayın, ancak erginlik çağına gelinceye kadar en güzel bir tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz.) Ahdi de yerine getirin, çünkü ahdden sorulacaktır.[SUP][SUP]16[/SUP][/SUP] Bu uyarılara rağmen birileri kalkar da yetimin malını yerse şu ayetin muhatabı olur: “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş koymaktadırlar ve çılgın bir ateşe gireceklerdir.[SUP][SUP]17[/SUP][/SUP] Bu ve benzeri ayetler nâzil olunca, himayesinde yetim bulunan sahâbîler ayetlerin tehditkâr vurgularından endişeye kapılıp; “onların yiyeceklerini, içeceklerini ve kaplarını ayırdılar. Bu durum Müslümanlara çok da zor gelmeye başladı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirerek işi biraz hafifletti”[SUP][SUP]18[/SUP][/SUP]: “Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: ‘Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakimdir.[SUP][SUP]19[/SUP][/SUP] “Bu ayetin gelişinin akabinde tekrar yiyeceklerini ve içeceklerini karıştırdılar; beraberce yiyip içmeye başladılar.”[SUP][SUP]20[/SUP][/SUP] Sahâbe kendini ayetlerin muhatabı sayıp, böyle bir bakışın gereği olarak aşırı bir sorumluluk hali sergileyince, yetimlerin işleri tamamen aksamaya başlamıştır. İnsanlar yetimleri himayelerine almaktan bile çekinmişlerdir. Bunun üzerine Allah, ruhsat mahiyetinde indirdiği ayetlerle yetimlerin velayetinin tekrar alınmasını temin etmiştir. Fakat yetim malına karşı duyarlılık hiçbir zaman kaybolmamıştır.



d- Allah’ın vermiş olduğu malın fakirlerle paylaşılmasını emreden ayetleri muhatap almayla ilgili örnekler: Kur’an-ı Kerim’de fakirlik probleminin çözülmesiyle ilgili birçok ayet vardır. Sadakalar, zekat, bazı suçların cezasının malî ceza olarak konması ve fakirlere yardım edilmediğinde malın yok olmasıyla ilgili mesellerin amacı;maddî birikimlerin bir kısmını fakirlerle bölüşmek içindir. Müslümanların, fakirlere harcamada bulunmalarını emreden ayetler Medine’de de gelmeye devam etmiştir. Bu ayetlerden birisi, fakirlere yardımda bulunmayanların bilinçli, sorumlu ve Allah’a karşı duyarlı bir Müslüman olamayacağını ilan ediyordu. Ayet şöyle hitap etmektedir: “(Size gelince ey mü’minler) kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız ve her ne harcarsanız kuşkusuz Allah ondan tamamıyla haberdardır.[SUP][SUP]21[/SUP][/SUP] Allah Teala, mü’minlerin imanlarının, kendilerini, kardeşlerinin maddî ihtiyaçlarına karşı duyarlı hale getirmedikçe kamil bir iman sayılamayacağını hatırlatmaktadır.[SUP][SUP]22[/SUP][/SUP]



Yukarıdaki ayetin gelişi üzerine, az veya çok mala sahip olan bütün Müslümanlar fakirlerin lehine olarak mal bağışlamakta yarışa girmişlerdir. Ensardan Ebu Talha (ö: 34/654), “Bu ayet inince doğru Peygambere varmış ve “Beyruha” adlı bir bahçesinin olduğunu, burasının kendisine çok sevimli geldiğini ve bu bahçeyi fakirlere sadaka olarak verdiğini beyan etmiştir. Hz. Peygamber, bahçenin, Ebû Talha’nın akrabaları arasında paylaştırılmasının daha iyi olacağını söylemiş ve bu istek üzere Ebû Talha’nın fakir akrabalarına bölüştürülmüştür.[SUP][SUP]23[/SUP][/SUP] Sahâbenin malları paylaşma konusundaki cömertliklerinin temelinde ayete kendilerini muhatap sayma anlayışlarıyla beraber “empatik” davranış sergileme de vardır.



