Ruh açlıkla kemale erer

can feda

Profesör
Katılım
11 Ocak 2015
Mesajlar
1,014
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Konum
dünya...
1.jpg


Açlıkla bedenimiz zayıflıyor. İşte o an başka bir gücümüzü fark etme zamanı: Sahip olduğumuz şeylerden müstağni kalabilme! Hasılı açlık bize ruhumuza ve onun değerlerine döndürüyor, beden ve onun hazlarından müstağni kalarak özgürleşebilceğimizi, kendi darlığımızdan kurtulup hakikate ulaşabileceğimizi gösteriyor.
Midenin tıka basa doldurulmaması mevzuunu gündemimize taşıdığımız tek güzide zaman dilimi Ramazan galiba. Öyle ya midenin dinlendirilmesi, sağlıklı yaşam, diyet gibi pek çok biyolojik hikmetlerini duyar olduk bu günlerde. Hatta sosyolojik psikolojik tahlillere de dalıveriyoruz farketmeden. Fakirlerin halinden daha iyi anlıyoruz mesela Ramazanda; anksiyetemiz azalıyor ya da. Biz bu hikmetleri dillendire duralım “Ben yoksula karşı her zaman hassasiyet gösteriyorum, yardım ediyorum. Fakirin halinden anlamak için oruç tutmama gerek yok. Açken insanlar daha sinirli oluyor. Baksana Ramazan’da her gün ayrı bir kavgaya şahit oluyoruz.” eleştirilerine cevapta aynı performansı gösteremiyoruz. Bu da orucun asıl mahiyetini ıskaladığımızın en büyük delili olsa gerek. Halbuki oruçta aslolan ruhun gıdası ‘açlık’. Peki açlık ruha ne kazandırıyor? Ruhu nasıl doyuruyor?
Tasavvuf Profesörü Abdülhakim Yüce açlığı, insanın manevî yapısında bir birinin rağmına iş gören iki mekanizmadan birinin silahı olduğunu ifade ediyor. Bu iki mekanizma: Vicdan ve nefs… Her türlü şehevî arzu ve kaprisler, kin, nefret, öfke, inat gibi belli hikmet ve gayeler için insana verilen duygular nefis mekanizmasını meydana getiriyor. Kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, âlem-i emre ait Rabbanî lâtifeler, irade, idrak, şuur, his ve duygular da vicdan mekanizmasını oluşturuyor. Bu iki mekanizma çoğunlukla birbirinin aleyhine işliyor. Yani biri güçlenince diğeri zayıflıyor. Yüce, ruhun nefse galebe çalması için vicdan mekanizmasının müracaat edeceği vasıtalardan birisinin de aç kalmak olduğunu söylüyor. Özellikle oruçta olduğu gibi, ibadet kastıyla bilinçli ve kontrollü bir şekilde uygulanan açlık, bütün unsurlarıyla nefsi dizginlerken, yine bütün unsurlarıyla -ki ruh da bunlardan birisi- vicdanı güçlendiriyor ve daha aktif hale getiriyor. Zira çeşitli gıdalar alarak sürekli tok olan nefsin şehevî arzu ve isteklerinin önüne geçmek kolay olmadığı gibi, bu mekanizma içerisinde yer alan kin, nefret, öfke ve inat gibi duyguları da gittikçe güçleniyor. Neticede hem ferdi hem de toplumu ifsat edecek bir şer mekanizması haline geliyor.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ekrem Demirli “Açlık aslında bir ruhumuz olduğunu bize hatırlatıyor.” diyerek basit fakat manada durup düşündürtecek bir cümleyle girizgah yapıyor. Meselenin püf noktası burası olsa gerek! Öncelikle bir ruhumuz olduğunu hatırlamak! İnsanın kendini sadece bir beden olarak telakki etmesinin en önemli göstergesi ‘güç’ algısı. Beden için güç fiziksel güç demek. Demirli bunun iki temel tezahürü olduğu görüşünde. Birincisi mal-mülk şeklinde ifade edebileceğimiz nesneye sahip olmak sayesinde elde edileni. Diğeri ise bu güce bağlı olarak toplum içinde ortaya çıkmış statü ve hiyerarşiler. Beden kendini koruyabilmek için bu güç dengesi içinde çabalıyor ve mücadele ediyor, en nihayetinde bir iktidar ve varlık alanı oluşturmak istiyor. Aslında böyle bir hayat prangalı yaşamak anlamına geliyor. İşte bu prangayı kıracak ve bizi özgürlüğümüze kavuşturacak yegane şey açlık ve ona bağlı eylemler.
