Riyâzü's Sâlihîn

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
Riyâzü's Sâlihîn
1. Bölüm ) Müslümanın Hayat Ölçüleri
2. Bölüm ) Edep
3. Bölüm ) Yemek Yeme Edebi
4. Bölüm ) Giyim Kuşam
5. Bölüm ) Uyku Âdâbı
6. Bölüm ) Selâm
7. Bölüm ) Hasta Ziyareti
8. Bölüm ) Yolculuk Edepleri
9. Bölüm ) Faziletler
10. Bölüm ) İtikaf
11. Bölüm ) Hac
12. Bölüm ) Cihad
13. Bölüm ) İlim
14. Bölüm ) Allah’a Hamd ve Şükür
15. Bölüm ) Rasûlullah’a Salat-ü Selâm Getirme
16. Bölüm ) Zikirler
17. Bölüm ) Dualar
18. Bölüm ) Yasaklar
19. Bölüm ) Belli Bir Konuya Ait Olmayan İlgi Çekici Hadisler
20. Bölüm ) İstiğfâr
21. Bölüm ) Allah Teâlâ'nın Cennette Mü'minlere Hazırladığı Nimetler



1. Bölüm-Müslümanın Hayat Ölçüleri

İHLÂS ve NİYET

{GİZLİ VE AÇIK BÜTÜN İŞLERDE, SÖZLERDE VE HALLERDE İYİ NİYET VE İHLÂS}


1. Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir. ”

Buhârî, Bed’ü’l–vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l–ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26



2. Mü’minlerin annesi Ümmü AbdullahÂişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır. ”
Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu.

Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4–8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni Mâce, Fiten 30



3. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın. ”

Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Bey`at 15



4. Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah el–Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
– Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki:
– “Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir. ”
Bir başka rivayete göre:
– “Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu.

Müslim, İmâre 159



5. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
– Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Tebük Gazvesi’nden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu:
– “Medine’de bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vâdiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar. Çünkü onları birtakım mâzeretleri alıkoymuştur. ”

Buhârî, Megâzî 81, Cihâd 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 19; İbni Mâce, Cihâd 6

6. Ebû Yezîd Ma`n İbni Yezîd İbni Ahnes radıyallahu anhüm –Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahâbîdir– şöyle dedi:
Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid–i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm.
Babam:
– Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek durumu arzettim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
– “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir. ”

Buhârî, Zekât 15. Ayrıca bk. Dârîmî, Zekât 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 470



7. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:
Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:
– Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? diye sordum.
Hz. Peygamber:
“Hayır”, dedi.
– Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine:
“Hayır”, dedi.
– Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? diye sordum.
“Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.
Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.
“Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.
Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.
Bu sözleriyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5



8. Ebû Hüreyre Abdurrahman İbni Sahr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar. ”
Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9


9. Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el–Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:
– “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır. ”

Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l–humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l–cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13



10. Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris es–Sekafî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir”.
Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? diye sordum.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” buyurdu.

Buhârî, Îmân 22, Diyât 2, Fiten 10; Müslim, Kasâme 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Fiten 5; Nesâî, Tahrîm 29, Kasâme 7; İbni Mâce, Fiten 11
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
11. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha sevaptır. Şöyleki bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak üzere câmiye gelirse, câmiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler:
Allahım! Ona merhamet et!
Allahım! Onu bağışla!
Allahım! Onun tövbesini kabul et! diye ona dua ederler. ”
Buhârî, Salât 87, Ezân 30, Büyû` 49; Müslim, Tahâret 12, Mesâcid 272. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 48; İbni Mâce, Tahâret 6, Mesâcid 14


12. Ebü’l–Abbâs Abdullah İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyal–lahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ”
Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6), 10


13. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
– Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
– Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Birgün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler.
Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
– Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka rivâyete göre: Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.
Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
– Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Birgün bu adam çıkageldi. Bana:
– Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona:
– Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız:
– Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler.
Buhârî, Büyû` 98, İcâre 12, Hars ve’l–müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
TÖVBE

{ALLAH’TAN AF DİLEMEK}


14. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim. ”

Buhârî, Daavât 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbni Mâce, Edeb 57



15. Egarr İbni Yesâr el–Müzenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim. ”

Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57



16. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hizmetkârı olan Ebû Hamza Enes İbni Mâlik el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır. ”

Buhârî, Daavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8



17. Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebiyy–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam edip gider. ”

Müslim, Tevbe 31



18. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse, Allah onun tövbesini kabul eder. ”

Müslim, Zikir 43



19. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder. ”

Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 30



20. Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;
Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân İbni Assâl radıyallahu anh’ın yanına gitmiştim. Bana:
– Zirr! Niçin geldin? diye sordu. Ben de:
– İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi:
– Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Ben de:
– Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceği kafamı kurcaladı. Sen de Hz. Peygamber’in ashâbından olduğun için, onun bu konuda bir şey söylediğini duydun mu diye sormaya geldim, dedim. Safvân:
– Evet, duydum. Resûl–i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan sonra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi, dedi.
– Onun sevgiye dair bir şey söylediğini duydun mu? diye sordum.
– Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken bir bedevî kaba sesiyle:
– Muhammed! diye bağırdı.
Hz. Peygamber de onun sesine yakın bir sesle:
“Gel bakalım”, dedi.
Bedevîye dönerek:
– Yazıklar olsun sana! Hz. Peygamber’in huzurunda bulunuyorsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim.
Bedevî:
– Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl–i Ekrem’e: Birilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye sordu.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
– “Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir. ”
Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki:
– Hz. Peygamber bu konuda uzun uzun konuştu. Hatta bir ara batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. “Kapı yaya yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir”, buyurdu.
Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:
– Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için açık olarak yaratmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.

Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113; İbni Mâce, Fiten 32
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR

21. Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler.
Bu adam râhibe giderek:
– Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? diye sordu.

Rahip: “Hayır, kabul olmaz”, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek:
– Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.
Âlim:
– Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.
Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.
Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
Rahmet melekleri:
– O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.
Azap melekleri ise:
– O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler.
Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
Hakem olan melek:
– Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir, dedi.
Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.

Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48


Sahîh(–i Müslim)deki bir başka rivayete göre:
“O kimse iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın olduğundan oralı sayıldı. ”
Sahîh(–i Müslim)deki bir diğer rivayete göre:
“Allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesâfenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye bir karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi. ”
Bir başka rivayette ise:
“Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi” denilmektedir.


22. Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup götürme görevini üstlenen oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh’den şöyle anlatırken duydum:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takibetmek için yola çıkmışlardı. Nihayet Allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha üstün görmem.
Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şöyle oldu:
Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip olmuştum. Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl–i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa katılamayan kimseler olmasıydı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında otururken:
– “Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam:
– Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş.
Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:
– Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Peygamber aleyhisselâm’a dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada çok uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte olduğunu görmüş:
– “Bu Ebû Hayseme olaydı” demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el–Ensârî değil mi!
Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek hurma verdiği için münafıklara alay konusu olan zâttır.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dosdoğru söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid–i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sonra halkın arasına gelip otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sonra:
“Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne oturdum. Bana:
“Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de:
– Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb–ı Hak işin doğrusunu sana bidirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah’dan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
Kâ’b sözüne devamla dedi ki:
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hüküm verene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak:
– Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Peygamber aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra onlara:
– Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sordum.
– Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar.
– O iki kişi kim? diye sordum.
– Biri Mürâre İbni Rebî` el–Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el–Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona:
– Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönüp duvardan atladım.
Birgün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:
– Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu:
– Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim.
Mektubu okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım.
Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir şahıs çıkageldi.
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi.
– Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum.
– Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma:
– Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim.
Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e giderek:
– Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sormuş. Hz. Peygamber de:
– Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş:
– Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah’a yemin ederim ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
Kâ`b sözüne şöyle devam etti:
– Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselâm’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.
Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân–ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle:
– “Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci koşup Sel Dağı’na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselâm’ı görmek üzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu olsun” diyorlardı.
Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın ortasında oturuyordu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı.
Râvi der ki, Kâ’b, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Peygamber aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak:
– “Dünyaya geldiğindenberi yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu olsun!” buyurdu. Ben de:
– Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum.
– “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselâm’ın yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.
Resûl–i Ekrem’in önünde oturduğumda:
– Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de:
– Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim.
Vallâhi bunu Peygamber aleyhisselâm’a söylediğim gündenberi doğru sözlü olmaktan dolayı Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm’a o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb–ı Hakk’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:
Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet–i kerîmeleri indirdi:
“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara çok şefkatli, pek merhametlidir.
“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabuledici ve bağışlayıcıdır.
“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından korkun ve doğrularla beraber olun”
[Tevbe sûresi (9), 117–119].

Kâ’b şöyle devam etti:
Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sonra Cenâb–ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber aleyhisselâm’ın huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
“O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz”
[Tevbe sûresi (9), 95–96].

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselâm’ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb–ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ –anlatıldığı üzere– hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin. . . ” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır.
Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)
Diğer bir rivayet:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi’ne perşembe günü çıkmıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi” şeklindedir.

Buhârî, Cihâd 103


Başka bir rivayette ise:
“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sonra orada otururdu” denilmektedir.

Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
23. Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn el–Huzâî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Cezamı ver, dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisini çağırttı. Ona:
“Bu kadına iyi davran! Doğum yapınca bana getir!” buyurdu.
Adam Resûl–i Ekrem’in buyurduğu gibi yaparak kadını doğumdan sonra getirdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. Sonra Peygamber aleyhisselâm’ın emri üzerine taşlanarak öldürüldü. Daha sonra Resûl–i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.
Hz. Ömer:
– Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun? diye sorunca Hz. Peygamber şunları söyledi:
“O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb–ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun?”