Sahâbîlerin davranışlarını çözebilmek için kısaca izah edersek empati; bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Yani; kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine “empati” adı verilir.[SUP][SUP]24[/SUP][/SUP] Hz. Peygamberin arkadaşlarının fakirlere karşı çok cömert olmalarının bir sebebi de, onların duygularını iyi anlamaları ve kendilerini fakirlerin yerine koyabilmeleridir. Yapılan araştırmalara göre, yardıma ihtiyacı olan kişilere, bu kişilerle empati kuranlar kurmayanlara oranla daha fazla yardımda bulunmaktadırlar.



Sahâbeden Ebu’d-Dahdah adlı kişi de; “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece ona döndürüleceksiniz.[SUP][SUP]25[/SUP][/SUP] ayetini okuyunca Hz. Muhammed’e gitmiş ve “Ey Allah’ın Rasulü! Demek Allah bizden borç mu istiyor? Öyleyse bende hurma bahçemi bağışladım.” demiştir. O gün onun bahçesinde altı yüz ağaç hurma olduğu nakledilmektedir.[SUP][SUP]26[/SUP][/SUP] Allah’la konuşurcasına oluşan ruh hali, sahâbîleri Kur’an’ın emirlerine karşı çok duyarlı bir toplum haline getirmiştir. Bu anlayış olmasaydı, belki de Kur’an’a sadece araştırılması veya okunması gereken bir obje olarak yaklaşırlardı.



e- Hz. Peygambere karşı davranışların düzeltilmesini isteyen ayetlere kendilerini muhatap saymayla ilgili örnekler: Kur'an’a göre hayatın her alanında model alınması gereken insan, Hz. Muhammed’dir. Kur’an’ın deyimiyle O, “Üsve-i hasene / en güzel model”dir.[SUP][SUP]27[/SUP][/SUP] Kur’an, onun özelliklerini ve fonksiyonlarını birçok ayette açıklamıştır. Onun yanında takınılması gereken edep kurallarını bir kısmı da Hucurat sûresinde beyan edilmiştir. Şu ayet Hz. Peygamberle mü’minlerin karşılıklı ilişkilerine ışık tutmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi peygambere yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Allah’ın elçisinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.[SUP][SUP]28[/SUP][/SUP] Bu ayetin geldiğini duyar duymaz Sabit b. Kays, ortalıktan kaybolup evine gizlenmiştir. Evinde üzgün bir halde iken durumunu sormaya gelen arkadaşına; “Rasulullahın yanında yüksek sesle konuştuğu için bu ayetin kendisi hakkında indiğini” söyleyip üzüntüsünün sebebini açıklamıştır. Hz. Peygamber, onu cennetle müjdeleyip endişelenmemesini söyleyince çok sevinmiştir.”[SUP][SUP]29[/SUP][/SUP] Ayette Sabit b. Kays’ı direkt olarak hedef alan bir ifade yoktur. Herkes gibi kendini Kur’an’ın boy aynasında ölçen bu zat, yüksek sesli birisi olduğu için, Kur’an’ın hitabıyla kendisi arasında ilgi kurmuştur. Bu tip davranışlar neredeyse tüm sahâbede vardır. Aynı ayetle ilgili benzeri bir durum da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’le alâkalı olarak nakledilir: “Akra b. Habis adlı birisi Medine’ye gelince, Hz. Ebû Bekir, onun kavmine görevli olarak atanmasını, Hz. Ömer de atanmamasını Hz. Peygamber’den istemiştir. Bu arada ikisinin de sesleri Rasulullah’ın yanında yükselmiştir. Bu ayetin nâzil olmasından sonra Hz. Ömer, Hz. Muhammed’in yanında sesini anlaşılabilecek tonun üzerinde hiç yükseltmemiştir.”[SUP][SUP]30[/SUP][/SUP] Bütün bu örnekler, sahâbenin kendilerini Kur’an’a muhatap saymalarının neticesinde oluşturdukları amelî alanla ilgili olaylardır.