Açlıkla bedenimiz zayıflıyor. İşte o an başka bir gücümüzü fark etme zamanı: Sahip olduğumuz şeylerden müstağni kalabilme! Hasılı açlık bize ruhumuza ve onun değerlerine döndürüyor, beden ve onun hazlarından müstağni kalarak özgürleşebilceğimizi, kendi darlığımızdan kurtulup hakikate ulaşabileceğimizi gösteriyor.
AÇLIK, İRADEYİ GÜÇLENDİRİYOR
Tasavvufî terbiyenin her safhasında iradenin hakkını vermek şart. Zira güçlü bir iradeye sahip olmayan kişinin o zorlu seyr-u sülûk pratiklerini yerine getirmesi ve daha sonraki hayatında da devam ettirmesi adeta imkânsız. Nefsi aç bırakmak bu irade eğitimi için en önemli metotlardan. Açlık dünyaya karşı adeta sınırsız olan arzu ve meyilleri kırdığı gibi, günaha meyletmeye de engel oluyor. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), “Şeytan sizin kan damarlarınızda dolaşır. Öyle ise açlıkla o yolları daraltın.” buyuruyor. Bu sebeple açlık, nefsin işbirlikçisi olan şeytanla mücadelede de vazgeçilmez bir unsur. Bir gün Allah Resûlü (aleyhisalatü ve selam) ashabına “Size hüzünlü olmayı tavsiye ederim, zira hüzün kalbin anahtarıdır.” buyurunca ashab, “Nasıl hüzünlü olunur?” diye sorar. O şu cevabı verir: “Nefsinizi aç ve susuz bırakın.” der. Demek ki ibadet ve irade eğitimi kastıyla başvurulan açlık bir nefis işkencesi değil, manevî bir eğitim vasıtası.
Bu arada Resûl-ü Ekrem’in ümmetini özellikle sakındırdığı ve yakîn azlığına sebep olan ‘göbek bağlama’ yine bu ölçüsüz yeme içme neticesinde ortaya çıkan bir imtihan. O (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor: “Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en tehlikelisi şunlardır; Karın büyüklüğü çok uyku, (maddi ve manevî) tembellik ve yakîn (iman) zayıflığıdır.” Göbek bağlamanın bir çok sebebi olsa da ilk sırada ölçüsüz yemenin geldiği şüphesiz. Bunun ilacı da oruç ve açlık.
KEMALAT YOLCULUĞUNUN İLK ADIMI: AÇLIK
“Allah Teâla dünyayı yaratınca günahı ve cehaleti tokluğun içine, ilmi ve hikmeti açlığın içine iskan etti” diyen Sehl bin Abdullah’a kulak verince açlığın kemalat yolculuğunun ilk adımı olduğuna kanaat getiriyoruz. Sonraki adımlar ise az konuşma ve az uyuma. Nefs açlık sayesinde istikametini değiştiriyor. Yolculukta bu korkunun yenilmesi önemli. İnsanın ‘yemesem de olur’ veya ‘bedenimi ayakta tutabilecek bir gıda bana yeter’ düşüncesi iradenin terbiyesinde olmazsa olmazlardan. Gereğine uygun tutulan bir oruç insan ruhunun nefsine galebe çalmasına, onu kontrolüne almasına ve neticede ona da müsbet işler yaptırmasına yardımcı olan temel hususlardan. Abdülhakim Yüce, aç kalan nefsin fazla uyuması ve fazla konuşmasının da kolay olmadığını hatırlatıyor. Böylece tasavvuf ehlinin nefs terbiyesi için uyguladıkları ve seyr-u sülûkun temel unsurları olan kıllet-i menam, kıllet-i taam ve kıllet-i kelam gerçekleşmiş oluyor.