Müslim, Hudûd 24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64



24. İbni Abbas ve Enes İbni Mâlik radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder. ”

Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116–119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce, Zühd 27



25. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan da daha sonra tövbe eder, müslüman olur, o da Allah yolunda savaşırken şehid düşer. ”

Buhârî, Cihâd 28; Müslim, İmâre 128, 129. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 38; İbni Mâce, Mukaddime 13

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
S A B I R


26. Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder. ”
Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86

27. Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el–Hudrî radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Medineli müslümanlardan bir kısmı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle hitab etti:
“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lutufta bulunulmamıştır. ”
Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâî, Zekât 85

28. Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur. ”
Müslim, Zühd 64

29. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı ağırlaşınca sıkıntıları çoğaldı. Durumu gören Fâtıma radıyallahu anhâ:
– Vah babacığım, ne büyük sıkıntın var! dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
(Kızım), bugünden sonra babanın sıkıntısı olmayacak” buyurdu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince, bu defa Fâtıma radıyallahu anhâ:
– Allah’ın çağrısına icâbet eden babacığım vah, mekânı Firdevs cenneti olan babacığım vah, kara haberini ancak dostu Cebrail’le paylaşacağımız babacığım vah, diye ağladı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in defninden sonra da Hz. Fâtıma duygu ve üzüntülerini şöyle dile getirdi:
– Resûlullah’ın üzerine (çarçabuk) toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl râzı oldu?
Buhârî, Meğâzî 83. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 65

30. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in azadlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle dedi:
Kızı (Zeynep), Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Oğlum ölmek üzeredir, lutfen bize kadar geliniz, diye haber gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin”, buyurarak kızına selâm gönderdi.
Bunun üzerine Kızı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e;
– Ne olur, mutlaka gelsin, diye tekrar haber yolladı.
Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahâbîler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde:
– Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.
Hadisin bir başka rivâyetinde Hz. Peygamber, “Bu, dilediği kulla–rının kalbine Allah’ın koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah ancak, merhametli kullarına rahmet eder” buyurmuştur.
Buhârî, Cenâiz 33, Müslim, Cenâiz, 9, 11. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 9, Merdâ 9, Tevhîd 25; Ebû Dâvûd, Cenâiz 24, Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbni Mâce, Cenâiz 53

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
31. Suheyb (–i Rûmî) radıyallâhü anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha:
– “Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem” dedi.
Padişah da ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında oturdu ve konuşmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz ona “niçin geç kaldın?” diye kızar ve döğerdi. Delikanlı bu durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:
– Sihirbazdan korktuğunda, “evdekiler alıkoydular”de; âilenden çekindiğinde de “sihirbaz alıkoydu” de.
Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve kendi kendine “Sihirbazın mı yoksa râhibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim” diyerek bir taş aldı ve “Ey Allahım, rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler” dedi ve taşı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sonra delikanlı râhibe gelip olayı anlattı. Râhip ona:
– Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira, sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir belâya uğratılacaksın. Böyle bir şey olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme! dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedâvî ederdi. Padişahın o sıralarda kör olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:
– Eğer beni tedâvî edersen, bütün bunlar senin olacak dedi.
Delikanlı:
– Ben kendiliğimden kimseye şifâ veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir. Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben ona dua ederim, o da (dilerse) sana şifa verir, dedi.
Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona şifa verdi. Adam eskiden olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.
Padişah:
– Senin gözünü kim iyi etti? diye sordu. O da:
– Rabbim, dedi.
Bu defa Padişah:
– Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.
Adam:
– Benim de senin de rabbin Allah Teâlâ’dır, dedi.
Bunun üzerine sinirlenen padişah adamı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonuçta adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah ona:
– Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi? diye sordu.
Delikanlı:
– Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır dedi.
Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede râhip getirildi ve kendisine “dininden dön!” denildi. Râhip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip başının tam ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra Padişahın adamı getirildi ona da “dininden dön!” denildi. Ancak o da kabul etmedi. Padişah onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve “dininden dön (yoksa öleceksin)” diye tehdid edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı adamlarından bir gruba teslim etti ve onlara şu tâlimatı verdi:
– Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse, aşağıya yuvarlayın gitsin.
Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.
Delikanlı:
“Allahım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve onlar aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah ona:
– Yanındakiler ne oldu? dedi.
Delikanlı da :
– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi.
Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve:
– Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse, denize atın gitsin, dedi.
Delikanlıyı alıp götürdüler. O:
“Allahım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti.
Gemi içindekilerle beraber ala–bora oldu, hepsi boğuldu. Delikanlı sağ–sâlim padişahın yanına döndü.
Padişah onu görünce:
– Yanındakiler ne oldu? diye sordu.
Delikanlı da:
– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti:
– Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
Padişah:
– Neymiş onlar? dedi.
Delikanlı :
– Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla. Okdanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da “Delikanlının rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin” dedi.
Padişah halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sadağından bir ok aldı, yayına yerleştirdi. “Delikanlının rabbi olan Allah adıyla” deyip oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta öldü.
Bunun üzerine halk:
– Biz, delikanlının rabbine iman ettik, dediler.
Daha sonra durumu padişaha ileterek:
– Gördün mü çekindiğin şey nihâyet başına geldi; halk iman etti, dediler.
Bunun üzerine padişah, sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle doldurulmuştu.
Padişah:
– Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zorla ateşe atın, (yahut “onları ateşe girmeye zorlayın”) dedi.
Emri yerine getirdiler. En sonunda kucağında çocuğu ile bir kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. Çocuk:
– “Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di. Müslim, Zühd 73

32. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra–çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti.
Ona:
– “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu.
Kadın:
– Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir, dedi.
Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e):
– Sizi tanıyamadım, dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu.

Buhârî, Cenâiz 32, 43; Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz l4–l5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 23; Tirmizî, Cenâiz 13; Nesâî, Cenâiz 22



33. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu demiştir.
Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah’tan bekleyen mü’min kulumun katımdaki karşılığı cennettir. ”

Buhârî, Rikak 6



34. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâun hastalığını sormuş, o da şöyle buyurmuştur:
“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir. ”

Buhârî, Tıb 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92–95



35. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm. ”

Buhârî, Merdâ 7; Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 58



36. Atâ İbni Ebî Rebâh’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ bana:
– Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben:
– Evet, göster, dedim.
İbn Abbâs şöyle dedi:
– Şu (iri yarı) siyah kadın var ya! İşte bu kadın (birgün) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve:
– Beni sar’a tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua ediniz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu.
Bunun üzerine kadın:
– Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sar’a tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de ona dua etti.

Buhârî, Merdâ 6; Müslim, Birr 54



37. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, gönderildiği kavim tarafından dövülüp yüzü kanatılan, bir taraftan yüzündeki kanı silen bir taraftan da “Ey Allahım, halkımı bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar” diyen bir peygamberi anlatması hâlâ gözlerimin önündedir.

Buhârî Enbiyâ, 54. Ayrıca bk. Buhârî, Mürteddîn 5; Müslim, Cihâd 104; İbni Mâce, Fiten 23



38. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar. ”

Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49



39. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzûruna vardım. Kendisi sıtmaya yakalanmıştı.
– Ey Allah’ın Resûlü! Gerçekten şiddetli bir sıtma nöbetine tutulmuş–sunuz, dedim.
– “Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar ızdırab çekmekteyim” buyurdu.
– (Herhalde) bu iki kat sevap kazanmanız içindir, dedim.
– “Evet, öyledir. Allah, ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı müslümanın günahlarını bağışlar. O müslümanın günahları ağaç yaprakları gibi dökülür” buyurdu.

Buhârî, Merdâ 3, 13, 16; Müslim, Birr 45



40. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar. ”

Buhârî, Merdâ 1

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
41. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin. ”

Buhârî, Merdâ 19; Daavât 30; Müslim, Zikir 10, 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 9; Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce Zühd 31



42. Ebû Abdullah Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve :
– Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
– “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti–kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz. ”
Buhârî’nin bir başka rivayetinde ifade, “Peygamber aleyhisselâm hırkasına bürünmüştü. Bizler müşriklerden çok işkence görüyorduk” şeklindedir.

Buhârî, Menâkıb 25. Ayrıca bk. Buhârî, İkrâh 1, Menâkıbu’l–ensâr 29, Ebû Dâvûd, Cihâd 97



43. Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Savaşı ganimetlerini taksim ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazı kişilere diğerlerinden fazla hisse verdi. Akra’ İbni Hâbis’e yüz deve, Uyeyne İbni Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Bunun üzerine bir kişi:
– Vallahi bu taksimde hakkâniyet yoktur, Allah rızâsı da gözetilmemiştir! dedi.
Ben de:
– Allah’a yemin ederim ki bunu ben Resûlullah’a söyleyeceğim, dedim. Gittim, adamın söylediklerini anlattım.
Bunun üzerine, kızgınlığından Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel–lem’in yüzü kıpkırmızı kesildi. Sonra şöyle cevap verdi:
– “Allah ve Resûlü de adâlet etmezse, hiç kimse adâlet etmez. ” Daha sonra da şöyle buyurdu:
“Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithama maruz kalmıştı da sabretmişti. ”
Ben (kendi kendime), “Bundan sonra kimsenin sözünü Resûlullah’a iletmeyeceğim” diye karar verdim.

Buhârî, Edeb 53; Müslim, Zekât 145



44. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, dünyada vermez. ”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem (yine) şöyle buyurmuştur:
“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allahın gazabına uğrar. ”

Tirmizî, Zühd 57. Ayrıca bk. İbnî Mâce, Fiten 23



45. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Ebû Talha radıyallahu anh’ın hasta bir erkek çocuğu vardı. Ebû Talha evde değilken çocuk öldü. Eve döndüğü zaman:
– “Oğlumun durumu nedir?” diye sordu.
Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
– O şimdi eskisinden daha rahat, dedi. Akşam yemeğini hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi sonra da hanımıyla yattı. Daha sonra hanımı ona “Çocuğu defnediniz” dedi.
Ebû Talha sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olup biteni anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bu gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu.
Ebû Talha:
– Evet, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allahım, bu ikisine mübârek kıl” diye dua etti.
(Zamanı gelince) Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû Talha bana:
– “Çocuğu al, Peygamber’e götür” dedi. Ümmü Süleym de bir miktar hurma verdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çocuğun yanında herhangi bir şey var mı?” diye sordu. Ben:
– Evet, bir kaç hurma var, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hurmaları ağzına alıp çiğnedi. Sonra çıkarıp çocuğun ağzına koydu ve damağını hafifçe oğdu, adını da Abdullah koydu.