4- Sahâbenin haramlara karşı duyarlı olması bağlamından kendilerini muhatap saymalarıyla ilgili ayetlerden örnekler: İçkinin yasaklanması tedrîcî bir şekilde olmuştur.[SUP][SUP]31[/SUP][/SUP] Kesin yasaklanmasını açıklayan en son ayetin geldiği, fakat bazı Müslümanların henüz haram kılınışını bilmedikleri bir ortamda sahâbîlerin bir kısmı içki içmektedirler. Hz. Enes der ki; “Ben de onlara içki dağıtmaktaydım. Dışardan biri geldi ve ‘İçki kesinlikle yasaklandı.’ dedi. Orada bulunanlardan Ebû Talha bana şöyle dedi: ‘Kalk ve şu içki kabını kır.’ Ben de kalktım ve bu kabın aşağı kısmına vurup kırdım.[SUP][SUP]32[/SUP][/SUP] Dışardan gelen birinin okumuş olduğu ayet üzerine, mecliste hazır bulunan insanların ellerindeki şarap kadehlerini atmalarının ve şarap küplerini kırmalarının tek sebebi vardır. O da, hitabın Allah’tan geldiğinin farkında olup bu hitaba bizzat kendilerinin muhatap olduklarının bilincidir. Bu bilinç sayesinde bu insanlar böyle bir haramı bir daha arzulamamışlardır.



Sahâbenin, haramları beyan eden ayetlerin muhatapları oldukları anlayışı sadece şarap ve çeşitlerine karşı olmayıp, bütün haramları kapsamaktadır. Şu örnek konuyu aydınlatacak mahiyettedir. Mersed b. Mersed el-Ganevî, cahiliye döneminde dost tutmuş olduğu “Anak” adlı bir kadınla evlenmek istediğini Hz. Peygambere söylemiştir. Bu sorunun sahibiyle ilgili Allah Teala şu ayeti indirmiştir: “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez. Zina eden kadın da ancak zina eden veya müşrik olan erkekle evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.[SUP][SUP]33[/SUP][/SUP] Hz. Muhammed, Mersed’i çağırmış ve ayeti okumuş, sonra da o kadınla evlenmemesini söylemiştir.[SUP][SUP]34[/SUP][/SUP] Bu ayetin geliş seyrine baktığımızda gördüğümüz manzara şudur: Kötü bir kadınla evlenme isteğini peygambere bildiren bir adam; olaya Allah’ın müdahalesi; adamın isteğine cevap mahiyetinde vahiy inmesi ve kendisine hitap edildiğini bilen kişinin sonunda bu evlilikten vaz geçmesidir. Hadisenin oluşuna zemin hazırlayan kişi, burada kendisinin direkt muhatap olduğunun farkındadır. Sahâbe, kendisine bire bir hitap etmeyen ayetlerin de hükümlerinin ve mesajlarının kendileriyle alâkalı olduğunun her zaman farkında olmuştur. Mesajı daima canlı tutmuşlardır. Ayetlere bizzat muhatap olmanın farkında oldukları için Huzaa kabilesinden, “Damra” adlı şahıs, gözlerinin kör olmasına rağmen hicreti emreden ayetleri duyunca, o haliyle hicret etmek amacıyla yollara çıkmış ve yolda vefat etmiştir.[SUP][SUP]35[/SUP][/SUP] Hak yolda olan Abdullah b. Revaha (ö: 8/630), Ka’b b. Mâlik (ö: 40/660) ve Hassan b. Sabit (ö: 54/674), “Şairlere gelince; onlara azgınlar uyar.[SUP][SUP]36[/SUP][/SUP] ayetini duyar duymaz kendileriyle ilgi kurmuşlar ve hemen durumu öğrenmek için Hz. Peygambere müracaat etmişlerdir.[SUP][SUP]37[/SUP][/SUP] Bu davranışların hepsinin işaret ettiği gerçek şudur: Sahâbe, Kur’an ayetlerinin her birisinin kendilerine hitap ettiğini kabul ediyor ve ona göre davranıyorlardı.



