Risalelerde geçen "Sarıklı Genç" kimdir?

Uveys El Konevi

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
284
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Konya
SARIKLI GENÇ
Mektubat 349. sahifede geçen bu tabirin mahiyeti nedir?


Kaynak: http://www.ittihad.com.tr

Evet, senelerden beridir bazı şahıslara mal edilmek istenen bu sarıklı gencin hakikatı bir şahıs değil bir şahs-ı manevi olması gerekir. Çünkü Risale-i Nur’da tekraren beyan edildiği üzere zaman, cemaat ve şahs-ı manevi zamanıdır.

Evet, Hazret-i Üstad der ki: “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (Kastamonu Lahikası sh: 6)

Yine Hazret-i Üstad diyor:

“Risale-i Nur'un şakirdleri şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir. Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur'un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemalât ve kerameti aramıyorlar.” Emirdağ Lahikası:87 şeklindeki beyanlar, bu meselede de nazara alınmalıdır.

Keza, İslam cemiyetinde sarık en yaygın ve en üstün dinî bir kisvedir.

Evet, en mühim ve en zâhir şeairden olan sarık (imame) hakkında gelen ehadiste, şeair ciheti daha çok nazara verilmiştir.Bir hadis mealinde: “Camilere sarıklı olarak gitmek, müslümanların simasından (alâmetinden) dir” buyurulur. (Ramuz-ul Ehadis. sh: 5)

“Yine İncil'de "Sahib-üt Tâc"dır. Evet "Sahib-üt Tâc" ünvanı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a mahsustur. Tâc, ımame yani sarık demektir.” Mektubat:170

Yani İncil, Peygamberimizi A.S.M. şerefli sarık alâmeti ile nazara veriyor.

Sarığın muhafazası uğrunda ve sarığa karşı çıkarılan şapkaya muhalefetle idamı göze alan Bediüzzaman Hazretlerinin bir hadisesi şöyle nakledilir:

“İslâmî kıyafeti kat'iyyen ve aslâ tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzad isminde Ankara valisine: "Bu sarık bu başla beraber çıkar" tarzında konuşarak boynunu göstermesi...” (Emirdağ Lahikası:19) sarık uğrunda gösterilen şehamet-i imaniyenin ibretlik bir hadisesidir.

Gayr-i müslimlerin İslâm şeairine muhalefet göstermeleri de büyük şeair olan sarığın lüzümuna delildir.

Mesela: “Bir âdi Bulgar'a veya bir nefer-i İngiliz'e veya bir serseri Fransız'a "Sarık sar. Sarmazsan hapse atılacaksın!" denilse, taassubları muktezasınca diyecek: "Hapse değil, öldürseniz bile, dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacağım!" Mektubat: 438)

Evet, sarığın şeair cihetiyle İslâmî hayat ve hissiyatı, millî bünyede sosyolojik te’siri ile idame ettirdiğindendir ki gizli cereyan öncelikle sarığı hedef almış ve faaliyetine baştan başlamıştır. Bid’atları tamir etmekle manen vazifedar Bediüzzaman Hazretlerinin de, sarık için hayatını ortaya koyması, çok manidar ve dikkat çekici tarihî bir hadisedir.

Bediüzzaman Hazretleri bir mahkeme müdafaasında diyor ki:

“Yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki; "Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ülemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz" denilse, elbette öyle her şeyini hakikat-ı Kur'aniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, cehenneme de atılsa, kat'iyyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek.” Emirdağ Lahikası 2: sh.166

Bediüzzaman Hazretlerinin şeairi korumada gösterdiği bu azimkâr ve metanetli tavrının sebebi ise: Bütün müslüman ırkların cem olmuş olduğu Müslüman Türk milletinin, bin seneden beri ruhunda ve vicdanında yerleşen dinî hissiyat ve yaşayışına muhalif olan tecavüzlere karşı; ve hem bütün hür dünyada değişmez prensipler olan din ve vicdan hürriyetlerini açıkça çiğnemek hareketine karşı, Bediüzzaman’daki bu metanet ve fedailik, İslamî şahsiyetinin icabıdır. Bunlar, unutulmaması gereken tarihî vak’alardır.

Şu halde sarık, umum şeairi temsil etme hakkına sahibdir. Buna göre sarıklı genç tabirinin bir işarî manası olarak, bid’alara karşı ve şeairi korumada hassas ve gayretli Nurun keyfiyetli şahs-ı manevilerine işaret ettiği düşünülebilir. Nurculuk hareketinin bu tarz muhafızlarının muhalifleri olduğu gibi müdafileri de olur. Kadın-erkek bütün müdafiler, bu şahs-ı manevide manen ortak oldukları gibi böyle şahs-ı maneviyi de onlar teşkil ederler.