Buhâri, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s–sahâbe 107


Buhârî’nin bir rivayetine göre Süfyân İbni Uyeyne; “Ensardan bir kişi (İbâye İbni Rifa’a) Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüğünü, hepsinin de Kur’an’ı okuyan ve mânasını anlayan kimseler olduğunu söylemiştir. ”

Buhâri, Cenâiz 42


Müslim’in rivâyetinde ise, olay şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Talha’nın, Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym, ev halkına:
– Ebû Talha’ya ben haber vermedikce, oğlu hakkında hiç biriniz bir şey söylemeyiniz! diye tenbihledi. Sonra Ebû Talha eve geldi. Ümmü Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi. Yemekten sonra Ümmü Süleym, eskiden olduğundan daha güzel süslendi. O da hanımıyla yattı. Ebû Talha’nın karnı doyup tatmin olduğunu görünce Ümmü Süleym ona:
– Ey Ebû Talha, bir millet, bir aileye emânet bir şey verseler de, sonra emânetlerini isteseler, iade etmeyebilirler mi, ne dersin? dedi.
Ebû Talha:
– Hayır, (vermemezlik edemezler) dedi.
Ümmü Süleym:
– O halde oğlunu geri alınmış böyle bir emânet bil, dedi.
Ebû Talha kızdı ve:
– Mademki öyle, niçin hiç bir şey olmamış gibi davrandın? Şimdi de tutmuş, oğlumun durumunu bana haber veriyorsun, öyle mi? dedi. Derhal kalkıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olanı biteni olduğu gibi haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Geçen gecenizi Allah hakkınızda bereketli kılsın” buyurdu.
Ümmü Süleym hâmile kaldı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym de bu sefere iştirak etmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel–lem seferden döndüğünde Medine’ye gece girmezdi. Medine’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum sancıları tuttu. Bu sebeple Ebû Talha onun yanında kaldı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Ebû Talha şöyle demeye başladı:
– Rabbim! Sen çok iyi bilirsin ki ben, Resûlün ile beraber Medine’den çıkmaktan, onunla beraber Medine’ye girmekten son derece memnun olurum. Fakat bu defa bildiğin sebepten takılıp kaldım.
Bunun üzerine Ümmü Süleym:
– Ebû Talha! Şimdi artık sancım kalmadı. Sen git, dedi.
(Enes diyor ki) Biz yolumuza devam ettik. Medine’ye geldiklerinde Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk doğurdu. Annem (Ümmü Süleym) bana:
– Enes, bu çocuğu sen sabahleyin Resûlullah’a götürmeden kimse emzirmesin, dedi. Sabahleyin ben çocuğu alıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüm. Resûlullah’ın elinde bir dağlama âleti vardı. Beni görünce:
– Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı, buyurdular.
– Evet, dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye has acve hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi, sonra da çocuğun ağzına çaldı. Çocuk yalanmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Medinelilerin hurma sevgisine bakın!” buyurdu. Çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah adını verdi.

Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 107



46. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek babayiğit, güreşte rakîbini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.”

Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106–108



47. Süleyman İbni Surad radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı.
Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Eğer o, “Eûzü billâhi mine’ş–şeytânirracîm = İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım” derse, üzerindeki hâl kaybolur. ”
Oradakiler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler.

Buhârî, Bed’ü’l–halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109


48. Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah, Kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, hûriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır. ”

Ebû Dâvûd, Edeb 3 ; Tirmizî, Birr 74; Kıyâmet 48. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 18


49. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana öğüt ver, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona:
– “Kızma!” buyurdu.
Adam dileğini bir kaç kez tekrar etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de (her defasında ısrarla) :
– “Kızma!” buyurdu.

Buhârî, Edeb 76. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 73



50. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz. ”

Tirmizi, Zühd 57
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
51. Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a mi–safir oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun yaşlı olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:
– Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:
– Ey Hattâb oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermi–yorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.
Bunun üzerine Hurr:
– Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” buyurdu. Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına son derece bağlı idi.

Buhârî, Tefsîru sûre (7), 5, İ’tisâm 2



52. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hiç şüphesiz, benden sonra, adam kayırmalar ve yadırgayacağınız bazı işler olacaktır” buyurdu. Ashâb–ı kirâm:
– Ey Allahın Resûlü! O zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersiniz? dediler.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Siz üzerinize düşen görevleri yapar, kendi hakkınızı ise, Allah’tan beklersiniz” buyurdu.

Buhâri, Menâkıbu’l–enbiyâ 8; Fiten 2 ; Müslim, İmâre 45, 48



53. Ebû Yahyâ Üseyd İbni Hudayr radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Medinelilerden bir adam:
– Ey Allahın Resûlü, falan kişi gibi beni de vâli tayin etmez misiniz? dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Siz, benden sonra adam kayırma olayları göreceksiniz. Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz!” buyurdu.

Buhârî, Fiten 2, Menâkıbü’l–ensâr 8; Müslim, İmâre 48, Fedâil 27, 28



54. Ebû İbrahim Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, düşmanla karşılaştığı gazalardan birinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güneş tepe noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi, sonra kalktı ve:
– “Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allahtan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyurdu. Sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti:
“Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allahım, şu düşmanı perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!”

Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20








55. Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.

Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103–105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5



56. Ebû Muhammed Hasan İbni Ali İbni Ebû Tâlib radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den:
Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve işde) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar” buyurduğunu belledim.

Tirmizî, Kıyâmet 60



57. Ebû Süfyân Sahr İbni Harb radıyallahu anh, Bizans Kralı He–rakliyus ile aralarında geçen uzun konuşmayı naklederken şöyle dedi:
Herakliyus:
– O (peygamber olduğunu söyleyen) adam size neleri emrediyor? diye sordu. Ben de:
– Sadece Allah’a kulluk ediniz, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayınız. Atalarınızın iman ettiklerini söyledikleri şeyleri terkediniz, diyor ve bize namaz kılmayı, sözde ve işde doğruluğu, iffetli yaşamayı ve akraba ile ilgilenmeyi emrediyor, dedim.

Buhârî, Bed’u’l–vahy 6, Salât 1, Sadakât 28; Müslim, Cihâd 74



58. Ebû Sâbit, Ebû Saîd ve Ebû Velîd künyeleriyle tanınan ve Bedir mücâhidlerinden olanSehl İbni Huneyf radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bütün kalbiyle şehid olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında ölse bile, şehidler mertebesine ulaştırır.

Müslim, İmâre 157. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 15



59. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resû–lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun, önceki peygamberlerden biri düşmanla savaşmaya (cihada) çıktı. (Hareketinden önce) ümmetine şöyle seslendi:
– Bir hanımla evlenmiş olup onunla henüz gerdeğe girmemiş olan, yaptığı evin henüz çatısını çatmamış olan, gebe koyun veya deve alıp yavrulamasını bekleyen kimse peşime düşmesin! Bu sözleri söyledikten sonra yola çıktı. İkindi sularında (düşman) yurduna vardı. Güneşe hitâben:
– Sen de ben de emir kuluyuz dedi; sonra:
Allah’ım onun batmasını geciktir, diye dua etti.
Bunun üzerine orayı fethedinceye kadar güneşin batması geciktirildi. (Nihayet) ganimetler bir araya getirildi. Onları yakmak için gökten ateş indi fakat yakmadı. Bunun üzerine Peygamber:
– İçinizde ganimetten mal aşırmış olanlar var. Haydi her kabileden bir temsilci benimle tokalaşıp bîat etsin! dedi.
Tokalaşma esnasında bir kişinin eli peygamberin eline yapıştı. O zaman Peygamber:
– İhânet eden sizdedir. Derhal senin kabilene mensup kişiler gelip bana bîat etsinler! dedi.
Bîat esnasında iki ya da üç kişinin eli peygamberin eline yapıştı. Bu defa onlara:
– Aşırılmış olan mal sizde! dedi.
Adamlar, sığır kafasına benzer altından yapılmış bir baş getirdiler. Peygamber onu öteki ganimetlerin içine koydu. Ateş de hepsini yaktı, kül etti. Zira ganimet bizden önce hiç bir peygamber (ve ümmetin)e helâl değildi. Allah Teâlâ zaaf ve aczimizi bildiği için onu bize helâl kıldı. ”

Buhârî, Humus 8; Müslim, Cihâd 32



60. Ebû Hâlid Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Satıcı ve alıcı (söz kesip) pazarlığı bitirdikten sonra birbirlerinden ayrılmadıkça alış–verişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer onların her biri karşılıklı olarak doğru söyler (mal ile paranın durumunu olduğu gibi) açıklar ise, alış–verişleri bereketli olur. Yok eğer gizler ve yalan beyânda bulunurlarsa, alış–verişlerinin bereketi kalmaz. ”

Buhârî, Büyû’ 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû’ 47. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 1; Tirmizî, Büyû’ 6, 26; Nesâî, Büyû’ 4, 8, 11

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
61. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
– Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
– Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
– Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gü–nüne inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
– Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
– Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
– Doğru söyledin dedi, sonra da:
– Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
– O halde alâmetlerini söyle, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
– Allah ve Resûlü bilir, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.
Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16;

Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9


62. Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde ve Ebû Abdurrahman Muâz İbni Cebel radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork.
Kötülük işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün.
İnsanlarla güzel geçin!