Sahâbenin bu davranışından pay almak isteyen günümüz Müslümanı da, sahâbe gibi, ayetlerdeki hitaplar, yöneltilen buyruklar ve yasaklar konusunda ilk muhatabın bizzat kendisi olduğunun bilincinde olmalıdır. Bu bilinçle yaşamalıdır. Ayrıca, “ayetin karşısında bu duygu ve düşünceyle durarak, onun kendisinden ne istediğini anlamalıdır.”[SUP][SUP]38[/SUP][/SUP]
Dr. Mehmet Sürmeli
1 Ahmed, Kitâbu’z-Zühd, I, 231.

2 Mevdudî, Tefhim, IV, 377.

3 33/Ahzâb 36.

4 Esed, Kur’an Mesajı, II, 859.

5 6/En’am 82.

6 Taberî, Câmiu’l-Beyan, V, 251; Buhârî, 65, Tefsîr, 6, V, 193; Ahmed, I, 378; Tirmizî, 48, Tefsir 7, no: 3067, V. 262; İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, IV, 304; Ebu’s-Suûd Efendi, İrşad-ı Akl-ı Selim, III, 156.

7 31/Lokman 13.

8 2/Bakara 150.

9 İbn Ebi Şeybe, Musannef, I, 369; Taberî, Câmiu’l-Beyan, II, 23.

10 Malik, 14, Kıble 4, I. 195; Şâfî, er-Risale, s. 124; İbn Sa’d, Tabakât, II, 8; Nesâî, Salât 24, I. 244-5; Buhârî, 65, Tefsîr 1, V, 151; Darimî, 2, Salât 30, 281; Ahmed, II, 16.

11 Ebû Davud, 2, Salât 206, no: 1045, I, 633.

12 83/ Mutaffifîn 1-3.

13 İbn Mace, 12, Ticaret, No: 2223, II, 748.

14 2/Bakara 159.

15 93/Duhâ 9.

16 17/İsra 34; Ayrıca bak: 6/En’am 152.

17 4/Nisa 10.

18 Nesâî, 28, Ahbas 11, VI, 257; Taberî, Câmiu’l-Beyan, II, 382.

19 2/Bakara 220.

20 Ebû Davud, 12, Vesâyâ 7, no: 2871, III. 291-2.

21 3/Âl-i İmran 92.

22 Esed, Kur’an Mesajı, I, 108.

23 Malik, 58, Sadaka 1, II. 995-6; Ahmed, III, 115; Nesâî, 29, Ahbas 2, VI. 231-2; Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 439; Taberî, Câmiu’l-Beyan, III, 346; Zemahşerî, Keşşaf, I, 376; Ebû Suud Efendi, İrşadu’l-Akli’s-Selim, III, 57.

24 Dikmen, Üstün, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çalışmaları ve Empati, Sistem Yay., İstanbul 1989, s. 135.

25 2/Bakara 245.

26 Taberî, Câmiu’l-Beyan, II, 608; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 283; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, II, 429.

27 33/Ahzâb 21.

28 49/Hucurat 1-3.

29 Buhârî, 65, Tefsîr 49, VI. 46; Ahmed, III, 287; Taberî, Câmiu’l-Beyan, XI, 379; Zemahşerî, Keşşaf, IV, 344; İbn Kesîr, IV, 208.

30 Tirmizî, 48, Tefsir 50, no: 3266, V. 387; Alusî, Rûhu’l-Meânî, XIII, 288; Celaleyn, Tefsir, s. 186.

31 Bak: 2/Bakara 219; 4/Nisa 43; 5/Maide 90.

32 Malik, 42, Eşribe 5, II. 847; Tirmizî, 48, Tefsir 25, no: 3177, V, 329; Darimî, 9, Eşribe 2, II. 506-7; İbni Arabî, Ahkamu’l-Kur’an, I, 209; İbn Kesîr, Câmiu’l-Mesânid, I, 352.

33 24/Nur 3.

34 Nesâî, 26, Nikah 12, VI. 67.

35 Nahhas, Meâni’l-Kur’an, II, 176.

36 26/Şuara 224.

37 Taberî, Câmiu’l-Beyan, IX, 490.

38 el-Halidî, Kur’an’ı Anlamaya ve Yaşamaya Doğru, s. 55.


 
Üst