Şimdi rü’ya bahsinde sarıklı gencin geçtiği kısma giriyoruz. Yani Bediüzzaman Hazretlerinin rüyadaki hakikatlerin te’vili ile gösterdiği işaretlerine başlıyoruz. Şöyleki:

“Senin müjdeli, mübarek ve güzel rü'yanın tabiri, Kur'an için ve bizim için (1) çok güzeldir. Hem zaman tabir etti ve ediyor, (2) tabirimize ihtiyaç bırakmıyor. Hem kısmen (3) tabiri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın. Yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Yani bir hakikat beyan ederiz. (4) Senin hakikat-ı rü'ya nev'inden olan (5) vakıalar, (6) o hakikatın temessülâtıdır.(7) Şöyle ki:

O vasi' meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilayetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid'atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür'atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur'aniyeye sahib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise; Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re'fet gibi Sözler'in hameleleridir.(8) Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözler'deki kuvvet ve sür'at-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman'dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak.(9) Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusi'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat'î hükmedemem. (10) O genç, kuvve-i velayetle (11) meydana atılacak bir zâttır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et.” Mektubat:349

Şimdi de altı çizili yerlerin her zamana bakıp hisse verebilir olan manalarına bakalım:

1- Kur'an için ve bizim için : Yani hakaik-ı Kur’aniyeye ve hizmet-i Nuriyenin inkişafına bakan müjdelerine dikkat çekiliyor manasında....

2- ediyor :Yani rüyanın gelecek zamana bakan işaretleri var manasında...

3- kısmen : Yani rüyanın görüldüğü zaman bir kısım manası çıkmış ileride de çıkacak.

4- hakikat beyan ederiz : Yani bu rüya hayalî değil, levh-i mahfuz ve misal aleminde mukadder olup onun temessülatı olan hakikattır.

5- hakikat-ı rü'ya : “Rü'ya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur'anla da dâhildir; tabire değmiyor.” Mektubat:347 ifadesiyle bildirilen hayalî rüya değil, gerçek rüya kısmından olan.

6- vakıalar : Lügatta, var olan mevcûd bir hâdise demektir.

7- temessülâtıdır : var olan görüntüleridir.

8- Sözler'in hameleleridir : Yani, Nurcular dairesindeki hâlis ve sâdık şakirdlerden naşir, hâmi, muhafız gibi sıfatlara sahib haslar taifesi kıyamete kadar bulunacaktır. Burada zikredilenler, saff-ı evvel olan zatlardır.

9- sonra çıkacak : Yani saff-ı evvelin devamı manasında olan mu’temed taife, teknik gelişmeler neticesi olarak hakaik-ı Kur’aniye olan Risale-i Nur derslerini bütün dünyaya tebliğini devam ettirecek.

10- Yani Nurculuk hareketinin zaman zaman zaafa düştüğü ve asliyetini muhafaza etmek ihtiyacının doğduğu devrelerde, muhafızlık hareketine, yani şahs-ı manevinin teşekkülüne vesile olan bazı hamiyetkâr şahıslara da müşevvikane işaret olabilir. Yani Hz. Üstad, böyle muhafız bir şahs-ı maneviyi umum zaman ve mekânlara teşmil ve teşvik için muayyenlik vermiyor diye anlıyoruz.

11- kuvve-i velayetle : Yani Risale-i Nurda esas alınan velayet-i kübradır ki, şöyle tarife edilir:

“Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lütf-u İlahî ile hakikata geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur. Demek hakaik-i Kur'aniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.” Mektubat sh:356

Mezkûr velayet bu manada nazara alınmalıdır.

Ezcümle, neviler içinde bazı mümtaz ferdler ve meziyet sahibleri bulunur. Bunlar taayyün etmedikçe, kıyamete kadar kuvve-i maneviyeyi koruyan ümid ve şevk vesilesi olurlar. Eğer muayyen olsalar, yalnız zamanlarına münhasır kalıp gelecek zamandaki insanlar me’yusiyete düşebilirlerdi diye Bediüzzaman Hz. Şu izahatı veriyor:

“Meziyetin Varsa Hafa Türabında Kalsın; Tâ Neşvünema Bulsun

Ey zîhassa-i meşhure! Taayyünle zulmetme, ger perde-i hafanın altında sen kalırsan, ihvanına verirsin ihsan ve bereketi.

Herbir ihvanın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimali, herbirine celbeder bir nazar-ı hürmeti.

Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükrim iken altında; üstünde zalim olursun. Güneş iken orada; burada gölge edersin.

İhvanını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten. Demek taayyün ve teşahhus, zalim birer emirdir, sahih doğru böyle ise, hem de böyle görürsün.

Nerede kaldı yalancı tasannu' ve riya ile kesb-i teşahhus-u şöhret? İşte bir sırr-ı azîm ki hikmet-i İlahî, hem o nizam-ı ahsen…” Sözler:720

Şu halde böyle ümid vesileleri, sarahaten taayyün etmemesi gerektiği gibi, tamamen de mechul olmayıp işarî haberle varlığı muhtemel mertebede olmalı.

Bu meselede dikkat edilecek cihetler vardır. Bu en büyük fitne zamanında bu mu’temed şahs-ı manevide bazı meziyet ve hususiyetlerin bulunması zaruridir. Şöyle ki:

1. Bu fitne-i ahirzamanın esası olan bid’alara cidden muhalif ve şeaire de cidden sahip ve nâşir olmaları ...

2. Kitaplara bağlı kalmak manasında olan sadakatta hassas davranmaları temayülerine göre davranmamaları...

3. Kitaba müstenid olarak yaptıkları hizmetin karşılığında ne dünyevî ve ne de uhrevî bir maksad ve menfaatı gaye etmemiş olmaları, fiiliyatlarında görülmesidir. Bu ise ihlasın hakikatıdır.

4. Mektubat’ın 349. sahifesinden alınan parçada geçen: “...naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir” ifadesiyle bildirilen: Nurun derslerini neşretme, şahsa bağlılık yerine kitaba bağlı kalma, yani talebelik sıfatına tam sahip olmak şarttır ve bu hükümler külliyattan alınan sarih hükümlerdir.

Mezkûr hakikatlar müvacehesinde Hz.Üstad’ın şu hükmü dikkat çekici oluyor: “Nerede kaldı yalancı tasannu' ve riya ile kesb-i teşahhus-u şöhret?” (Sözler:721)

Sarıklı genç meselesine muhatab olan merhum Hulusi Ağabeyimiz şöyle diyor:

“Hulusî Bey, bu mes’elede bazı zatların sun’î şekilde kendilerini o sarıklı genç tasavvur etmelerine üzülüyordu. Ve “Halbuki o mes’ele sun’îlikten uzak olması lâzımdır. Hem de herkesin o olabilme ihtimali vardır. Onu inhisar altına almamak lâzımdır. Edenler ne oldu sanki!.. Evet, herkes evvela gençtir. Ve her bir genç nur talebesi de o olabilme imkânı vardır. Bu açık kapılı ihtimal içindir ki, her zaman da öylesi ferdlerin çıkması mümkündir” diyordu.”

Hz. Üstâd’ımız 1955 senesinde, Isparta’da bir gün “Ben bir zaman o sarıklı genç Ceylan’dır demiştim... Hakikatta o bir kişi değildir. Muteaddid kişilerdir” demişlerdi. (Mufassal Tarihçe-i Hayat Cild 2 Sh:784 dipnotu- İkinci Baskı)
 

drone

Üye
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
170
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SARIKLI GENÇ
Mektubat 349. sahifede geçen bu tabirin mahiyeti nedir?


Kaynak: http://www.ittihad.com.tr


Sarığın muhafazası uğrunda ve sarığa karşı çıkarılan şapkaya muhalefetle idamı göze alan Bediüzzaman Hazretlerinin bir hadisesi şöyle nakledilir:

“İslâmî kıyafeti kat'iyyen ve aslâ tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzad isminde Ankara valisine: "Bu sarık bu başla beraber çıkar" tarzında konuşarak boynunu göstermesi...” (Emirdağ Lahikası:19) sarık uğrunda gösterilen şehamet-i imaniyenin ibretlik bir hadisesidir.

Tandoğan’ın hukuk tanımazlığına iki önemli olay yine Emin Karakuş tarafından nakledilmektedir. Vali, hakkında şikayette bulunan eczacının Ankara’yı terk etmesini sağlamıştır. Yine bir başka olayda, belediyeyi mahkemeye verip Danıştay’a şikayette bulunan ve davayı kazanan bir müteahhit, buna rağmen bir şey elde edememiş; Valilik Danıştay’ın kararını uygulamadığı gibi, Tandoğan karar yazısını müteahhidin elinden alıp parçaladıktan sonra, “Burada benim sözüm geçer” demek suretiyle hukuku çiğnemiştir.