Tirmizî, Birr 55

63. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. )

Tirmizî, Kıyâmet 59


Tirmizî dışında bir rivayette de (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307) şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir. ”


64. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
“Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler yapıyorsunuz ki, biz onları, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında helâk edici büyük hatalardan sayardık. ”

Buhârî, Rikak 32



66. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“İsrâil oğulları arasında biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları sınamak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.
Melek ala tenliye geldi:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Ala tenli:
– Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu halin benden giderilmesi, dedi. Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? dedi. Adam:
– Deve (yahut da sığır)dır, dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek:
– Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti.
Sonra kele gelerek:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kel:
– Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin gideril–mesi dedi. Melek onu sıvazladı, kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek sordu:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? Adam:
– Sığır… dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek:
– Allah sana bunu bereketli kılsın! diye dua ettikten sonra körün yanına geldi ve :
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kör:
– Allah’ın gözlerimi iâde etmesini ve insanları görmeyi çok istiyorum, dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iâde etti. Bu defa Melek:
– En çok sahip olmak istediğin şey nedir? dedi. O da:
– Koyun… dedi. Bunun üzerine ona döl veren bir gebe koyun verildi.
Deve ve sığır yavruladı, koyun kuzuladı. Neticede birinin vâdi dolusu develeri, diğerinin vâdi dolusu sığırı, ötekinin de bir vâdi dolusu koyun sürüsü oldu.
Daha sonra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve:
– Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere önce Allah sonra senin yardımın sâyesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum, dedi.
Adam:
– Mal verilecek yer çoook, dedi. Melek:
– Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği abraş değil misin? dedi. Adam:
– Bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi. Melek:
– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin, dedi.
Sonra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da:
– Yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.
Körün kılığına girip bu defa da onun yanına gitti ve:
– Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allah’ın sonra senin sâyende yoluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim, dedi. Bunun üzerine (eski) kör:
– Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım, dedi. Melek:
– Malın senin olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah senden razı oldu, arkadaşlarına gazap etti, cevabını verdi (ve oradan ayrıldı).

Buhârî, Enbiyâ 51; Müslim, Zühd 10


67. Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır”

Tirmizî, Kıyâmet 25. Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 31


68. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terketmesi, kişinin iyi müslüman oluşundandır. ”

Tirmizî, Zühd 11. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12



69. Ömer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişiye, hanımını neden dövdüğü sorulmaz!”

Ebû Dâvûd, Nikâh 42. Ayrıca bk. İbni Mace, Nikâh 51



70. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi kimdir? dediler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.
– “O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İs–hak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi Yusuf’tur” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.
– “O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Câhiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dînî hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar” buyurdu.

Buhârî, Enbiyâ 8, 14, 19, Menâkıb 1, Tefsîru sûre (12), 2; Müslim, Fezâil 168


 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
71. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.

Müslim, Zikir 99. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 26; İbni Mâce, Fiten 19


72. İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği iste–rim. ”

Müslim, Zikir 72. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Dua 2



73. Ebû Tarîf Adî İbni Hâtim et–Tâî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim demiştir:
“Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yemin eden, sonra da (yemininin) zıddını takvâya daha uygun bulan kimse, (yemininden vazgeçip) takvâya yönelsin!

Müslim, Eymân 15



74. Ebû Ümâme Sudayy İbni Aclân el–Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Vedâ hutbesi’nde şöyle buyururken dinledim demiştir:
“Allah’tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. Yöneticilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz.

Tirmizî, Cum’a 80



75. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanın–da üç–beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‘İşte bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız–azabsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır’ dediler. ”
(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız–azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar: Kimileri, “Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır” dediler. Daha başka birçok görüş ileri sürenler oldu.
Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm çıkageldi.
“Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu.
– Hesapsız–azabsız cennete gireceklerin kim oldukları hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:
– Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ Resûlallah)! dedi.
Peygamber aleyhisselâm da:
– “Sen onlardansın!” buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı ve:
– Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.
Peygamber aleyhisselâm bu defa:
– “Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.

Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 16



76. Yine Abdullah İbni Abbas radıyalluha anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle söylemeyi itiyat edinmişti:
“Allah’ım! Sana teslim oldum, ben sana inandım, sana dayandım. Yüzümü gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim.
Allah’ım! Beni saptırmandan yine sana, senin büyüklüğüne sığınırım, –ki senden başka ilah yoktur–. Ölmeyecek diri yalnız sensin. Cinler ve insanlar ise, hep ölümlüdürler!”
Müslim, Zikir 67. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 1, Tevhîd 7, 8, 24, 35; Müslim, Müsâfirîn 199; Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9; İbni Mâce, İkâmet 180


77. Yine Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” sözünü, ateşe atıldığında İbrahim aleyhisselâm söylemiştir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bu sözü “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çaresine bakınız!” dediklerinde söylemiştir. Nitekim bu haber müslümanların imanını arttırmıştı ve onlar hep birlikte “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” demişlerdi.
Buhârî’nin Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan naklettiği bir başka rivayette Abdullah şöyle demiştir:
“Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselâm’ın son sözü:
“Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” demek olmuştur.

Buhârî, Tefsîrû sûre (3), 13



78. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi (rakîk ve güven içinde)dir. ”

Müslim, Cennet 27. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 331



79. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadiye geldiklerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orada mola vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahate çekilmiş kılıcını da ağaca asmıştı.
(Câbir dedi ki: ) birazcık (uyku) kestirmiştik ki, Resûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık, Resûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana:
– Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak? dedi. Ben de üç defa:
– “Allah” cevabını verdim.
(Câbir diyor ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında oturu–yordu.
Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311
(Buhârî’deki) bir başka rivayette (bk. Meğâzî 31) Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte zâtü’r–rikâ’ denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık. ) Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah’ın (ağaçta asılı olan) kılıcını alıp çekmiş ve:
– Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayır” cevabını vermiş. Adam:
– Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de
– “Allah” buyurmuştur.
Ebû Bekir el–İsmâîlî’nin “Sahîh”inde yer alan bir rivâyette olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:
Adam:
– Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:
Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu. Adam:
– İyi bir cezalandırıcı ol! dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah’ın elçisi olduğu–mu kabul ve itiraf eder misin?” dedi.
Adam:
– Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara:
– En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi.


80. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyalluha anh’den rivayet edildiğine göre “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler. ”

Tirmizî Zühd 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 14
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
81. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Ey falân! Yatağına yattığında şöyle dua et:
Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından) korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.
Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun. ”
Buhârî, Vudû 75, Daavât 6; Müslim, Zikr 56–58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 98.

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde (gösterilen yerlerde) yine Berâ İbni Âzib’den rivayet edildiğine göre Berâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:
– “Yatağına yatacağın zaman, namaz kılmak için abdest alıyor gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat ve –yukarıdaki duayı aynen zikrederek– böyle dua et!” Sonra da şunu ilâve etti:
– “En son sözün bu dua olsun!”


82. Ebû Bekir es–Sıddîk, Abdullah İbni Osman İbni Âmir İbni Ömer İbni Kâ’b İbni Sa’d İbni Teym İbni Mürre İbni Kâ’b İbni Lüey İbni Galib el–Kureşî et–Teymî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre –ki Allah kendilerinden razı olsun, kendisi, babası ve annesi sahâbîdir– o şöyle demiştir:
(Hicret yolculuğunda) biz Resûlullah ile mağaradayken, tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:
– Ey Allah’ın elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa mutlaka bizi görür, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyor)sun, Ebû Bekr?”
Buhârî, Tefsîru sûre (9), 9; Fezâilü’l–ashâb 2; Müslim, Fezâilüs–sahâbe 1


83. Asıl adı Hind Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe el–Mahzûmiyye olan Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi:
“Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’a güveniyorum. Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına muhatap olmaktan sana sığınırım. ”
Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34; İbni Mâce, Duâ 18



84. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, evinden çıkarken:
“Allah’ın adıyla çıkıyor, Allah’a güveniyorum. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır” derse kendisine:
“Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun, diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır. ”
Ebû Dâvûd’un rivayetinde şu ilâve vardır:
Şeytan, diğer şeytana: Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları karşılanmış ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki? der.
Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34



85. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelir, diğeri de (geçimlerini temin için) çalışırdı. (Bir gün) çalışan kardeş, ötekini Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti. Peygamber aleyhisselâm da:
– “Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor, rızıklandırılıyorsun” buyurdu.
Tirmizî, Zühd 33



86. Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.
Müslim, İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.



87. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez. ” Dediler ki:
– Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
– “(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!”
Müslim, Münâfikîn 76, 78. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; İbni Mâce, Zühd 20




HAYIRLI İŞLERE KOŞMAK

{HAYIRLI İŞLERE KOŞMAK VE HAYRA YÖNELMİŞ KİŞİYİ CİDDİ VE TEREDDÜTSÜZ ŞEKİLDE ONU İŞLEMEYE TEŞVİK ETMEK}


88. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar. ”
Müslim, Îmân 186. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3; İbni Mâce, İkâme 78

89. Ebû Sirve’a (veya Serve’a) Ukbe İbni Hâris radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir keresinde Medine’de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında ikindi namazı kılmıştım. Resûlullah selâm verip namazı bitirdi ve sür’atle yerinden kalktı, safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemaat, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu telaşından endişe ettiler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kısa sürede döndü, kendisinin bu acele davranışından dolayı meraklanmış olduklarını gördü ve şöyle buyurdu:
“Odamızda birazcık altın –veya gümüş– olduğunu hatırladım da beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını emrettim. ”
Buhârî, Ezân 158, el–Amel fi’s–salât 18; Nesâî, Sehv 104

Buhârî’nin bir başka rivayetinde bu ifade şu şekildedir:
“Odada, sadaka (olarak dağıtılacak) bir miktar altın –veya gümüş– bırakmıştım. Onun gece evde kalmasını uygun görmedim. ”
Buhârî, Zekât 20

90. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Uhud Savaşı’nda bir adam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Eğer öldürülürsem, nerede olurum? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemde:
– “Cennet’te” cevabını verdi.
Bunun üzerine adam, (yemekte olduğu) elindeki hurmaları fırlatıp attı; harbe daldı ve şehid düşünceye kadar savaştı.
Buhârî, Meğâzî 17; Müslim, İmâre 143. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 31
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
91. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
– “Güçlü–kuvvetliyken, sıhhatın yerindeyken, cimriliğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya bunun olmuştur. ”
Buhârî, Zekât 11, Vasâyâ 17; Müslim, Zekât 92

92. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud Savaşı’nda eline bir kılıç alıp:
– “Bunu benden kim almak ister?” diye sordu.
Mücahidlerin her biri ellerini uzatıp:
– “Ben, ben” diye cevap verdiler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu defa:
– “Hakkını vermek şartıyla onu kim alır?” buyurdu.
Bunun üzerine hemen herkes duraladı; fakat Ebû Dücâne radıyallahu anh:
– Hakkını vermek şartıyla ben alıyorum! dedi, aldı ve onunla müşriklerin kellelerini ikiye ayırdı.
Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 128

93. Zübeyr İbni Adî şöyle dedi:
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’e gittik ve Haccâc’ın zulmünden şikâyet ettik. Enes şöyle dedi:
– “Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçmiş günden daha kötü olacaktır. Ben bunu Peygamberimiz’den duydum. ”
Buhârî, Fiten 6

94. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yedi (engelleyici) şey(gelme)den önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz, unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, (her şeyi) bozup perişan eden hastalık, saçma–sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl, belâsı en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz?”
Tirmizî, Zühd 3


95. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber Savaşı’nda şöyle buyurdu:
“Bu sancağı, Allah’ı ve Resûlünü seven, Allah’ın fethi kendisine nasip edeceği bir yiğide vereceğim. ”
Ömer radıyallahu anh demiştir ki, “Emirliği o günkü kadar hiçbir zaman arzu etmedim. Beni çağırır ümidiyle Resûlullah’a kendimi göstermeye çalıştım durdum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali İbni Ebû Tâlib’i çağırdı, sancağı ona teslim etti ve şöyle buyurdu:
– “Yürü, Allah fethi müyesser kılıncaya kadar sağa–sola bakın–ma!”
Ali derhal hareket etti, sonra durdu ve arkasına dönmeden (gözlerini hedeften ayırmadan) seslendi:
– Ey Allah’ın elçisi, onlarla ne (yapmaları) için savaşayım?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Onlarla, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Al–lah’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirmelerine kadar savaş. Bunu yaptıkları an, –dinin yasaklarını çiğnemedikçe– kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Asıl hesapları(nı görmek ise) Allah’a aittir. ”
Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 33. Ayrıca bk. Buharî, Fezâilü’l–ashâb 9


96. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum. ”
Buhârî, Rikak 38

97. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinden rivâyet ettiği bir hadîs–i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Kul(um) bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım. ”
Buhârî, Tevhîd 50. Ayrıca bk. Müslim, Zikir 2, 3, 20–22, Tevbe 1; Tirmizî, Daavât 131; İbni Mâce, Edeb 58


98. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit. ”
Buhârî, Rikak 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 1; İbni Mâce, Zühd 15

99. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, gece ayakları şişinceye kadar namazı kılardı. Âişe diyor ki, kendisine:
– Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Resûlü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır, dedim.
– “Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu.
Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 20; Müslim, Münâfikîn 79–80; Tirmizî, Salât 187; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, İkâme 200


100. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
“Ramazan ayının son on günü gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ibadetle ihyâ eder, ailesini uyandırır, kulluğa soyunup paçaları sıvardı. ”
Buhârî, Leyletü’l–kadr 5; Müslim, İ’tikâf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, Sıyâm 57

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
101. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar. ”
Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.


102. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.
Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 22; Tirmizî, Cennet 21; Nesâî, Eymân 3


103. Ebû Abdullah Huzeyfe İbnü’l–Yemân radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
“Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden herhalde yüz âyet okuyunca rükû eder, dedim. O yüz âyetten sonra da okumaya devam etti. Ben yine içimden bu sûre ile namazı bitirecek, dedim. O yine devam etti. Bu sûreyi bitirip rükû eder dedim, etmedi. Nisâ sûresi’ne başladı; onu da okudu. Sonra Âl–i İmrân sûresi’ne başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, tesbih âyetleri gelince tesbih ediyor, dilek âyeti gelince dilekte bulunuyor, istiâze âyeti geçince Allah’a sığınıyordu. Sonra rükûa gitti. “Sübhâne rabbiye’l–azîm (büyük rabbimi tenzîh ederim)” demeye başladı. Rükûu da aşağı–yukarı ayakta durduğu kadar uzun oldu. Sonra “semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke’l–hamd (Allah, kendisine hamd edeni duyar, hamd yalnız sanadır ey rabbimiz)” dedi ve kalktı. Hemen hemen rükûna yakın uzunca bir süre ayakta durdu. Sonra secdeye vardı ve “sübhâne rabbiye’l–a’lâ (yüce rabbimi tenzih ederim)” dedi. Secdesini de aşağı–yukarı kıyâmı kadar uzattı. ”
Müslim, Müsâfirîn 203


104. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Ayakta o kadar uzun durdu ki, en sonunda, içimden hoş olmayan bir şey yapmayı bile geçirdim.
– Ne yapmayı düşündün? dediler.
– Peygamber’i ayakta bırakıp oturmayı düşündüm, dedi.
Buhârî, Teheccüd 9; Müslim, Müsâfirîn 204


105. Enes radıyallahu anh’den, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel–lem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk–çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk–çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır. ”
Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52


106. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet size, ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.
Buhârî, Rikak 29.


107. Resûlullah’ın hizmetkârı ve Ehl–i suffe’den olan Ebû Firâs Rebîa İbni Ka’b el–Eslemî radıyallahu anh şöyle dedi:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını ona getirirdim. Buna karşılık bir keresinde bana:
– “Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben:
– Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Başka bir şey istemez misin?” buyurdu. Ben:
– Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu.
Müslim, Salât 226. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Nesâî, Tatbîk 79


108. Ebû Abdullah (veya Ebû Abdurrahman) Sevbân radıyallahu anh’den –ki kendisi Resûlullah’ın azadlı kölesidir– rivayet edildiğine göre o “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim” demiştir:
Çok secde etmeye bak! Zira senin Allah için yaptığın her secde karşılığında Allah seni bir derece yükseltir ve bir hatânı siler.
Müslim, Salât 225. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Tirmizî, Salât 169; Nesâî, Tatbîk 80, 89


109. Ebû Safvân Abdullah İbni Büsr el–Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İnsanların en kârlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.
Tirmizî, Zühd 21, 22


110. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı’na katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:
– “Ey Allah’ın Resûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı elbette Allah Teâlâ görecektir” dedi.
Sonra Uhud Savaşı’nda müslüman safları dağılınca, –arkadaşlarını kastederek– “Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim” dedi. Müşrikleri kastederek de “Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu sana arzederim” deyip ilerledi. Sa’d İbni Muâz ile karşılaştı ve:
– Ey Sa’d! istediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum, dedi. Sa’d (olayı anlatırken) “Ben onun yaptığını yapamadım, ya Resûlallah” dedi.
Enes radıyallahu anh devamla şöyle dedi:
Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmiş–lerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sadece kızkardeşi parmak uçlarından tanıdı.
Enes dedi ki, biz şu âyetin amcam ve amcam gibiler hakkında inmiş olduğunu düşünmekteyiz:
“Mü’minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehid düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir” [Ahzâb sûresi (33), 23].
Buhârî, Cihâd 12; Müslim, İmâre 148
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR

111. Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Ensârî el–Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:
Sadaka âyeti inince, biz sırtımızla yük taşıyarak, (hammallık yaparak) sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi çokca sadaka verdi. Münâfıklar, “Gösteriş yapıyor” dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek hurma getirdi. Yine münâfıklar, “Allah’ın, bunun bir ölçek hurmasına ihtiyacı yoktur” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar hususunda gönülden veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azab vardır” [Tevbe sûresi (9), 79] âyeti indi.
Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 72


112. Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el–Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece–gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez. )
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın. ”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el–Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi.
Müslim, Birr 55


113. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır. ”
Buhârî, Rikak 5

114. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ömer radıyallahu anh Bedir Harbine iştirak etmiş yaşlı sahâbîlerle beraber beni de istişâre meclisine dahil etti. Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e:
– Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var, dedi. Hz. Ömer:
– Bildiğiniz bir sebepten dolayı, diye cevap verdi. Derken birgün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün beni onlara isbat etmek istiyordu. Sahâbîlere:
– “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde. . . ” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:
– Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız, dedi. Kimi de hiç bir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben:
– Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun? dedi. Ben:
– Hayır, dedim.
– Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de:
– Bu sûre, Hz. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince – ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidir–, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
– Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum, dedi.
Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (110), 1


115. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
“Allah’ın yardımı erişip fetih gerçekleşince. . . ” âyeti indikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kıldığı her namazda mutlaka “Rabbimiz, seni tenzih ederim, seni hamd ile anarım. Allahım! Beni bağışla . . . ” derdi.
Buhârî, Ezân 123, 139; Megâzî 5, Tefsîru sûre (110), 1; Müslim, Salât 219, 220

Buhârî’nin Sahîh’i (Ezân 139, Tefsîru sûre (110), 2) ile Müslim’in Sahîh’inde (Salât 217) Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edilen bir başka hadis de şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem rükû ve secdelerinde:
“Allahım! Seni tenzîh ederim. Rabbimiz! Sana hamdederim. Allahım! Beni bağışla!” duasını pek sık tekrarlardı. Bu sözüyle o, Kur’an’a imtisal (ve âyeti fiilen tefsir) ederdi.
Müslim’in rivayetinde de (Salât 218) şöyle denilmektedir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefatından önce, “Seni hamdinle tesbih ve tenzih eder, bağışını diler, tövbe ederim” duasını sık sık tekrar ederdi.
Hz. Âişe diyor ki:
– Ey Allah’ın Resûlü! Yeni yeni söylediğinizi duyduğum bu cümleler nedir? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ümmetimle ilgili olarak benim için bir işaret tayin edilmiştir. Onu gördüğüm zaman bu kelimeleri söylerim. Bu işaret, Nasr sûresi’dir” buyurdu.
Yine Müslim’in bir başka rivayetinde (Salât 220), bu husus şöyle yer almaktadır:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ben Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” sözlerini sık sık söyler olmuştu. ” Hz. Âişe diyor ki:
– “Sübhânallah ve bi hamdihî, estağfirullah ve etûbü ileyh” sözlerini görüyorum ki, pek sık söylüyorsun?” dedim.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Rabbim bana ümmetim içinde bir alâmet göreceğimi bildirdi. Onu gördüğümden bu yana “sübhânellah ve bi hamdihî estağfirullah ve etûbu ileyh” sözünü çok söylerim. Ben o alâmeti, Mekke’nin fethine işaret eden “Allah’ın yardımı ulaşıp Fetih gerçekleşince ve insanların grup grup Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü Allah tövbeleri çok çok kabul edendir” (meâlindeki Nasr) sûresi’nde gördüm, ” buyurdu.

116. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
“Allah Teâlâ, Peygamber’in vefatından önce vahyi sıklaştırdı. Öyle ki Peygamber aleyhisselâm vahyin en sık geldiği bir sırada vefat etti. ”
Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 1; Müslim, Tefsîr 2


117. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir. ”
Müslim, Cennet 83


118. Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hangi amel daha üstündür? dedim.
– “Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdu. Ben:
– Hangi (esir veya) köle (yi âzat etmek) daha faziletlidir? dedim.
“Sahiplerine göre en kıymetli ve bedeli en yüksek olanı” buyurdu.
– (Cihad ve köle âzâdını) yapamazsam? dedim.
– “(Bir) iş yapana yardım edersin veya işini beceremeyenin işini görürsün” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü! Bunlardan hiçbirini yapamazsam? dedim.
– “İnsanlara zarar vermezsin. Zira bu da kendi kendine iyilik etmen demektir” buyurdu.
Buhârî, Itk 2; Müslim, Îmân 136


119. Yine Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Her birinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka gerekir. Binaenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rek’at namaz bütün bunları karşılar.
Müslim, Müsâfirîn 84, Zekât 56. Ayrıca bk. Buhârî Sulh 11, Cihâd 72, 128; Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 12, Edeb 160


120. Yine Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetimin iyi–kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi işlerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da buldum. Kötü amelleri arasında da mescidde temizlenmeden bırakılmış balgamı gördüm. ”
Müslim, Mesâcid 57. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 7
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
121. Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre bazı insanlar:
– Ey Allah’ın Resûlü! Zenginler bütün sevapları alıp götürüyorlar. Zira bizler gibi namaz kılıyor, bizler gibi oruç tutuyor ve ayrıca mallarının fazlasından da sadaka veriyorlar, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah size sadaka verme imkânı bahşetmedi mi (sanıyorsunuz)? Her tesbih sadaka, her tekbir sadaka, her tahmid sadaka, her tehlil sadakadır. İyiliği emretmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır. Hatta (her) birinizin eşiyle yatması bile sadakadır” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü, cinsel arzusunu tatmin eden birine bundan da mı sevap var? dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bu istek ve ihtiyacını haram yoldan giderseydi, günah olmayacak mıydı? Helâl ve meşrû yoldan gidermesinde de elbette sevap vardır” buyurdu.
Müslim, Zekât 53, Mesâcid 142
122. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana (hitaben) buyurdu ki:
Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir iyiliği bile sakın küçük görme!
Müslim, Birr 144. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 24; Tirmizî, Et’ime 30


123. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır. ”
Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 12, Edeb 160


124. Aynı hadisi Müslim’in Hz. Âişe’den rivayetine göre Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Gerçek şu ki, her insanın vücudunda 360 eklem (ve kemik) bulunmaktadır. Kim bu eklem sayısı kadar Allahü ekber, elhamdülillah, lâ ilâhe illallah der, Allah’dan bağışlanma diler, insanların yolu üzerinden taş, diken veya kemik gibi şeyleri kaldırır, iyiliği emreder veya kötülükten nehyeder ise, o günü kendisini cehennemden uzaklaştırmış olarak geçirir. ”
Müslim, Zekât 54


125. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sabah veya akşam camiye giden kimseye, her gidişi için Allah cennette bir ikram hazırla(tı)r.
Buhârî, Ezân 37; Müslim, Mesâcid 285


126. Yine Ebû Hüreyre radıyallanu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Ey müslüman hanımlar! Hiç bir komşu hanım, bir koyun paçası bile olsa, komşusuna vereceğini küçük gör(üp vermemezlik et)mesin.
Buhârî, Hibe 1, Edeb 30; Müslim, Zekât 90. Ayrıca bk. Tirmizî, Velâ 6


127. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman yetmiş (veya altmış) küsur özelliktir (şu’bedir). En yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise, eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.
Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Nesâî, Îmân 16; Tirmizî, Birr 80; Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9


128. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve içine indi; su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine “bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış” deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve adamı bağışladı. ”
Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı? dediler. Resûl–i Ekrem:
– “Her canlı sebebiyle sevap vardır” buyurdu.
Buhârî, Müsâkât 9, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 44; İbni Mâce, Edeb 8

Buhârî’nin bir başka rivayetinde “Allah ondan memnun oldu ve onu bağışlayıp cennetine koydu” beyânı yer almaktadır.
Buhârî ve Müslim’in diğer bir rivâyetlerinde de şöyle denilmektedir:
“Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıp duruyordu. İsrailoğullarından fâhişe bir kadın onu gördü; hemen çizmesini çıkardı ve onunla köpek için kuyudan su çekerek onu suladı. Bu yüzden o kadın bağışlandı.
Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 155


129. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Müslümanları rahatsız eden yol üstündeki bir ağacı kesen bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördüm.
Müslim, Birr 129

Bir başka rivayette (Müslim, Birr 128) şöyle buyurulmaktadır:
“Adamın biri, yol üzerinde bir ağaç dalı gördü ve ‘Allah’a yemin ederim ki, bunu müslümanları rahatsız etmemesi için buradan kaldıracağım’ dedi (kaldırdı ve) bu yüzden cennete konuldu. ”
Buhârî (Ezân 32, Mezâlim 28) ve Müslim’in (Birr 127, İmâre 164) müşterek bir rivayetlerinde de şöyle buyurulmaktadır:
“Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu yoldan uzaklaştırdı. Bu sebeple Allah ondan hoşnut oldu ve onu bağışladı. ”


130. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bir kişi güzelce abdest alır, cuma namazına gider, hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha günahları bağışlanır. Kim hutbe okunurken çakıl taşlarıyla oynarsa, abesle iştiğal etmiş olur.
Müslim, Cuma 27. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 203; Tirmizî, Cuma 5; İbni Mâce, İkâme 62, 81
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
131. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bir müslüman (veya mü’min) abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken gözleriyle işlediği günahlar abdest suyu (veya suyun son damlası) ile dökülür gider. Ellerini yıkadığında elleri ile işlediği günahlar abdest suyu (veya suyun son damlası) ile dökülür (öyle ki kişi bütün günahlardan arınır ve tertemiz olur). Ayaklarını yıkadığında da, ayaklarıyla işlediği günahları abdest suyu (veya suyun son damlaları) ile akıp gider. Nihayet o müslüman günahlarından tamamıyla arınmış olur.
Müslim, Tahâret 32. Ayrıca bk Tirmizî, Tahâret 2


132. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Büyük günahlardan kaçınılması halinde, beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, aralarında (işlenecek küçük) günahlara kefârettir.
Müslim, Tahâret16


133. Ebû Hüreyre radıyallanu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah Teâlâ’nın hataları bağışlamasına ve dereceleri yükseltmesine vesile olan iyilik ve hayırları size açıklayayım mı?” diye sordu.
Ashâb–ı kirâm:
– Evet, (açıkla) ey Allah’ın Resûlü! dediler. Hz. Peygamber:
“Meşakkatli de olsa abdesti tam almak, mescidlere doğru adımları çoğaltmak, namazdan sonra gelecek namazı beklemek. . . İşte sizin ribâtınız (hudut gözcülüğünüz)” buyurdu.
Müslim, Tahâret 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 180; İbni Mâce, Tahâret 49, Mesâcid 14, Cihâd 41


134. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Kim iki serinlik namazını kılarsa, cennete girmiş demektir. ”
Buhârî, Mevâkîtü’s–salât 26; Müslim, Mesâcid 215.


135. Yine Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bir kimse hastalanması veya (cihad ve hayır için) yola çıkması sebebiyle, yapageldiği nâfile ibadetlerini ifâ edemezse, ona evinde sıhhatli iken yaptığı amellerin sevabı yazılır.
Buhârî, Cihâd 134.


136. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her meşrû ve güzel iş sadakadır. ”
Buhârî, Edeb 33; Müslim, Zekât 53. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 60; Tirmizî, Birr 45


137. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Herhangi bir müslümanın diktiği ağaçtan yenen şey onun için sadakadır. Çalınan şey de sadakadır; eksiltilen de onun için sadakadır.
Müslim, Müsâkât 7

Müslim’in bir başka rivâyetinde (Müsâkât 10) şöyle buyurulur:
“Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamet gününe kadar o müslüman için sadaka olur. ”
Yine Müslim’in bir rivâyetinde de (Müsâkât 9, 12) şöyle buyurulmaktadır:
“Bir müslüman bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan veya kurt–kuş yerse, bu o müslüman için sadaka olur. ”
Buhârî (Hars 1, Edeb 27) ve Müslim bu son hadisi Enes İbni Mâlik’ten rivâyet etmişlerdir.


138. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Selime oğulları oymağı Mescid–i Nebevî’nin yakınına taşınmak istediler. Durum, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca onlara:
– “Duyduğuma göre mescidin yakınına göçetmek istiyormuş–sunuz, (öyle mi?)” diye sordu. Onlar:
– Evet, ey Allah’ın Resûlü, buna gerçekten niyet ettik, dediler.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
Ey Selime oğulları! Yerinizde kalın ki, adımlarınız(ın sevabı) yazılsın. Yerinizde kalın ki, adımlarınız(ın sevabı) yazılsın!” buyurdu.
Müslim, Mesâcid 280. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (36), 1

Bir başka rivayette (Müslim, Mesâcid 279) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Her adım karşılığında size bir derece vardır” buyurmuştur.
Buhârî bu hadisi Enes İbni Mâlik’ten bu mânaya gelecek şekilde rivâyet etmiştir (bk. Ezân 33; Medîne 11).