Tasavvuf ehlinin nefs terbiyesi adına müracaat ettiği riyâzette de temel unsur açlık. Nitekim halvete alınan müridin ilk önce yeme konusunu halletmesi isteniyor. Hatta acıkınca kuvvetlenecek, birşey yiyince zayıflayacak kadar açlığı fıtratı haline getirmiş Sehl bin Abdullah’a günde kaç öğün yemek yeneceğine dair soru yöneltilince verdiği cevap kamalat yolculuğunun gereğini çok iyi anlatıyor: “Günde bir öğün yemek sıddık olanların, iki öğün mü’min olanların yeme tarzıdır. Üç öğün yiyenler ailelerine söylesinler de ahırda bir yemlik yapsınlar.” Bu amaçla kontrollü bir şekilde yemek azaltılarak, ruhun nefse hakimiyet sağlamasına imkan veriliyor. Zira nefsin gıdası yemek ve ondan neşet eden hazlar iken ruhun gıdası ibadet ve zikir.
Elbette farzlarla beraber nafile ibadetler, evrad u ezkâr, dünyayla irtibatı ihtiyaçla sınırlandırmak, şehevî arzuları meşru yollarla ve yine ihtiyaç kadar gidermek de açlığa yardımcı unsurlar. Aksi takdirde sadece açlık, hele hele ibadet kastı olmadan ve kontrolsüz bir açlık, kişiyi daha fena işlere sevk edebiliyor. Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) fakirliği küfre götürecek düşüncelere kapı aralayacak bir hal olarak nitelendiriyor. Farz olan Ramazan’ın yanı sıra yıl içerisinde de nafile oruçlar tutulursa bu eğitim ancak sağlanıyor. Ancak oruç günlerindeki yeme içmenin diğer günlerden fazla olması bu gayreti baltalayan hususlardan. Allah Resûlü’nün, yemenin ölçüsü konusundaki tavsiyesi malumumuz: “Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysaki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın.”
Açlığın en önemli yönü yemeyen, içmeyen, kimseye muhtaç olmayan, Samed olan Allah’ı tanımamıza sağladığı katkı. Allah müstağnidir, eşyaya muhtaç değildir. Biz de eşyayla ilişkimizi açlıkla sınırlarız; gereksiz yemeyiz, içmeyiz, gereksiz olarak biriktirmeyiz vs. Biliriz ki bizi doyuran, yediren Allah’tır. Bu süreçte bizi biz yapanın irade olduğunu anlamaya başlarız. Kapitalizmin bize dayattığı ‘tüketebilme’ özgürlüğünden, İslami ve fıtri olan ‘ölçülü tüketim’e geçerek esas olanın bedenin sınırsız tüketiminde değil, ruhun bedeni sınırlamasında olduğunu farkederiz.
Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise açlığın tek başına bizleri kemale taşımadığı gerçeği. Çünkü hayatta pek çok işimiz vardır ve din hayatın içinde yapacağımız bütün işleri Allah’ın rızası için yaparak kemale erebileceğimizi bize öğretir. Burada dikkat etmemiz gereken şey, orucun Ramazan ayında hususi bir zemin teşkil etmiş olması. Bu da bizi yanıltıyor ve ibadetlerin sadece oruçla irtibatlı olduğunu zannediyoruz. Nitekim camilerin Ramazan’da dolup sonrasında boşalmasının sebebi de bu algı. Halbuki bir Müslüman günlük hayatını Ramazan’daki gibi farz ve nafile ibadetlerle geçirerek, ahlakını güzelleştirerek ancak ruhunu kemale erdirebilir.
 
Üst