Tandoğan’ın baskı ve takibine uğrayanlardan birisi de Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bazı hatıralarda, 13 Ekim 1943 tarihinde Bediüzzaman’ın Ankara’ya getirilişi, vilayete çıkarılması ve burada cereyan eden hadiselere yer verilmektedir. Tandoğan’ın, Bediüzzaman’a odasında zorla şapka giydirmeye kalkıştığı, başındakini çıkarıp şapkayı giymesini isteyen valiye, Bediüzzaman’ın boynunu göstererek; “Bu külah ancak bu kelle ile beraber çıkar” (Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 2. C. İstanbul 1998, s. 1210-1217) şeklinde mukabelede bulunduğu ifade edilmektedir. Bu hadise üzerine, hemen hemen hiç beddua etmeyen Bediüzzaman’ın Tandoğan’a “Başından bulasın!” şeklinde beddua ettiği belirtilmektedir. Risale-i Nur’da, Ankara’da Bediüzzaman’a şapka giydirmek için kötü muamelede bulunan Tandoğan’ın intihar etmesi, kendi cezasının kendi eliyle verildiği şeklinde değerlendirilmektedir. (Emirdağ Lahikası, s. 155)

Tandoğan’ın, 9 Temmuz 1946 tarihindeki intihar olayı üzerindeki sır perdesi ise hâlâ varlığını korumaya devam etmektedir. Bir iddiaya göre, Dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay’ın adının karıştığı Dr. Neşet Naci Arcan cinayeti ile ilgili mahkemede tanık olarak dinlenen ve sıradan bir vatandaş gibi muamele gören Tandoğan, kendisine yapılan bu davranışı hazmedemeyerek intihar etmiştir. (Büyük Larousse, 21. C. Milliyet Y., İstanbul 1986, s. 11201)

http://www.risaleinurenstitusu.org/...ion=EnstituSayfasi&Date=09.01.2004&TextID=690
 

drone

Üye
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
170
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SARIKLI GENÇ
Mektubat 349. sahifede geçen bu tabirin mahiyeti nedir?


Kaynak: http://www.ittihad.com.tr

Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusi'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir.

Bir rüya: Sarıklı genç
"Yine bir gün Eğridir'de bulunduğum zaman, rüyada sarıklı bir genç gördüm. Bu genç beni ilk defa, Hz. Üstad'a götüren meczup lâkıplı Mustafa Efendi idi. Ona Şeyh veya Hafız Mustafa da denirdi. Rüyada gördüğüm sarıklı genç şeklen o idi. Fakat ne bıyığı ve ne de sakalı vardı. Hafız Mustafa, çocuk meşrebinde birisi idi. Risale-i Nur'un ilk Küçük Sözler'ini l928'de onda görmüştüm. Daha o zaman Üstad Hazretleriyle de muarefemiz yoktu. Gayet intizamsız bir yazı ile yazılmış ilk risaleyi onda görmüştüm. Müsvedde halindeydi.
"Rüyada, elinde leblebi tablası vardı. Fakat içinde leblebi gayet azdı. Ben leblebiden almak için elimi attım. O zaman leblebi tabağı doldu, taştı.
"Sarıklı genci biz açıklamadık. Sizin gibi gençler işte çıktılar. Daha da kıymetli gençler çıkacaktır. Allah'ın nuru kıyamete kadar devam edecektir. Kur'ân tefsiri olduğu için Risale-i Nur'un hakikatı kıyamete kadar okunacaktır. elbette bu gelenler genç olacaktır, ihtiyar olmayacaktır."Bu meseleyi kendisine mal edenler, sanki ne oldu? İnhisar altına almak doğru değil. Benim rüyada gördüğüm, sanki Mustafa idi. Fakat onun mevcut hali rüyadaki haline uygun düşmüyordu. Onun çocukça halleri vardı. Fakat bana Üstad Hazretlerini gösteren ve tanıtan da o oldu. Eğridir'de iken, Mustafa bana:
"Efendim, sizin ilâcınız Barla'da bir zat var, Ondadır" dedi. [8]
[8] Hulusi Bey'in gördüğü rüyası ve Bediüzzaman'ın bu rüyayı tabiri için Bkz. Mektubat, S. 362.
 
Üst