139. Ebü’l–Münzir Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam vardı –ki ben mescide ondan daha uzak(ta oturan) bir başkasını tanımıyorum–. Bu kişi cemaatle namazı hiç kaçırmazdı. Kendisine:
– Bir eşek alsan da hava karanlık ve sıcak olduğunda ona binsen! dediler (veya ben dedim).
Adam şöyle cevap verdi:
– Evimin, mescidin yanıbaşında olması beni hiç de memnun etmez. Çünkü ben mescide gidiş ve evime dönüşümün adıma (ecir olarak) yazılmasını diliyorum.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona;
“Bunların hepsinin sevabını Allah, senin için derleyip topladı” buyurdu.
Müslim, Mesâcid 278

Aynı hadisin bir başka rivayetinde Hz. Peygamber:
– “Allah’tan beklediğin, sana verilmiştir” buyurdu.


140. Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr İbni’l–Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Kırk sevap vardır ki bunların en üstünü, birisine sağması için ödünç olarak sütlü bir keçi vermektir. Kim, sevabını umarak ve hakkındaki vaadlere inanarak bu kırk hayırdan birini işlerse, Allah onu, bu sebeple cennete koyar. ”
Buhârî, Hibe 35. Ayrıca bk, Ebû Dâvûd, Zekât 42

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
141. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
Yarım hurma ile de olsa, cehennemden korunmaya bakın!”
Buhârî, Edeb 34, Zekât 10, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66–70. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63–64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28

Buhârî (Zekât 10, Rikak 31, Tevhid 36) ve Müslim’in (Zekât 97) Adî İbni Hâtim’den bir başka rivayetlerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel–lem şöyle buyurdu:
“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O halde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.


142. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra kendisine hamdeden kuldan hoşnut olur. ”
Müslim, Zikir 89. Ayrıca bk, Tirmizî, Et’ime 18


143. Ebû Mûsâ (el–Eş’arî) radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem (bir keresinde):
– “Sadaka vermek her müslümanın görevidir” buyurdu.
– Sadaka verecek bir şey bulamazsa? dediler.
– “Amelelik yapar, hem kendisine faydalı olur, hem de tasadduk eder” buyurdu.
– Buna gücü yetmez (veya iş bulamaz) ise? dediler.
– “Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder” buyurdu.
– Buna da gücü yetmezse? dediler.
– “İyilik yapmayı tavsiye eder” buyurdu.
– Bunu da yapamazsa? dediler.
– “Kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için sadakadır” buyurdu.
Buhârî, Zekât 30, Edeb 33; Müslim, Zekât 55


ALLAH’IN EMİRLERİNE UYMADA ÖLÇÜLÜ OLMAK


144. Âişe radıyallahu anhâ’nın bildirdiğine göre, bir kadınla birlikte otururlarken, yanlarına Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem girdi ve:
– “Bu kadın kim?” diye sordu. Âişe validemiz:
– Bu filan hanımdır, dedikten sonra, onun çok namaz kıldığından bahsetti. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Bütün bunları sayıp dökmeyi bırak; gücünüzün yettiği nisbette ibadet etmeniz size yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz bıkıp usanmadıkça, Allah bıkıp usanmaz” buyurdu.
Resûl–i Ekrem’in en çok sevdiği ibadet, sâhibinin devamlı yaptığı idi.
Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29


145. Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve
– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:
– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:
– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir. ”
Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4


146. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular. ” Resûl–i Ekrem bu sözü üç defa tekrarladı.
Müslim, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 5


147. Ebû Hüreyre radıyallanu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız. ”
Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28

Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız. ”
Buhârî, Rikâk 18


148. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescide girmişti. İki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti:
– “Bu ip nedir?” diye sorunca, sahâbîler:
– Bu, Zeynep Binti Cahş’a ait bir iptir. Namazda ayakta durmaktan yorulunca ona tutunuyor, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Onu hemen çözünüz. Sizden biriniz canlı ve istekli olunca nâfile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman ise yatıp uyusun” buyurdu.
Buhârî, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 219. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, İkâme 184


149. Âişe radıyallahu anhâ’ dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz namaz kılarken uyku hali bastırırsa, kendisinden bu hal gidinceye kadar yatsın. Çünkü uykulu vaziyette namaz kılan kimse, belki de bilmeyerek, istiğfar edip Allah’tan bağışlanma dileyeceğim derken kendine söver, beddua eder. ”
Buhârî, Vüdû 53; Müslim, Müsâfirîn 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Tirmizî, Mevâkît 146; Nesâî, Tahâret 116; İbni Mâce, İkâme 184


150. Ebû Abdullah Câbir İbni Semüre rayıdallahu anhümâ şöyle dedi:
“Namazlarımı Nebi sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte kılardım. Onun namazı da, hutbesi de normal uzunlukta idi. ”
Müslim, Cum’a 41–42. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 223; Tirmizî, Cum’a 12; Nesâî, Cum’a 35; İbni Mâce, İkâme 85
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
151. Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Selmân ile Ebü’d–Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân, Ebü’d–Derdâ’yı ziyaret ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d–Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona:
– Bu halin ne? diye sorunca, kadın:
– Kardeşin Ebü’d–Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez, dedi. O esnada Ebü’d–Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:
– Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:
– Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d–Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d–Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:
– Uyu dedi. Ebü’d–Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:
– Uyu, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân:
– Şimdi kalk, dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d–Derdâ’ya şöyle dedi:
– Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.
Sonra Ebü’d–Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ e gidip olup biteni anlattı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Selmân doğru söylemiş” buyurdu.
Buhârî, Savm 51, Edeb 86.


152. Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e benim şöyle dediğim haber ve–rilmiş:
Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece gündüzleri muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim. Bunun üze–rine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
– “Bunları söyleyen sen misin?” diye sordu. Ben de kendisine:
– Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, ben böyle söylemiştim, dedim. Buyurdular ki:
– “Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut; çünkü her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir. ” Bunun üzerine ben:
– Bunun daha çoğunu yapmaya gücüm yeter, dedim. Peygamber Efendimiz:
– “O halde bir gün oruç tut, iki gün tutma” buyurdu. Ben:
– Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim, deyince Resûl–i Ekrem:
– “Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma; bu Dâvûd aleyhisselâm’ın orucu olup, oruçların en ölçülü olanıdır” buyurdular.
Bir başka rivayette: “Bu, oruçların en faziletlisidir” şeklindedir. Ben:
– Bundan daha faziletlisine de gücüm yeter, dedim. Peygamberimiz:
– “Bundan daha faziletlisi yoktur” buyurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiye etmiş olduğu, ayda üç gün orucu kabul etmem, bana ehlimden ve malımdan daha sevimli olacakmış.
Bir rivayete göre:
“Senin gündüzleri oruçlu, geceleri uyanık geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?” buyurmuştu. Ben de:
– Elbette haber verilmiştir, yâ Resûlallah! dedim. Bunun üzerine:
– “Böyle yapma, bazı kere oruç tut, bazan tutma; gece hem uyu, hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır. Şüphesiz her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü senin için her iyiliğin on misli karşılığı vardır; bu da bütün zamanının oruçlu olması demektir. ” Abdullah der ki:
– Ben artırdıkça iş aleyhime döndü. Sonra ben:
– Yâ Resûlallah! Ben kendimde güç ve kuvvet buluyorum, dedim. Buyurdular ki:
– “O halde Allah’ın Nebisi Dâvûd’un orucunu tut, daha fazlasını yapma. ”
– Dâvûd orucu nedir? diye sordum.
– “Senenin yarısını oruçlu geçirmektir” buyurdu.
Abdullah yaşlandıktan sonra:
– Keşke Allah’ın Resûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım, der dururdu.
Bir başka rivayet şöyledir:
– “Senin bütün günleri oruçlu geçirdiğinden ve her gece Kur’an’ı okuduğundan haberdar olmadığımı mı sanıyorsun?” Bunun üzerine ben:
– Elbette haberdarsındır, yâ Resûlallah! Fakat ben bununla sadece hayra ulaşmayı diliyorum, dedim. Peygamber Efendimiz:
– “Allah’ın Nebîsi Dâvûd’un orucunu tut, çünkü o insanların en çok ibadet edeni idi. Ayda bir defa da Kur’an’ı hatmet” buyurdu.
Ben ise:
– Ya Resûlallah! Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter, dedim. Peygamberimiz:
– “O halde yirmi günde bir hatmet” buyurdu. Ben yine:
– Ya Resûlallah! Bundan daha fazlasını yapabilirim, dedim. O:
– “Öyleyse on günde bir hatmet” buyurdu. Ben tekrar:
– Bundan daha fazlasına gücüm yeter, yâ Nebîyyallah! diye ısrar edince:
– “Şu halde yedi günde bir hatim yap, artık bunun üzerine artırma” buyurdular. Ben artırdıkça, aleyhime artırıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana dedi ki:
– “Şüphesiz ki sen bilmiyorsun, belki ömrün uzun olur?”
Abdullah İbni Amr der ki:
– Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in bana söylediği hale döndüm. İhtiyarlayınca, onun ruhsatını kabul etmiş olmayı çok arzu ettim.
Bir başka rivayette ise şöyledir:
“Senin çocuklarının da senin üzerinde hakları vardır. ”
Bir diğer rivayette:
“Bütün zamanını oruçlu geçirenin orucu yoktur. ” Bu sözünü üç defa tekrarladı.
Bir diğer rivayette:
“Allah’a en sevimli olan oruç, Dâvûd aleyhisselâm’ın orucudur. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd aleyhisselâm’ın namazıdır. Dâvûd aleyhisselâm gecenin yarısını uyuyarak geçirir, sonra üçte birinde namaz için kalkar, altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında kaçmazdı. ”
Başka bir rivayet de şu şekildedir:
Abdullah şöyle demiştir:
Babam beni soyca üstün bir hanımla evlendirdi. Zaman zaman geli–ninin yanına gelir gider, ona beni sorarmış. O da dermiş ki:
– O ne iyi erkektir, evine geldiğimden beri yatağıma ayak basmadı, ne halde olduğumu da araştırmadı.
Vaziyet böyle devam edip gidince, babam durumu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e anlatmış, Peygamberimiz:
– “Onu benimle görüştür” buyurmuş. Daha sonra ben Resûl–i Ekrem ile karşılaştım. Bana:
– “Nasıl oruç tutuyorsun?” diye sordu. Ben de:
– Her gün, dedim. Sonra:
– “Nasıl hatim yapıyorsun?” dedi. Ben:
– Her gece, diye cevap verdim.
Abdullah İbni Amr daha önce geçen konuşmalarının benzerini anlattı. O, geceleyin rahat etmek için, okuduğu Kur’an’ın yedide birini, gündüz aile fertlerinden birine okuyup dinletirdi. Güçlü ve kuvvetli olmak istediğinde, bir kaç gün oruç tutmazdı. Sonra oruç tutmadığı günleri sayar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e verdiği sözden caymış olmamak için, tutamadığı günler kadar orucu kazâ ederdi.
Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 89; Müslim, Sıyâm 181–193


153. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kâtiplerinden Ebû Rib’î Hanzala İbni Rebî‘ el–Üseydî şöyle demiştir:
Ebû Bekir benimle karşılaştı ve bana:
– Nasılsın, ey Hanzala? diye sordu. Ben de:
– Hanzala münafık oldu, dedim. Ebû Bekir:
– Sübhânellah, sen ne diyorsun? dedi. Ben cevaben dedim ki:
– Bizler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunu–yoruz. Bize cennet ve cehennemden bahsediyor, sanki gözlerimizle görüyormuşuz gibi oluyoruz. Onun huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz.
Ebû Bekir radıyallahu anh dedi ki:
– Allah’a yemin ederim ki, biz de benzeri şeylerle karşı karşıyayız. Ben ve Ebû Bekir birlikte yola düştük ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna girdik. Ben:
– Ya Resûlallah! Hanzala münafık oldu, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Bu ne demek?” dedi. Ben:
– Ya Resûlallah! Senin yanında bulunuyoruz, bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun; sanki onları gözümüzle görüyor gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp da çoluk çocuğumuzun yanına ve işimizin başına dönünce, çoğunu unutuyoruz, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Nefsimi gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şayet siz, benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere devam edip zikir üzere olabilseydiniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi de dünya işlerinize ayırınız” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı.
Müslim, Tevbe 12–13. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59


154. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem insanlara hitap ederken, ayakta duran bir adam gördü ve onun kim olduğunu sordu. Ashâb:
– O, Ebu İsrâîl’dir. Güneşte durmayı, oturmamayı, gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve sürekli oruç tutmayı adamıştır, dediler. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ona söyleyiniz! Konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın” buyurdular.
Buhârî, Eymân 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 19


155. Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, geceleri okuduğu zikir ve duasını okumadan veya tamamlayamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır. ”
Müslim, Müsâfirîn 142. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 19; Tirmizî, Cum’a 56; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 65; İbni Mâce, İkâme 177
156. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle dedi:
“Ey Abdullah! Filan kimse gibi olma, çünkü o gece ibadetine devam ederken, sonra geceleri ibadet etmeyi terketti. ”
Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185


157. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ağrı, sancı veya benzer bir sebeple gece namazını geçirirse, bir sonraki günün gündüzünde on iki rek’at namaz kılardı.
Müslim, Müsafirîn 140


158. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz. ”
Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130–131. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 17; Nesâî, Hac 1; İbni Mâce, Mukaddime 1


159. Ebû Necih İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh şöyle dedi:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Bizler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bu öğüt, sanki ayrılmak üzere olan birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine:
– “Size, Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli köle bile emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ–yi Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır” buyurdular.
Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6


160. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine:
– Ey Allah’ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz:
– “Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu.
Buhârî, İ’tisâm 2
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
260
Puanları
83
Konum
BURDUR
161. Ebû Müslim (veya Ebû İyâs) Seleme İbni Amr İbni Ekvâ radıyallahu anh’ın naklettiğine göre, bir adam Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanında sol eliyle yemek yedi. Peygamber Efendimiz adama:
– “Sağ elinle ye” buyurdu. Adam:
– Bir türlü yapamıyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Yapamaz ol” diye beddua etti.
Çünkü adamın Resûl–i Ekrem’i dinlememesi, kibrinden dolayı idi. Bu beddua üzerine, adam elini ağzına götüremez oldu.
Müslim, Eşribe 107. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ime 2; Ebû Dâvûd, Et’ime 19; Tirmizî, Et’ime 47; İbni Mâce, Et’ime 8


162. Ebû Abdullah Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da Allah Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalblerinize ihtilâf koyar da birbirinizden yüz çevirirsiniz. ”
Buhârî, Ezân 71; Müslim, Salât 127. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 93; Tirmizî, Mevâkît 53; İbn Mace, İkâme 50

Müslim’in bir başka rivâyeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sanki okları düzeltir gibi saflarımızı düzeltirdi. Bizim buna alıştığımızı görünceye kadar böyle yapmaya devam etti. Kendisi bir gün namaza çıktı ve namaz kıldıracağı yerde durdu. Tam tekbir almak üzere iken göğsü saf hizasından dışarı çıkmış bir adam gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Ey Allah’ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da Allah Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalblerinize ihtilâf koyar da birbirinize yüz çevirirsiniz. ”
Müslim, Salât 128


163. Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
Medine’de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı. Durum Peygamber Efendimiz’e haber verilince:
– “Ateş size düşmandır. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz” buyurdular.
Buhârî, İsti’zan 49 ; Müslim, Eşribe 101. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb, 46


164. YineEbû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü ve–rimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir. ”
Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15


165. Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz. ”
Müslim, Fezâil 19. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82


166. Câbir radıyallahu anh’den rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem parmakları yalamayı, yemek tabağını silmeyi emretti ve:
“Sizler, gerçekten bereketin hangisinde olduğunu bilemezsiniz” buyurdu.
Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden birinizin lokması düştüğünde hemen onu alsın ve üze–rine yapışanları temizleyip yesin, onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça da elini mendile silmesin. Çünkü o kimse, bereketin yemeğin neresinde olduğunu bilemez. ”
Yine Müslim’e ait bir diğer rivâyet şöyledir:
Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz şeytan sizden birinizin her işinde hazır olur. Hatta yemeği esnasında bile yanında bulunur. Sizin birinizin lokması düşerse, üzerine yapışanları temizleyip yesin. Lokmasını şeytana bırakmasın. ”
Müslim, Eşribe 133–135.


167. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz’ [Enbiyâ sûresi (21), 104]. Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
– Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:
“Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin” [Mâide sûresi (5), 117–118].
Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler. ”
Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119


168. Ebû Saîd Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sapan taşı atmayı yasakladı ve:
“Sapan taşı av avlamaz, düşman öldürmez. Sadece göz çıkarır ve diş kırar” buyurdu.
Buhârî, Edeb 122; Müslim, Sayd 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Diyât 19, Edeb 166; Nesâî, Kasâme 40; İbn Mace, Sayd 11

Müslim’in bir başka rivâyeti şöyledir:
İbni Mugaffel’in yakınlarından biri sapanla taş atmıştı. İbni Mugaffel o kimseyi sapanla taş atmaktan nehyetti ve kendisine şunları söyledi:
Şüphesiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sapanla taş atmayı yasakladı ve:
– “Bununla av avlanılmaz” buyurdu. Bu adam daha sonra yine atınca, İbni Mugaffel şunları söyledi:
–Ben sana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bundan nehyettiğini haber veriyorum, sen ise aynı şeyi yapıyorsun. Eğer bunu bir daha yapacaksan, seninle asla konuşmayacağım.
Müslim, Sayd 56


169. Âbis İbni Rabîa şöyle dedi:
Ben, Ömer İbni Hattâb’ın Hacerülesved’i öptüğünü gördüm. O esnada diyordu ki:
Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar veremeyeceğini bili–yorum. Şâyet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.
Buhârî, Hac 50; Müslim, Hac 251


170. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e: “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah sizi o yüzden hesaba çeker ve neticede dilediğini bağışlar, dilediğine de azâb eder. Allah, her şeye gücü yetendir” [Bakara sûresi(2), 284] anlamındaki âyet nazil olunca, bu durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbına ağır geldi. Bunun üzerine sahâbe, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek dizleri üzerine çöküp şöyle dediler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz, namaz, cihad, oruç ve sadaka gibi gücümüz yeten amellerle mükellef kılınmıştık. Oysa şimdi sana, gönlümüze gelen ve kalbimizden geçen şeylerden de hesaba çekileceğimize dair bu âyet nazil oldu; buna güç yetiremiyoruz. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden önce kendilerine kitap verilen yahudi ve hıristiyanların dediği gibi, işittik ve isyan ettik demek mi istiyorsunuz? Bilâkis siz, işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Bizi mağfiret eyle, bizi bağışla, nihayet dönüş sadece sanadır, deyiniz. ”
Sahâbîler bu sözleri okuyup, dilleri de ona güzelce alışınca, Allah Teâla peşinden şu âyeti indirdi:
“Resûl, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine inandılar. Peygamberleri arasında hiç bir ayrım yapmayız, dediler. İşittik ve itaat ettik bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, dönüş de ancak sanadır dediler” [Bakara sûresi (2), 285].
Ashâb inen âyetin gereğini yapıp, bu sözü söylemeye alışınca, Allah Teâlâ daha önceki âyetin hükmünü neshetti, şu âyeti indirdi: “Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorguya çekme!” Allah Teâlâ: “Evet” buyurdu. “Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize ağır yük yükleme. ” Allah Teâlâ: “Evet” buyurdu. “Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri de bize taşıtma. Bizi bağışla, kusurlarımızı yok say, bize acı. Sen mevlâmızsın, o kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et” [Bakara sûresi (2), 286] Allah Teâlâ: “Evet” buyurdu.
Müslim, Îmân 199
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst